Bearer of the curse...
Şunu, şuraya bırakayım öncelikle; https://www.youtube.com/watch?v=p9hoAyx3-0I&t=4s
DS2 ve DS3'ü oynadım. Birincinin PC'ye aktarımı çok kötü olduğu için, oynamayı düşünmüyorum. Çok güzel oyunlar. Sadece oynanış olarak değil, lore olarak da severim. Saatlerce, lore ve teoriler okuduğum olmuştur. Bu tarz, her bir köşesi ve detayı elle dokunmuş, orijinal bir tecrübe sağlayan oyunlar hoşuma gidiyor. Devasa açık dünyaların kopyala+yapıştır haritaları, görevleri ve NPC'lerini sevmiyorum. Tabii ki, bu kişisel bir tercih.
Bu oyunların konusu açılınca, hep aklıma geliyor. DS2 ilk Souls oyunumdu ve 30 saat kadar oynayıp, level 120'ye geldim. Epey bir zorlanmıştım, hem de aşırı derecede. Ancak, başka şeyler girdi ve ara vermek zorunda kaldım. Daha sonra DS3 çıktı ve onu bitirdim. DS2'ye tekrar döndüğümde, tıklamalar ile karakterimin animasyonu arasında bir gecikme olduğunu farkettim. Bunu, DS oyunlarının yapısında olan bir şey sanmıştım önceden fakat DS3'ü de oynamış olduğum için, böyle olmadığının bilincindeydim artık. Biraz araştırmayla, PC'ye aktarılırken, ayarlara böyle bir şey konmuş olduğunu gördüm ve gecikme özelliğini kapadım. Oyuna tekrar başladığımda, on kiloluk antrenman ağırlıklarını çıkarmış bir atlet gibiydim Çok daha zora alıştığım için, oyun kolay bile geldi o noktadan sonra. Bir örnek verecek olursam, Naruto'da Rock Lee'nin ağırlıkları ilk kez çıkardığı sahneyi gösterebilirim.
Düzenleme: DS serisinin, felsefi bir yönü olduğu da görüşündeyim. İnsan ruhlarının kara olması ve kara ruhlar ile Abyss'in yarattığı etkiler, karanlıkla dolu bir dünyanın içinde bile insanın değerli, korumaya değer şeyler bulabilmesi vs. Örneğin, Irina of Carim'e ilk rastladığımda, epey etkilenmiştim ve onun yan görevini sonuna kadar götüreceğimi anlamıştım. Serinin bu felsefi yanı, Berserk'ten ağır esin alındığı düşünülürse, şaşırtıcı değil.
Ahh, who's there?
Is someone there, anyone?
The dark surrounds me, nibbles at my flesh.
Little creatures, they never stop biting.
So please, hold out your hand, and touch me...
Ashen One, selam!
Öncelikle Dark Souls I konusundan bahsedeyim. Ben ilk olarak Dark Souls I'i oynamıştım bilgisayarda. Klavye mouse ile hem de. Evet, bazı noktalarda FPS 30'dan 10'lara düşüyor ama öyle oynanmayacak kadar da kötü değil. Hatta yeni patchlerle birçok sorun düzeldi. Dark Souls I'i ve DLC'si Prepare To Die'ı kesinlikle oynamalısın o zaman Dark Souls III senin için çok anlamlı olacak. Dark Souls III, 1. oyunun doğrudan devamı. Dark Souls II ise From Software'in B Takımının yaptığı bir oyun olduğu için hikayesi de biraz spin-off gibi. Evrenin felsefesini inceliyor özellikle Scholar of the First Sin versiyonuyla 3 DLC'yi de oynarsan Dark Souls evrenindeki dualizmin yanıtlarına ulaşıyorsun.
Dark Souls kesinlikle felsefenin sınırlarını zorluyor.
Büyük bir ihtimalle biliyorsundur, Irina of Carim'in görevini tamamladığında bir Firekeeper oluyor ve Irina'dan level atlayabiliyorsun. Tıpkı Shrine'daki Firekeeper gibi.
Dark Souls serisi ilk göz ağrım, onun yeri bambaşka. Demon's Souls da öyle ama favorim Bloodborne'du. Lovecraft uyarlaması olduğu için o oyunun daha karanlık, daha yoğun atmosferine bayılıyorum. Üstelik o kadar karanlığın içinden birçok duygusal öyküler çıkması da cabası.