Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Elerki

Sayfa: 1 2 [3]
31
Kurgu İskelesi / Çitler, Çitler II
« : 15 Aralık 2009, 15:08:25 »
ÇİTLER

Alçak çitlerle çevrili bahçenin önünde, içerideki birkaç ağacın kucak açarmışçasına takındığı, ısrarla çağıran pozlarına direnmek aklının ucundan bile geçmiyordu. O çitler, sanki bu davete karşı koymaması için oradaydı. Hiç düşünmeden üzerlerinden atlayıp ağaçlardan birinin yanına vardığında dalların ona doğru birer kol gibi uzandığını düşledi.

Düşlediği şey gerçekleşince şaşkınlığı onu olduğu yere, bir kazıkmış gibi sapladı. Hareket edemiyordu, hareket etmek istemiyordu… Bir dakika! Hiç hareket ettiği olmuş muydu ki?  Birkaç ağaç ve çitlerin bulunduğu kare, gözlerinin üzerine boyanmıştı sanki.  Vücudu ağırlaşmış ama bir yandan da o ağırlığı taşıyabilecek güce sahip oluvermişti. O güce tekrar sahipti! Yukarı çıkmak istedi. Ve genişlemek – bir şekilde… Hareket edemezdi, ağaçlardan ve çitlerden başka bir şeyi göremez, kendisinden ve ağaçların o ferahlatıcı reçine kokusunun ona hissettirdiklerinden başka bir şeyi hissedemezdi ama… Büyüyebilirdi. Kocaman olabilirdi! Kafasını açık-uçuk mavi bir gökyüzündeki tek tük, bembeyaz bulutlara dek uzatabilirdi. Her şeyi görebilirdi!

İçi, bir şekilde isterik, bir şekilde oldukça ağırbaşlı bir sevinç ile tıka basa doldu. Gözlerini kırpamaz, ağzını açamaz oldu. Ağız mı? Ağız neydi ki? Belirgin olmasa da ufak bir açlık hissi ve bu hissi yok edecek olan en basit sözcüklerden ikisi olan ‘anne mama’yı seslendirebileceği düşüncesi ona ağzın ne olduğunu hatırlatır gibi oldu ama o açlığı aniden yok eden bir şey onu ağız denen bir şeyin olmadığına ikna etti. Vücudunda yeri hissediyor, onu yiyip onu içiyordu.  Evi onu besliyordu. Çitlerin içi istediği sıcaklığı ona vermekte, istediği şeyi göstermekteydi ve hissettikleri ona eskileri yineleyerek ve yenileyerek sunmaktaydı.

Gözlerine tekrar kazınan o eski kareye bir daha baktı. Ağaçlardan biri kararmış, kurumuş ve büzülmüş, birkaç yeni yaprak çıkarma girişimi de olumsuz sonuçlanmış gibiydi. Toprağın dışına çıkmış birkaç çürümüş kökü ise karanlık görüntüsünü tamamlayan mantarlar ve yosunlarla bezeliydi. Garip. Bu bahçede yeri yokmuş gibiydi ama yine de oradaydı işte. Ve tamamen çürüyene kadar da –eğer ağaçlar hareket etmeyi öğrenmezse- orada olacaktı. Tanıdık olduğunu düşündü ama manzaraya tahammül edemedi.

Bir başkasının –ki bu hemen önünde ona dallarını uzatmış olandı- gövdesindeki sapsarı parlayan damlalar ise, bir zamanlar hüzünle akmış gibi görünen ve şimdi göründüklerinden de değerli olduğu aşikâr, saf kehribarlardı –içlerinde hapsolmamıştı hiçbir böcek. Eski ve yeni birçok dalı ve o dalları süsleyen yaşam dolu yeşil yaprakları vardı. Eskiydi ama bir oduncunun kesmesine asla izin verilemeyecek, oldukça yaş, taze bir içi olduğunu fısıldamaktaydı toprak.

Diğerlerine nispeten, fidanlıktan çıkalı çok olmadığı belli bir ağaç vardı ki onun için düşünebileceği… Hemen önce baktığı ağaçtan düşen bir meyvenin çekirdeği olmalıydı. Ona çok yakında kök salmıştı ve biraz… Kendisini nasıl hissediyorsa onu da hissedebildiğini fark etti. O da -her nasılsa- ondandı. Köklerinin birbirlerine çok yakın olduğuna yemin edebilirdi. Gülümsemekte miydi? O da nasıl bir şeyse! Tabi ki onun bu jestine artık karşılık verme vakti gelmişti. Eh, ne de olsa artık çitlerin içindeydi. Yeniden içindeydi.

Asla kırpılamayan gözlerine boyanmış karenin sınırlarında hareket etmeyi öğrenmiş bir ağaç durmaktaydı. Bu büyülü bir ağaçtı. Eğer gözleri olsaydı sürekli parlayacağından emindi. O hep vardı. Önce de vardı, sonra da vardı, gelecekte de, şimdide de… Hep vardı işte. Köklerini kendisininkilermişçesine hissedebiliyordu, onun da hissettiğinden emindi. Canlıydı! Renk renk çiçeklerinin üzerine konmaya kıyamazdı hiçbir böcek. Öyle büyülüydü ki… Onun kökleriyle kendininkilerin bir olmasının ne kadar büyük bir şans olduğunu her zaman bilecekti.

Çitlerin içi yeniden dingindi. Şimşekler doğuran, seller kusan bulutlar oraya pek uğramıyordu artık. Uğradıklarında ise daima taze gövdeleri yakılamayan, uzun köklerinden kaydırılamayan minnacık bir orman bekliyor olacaktı onları. O orman ki kimi doğa bilimcilere göre sonsuza dek yaşayacaktı.   


ELERKİ TAŞKIN




ÇİTLER II

Ağaç olmak akıl karı bir şey değildir. Olduğun yerde durursun, aynı manzarayı, mevsimler geçtikçe değişirken izlersin. Fakat yine de acizsindir, değiştirebileceğin hiçbir şey yoktur doğada; vereceğin meyveler, dökeceğin yapraklar ve –izin verilirse- yapacağın fotosentez ile bırakacağın oksijen dışında. Eh, bir de gövden tabi. Kağıt olarak kullanılabilir ya da yakacak odun…

Gözlerinin önünde hep aynı resim değişime uğrar durur. O resim karla kaplıdır, o resim cıvıl cıvıldır, rengârenktir, o resim… O resmin her mevsimini görmüşsündür. Sadece durursun. O resimden hiçbir ağaç kımıldayıp da başka topraklara gidemez. Biri hariç… O büyülü ağaç… O resme alışır ve orada yaşarsın, ta ki o resimden bir ağaç kopup gidene kadar. Bir ağaç kahrolabilir mi? Hayır, olamıyor. Sadece bakıyor.

Kopup gitmek mi? Hayır. Kopmak değil bu. Büyülü ağaç, rahatlıkla hareket ettirir köklerini ve sahte kehribar parçaları bırakır gövdesine. Gider. Orada yapamayacağını, toprağın yeterince verimli olmadığını düşünmüştür. Senin köklerin onunkilerle birleşmişken birden kaymaya başlarlar. Bu, heyelan gibi… Kayarsın… Tutunabileceğin tek şey havadır. Dallarını sallarsın, rüzgârdan yardım alırsın ve… Evet. Geçmiştir. Hala yerindesin. Köklerinin bazıları dışarıdadır ama kalanı toprağın altında sağlam bir dağ bulmuştur sanki. Ne kadar hızlı olmuştur oysa…   

Sahiden, neden adım atmıştı ki çitlerin içine? Tanıdık ağaçlar vardı da ondan, evet. Hani şu çürüyen var ya, hafiften yeşerir gibiydi şu ara. En azından yosunları daha canlı renklerle ufak pırıltılar yayıyordu. Mantarlara gelince… Eh, çok da şansını zorlayamaz çürümeye yüz tutan bir ağaç.

Heyelan sırasında, çitlerin içini paylaştığın diğer iki ağaçtan biraz uzaklaşmışsındır. Bunu ne sen ne onlar istemiştir. Toprak kaymıştır sadece, kökler kaymıştır… Olan budur işte. O toprak-altı dağına sıkıca sarılıp kendini çekebilirsin onlara doğru belki de? Evet, denenecekler listesine bunu da ekle. Zaten pek de yapabileceğin bir şey yok. Sen bir ağaçsın.

Çitlerin üstünde kara bulutlar yağmur vaadiyle toplanmaktadır. Hava karanlık. Yağmura ihtiyacın var belki de? Ne de olsa bir ağaçsın sen de. Yine de susuzluk hissetmiyorsun değil mi? Bu bulutların getireceği fırtına da ziyadesi… Dalların böyle durağan, yaprakların hala dökülmüyor. Sağlamsın.

Yağmur yağmıyor. Yağmasını istemiyorsun. İlginç. Şu an hükmediyorsun sanki havaya. Bir ağaç bunu başarabiliyormuş demek. Evet.

ELERKİ TAŞKIN




32
Kurgu İskelesi / Zimm ile Kara-Kuru Çocuk
« : 15 Aralık 2009, 15:02:24 »
ZIMM İLE KARA-KURU ÇOCUK

Varmış bir,
Yokmuş iki…
Bir alaca kuzgunun sırtında,
Gezmekteymiş Aksakal’ın teki.

Sivri, mor şapkası örtermiş kelini,
Dağ evleri sakinlerini lanetlemekmiş görevi.
Zimm derlermiş anayurdunda ona,
Yalnız bir çocuk görmüş, seçmiş hedefini.

Zimm’in kuzgunu konmuş ahşap çatıya,
Odaklanmış kolay avına zor seçen gözleri.
Kara-kuru yumurcak ise o ara
Terk eylemiş evin bahçesini.

Zimm atmış altmış adım,
Varmış evin kapısına.
Üfürüğüyle açmış kilidi fakat
Tükürüğü kaçmış nefes borusuna.

Zimm’in sihirli öksürüğü yankılanmış içeride
Hapis-baloncuklar belirmiş her yerde.
Birine yakalanmış talihsizce Aksakal,
Savurduğu küfürlerle birlikte.

Çaresiz Zimm’deymiş kara çocuğun gözleri,
Tahmin etmiş önceden bu beceriksizliği.
Zimm’i kurtarması karşılığında
Almış bakır bir kuruş teklifi.

Zimm’ın bu vahim durumuna
Kara çocuk atmış bin kahkaha.
Ve şimdi ise bırakmazmış tek kuruşa
Hayatının fırsatını asla.

Zimm sıvazlamış aksakalını
Ve kara çocuk atmış altmış volta.
Umurunda değilmiş zaman
Yalnızmış evde nasıl olsa.

Zimm şaşmış kalmış ona,
Aksakal’dan korkmayan haytaya.
Yapmış acımaksızın büyüsünü fakat
Son hecede toz kaçmış burnuna.

Zimm’i esir almış bir hapşırıktır
Büyüsünü bitiremeden.
Kara çocuk artık bir devdir heyula gibi
Kara kafası tavanlara değen.

Alaca kuzgun girmiş içeriye,
Sövmüş yeteneksizliğine efendisinin.
Oymuş kara-kuru dev çocuğun gözlerini,
Uçmuş, Zimm sırtında, maceralara yepyeni.

         
                         Elerki Taşkın

Sayfa: 1 2 [3]