Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Laughing Madcap

Sayfa: 1 [2] 3 4
16
Melinda Ely's Bar'ın kapısından girdiğinde gece daha yeni başlıyordu ve yine, işinin başlamasından tam yarım saat önce bara gelmişti. Tezgahın arkasında Michael vardı ve önünde duran soluk tenli, siyah deri ceket giymiş yakışıklı bir adamla konuşuyordu. Tezgahın bir ucunda, birazdan sahneye çıkacak olan Jack bir şeyler içiyor, ona sarılmış olan kızıl saçlı bir kızla muhabbet ediyordu. Bar henüz tıklım tıklım değildi, yine de hatırı sayılır derecede kalabalıktı.

Barın daimi müşterilerinden bir genç kız grubu, bir köşedeki masada toplanmış yüksek sesle muhabbet ediyorlardı ki içlerinden bir tanesi Melinda ile göz göze geldi. Melinda bir an için gözlerini kaçırmaya çalışsa bile kız çoktan ayağa kalkıp el sallamaya ve Melinda'yı masaya çağırmaya başlamıştı bile.

17
new World of Darkness / WoD- Mortal: Johnny Wheel
« : 30 Ekim 2011, 22:20:29 »
Bir taksici olarak Johnny'nin öyle saatlerce uyuyabilmek gibi bir lüksü yoktu. Bu yüzden uykusunu bölebilecek her şeyi yatak odasından uzaklaştırırdı; odada ne bir telefon, ne bir saat ne de ses çıkartabilecek bir sinek bulabilirdiniz.

Yine de bazı geceler bu değerli uyku bölünebiliyordu. Bunu yapan şey bir patlama sesi olunca, örtüye daha sıkı sarılıp uyumaya devam edemiyordunuz. Johnny ilk patlama sesiyle uyanmış, biraz doğrulmuştu ama etrafı dinlemek için biraz duraksamaktan başka bir şey yapmamıştı. Neden sonra, tam da tekrar uyumaya çalışırken bir kaç el silah sesi ve büyük bir patlama sesi duymuş ve hızla yataktan fırlayıp pencereye koştmuştu.

Karşı komşuları Dawsonların evinin ve arabalarının alevler içinde olduğunu görünce şaşkınlıkla bakakalmıştı. İlk şoku atlattığında polisi aramış ve üzerine düzgün kıyafetler giyip yavaş yavaş evin etrafına toplanmaya başlayan kalabalığa katılmıştı.

Çok geçmeden itfaiye ve polisler olay yerine gelmiş, duruma müdahele etmişlerdi. Olay yeri inceleme işini yaparken, polislerden birisi onu sorguluyordu.

"Peki Bay Wheel, bana ne gördüğünüzü baştan anlatır mısınız?"

Adam elinde not defteriyle yazmaya hazır bekliyordu.

18
new World of Darkness / WoD- Mortal: Jack Blase
« : 30 Ekim 2011, 22:12:55 »
Ely's Bar, Port More'un en gözde mekanlarından birisi olmaya bilirdi ama idare ederdi. En azından Jack böyle düşünüyordu. Barın tercihleri ve barı tercih edenler konusunda şüpheleri olsa da, Ely's onun mekanıydı. Tamam, şu anda sahnede kendinden geçmiş grup berbat müzik yapıyordu. Tamam, içeride aklı fikri sevişmekte olan kadınlar, aklı fikri yerinde olmayan keşler ve muhtemelen illegal işler yapan adamlar vardı. Yine de burası onun mekanıydı.

Saat henüz çok geç değildi, sahneye çıkmasına bir iki saat daha vardı. Bu yüzden barda oturmuş birasını yudumluyor, barmen Michael ile laflıyor ve içeridekileri izliyordu.

Michael içeri yeni giren soluk tenli, deri ceketli bir adamla muhabbet ediyor ve adama viski servisi yapıyorken, dar kot şortlu, beyaz gömleğinin üst düğmeleri açılmış kızıl saçlı bir kız elini Jack'in omzuna koydu ve gülümsedi.

"Jack Blase! Sizin hayranınızım, lütfen bir imzanızı alabilir miyim?"

Kız ne bir kağıt ne de bir kalem çıkartmıştı.

19
new World of Darkness / WoD- Mortal: Katherin Murry
« : 30 Ekim 2011, 22:02:27 »
Port More'un müstakil evlerle döşeli kısmı, bir film setinden fırlamış gibiydi. "Amerikan Rüyası"nın bir kopyası olarak sıra sıra evler sokaklara dizilmişti. Evlerin kimisi oldukça lüks görünüyordu, arka bahçelerinde bir havuz bile olabilirdi. Ancak tek katlı, fazlasıyla eski evler az da değildi.

Katherin Murry'nin sürdüğü araba "Avcı Sokağı"na girdiğinde yavaşlamak zorunda kaldı; sokak tıklım tıklım doluydu.

Sokağı bir itfaiye arabası, bir ambulans ve bir kaç polis arabası tıkıyordu. Olay yerini çevreleyen sarı bantlara farın ışığı vurunca, bir kaç polis dönüp gelen arabaya baktılar. Araba, polis arabalarının arkasına park etti ve motoru durdu.

Katherin, daha arabadan inmeden ortalığın panayır alanına döndüğünü farketti. Olay yerini çevreleyen bantların etrafında gazeteciler ve meraklı kalabalık vardı, oldukça gürültü yapıyorlardı. Bir kaç polis bu kalabalığı dağıtmaya çalışırken, bir kaç adli tıp görevlisi yanmış bir eve girip çıkmaktaydı.

Kadın elini kapının koluna uzatamadan, arabanın kapısı açıldı. Ortağı Bill Johnson, bir elini arabaya dayamış, bir eliyle de kapının kolunu tutuyor ve sırıtıyordu.

"Olaysız bir gecemiz yok sanırım Kat?"

20
new World of Darkness / World of Darkness - Mortal
« : 12 Ekim 2011, 20:25:57 »


Bir gariplik hissediyor musun sen de? Karşı komşun geceleri bir işler çeviriyor. Şehirde her gün onlarca insan kayboluyor. Arabanı park edip evine doğru giderken, o karanlıkta tüylerin diken diken oluyor. Yıllar önce ölmüş olması gereken ilkokul arkadaşını, daha dün otobüs beklerken görmedin mi?

Uyan artık.

Bir zamanlar sizler akıllı varlıklardınız. Cadıları yakar, kasabalarınızı gecenin çocuklarından korurdunuz. Ne oldu size?

Ne olduğunuzu söyleyeyim. Uyutuldunuz. Güneş ışığında parlayan vampirlerle, sarımsaktan korkan yaratıklarla, insan yapımı bir virüs ile zombileşen ordularla, uyutuldunuz. Hadi ama, Bela Lugosi iyi bir oyuncuydu tamam ama o hal neydi öyle?

Bir şeyler bildiğinizi, çok geliştiğinizi sanıyorsunuz. Ölümsüzlüğü arıyorsunuz, uzaya açılmak istiyorsunuz. Çocuklarınıza korkmamalarını söylüyorsunuz. Yataklarının altında bir şey olmadığını, hayal gördüğünü söylüyorsunuz.

O kadar yanılıyorsunuz ki. Hiç bir şey bilmiyorsunuz. Hiç bir şeyden haberiniz yok. Alice'in Harikalar Diyarı yok, mavi hap kırmızı hap yok.

Uyanın artık. Uyan artık. Uyan.


-S-

Başlangıç itibariyle Marius, Berre, Fırtınakıran ve Mit'in oynadığı bir oyun olacak bu. Oyun zamanla dallanıp budaklanacak ve gelişecek. Bu durumda oyuncu sayısı da artacaktır.

Oyun hakkında herhangi bir şey bilmenize gerek yok. Hatta bilmemeniz daha iyi, daha gerçekçi olacaktır.

Karakterler bir adet polis(cinayet masası), bir adet barmen/barmaid, bir adet vokalist ve bir tane herhangi bir meslekten olacak. Mesleklerinizi, isimleriniz, fiziksel özellikleriniz, kişilikleriniz vb detaylarla bu konuya yazın. Sorularınızı da yine buraya yazabilirsiniz.

Karakter kağıtlarınızı yaratıp bu mesaja ekleyeceğim. Bu hafta olmasa da haftaya başlar oyun.

21
Sinema / Vampir "Depp" Geliyor; Dark Shadow
« : 15 Eylül 2011, 17:00:52 »

Johnny Depp'in daha korkutucu ve gotik rollerini sevenlere güzel bir haberimiz var. Çünkü Depp, başarılı yönetmen Tim Burton ile birlikte yeni bir proje üzerinde çalışmakta: Dark Shadows.

Film, 1960'ların vampirler, kurt adamlar ve cadılar hakkındaki kült dizisinin sinematik adaptasyonu olacak – ve bu canavarların başa çıkması gereken tüm duygusal yükleri de içinde barındıracak.

Warner Bros tarafından film hakkında yapılan resmi açıklama şöyle:

Alıntı
"1752 yılında, Joshua ve Naomi Collins yanlarında Barnabas ailesinin genç oğlu olduğu halde yeni bir hayat kurmak için Liverpool'dan Amerika'ya yelken açar. Fakat bir okyanus bile ailelerine musallat olan gizemli lanetten kaçmalarına yardımcı olamaz. Aradan yirmi yıl geçer ve dünya Barnabas'ın (Johnny Depp) ayaklarının altında serilidir - ya da en azından Maine'deki Collinsport kasabası… Collinwood Malikanesinin efendisi olan Barnabas zengin, güçlü ve iflah olmaz bir playboy'dur… ta ki büyük bir hata yapıp Angelique Brouchard'ın (Eva Green) kalbini kırıncaya kadar. Kelimenin her anlamıyla bir cadı olan Angelique, Barnabas'ı ölümden çok daha kötü bir kaderle lanetler: onu bir vampire çevirir, sonra da canlı canlı gömer.

İki yüz yıl sonra Barnabas bir yanlışlık sonucu mezarından serbest bırakılır ve kendini çok değişmiş olan 1972 dünyasında bulur. Collinwood Malikanesine döner ve bir zamanlar muhteşem bir yer olan evini harabeye dönmüş vaziyette bulur.

Collins ailesinin işe yaramaz kalıntıları ise biraz daha iyi duruma gelmiştir ve her birinin kendi karanlık sırları vardır. Evin reisi Elizabeth Collins Stoddard (Michelle Pfeiffer) aile meselelerine yardımcı olması için psikiyatrist Dr. Julia Hoffman (Helena Bonham Carter)'a başvurur."

Çoğu kişi Depp ve Burton'un birlikte çalışmasından usanmış olabilir. Bununla birlikte pek çok sinema severin bu ikilinin çalışmalarına doyamadığı da bir gerçek (kanıt isteyenler ikilinin son çalışmalarının box office sonuçlarına bakabilir). Müzisyen Danny Elfman da (Edward Scissorhands, Corpse Bride, The Nightmare Before Christmas, The Simpsons) bir kez daha Depp ve Burton ile çalışacak - Elfman'ın çalışmalarının, Dark Shadows dizisinin orijinal müziğini ne kadar çok anımsattığı düşünülürse bu herşeyi daha da uygun kılıyor.

Dark Shadows'un senaryosu Burton'la ilk kez çalışacak olan Seth Grahame-Smith (Abraham Lincoln: Vampire Hunter, Pride and Prejudice ve Zombies romanlarının yazarı) tarafından kaleme alınıyor.

Önümüzdeki günlerde pek çok vampir filmi sinemalarda gösterime girecek ve bunların hemen hemen hepsi Twilight karşıtı yapımlar. Hepsi de Twilight'ın gecelerin yaratığını yansıtış şeklinden iğrenen hayranların sırtından para kazanmayı amaçlıyor. Bununla birlikte Dark Shadows gerçekten de daha fazlasını vaadeden projelerden biri gibi görünüyor.

Filmin ön görülen çıkış tarihi 11 Mart 2012.

Görseller;

Spoiler: Göster


22
Joey  Goebel’in Tuhaf Kitabı

Bunu sana söyleyen kişi ben olduğum için üzgünüm ama sen hiçbir zaman mutlu olmayacaksın... Dünyayı asla kurtaramayacaksın... Gerçek aşkı asla bulamayacaksın... Gündüzlerin uzun ve eğlencesiz olacak. Gecelerinse yalnızlıktan ibaret... Olur da mutluluğu andıran bir duygu hissedersen, kesinlikle sonuna kadar yaşa... Çünkü sürmesine izin vermeyeceğiz.

Bir ürünün kendisini satması için güzel bir pakete ve güvenilir yorumlara ihtiyacı vardır. Gerçek değerini ürünün içeriği oluştursa da, bunu paketi açmadan bilemezsiniz. Vincent Spinetti’nin Tuhaf Kariyeri, adı ve bir çift sulu gözden oluşan sade kapağıyla paket konusunda neredeyse kusursuzdu. Arka kapağındaki yazı ve yorumların yardımıyla kitabı almamak için hiç bir sebebim yoktu.

Sıcak bir yaz günü, kahvaltıdan sonra başladığınız kitabı bir buçuk günde bitirdiğinizde anlıyorsunuz ki, içerik en az paketi kadar iyi.

Konu

“Sanat, kişinin insanlara olan sevgisini onları rahatsız etmeden ifade etmesi için iyi bir yoldur.”
~ 20. Yüzyıl sanatçısı Ernst Ludwig Kirchner

“Dans pistindeyken vücudumla gurur duyuyorum. Neyin varsa göster bana. Bir tanga.”
~ 21. Yüzyıl sanatçısı Chad

Görsel ve işitsel medyanın kralı Foster Lipowitz, kendi yarattığı ve böylesine yükselmesine sebep olan dünyasının ne kadar kalitesiz ve boş olduğunu, ölümü ensesinde hissedince anlar. Üzerine düşünülmeyecek, tuvalette yazılmış ve bilgisayar ortamında kolaylıkla oluşturulmuş anlamsız şarkılar, sadece aksiyon ve cinsellik içeren boş filmler, gizli kameralarla ünlülerin özel hayatının görüntülendiği cinsellik üzerine oluşturulmuş televizyon programları, radyodan yükselen birbirlerinin taklidi olan sesler, reklamlar ve daha niceleri. Lipowitz bu çirkin ve anlamsız olan sözde sanatın gerçek sanata dönüşmesi için tamamen kendi imkanlarıyla New Renaissance (Yeni Rönesans) adında bir şirket kurar. Bu şirketin amacı yetenekli gençlere dış dünyaya kapalı, bir çöplüğe dönüşmüş olan medyadan uzakta bir yatılı okulda, yoğun bir sanat eğitimi vermek ve geleceğin müzisyenlerini, ressamlarını ve yazarlarını yaratmak olsa da Lipowitz gerçek sanatı ortaya çıkartmak için eğitim dışında etkenlere da başvurur.

- Sanat var olduğundan beri, acı ilham vazifesi görür.
- Kurt Cobain gibi mi?
- Aynen

Acının ve mutsuzluğun ilhamı kamçıladığına ve yaratıcılığı beslediğine; mutluluk, komfor, eğlence ve sevginin ise yaratıcılığı körelttiğine inanan Lipowitz’in kusursuz sanatçıyı yaratmak için oluşturduğu plan şudur; Okulda eğitim alan ve sanat konusunda sıradışı yeteneğe sahip çocuklar arasında potansiyeli en yüksek olan özenle seçilmiş bir çocuğa tüm hayatı boyunca yanında olacak bir menajer atamak. Bu menajer, çocuğu yaşadıkları çöplükte koruyup kollayacak ve kariyerini şekillendirmesinde yardım edecek ama bir taraftan da ona zihinsel acılar ve travmalar yaşatacak ve böylece sanatı acı ve mutsuzlukla beslenmiş, günümüzün tartışmasız en büyük sanatçısı oluşacaktır.

Kitap, bu özel göreve atanmış olan menajerin, Harlan Eiffler’in ağzından anlatılıyor. Harlan Eiffler üniversiteden derse alkollü geldiği için atılan, sonrasında amatör olarak müzikle uğraşan fakat başarılı olmayan,  eleştirmen olarak çalıştığı müzik dergisinden, derginin sponsoru olan firmaların çıkartmış olduğu gerçekten berbat albümleri sert bir dille eleştirmesi üzerine kovulan, açık sözlü ve insanlardan tiksinen bir yetişkin.

Vincent Spinetti ise bu sanat deneyinin kobayı ve kitabımızın başkahramanı. Fiziksel olarak oldukça hoş ancak kafa olarak boş bir anne ve zorba kardeşler sayesinde zaten hayatı acılarla dolu olan Vincent’in hayatı menajeri olan Harlan’la tanışmasıyla tamamen değişiyor. Sanatsal olarak sürekli bir tırmanışa ve sınırsız bir yaratıcılığa ulaşan Vincent, sosyal açıdan yaşadığı travmalar yüzünden gittikçe içine kapanık birisi oluyor ve tüm bunların tek suçlusu menajeri ve yaptıkları. Harlan, Vincent’ın çok sevdiği köpeği zehirlemek, aşk yaşadığı kızları onu terketmesine zorlamak, fiziksel olarak onu gittikçe çirkinleştirmek, ona tedavi edilemez bir hastalığı olduğuna inandırmak gibi bir sürü olayla Vincent’ı yıpratsa da; muhteşem bir albüm, senelerce yayınlanan bir dizi, yeni bir tv kanalı, sinema dünyasında çığır açtığı düşünülen bir sinema filmi yaratmasına önayak oluyor.

Bu noktada kitabı ikiye bölmek istiyorum; Vincent’ın sanatsal açıdan yükselişi(psikolojik açıdan çöküşü) ve olgunluk dönemi.

İlk bölümde Harlan’ın sürekli olarak kendisini sorgulaması ve yaptıklarından dolayı kendini berbat hissetmesini görüyoruz. Fakat yaptıklarının işe yaradığını görmesiyle kendini sorgulamayı bir kenara bırakıyor ve görevini yapıyor. Vincent ise perdenin arkasında gizlenmiş olan büyücüden habersiz bir şekilde şarkılar yazıyor, senaryolar oluşturuyor, anlaşmalar yapıyor, bocalıyor, içine kapanıyor ve daimi bir mutsuzluk içinde kalıyor. Kulağa gerçekten acımasız gelebilir ancak bu artiste yapılan eziyet, işe yarıyor.

Kitabın ikinci bölümünde ise, sonlara yaklaştıkça kitabı okumak zorlaşıyor.  Yazar ne yazık ki kitabın başlarındaki, okuyana “Evet evet evet. Gerçekten de öyle. Bu medya berbat.” Dedirten tutumunu geride bırakıp işin politik kısmına dalıyor. Lipowitz’in ölümüyle beraber yöneticisi ve planları değişen New Renaissance şirketinde olan bitenler ve bunların Harlan-Vincent ikilisinin ilişkileri ve karakterleri üzerindeki etkileri anlatılmaya başlayınca, kitap büyüsünü biraz kaybediyor açıkcası.

Konusu itibariyle okurken zevk alanların çoğunun düşündüklerini taşıyan bir kitap Vincent Spinetti’nin Tuhaf Kariyeri.  Gerçekten de bugün televizyonu açtığımızda reklamlardan, çalıntı komedilerden, reklamlardan, kurmaca reality showlarından, reklamlardan, çöpçatanlık programlarından, seneler önce yayından kalkmış dizilerin tekrarlarından, reklamlardan, hiç merak etmediğimiz ünlülerin hayatından ve reklamlardan başka bir şey görmüyoruz. Radyoyu açtığımızda ki artık pek açmıyoruz, komik olduklarını sanan djlerden, birbirleriyle aynı notalara sahip tempoları farklı sürüsüne bereket yaz şarkılarından, rock olduğu iddia edilen zırvalıklardan, ağızlarındaki gümüş kaşıkla sisteme isyan eden sözde şarkıcılardan, reklamlardan ve yıllar önce yapılmış kaliteli şarkıların beceriksiz coverlarından başka bir şey duymuyoruz. Belli ki bizi tamamiyle irrite etmiyorlar ve bu yüzden halen varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak Vincent’ın da dediği gibi, “Bizi öldürmeyen şey sadece ölmemizi istettirir.” Ki bu yüzden, ben ve benim gibiler televizyon karşısında suratlarını buruşturmadan oturamıyorlar.


-Bu herif de kim?
-Frank Black.
-Hiç duymadım.
-Şaşırmadım. Radyoda veya MTV’de çalmazlar.
-Berbat da ondan. Radyoda çalmıyorlar çünkü yeterince iyi değiller.
-Hayır tam tersi. O fazla iyi. Radyoda çalmıyor çünkü yeterince kötü değil.

Kitaba dönersek, bazen gerilim bazen de mizahi yönü olan bir kitap olması ve savunduğu fikirleri kitabın en büyük artılarından. Kitapta eleştirilen ya da övülen öğeler yerinde ve genel olarak bilinen kişiler/kurumlar –ki eleştiri ve övgülerin çoğuna katılmamak elde değil-. Ayrıca kitapta çok güzel bir ayrıntı var ki değinmeden edemeyeceğim. Kitapta tanıtılan her yeni karakter, karakterin en sevdiği dizi,grup ve film ile tanıtılmaya başlıyor. Bu da okuyucuya karşılaştığı karakterin nasıl birisi olduğu hakkında biraz da olsa fikir edinmesini sağlıyor. Yazar Joel Goebel’in ikinci kitabı olmasına rağmen böyle oturaklı bir kitap yazması hem şaşırtıcı hem de umutlandırıcı. Aslında yazarın tek ve en kötü yanı eleştirilerinde orjinalliğini kaybetmesi, kendisini sürekli tekrar etmesi ve bir süre sonra bunların mızmızlanmaya dönüşmesi, hem de haklı olmasına rağmen. Yani yazar,  Courier-Journal’ın dediği gibi Franz Kafka-Jon Stewart karışımı değil ancak bu olamayacak anlamına gelmez. Şundan eminim ki, bir sonraki kitabını dört gözle bekliyorum.

Kitap ve Yazar Hakkında

İthaki Yayınları’ndan çıkan Vincent Spinetti’nin Tuhaf Kariyeri (orjinali: Torture The Artist), dilimize Berna Biçen tarafından çevirilmiş. Çeviri konusunda bir iki yerdeki birebir çevirilerin eğreti durması dışında kötü yönde bir eleştirim yok, kaldı ki bazı durumları açıklamalarıyla gerçekten güzel kurtarmış, hakkını vermek lazım. (Bkz: Yazıyorum çünkü... kısımlarındaki açıklamalar)

Amerikalı yazar Joey Goebel, 1980 doğumlu. Mullets ve Novembrists gruplarının gitaristliğini ve solistliğini yaptığı düşünülürse, kitapta geçen Harlan karakterinin kimden esinlenerek ortaya çıktığını tahmin etmek pek zor değil.

Sonuç

Kitabı ilk okuduğumda aklımdaki puanı 10 üzerinden 9’du. Tekrar göz gezdirdiğimde puanı 8’e düştü. Bunun nedeni, kitabın sonlara doğru yazarın kendini tekrar etmesi ve kitabın başında bize verdiği fikrin vaadettiklerini tam anlamıyla kullanamamış olması. Kitaba katılmamak elde değil fakat bir süre sonra sıkıyor, ne yazık ki. Yine de alın ve okuyun derim. Zaman zaman komik zaman zaman can sıkıcı ancak eğlenceli, o kesin.

~Laughing Madcap, En sevdiği grup Pixies, en sevdiği dizi Freaks and Geeks ve en sevdiği film Back To The Future.

23
Kurgu İskelesi / Örgüt
« : 17 Temmuz 2011, 21:35:22 »

"Ulan yanmayacağı tuttu iyi mi!?"

Mustafa Uşak, nam-ı diğer Kartal Mustafa, sigarasını işe yaramayan çakmağıyla değil de öfkesiyle yakmaya karar vermiş olacaktı ki, sinirden kıpkırmızı kesilmişti.

"Sakin ol Kartal'ım, dur ben yakayım."

Kartal Mustafa'nın yanındaki uzun boylu adam cebinden bir kibrit çıkarttı ve Kartal'ın sigarasını yaktı. Kartal, adını aldığı hayvanın hiç bir özelliğini taşımıyordu ama burnu, Trabzon'lu babasının yadigarı burnu, kartal gagasına benzediği için ona böyle diyorlardı. Adam öldürmeden 5 sene yattığı Metris Cezaevinin kapısının önünde beklerlerken, Mustafa sigarasından derince bir nefes aldı ve dumanı üfledi. Neşeyle yanındaki adamın, Kemal Kanun'un omzuna vurdu.

"Sen de olmasan Kemal'im..."

Kemal karıştığı bir kavgada karşısındaki adamı yedi yerinden bıçakladığı için içeri girmişti ve 3 senedir Kartal Mustafa'nın koğuş arkadaşlığını yapmıştı. 3 senedir yaptığı gibi gülümsedi ve cevap verdi:

"Estağfurullah Kartal."

İkili, ellerinde çantalarla cezaevinin kapısında onları alacak kişileri bekliyorlardı. Çok beklemelerine gerek kalmadı çünkü siyah bir Mercedes son gaz yanlarına geliyordu.

"Heh, benimkiler geldi işte." dedi Kartal sabırsızca sigarasını yere atıp üstüne basarak. "Sen de benle geliyorsun di mi Kemal'im?"

"Yok abi." dedi Kemal, az önce yolun karşısına gelen başörtülü bir kadını ve bıyıklı bir adamı göstererek. "Karım ve abim gelmiş, müsaadenle..."

"Bekle hele!" Kartal cüzdanını açıp bir kart çıkarttı ve arkasına bir numara yazdı. "İçeride olanları asla unutmam. Bir derdin oldu mu, hemen beni ara koçum."

Kartal Mustafa, her ne kadar burnuna kadar pis işlerle uğraşıyor olsa da vefakar adamdı. İçeride çıkan bir kavgada, şişlenmekten Kemal sayesinde kurtulmuştu ve o günden beri Kemal'i hiç yanından ayırmıyordu.

"Tabi Kartal'ım. Haydi geçmiş olsun, yolun açık olsun."

Kartal Mustafa bir durup Kemal'i süzdü, sonra elindeki çantayı bırakıp adama sarıldı.

"Haydi bakalım, senin de yolun açık olsun. Unutma lan beni!"

Kemal 3 senedir yaptığı gibi gülümsedi ve siyah Mercedes'e binen Kartal Mustafa'ya arkasını dönerek yolun karşısına geçti. Abisi ve karısı rolündeki iki polis arkadaşına sarılırken kulaklarına şunu fısıldadı:

"Tamamdır, adam bana güveniyor."

Kemal Kanun aslında polisti. Teşkilat tarafından Kartal Mustafa'nın mensubu olduğu çeteye sızabilmesi için Kartal'ın hücresine yerleştirilmişti. Yine teşkilat tarafından planlanan kavgada Kemal, Kartal'ın hayatını kurtarınca güvenini kazanmış ve yavaş yavaş işin içine girmeye başlamıştı.

Geldiği hızla giden siyah Mercedes'in arkasından bakan Kemal tekrar arkadaşlarına döndü.

"Haydi hayırlısı."

Spoiler: Göster
Not: Otobüs yolculuğunda aklıma gelen bir kurgunun kısacık başlangıcı. Unutmayayım diye yazdım, devamı kesinlikle gelecektir.

24
Düşler Limanı / Kahraman Kanatsız, Bach Dinleyen Adam
« : 22 Haziran 2011, 12:18:58 »
"Biz kibri ayaklarımızın altına almış insanlarız!"

Genizden konuşan bir adamın saçma konuşmalarıyla süslenmiş saçma bir yarışma programı yüzünden dikkati dağılmıştı. Televizyonu kapatıp kendine bir çay koydu ve bilgisayarından bir müzik açtı. Arka planda Toccata & Fugue D Minor çalarken kendini Doğu Romanya'yı tek eliyle fethetmiş gibi hissediyordu. Çay bardağını masasının üstündeki bir binanın krokisinin üstüne koydu ve bir an için gözlerini kapatıp kendini müziğe verdi. Farkında olmadan elini havada sallamaya başlamış, kendiside bir ileri bir geri gider olmuştu. Eline sert bir cismin çarpmasıyla rüyadan uyandı; bardağı devirmişti.

Mahvolmuş krokiyi buruşturup çöpe attıktan sonra, küfürlerle süslediği cümleleri - ya da cümlelerle süslediği küfürleri demek daha doğru olur - savurarak masayı sildi. Büyük bir kağıt çıkartıp tekrar çalışacaktı ki, şarkının en sevdiği yeri geldiğinde vazgeçti.

Müzik, gerçekten çok ilginç bir şeydi. Daha önce hiç yaşamamış olsa da ölümü, aşkı ya da savaşı iliklerine kadar hissettirebiliyordu insana. Ya da hiç hazırlık yapmadan banka soymaya gidebiliyordu insan, yeterince gazı alınca.

Çantasına gerekli eşyaları aldı, silahını beline soktu ve evden dışarı çıktı. Yaz günü siyah uzun bir paltoyla dolaşarak daha yolun başından dikkat çekmeye başlamıştı ama bu umrunda değildi. Kafasında halen aynı müzik vardı, gözü hiç bir şey görmüyor, beyninde ise hiç bir düşünce yoktu. Taksi durağına geldiğinde biraz duraksadı sadece, sonra omuz silkip devam etti. Taksiye binecek kadar bile parası yoktu. Banka soymaya bir taksiyle gitmek de komik olurdu aslında. Uzun siyah paltosuyla yeterince komik durduğunun farkında değildi.

Yol boyunca yapacaklarını düşündü. Veznedeki bayana silahını doğrultup "Sen hiç ay ışığında şeytanla dans ettin mi?" diye sormayı düşünüyordu ama sonra bundan vazgeçti. Emekliliği gelmiş yaşlıca bir kadın, sanmıyordu ki Batman'i izlemiş olsundu. Daha orjinal bir şey bulmalıydı aslında. "Hasta la vista bebek!" Hmm, belki. Ama İspanyolca bilmeyenlere açıklama yapmak zorunda olurdu, kaldı ki Terminatör'ü hatırlayan kaç kişi olacaktı bankada. Emekli maaşı almaya giden dedesini düşündü ve öyle bir ortamda bulunduğunu hayal etti. İstemeden gülümsedi.

Eliyle belindeki silahı kontrol ettikten sonra yine duraksadı. Silah konusunda biraz rahatsızdı aslında. Filmlerde hep olduğu gibi, eğer bir silah gösteriliyorsa o silah patlardı ve o hiç kimseyi vurmak istemiyordu. Birisini vurduğunda vicdan azabı duyacağından ya da panikleyeceğinden değil, silah sesini hiç sevmiyordu. Keşke bıçak alsaydım diye düşünürken hedefindeki bankaya ulaştığını farketti.

Kapıdaki güvenlik görevlisi görev yerinde değildi ki bu iyiye işaretti. Belki de hiç sorun çıkmadan halledecekti bu işi, belki de hayatında ilk defa şanslı günündeydi. Bu optimistik düşünceler beynine nüfuz etmiş ve onu bakar köre çevirmişken bankanın kapısı savrularak açıldı, koşan bir adam ona çarptı ve beraberce yere düştüler.

Tüm optimistliği bir anda silinince sinirlenmişti. Bach, tekrar kulaklarında bir resital vermeye başladı ve planladığı şeyi tamamen unutarak ayağa fırladı. Ona çarpan adam, elinde büyükçe bir çantayla beraber koşmaya başlamıştı ve sık sık arkasına bakıyordu. Bach böyle güzel bir uyuşturucuyu ona enjekte etmemiş olsaydı koşan adamın suratındaki kar maskesini farkedebilirdi belki. Tepesinin atmasıyla damarlarında yükselen adrenalin seviyesi, kaçan adamı yakalamasını kolaylaştırdı.

Kar maskeli adamı yakalayıp yere yatırdıktan sonra, müzik bitene kadar adama yumruk atmaya başladı. Müzik bittiğinde, öfkesi daha da artmıştı ve o an belindeki silah aklına geldi. Evet, bu kendini bilmezin işini bitirecekti.

Tam elini beline attığında bir sesle irkildi ve dünyaya geri döndü.

"Sakın kıpırdama!"

İki polis arabasından fırlayan bir grup polis, ellerinde silahlarla ona doğru koşturuyorlardı. İşte yolun sonu diye düşündü. Teşekkürler Bach, güzel bir gündü.

Ellerini kaldırıp gözlerini kapattı. Filmlerdeki gibi olurdu herhalde. Önce yere yatırırlar ve üstünü ararlar. Belindeki silahı kenara atıp bir iki tekme indirirler. Bir başkası kelepçeler ve bir başkası, kafadan tutup onu polis arabasına sokar.

Gözlerini açtığında tam olarak bu dediklerini gördü ama tüm bunları ona değil, yerdeki adama yapıyorlardı.

Alıntı
Kahraman!

Dün İstanbul'daki silahlı banka soygunu bir vatandaş tarafından, soyguncunun peşinden korkusuzca koşup soyguncuyu etkisiz hale getirerek engellendi. Kahraman Kanatsız (27), adına yakışanı yaptı ve soyguncuyu, polisler gelene kadar zaptetti. Polisler ve banka görevlileri tarafından tekrar tekrar tebrik edilen Kahraman'a bankanın müdürü tarafından ödül vereceği açıklandı.

Kahraman, kendisi hakkındaki sorulara şöyle cevap verdi;

Biz kibri ayaklarımızın altına almışız.

25
Diğer Fantastik Eserler / Tracy Hickman Batman'e El Atarsa...
« : 30 Mayıs 2011, 22:53:31 »

Ejderhamızrağı, Ölüm Kapısı, Karakılıç ve çok daha fazla muhteşem eserin yazarlarından biri olan Tracy Hickman şu sıralar bambaşka bir romanla meşgul: Batman!

"Wayne of Gotham" (Gothamlı Wayne) adını taşıyan kitapta, bu defa Bruce Wayne'den daha ötesine uzanıp, Wayne İmparatorluğu'nun Bruce Wayne'den önceki sahibi de görmemizi sağlıyor. Şu sıralar Tracy Hickman'ın üzerinde çalıştığı bu kitap, Harper Collins için yazılmakta.

Yazarın kendi resmi sitesinde yapılan tanıtım ise şöyle:

Alıntı
Bu hikaye, Patrick Wayne'in karamsar ve kızgın oğlu, genç Thomas Wayne'in atalarından kalma malikanelerinin altındaki mağaralara doğru inmesiyle başlar� ve yarasaları öldürme hevesiyle. Bir tiyatronun arkasındaki uğursuz, dar bir sokağa yapılan yolculuk ile son bulur.

Wayne of Gotham, bir jenerasyonun trajedisi tarafından ayrılmış iki adamın hikayesidir: Büyük Wayne İmparatorluğu'nun asi mirasçısı Thomas ve tüm hayatı Thomas'ın ölüsüne şahitliklik etmesi ile sonsuza kadar değişecek olan oğlu Bruce. Thomas ve Martha Wayne cinayeti, Bruce'un Batman'e dönüşmesine neden olan acı veren bir noktadır. 'Kara Şövalye' dosyası -#BCF00-001- uzun süre önce kapanmış, Bruce Wayne'in gizli hayatının temelleri korkunç bir şekilde kötüye giden basit bir gasp olayının basit simetrisi içinde güvendedir.

Fakat kabul görmüş hikayeyi sorgulayan bazı rahatsız edici bilgiler Batman'in yoluna çıkmaya başladığında bu temeller sarsılır. Batman dosyayı yeniden açar - ve hiç tanımadığı bir anne ve babayı keşfeder. Gotham'daki tüm kötülüklerin tohumlarını eken Thomas'ın ta kendisidir ve babasının günahlarının hasadını toplamayı oğluna bırakmıştır.

'Wayne of Gotham', Batman'in sadece ailesinin cinayeti etrafındaki olayları araştırması değil, aynı zamanda - bunca yıl sonra - kimin bu mahvedici olayları tekrar gün ışığına çıkardığını ve neden bu kadar çok insanın bunca zamandır sessiz kaldığını keşfedeceği bir görev.

Noir stilin sade ve gıcırdayan kontrastları ile yazılan 'Wayne of Gotham' kitapları aynı anda hem bugünü hem de 1950 ve 1960′ların çalkantılı yıllarını konu alacak: paranoyanın, protestoların, HUAC (Soğuk Savaş döneminde ABD Temsilciler Meclisi'nde oluşturulan anti-komünist komite)'ın, yozlaşmış polislerin ve daha da yozlaşmış politikacıların, ütopik idealizmlerin, cinayetlerin, toplumsal kargaşaların ve Vietnam Savaşı'nın olduğu bir zaman dilimi.

26
Kurgu İskelesi / Koloni
« : 25 Mayıs 2011, 23:31:25 »

Giriş: Uyanış

Yolcu 13 gözlerini açtı ve acıyla tekrar kapattı. Yolculuğu boyunca uyumuştu ve gözlerinin ışığa alışması için zamana ihtiyaç vardı. Gözlerini kısık bir şekilde tekrar açtı ve bir kaç göz açıp kapatmayla beyaz spot ışıkları asılı tavan net bir şekilde görünür oldu. Yattığı yerden yavaşça doğruldu ve gerindi. Dünya'dan Mars'a yolculuk şehirler arası yolculuğa hiç benzemiyordu elbette. Kim bilir kaç saattir kıpırdamadan yatıyordu. Bacaklarındaki uyuşukluğa bakılacak olursa, çok uzun bir süredir kıpırdamadan yatıyordu. Yataktan kalktı ve sertleşmiş vücudunu bir kaç gerinme hareketiyle açtı. Son olarak dizlerini bükmeden ayaklarına değmeye çalıştı ve belinin kütürdemesiyle beraber doğruldu. Vücudu kısmen kendine gelince, etrafına bakındı ve gülümsedi.

Eşyaları çoktan yerleştirilmişti. Duvarlardaki posterler, masasında duran fotoğraf ve gardrobun önünde, içinde özenle katlanılmış kıyafetleri duran bavulu o daha uyanmadan hazırlanmış olmalıydı. Kıyafetlerini dolabına yerleştirdikten sonra çalışma masasının karşısındaki sandalyeye oturdu ve iki yıl önce, Central Park'ta çekilmiş fotoğrafı eline aldı. Eşi Jenny ile beraber oldukça mutlu gözüküyorlardı. Jenny'i böyle gülümserken görmek onu daha ilk günden özlemesine sebep olsa da bu projeye gönüllü olarak katılmıştı. Hükümet, Mars'ta kurulmuş ilk kolonide 10 yıl boyunca çalışacak gönüllülere hayal edemeyecekleri bir meblağ ödüyordu. Yani eve döndüğünde, geri kalan hayatı boyunca - hatta henüz doğmamış çocucuğunun da tüm hayatı boyunca - çalışmasına gerek kalmayacak kadar çok paraydı bu. Bu yüzden, Jenny'e duyduğu özleme dayanabilirdi.

Fotoğrafı öptü ve yerine yerleştirdi. Ayağa kalkıp tekrar gerinen Yolcu 13 odanın çıkış kapısına yöneldi ve kapının yanındaki ekrana dokundu.

Lütfen elinizi ekranın üstüne yerleştiriniz.

Söyleneni yapan Yolcu 13, sabırla beklemeye başladı.

El izi analiz ediliyor... Sonlandı.

Ekranda Yolcu 13'ün kişilik bilgileri ve resmi gözüktü. Sonra ekran kapandı ve yeni bir görüntüyle tekrar açıldı. Bu, takım elbiseli kel bir adamın görüntüsüydü.

" Merhaba. Ben John A. Kendall. Titanium Girişim'in sahibi. Öncelikle Mars'ta ki ilk koloniye hoş geldin. İnsanlık tarihinde yaşanan en büyük olaylardan birisinin bir parçası olman eminim senin için çok gurur verici bir olaydır. Ben bizzat, bu projeye katılmandan dolayı seninle gurur duyuyorum.

Yolculuğun oldukça zor geçmiş olmalı. Ne de olsa Dünya'dan Mars'a yolculuk şehirler arası yolculuğa benzemez. Hahahaha! Bugünlük dinlen ve binayı istediğin gibi dolaş. Yarından itibaren görevin başlıyor.

Sevgili Yolcu. Tekrar hoşgeldin. Seninle gurur duyuyoruz.
"

27
Oyunlar / Terraria
« : 20 Mayıs 2011, 10:37:26 »

Minecraft'in 2 boyutlusu ama Minecraft'tan 20 kat daha eğlenceli bir oyun bu. Minecraft gibi ama hayatta kalmak, kazmak, kesmek, biçmek. Ancak daha zevkli, daha heyecanlı ve özellikle multiplayer oynandığında, saatlerce bırakılamayacak kadar sürükleyici.

Hem, ışın kılıcı yapabildiğin bir oyun nasıl kötü olabilir ki?

Spoiler: Göster


Kendi sitesi: http://www.terraria.org/
Wikisi: http://terraria.wikia.com/wiki/Terraria_Wiki

28
Düşler Limanı / Duvar
« : 14 Mayıs 2011, 13:57:54 »
Derler ki düşünmek, insan beynini geliştiren en önemli etmendir. Beyin hücrelerini aktif tutarak, sinapslara yüklenerek beyne yeterli bir egzersiz yaptırabilirsiniz. Oluşan her düşünce, bir başka düşüncenin alanını geliştirir, olaylara bakış açılarınızı değiştirir ve görüşünüzü netleştirir.

İşte bazen, bunun bir sınırı olmaz. Bazen, şartlar da uygunsa, düşünceler sonsuzlukla buluşur. Bakış açısı enginleşir ve gözlerdeki perdeler aralanır. Bazıları bu duruma beyin cıkcıklaması ya da motorun yanması der. Ben ise özgürleşmek diyorum.

Yaklaşık 6 sene önce edindim bu yeni görüşü. Sadece kendi kafamdaki sisi ya da gözlerimdeki perdeyi kaldırmadım. Baktığım - hayır, gördüğüm - şeylerin ya da kişilerin üzerindeki sisi de kaldırabiliyordum. Görüş alanım kusursuzdu ve bu beni çok korkuttu. Makinelerin işleyişini kavrayabiliyor, saatin kadranının hareketlerini analiz edebiliyordum. Davranışların temelinde yatan hormonları biliyordum. Hatta, bu çok büyük bir iddia olacak ama, hayatın ve ölümün bizim üzerimizdeki deneylerini görüyordum. Bunlar beni çok korkuttu ve bocalamaya başladım.

Düşünmek bir şeyleri çözmek için var ve düğümler çözüldükçe, su berraklaştıkça, görüntü netleştikçe düşünmenin ve çözmenin verdiği haz gittikçe azalır. Elinizde bir tek bu hazzın kaldığını düşünün, bu da elinizden kayıp gitmeye başlayınca siz ne yaparsınız?

Ben bir duvar ördüm. İnsanları, hayatı ve kendimi gayet iyi tanıyordum. Yapılacak en mantıklı iş buydu ve kusursuz bir duvar ördüm. Bir kopyamı yarattım, onu güzelce giydirdim. Her gün, yataktan kalkıp duvar dışına yolladım kopyayı. Kopyam toplumun gereksinimlerini yerine getiriyor ve her gece, yatmadan önce duvarın diğer tarafına, yanıma dönüyordu.

Bunun böyle devam edeceğini düşünecek kadar aptaldım. Babil kulesi bile, kendi ağırlığı altında ezilmiş ve yerle bir olmuştu. Benim duvarımın ömrü ne kadar olabilirdi ki?

Kopyam dışarıya gidip gelerek, özündeki beni yavaş yavaş kaybedip toplum içinde kaybolan bir birey olmaya başlamıştı. Değişen sadece kopyam değildi, duvar da parçalanmaya başlamıştı. Oluşan delikler büyümeye başladı, geçitler oluştu. İlk başlarda korktum dışarıdan ve uzak durdum. Yıllardır duvar dışında hiç bir şeye bakmıyordum, farkında değildim ama düşünmüyordum da.

Düşünmemeye devam ederek dışarı çıktım. Toplum beni memnuniyetle karşıladı.

Anlaşabildiğim bir avuç insan vardı belki ama yıllar sonra ilk defa iletişim kurabiliyordum. Sahi, duvar niye vardı ki?

Her gün yataktan kalkıp giyindim ve topluma karıştım. Arkadaşlıklar edindim. Önüme çıkan engelleri aşıyor, kendimce bir yolda ilerliyordum. Sonra bir şey oldu. Spesifik bir şey değil, sadece bir şey. Hani bazen olur ya, bir an beyin çalışmayı bırakır, zaman durur. Bir taşın serbest düşüşe geçmeden önce o havada asılı kaldığı bir an olur. İşte öyle bir anda, her şey geri döndü. İşte öyle bir anda, yarattığım kopyaya dönüştüğümü farkettim. Etrafımda çirkin yüzler, sırtımda bıçaklar, kulağıma giren zehirli böcekler gördüm. Ağzımdaki lokmanın tadının yavan olduğunu gördüm. Hissettiklerimin buharlaşıp uçtuğunu gördüm. Kendimi gördüm, bir tencerede çoktan erimeye başlamış bir tereyağını gördüm. Suyu gördüm; suyun durgunlaşmasını ve tabanındaki yosunları gördüm. Böyle bir durumda siz ne yapardınız ki?

Ben en iyi bildiğim şeyi yapmaya karar verdim. Bu satırlar okunurken, karşınızda duran kusursuz duvarı çoktan tamamlamış olacağım. Kim bilir, belki uslu bir çocuk olursanız, duvarın içinden çıkıp dış dünyaya karışan kopyamı görebilirsiniz.

Şimdi izninizle, onarmam gereken bir duvar var.

29
Ravenloft / Çürüme Alimi
« : 24 Nisan 2011, 18:01:29 »

Ülkemizde uzun süredir sessizliğini koruyan Ravenloft evreninine bir kitap daha eklendi: Çürüme Alimi

Laika Yayınları‘ndan çıkan ve Tanya Huff‘ın yazdığı kitabın yayınlanan tanıtım konusu şöyle:

Alıntı
Sevdiği kadını talihsiz bir olay sonucu kaybetmişti.

Baştan çıkarıcı bir kadının kontrolündeki topraklarda aradığı şifayı mı bulacaktı; yoksa onu bekleyen tek şey mahvoluşu muydu?

Özlem Önder Çelik‘in çevirdiği ve Egemen Görçek‘in yayına hazırladığı kitabın künye bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.

30
Radyo Kulesi / Ahoy!
« : 13 Nisan 2011, 16:29:35 »

Aslında HOlmayan Yayın; Ahoy, başlıyor.
Günü ve saati değişken olan, bir nevi radyo programı Ahoy, zaman zaman konuşmalı, zaman zaman konuklu bir yayın olacak.

Israrla bekleyiniz.

Sayfa: 1 [2] 3 4