Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Laughing Madcap

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 52
16
Ejderha Mızrağı / Ynt: Seri hakkında birkaç soru
« : 01 Kasım 2015, 00:28:34 »
diğer bir soru: bu paylaşılmış evrende, karakterler de mi paylaşılıyor? mesela raistlin'i başka bir yazar kendi kitabına koyabiliyor mu? yoksa aynı diyarlarda geçen farklı zaman ve karakterler mi işleniyor diğer yazarlar tarafından?

Bunu da ben göğsümde yumuşatıp vurayım o halde.

Evet, o bilinen karakterler başka yazarların da kitaplarında geçebiliyor fakat Weiss & Hickman ikilisinin bir sahiplenme durumu da yok değil. Raistlin'in olduğu fakat farklı yazarların yazdığı bir kitapta bile bir yerlerden karşına çıkabiliyor bu ikili; editör olarak ya da başka bir şekilde. Ve çok örneği yok, özellikle Raistlin gibi serinin omurgası olabilecek karakterlerde bu "belalı" ikilinin baskın bir durumu var.

17
Oyunlar / Ynt: Rebel Galaxy
« : 29 Ekim 2015, 19:22:21 »
Benide sıktı bir ara (X) Serisini oynamış ve bitirmi "yani ana görevleri bitirmiş" biri olarak söylüyorum oyunda bildiğin Denizde korsan gemisi misali
-topları yükle
-hazır
-ateş
Gibi bir şey olmuş. yani sizin bu gibi durumlarda öneride bulunmanız lazım. mesela eğer bu gibi oyunlarda sıkıldıysanız ve bu gibi oyunlarıda seviyorsanız bunu oynayın gibi.
Ben arkadaşlara yinede (X) serisini öneriyorum tabi detayı çok fazla ve dil isteyen bir oyun ama daha bir düşük oyun istiyosanız (X) serisinden XRebirth'i Öneriyorum :)

Rebel Galaxy tarzı, özgürce yolculuk edebileceğiniz ve bol bol aksiyona girebileceğiniz oyunların hepsi aşağı yukarı birbirine benziyor. Sıkılana kadar bu tarz oyunları oynarım derseniz Freelancer'ı önerebilirim. Microsoft'un oyun dünyasına attığı kazıklardan birisi de Freelancer'ın devamını getirmemiş olması sanırım. Grafikleri eski, oynanışı hantal gelebilir ama bir hayli zevklidir. Yani, sıkılana kadar.

Bunun dışında, uzay ile ilgili olan ama farklı tarzda oyun oynamak istiyorum derseniz;

Kerbal Space Program

Spoiler: Göster


Uzayda herhangi bir maceraya atılabilmek için önce uzaya çıkmak gerekir. Kerbal Space Program ile kendi tasarladığımız bir uzay aracını gezegenden fırlatıp (başarılı olursak), yörüngeye oturtup (yine başarılı olursak) sonrasında da başka gezegenlere indirebiliyoruz. Yörüngeye uydu yerleştirmek, yörüngede uzay istasyonu yaratmak, gezegenlere gitmek hatta geri dönmek... Ve bunların nispeten fizik kuralları içermesi.

Eğlenceli mi? Kesinlikle. İşin galaksi gezmelerinden ya da uzay savaşlarından çok NASA'cılığına merak saranlar için bir numaralı önerim bu olur.

Homeworld (1-2-Remastered farketmez)

Spoiler: Göster


Uzay stratejisi dendiğinde aklıma gelen ilk oyun olur kendileri. Atmosferi eşsiz, oynanışı ve görselliği ise oldukça tatmin edici. Battlestar Galactica modu olması ise...anlayamazsınız.

Bir strateji oyununda bilimsel gerçekliği sorgulamak bir hayli güç, sonuçta yıllarca Age of Empires'da kılıçlarla vurarak taştan yapılmış kaleleri ateşe verdik (?). Ancak dediğim gibi, atmosferi oldukça iyi. Strateji seviyorsanız, uzaya merakınız varsa, ne duruyorsunuz helv-Homeworld oynasanıza!

Starbound

Spoiler: Göster


Özetle; Terraria'nın uzay versiyonu denebilir. Bir gezege yerleşip, kaynak toplayıp, yerel halkıyla kaynaşıp (ya da öldürüp), binalar yapıp, belli görevleri yerine getirebilirsiniz. Sonrasında ana geminize ışınlanıp başka bir gezegene gidip yukarıda saydığım şeyleri tekrar yapabilirsiniz. Bunu birkaç arkadaşınızla beraber oynayabilirseniz, tadından yenmez.

Tek sıkıntısı, oyunun halen tamamlanmamış olması. Terraria'yı öneriyorum ama Starbound'u aynı şevkle öneremiyorum. Ya da önereyim ya, beğenmezseniz de tüm suçlu "oyunların tam olarak tamamlanmadan erkenden piyasaya sürülüp elde edilen gelirlerle tamamlanmaya çalışılması" mantığıdır. Nalet olsun pre-order sistemi, nalet olsun early releaseler.

18
Oyunlar / Ynt: No Man's Sky
« : 29 Ekim 2015, 11:30:22 »
Sevgili mit'in de bahsettiği gibi, keşif duygusu heyecanlandırıyor beni de. Görsel konular hiç dert değil ama oynanış ve devamlılık mühim konular. Uzay oyunlarının da eğer atıyorum Star Wars: Knights of The Old Republic gibi sürükleyen bir konusu yoksa, oyuncuyu özgür bırakan bir simülasyon içeriyorsa, en büyük sıkıntıları devamlılıklarının olmaması oluyor.

Adamların tanıtımlarında sunduğu şey ise bunu çözecek gibi dursa da emin olamıyorum. Yani evreni keşfetmek, gezegenleri gezmek vesair elbette oyunun ömrünü bir hayli uzatır ama tüm bu süreç kendini tekrar etmeye başladığı anda, o ilk baştaki heyecan azalarak biter gibi geliyor. Yani "saldım çayıra" da bir yere kadar, hikaye olarak tutanacağımız ya da peşinden koşacağımız bir şey olacak mı, bilmiyorum. Bilimkurgusal gerçeklik açısından ne kadar tatmin eder, oyun Euro Truck Simulator'a mı bağlar, onu da bilmiyorum.

Ama bir gezegeni ilk kez siz keşfettiğinizde, o gezegenin bilgileri arasında "Discovered by Laughing Madcap" yazacak yahu.

RedElf'in özellikle atmosfer konusundaki endişlerine katılıyorum fakat benim daha büyük bir endişem var. Fallout 4, No Man's Sky falan derken bilgisayarın bir elden geçmesi gerekiyor ve gerek kendi ekonomik durumum gerekse ülkenin ekonomik durumu bir hayli iç karartıcı.

Ancak umut...umut asla değişmez...

19
Oyunlar / Ynt: Fallout 4
« : 25 Ekim 2015, 13:42:36 »
Bethesda oyunun çıkmasına günler kala boş durmamış, bizlere S.P.E.C.I.A.L. sistemini özet geçmiş. Çok da hoş olmuş.

(S)trength
(P)erception
(E)ndurance
(C)harisma
(I)ntelligence
(A)gility
(L)uck

Bu da bonus olsun.

20
@Maedhros; Evet, mekanlar olarak da dönem ve hikaye olarak da bu seriden faydalanılmış. Ana hikayeyi tam olarak bilmiyorum, oyunu da denemeye korkuyorum ancak hazır deneyen birisini bulmuşken oyun hakkındaki yorumları da heyecanla bekliyorum.

Not: Tabii ki kendi başlığında:)

21
Oyunlar / Rebel Galaxy
« : 24 Ekim 2015, 00:27:19 »

Spoiler: Göster
Özet geç, durumum yok okuyamam diyenler için fragmanı tavsiye edebilirim. Gerçekten oyunu, havasını ve müziklerini çok güzel özetliyor.


Star Wars, Star Trek ya da Battlestar Galactica’nın bizler üzerindeki sayısız etkilerinden birisi de bir uzay gemisinde yaşama/uzay gemisi kullanma hayali olsa gerek. Bu yüzdendir ki farklı dönemlerde ve farklı tarzlarda ama ana fikri bir uzay gemisi kontrol etme olan sayısız oyun piyasaya sürüldü. X-Wing, Homeworld, Freespace, Freelancer, Sins of a Solar Empire; bu asla eskimeyen uzay gemisi sevdasının ürünlerinden bir kısmı sadece.

Bu konuda tam anlamıyla bir başyapıt çıkmadığından mıdır, çoğunun kısa sürede oyun yüklenirken yaşanan heyecanı yitirmesinden midir bilinmez bu tarz oyunlar çıkmaya ve biz uzay gemisi sevdalılarını bir süre daha oyalamaya devam ediyor. Bu furyanın son ürünü ise, Rebel Galaxy.

Aile Bağları

Oyun mükemmel bir müzik eşliğinde, kısa bir tanıtım videosuyla başlıyor. Teyzeniz (ya da halanız) Juno’nun gençliğinde yasal olmayan işler için kullandığı uzay gemisi Rasputin’i size bırakması ve sizinle buluşmak için yine pek yasalara bağlı olmayan tiplerle dolu bir uzay istasyonuna çağırması ile oyuna giriyorsunuz. Sonrası teyzenizi ( ya da halanızı) bulma çabalarınız, türlü tehlikeler atlatmanız ve uzay gemisi ile beraber size bırakmış olduğu bir yapay zeka modülünü kullanmanız,araştırmanız ve geliştirmeniz ile devam ediyor.

Oyun genel olarak düzümsü bir yol izliyor. İster görev yaparak (şunu taşı, şu düşmanları temizle, şuraya baskın yap gibi klasik görevler), ister ticaret yaparak (belli başlı malların farklı istasyonlarda farklı fiyatlarda olması, bu istasyonlardaki farklı durumlara göre bu ekonomik sistemin değişimini takip etmek gibi durumlar) para biriktiriyorsunuz. Sonra bu paraları geminizi geliştirmek ya da daha iyi bir gemi almak için kullanıyorsunuz. İstasyonlardan aldığınız görevler dışında ana hikaye, dediğim gibi teyzeniz ( ya da... anladınız) ve bahsetmiş olduğum yapay zeka etrafında dönüyor.

Oynanışın düz değil de düzümsü bir yol izlemesi ise şöyle. Diyelim ki bir uzay korsanını ortadan kaldırma görevi aldınız. Adam size  “Al sen şu parayı, beni görmedin koçum.” diyebilir ve siz cevap olarak “Ölmeye hazır ol!” ya da “[Parayı alır]Bir şey görmedim, duymadım.” diyebilirsiniz.  Bu şekilde basit seçeneklerle oyun farklılaştırılmaya çalışılmış ama bir rol yapma oyununda olduğu gibi seçeneklerinizin oyunun gidişatına herhangi bir etkisi yok.


Kahrol düşman, al sana iyon topu!

Savaş....Savaş asla değişmez. Ne yazık ki savaşsız da olmuyor. Öyle ya da böyle, oyun belirli bir noktadan sonra daha iyi silahlara sahip olmanızı istiyor çünkü hemen hemen yaptığınız tüm görevler sırasında savaşmanız gerekiyor. Neyse ki savaş sistemi çok fazla karmaşık ya da zor değil. Hatta oyun genel olarak fazla karmaşık ya da zor değil. Bir iki kez warp’a girip çıkıp, istasyonlara yanaştıktan sonra sanki gerçekte Battlestar sınıfı bir gemiyi, dikiz aynalarına bakmadan geri geri park edebilecekmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Eh, bu da oyunun en önemli bağlayıcılığı olan “uzay gemisi kullanma” hissini bir hayli baltalıyor.

Savaşlar da keza öyle. Sanki komutanızdaki mürettebatın koşuşturmacasıyla değil de tek başınıza o koca filoları yok ediyormuşsunuz gibi geliyor. Vader’ın hakkı Vader’a şimdi, savaş sahneleri görsel açıdan oldukça doyurucu. Ama hissiyat? İşte o konuda biraz yavan.


Amaan sıkmaya baş-JUMP!

Oyun, simülasyon oyunlarının bir türlü çaresi bulunamayan “bir süre sonra sıkmaya başlaması” illetinden muzdarip. İster ana hikayeye devam edin, ister yan görevlere koşturun, oyunun tüm olayı para kazanmak ve bu paralarla daha iyi gemi/silahlar satın almak. Oyun dünyasına herhangi bir etkiniz olmuyor, oyun dünyası zaman içinde kendi kendine değişse de sizin yaptığınız hiç bir şeyin oyunda herhangi bir etkisi yok. İstediğiniz kadar uzay korsanlarının kökünü kurutun, değişen sadece paranız ve uzay korsanların size karşı tutumu oluyor. Daha düşman oluyorlar. Oyunun başında da gördükleri yerde saldıran bu grubun daha da düşman olması gibi bir durum var, evet. Askeriyeyle arayı iyi tuttunuz diyelim, değişen bir şey yok. Öyle sıkıştığınız noktada yardıma gelmiyorlar, sadece haritada "dost" olarak görülüyorlar.

Askeriye ve uzay korsanlarından bahsetmişken, oyunun bir başka “düzümsü”lüğü de bu farklı topluluklara karşı tutumunuza göre görevlerin değişmesi. Eğer korsanlara yakın tutum sergiler de halka/askerlere pislik yapma peşinden koşarsanız, görevler de bu yönde değişiyor. Tabi ismen değişiyor, konsept hemen hemen aynı.

Galaksinin bir noktasından başka noktasına warp teknolojisinin izin verdiği kadarıyla gidip gelirken artık sıkılmaya başlamışken, ana hikayenin bir noktasından sonra işler değişiyor. Jump sürücüsü alıp, başka bir galaksiye sıçramanız için bir sektör haritası karşınıza çıkıyor ve diyorsunuz ki, işte bu be, oyun yeni başlıyor.

Sonra yanıldığınızı farkediyorsunuz. Farklı bir galakside, ama daha güçlü silahların ve gemilerin satıldığı, daha zor görevlerin olduğu aynı konseptin ve hikayenin peşinde koştuğunuzu görünce, biraz üzülüyorsunuz. Belki oyundan çıkıyorsunuz. En iyi ihtimal oyunu silmek yerine, biraz unutmak üzere bir kenara koyuyor, günler sonra tekrar geri dönüyorsunuz.

Son söz

Yukarıda da bahsettiğim gibi, bir strateji oyununun hikayesini ya da rol yapma oyununun etkileşimini barındırmayan, sizi serbest bırakan ama aynı şeyleri yapmaya zorlayan bütün uzay simülasyonu oyunları gibi Rebel Galaxy de bir süre sonra sıkıyor. Hikayesi ve hatta oynanışı "Sid Meier’s Pirates!"a bir hayli benzeyen bu uzay simülasyonunun en büyük farkı müzikleri sanırım. Ne yazık ki toplamda yaklaşık 10 müzik kullanılmış olması da, oyunun en büyük artısını diğer özellikleri gibi “sürekli aynı şeyin tekrarlanması” kategorisine sokuyor.

Uzay simülasyonları konusunda bir yenilik getirmiyor olsa da ilginç bir şekilde sıkıldığınızda 5 saattir başından kalkmamış olduğunuzu farkediyorsunuz ki bu da farklı bir yönü. Eğer siz de büyüyünce Viper pilotu olmak istiyorsanız, Freelancer’a saatlerinizi harcadıysanız, Homeworld oynarken farklı kamera açılarıyla gemilerinizi saatlerce izlediyseniz; buyrun Rebel Galaxy’e!

Sonuç itibariyle uzay simülasyonları konusunda bir değişilik yok; saatlerce başından kalkmayıp bir anda silinebilecek, eğlenceli ama sürükleyici olmayan, görsel olarak güzel ama zevkten dört köşe yapmayan, oynanış olarak basit ama gerçeklikten uzak, klasik bir uzay simülasyonu.

Düzeltme: Müzikler konusunda çok mühim bir detayı atladığımı farkettim. Oyunu açtığınızda karşınıza çıkan ayar menüsünde, müzik dosyası oluşturup istediğiniz müzikleri koyabiliyorsunuz. İstasyon içi, ana ekran, ambiyans ya da savaş müzikleri olarak ayrı ayrı seçebiliyorsunuz. Yani öyle "müzikler tekrar ediyor kendini yea!?" diye atlamamak lazımmış.  :(

22
Yıldız Savaşları / Ynt: Star Wars VII: The Force Awakens
« : 20 Ekim 2015, 17:14:32 »
Sinema bölümüne bakarsan bulamazsın tabii padawan. Star Wars'un kendi bölümü var çünkü. O elinizde tuttuğunuz boru değil, ışın kılıcı :)

Fragmanı öncekilere nazaran daha doyurucu ve güzel buldum. Özellikle de Stormtrooper'dan bozma siyahi abimizin nasıl olup da bir Jedi'a dönüşeceği merak duygularımı feci tekmeliyor. Han Solo'yu ve Yüzyılın Şahini'ni de yeniden görmek güzeldi beee... Adam yaşlı maşlı ama hala yakışıyor o role.

O değil de Luke nerede?

Doğru diyorsun üstadım, "filmin" başlığı tabi ki kurgu "edebiyatı" alt başlığında olacak, beyhude bir arayışa girmişim kara cahil gibi. Ama unutmamak da gerekir ki boru bazen sadece bir borudur.  :)

John Williams etkisinden olsa gerek, ben de sonunda heyecanlanabildim bu fragmanla. Luke konusunda tahminim o R2-D2'nun başını okşayan kişi ama öyle değilse bile mühim değil. Bir yerlerden çıkar; koskoca Luke'u nereye saklayabilirsin ki? Bir parmak bal çaldılar ağzımıza ya, haydi bakalım hayırlısı.

Yine de çok heveslenmek, heyecanlanmak istemiyorum. (Beceremedi.)

23
Yıldız Savaşları / Ynt: Star Wars VII: The Force Awakens
« : 20 Ekim 2015, 11:27:49 »

Oturduğunuz koltuktan kalkmadan kumandaya uzanarak onu hareket ettirmeye çalışmalar, bulduğunuz herhangi bir sopayı ışın kılıcıymış gibi kullanmalar ve sinirlendiğinizde karşınızdakinin ümüğünü uzaktan sıkma (Dikkat! Darth Vader kadar karizmatik olmayabilir) hayalleri geri döndü. Çünkü Star Wars geri dönüyor.

18 Aralıkta gösterime girecek filmin biletleri satışa başladı. Bunların dışında, yeni fragmanı da yayınlandı.

Jar Jar yok, kesin bilgi, yayalım.

Not: Aradım taradım ama bana "bunlar aradığınız başlıklar değil." dedi yaşlı bir amca, eliyle bir hareket yaparak. Hali hazırda başlığı vardıysa ve görmediysem, affola.

24
Tartışma Platformu / Ynt: Tüyap İle İlgili...
« : 19 Ekim 2015, 16:08:21 »
İş yoğunluğundan değil de, tüm ilknokta'da 1 tane eleman çalışıyor galiba. 4-5 hafta önce verdiğim siparişim 2 hafta sonra geldi. Ama eksik. Bir de serinin kalan kısmının ilk kitabı anasını satayım eksik olan, devam da edemiyorum beklerken. İlk aradığımda soluk soluğa bir eleman çıktı telefona, adımı ve kitabı sordu sadece, sonra da hızlı hızlı tamam tamam hallederiz yollarız diye kapattı konuyu. Vaktim yoktu, arayamadım sonrasında, hafta sonu girdi bi de. Sonraki hafta vakit bulduğumda aradım, geliyor depodan bekliyoruz dedi gene aynı adam. Sonraki aramamda açmadı. Gelmedi kaç haftadır depodan bir kitap. Hafta içi vakit bulabilirsem gene arayacağım bakalım.

Bir daha da ilknokta'dan alışveriş yapmam, yanımda yapanı görürsem de bilgisayarını telefonunu kırarım.

Bence olaya çok yanlış açıdan bakıyorsun sevgili Marius. Biraz fazla tepki verdiğini düşünüyorum açıkcası. Sen ki bundan 1.5 ay önce eve pizza sipariş vermiş ve halen o pizzayı bekleyen birisin (Gerçek bir hikaye). Belki de sorun onlarda değil, sendedir?

Bu tarz durumlarda sosyal medyayı ve iletişim araçlarını iyi kullanmak gerek. Elbette yoğunluklar, aksilikler olacaktır ama ortada bir hizmet söz konusu ise ve bu hizmet gönüllülüğe değil de maddiyata dayalı ise, şikayetlerin olması çok normal. Benim tavsiyem telefon dışında mail, twitter, facebook, ekşi sözlük, youtube, instagram, myspace, linkedin, xcricetinae gibi çeşitli ortamlarda da hakkını ara. Ama tabi öyle "19 Ekim 2015 İlknokta rezilliği!!" tarzı bir sitemden bahsetmiyorum.

Tabii, kurum hakkında şikayetlerimizi dile getirebileceğimiz merci olan müşteri hizmetlerinin de şikayet konusu olması da ayrı bir ironidir.

Bir daha da ilknokta'dan alışveriş yapmam, yanımda yapanı görürsem de bilgisayarını telefonunu kırarım.

Çok fazla haberler izliyorsun, etkisinde kalıyorsun bak. Yapma.

Konuya dönecek olursak, fuarları bir alışveriş fırsatı olarak görmeye gerek yok. Çünkü alışveriş konusunda internet aldı başını yürüdü. İnternetten mi yoksa kitapçıdan mı almalı diye sorarsanız da, sorulmuşu var.

25
Liman Kütüphanesi / Ynt: Kitap Zinciri
« : 05 Ekim 2015, 21:01:28 »
Bu zincire eklenip saadetimizi titanlaştıracağım elbette ama öncesinde şunu söylemek isterim ki çok duygulandım.

Locke Lamora'nın Yalanları (Scott Lynch) - Laughing Madcap

Bu güzide, çetrefilli ve yeri geldiğinde de esprili macerayı sevgili Kürşat'a öneriyorum efenim.

Önermekle kalmayıp kitabı yollayan, içine de naif bir yorum yazan sevgili mit'e teşekkür ediyorum.

Spoiler: Göster


 <3

26
Oyunlar / Ynt: Müzikleriyle Hatırlanan Oyunlar
« : 04 Ekim 2015, 23:28:54 »
Ön-Not: Dinlemek için resimlere tıklayınız.

Geleneksel "Eskiden ne güzel oyunlar vardı yahu..." duygusallığı ile geldim. Elim boş gelmedim.

Final Fantasy VII - One Winged Angel (Advent Children Version)


Oyunu hiç oynamamış olmama rağmen bu müziği çok duydum. Hatta öyle ki, serinin adı geçince direk aklıma bu geliyor. Şarkının kalabalık bir ortama giriş sırasında kullanılmaya uygun bir başlangıcı var. Düğün olur, sünnet olur, bayram namazı olur...

Suikoden II - The Fugue (Neclord's Castle Theme)


Kötü adam müziklerinden bahsetmişken ve buna örnek olarak da bir j-rpg'den örnek vermişken, şahsi favorim Suikoden II'den örnek vermezsem olmazdı. Oyunun asıl kötü adamı olmasa da bir hayli baş belası olan Neclord'un kalesine girdiğimiz andan itibaren çalan bu müzik, kalenin zirvesine ulaştığımızda sonlanır. Görürüz ki, bu müziği devasa bir piyanonun ardına oturmuş olan Neclord icra etmekteymiş.
(Bonus: Biraz farklı ve daha teknolojik bir versiyonu da bu karakterle savaşırken çalıyor ama yine de favorim orjinal müziği. Orjinal derken tabi, ehm. Müziği yapanlar Bach'ın kemiklerini biraz sızlatmışlar ama olsun.)

Castlevania - Vampire Killer


Yine Konami, yine vampirler... Ancak bu sefer karşımızda Dracula'nın kendisi duruyor. Castlevania'nın bence en çok akılda kalan ve duyduğunuzda heyecanlandıran müziği Vampire Killer. Ayrıca oyunda kullanılan, Belmont sülalesinde nesilden nesile (babadan oğla nesil bunlar!?) aktarılmış efsanevi kamçının adı.
(Bonus: 16 bit'lik versiyonu bile yeterince gaza getirebiliyorken modern versiyonunu siz düşünün artık. Ya da düşünmeyin, buyrun.)

The Legend of Zelda: A Link To The Past - Overworld & The Legend of Zelda: Ocarina of Time - Great Fairy's Fountain
&

Hazır Nintendo dönemlerine gelmişken, The Legend of Zelda'dan bahsetmemek olmaz. Hatta öyle ki, 1+1 kampanyasıyla serinin en güzel iki oyunundan beynime kazınmış müzikleri beğeninize sunuyorum.

Street Fighter - Guile's Theme


Kapanışı epik bir şekilde yapmak istedim. Alekspu'culara ve "İki depdep bir oryu"culara gelsin.

27
Eğlence & Mizah / Ynt: Bugün Ben Şunu Öğrendim:
« : 28 Eylül 2015, 17:02:51 »
Efendim bu günlerin isimleri nereden geliyor diye merak ederdim. Üşengeçliği bir kenara bırakıp bu sefer googleladım.

Sunday - Güneşin (sun) günü
Monday - Ayın (moon) günü
Tuesday - Tiw'ın (Iskandinav tanrısı)
Wednesday - Wodan'ın (Odin) günü
Thursday - Thor'un günü
Friday - Freya'nın günü
Saturday - Satürn'ün günü

Saturday, Sunday ve Monday dışındaki bütün günlerin isimleri İskandinav mitolojik tanrılarının isimleri. Saturday ise Roma döneminden miras. Nedense değişmemiş. Bizse olaya biraz düz yaklaşmışız.

Pazar - Farsça "bazar" kelimesinden geliyor. Pazar yapılan gün
Pazartes - pazardan sonraki gün
Salı - Farsça "salis" (3.) haftanın üçüncü günü
Çarşamba - farsça "çehar" dördüncü ve "şenbe" gün
Perşembe - "penç" beşinci
Cuma - Cem edilen, toplanılan gün
Cumartesi - Cumadan sonraki gün

Bu vesileyle hafta başının pazartesi değil pazar olduğunu farketim. İki dilde de böyle. Yanılgım, hafta içi/sonu ayrımımızdan dolayı sanırsam

Not: Ardı ardına iki mesaj da benim. Ama aradan 20 gün geçmiş. Flood sayılmaz herhalde.

Spoiler: Göster


Greko-Romen mitolojisinden bakarsak;

Pazar - Sunday (Sol/Helios) - Sun
Pazartesi - Monday (Luna/Selene) - Moon
Salı - Tuesday (Ares/Mars) - Mars
Çarşamba - Wednesday (Mercurius/Hermes) - Mercury
Perşembe - Thursday (Iuppiter/Zeus) - Jupiter
Cuma - Friday (Venus/Aphrodite) - Venus
Cumartesi - Saturday (Saturnus/Kronos) - Saturn

İşin ilginci ise genel olarak farsça kökenli kültürlerin dışındaki tüm kültürlerde sıralama bu şekilde. Nasıl hep birlikte Cuma gününü Venüs ve ilgili tanrılara adayalım, Salı da Mars'ın olsun demişler bilmiyorum. Ama böyle bir durum var.

Yani Fars kültürlerini bir kenara bırakırsak, genel olarak yukarıda yazdığım gezegenlere ithafen isimlendirilmiş günler. Fars-i (?) kültürlerde ise aynen belirttiğin gibi, durum oldukça düz.

Doğu Asya'da ise durum biraz farklı;

Pazar - Sunday - Güneş
Pazartesi - Monday - Ay
Salı - Tuesday - Ateş
Çarşamba - Wednesday - Su
Perşembe - Thursday - Ağaç/Odun (...evet.)
Cuma - Friday - Altın/Metal
Cumartesi - Saturday - Toprak

gibi görünse de bekleyin, dahası var. Uzak doğu felsefesine göre bu "elementlerin" gezegen karşılığı nelerdir? Evet; Ateş-Mars, Su-Merkür, Ağaç-Jupiter, Metal-Venus ve Toprak-Saturn.

Germen kökenli kültürlerden sadece İzlandalılar biraz ortaya karışık yapmışlar. İlk iki gün yine Güneş ve Ay günü iken sonraki günlere numaralı (üçüncü gün, dördüncü gün vs) isimler vermişler. Bazı günleri de özel durumlarla belirtmişler ki mesela cumartesi'ye yıkama günü demişler. Cuma günü ise ziyafet günü.

Slav, Baltık ve Ural dil ailesine mensup ülkelerde (Finlandiya hariç), pazartesi birinci gün olarak kabul edilirken Swahili'de ilk gün Cumartesi olarak kabul ediliyor. (#direnSwahili)

Sonuç itibariyle, genel olarak Helenistik astrolojiye dayanan bir isimlendirme söz konusu. Fakat birbirleriyle hiç alakası bulunmayan farklı coğrafyalardaki kültürlerin aynı güne aynı ismi vermelerine insan şaşırmıyor değil. Uzaylılar? Illuminati? Kertenkele insanlar?

Not: Şu bilgileri de yıllar önce Arif'in Manchester'a attığı golü ararken bulmuş, kökenlerini araştırmış ve çöplük hafızama atmıştım. Kullanacağımı hiç düşünmüyordum ama kısmet bugüneymiş.

28
Tartışma Platformu / Ynt: Fantastik silahlar
« : 18 Eylül 2015, 12:04:13 »
Frostmourne: Warcraft evreninde, Arthas'ın kılıcı. Acıkır. (Frostmourne hungers!)

Charon's Claw: Artemis Entreri'nin kullandığı, "biraz" abartılı bir kılıç. Kullananın ölmemek için mental olarak kılıcı yenmesi gerekmektedir. Ya da kılıçla beraber gelen eldiven ile kulanılmalıdır ki bu eldiven büyü saldırılarını savuşturabilme özelliğine sahiptir.

Amoracchius: Dresden serisinden tanıdığımız, ailemizin şövalyesi Michael Carpenter'ın kılıcı.

Kusanagi: Efsanevi Japon kılıcı. Neden efsanevi? Orjinal ismine bakın; "Ame-no-Murakumo-no-Tsurugi". Yani "Cennetin Toplanan Bulutları Kılıcı". Söyleye söyleye ismi sonradan "Kusanagi-no-Tsurugi" olmuş ki o da "Çim Kesen Kılıç" demek. Bir efsane nasıl biter, ahanda.

Star Dragon Sword: Suikoden serilerinin büyülü kılıcı. Kendi bilinci vardır ve muhabbeti pek güzeldir. Biraz çenesi düşük olsa da, iyidir ve kişisel favorimdir.

29
Çizgi & Anime / Ynt: Fullmetal Alchemist
« : 15 Eylül 2015, 18:07:29 »
Fazla abartılan bir anime ve manga serisi olarak görüyorum kendilerini..

Cevabım;
Spoiler: Göster


Şaka şaka. Pek anime bilgisine sahip birisi olmayarak herhangi bir karşılaştırma ya da sıralama yapabilecek kapasitede olmamamın dışında genel olarak karşılaştırmalara/sıralamalara sıcak bakmıyorum. O yüzden göklere çıkaranlara da şişirilmiş bir balondur diyenlere de kızmıyorum. Yorumlarım bana verilenlerden öte benim aldıklarım üzerineydi.

Yine de izleyin. (Gerçi izlemeyen üç beş insandan birisiymişim sanırım ama olsun.)

30
Çizgi & Anime / Ynt: Fullmetal Alchemist
« : 15 Eylül 2015, 00:41:25 »
Yeni oluşturulmaya çalışılan bir kurgu adına (Koyubeyaz naber?), tamamen bilimsel sebeplerle Brotherhood'u izledim. Genel olarak internet diyarındaki yorumlara baktım, ilk seri ile ikinci seri arasındaki karşılaştırmalara tanık oldum ve mangaya bağlı olduğu için (ve tabi bünyesinde sadece 2 adet filler bölüm olduğunu farkedince) Brotherhood'u izledim. Daha iyidir, daha kötüdür, en iyisidir, mükemmeldir kısımlarına giremeyeceğim çünkü genel olarak iyi bir anime izleyicisi değilim. Peşinen uyarıyorum yani, sen de amma attın Madcap demeyin.

Sağda solda bu anime için animelerin Breaking Bad'i dendiğini gördüm. Tam olarak katılmasam da ne demek istediklerini anlıyorum. Genele bakıldığında bir olmuşluk, alttan alttan giden karakter gelişimleri ve birbirinden farklı tarzda sahneleriyle kalitesini gösteriyor anime.

Müzikleri hakkında pek söylenebilecek bir şey yok. Gaza getirmeyi de duygudan duyguya sürüklemeyi de çok iyi biliyor yapanlar.

Karakterler konusunda da bir hayli başarılılar. Karakterler hem kendi içlerinde tutarlı hem de çevresel etkenlere açık; bu bakıma bir hayli gerçekçi olmuş.

Kurgu çok güzel ve tadında ilerliyor. İçerik bakımından bir hayli zengin ve kafa patlatmaya uygun.

Komedi unsuru konusunda mükemmel bir zenginlik var diyemem, derinlemesine düşünüldüğünde pek komedi unsuruna yer yok gibi duruyor hatta. Fakat tarzları hoşuma gitti.

Son olarak da bu yapımda emeği geçen arkadaşlara şunu söylemek istiyorum; ÇOCUKLAR İZLİYOR LAN BUNU, MANYAK MISINIZ SİZ? Böyle kan gövdeyi götürüyor, aman yarabbim bu ne şiddet bu ne celal!? anlamında söylemiyorum bunu. Öyle sahneler, öyle konuşmalar geçiyor ki ansızın, vay anasını.

Genel konuşmalar ve yorumlar bitti. River Song'dan geliyor, "Spoiler!";

Spoiler: Göster


- Animeden bahsedildiğinde genelde ilk akla gelen şeyden bahsedeceğim hemen kısaca, şu meşhur "Ed-ward....Ed-ward..." sahnesi. Öyle kritik bir anda ve öyle ani çıktı ki karşıma, izlerken ne yapacağımı bilemedim. Tam da "Edward'ın boyunun kısalığı hakkında bir sahne daha görürsem..." düşünceleri içerisindeyken, tokat gibi çarptı sahne. Animenin en duygusal ya da en vurucu anı/durumu değil belki ama yediğiniz ilk tokat, hayır, ilk meydan dayağı bu sahne.

- Tabi aslında daha ikinci bölümde başlıyoruz tokat yemeye. Kardeşlerin annelerini canlandırmaya çalıştıkları o kilit sahne, üzerine düşünülebilecek ya da sayfalarca yazı yazılabilecek bir sahne. Fakat bu işledikleri "suç" konusunun en vurucu noktası bahsettiğim sahne değil. Animede bahsedildiği gibi söyleyecek olursam, bu tabunun, dizinin gidişatında benim iki önemli noktası oluştu izlerken. Neden ve sonuç kısmı.

Neden kısmı için pek düşünmeye gerek yok; annelerini geri getirmeye çalışmaları çok da kafa patlatıcı bir neden değil. Fakat bunu ifade ettikleri sahne, beni felaket etkiledi. Ustaları İzumi'ye işledikleri suçu anlattıktan ve İzumi tarafından ayar verildikten sonra birbirlerine sarıldıkları ve neden böyle bir şey yaptıkları sahneden bahsediyorum.

"We're sorry...Please forgive us...We just wanted to see her smile again."
"Özür dileriz... Lütfen bizi affet... Sadece tekrar gülümseyişini görmek istedik."


Hala ağlamadıysanız sonuç kısmına geçiyorum. 2. bölümde görmüş olduğumuz o sahneden zaten sonuçlara tanık olduk. Edward bacağını ve Alphonse bütün vücudunu kaybetti, başarısız olduklarını da unutmamak gerek. Fakat somut sonuçlar dışında daha dizinin 2. bölümünde çok güzel bir mesaj çıktı ortaya. Bu "insan transformasyonu" işleminin pratikte başarısız olmasının ötesinde teoride imkansız olduğu gerçeğini verdi bize. Simyanın temel kuralı olan "eşdeğerlilik" kuralını düşünürsek, evrende o çocuklar için annelerinin değerinde hiç bir şey yok. Bu değerde bir şey veremeyecekleri için almaları da imkansız. Bir insanın hayatının önemini böyle çarpıcı anlatmaları çok hoşuma gitti.

- Duygu yüklü sahnelerden bahsetmişken Hughes'ten bahsetmeden olmaz. En başta söylediğim gibi çok fazla anime izlemiş birisi değilim ama genelde birileri ölecekse şöyle bir 3-5 bölüm öncesinden ölüm anının etkileyiciliğini artırmak adına o karaktere abanırlar. Birincisi, böyle bir şey yapmadılar. İkincisi Hughes'ün ölümünün etkileyiciliğinin en az olduğu sahne sanırım öldüğü sahneydi. Sonrası çok daha fazla vurucuydu. Cenaze sahnesi yine izleyicilere tekme tokat dalan bir sahneydi, Roy Mustang'in "Yağmur yağıyor." sözü ise bitirici darbeyi vurdu. Burada da şuna dikkat çekmek istiyorum, "güçlü karakterin ağlamasını saklamak için yağmura sığınması" klişesinin ötesinde, yağmurda elinden bir şey gelmeyen ve güçsüz kalan Ateş Simyacısı Roy Mustang'in o an hislerini de özetlemesi, dahiceydi.

- Ölüm konusu çok güzel işlenmiş. Ölen bütün karakterler öyle "öldü bitti"ye gelmedi, hiç unutulmadı ve karakterlerin gelişiminde çok önemli roller oynadı. Hughes'ün ölümünün Mustang üzerine etkisi mesela, o meşhur "intikam" sahnesi. Ya da Nina'nın ölümünün kardeşler üzerindeki etkisi ki her şey bittikten sonra bile bahsediliyor olması beni çok sevindirdi. Hepsini geçtim, kötü karakterlerin ölümü bile fazlasıyla anlamlıydı; Lust'ın bir erkeğin önünde diz çökerek ölmesi, Gluttony'nin mideye indirilmesi, Envy'nin böcekler olarak gördüğü insanları kıskanıyor olması ve bunu bile kendisinin değil insanların farketmesi (ki bir böcek görünümünde olmasını da unutmamak gerek) sonucu intihar etmesi,  Sloth'un bunca çalışma ve zorlu bir savaş sonucunda ölmesi, Greed'in sahip olduğu ve olabileceği her şeyden vazgeçmesi, Pride'ın son hamlesinde yaptığı gurursuzluğun suratına çarpılması, Wrath'ın tanrının gazabına uğraması (şunu kelimelere dökemiyorum tam olarak ama; gözünü alan ışık- son hamleyi tamamlayamaması- ilahi dokunuş- zamanında tanrının gazabını beklemeyin siz o gazap olun demiş olması- bir nevi tanrının gazabına uğramış olması- o ışık altında huzurlu bir şekilde ölmesi gibi özetleyebilirim. özete gel.).

- "Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için" mesajı, Tanrı (Yaşam-Dünya-Işık-Sen) anlatımı ve özellikle "diğer taraf" sahnelerindeki diyaloglar animenin derin mevzuları. Buna çok girmemeleri de, güzel bir şekilde anlatmaları da iyiydi.

- İşlenen siyasi ve ordu konuları da ana gidişatı fazla bulandırmadan ana konuya güzel yedirildi ki bu da sadece karakterleri değil yaratılan sistemi de daha dolu ve elle tutulur yapmış.

- Yukarıda farklı tarzda sahnelerden bahsetmiştim. Şu bıyıklı abinin, Elric kardeşlerle önceki karşılaşmalarını anlattığı flashback sahnesi mesela; baya Charlie Chaplin filmleri gibi gösterilmesi çok hoşuma gitti. İşin ilginci, 1915 civarlarında geçiyor anime. Yani o dönemlerdeki filmleri düşünürsek, çok hoş bir detay olmuş bu. Ayrıca yine bahsettiğim gibi komedi unsurları çok ahım şahım olmasa da bu tarz sahnelerde çizimlerin değişmesi de iyiydi.

- Ana karakterlerin birer çocuk olmaları, simyacıların işleyebileceği en büyük günahı işlemiş olmaları, fiziksel olarak eksik olmaları, amaçlarının büyük resimle bir alakası olmaması, kurgunun işleniş yöntemi olarak güzel bir seçim olmuş. Yani şöyle güzel sahnelere dönüp bakayım desem, bizzat Elric kardeşlerin olduğu sahne sayısı bir hayli az. Naruto'nun şu anda süpermene bağladığı şu günlerde, bir hayli hoşuma gitti bu durum.

- Bahsetmeden edemeyeceğim; İzumi'nin tuvalet terlikleri ve "yoldan geçen ev hanımı" muhabbeti.



Roy Mustang'in askerleriyiz.

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 52