Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Apocalyptique

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Müzik / Ynt: Kamelot.*
« : 01 Nisan 2008, 17:26:55 »
Ooo..Kamelot..

Abandoned ıcın olebılırım. :Ç

2
Düşler Limanı / Sürükleniş (Zaman)
« : 27 Mart 2008, 20:02:10 »
Zaman öyle çabuk geçiyor ki..Tutunamıyor ve kaçırıyoruz hayatı.Her şeyden ve herkesten o kadar kopmuşum ki,sürüklenmeyi bıraktığımda yalnız kalınca anladım..Öylesine yalnız öylesine yaralıymışım ki ; kanlarım gözyaşlarıma erişti.
O kadar çok ağlamış o kadar kırılmışım ki..İnsanlarla bir araya gelince,hala o saf mutlulukların açık kaprislerin ve kaybetme korkusu olmadan yaşayanları görünce anladım.O kadar çok değişmiş ve inançsız kalmışım.Bir alevin peşinden koşmuş onu yakalamış ve onunla yanmışım..Ateşi bana atınca kaçıp gidenlerin ardından paramparça kalmışım..Yanmış kül olmuş varlığımdan çıkmışım.Ruhum,bir yamalı elbise misali kendi kendini idare etmeye çalışmış fakat başkaları bana o kadar muhtaçmış ki kafamı kaldırınca gördüğüm gözyaşlarında anladım.
Bazı şeyler kendimden önce başkalarını düşünmekmiş,hiç karşılığını görmezcesine..Şimdi kanım son damlasına kadar akmış,gözyaşlarım kurumuş ve arda kalınmış bir vaziyette buldum.İnsanlar benden bir şeyler yapmamı yeniden başlamamı bekliyor hayata..

Ama artık öyle zor ki.Gidenin ardından onun bıraktığı anılarla başlamak…O kadar zor ki bu notayı duyunca seni hatırlamak.Gururuna yedirememek,ruhu acımak..

Aldatır ya insan –hiç anlamam- o anda kendini götürür çok uzaklara..Sen bunu yapınca gittin.Bense kaldım.Gidenin ardından bakmak çok zordu,gözyaşlarını kimseye gösterememek,damlaların içine akmasına izin vermek çok zordu.Hayat zormuş ya,aslında zor kelimesi yetmezmiş bu tarife.Acıymış hayat,neden ve kimin için yaşadığını bilmezcesine..

Şimdi yine gözyaşlarım akar içime,kimseler görmez.Notalar duyarım,hatıralar geçer gözlerimden,hiç kimse bilmez.Şimdi kalbim toparlanmayı bırakmıştır hayatım artık benden çıkmıştır,karmaşa ve kırgınlık içinde günlerde yağmur damlaları yazılarımın üstüne akar..Mürekkebim o kadar kuvvetlidir ki çıkmaz.Kelimelerimi öylesine acıyla kazırım ki bir tek onlar unutulmaz.

Ben yine yazarım yine yağmur yağar..Şimdi hayatlar geçer içimden,yaşanmışlıklar ve yaşanamayacaklar.Söylenmemiş sözler ve pişmanlıklar.Ah sen,baş pişmanlık derdim sana, ama sen hayatımdaki o önemli sıfatı hakketmiyorsun,hakketmek istemeye ne kadar çabalamış olsan da.

Bu uzun zamandan sonra sana yazılmış bir yazı.Şaşırtıcı,ama son bu biliyorum.Artık gidişlerini temizliyor küllerimi toparlıyorum.Havaya fırlatacağım onları ki insanlara ben yağayım,belki o zaman anlaşılırım belki birkaç teselli bulurum o zaman.Yaşamaya dair birkaç insan..

Zaman demiştim..Ne zaman başladı ne zaman bitti,neler gitti.Fark etmiyorum ben de kırıp geçiriyorum olsa gerek.Oysa ki öyle bana kalmalı ki zaman,sıkılmalıyım neler yapacağımı düşünmekten ve harekete geçmeliyim yeni benleri ilk kez de kendimi bulmalı sonra devam etmeliyim hayata.Kendime sımsıkı sarılmalı ve hiç gitme bir daha demeliyim.Yanımda kal,benimle..Bazen öp çoğu zaman anla beni..Sonra da hiç bakmamalıyım geçmişe,yaşamalı yaşamalı ve yaşamalıyım.Uzun cümleler kurmalı,ünlemler kahkahalar atmalıyım.İnsanların gözünün içine bakarak korkmadan utanmadan konuşmalıyım,konuşmalıyım ki ruhum açılsın,sesim çıkmalı ki insanlar bilsin,ben de varım!

Sonra biri gelmeli ve mürekkebimin acısını silmeli,yazdıklarım gitmeli,unutmalıyım unutmalıyım geçmişi.Demeli ki ben de yanındayım,hep..İnanmalıyım ona,bağlanmalıyım..O gerçek olmalı..

Gökyüzü ağlıyor şimdi,ben uzaktan bakıyor ve bekliyorum sadece.Sokaklarda el ele tutuşmuş çocuklara,savrulan ama asla yıkılmayan ağaçlara.Kıyıya vuran dalgaya,rengi canlanmış otlara..Gülüyor kahkaha atıyor ama yalandan yapıyorum,iyiymişim gibi,her şey olması gerektiği gibiymiş gibi gibi…

Şimdi şarkı çalıyor ve güçlendiriyor beni,şimdi hissediyorum umutlu geleceği.Uzun zamandan beri olmayan şeyler oluyor ve güneşler doğuyor yüreğime.Yasımın yağmurları terk ediyor buraları,beni gelecek olduğunu hala umduğum iyi günlere,uzun mutluluklara doğru insanlara bırakıyor.Hala karmaşık ve de karamsarım hala gözlerim dalıyor geçmişe ama biliyorum geçecek.Hepsi yitip gidecek öncekilerin olduğu gibi,her şey ve herkes geçmişte kalabilir ve ben bırakıyorum! Seni ve yaşanmışlıkları,sözleri ve yalanları,insanları bırakıyorum.Bu sefer arda kalan olmuyorum insanları ben bırakıyorum.Belki de bu öne geçme hırsımın faydasız çabası ama biliyorum bana iyi geliyor.İnsanlar özel ve yanlış ama biliyorum ben artık onlara ihtiyacım yok..Artık ruhumu bekliyorum,sabır çiçeğimi tazeledim ve huzur içindeyim.

Zaman mı demiştim,ah evet geçiyor…






*Anathema-One Last Goodbye..

3
Müzik / Ynt: Porcupine Tree
« : 27 Mart 2008, 19:10:19 »
Sayende tanıştığım,Damla'nın ısrarlarıyla dinlemeye devam ettiğim sevilesi grup (= teşekkürler cnm konu için (=

ne demek cnm :D ıyıdır ıyı =)

4
Bilim & Teknoloji / Ynt: İyi ki doğdun Pentium!
« : 27 Mart 2008, 19:01:36 »
ıyı kı varmıs pcm :P hep bırlıkte =P

5
beyza superr mükemmel ötesi masaüstü :o kıskandım  :hemk  :P


sagol canımm begenmene sevındım  :-*   :uhe

6



bu da benmkısı :P

7
Müzik / Dimmu Borgir
« : 15 Mart 2008, 12:10:43 »


Dimmu Borgir, 1993 yılında Shagrath, Silenoz ve Tjodalv tarafından kurulmuş bir melodik black metal grubu. Brynjard Tristan’ın basçı, Stian Aarstad’ın da klavyeci olarak katılmasıyla tam anlamıyla doğmuş olan Dimmu Borgir; Emperor, Cradle Of Filth ve Kreator kadar başarılı, kaliteli bir topluluktur.

Agresif gitarlar, yıkıcı davullar, dinleyenin tüylerini diken diken eden yırtıcı, melodik ve operatik vokaller, ürkütücü klavye melodileri, müthiş bir ahenk... İşte Norveçli grubun müziğini böyle tanımlayabiliriz. 80’lerin black ve heavy metal etkilerini taşıyan Dimmu Borgir, Wagner ve Dvorak gibi klasik müzik bestecilerinden de etkilenmiş.

Topluluk, piyasaya, 1994’te Necromantic Gallery Productions’dan çıkardıkları "Inn I Evighetens Morke" adlı çalışmalarıyla girdiler. Albüm büyük ilgi gördü ve birkaç haftada yüksek satış rakamlarına ulaştı. Black metal çevresinde artık adlarıduyulmuştu. Ve aynı yıl "For All Tid" isimli ilk uzun albümlerini hazırladılar. Yavaş, karamsar ve atmosferik bir kayıttı bu. Albümde Dødheimsgard’dan ldrahnand’a, Ved Buens Ende’den Vicotnik’e kadar birçok ismin yardımları vardı. Shagrath davul ve vokallerde (ve beşinci şarkıda gitarda), Silenoz gitar ve vokallerde, Tjodalv gitarda, Tristan bassta, Aarstad ise klavyede ve efektlerde şarkıları icra eden isimlerdi.

1996’da black metal tarihinin önemli albümlerinden biri olan "Stormblåst"’ı yayınladılar. Bu albüm, Dimmu Borgir’ın diğer birçok melodik black metal grubundan daha başarılı olduğunun göstergesiydi. Bugünkü tarzlarına doğru büyük bir adım attılar. Olgun şarkı sözleri, klasik müziğin güçlü etkisi ve mükemmel bir müzik... "Stormblåst" ile Dimmu Borgir hızını arttırmış ama atmosfer ve melodiyi yerli yerinde tutmasını bilmiştir. Bu albümde; Shagrath lead Gitar ve vokalde, Silenoz ritim gitar ve vokalde, Tjodalv davul ve perküsyonda,Tristan bass gitarda, Aarstad ise klavye ve piyanoda karşımıza çıkıyordu.

Topluluğun ilk iki albümünde şarkılar Norveççeydi. Daha sonra bütün dinleyicilerin anlaması ve daha geniş bir kitleye hitap edilmesi açısından sözler İngilizce olarak yazılmaya başlandı.

"Stormblåst" dan sonra 1996’da Dimmu Borgir "Devil’s Path" isimli bir MiniCD yayınladı. 4 şarkıdan oluşan bu çalışmaya adını veren "Devil’s Path" isimli parça, büyük beğeni toplamış, kalitesiyle dikkat çekmişti. Bu albümde bassa Tristan yerine Nagash geçti. Stian Aarstad askere gittiği için klavye işlerine katılamadı. Albüm; gitarda Shagrath, vokal ve klavyede Silenoz, davulda Tjodalv ve bassta Nagash ile kaydedildi.

1997’de Dimmu Borgir çok başarılı bir çalışmaya daha imza attı: "Enthrone Darkness Triumphant". Black metal dünyasının en önemli 10 albümünden biri sayılabilecek olan çalışma, daha büyük bir firmadan, Nuclear Blast’tan çıkmıştı. Çünkü önceki firma dağıtımda yeterli performansı sağlayamamış, istenilen satışı gerçekleştirememişti. "Enthrone Darkness Triumphant" 150.000’den yüksek bir satış rakamına ulaştı. Dimmu Borgir artık black metalin en büyük isimlerinden biriydi. Hala sert, melodik ve agresif... Bu arada albümdeki "Tormentor Of Christian Souls" parçasının sözlerinin neden CD kitapçığında olmadığı merak konusu olmuştu. Bunun nedeni, Nuclear Blast’ın, sorun çıkmasından çekinerek şarkının sözlerini basma sorumluluğunu üzerine alamamış olmasıydı. Dimmu Borgir çalışmaları arasında önemli bir yeri olan bu albümde; Shagrath gitar ve vokallerde, Silenoz gitarda, Tjodalv davulda, Nagash bassta, Aarstad klavye ve piyanoda çalışmıştı.

"Enthrone Darkness Triumphant" kayıt edildikten sonra, Shagrath’ın canlı performanslardaki vokal ve sahne etkinliğinin artmasını sağlamak amacıyla gruba sezonluk olarak Astennu dahil edildi. Gitarlarda etkin olan bu isim, daha sonra grubun daimi üyesi olacaktı.

Dimmu Borgir,"Enthrone Darkness Triumphant" turundan sonra bi küçük tur daha yaptı ve bu program esnasında Tjodalv ailesiyle ve yeni doğan çocuğuyla daha fazla zaman geçirebilmek için birkaç aylığına gruptan ayrılmak durumunda kaldı. Onun yerine Auro Noir’den Aggressor sezonluk davulcu olarak alındı. Bu isim, şarkılara çok çabuk adapte oldu. "Enthrone Darkness Triumphant" turu sırasında bazı konserlerde sorun çıkaran Aarstad kendini kapının önünde bulmuştu. Onun yerine; Therion ve Ancient ile de çalışmış olan Kimberly Goss geldi. Ancak sezonluk bi klavyeci olduğundan gruptan kendi isteğiyle ayrıldı. Bu kez de Mustis adlı genç bi müzisyen katılmıştı gruba. İlk konseri de Dynamo Open Air 1998 festivalinde olmuştu.

Mustis önceden herhangi bi grupta çalmamış olmasına karşı Dimmu Borgir’a önemli katkılar sağlamayı başardı. "Spiritual Black Dimensions" albümünde de ağırlığı ciddi şekilde hissedilmektedir. Şarkıların % 60’ı klavye üzerinde bestelenmişti.

1998’de Nuclear Blast etiketiyle "For All Tid" albümü, bazı eklentilerle tekrar yayınlandı. "Inn I Evighetens Morke" albümünden de 2 parça, bu çalışmada yer almıştı. Aynı yıl Dimmu Borgir bi MiniCD daha çıkardı. 2 yeni, 2 eski, 1 cover ve 3 canlı performanstan oluşan Nuclear Blast etiketli bu albümün adı "Godless Savage Garden" idi. Norveç’in Grammy’si olarak kabul edilebilecek olan "Spellemannsprisen"de bu çalışma için oldukça iyi bir değerlendirme yapılmıştı. Ancak The Kovenant ve Mundanus Imperium’un albümleriyle birlikte aday gösterilen "Godless Savage Garden", ödülü Kovenant’ın "Nexus Polaris"’ine kaptırdı.

Hayranlarının sabırsızlıkla beklediği "Spiritual Black Dimensions" albümü, adı pek fazla duyulmamış olan Abyss Sütüdyoları’nda kaydedildi. Dimmu Borgir, göze çarpan, büyüleyici bir albüme imza atmıştı. Ve Phantasmagoria ilk kez Dynamo 1998’de çalındı. Bir diğer şarkı da "Beauty In DarknessVol. 3" derlemesindeki "The Insight And The Catharsis" idi. Bu da albüm piyasaya sürülmeden ortaya çıkmıştı. 1 Mart 1999 tarihinde beğeniye sunulan "Spiritual Black Dimensions" albümü, büyük yankı uyandırdı. Dimmu Borgir’ın karanlık krallığının tahtının tek sahibi olduğu bir kez daha kanıtlanıyordu.

Bir kesim, Dimmu Borgir’ın müziğinin nereye gittiğini tam kestirememiştir. Ancak krallar, tarihlerindeki en iyi albümü yapmışlardı. Nagash, The Kovenant’a tam anlamıyla konsantre olabilmek için gruptan ayrıldı ve yerine Simen Hestnaes geldi. Operatik vokalleriyle gruba yeni şeyler katan Simen, bir süre sonra grubun değişilmez elemanı olacaktır. Piyasada fırtına gibi esen, Dimmu Borgir’a altın çağını yaşatan "Spiritual Black Dimensions"; vokalde Shagrath, gitarda Erkekjetter Silenoz, lead gitarda Astennu, davul ve perküsyonda Tjodalv, bassta Nagash, klavye ve piyanoda Mustis kadrosuyla oluşturulmuştu.

"Spiritual Black Dimensions" albümü yayınlandıktan bir ay sonra "Old Man’s Child"la bi albüm daha yaptılar. "Sons of Satan Gather for Attack" adlı çalışmadan sonra, aynı ay içinde, Astennu’nun yan projesi olan "Carpe Tenebrum, Mirrored Hate Painting" albümünü yayınladılar. Burada Nagash ın vokalleri yer aldı. Müzik, Dimmu Borgir müziğine çok yakın olmakla beraber biraz daha hızlıydı.

1999 başlarındaki New Jersey ve Montreal konserlerinden sonra; Tjodalv, gruptan ayrılmasının herkes için en iyisi olacağı görüşünü belirtti. Nedenleri müzikal açıdaki değişikliği ve bakması gereken bir ailesi olmasıydı. Onun yerine kimin geleceği belliydi; Cradle Of Filth’in eski davulcusu Nick Barker. Nick, henüz Borknagar’la olan Kuzey Amerikadaki "Kings Of Terror" turunu tamamlamıştı.

Dimmu Borgir 2000 yılının Mart ayında yeni albüm kayıtları için Abyss sütüdyosuna girmeyi planlıyordu ama bu gerçekleşmedi. Çünkü yeni materyali tamamlamak için zamana ihtiyaçları vardı. Finansal problemler söz konusuydu, Nick hala İngiltere’de yaşıyordu ve her istediğinde Norveç’e gelmesi mümkün değildi. Kişisel sorunlar yüzünden Astennu gruptan atıldı ve yerine Norveç black metal müziğinin önemli gitaristlerinden Galder geldi. Bu değişikliklerden bir süre sonra aynı yılın sonbaharında İsveç’teki Fredman Stüdyosu’na girdiler. (At The Gates, In Flames, Dark Tranquillity gibi topluluklar burada kayıt yapmıştır.) Ve yine oldukça kaliteli bir işle dinleyenlerinin karşısına çıktılar: "Puritanical Euphoric Misanthropia". Ürkütücü atmosferiyle hayranlarını kendilerinden geçiren bu albüm, büyük bir kesime göre Dimmu Borgir’ın o güne kadarki en iyi albüm çalışmasıydı. Şarkı yazma işi en yüksek noktaya ulaşmıştı artık. "Blessings Upon The Throne Of Tyranny", "Kings Of The Carnival Creation", "The Mealstrom Mephisto" ve "Architecture Of A Genocidal Nature" parçaları bu açıdan özellikle dikkat çeken çalışmalardı.

Bazı parçaları Göteborg senfoni orkestrasıyla kaydetmişlerdi. Sonuç; mükemmel gitar işleri ve dinamik klavyeler... Nick Barker, şarkılarda patlamalar yaratmış, basta mükemmeliğe ulaşan Hestnaes çok iyi geri vokal icra etmiş, Shagrath’ ın korkutucu vokalleri, Dimmu Borgir müziğini zirveye çıkarmıştır.

Grup, Mart 2001’de yollara düştü ve yüzbinlerce hayranına müthiş gösteriler sundu. 2001 sonbaharında 11 Eylül saldırısı nedeniyle turlarını yarıda kestiler. 26 Ekim 2001 de Alive in Torment adlı canlı performans albümlerini çıkardılar. Çalışmanın içeriğini şu parçalar oluşturdu; "Tormentor of Christian Souls", "The Blazing Monoliths of Defiance", "The Insight and the Catharsis" ve "Puritania and The Maelstrom Mephisto...

8
Müzik / Deep Purple
« : 15 Mart 2008, 12:05:34 »


Deep Purple 1968 yılında Searchers topluluğunun davulcusu Chris Curtis önderliğinde kurulan efsanevi Deep Purple, ilk aşamada tuşlu çalgılarda Jon Lord, bas gitarda Nick Simper ve gitarist Richard Hugh (Ritchie) Blackmore'dan kuruluydu.

İlk olarak Roundabout ismiyle tanındılar. Bir kaç gün içinde Curtis ayrıldı. Dave Curtis ve Bobby Woodman da isteneni veremeyince onların boşaltıkları yerler Rod Evans ve Ian Paice tarafından dolduruldu. Deep Purple adını aldılar ve kısa bir İskandinavya turundan sonra, topluluk ilk albümünü kaydetmeye koyuldu. "Shades Of Deep Purple" "Hey Joe" ve 45'likler listesinde zirveye oynayan "Hush" gibi meşhur parçaların yeniden sunumlarını barındırıyordu. Yabancı topraklarda ünleri daha hızlı yayılan grubun uzun turneleri sona erdiğinde kendi ülkelerinde tanıtıma devam ettiler. Tina Turner, Neil Diamond gibi isimlerle birlikte çalışmalar da yapan Deep Purple kendi belirlediği çizgiyi korumaya da özen gösterdi.

1969 temmuzunda, Evans ve Simper, Episode Six'ten gelen Ian Gillan ve Roger Glover ile yer değiştirdi. Klasik Deep Purple olarak akıllara kazınacak bu yeni kadro Lord'un yazdığı "Concerto For Group And Orchestra"yı Londra Fiarmoni Orkestrası ile kaydettiler. Ardından gelen ve "Speed King" ve "Child In Time" gibi parçaları içeren "Deep Purple In Rock" çalışması topluluğun ağır metal türünün vazgeçilmezleri arasında yer alacağını duyuruyordu. Gillan'ın güçlü sesi müziklerine yeni bir boyut kazandırmış oluyordu. Bu yeni kazanılmış şöhret Avrupa kıtasında "Black Night" ile iyice perçinlenecekti. "Strange Kind Of Woman" listelerde iyi bir noktaya gelen bir başka çalışma oluyordu. "Fireball" ve "Machine Head" ise zirveye adını yazdıran iki albüm oldu. Son saydığımızın içindeki parçalardan biri olan "Smoke On The Water" sert rock müziğin tarihine geçmiş bir çalışma olma başarısını gösterecekti... Albüm aynı zamanda topluluğun kendi kurduğu Purple Plakçılıktan çıkan ilk albüm oldu. Platin plak ödüllü "Made In Japan" canlı sunumlarıyla neler başarabileceklerini çok iyi ortaya koyuyordu.

Üyelerin kendi aralarında ise ipler son derece gergindi. "Who Do We Think We Are!" bu çok başarılı kadronun bitişinin habercisi olacaktı. Gillan ve Glover'ın ayrılışı, David Coverdale ve Glenn Hughes'in gelişiyle yeni özellikler kazanan topluluğa yine de epey pahalıya mal olacaktı. "Burn" ve "Stormbringer" İlk 10 listesinde başarılı oldular. Blackmore'un istediği bu değildi. Gidişattan memnun olmayan Blackmore 1975 mayısında Rainbow'u kurmak amacıyla Deep Purple'dan ayrıldı. Bir anlamda onu yetim bıraktı. Tommy Bolin Mor Topluluk'a "Come Taste The Band" albümünde eşlik etti. Ne var ki, farklı tarzlarının birlikte yürümesi mümkün değildi. Deep Purple üyeleri yol ayrımındalardı. Sonuç olarak her biri farklı bir yol izleyerek müzik yaşamlarına kendi oluşturdukları topluluklarda ya da başka müzisyenlere eşlik ederek devam ettiler. Madde bağımlısı Bolin ise bir kaç ay sonra uyuşturucudan öldü.

"En İyileri" albümleri, toplama çalışmalar, Deep Purple'a doyamayanları bir süre daha oyaladı. 1984 yılında Gillan, Lord, Blackmore, Glover ve Paice "Perfect Strangers" çalışmasını tamamladıklarında bir "yeniden birleşme" rüzgarı siyordu. İkinci bir deneme "The House Of Blue Light" ise Gillan ile Blackmore arasındaki bir tartışmadan dolayı başlar başlamaz bitiverdi. Rainbow eski üyesi Joe Turner, Gillan'ın boşalttığı yeri 1990 yılının Deep Purple'ı yeniden canlandıracak "Slaves And Masters" albümü sırasında doldurdu. Gillan 1993'te topluluğa yeniden katıldıysa da hemen ardından ayrılıverdi. Yolgeçen hanına dönen Deep Purple'ı, "babası" Blackmore, yine bıraktığında bu sefer yerini bir başka yetenekli isim Joe Satriani alıyordu.

1996'daki "Purpendicular"ı kaydeden kadro Steve Morse, Lord, Gillan, Glover ve Paice'den oluşuyordu. Şimdi ise Morlar, yapımcılarının peşi sıra çıkardıkları toplama albümlerle; "altın diskler", "binyılın seçmeleri", "özel bölümler" ile müzik severlerin karşısına çıkıyor...

Deep Purple, Led Zeppelin ve Black Sabbath gibi öncü topluluklardan önce ağır metal basit, kaba bir müzik türüydü. Bu topluluklarla birlikte ağır metal yeni, daha soylu bir kimlik kazandı.

9
Müzik / Amorphis
« : 15 Mart 2008, 11:58:14 »




Amorphis ismini "belirli bir şekli olmayan" anlamına gelen Aamorphous'tan alıyor. Finlandiya'nın en yaratıcı, en çok takdir gören grubu, ve kesinlikle 13 yıldır çok başarılı işlere imza atıyorlar.Şarkılarını '70'lerin progressive rock gruplarının daha modern hali gibi sunuşları var.Amorphis şarkılarında harita edilmemiş şehirlere uçmaktan ve geçmişe dönmekten korkmuyor.Grup her zaman günün trendinden uzak durmuş, ve heryerde bulunan cinsten, yani aynı gitar ritmlerini aynı vokali kullanan gruplardan, kısacası taklitçilerden uzak durup nadir bulunur bir grup olduğunu her zaman belli etmiştir. Grup, gitarist Esa Holopainen ve davulcu Jan Rechberger ikilisi tarafından kuruldu. İkili çok kısa bir sürede vokalist/gitarist Tomi Koivusaari ve basist Olli-Pekka Laine'yi gruba dahil etti, ve Amorphis ilk ve tek demosu olan "Disment Of Soul"u 1991 yılının ortalarında kaydetti.Bu demo daha tazeliğini korurken grup Relapse Records ile multi-album anlaşması yaptı ve çok kısa bir zamanda 6 şarkı için kayıtlara girdi, ve 7" ep'si piyasaya sürüldü.

Amorphis adeta merdivenleri tek tek çıkarak işini sağlam yapıyordu.Bu iki çalışmanın ardından (demo ve 7") ilk albümleri The Karelian Isthmus'u kaydedip bizlere sundular. The Karelian Ishtmus" eski bir Fin savaş alanının ismiydi. Görkemli ve dokunaklı atmosferik death metal ve doom riflerinin bütünleşmesiyle, ıstırap ve acı kusan bir vokal ve başka dünyalardan gelmiş klavyenin tınıları ve grupça maceraperest bir ruh Amorphis'in tanımı olarak sizlere sunulabilir.

Grup yeni albüm kayıtlarına başlamadan önce Relapse Records grubun demo'sunu Privilege Of Evil ismi altında tekrar piyasaya sunma kararı aldı (1993)

1994'te Amorphis büyük bir cesaretle, tarzına etnik Fin müzikal öğelerini de katmaya başladı ve müzik yapısını oldukça zenginleştirdi.Grup bir defa daha Sunlight Stüdyolarına girdi ve 1994'ün başyapıtlarından biri olan Tales From The Thousand Lakes'i bizlerle paylaştı. "Ulusal Fin Şiir Kitabı"ından anonim şiirler kullanmaya başlayan grup, heavy metal, doom, death ve 70'lerin progressive'ini bir potada eriterek eşsiz işler yapmaya başladı.
Amorphis birkaç defa Avrupa Kıtası'nı turladı ve 94'ün sonlarında ömürlerinde ilk defa Amerika Kıta'sının sahillerine doğru uzandılar. Klavyecinin sorumsuzlukları yüzünden grup eleman değişikliği yaşamak zorunda kaldı ve Kim Rantala gruba yeni klavyeci olarak dahil edildi.1995'te Black Winter Day Ep'sinin dağıtıma geçilmesiyle grup yeni albüm öncesi kısa bir dinlenme dönemine girdi.

1996'da grup umulanın da ötesinde bir çalışmaya imza atıp Elegy albümünü çıkardı. Albümdeki 11 şarkıda çok farklı gitar tonları kullanıldı. Bunun yanı sıra gruba yeni katılan clean vokalist Pasi Koskinen de dikkati çekti.Aynı zamanda yeni davulcu Pekka Kasari'nin performansı etkileyici olup, grubu da 6 kişiye tamamlamış oldu. Gösterişli albüm kapağında eski Fin sembolleri birleşimi kullanıldı. Elegy albümünde yine Fin edebiyatından lirikler kullanıldı ya da ilham alındı. The Kanteletar, 700 şiirden ve baladtan oluşan ve Fin geleneklerini tamamen yansıtan bir kitaptı.Şiirleri ağızdan ağıza nesillerce aktarılmıştı.Bazı şiirlerin binlerce yıllık olduğu rivayeti de dilden dile dolaşıyor. The Kanteletar, günlük olayları ele alıyor. Fin insanının filozofikal ve dinsel inançlarını...

1997'nin tamamı geneli Almanya ve Finlandiya'yı içeren turnelerle geçti.Ardından hemen hemen bir sene boyunca Amorphis sessizliğe gömüldü. 1998'in ikinci yarısında grup yeni albüm için yeni prodüktörleri Simon Effemy ile beraber stüdyoya gireceğini duyurdu. Klavyeci Kim Rantal'ın gruptan ayrılma kararının ardından stüdyo çalışmaları öncesi gruba yeni bir klavyeci dahil oldu. Yeni klavyeci Santeri Kallio daha önceleri bir başka Finli grup Kyyria'da çalıyordu. Yeni albümün ismi Tuonela'ydı; Tuonela mitolojide, ölülerin krallığı anlamına geliyor.Yeni albüm bir önceki çalışma olan Elegy'le örtüşen bir çalışmaydı ve Mart '99'da piyasaya sürüldü.

2001 yılında Am Universum albümünü çıkaran grup, Finlandiya'nın tüm müzik türleri arasında yapılan sıralamada, 4.'lüğe kadar yükseldi. Ayrıca bu albümden çıkan singleları Alone, ülkeyi tanıtan en iyi şarkı seçildi.Ayrıca Am Universum albümü ardından Amorhpis, Opeth ile Amerika kıtasını turladı.Bundan sonraki zamanda grup bazı Fin filmlerine soundtrack yaptı.

2003 senesinde grup EMI Records ile anlaştı.Bu anlaşmanın ilk meyvesi, yeni albüm Far From The Sun'dan ilk single Day Of Your Beliefs olacaktı. Vokalist Pasi Koskinen'in grupla son canlı performansı 21 Ağustos'ta Kontu Rock Fesival'de oldu.

2005'in ocak ayında gruba eski Evergreen vokalisti Tomi Joutsen katıldı. Son olarak grup kısa bir süre önce, 20.Nisan.2005'te daha önceleri çalıştığı müzik şirketi Nuclear Blast ile tekrar anlaştı.




10
Müzik / Aerosmith
« : 15 Mart 2008, 11:10:15 »


Amerika'nın en önemli rock gruplarından biri olan Aerosmith, 1970 yılında solist Steven Tyler'ın (Steven Victor Tallarico, 26 Mart 1948, New York USA) New Hampshire'da bir dondurmacı dükkanında çalışan gitarist Joe Perry'le (Anthony Joseph Perry, 10 Eylül 1950, Boston, Massachusetts, USA) tanışmasıyla başladı diyebiliriz. Tyler o sırada yaz tatili için, Trow-Rico'da ailesine ait yazlık dinlence yerinde bulunuyordu. O zamanlar bir grupta gitar çalan Perry, daha önce kendi grubu Chain Reaction'la 'When I Need You' ve William Proud And The Strangeurs adlı grupla da 'You Should Have Been Here Yesterday' adlı single'ları çıkarmış olan Tyler'a bir rock - caz topluluğunda yer alması için teklifte bulundu.

İkili artı basçı Tom Hamilton (31Aralık 1951, Colorado Springs, Colorado, USA) baterist ve yeni üye olan Joey Kramer (21 Haziran 1950, New York, USA.) ve gitarda Joey Tabano'yla birlikte grup ilk şeklini aldı. Fakat kısa bir süre sonra Tabano'nun yerine; Justin Tyme, Earth Inc. ve Teapot Dome and Cymbals Of Resistance'ın kurucu üyelerinden olan Brad Whitford (23 Şubat 1952, Winchester, Massachusetts, USA.) geçti. Nipmuc Regional High School'da ilk konserini veren grup bu konserden sonra adını Aerosmith olarak değiştirdi. Aerosmith'in başarısı kısa zamanda Boston'un dışına da çıkmaya başardı ve grup Max Cansas City'de verdikleri konser ardından Colombia / CBS Record's la kontrat imzaladı.

Grubun ilk albümü kendi adını taşıyordu ve 1973 yılında piyasaya çıktı. Bu albümden çıkan ilk single 'Dream On' başlangıçta listelerde 59 numaraya kadar yükselebilirken, 1973 yılının Nisan ayında 10 numaraya çıkmayı başardı.

Prodüktör Jack Douglas'la yapılan çalışma sonucu grubun ikinci albümü "Get Your Wings" 1974 yılının Haziran ayında piyasaya çıktı. Yurtçapında verdikleri konserlerle beşli adını duyurmaya devam ederken asıl başarıyı 1975 yılının Nisan ayında piyasaya çıkan ve dünya çapında 6 milyon kopya satan "Toys In The Attic"le kazandı.

Üçüncü albüm "Rocks" 1976 yılının Mayıs ayında piyasaya çıktı. Rocks, sadece Amerika'da 3 milyon kopya sattı ve albümler listesinde 5 numaraya kadar yükseldi. Albümden çıkan single 'Back In The Saddle' listelerde 40 numarada kaldı.

Aerosmith başarılı yükselişlerini, 1977 yılının Kasım ayında piyasaya çıkardıkları "Draw The Line" albümüyle pekiştirmelerine rağmen; eleştirmenler tarafından beklenilen olumlu yaklaşımı bulamadı ve grup, Led Zeppelin'in bir türevi olarak nitelendirilmekle kaldı. 1978 yılında Aerosmith, çok büyük bir özenle hazırlanan programlarını yavaşlatmak için Amerika'da daha küçük ve daha özel konser salonları kiralayarak bir turne düzenledi.

1978 yılında Aerosmith, "Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band" adlı filmde büyük bir başarı kazanan parçaları "Come Together"ı besteledi. Bu performansları ardından grubun '73 ve '78 yılları arasında verdikleri konserlerin bir toplaması olan ve grubun ilk live albümü olacak "Live Bootleg" piyasaya çıktı. Bu sırada Tyler ve Perry arasında çözüm bulunamayan sorunlar çıkmaya başladı.

1979 yılının Kasım ayında, "Night In The Ruts" albümünün piyasaya çıkmasının ardından Joe Perry kendi projesi olan "Joe Perry Project"i kurmak için gruptan ayrıldı.

1980 yılında gruba Jimmy Crespo katıldı, fakat bir sonraki yıl Brad Whitford; Ted Nugent'in kurucularından gitarist Derek St. Holmes'la gerçekleştirecekleri bir proje için gruptan ayrıldı.

1982 yılının Ağustos ayında, gruba yeni gelen Rick Dufay'la birlikte grubun bir sonraki albümü "Rock In A Hard Place" piyasaya çıktı. Fakat gözle görülür bir cansızlığın yer aldığı bu albüm, grubun diğer albümlerinin yanında pek de başarılı olamadı.

1984 yılında, 'Back In The Saddle' Turnesi sırasında, Perry ve Whitford gruba tekrar katılma kararı aldı. Aralarındaki düşmanlığa bir set çeken grup üyeleri bir sonraki yıl en uzun süre birlikte çalışacakları döneme de girmiş oldu.

1985 yılının Kasım ayında Aerosmith "Down Wıth Mirrors" albümünü Geffen Plak Şirketi'nden yayınladı ve ardından Tyler ve Perry uyuşturucudan kurtulabilmek için bir rehabilitasyon programına katıldı.Yayınlanan LP, çıkardıkları ilk iki albüm kadar başarılı bulundu fakat grup, 80'lerde ortaya çıkan bir çok kopya yeni rock grubunun gölgesinde kalmamak için soundlarını piyasanın yeni seslerine uydurmak zorunda kalmıştı.

1986 yılında Aerosmith, "Toys In The Attic" albümünde yer alan parça "Walk This Way"i ünlü rap grubu Run DMC ile birlikte tekrar kaydetti. Bu işbirliği uluslararası bir başarı kazandı.

1987 yılının Ağustos ayında piyasaya çıkan ve prodüktör Bruce Fairbairn'le hazırlanan "Permanent Vacation" grubun en fazla satan ve aynı zamanda İngiltere'de büyük etki yaratan albümlerinden biri oldu. Albümden çıkan 'Dude (Looks Like A Lady)' Amerika müzik listelerinde 14 numaraya kadar yükseldi.

1988 yılının Ağustos ayında, Aerosmith'in bir toplama albümü olan "Gems" piyasaya çıktı. Aynı yıl grup, MTV Müzik Ödülleri'nde "En İyi Grup" ve 'Dude(Looks Like A Lady)' parçalarına çektikleri kliple de "Klipte En İyi Sahne Performansı" ödüllerini aldı.

1989 yılının Eylül ayında Aerosmith, piyasaya çıkan "Pump" albümünde yer alan 'Janie's Got A Gun', 'Love In An Elevator' ve 'What It Takes' parçalarına çektikleri kliplerle o yıl adından en fazla bahsettiren gruplardan biri oldu. Albüm sadece Amerika'da 7 milyon kopya sattı. O yıl düzenlenen MTV Müzik Ödülleri'nde grup; 'Rag Doll' adlı parçalarına çektikleri kliple "En İyi Heavy Metal Video" ödülünü aldı.

1991 yılında grup ilk Grammy Ödülünü; 'Janie's Got A Gun' parçasıyla "En İyi Rock Performansı" dalında aldı. Aynı yıl, 'Pump' albümlerinin turnesinde Aerosmith, Sony Records'la anlaşma imzaladı. Eylül ayında ise, Boston Garden Hall Of Fame ödülünü kazandı ve 'The Other Side' a çektikleri kliple de MTV'de "En İyi Metal/Hard Rock Video" ödülünü aldı. Aynı yıl Kasım ayında Aerosmith'in "Pandora's Book" adlı seti yayınlandı.

Nisan 1993'de, Aerosmith'in "Get A Grip" albümü yayınlandı. Albümden çıkan single'lar 'Livin' On The Edge', 'Cryin', 'Crazy' ve 'Amazing' tüm dünyada çok büyük başarı kazandı. Albüm sadece Amerika'da 7 Milyon kopya sattı. Piyasaya çıkan Guns N'Roses gibi yeni gruplar Aerosmith'in artık eskidiğini göstermeye çalışsa da grup, gerek çıkardıkları albümler gerek sahne performanslarıyla onlardan geri kalır bir yanları olmadığını ispatlıyordu.

1994 yılının Kasım ayında piyasaya çıkan "Big Ones"; grubun eski hayranları için çok başarılı bir toplama albüm olmasının yanında, yeni neslinde grubun başarılı çalışmalarını tanıması için bir fırsattı. Grup, 90'lı yılların ortasında tekrar Colombia Records'la anlaşma imzaladı ve 1997 yılında kayıtları bir yıl süren albüm "Nine Lives"ı piyasaya çıkardı. Tyler albüm için, "Bu albüm beni, uzun zamandır gitmek istediğim yerlere kadar götürdü ve tekrar geri getirdi" dedi. Albümden 'Falling In Love (Is Hard On The Knees)' Şubat ayında piyasaya çıktı. Tyler, yarım yüzyıla gelen yaşı ve onunla aynı dönemden olan Jagger ve Springsteen'ın bitkin görünen hallerine rağmen sahnede hala eski günlerdeki gibi canlıydı.

Grup 1998 yılında Simpsons'ların 200. bölümünde yer aldı. Aynı yıl Ağustos ayında Diane Warren tarafından yazılan ve Armegeddon Filmi'nin soundtrackinde yer alan parça "I Don't Want A Miss A Thing" Amerika'da müzik listelerine 1 numaradan giriş yaptı ve 4 hafta boyunca 1 numarada kaldı. Aynı parça İngiltere Müzik Listeleri'nde de ilk ona girmeyi başardı. Ekim ayında grubun canlı performanslarının yer aldığı "A Little South Of Sanity" piyasaya çıktı.

2000 yılında ise Aerosmith, VH1 Müzik Kanalı'nın 2001 Mart ayında piayasaya çıkan "VH1: 100 Greatest Rock Songs" için 35 numarada yer alan parçaları "Walk This Way" ve 47 numarada yer alan parçaları "Dream On"un kayıtlarını yapmak için tekrar stüdyoya girdi.

2001 yılının Mart ayında Aerosmith'in "Just Push Play" piyasaya çıktı. Albümden çıkan ilk single 'Jaded' ise müzik listelerinde bir numaraya kadar yükseldi. Daha sonra 2002 yılında "O, Yeah! Ultimate Aerosmith Hits" ve 2004 yılında da "Honkin On Bobo" isimli albümlerini çıkarttılar ..

2003 yılında 'O, Yeah! – The Ultimate Aerosmith Hits' isimli best of albüm yayınlandı.

2004 yılında grup kariyerinin 25. albümü olan 'Honkin’ On Bobo' ile bir blues-rock albümü yayınladı. Albüm, grubun blues'da da iddialı olduğunun bir göstergesi oldu. Albüm sonrasında bir konser DVD'si "You Gotta Move in December 2004" ü çıkardılar.

2005'de Steven Tyler "Be Cool" filiminde oynadı. Aynı yıl Joe Perry solo albümünü çıkardı. 2006 Grammy Ödüllerinde, "Mercy" parçasıyla "En iyi erkek rock enstrümantal performansı" dalında ödül aldı.

2005, Aerosmith "Rockin' the Joint" CD/DVD'sini yayınladı. Grubun Lenny Kravitz'le yaptığı çalışmalar Amerika'da hızla tükendi. Aerosmith, baharda bir tur düzenlemeyi planlarken, üyelerden bazılarının rahatsızlıkları nedeniyle plan iptal edildi. 22 Mart 2006'da vokalist Steven Tyler'ın boğazından ameliyat olacağı ve turların ertelendiği açıklandı.

Tyler ve Perry 4 Temmuz nedeniyle Boston Pops Orkestrası ile bir konser verdi. Bu Tyler'ın ameliyat sonrası ilk performansıydı. Bu sırada, grup Mötley Crüe ile 2006 sonbaharında tura çıkacağını açıkladı.

24 Ağustos 2006'da Tom Hamilton'un da boğaz kanseri olduğu açıklandı.

17 Ekim 2006'da "Devil's Got a New Disguise - The Very Best of Aerosmith" albümü tamamlandı. Grubun yeni albümlerinin 2007 baharında tamamlanacağı açıklandı.

11
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 14 Mart 2008, 15:04:50 »
Pan'ın Labirenti =)

12
Müzik / Motörhead
« : 12 Mart 2008, 15:57:11 »


24 Aralık 1945’te dünyaya gelen Ian Fraster, yani bizim tanıdığımız adıyla Lemmy Kilmister, müzikle ilk tanıştığında henüz dokuz yaşındaydı. Bundan üç dört yıl sonra Lemmy gitarını kaptığı gibi ilk grubu Rainmakers and Motown ile çalışmalara başladı. “Black&The Rock in Vicars” veya sonraki adıyla “Vicars” adlı ikinci grubunu kurduğunda ise henüz 19 yaşındaydı. Daha sonra sırasıyla “Sam Gopal’s Dream” ve “Raga Rock” adlı gruplarda çalan, “Raga Rock” grubuyla bir de “Opal Butterfly” adlı albüm çıkaran Lemmy’nin bir sonraki durağı ünlü grup Hawkwind olacaktı. Basçı eksikliği yüzünden gruba misafir sanatçı olarak alınan Lemmy, Hawkwind’in beş albümüne imza atmış ve grubun vazgeçilmez elemanlarından biri olmuştu.
Fakat Lemmy’nin Amerika - Kanada sınırında üzerinde uyuşturucu yakalatması Hawkwind’den atılmasına neden oldu. Kötü gibi görünen bu olay aslında bir efsanenin, Motörhead’in temellerinin atılmasıydu.

Lemmy bu gelişmeden sonra Bastards adinda bir grup kurdu. Menejerinin önerisiyle grubun ismi Lemmy'nin henüz Hawkwind’deyken yazdigi şarkinin adiyla degiştirilerek Motörhead oldu. Lemmy yanina Phlilty Animal Taylor ve Larry Wallis'i de alarak Motörhead'in ilk albümü On Parole'u 1976'da kaydetti. Ne var ki bu albüm ancak 1979'da yayınlanabilecekti. On Parole ile gördüğümüz kadarıyla grubun soundu klasik rock'n'roll temelleri üzerine oturmuştu ama klasik rock’n’rolldan çok daha hızlıydı.

Daha sonra Fast Eddie Clark’ın gitarın başına geçip, Larry ile yolların ayrılmasıyla Motörhead’in efsanevi triosu oluşmuş oldu. Bu üçlü arka arkaya OverKill, Bomber, Ace of Spades ve Iron Fist adlı dört albümü yaptı. Sonuç tek kelimeyle mükemmeldi. Motörhead bu dört albümle ortalığı kasıp kavurdu. Bu dört ayrı klasik albümü birer veye birer buçuk yıllık aralıklarla yapmıştı grup, ve perfromansının en üst seviyelerindeydi. Grup bu albümlerle saf rock’n’roll’dan daha farklı bir tarza kaymıştı. Rock’n’roll’dan hard rock’a uzanan bir tarzdı bu. Ayrıca grup sadece stüdyoda değil, sahnede de başarılıydı ve şu anda bile en iyi live albümlerinden biri olarak gösterilen “No Sleep ‘til Hammersmith” 1981’de yayınlanmıştı. Bu, kesinlikle mükemmel bir konser albümüydü. Zaten benim Motörhead ile tanışmam da bu albümle olmuştu. 1981’de henüz hayatta değildim ama 1996’da albümü tesadüfen edinip dinlediğimde bu albüm beni fazlasıyla etkilemiş ve bir Motörhead fanı yapmaya yetmişti.

İşte tam grubun bu en verimli çağında Fast Eddie grubu bıraktı. Eddie’siz çıkan Another Perfect Day albümü yine aynı sounddaydı ama vasatı aşamamış bir albüm olarak çıktı fanların karşısına. Üstelik Fast Eddie'nin yerine Thin Lizzy'den gelen gitarist Brian Robertson konserlerde Motörhead klasiklerini çalmayarak fanların büyük tepkisini toplamıştı. Suyu iyiden iyiye ısınan Robertson, gruptan kısa sürede ayrılacaktı. Ama bundan sonra çıkan Orgasmatron ve Rock’n’roll albümleri Another Perfect Day kadar başarısız değildi. İşte OverKill'den Rock'n'roll albümüne kadar olan bölümü Motörhead’in orta evresi olarak tanımlayabiliriz.
Albümler arasında küçük farklar olmasına rağmen genelde bu yedi albümlük seride Motörhead’in tarzı rock’n’roll ve hard rock arasında gidip geldi. Sound rock’n’roll olmasına rağmen ilk iki albümde bile Motörhead klasik bir rock’n’roll grubu değildi. Bunda en büyük faktör ise tabii ki Lemmy’nin o eşi benzeri bulunmayan vokaliydi. Enstrümanlar klasik rock kalıplarında olmasına rağmen Lemmy’nin vokali müziği çok farklı noktalara götürüyordu. Zaten daha sonra Phill Taylor’un dediği gibi Motörhead ne hard rock, ne death metal, ne black, ne white metal değildi, heavy metal hiç değildi. Grup soundunu heavy rock olarak tanımlıyordu.

Motörhead'te köklü değişimler oluyordu. Another Perfect Day sonrası grubu bırakan Phill Taylor Orgasmatron albümünde Pete Gill'e ödünç verdiği bagetlerini Rock’n’roll albümünde geri alacaktı. Ayrıca Orgasmatron albümünde Motörhead bir geleneğini bozuyor, grup ilk kez üç kişiden dört kişiye çıkartılıyordu. Another Perfect Day’deki performans ve tavırlarıyla hem Lemmy’nin hem de fanların sabrını taşıran Brian Robertson yerine gruba iki yeni gitarist dahil olmuştu. Phill Campbell ve Wurzel adlı iki yeni gitaristin etkileri Orgasmatron'da pek belli olmasa da, Rock'n'roll albümünde kendini göstermeye başlamıştı. Rock’n'roll albümünü eline alan fanlar Orgasmatron albümünde yer almayan Phill Taylor'un gruba gelmesini büyük bir sevinçle karşıladılar. Grubun efsanevi bateristi yeniden evindeydi artık. Ve artık bence grubun en verimli kadrosu kurulmuş oldu. Oldu olmasına ama Rock'n'roll albümü yine o eski sounddaydı. Kimsenin buna itirazı yoktu aslına bakarsanız; ama ikinci gitar gereksizdi bu tarz için. Tek gitarla da çok rahat yapılabilirdi bu müzik, ikinci gitar çok fazla katkı sağlayamıyordu.

Lemmy de aynı şeyi düşünmüş olacak ki Rock’nroll albümünden tam dört yıl sonra çıkan 1916 albümüyle birlikte fanlarına çok büyük bir sürpriz yapmıştı. Artık Motörhead orta evresini tamamlamış, bir sonraki evreye geçmişti 1916 albümüyle. Eski Motörhead'ten çok aşırı farklı olmasa da yine de farklıydı bu tarz. Bir kere ikinci gitar çok güzel oturtulmuştu artık sounda. Motörhead’in heavy rock tanımlaması da işte tam bu sırada geldi Phill Taylor’dan. Son derece melodik bir hard’n’heavy albümüydü karşımızdaki. İçinde rock'n'roll'dan heavy metale, blues'dan hard rock'a kadar birçok öğe taşıyordu bu albüm ve sonuç tek kelimeyle mükemmel olmuştu. Benim en sevdiğim Motörhead albümü olan 1916’da eskiden farklı olarak bir de baladlar vardı, Motörhead ilk kez balad deniyordu ve sonuç son derece başarılıydı. Love Me Forever ve epik bir yapıda olan ve albümle aynı adı taşıyan 1916 fanlar tarafından da beğeniyle karşılanmıştı.

1916'dan sonra çıkan March ör Die ve Bastards albümleri (Lemmy'nin içinde kalmış olacak ki albümün adını Bastards koydu) Philty Animal Taylor'un 1916'dan sonra gruptan geri dönmemek üzere tekrar ayrılmasına rağmen aynı başarıyı devam ettirdi. Bu üç albümlük seri gerçekten geçmişteki dört albümlük seri kadar başarılı olmasa da yine de bayağı başarılıydı.

Her çıkışın bir inişi vardır. Motörhead yine üç albümlük bir seriye giriyordu. Grubun dördüncü evresi, Sacrifice albümüyle birlikte başlamış oldu. Sacrifice, diğer albümler kadar başarılı değildi, ayrıca grup o melodik soundunu terkediyordu yavaş yavaş. Kısacası Sacrifice albümü vasatı aşamadı. Sacrifice’dan sonra gelen Overnight Sensation ve Snake Bite Love da Motörhead'in eski günlerini çok ama çok aratıyordu fanlarına. Bu arada Overnight Sensation’da Wurzel’in ayrılmasıyla grup yine üç kişi kaldı. Kaldı kalmasına ama Motörhead'in müziği iyice monotonlaştı. Melodi kayboldu. Fanlar arasında Fast Eddie ve Phill Taylor’u gruba geri isteyenlerin sayısı giderek çoğalmaya başladı. Snake Bite Love yine de çok kötü değildi ama dediğim gibi, eski Motörhead'i aratıyordu. Bu arada özeleştiri yapmam gerekirse, Shit’zine’in ilk sayısında kritiğini yaptığım bu albümü, bir Motörhead fanı olarak, subjektif bir biçimde, Motörhead’e toz kondurmadan kritiklemiştim, gerçekten de toz konduramıyordum. Bence çok felaket bir albüm değildi ama ortada bir gerçek vardı ki Motörhead eski halinden çok uzaklardaydı. Bu üç albümlük evrede rock'n'roll ve blues etkileri kaybolmaya yüz tutmuş, dolayısıyla da ortaya sert ama yavan bir sound çıkmıştı. Melodik parçalar azınlıktaydı ve açıkçası grubu sadece Lemmy’nin o efsanevi sesi , bası ve karizması götürüyordu.




13
Müzik / Porcupine Tree
« : 12 Mart 2008, 15:44:37 »




Pink Floyd'dan beri en çok heyecanlandıran gruplardan birisidir Porcupine Tree. Müziklerini anlatmak oldukça zor olsa gerek ama deneyelim. Pink Floyd'un sizi uzaklara alıp götüren Psychedelic soundunu alın, üzerine Opeth'in clean vokal partisyonlarını ekleyin, harika melodiler, mükemmel besteler, olağanüstü bir kayıt kalitesi ekleyin ortaya Porcupine Tree çıkıyor. İngiltere'nin son yıllarda çıkarttığı en yaratıcı ve üretken gruplardan bir tanesidir. Az önce tanımını yaparken grubun Opeth'in metal olmayan yüzünü anımsattığını söylemiştik ki bu sadece basit bir benzerlik değildir. Grup elemanlarının Opeth'in esas oğlanı Mikael Åkerfeldt ile de sıkı fıkı bir arkadaşlıkları mevcut. Hatta Deadwing albümünde Mikail misafir sanatçı olarak bile yer alıyor. Grup, ilk EP'sini yayınladığı 1989yılından beri 10 tane stüdyo albümü, 17 tane EP ve çok sayıda DVD, Live albüm, boxset çıkartmıştır.

Grubun müziğinde derin bir melankoli mevcuttur. Bol delay'li gitar, klavye, gerektiği kadar bilgisayar efekti, zaman zaman distortion gitar, harika bir vokal grubun genel karakteristiğidir. Grubun mutlaka edinilesi albümleri In Absentia(2002), The Sky Moves Sideways(1995), Deadwing (2005), Stupid Dream (1999) albümleridir. Grup genelde çok hafif bir psychedelic sound tutturmuşsa da Deadwing albümünde gerektiğinde metal de yapabildiğini göstermiştir. Bazı parçaları resmen Progressive Metal olarak sııflandırlabilir.

2007 albümü Fear Of A Blank Planet ise grubun hem en sert hem de en hafif albümü. Bazı gitar partisyonları Deadwing'den bile daha sert. Fakat bazen de öylesine sakin ve uslu çocuklar oluyorlar ki Porcupine Tree'nin ne kadar klas bir grup olduğunu her dinlediğimizde tekrar şaşırıyoruz. Şarkıları ele alırsak.

Albümde 1 tanesi 17 dakika olmak üzere 6 tane şarkı var. Şarkılar genelde 7 dakika üzeri uzunlukta. Bu sebeple Porcupine Tree dinlemeye doyacağınızı söyleyebilirim. Açılış parçası albümün ismini taşıyor. Akustik gitar ile başlıyor. Üzerine davul ritim giriyor. Elektrik gitar bol chorus'lu sounduyla melodiyi bir miktar daha kompleks hale getirdikten sonra vokalde Steven Wilson, özellikle Deadwing'den alışık olduğumuz Porcupine Tree vokal sounduyla bizleri karşılıyor. Parça bir miktar tekdüze ve sıkıcı ilerliyor. Beklediğim kadar iyi bir açılış olmadığını kabul etmeliyim. 2. parçada(My Ashes) Porcupine Tree melankoliyi tavana vuruyor. Hoş bir balad olduğunu söylemeliyim. Öylesine uydurmasyon insanları ağlatalım nasıl olsa tutar hesabına bir balad değil. Gerçekten dinlenesi. 3. parçada (Anesthetize) Porcupine Tree neler yapabileceğinin tamamını tek bir parçada göstermeye girişiyor. Senfonik Rock, Psychedelic Rock, Heavy Metal, Pop her tür müziği deniyor ve mükemmel bir şekilde harmanlıyor. Albümün en iyi parçalarından birisi olduğu kuşkusuz. Şarkının yumuşak başlayıp ortada sertleşip, tempoyu artırışı ve sonda tekrar başladığı yere dönmesi gerkekten de çok başarılı. 17 dakika boyunca sizi alıp başka yerlere götürmeyi başarıyor. 4. parça (Sentimental), çok hoş bir piyano ile başlıyor ve üzerine çalan drumset ve vokal ile devam ediyor. Gitar ancak 1:30 dakika civarı devreye giriyor. Şarkı ilerledikçe zaman zaman sertleşiyor, yükseliyor ve ardından tekrar alçaltıyor. Bir diğer hoş parça. 5. parçada(Way Out Of Here) albümdeki en iyi gitar sololarından birisine tanık oluyoruz. Son parça(Sleep Together) ise uzun bir intro niteliğinde neredeyse. İlginç denemelerini bu parçaya saklamışlar denilebilir.

Albümde en göze çarpan parçalar benim fikrimce My Ashes, Anesthesize ve Sentimental. Ama uyarmadı demeyin, siz dinlediğinizde fikriniz tamamen farklı seçimleriniz olabilir. Porcupine Tree'nin herkese verebileceği farklı his/mesajları mutlaka vardır.

Porcupine Tree grubuyla tanışmadıysanız. Opeth seviyorsanız, Marillion seviyorsanız, Pink Floyd seviyorsanız, Peter Gabriel'li Genesis'i seviyorsanız, bence hemen acele edip grubun 2007 albümünü(Fear Of A Blank Planet) edinmelisiniz.


http://www.umutgokbayrak.com/page7/files/category-16.html


14
Müzik / Ynt: Mavi sakaL.*
« : 12 Mart 2008, 14:30:42 »
İki Yol ...

hostur sevılır saygı duyulur ..

15
Müzik / Ynt: Starsailor
« : 12 Mart 2008, 14:26:36 »
four the floor (bkz:bole mıydı acaba yazılısı) da cok ho$ bı parca (: ne demek cıcı.

Sayfa: [1] 2 3 ... 10