Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Apocalyptique

Sayfa: [1] 2 3
1
Düşler Limanı / Sürükleniş (Zaman)
« : 27 Mart 2008, 20:02:10 »
Zaman öyle çabuk geçiyor ki..Tutunamıyor ve kaçırıyoruz hayatı.Her şeyden ve herkesten o kadar kopmuşum ki,sürüklenmeyi bıraktığımda yalnız kalınca anladım..Öylesine yalnız öylesine yaralıymışım ki ; kanlarım gözyaşlarıma erişti.
O kadar çok ağlamış o kadar kırılmışım ki..İnsanlarla bir araya gelince,hala o saf mutlulukların açık kaprislerin ve kaybetme korkusu olmadan yaşayanları görünce anladım.O kadar çok değişmiş ve inançsız kalmışım.Bir alevin peşinden koşmuş onu yakalamış ve onunla yanmışım..Ateşi bana atınca kaçıp gidenlerin ardından paramparça kalmışım..Yanmış kül olmuş varlığımdan çıkmışım.Ruhum,bir yamalı elbise misali kendi kendini idare etmeye çalışmış fakat başkaları bana o kadar muhtaçmış ki kafamı kaldırınca gördüğüm gözyaşlarında anladım.
Bazı şeyler kendimden önce başkalarını düşünmekmiş,hiç karşılığını görmezcesine..Şimdi kanım son damlasına kadar akmış,gözyaşlarım kurumuş ve arda kalınmış bir vaziyette buldum.İnsanlar benden bir şeyler yapmamı yeniden başlamamı bekliyor hayata..

Ama artık öyle zor ki.Gidenin ardından onun bıraktığı anılarla başlamak…O kadar zor ki bu notayı duyunca seni hatırlamak.Gururuna yedirememek,ruhu acımak..

Aldatır ya insan –hiç anlamam- o anda kendini götürür çok uzaklara..Sen bunu yapınca gittin.Bense kaldım.Gidenin ardından bakmak çok zordu,gözyaşlarını kimseye gösterememek,damlaların içine akmasına izin vermek çok zordu.Hayat zormuş ya,aslında zor kelimesi yetmezmiş bu tarife.Acıymış hayat,neden ve kimin için yaşadığını bilmezcesine..

Şimdi yine gözyaşlarım akar içime,kimseler görmez.Notalar duyarım,hatıralar geçer gözlerimden,hiç kimse bilmez.Şimdi kalbim toparlanmayı bırakmıştır hayatım artık benden çıkmıştır,karmaşa ve kırgınlık içinde günlerde yağmur damlaları yazılarımın üstüne akar..Mürekkebim o kadar kuvvetlidir ki çıkmaz.Kelimelerimi öylesine acıyla kazırım ki bir tek onlar unutulmaz.

Ben yine yazarım yine yağmur yağar..Şimdi hayatlar geçer içimden,yaşanmışlıklar ve yaşanamayacaklar.Söylenmemiş sözler ve pişmanlıklar.Ah sen,baş pişmanlık derdim sana, ama sen hayatımdaki o önemli sıfatı hakketmiyorsun,hakketmek istemeye ne kadar çabalamış olsan da.

Bu uzun zamandan sonra sana yazılmış bir yazı.Şaşırtıcı,ama son bu biliyorum.Artık gidişlerini temizliyor küllerimi toparlıyorum.Havaya fırlatacağım onları ki insanlara ben yağayım,belki o zaman anlaşılırım belki birkaç teselli bulurum o zaman.Yaşamaya dair birkaç insan..

Zaman demiştim..Ne zaman başladı ne zaman bitti,neler gitti.Fark etmiyorum ben de kırıp geçiriyorum olsa gerek.Oysa ki öyle bana kalmalı ki zaman,sıkılmalıyım neler yapacağımı düşünmekten ve harekete geçmeliyim yeni benleri ilk kez de kendimi bulmalı sonra devam etmeliyim hayata.Kendime sımsıkı sarılmalı ve hiç gitme bir daha demeliyim.Yanımda kal,benimle..Bazen öp çoğu zaman anla beni..Sonra da hiç bakmamalıyım geçmişe,yaşamalı yaşamalı ve yaşamalıyım.Uzun cümleler kurmalı,ünlemler kahkahalar atmalıyım.İnsanların gözünün içine bakarak korkmadan utanmadan konuşmalıyım,konuşmalıyım ki ruhum açılsın,sesim çıkmalı ki insanlar bilsin,ben de varım!

Sonra biri gelmeli ve mürekkebimin acısını silmeli,yazdıklarım gitmeli,unutmalıyım unutmalıyım geçmişi.Demeli ki ben de yanındayım,hep..İnanmalıyım ona,bağlanmalıyım..O gerçek olmalı..

Gökyüzü ağlıyor şimdi,ben uzaktan bakıyor ve bekliyorum sadece.Sokaklarda el ele tutuşmuş çocuklara,savrulan ama asla yıkılmayan ağaçlara.Kıyıya vuran dalgaya,rengi canlanmış otlara..Gülüyor kahkaha atıyor ama yalandan yapıyorum,iyiymişim gibi,her şey olması gerektiği gibiymiş gibi gibi…

Şimdi şarkı çalıyor ve güçlendiriyor beni,şimdi hissediyorum umutlu geleceği.Uzun zamandan beri olmayan şeyler oluyor ve güneşler doğuyor yüreğime.Yasımın yağmurları terk ediyor buraları,beni gelecek olduğunu hala umduğum iyi günlere,uzun mutluluklara doğru insanlara bırakıyor.Hala karmaşık ve de karamsarım hala gözlerim dalıyor geçmişe ama biliyorum geçecek.Hepsi yitip gidecek öncekilerin olduğu gibi,her şey ve herkes geçmişte kalabilir ve ben bırakıyorum! Seni ve yaşanmışlıkları,sözleri ve yalanları,insanları bırakıyorum.Bu sefer arda kalan olmuyorum insanları ben bırakıyorum.Belki de bu öne geçme hırsımın faydasız çabası ama biliyorum bana iyi geliyor.İnsanlar özel ve yanlış ama biliyorum ben artık onlara ihtiyacım yok..Artık ruhumu bekliyorum,sabır çiçeğimi tazeledim ve huzur içindeyim.

Zaman mı demiştim,ah evet geçiyor…






*Anathema-One Last Goodbye..

2
Müzik / Dimmu Borgir
« : 15 Mart 2008, 12:10:43 »


Dimmu Borgir, 1993 yılında Shagrath, Silenoz ve Tjodalv tarafından kurulmuş bir melodik black metal grubu. Brynjard Tristan’ın basçı, Stian Aarstad’ın da klavyeci olarak katılmasıyla tam anlamıyla doğmuş olan Dimmu Borgir; Emperor, Cradle Of Filth ve Kreator kadar başarılı, kaliteli bir topluluktur.

Agresif gitarlar, yıkıcı davullar, dinleyenin tüylerini diken diken eden yırtıcı, melodik ve operatik vokaller, ürkütücü klavye melodileri, müthiş bir ahenk... İşte Norveçli grubun müziğini böyle tanımlayabiliriz. 80’lerin black ve heavy metal etkilerini taşıyan Dimmu Borgir, Wagner ve Dvorak gibi klasik müzik bestecilerinden de etkilenmiş.

Topluluk, piyasaya, 1994’te Necromantic Gallery Productions’dan çıkardıkları "Inn I Evighetens Morke" adlı çalışmalarıyla girdiler. Albüm büyük ilgi gördü ve birkaç haftada yüksek satış rakamlarına ulaştı. Black metal çevresinde artık adlarıduyulmuştu. Ve aynı yıl "For All Tid" isimli ilk uzun albümlerini hazırladılar. Yavaş, karamsar ve atmosferik bir kayıttı bu. Albümde Dødheimsgard’dan ldrahnand’a, Ved Buens Ende’den Vicotnik’e kadar birçok ismin yardımları vardı. Shagrath davul ve vokallerde (ve beşinci şarkıda gitarda), Silenoz gitar ve vokallerde, Tjodalv gitarda, Tristan bassta, Aarstad ise klavyede ve efektlerde şarkıları icra eden isimlerdi.

1996’da black metal tarihinin önemli albümlerinden biri olan "Stormblåst"’ı yayınladılar. Bu albüm, Dimmu Borgir’ın diğer birçok melodik black metal grubundan daha başarılı olduğunun göstergesiydi. Bugünkü tarzlarına doğru büyük bir adım attılar. Olgun şarkı sözleri, klasik müziğin güçlü etkisi ve mükemmel bir müzik... "Stormblåst" ile Dimmu Borgir hızını arttırmış ama atmosfer ve melodiyi yerli yerinde tutmasını bilmiştir. Bu albümde; Shagrath lead Gitar ve vokalde, Silenoz ritim gitar ve vokalde, Tjodalv davul ve perküsyonda,Tristan bass gitarda, Aarstad ise klavye ve piyanoda karşımıza çıkıyordu.

Topluluğun ilk iki albümünde şarkılar Norveççeydi. Daha sonra bütün dinleyicilerin anlaması ve daha geniş bir kitleye hitap edilmesi açısından sözler İngilizce olarak yazılmaya başlandı.

"Stormblåst" dan sonra 1996’da Dimmu Borgir "Devil’s Path" isimli bir MiniCD yayınladı. 4 şarkıdan oluşan bu çalışmaya adını veren "Devil’s Path" isimli parça, büyük beğeni toplamış, kalitesiyle dikkat çekmişti. Bu albümde bassa Tristan yerine Nagash geçti. Stian Aarstad askere gittiği için klavye işlerine katılamadı. Albüm; gitarda Shagrath, vokal ve klavyede Silenoz, davulda Tjodalv ve bassta Nagash ile kaydedildi.

1997’de Dimmu Borgir çok başarılı bir çalışmaya daha imza attı: "Enthrone Darkness Triumphant". Black metal dünyasının en önemli 10 albümünden biri sayılabilecek olan çalışma, daha büyük bir firmadan, Nuclear Blast’tan çıkmıştı. Çünkü önceki firma dağıtımda yeterli performansı sağlayamamış, istenilen satışı gerçekleştirememişti. "Enthrone Darkness Triumphant" 150.000’den yüksek bir satış rakamına ulaştı. Dimmu Borgir artık black metalin en büyük isimlerinden biriydi. Hala sert, melodik ve agresif... Bu arada albümdeki "Tormentor Of Christian Souls" parçasının sözlerinin neden CD kitapçığında olmadığı merak konusu olmuştu. Bunun nedeni, Nuclear Blast’ın, sorun çıkmasından çekinerek şarkının sözlerini basma sorumluluğunu üzerine alamamış olmasıydı. Dimmu Borgir çalışmaları arasında önemli bir yeri olan bu albümde; Shagrath gitar ve vokallerde, Silenoz gitarda, Tjodalv davulda, Nagash bassta, Aarstad klavye ve piyanoda çalışmıştı.

"Enthrone Darkness Triumphant" kayıt edildikten sonra, Shagrath’ın canlı performanslardaki vokal ve sahne etkinliğinin artmasını sağlamak amacıyla gruba sezonluk olarak Astennu dahil edildi. Gitarlarda etkin olan bu isim, daha sonra grubun daimi üyesi olacaktı.

Dimmu Borgir,"Enthrone Darkness Triumphant" turundan sonra bi küçük tur daha yaptı ve bu program esnasında Tjodalv ailesiyle ve yeni doğan çocuğuyla daha fazla zaman geçirebilmek için birkaç aylığına gruptan ayrılmak durumunda kaldı. Onun yerine Auro Noir’den Aggressor sezonluk davulcu olarak alındı. Bu isim, şarkılara çok çabuk adapte oldu. "Enthrone Darkness Triumphant" turu sırasında bazı konserlerde sorun çıkaran Aarstad kendini kapının önünde bulmuştu. Onun yerine; Therion ve Ancient ile de çalışmış olan Kimberly Goss geldi. Ancak sezonluk bi klavyeci olduğundan gruptan kendi isteğiyle ayrıldı. Bu kez de Mustis adlı genç bi müzisyen katılmıştı gruba. İlk konseri de Dynamo Open Air 1998 festivalinde olmuştu.

Mustis önceden herhangi bi grupta çalmamış olmasına karşı Dimmu Borgir’a önemli katkılar sağlamayı başardı. "Spiritual Black Dimensions" albümünde de ağırlığı ciddi şekilde hissedilmektedir. Şarkıların % 60’ı klavye üzerinde bestelenmişti.

1998’de Nuclear Blast etiketiyle "For All Tid" albümü, bazı eklentilerle tekrar yayınlandı. "Inn I Evighetens Morke" albümünden de 2 parça, bu çalışmada yer almıştı. Aynı yıl Dimmu Borgir bi MiniCD daha çıkardı. 2 yeni, 2 eski, 1 cover ve 3 canlı performanstan oluşan Nuclear Blast etiketli bu albümün adı "Godless Savage Garden" idi. Norveç’in Grammy’si olarak kabul edilebilecek olan "Spellemannsprisen"de bu çalışma için oldukça iyi bir değerlendirme yapılmıştı. Ancak The Kovenant ve Mundanus Imperium’un albümleriyle birlikte aday gösterilen "Godless Savage Garden", ödülü Kovenant’ın "Nexus Polaris"’ine kaptırdı.

Hayranlarının sabırsızlıkla beklediği "Spiritual Black Dimensions" albümü, adı pek fazla duyulmamış olan Abyss Sütüdyoları’nda kaydedildi. Dimmu Borgir, göze çarpan, büyüleyici bir albüme imza atmıştı. Ve Phantasmagoria ilk kez Dynamo 1998’de çalındı. Bir diğer şarkı da "Beauty In DarknessVol. 3" derlemesindeki "The Insight And The Catharsis" idi. Bu da albüm piyasaya sürülmeden ortaya çıkmıştı. 1 Mart 1999 tarihinde beğeniye sunulan "Spiritual Black Dimensions" albümü, büyük yankı uyandırdı. Dimmu Borgir’ın karanlık krallığının tahtının tek sahibi olduğu bir kez daha kanıtlanıyordu.

Bir kesim, Dimmu Borgir’ın müziğinin nereye gittiğini tam kestirememiştir. Ancak krallar, tarihlerindeki en iyi albümü yapmışlardı. Nagash, The Kovenant’a tam anlamıyla konsantre olabilmek için gruptan ayrıldı ve yerine Simen Hestnaes geldi. Operatik vokalleriyle gruba yeni şeyler katan Simen, bir süre sonra grubun değişilmez elemanı olacaktır. Piyasada fırtına gibi esen, Dimmu Borgir’a altın çağını yaşatan "Spiritual Black Dimensions"; vokalde Shagrath, gitarda Erkekjetter Silenoz, lead gitarda Astennu, davul ve perküsyonda Tjodalv, bassta Nagash, klavye ve piyanoda Mustis kadrosuyla oluşturulmuştu.

"Spiritual Black Dimensions" albümü yayınlandıktan bir ay sonra "Old Man’s Child"la bi albüm daha yaptılar. "Sons of Satan Gather for Attack" adlı çalışmadan sonra, aynı ay içinde, Astennu’nun yan projesi olan "Carpe Tenebrum, Mirrored Hate Painting" albümünü yayınladılar. Burada Nagash ın vokalleri yer aldı. Müzik, Dimmu Borgir müziğine çok yakın olmakla beraber biraz daha hızlıydı.

1999 başlarındaki New Jersey ve Montreal konserlerinden sonra; Tjodalv, gruptan ayrılmasının herkes için en iyisi olacağı görüşünü belirtti. Nedenleri müzikal açıdaki değişikliği ve bakması gereken bir ailesi olmasıydı. Onun yerine kimin geleceği belliydi; Cradle Of Filth’in eski davulcusu Nick Barker. Nick, henüz Borknagar’la olan Kuzey Amerikadaki "Kings Of Terror" turunu tamamlamıştı.

Dimmu Borgir 2000 yılının Mart ayında yeni albüm kayıtları için Abyss sütüdyosuna girmeyi planlıyordu ama bu gerçekleşmedi. Çünkü yeni materyali tamamlamak için zamana ihtiyaçları vardı. Finansal problemler söz konusuydu, Nick hala İngiltere’de yaşıyordu ve her istediğinde Norveç’e gelmesi mümkün değildi. Kişisel sorunlar yüzünden Astennu gruptan atıldı ve yerine Norveç black metal müziğinin önemli gitaristlerinden Galder geldi. Bu değişikliklerden bir süre sonra aynı yılın sonbaharında İsveç’teki Fredman Stüdyosu’na girdiler. (At The Gates, In Flames, Dark Tranquillity gibi topluluklar burada kayıt yapmıştır.) Ve yine oldukça kaliteli bir işle dinleyenlerinin karşısına çıktılar: "Puritanical Euphoric Misanthropia". Ürkütücü atmosferiyle hayranlarını kendilerinden geçiren bu albüm, büyük bir kesime göre Dimmu Borgir’ın o güne kadarki en iyi albüm çalışmasıydı. Şarkı yazma işi en yüksek noktaya ulaşmıştı artık. "Blessings Upon The Throne Of Tyranny", "Kings Of The Carnival Creation", "The Mealstrom Mephisto" ve "Architecture Of A Genocidal Nature" parçaları bu açıdan özellikle dikkat çeken çalışmalardı.

Bazı parçaları Göteborg senfoni orkestrasıyla kaydetmişlerdi. Sonuç; mükemmel gitar işleri ve dinamik klavyeler... Nick Barker, şarkılarda patlamalar yaratmış, basta mükemmeliğe ulaşan Hestnaes çok iyi geri vokal icra etmiş, Shagrath’ ın korkutucu vokalleri, Dimmu Borgir müziğini zirveye çıkarmıştır.

Grup, Mart 2001’de yollara düştü ve yüzbinlerce hayranına müthiş gösteriler sundu. 2001 sonbaharında 11 Eylül saldırısı nedeniyle turlarını yarıda kestiler. 26 Ekim 2001 de Alive in Torment adlı canlı performans albümlerini çıkardılar. Çalışmanın içeriğini şu parçalar oluşturdu; "Tormentor of Christian Souls", "The Blazing Monoliths of Defiance", "The Insight and the Catharsis" ve "Puritania and The Maelstrom Mephisto...

3
Müzik / Deep Purple
« : 15 Mart 2008, 12:05:34 »


Deep Purple 1968 yılında Searchers topluluğunun davulcusu Chris Curtis önderliğinde kurulan efsanevi Deep Purple, ilk aşamada tuşlu çalgılarda Jon Lord, bas gitarda Nick Simper ve gitarist Richard Hugh (Ritchie) Blackmore'dan kuruluydu.

İlk olarak Roundabout ismiyle tanındılar. Bir kaç gün içinde Curtis ayrıldı. Dave Curtis ve Bobby Woodman da isteneni veremeyince onların boşaltıkları yerler Rod Evans ve Ian Paice tarafından dolduruldu. Deep Purple adını aldılar ve kısa bir İskandinavya turundan sonra, topluluk ilk albümünü kaydetmeye koyuldu. "Shades Of Deep Purple" "Hey Joe" ve 45'likler listesinde zirveye oynayan "Hush" gibi meşhur parçaların yeniden sunumlarını barındırıyordu. Yabancı topraklarda ünleri daha hızlı yayılan grubun uzun turneleri sona erdiğinde kendi ülkelerinde tanıtıma devam ettiler. Tina Turner, Neil Diamond gibi isimlerle birlikte çalışmalar da yapan Deep Purple kendi belirlediği çizgiyi korumaya da özen gösterdi.

1969 temmuzunda, Evans ve Simper, Episode Six'ten gelen Ian Gillan ve Roger Glover ile yer değiştirdi. Klasik Deep Purple olarak akıllara kazınacak bu yeni kadro Lord'un yazdığı "Concerto For Group And Orchestra"yı Londra Fiarmoni Orkestrası ile kaydettiler. Ardından gelen ve "Speed King" ve "Child In Time" gibi parçaları içeren "Deep Purple In Rock" çalışması topluluğun ağır metal türünün vazgeçilmezleri arasında yer alacağını duyuruyordu. Gillan'ın güçlü sesi müziklerine yeni bir boyut kazandırmış oluyordu. Bu yeni kazanılmış şöhret Avrupa kıtasında "Black Night" ile iyice perçinlenecekti. "Strange Kind Of Woman" listelerde iyi bir noktaya gelen bir başka çalışma oluyordu. "Fireball" ve "Machine Head" ise zirveye adını yazdıran iki albüm oldu. Son saydığımızın içindeki parçalardan biri olan "Smoke On The Water" sert rock müziğin tarihine geçmiş bir çalışma olma başarısını gösterecekti... Albüm aynı zamanda topluluğun kendi kurduğu Purple Plakçılıktan çıkan ilk albüm oldu. Platin plak ödüllü "Made In Japan" canlı sunumlarıyla neler başarabileceklerini çok iyi ortaya koyuyordu.

Üyelerin kendi aralarında ise ipler son derece gergindi. "Who Do We Think We Are!" bu çok başarılı kadronun bitişinin habercisi olacaktı. Gillan ve Glover'ın ayrılışı, David Coverdale ve Glenn Hughes'in gelişiyle yeni özellikler kazanan topluluğa yine de epey pahalıya mal olacaktı. "Burn" ve "Stormbringer" İlk 10 listesinde başarılı oldular. Blackmore'un istediği bu değildi. Gidişattan memnun olmayan Blackmore 1975 mayısında Rainbow'u kurmak amacıyla Deep Purple'dan ayrıldı. Bir anlamda onu yetim bıraktı. Tommy Bolin Mor Topluluk'a "Come Taste The Band" albümünde eşlik etti. Ne var ki, farklı tarzlarının birlikte yürümesi mümkün değildi. Deep Purple üyeleri yol ayrımındalardı. Sonuç olarak her biri farklı bir yol izleyerek müzik yaşamlarına kendi oluşturdukları topluluklarda ya da başka müzisyenlere eşlik ederek devam ettiler. Madde bağımlısı Bolin ise bir kaç ay sonra uyuşturucudan öldü.

"En İyileri" albümleri, toplama çalışmalar, Deep Purple'a doyamayanları bir süre daha oyaladı. 1984 yılında Gillan, Lord, Blackmore, Glover ve Paice "Perfect Strangers" çalışmasını tamamladıklarında bir "yeniden birleşme" rüzgarı siyordu. İkinci bir deneme "The House Of Blue Light" ise Gillan ile Blackmore arasındaki bir tartışmadan dolayı başlar başlamaz bitiverdi. Rainbow eski üyesi Joe Turner, Gillan'ın boşalttığı yeri 1990 yılının Deep Purple'ı yeniden canlandıracak "Slaves And Masters" albümü sırasında doldurdu. Gillan 1993'te topluluğa yeniden katıldıysa da hemen ardından ayrılıverdi. Yolgeçen hanına dönen Deep Purple'ı, "babası" Blackmore, yine bıraktığında bu sefer yerini bir başka yetenekli isim Joe Satriani alıyordu.

1996'daki "Purpendicular"ı kaydeden kadro Steve Morse, Lord, Gillan, Glover ve Paice'den oluşuyordu. Şimdi ise Morlar, yapımcılarının peşi sıra çıkardıkları toplama albümlerle; "altın diskler", "binyılın seçmeleri", "özel bölümler" ile müzik severlerin karşısına çıkıyor...

Deep Purple, Led Zeppelin ve Black Sabbath gibi öncü topluluklardan önce ağır metal basit, kaba bir müzik türüydü. Bu topluluklarla birlikte ağır metal yeni, daha soylu bir kimlik kazandı.

4
Müzik / Amorphis
« : 15 Mart 2008, 11:58:14 »




Amorphis ismini "belirli bir şekli olmayan" anlamına gelen Aamorphous'tan alıyor. Finlandiya'nın en yaratıcı, en çok takdir gören grubu, ve kesinlikle 13 yıldır çok başarılı işlere imza atıyorlar.Şarkılarını '70'lerin progressive rock gruplarının daha modern hali gibi sunuşları var.Amorphis şarkılarında harita edilmemiş şehirlere uçmaktan ve geçmişe dönmekten korkmuyor.Grup her zaman günün trendinden uzak durmuş, ve heryerde bulunan cinsten, yani aynı gitar ritmlerini aynı vokali kullanan gruplardan, kısacası taklitçilerden uzak durup nadir bulunur bir grup olduğunu her zaman belli etmiştir. Grup, gitarist Esa Holopainen ve davulcu Jan Rechberger ikilisi tarafından kuruldu. İkili çok kısa bir sürede vokalist/gitarist Tomi Koivusaari ve basist Olli-Pekka Laine'yi gruba dahil etti, ve Amorphis ilk ve tek demosu olan "Disment Of Soul"u 1991 yılının ortalarında kaydetti.Bu demo daha tazeliğini korurken grup Relapse Records ile multi-album anlaşması yaptı ve çok kısa bir zamanda 6 şarkı için kayıtlara girdi, ve 7" ep'si piyasaya sürüldü.

Amorphis adeta merdivenleri tek tek çıkarak işini sağlam yapıyordu.Bu iki çalışmanın ardından (demo ve 7") ilk albümleri The Karelian Isthmus'u kaydedip bizlere sundular. The Karelian Ishtmus" eski bir Fin savaş alanının ismiydi. Görkemli ve dokunaklı atmosferik death metal ve doom riflerinin bütünleşmesiyle, ıstırap ve acı kusan bir vokal ve başka dünyalardan gelmiş klavyenin tınıları ve grupça maceraperest bir ruh Amorphis'in tanımı olarak sizlere sunulabilir.

Grup yeni albüm kayıtlarına başlamadan önce Relapse Records grubun demo'sunu Privilege Of Evil ismi altında tekrar piyasaya sunma kararı aldı (1993)

1994'te Amorphis büyük bir cesaretle, tarzına etnik Fin müzikal öğelerini de katmaya başladı ve müzik yapısını oldukça zenginleştirdi.Grup bir defa daha Sunlight Stüdyolarına girdi ve 1994'ün başyapıtlarından biri olan Tales From The Thousand Lakes'i bizlerle paylaştı. "Ulusal Fin Şiir Kitabı"ından anonim şiirler kullanmaya başlayan grup, heavy metal, doom, death ve 70'lerin progressive'ini bir potada eriterek eşsiz işler yapmaya başladı.
Amorphis birkaç defa Avrupa Kıtası'nı turladı ve 94'ün sonlarında ömürlerinde ilk defa Amerika Kıta'sının sahillerine doğru uzandılar. Klavyecinin sorumsuzlukları yüzünden grup eleman değişikliği yaşamak zorunda kaldı ve Kim Rantala gruba yeni klavyeci olarak dahil edildi.1995'te Black Winter Day Ep'sinin dağıtıma geçilmesiyle grup yeni albüm öncesi kısa bir dinlenme dönemine girdi.

1996'da grup umulanın da ötesinde bir çalışmaya imza atıp Elegy albümünü çıkardı. Albümdeki 11 şarkıda çok farklı gitar tonları kullanıldı. Bunun yanı sıra gruba yeni katılan clean vokalist Pasi Koskinen de dikkati çekti.Aynı zamanda yeni davulcu Pekka Kasari'nin performansı etkileyici olup, grubu da 6 kişiye tamamlamış oldu. Gösterişli albüm kapağında eski Fin sembolleri birleşimi kullanıldı. Elegy albümünde yine Fin edebiyatından lirikler kullanıldı ya da ilham alındı. The Kanteletar, 700 şiirden ve baladtan oluşan ve Fin geleneklerini tamamen yansıtan bir kitaptı.Şiirleri ağızdan ağıza nesillerce aktarılmıştı.Bazı şiirlerin binlerce yıllık olduğu rivayeti de dilden dile dolaşıyor. The Kanteletar, günlük olayları ele alıyor. Fin insanının filozofikal ve dinsel inançlarını...

1997'nin tamamı geneli Almanya ve Finlandiya'yı içeren turnelerle geçti.Ardından hemen hemen bir sene boyunca Amorphis sessizliğe gömüldü. 1998'in ikinci yarısında grup yeni albüm için yeni prodüktörleri Simon Effemy ile beraber stüdyoya gireceğini duyurdu. Klavyeci Kim Rantal'ın gruptan ayrılma kararının ardından stüdyo çalışmaları öncesi gruba yeni bir klavyeci dahil oldu. Yeni klavyeci Santeri Kallio daha önceleri bir başka Finli grup Kyyria'da çalıyordu. Yeni albümün ismi Tuonela'ydı; Tuonela mitolojide, ölülerin krallığı anlamına geliyor.Yeni albüm bir önceki çalışma olan Elegy'le örtüşen bir çalışmaydı ve Mart '99'da piyasaya sürüldü.

2001 yılında Am Universum albümünü çıkaran grup, Finlandiya'nın tüm müzik türleri arasında yapılan sıralamada, 4.'lüğe kadar yükseldi. Ayrıca bu albümden çıkan singleları Alone, ülkeyi tanıtan en iyi şarkı seçildi.Ayrıca Am Universum albümü ardından Amorhpis, Opeth ile Amerika kıtasını turladı.Bundan sonraki zamanda grup bazı Fin filmlerine soundtrack yaptı.

2003 senesinde grup EMI Records ile anlaştı.Bu anlaşmanın ilk meyvesi, yeni albüm Far From The Sun'dan ilk single Day Of Your Beliefs olacaktı. Vokalist Pasi Koskinen'in grupla son canlı performansı 21 Ağustos'ta Kontu Rock Fesival'de oldu.

2005'in ocak ayında gruba eski Evergreen vokalisti Tomi Joutsen katıldı. Son olarak grup kısa bir süre önce, 20.Nisan.2005'te daha önceleri çalıştığı müzik şirketi Nuclear Blast ile tekrar anlaştı.




5
Müzik / Aerosmith
« : 15 Mart 2008, 11:10:15 »


Amerika'nın en önemli rock gruplarından biri olan Aerosmith, 1970 yılında solist Steven Tyler'ın (Steven Victor Tallarico, 26 Mart 1948, New York USA) New Hampshire'da bir dondurmacı dükkanında çalışan gitarist Joe Perry'le (Anthony Joseph Perry, 10 Eylül 1950, Boston, Massachusetts, USA) tanışmasıyla başladı diyebiliriz. Tyler o sırada yaz tatili için, Trow-Rico'da ailesine ait yazlık dinlence yerinde bulunuyordu. O zamanlar bir grupta gitar çalan Perry, daha önce kendi grubu Chain Reaction'la 'When I Need You' ve William Proud And The Strangeurs adlı grupla da 'You Should Have Been Here Yesterday' adlı single'ları çıkarmış olan Tyler'a bir rock - caz topluluğunda yer alması için teklifte bulundu.

İkili artı basçı Tom Hamilton (31Aralık 1951, Colorado Springs, Colorado, USA) baterist ve yeni üye olan Joey Kramer (21 Haziran 1950, New York, USA.) ve gitarda Joey Tabano'yla birlikte grup ilk şeklini aldı. Fakat kısa bir süre sonra Tabano'nun yerine; Justin Tyme, Earth Inc. ve Teapot Dome and Cymbals Of Resistance'ın kurucu üyelerinden olan Brad Whitford (23 Şubat 1952, Winchester, Massachusetts, USA.) geçti. Nipmuc Regional High School'da ilk konserini veren grup bu konserden sonra adını Aerosmith olarak değiştirdi. Aerosmith'in başarısı kısa zamanda Boston'un dışına da çıkmaya başardı ve grup Max Cansas City'de verdikleri konser ardından Colombia / CBS Record's la kontrat imzaladı.

Grubun ilk albümü kendi adını taşıyordu ve 1973 yılında piyasaya çıktı. Bu albümden çıkan ilk single 'Dream On' başlangıçta listelerde 59 numaraya kadar yükselebilirken, 1973 yılının Nisan ayında 10 numaraya çıkmayı başardı.

Prodüktör Jack Douglas'la yapılan çalışma sonucu grubun ikinci albümü "Get Your Wings" 1974 yılının Haziran ayında piyasaya çıktı. Yurtçapında verdikleri konserlerle beşli adını duyurmaya devam ederken asıl başarıyı 1975 yılının Nisan ayında piyasaya çıkan ve dünya çapında 6 milyon kopya satan "Toys In The Attic"le kazandı.

Üçüncü albüm "Rocks" 1976 yılının Mayıs ayında piyasaya çıktı. Rocks, sadece Amerika'da 3 milyon kopya sattı ve albümler listesinde 5 numaraya kadar yükseldi. Albümden çıkan single 'Back In The Saddle' listelerde 40 numarada kaldı.

Aerosmith başarılı yükselişlerini, 1977 yılının Kasım ayında piyasaya çıkardıkları "Draw The Line" albümüyle pekiştirmelerine rağmen; eleştirmenler tarafından beklenilen olumlu yaklaşımı bulamadı ve grup, Led Zeppelin'in bir türevi olarak nitelendirilmekle kaldı. 1978 yılında Aerosmith, çok büyük bir özenle hazırlanan programlarını yavaşlatmak için Amerika'da daha küçük ve daha özel konser salonları kiralayarak bir turne düzenledi.

1978 yılında Aerosmith, "Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band" adlı filmde büyük bir başarı kazanan parçaları "Come Together"ı besteledi. Bu performansları ardından grubun '73 ve '78 yılları arasında verdikleri konserlerin bir toplaması olan ve grubun ilk live albümü olacak "Live Bootleg" piyasaya çıktı. Bu sırada Tyler ve Perry arasında çözüm bulunamayan sorunlar çıkmaya başladı.

1979 yılının Kasım ayında, "Night In The Ruts" albümünün piyasaya çıkmasının ardından Joe Perry kendi projesi olan "Joe Perry Project"i kurmak için gruptan ayrıldı.

1980 yılında gruba Jimmy Crespo katıldı, fakat bir sonraki yıl Brad Whitford; Ted Nugent'in kurucularından gitarist Derek St. Holmes'la gerçekleştirecekleri bir proje için gruptan ayrıldı.

1982 yılının Ağustos ayında, gruba yeni gelen Rick Dufay'la birlikte grubun bir sonraki albümü "Rock In A Hard Place" piyasaya çıktı. Fakat gözle görülür bir cansızlığın yer aldığı bu albüm, grubun diğer albümlerinin yanında pek de başarılı olamadı.

1984 yılında, 'Back In The Saddle' Turnesi sırasında, Perry ve Whitford gruba tekrar katılma kararı aldı. Aralarındaki düşmanlığa bir set çeken grup üyeleri bir sonraki yıl en uzun süre birlikte çalışacakları döneme de girmiş oldu.

1985 yılının Kasım ayında Aerosmith "Down Wıth Mirrors" albümünü Geffen Plak Şirketi'nden yayınladı ve ardından Tyler ve Perry uyuşturucudan kurtulabilmek için bir rehabilitasyon programına katıldı.Yayınlanan LP, çıkardıkları ilk iki albüm kadar başarılı bulundu fakat grup, 80'lerde ortaya çıkan bir çok kopya yeni rock grubunun gölgesinde kalmamak için soundlarını piyasanın yeni seslerine uydurmak zorunda kalmıştı.

1986 yılında Aerosmith, "Toys In The Attic" albümünde yer alan parça "Walk This Way"i ünlü rap grubu Run DMC ile birlikte tekrar kaydetti. Bu işbirliği uluslararası bir başarı kazandı.

1987 yılının Ağustos ayında piyasaya çıkan ve prodüktör Bruce Fairbairn'le hazırlanan "Permanent Vacation" grubun en fazla satan ve aynı zamanda İngiltere'de büyük etki yaratan albümlerinden biri oldu. Albümden çıkan 'Dude (Looks Like A Lady)' Amerika müzik listelerinde 14 numaraya kadar yükseldi.

1988 yılının Ağustos ayında, Aerosmith'in bir toplama albümü olan "Gems" piyasaya çıktı. Aynı yıl grup, MTV Müzik Ödülleri'nde "En İyi Grup" ve 'Dude(Looks Like A Lady)' parçalarına çektikleri kliple de "Klipte En İyi Sahne Performansı" ödüllerini aldı.

1989 yılının Eylül ayında Aerosmith, piyasaya çıkan "Pump" albümünde yer alan 'Janie's Got A Gun', 'Love In An Elevator' ve 'What It Takes' parçalarına çektikleri kliplerle o yıl adından en fazla bahsettiren gruplardan biri oldu. Albüm sadece Amerika'da 7 milyon kopya sattı. O yıl düzenlenen MTV Müzik Ödülleri'nde grup; 'Rag Doll' adlı parçalarına çektikleri kliple "En İyi Heavy Metal Video" ödülünü aldı.

1991 yılında grup ilk Grammy Ödülünü; 'Janie's Got A Gun' parçasıyla "En İyi Rock Performansı" dalında aldı. Aynı yıl, 'Pump' albümlerinin turnesinde Aerosmith, Sony Records'la anlaşma imzaladı. Eylül ayında ise, Boston Garden Hall Of Fame ödülünü kazandı ve 'The Other Side' a çektikleri kliple de MTV'de "En İyi Metal/Hard Rock Video" ödülünü aldı. Aynı yıl Kasım ayında Aerosmith'in "Pandora's Book" adlı seti yayınlandı.

Nisan 1993'de, Aerosmith'in "Get A Grip" albümü yayınlandı. Albümden çıkan single'lar 'Livin' On The Edge', 'Cryin', 'Crazy' ve 'Amazing' tüm dünyada çok büyük başarı kazandı. Albüm sadece Amerika'da 7 Milyon kopya sattı. Piyasaya çıkan Guns N'Roses gibi yeni gruplar Aerosmith'in artık eskidiğini göstermeye çalışsa da grup, gerek çıkardıkları albümler gerek sahne performanslarıyla onlardan geri kalır bir yanları olmadığını ispatlıyordu.

1994 yılının Kasım ayında piyasaya çıkan "Big Ones"; grubun eski hayranları için çok başarılı bir toplama albüm olmasının yanında, yeni neslinde grubun başarılı çalışmalarını tanıması için bir fırsattı. Grup, 90'lı yılların ortasında tekrar Colombia Records'la anlaşma imzaladı ve 1997 yılında kayıtları bir yıl süren albüm "Nine Lives"ı piyasaya çıkardı. Tyler albüm için, "Bu albüm beni, uzun zamandır gitmek istediğim yerlere kadar götürdü ve tekrar geri getirdi" dedi. Albümden 'Falling In Love (Is Hard On The Knees)' Şubat ayında piyasaya çıktı. Tyler, yarım yüzyıla gelen yaşı ve onunla aynı dönemden olan Jagger ve Springsteen'ın bitkin görünen hallerine rağmen sahnede hala eski günlerdeki gibi canlıydı.

Grup 1998 yılında Simpsons'ların 200. bölümünde yer aldı. Aynı yıl Ağustos ayında Diane Warren tarafından yazılan ve Armegeddon Filmi'nin soundtrackinde yer alan parça "I Don't Want A Miss A Thing" Amerika'da müzik listelerine 1 numaradan giriş yaptı ve 4 hafta boyunca 1 numarada kaldı. Aynı parça İngiltere Müzik Listeleri'nde de ilk ona girmeyi başardı. Ekim ayında grubun canlı performanslarının yer aldığı "A Little South Of Sanity" piyasaya çıktı.

2000 yılında ise Aerosmith, VH1 Müzik Kanalı'nın 2001 Mart ayında piayasaya çıkan "VH1: 100 Greatest Rock Songs" için 35 numarada yer alan parçaları "Walk This Way" ve 47 numarada yer alan parçaları "Dream On"un kayıtlarını yapmak için tekrar stüdyoya girdi.

2001 yılının Mart ayında Aerosmith'in "Just Push Play" piyasaya çıktı. Albümden çıkan ilk single 'Jaded' ise müzik listelerinde bir numaraya kadar yükseldi. Daha sonra 2002 yılında "O, Yeah! Ultimate Aerosmith Hits" ve 2004 yılında da "Honkin On Bobo" isimli albümlerini çıkarttılar ..

2003 yılında 'O, Yeah! – The Ultimate Aerosmith Hits' isimli best of albüm yayınlandı.

2004 yılında grup kariyerinin 25. albümü olan 'Honkin’ On Bobo' ile bir blues-rock albümü yayınladı. Albüm, grubun blues'da da iddialı olduğunun bir göstergesi oldu. Albüm sonrasında bir konser DVD'si "You Gotta Move in December 2004" ü çıkardılar.

2005'de Steven Tyler "Be Cool" filiminde oynadı. Aynı yıl Joe Perry solo albümünü çıkardı. 2006 Grammy Ödüllerinde, "Mercy" parçasıyla "En iyi erkek rock enstrümantal performansı" dalında ödül aldı.

2005, Aerosmith "Rockin' the Joint" CD/DVD'sini yayınladı. Grubun Lenny Kravitz'le yaptığı çalışmalar Amerika'da hızla tükendi. Aerosmith, baharda bir tur düzenlemeyi planlarken, üyelerden bazılarının rahatsızlıkları nedeniyle plan iptal edildi. 22 Mart 2006'da vokalist Steven Tyler'ın boğazından ameliyat olacağı ve turların ertelendiği açıklandı.

Tyler ve Perry 4 Temmuz nedeniyle Boston Pops Orkestrası ile bir konser verdi. Bu Tyler'ın ameliyat sonrası ilk performansıydı. Bu sırada, grup Mötley Crüe ile 2006 sonbaharında tura çıkacağını açıkladı.

24 Ağustos 2006'da Tom Hamilton'un da boğaz kanseri olduğu açıklandı.

17 Ekim 2006'da "Devil's Got a New Disguise - The Very Best of Aerosmith" albümü tamamlandı. Grubun yeni albümlerinin 2007 baharında tamamlanacağı açıklandı.

6
Müzik / Motörhead
« : 12 Mart 2008, 15:57:11 »


24 Aralık 1945’te dünyaya gelen Ian Fraster, yani bizim tanıdığımız adıyla Lemmy Kilmister, müzikle ilk tanıştığında henüz dokuz yaşındaydı. Bundan üç dört yıl sonra Lemmy gitarını kaptığı gibi ilk grubu Rainmakers and Motown ile çalışmalara başladı. “Black&The Rock in Vicars” veya sonraki adıyla “Vicars” adlı ikinci grubunu kurduğunda ise henüz 19 yaşındaydı. Daha sonra sırasıyla “Sam Gopal’s Dream” ve “Raga Rock” adlı gruplarda çalan, “Raga Rock” grubuyla bir de “Opal Butterfly” adlı albüm çıkaran Lemmy’nin bir sonraki durağı ünlü grup Hawkwind olacaktı. Basçı eksikliği yüzünden gruba misafir sanatçı olarak alınan Lemmy, Hawkwind’in beş albümüne imza atmış ve grubun vazgeçilmez elemanlarından biri olmuştu.
Fakat Lemmy’nin Amerika - Kanada sınırında üzerinde uyuşturucu yakalatması Hawkwind’den atılmasına neden oldu. Kötü gibi görünen bu olay aslında bir efsanenin, Motörhead’in temellerinin atılmasıydu.

Lemmy bu gelişmeden sonra Bastards adinda bir grup kurdu. Menejerinin önerisiyle grubun ismi Lemmy'nin henüz Hawkwind’deyken yazdigi şarkinin adiyla degiştirilerek Motörhead oldu. Lemmy yanina Phlilty Animal Taylor ve Larry Wallis'i de alarak Motörhead'in ilk albümü On Parole'u 1976'da kaydetti. Ne var ki bu albüm ancak 1979'da yayınlanabilecekti. On Parole ile gördüğümüz kadarıyla grubun soundu klasik rock'n'roll temelleri üzerine oturmuştu ama klasik rock’n’rolldan çok daha hızlıydı.

Daha sonra Fast Eddie Clark’ın gitarın başına geçip, Larry ile yolların ayrılmasıyla Motörhead’in efsanevi triosu oluşmuş oldu. Bu üçlü arka arkaya OverKill, Bomber, Ace of Spades ve Iron Fist adlı dört albümü yaptı. Sonuç tek kelimeyle mükemmeldi. Motörhead bu dört albümle ortalığı kasıp kavurdu. Bu dört ayrı klasik albümü birer veye birer buçuk yıllık aralıklarla yapmıştı grup, ve perfromansının en üst seviyelerindeydi. Grup bu albümlerle saf rock’n’roll’dan daha farklı bir tarza kaymıştı. Rock’n’roll’dan hard rock’a uzanan bir tarzdı bu. Ayrıca grup sadece stüdyoda değil, sahnede de başarılıydı ve şu anda bile en iyi live albümlerinden biri olarak gösterilen “No Sleep ‘til Hammersmith” 1981’de yayınlanmıştı. Bu, kesinlikle mükemmel bir konser albümüydü. Zaten benim Motörhead ile tanışmam da bu albümle olmuştu. 1981’de henüz hayatta değildim ama 1996’da albümü tesadüfen edinip dinlediğimde bu albüm beni fazlasıyla etkilemiş ve bir Motörhead fanı yapmaya yetmişti.

İşte tam grubun bu en verimli çağında Fast Eddie grubu bıraktı. Eddie’siz çıkan Another Perfect Day albümü yine aynı sounddaydı ama vasatı aşamamış bir albüm olarak çıktı fanların karşısına. Üstelik Fast Eddie'nin yerine Thin Lizzy'den gelen gitarist Brian Robertson konserlerde Motörhead klasiklerini çalmayarak fanların büyük tepkisini toplamıştı. Suyu iyiden iyiye ısınan Robertson, gruptan kısa sürede ayrılacaktı. Ama bundan sonra çıkan Orgasmatron ve Rock’n’roll albümleri Another Perfect Day kadar başarısız değildi. İşte OverKill'den Rock'n'roll albümüne kadar olan bölümü Motörhead’in orta evresi olarak tanımlayabiliriz.
Albümler arasında küçük farklar olmasına rağmen genelde bu yedi albümlük seride Motörhead’in tarzı rock’n’roll ve hard rock arasında gidip geldi. Sound rock’n’roll olmasına rağmen ilk iki albümde bile Motörhead klasik bir rock’n’roll grubu değildi. Bunda en büyük faktör ise tabii ki Lemmy’nin o eşi benzeri bulunmayan vokaliydi. Enstrümanlar klasik rock kalıplarında olmasına rağmen Lemmy’nin vokali müziği çok farklı noktalara götürüyordu. Zaten daha sonra Phill Taylor’un dediği gibi Motörhead ne hard rock, ne death metal, ne black, ne white metal değildi, heavy metal hiç değildi. Grup soundunu heavy rock olarak tanımlıyordu.

Motörhead'te köklü değişimler oluyordu. Another Perfect Day sonrası grubu bırakan Phill Taylor Orgasmatron albümünde Pete Gill'e ödünç verdiği bagetlerini Rock’n’roll albümünde geri alacaktı. Ayrıca Orgasmatron albümünde Motörhead bir geleneğini bozuyor, grup ilk kez üç kişiden dört kişiye çıkartılıyordu. Another Perfect Day’deki performans ve tavırlarıyla hem Lemmy’nin hem de fanların sabrını taşıran Brian Robertson yerine gruba iki yeni gitarist dahil olmuştu. Phill Campbell ve Wurzel adlı iki yeni gitaristin etkileri Orgasmatron'da pek belli olmasa da, Rock'n'roll albümünde kendini göstermeye başlamıştı. Rock’n'roll albümünü eline alan fanlar Orgasmatron albümünde yer almayan Phill Taylor'un gruba gelmesini büyük bir sevinçle karşıladılar. Grubun efsanevi bateristi yeniden evindeydi artık. Ve artık bence grubun en verimli kadrosu kurulmuş oldu. Oldu olmasına ama Rock'n'roll albümü yine o eski sounddaydı. Kimsenin buna itirazı yoktu aslına bakarsanız; ama ikinci gitar gereksizdi bu tarz için. Tek gitarla da çok rahat yapılabilirdi bu müzik, ikinci gitar çok fazla katkı sağlayamıyordu.

Lemmy de aynı şeyi düşünmüş olacak ki Rock’nroll albümünden tam dört yıl sonra çıkan 1916 albümüyle birlikte fanlarına çok büyük bir sürpriz yapmıştı. Artık Motörhead orta evresini tamamlamış, bir sonraki evreye geçmişti 1916 albümüyle. Eski Motörhead'ten çok aşırı farklı olmasa da yine de farklıydı bu tarz. Bir kere ikinci gitar çok güzel oturtulmuştu artık sounda. Motörhead’in heavy rock tanımlaması da işte tam bu sırada geldi Phill Taylor’dan. Son derece melodik bir hard’n’heavy albümüydü karşımızdaki. İçinde rock'n'roll'dan heavy metale, blues'dan hard rock'a kadar birçok öğe taşıyordu bu albüm ve sonuç tek kelimeyle mükemmel olmuştu. Benim en sevdiğim Motörhead albümü olan 1916’da eskiden farklı olarak bir de baladlar vardı, Motörhead ilk kez balad deniyordu ve sonuç son derece başarılıydı. Love Me Forever ve epik bir yapıda olan ve albümle aynı adı taşıyan 1916 fanlar tarafından da beğeniyle karşılanmıştı.

1916'dan sonra çıkan March ör Die ve Bastards albümleri (Lemmy'nin içinde kalmış olacak ki albümün adını Bastards koydu) Philty Animal Taylor'un 1916'dan sonra gruptan geri dönmemek üzere tekrar ayrılmasına rağmen aynı başarıyı devam ettirdi. Bu üç albümlük seri gerçekten geçmişteki dört albümlük seri kadar başarılı olmasa da yine de bayağı başarılıydı.

Her çıkışın bir inişi vardır. Motörhead yine üç albümlük bir seriye giriyordu. Grubun dördüncü evresi, Sacrifice albümüyle birlikte başlamış oldu. Sacrifice, diğer albümler kadar başarılı değildi, ayrıca grup o melodik soundunu terkediyordu yavaş yavaş. Kısacası Sacrifice albümü vasatı aşamadı. Sacrifice’dan sonra gelen Overnight Sensation ve Snake Bite Love da Motörhead'in eski günlerini çok ama çok aratıyordu fanlarına. Bu arada Overnight Sensation’da Wurzel’in ayrılmasıyla grup yine üç kişi kaldı. Kaldı kalmasına ama Motörhead'in müziği iyice monotonlaştı. Melodi kayboldu. Fanlar arasında Fast Eddie ve Phill Taylor’u gruba geri isteyenlerin sayısı giderek çoğalmaya başladı. Snake Bite Love yine de çok kötü değildi ama dediğim gibi, eski Motörhead'i aratıyordu. Bu arada özeleştiri yapmam gerekirse, Shit’zine’in ilk sayısında kritiğini yaptığım bu albümü, bir Motörhead fanı olarak, subjektif bir biçimde, Motörhead’e toz kondurmadan kritiklemiştim, gerçekten de toz konduramıyordum. Bence çok felaket bir albüm değildi ama ortada bir gerçek vardı ki Motörhead eski halinden çok uzaklardaydı. Bu üç albümlük evrede rock'n'roll ve blues etkileri kaybolmaya yüz tutmuş, dolayısıyla da ortaya sert ama yavan bir sound çıkmıştı. Melodik parçalar azınlıktaydı ve açıkçası grubu sadece Lemmy’nin o efsanevi sesi , bası ve karizması götürüyordu.




7
Müzik / Porcupine Tree
« : 12 Mart 2008, 15:44:37 »




Pink Floyd'dan beri en çok heyecanlandıran gruplardan birisidir Porcupine Tree. Müziklerini anlatmak oldukça zor olsa gerek ama deneyelim. Pink Floyd'un sizi uzaklara alıp götüren Psychedelic soundunu alın, üzerine Opeth'in clean vokal partisyonlarını ekleyin, harika melodiler, mükemmel besteler, olağanüstü bir kayıt kalitesi ekleyin ortaya Porcupine Tree çıkıyor. İngiltere'nin son yıllarda çıkarttığı en yaratıcı ve üretken gruplardan bir tanesidir. Az önce tanımını yaparken grubun Opeth'in metal olmayan yüzünü anımsattığını söylemiştik ki bu sadece basit bir benzerlik değildir. Grup elemanlarının Opeth'in esas oğlanı Mikael Åkerfeldt ile de sıkı fıkı bir arkadaşlıkları mevcut. Hatta Deadwing albümünde Mikail misafir sanatçı olarak bile yer alıyor. Grup, ilk EP'sini yayınladığı 1989yılından beri 10 tane stüdyo albümü, 17 tane EP ve çok sayıda DVD, Live albüm, boxset çıkartmıştır.

Grubun müziğinde derin bir melankoli mevcuttur. Bol delay'li gitar, klavye, gerektiği kadar bilgisayar efekti, zaman zaman distortion gitar, harika bir vokal grubun genel karakteristiğidir. Grubun mutlaka edinilesi albümleri In Absentia(2002), The Sky Moves Sideways(1995), Deadwing (2005), Stupid Dream (1999) albümleridir. Grup genelde çok hafif bir psychedelic sound tutturmuşsa da Deadwing albümünde gerektiğinde metal de yapabildiğini göstermiştir. Bazı parçaları resmen Progressive Metal olarak sııflandırlabilir.

2007 albümü Fear Of A Blank Planet ise grubun hem en sert hem de en hafif albümü. Bazı gitar partisyonları Deadwing'den bile daha sert. Fakat bazen de öylesine sakin ve uslu çocuklar oluyorlar ki Porcupine Tree'nin ne kadar klas bir grup olduğunu her dinlediğimizde tekrar şaşırıyoruz. Şarkıları ele alırsak.

Albümde 1 tanesi 17 dakika olmak üzere 6 tane şarkı var. Şarkılar genelde 7 dakika üzeri uzunlukta. Bu sebeple Porcupine Tree dinlemeye doyacağınızı söyleyebilirim. Açılış parçası albümün ismini taşıyor. Akustik gitar ile başlıyor. Üzerine davul ritim giriyor. Elektrik gitar bol chorus'lu sounduyla melodiyi bir miktar daha kompleks hale getirdikten sonra vokalde Steven Wilson, özellikle Deadwing'den alışık olduğumuz Porcupine Tree vokal sounduyla bizleri karşılıyor. Parça bir miktar tekdüze ve sıkıcı ilerliyor. Beklediğim kadar iyi bir açılış olmadığını kabul etmeliyim. 2. parçada(My Ashes) Porcupine Tree melankoliyi tavana vuruyor. Hoş bir balad olduğunu söylemeliyim. Öylesine uydurmasyon insanları ağlatalım nasıl olsa tutar hesabına bir balad değil. Gerçekten dinlenesi. 3. parçada (Anesthetize) Porcupine Tree neler yapabileceğinin tamamını tek bir parçada göstermeye girişiyor. Senfonik Rock, Psychedelic Rock, Heavy Metal, Pop her tür müziği deniyor ve mükemmel bir şekilde harmanlıyor. Albümün en iyi parçalarından birisi olduğu kuşkusuz. Şarkının yumuşak başlayıp ortada sertleşip, tempoyu artırışı ve sonda tekrar başladığı yere dönmesi gerkekten de çok başarılı. 17 dakika boyunca sizi alıp başka yerlere götürmeyi başarıyor. 4. parça (Sentimental), çok hoş bir piyano ile başlıyor ve üzerine çalan drumset ve vokal ile devam ediyor. Gitar ancak 1:30 dakika civarı devreye giriyor. Şarkı ilerledikçe zaman zaman sertleşiyor, yükseliyor ve ardından tekrar alçaltıyor. Bir diğer hoş parça. 5. parçada(Way Out Of Here) albümdeki en iyi gitar sololarından birisine tanık oluyoruz. Son parça(Sleep Together) ise uzun bir intro niteliğinde neredeyse. İlginç denemelerini bu parçaya saklamışlar denilebilir.

Albümde en göze çarpan parçalar benim fikrimce My Ashes, Anesthesize ve Sentimental. Ama uyarmadı demeyin, siz dinlediğinizde fikriniz tamamen farklı seçimleriniz olabilir. Porcupine Tree'nin herkese verebileceği farklı his/mesajları mutlaka vardır.

Porcupine Tree grubuyla tanışmadıysanız. Opeth seviyorsanız, Marillion seviyorsanız, Pink Floyd seviyorsanız, Peter Gabriel'li Genesis'i seviyorsanız, bence hemen acele edip grubun 2007 albümünü(Fear Of A Blank Planet) edinmelisiniz.


http://www.umutgokbayrak.com/page7/files/category-16.html


8
Müzik / Starsailor
« : 11 Mart 2008, 18:15:08 »


Ülke : İngiltere
Kuruluş tarihi : 2000
Üyeleri
James Stelfox
Ben Byrne
James Walsh
Barry Westhead


Starsailor bir İngiliz Rock grubudur. 2006 yılı itibari ile çıkardıkları 3 albümleri ve 2001 yılından bu tarafa İngiltere Top 40 listelerine girmiş 10 single' ları bulunmaktadır.


Grubun tanışması ve beraber çalmaya başlaması Lancashire' daki St. Michael's lisesinde başlamıştır. Bass gitarist James Stelfox ve davulcu Ben Byrne İngilterenin kuzeyinde birkaç yıl beraber çalmışlardı. Vokalistlerinin hastalanmasından dolayı okul korosunda çalışan şarkıcı ve söz yazarı James Walsh' u aralarına kattılar. Walsh Jeff Buckley' den ve 1994 yılında çıkardığı Grace albümündeki şarkı söyleme stilinden doğrudan etkilenmiş bir müzisyendi. Oasis'in (What's The Story) Morning Glory albümü ile karşılaştırıldığında Walsh' ın söyleyişi ile albüm tek bir eşsiz anı sembolize ederken Grace bütün anları tutsak etmektedir.

Kendilerine Waterface ismini veren grup eski arkadaşları Barry Westhead' dan 2000 yılında gruba klavye için katılmasını istemeden önce bir takım gitaristleri denemişti. Barry o sıralarda Judo dersleri veriyor ve evinin yakınındaki bir kilisede Org çalıyordu. Onun katılışı grup formasyonunda meydana gelmiş en önemli değişikliktir. Grup için uygun bir gitarist bulunamadığından Walsh aynı zamanda grubun gitaristliğni' de üzerine aldı. Kısa sürede grubun adı duyulmaya başlandı ve grubun yeni adını Tim Buckley tarafından 1970 yılında çıkarılan albümün adı olan Starsailor olarak değiştirdiler. Glastonbury Festival' inde gösterdikleri performans şöhretlerini daha da pekiştirdi ve grup ile çalışmak isteyen kayıt şirketleri arasında amansız bir indirim savaşı başlattı. Grup EMI ile 2000 yılında bir anlaşma imzaladı.


Grubun ilk single 'Fever' 2001 başında çıktı. Fever, 'Love Is Here' ve 'Coming Down' isimli şarkılar grubun 2000 yılında kaydını yaptığı bir demodan çıkartılmıştı. Bu üç şarkı daha sonra Satarsailor' ın ilk albümü Love Is Here a son ikisi tekrar kayıt edilerek eklendi.

Mart 2001 de grubun çıktığı ve 11 farklı tarihte gerçekleştirilen İngiltere turnesi kapalı gişe gerçekleşti. İkinci single' ları "Good Souls" Nisan ayında çıktı ve içersine birde Van Morrison cover' ı 'The Way Young Lovers Do' eklendi. Bu dönem boyunca grup çıkış albümlerini Galler' deki Rockfield stüdyolarında gerçekleştirdi. Bu sıralarda grup zaten 'Poor Misguided Fool', 'Lullaby' ve 'Way To Fall' gibi albüm şarkılarını ön izleme amaçlı olarak konserlerinde seslendiriyordu. 'Alcoholic' şarkısının akustik versiyonu 2001 yılı başlarında NME dergisinin pormosyon CD' sinde yer almıştı. Albümün orijinal çıkışı 2001 Ağustos ayında gerçekleşti.

Grup ilk festival deneyimini V Festival ve Almanya'nın 'Rock Im Park' organizasyonlarında katıldıkları etkinliklerle kazandı. 'Alcoholic' grubun üçüncü single' ı olarak ilk albümlerinden çıktı ve listelerde bugüne kadar grubun kazandığı en yüksek ikinci sıralama olan on numaraya kadar yükseldi. Single versiyonu albümde gerçekleştirilen kaydın genişletilmiş şekli oldu.

Love Is Here aldığı olumlu eleştiriler sonrası İngiltere albümler listesinde iki numaraya kadar yükseldi. Akustik gitar karışımı ile Walsh' ın güzel vokallerinin birleşimi yorumlarda bahsedildiği gibi insanın tüylerini diken diken eden harika şarkılar ortaya çıkardı.

Grup seneyi NME Awards ' dan kazandığı 'En parlak yeni umut' ödülü ve 36 numaraya kadar yükselen çıkardıkları dördüncü single' ları 'Lullaby' ile kapattı. Bazı hayranları single' ın kopyalarına ulaşmanın güçlüğünden şikayetçi olmuştu.

Grup 4 ve 8 Şubat 2002 tarihlerinde Londra Astoria' da sahne aldı. İlk gün Savaş Çocuklarına (Warchild) yardım için düzenlenen bir organizasyondu, Travis ve Ryan Adams gibi isimlerinde katılımıyla gerçekleşti. 8' inde ise 'Born Again' isimli single' larını ilk kez seslendirdiler. Gruba iki geri vokalist ve bir viyolonselist' in eşlik ettiği konser Starsailor^ın unutulmaz performanslarından biridir. James Walsh konser ardından NME.COM' a verdiği röportajda bu konserin "insanı şaşırtan çok özel bir şey" olduğunu söylerken bass gitarist James Stelfox ise konseri "şimdiye kadar ki en iyilerden biri" olarak yorumladı.

2002 yaz ayları boyunca Walsh ve Oasis' den Noel Gallagher arasındaki düşmanlık ayuka çıktı. Gallagher Starsailor vokalistini NME' dergisi ile yaptığı bir roportajda 'ahmak' olarak nitelendidirken kendisi ile ilgili bir takım iddialarıda Walsh'ı suçlayarak redetti. Walsh ve Gallagher 2002 yılında The Park' ta gerçekleştirilen festivalde karşılaştıklarında Gallagher eğer öyle bir şey söylediyse o zaman bu söylediğinin kesinlikle doğru olması gerektiğini iddia etti. Noel' in erkek kardeşi Liam' da sözde Walsh' a karşı koymak bahanesi ile aynı gün olaylara karıştı. Bu olayları takip eden canlı şovlarda ve özellikle 2002 V Festival' de, Starsailor vokalisti Walsh sahnede 'iyi olmak hoştur ve hoş olmak iyidir' şeklinde bir anons yaptı. Gallagher' da buna karşılık olayın 'hayatındaki en eğlenceli Walsh ' olduğunu söyledi. İkili arasındaki tatsızlık 2004 Glastonbury' de çözüldü.


Starsailor kayıtları Los Angeles' da yapılan ikinci albümleri 'Silence Is Easy' için Phil Spector ile çalıştı. Spector ile yapılan bu birlikteliğin devamında grubun 2002 kışında Amerika' da yapılan bir konserine Spector' un kızı Nicole' da katıldı. Spector' a grubun dördüncü single Lullaby büyüleyici olduğu söylendi. Ancak Spector ile yapılan birliktelik kısa sürdü ve London's Abbey Road' da yapılan çalışmalarda bunun kanıtıydı. Spector' a Ben Byrne' nın nasıl davul çaldığını göz ardı etmesini ve onunla çalışmak için biraz daha beceri göstermesini söylediler. 2003 yılında Stelfox çalışmalardaki hüsran yüzünden bass gitarı performansının kötü olduğunu kabul etti. Bu süre içersinde grubun ikinci albümü için sadece iki şarkı yapılabildi 'Silence Is Easy' ve 'White Dove'. Bundan sonra albüm' e yapılan 7 şarkı için Danton Supple ile çalışıldı. İkinci albümün ilk single çalışması 'Silence Is Easy' top ten' e girmeyi başardı (9 numaraya kadar çıkan single grubun şimdiye kadar ki en iyi sıralamasıdır). Spector' un popülaritesini kaybetmesi cinayet zannı ile tutuklanmasıyla onandı.

Albümün çıkışından kısa bir süre sonra 2003 yılında grup İngilterenin bütününü kapsayan ve Londra Brixton Academy' de içine alan turnelerine başladı. Şovun en dikkat çeken performansı albümunde kapanış şarkısı olan 'Restless Heart' oldu. The Charlatans' dan Mark Collins' de Ağustos 2003' den Aralık 2004 tarihlerine kadar gruba gitar performansıyla katkıda bulundu. Albümden çıkan ikinci single, 2002 başında piyasaya sürülen 'Poor Misguided Fool' ' dan alınarak geliştirilmiş 'Born Again' oldu. Şarkı albüm için yeniden kaydedildi ve daha sonra bir radyo versiyonu için kısaltıldı. Thin White Dukes tarafındanda mix' lenmiş olan 'Four to the Floor' popüler bir kulüp hit' i oldu.


EMI gruba sonraki albümlerini Rob Schnapf ile birlikte yapması için yeterli zamanı verdi ve Starsailor üçüncü albümün kaydı için tekrar Los Angeles' a yerleşti. Kafalarda albüm adı için beş isim belirmişti; (Faith, Hope, Love/Here I Go/Ashes ya da In the Crossfire/I don't know/Counterfeit Life) ama grup müzik endüstrisindeki pozisyonlarınıda resimleyen 'On The Outside' ismini tercih etti. Albümde yakalanan ses önceki iki albüme göre çok daha farklı ve onlardan daha ağırdı. Starsailor canlı müziklerinden dolayı her zaman övgü almıştı ama karşılaştırmak gerektiğinde Stelfox' unda kabul ettiği gibi cılızlardı. Şarkı sözleride daha sertti; 'In The Crossfire' Irak savaşından bahsetmekteyken 'Jeremiah' olaylarda hayatını kaybeden savaş karşıtı protestocu Jeremiah Duggan hakkındaydı. Albüm doğrudan bant kaydı olarak gerçekleştirildi ve mükemmel bir kayıt elde etmek adına hiçbir yazılım kullanılmadı. Byrne daha sonra yaptığı bir tespitte 'White Light' şarkısında davul' un temposunu biraz fazla kaçırdığını söyledi ama buda grubun gerçekten sevdiği ve istediği müziği kaydettiğinin işaretiydi.

Starsailor' ın üçüncü albümü 2005 Ekim ayında piyasaya çıkarken albümün ilk single "In The Crossfire" oldu. Eleştiriler özellikle albümün çok şekilci olduğu yönüne odaklandı. Buna rağmen albüm 13 numaradan listelere girdi. Eylül 2005 tarihinden itibaren canlı şovlarda, gitarda ve vokalde Walsh' a yardım etmek amacıyla gruba Richard Warren katıldı. Geçen turda olduğu gibi grubun bu son İngiltere turuda Brixton Academy' de son buldu. Bunu takiben grup Avrupa turnesine çıktı ve birkaç kez 2004 yılında 'Four To The Floor' şarkısının zirvede olduğu Fransa' da konserler verdiler. 3 Nisan' daki Paris konserinden sonra Walsh ve Warren şov sonrası partide DJ' lik yaptı. Albüm' den 'In The Crossfire' dan sonra 'This Time' ve 'Keep Us Together' olacak şekilde iki single daha çıktı. Single'ların London ve Leeds tanıtımları yapılmasına rağmen UK Top 40 listesine giremeyen ilk single 'Keep Us Together' oldu.


Stelfox bir Manchester United taraftarı olmasına rağmen Walsh ve Byrne Liverpool' u desteklemektedir. 25 Mayıs 2005 tarihinde Liverpool Şampiyonlar Ligini kazandığı sırada grup sahnede konser veriyordu; maç sonucunu duyan Byrne zıplıyarak sahnenin önüne uçtu.
"Way to Fall" şarkıları Metal Gear Solid 3: Snake Eater isimli Playstation 2 oyununda kullanılmaktadır.
"Bring My Love" müzik videoları Almanya ve Avusturya da çıkarılan 2 DVD 'li Oldboy filminin ikinci DVD' sinde bulunmaktadır.
"Four to the Floor" şarkıları remixlenerek Layer Cake isimli filmin soundtrack' ına kondu.
"Keep Us Together" isimli şarkıları Günün Maçı ('Match Of The Day') isimli bir İngiliz programında kullanıdı.

Grup bugüne kadar Türkiye' de 3 konser verdi. Bunlardan ilki 22 Haziran 2003 tarihinde h2000 festivali kapsamında gerçekleştirildi. İkinci konserlerini 20 Haziran 2004 tarihinde Rockİstanbul festivalinde verdiler. Bu konsere grup Klavyecileri Westhead' den yoksun 3 kişi çıktı. Son olaraksa grup, Türk Kızılayı ve ODTÜ Burs Fonu yararına 28 Mayıs 2006 tarihinde ODTÜ Stadyumu'nda düzenlenen ODTÜ 50.Yıl Konserleri'nde (Türk Kızılayı ve ODTÜ Festivali) Ankaralı izleyicileriyle buluştu.
 

9
Müzik / Lacrimosa
« : 11 Mart 2008, 18:01:21 »



1990 yılının Kasım ayıyla beraber dünya Tilo Wolff’un yeni projesi nedir diye merak etmeye başlamıştı. Klasik enstrümanlarla, şiirsel şarkı sözleriyle ve başarılı vokallerden oluşan bu melankolik müzik, insanları çok çabuk sardı..

Tilo Wolff ilk albümü olan “Angst”ı kendisine ait olan, diğer şirketlerin kendisine sağlayamayacağı kadar özgürlük sunan Hall Of Sermon şirketinden çıkardı.. Lacrimosa’nın müzik tarzı diğer türlerden etkilenmeyen müzikal gelişimi albüm albüm yükselen ve asla köklerini inkar etmeyen bir yapıdaydı.. Bu sıradışı yükselişle Lacrimosa, dünya müzik sahnesine eşsiz bir çalışma sunmuş oldu..

Lacrimosa’nın müziğini renklendiren bir çok misafir müzisyen arasından sadece Anne Nurmi 1994’te Tilo’ya katılarak Lacrimosa’nın ikinci üyesi haline geldi. Finlandiyalı grup Two Witches’ın solisti olan Anne, şarkıcılık ve müzik hayatında yeni bir sayfa açıyordu..

Sonraki albümler, metal ve hard rock’ın sertliğiyle klasik müzik tutkularının kombinasyonundan meydana geldi. Bu devrimsel yeni müzikal anlayışla Gotik Metal doğdu ve diğer birçok gruba ilham kaynağı oldu..

Dünya çapında bir topluluk olan Londra Senfoni Orkestrasıyla işbirliği yapan Lacrimosa, listelerdeki yükselişi, tüm biletlerinin kapışıldığı Avrupa, Güney Amerika turneleri derken yeni albümleri “Echos”un da çıkış tarihini belirledi; Ocak 2003.. “Echos” albümünü oluşturan 13 dakikalık Orkestral bir şarkı olan “Kyrie”, “Durch Nacht und Flut” ve son parça, “Die Schreie sind verstummt” gibi parçalar 13 yıllık Lacrimosa tarihinin sırdaışı bir sunumu gibiydi.. Söz konusu olanın Lacrimo’sa olduğunu düşünürsek bu albüm kesinlikle hayranlarının tüm beklentilerini karşılıyor hatta aşıyordu.. Tilo Wolff bu albümde daha önce hiç söylemediği kadar güçlü, temiz ve tüm hissiyatını yansıtan bir performans göstermiş, ne kadar yetenekli olduğunu bu albümde herkese bir kez daha kanıtlamıştı..






10
Müzik / Amon Amarth
« : 11 Mart 2008, 17:47:38 »

 Kökleri Viking mitolojisine ve Deathmetal e sımsıkı bağlanmış olan AMON AMARTH 1992 yılında Stockholm`un güneyinde Tumba (Isveç) adındaki küçük bir yörede ortaya çıktı.İsmini Tolkien`in Orta Dünyasında, Mordor daki dağdan (Amon Amarth) alan grup kurulduğu tarihten itibaren birçok melodi ve armoni içeren; Vikingleri ve Kuzey tanrılarını anlatan parçalar yazmaya başladı.AMON AMARTH ı diğer Deathmetal gruplarında ayıran ve bugün bulunduğu yere getiren en büyük farklılık da buydu...

Vokalist Johan Hegg niçin bu konuyu işlediğini; "Viking teması ve Iskandinav mitolojisi benim için daha çok bir hayat felsefesi haline geldi." şeklinde açıklıyor. Grup kurulurken elemanlar kendi aralarında kendi müziklerini yapmak,eğlenmek için bir araya geldi hatta yapılan açıklamalara göre grup kurulduğunda büyük hedefleri yoktu ve Isveç piyasasından çok küçük bir pay almayı ve ülke gençleri tarafından tanınmayı bile kendileri için yeterli görüyordu.

Grup 1993 yazında Lagret Studios`a girdi ve grubun hiçbir zaman yayınlanmayan demosu "Thor Arise" ı kaydetti.Grup bu kayıdı yeterince güçlü görmüyordu ve dünyada bu şekilde tanınmak istemiyordu.

Demo`nun tracklisti;

1. Risen From The Sea
2. Atrocious Humanity
3. Army Of Darkness
4. Thor Arise
5. Sabbath Bloody Sabbath (Black Sabbath cover)

şeklindeydi ve şu anda hit olmuş birçok parçayı içeriyordu.Grup daha sağlam birşeyler ortaya çıkarmak için yeni prova ve çalışmalara başladı ve tekrar stüdyoya girdi. Sonuç olarak ortaya ikinci demo "The Arrival Of The Fimbul Winter" çıktı. Bu demo birinci demoya göre gerek yakaladıkları sound gerek müzikalite bakımından daha tatmin ediciydi ve grup bu demoyu underground piyasaya sürmek için arayışlara başladı. Alınan cevap mükemmeldi.Grubun bu demosunu satmak ve haklarını güvence altına almak için Pulverised Records (Singapur) grupla bağlantı kurdu.

Grup 1995 yılının Kasım ayında 5 günlüğüne Peter Tägtgren'e (Hypocrisy) ait olan The Abyss Studios`a girmeye karar verdi ve bu süre içinde "Sorrow Throughout The Nine Worlds" albümü kaydedildi.Bu albüm 3 yeni parça ve ikinci demodan tekrar kaydedilmiş 2 parça içeriyordu. Albüm, 1996 Nisan ında piyasaya sürüldü ve grubun dünya çapındaki kariyeri daha da sağlamlaştı. Albümün piyasaya çıkışından 2 ay sonra davulcu Nico gruptan ayrıldı ve yerine Martin Lopez gruba dahil edildi. Bu andan sonra Amon Amarth`a birçok plak şirketinden teklif geldi ve grup bunların içerisinden Metal Blade ile anlaşmayı tercih etti. 1997 yılının Mart ayında grup, Metal Blade deki ilk albümü "Once Sent From The Golden Hall" i Peter Tägtgren ile kaydetmek için tekrar The Abyss Studio`ya girdi. Kayıt sonuçları AMON AMARTH`ın Swedish Death Metal sahnesinin en hiddetli ve agresif gruplarından birisi olacağını daha o zamandan kanıtlıyordu.

"Once Sent From The Golden Hall" albümünün kaydından sonra gitarist Anders Hansson gruptan ayrıldı.Grup bir ay sonra Deicide, Six Feet Under ve Brutal Truth ile turneye çıkacağı için acele gitarist arayışına girdi ve Johan Söderberg gruba dahil oldu. Grup artık iyice sağlamlaşmıştı. Haziran 1998 de çıkılan turnede grup en üst düzeye ulaştı. Aynı yıl içinde davulcu Martin Lopez kariyerini OPETH de sürdürmek için gruptan ayrıldı ve boşluğu Fredrik Andersson (ex-MARDUK) ile dolduruldu. Bu grubun son eleman değişikliği oldu ve 1999 yılının şubat-mart ayları boyunca tekrar The Abyss Studios a girerek "The Avenger" albümü kaydedildi. Yedi parçalık albümün kayıtları esnasında herhangi bir prodüktörle çalışılmadı. Death ve Black metal tarzları; Viking etkileşimi ve brutal altyapı ile sağlamlaştırılarak harika bir albüm ortaya çıkarıldı. Grup albümün tanıtımı için Morbid Angel'ın headliner olduğu birkaç festivale çıktı.

2000 Kasımında The Abyss Studios un kapanması söz konusu olunca grup yeni kayıt için aceleci davrandı.Çok kısa bir sürede "The Crusher" albümü oluşturuldu."The Crusher" AMON AMARTH`ın şimdiye kadar kaydettiği en brutal albümdü.Bu albüm gruba daha çok turneye çıkabilmesi için fırsat verdi. Grup artık birçok ülkeden festivallere çağırılıyordu ve grup headliner olduğu ilk festivale Danimarka ve Almanya`da; Purgatory ve Seirim gruplarıyla çıktı.Turne büyük bir başarıyla sonuçlandı ve AMON AMARTH bu turne sayesinde Almanya`da yeni binyılda (2001 Ocak) sahneye çıkan ilk metal grubu olarak kayıtlara geçti.AMON AMARTH bu konserden sonra MARDUK ve VADER gibi devlerle birlikte No Mercy Festivals e katıldı ve bu festivalden sonra Marduk`un 2001 deki Amerika turlarını desteklemeye karar verdi.Fakat sponsorlar bulunamadığı için tur Ocak 2002 ye ertelendi.Grup 2002 yi beklemedi ve kendilerinin ilk Amerikan turnesine Diabolic'in (Tampa, Florida) desteğiyle çıktı.Turne harika bir şekilde devam ediyordu fakat kordinatörler turneyi bir hafta gibi kısa bir sürede durdurdu ve AMON AMARTH Isveç`e geri döndü. Grup, Isveçli Death/Gore efendisi VOMITORY`ye Avrupa turu teklifinde bulundu.Teklif kabul edildi ve AMON AMARTH tekrar yollara düştü.Tur sırasında yeni albüm için birşeyler hazırlanmaya devam edildi.

Ağustos 2002 de grup 2. kez WACKEN OPEN AIR`e çıktı ve şov yaklaşık olarak 12.000 kişi tarafından izlendi ve yapılan röportajlarda herkes konserden son derece memnun olduğunu açıkladı. Grup WACKEN`dan çıkar çıkmaz "Versus the World" ü kaydetmek için 7 Ağustos`ta kendini stüdyoya attı. Uzun zamandan beri Peter Tägtgren stüdyosunu kendisine ayırdığı ve başka grupların kayıt işleriyle uğraşmadığı için grup, Malmö`deki Berno Studio`da çalışmaya başladı ve bu harika bir seçimdi.Stüdyonun Isveç metal sahnesinde mükkemmel bir ünü vardı.AMON AMARTH Berno (mühendis ve stüdyo sahibi) veya Henrik (mühendis) ile çalışırken hiç bir zorluk çekmedi ve bu yeni stüdyo grubun müzikal yapısına yeni bir boyut kazandırdı.Kayıtlar sırasında grup ara verip Almanya`ya ve Summer Breeze festivaline geziler düzenledi ve buralarda mükemmel bir şekilde karşılandı.Yeni albüm 18 Kasım da piyasaya sürüldü.Albümün sınırlı sayıdaki "Viking" baskısı ise grubun hiç yayınlanmamış eski demolarını içeriyordu ve bu albüm grubun kariyerindeki kilometre taşlarından birisi oldu.Albümün tanıtımı için 3 Amerika ve 2 Avrupa turnesine çıkıldı.

AMON AMARTH`ın yeni albümü "Fate Of Norns" da bir önceki albüm gibi Bernö Studios da kaydedildi.Bu albüm ve diğerleri arasındaki fark sorulduğunda Mikkonen; "Biraz klasik kaçacak ama albümde yakalanan sound süper ve şarkılar diğerlerine göre çok daha güçlü.Johan Söderberg`in şarkı yazımına katkısı öncekilere göre çok daha fazla oldu ve bu da müziğe yeni bir tat ve bakış açısı kazandırdı.Stüdyoya girdiğimizde birçok şarkının yazımı henüz tamamlanmamıştı ve stüdyoya girince farklı birşeyler çıkarabilir miyiz diye merak ettik.Düşündüğümüz gibi oldu ve Bernö sayesinde müzik çok farklı bir noktaya geldi.Bu Prodüksiyonda diğer hiçbirisinde harcamadığımız kadar enerji harcadık." şeklinde açıklıyor."





11
Müzik / Hypnogaja
« : 10 Mart 2008, 19:08:06 »
[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=GMLNNL1_7bU&feature=related[/youtube]


Müzik yaşamına alternatif pop grubu olarak başlayan Hypnogaja 1999 senesinde tam olarak kadrosunu oturttu.İlk başlarda bayan vokalle yola çıkan Hypnogaja daha sonra bu fikrinden vazgeçti.Grubun şu andaki kadrosu Jason Arnold (ShyBoy) - Vokal
Mark Nubar Donikian - Piyano, Klavye
Jeeve- Bass Gitar
Tim Groeschel - Elektro Gitar, Solo Gitar
Adrian Barnardo - Davul

şeklinde.Şu ana kadar yayınlanan albümleri ise :

Acoustic Sunset - Live At The Longhouse (2006)
Below Sunset Audio Samples (2005)
White Label, Vol. 1 (2004)
Kill Switch Audio Samples (2003)

Grubu bu denli popüler hale getiren ise hiç kuşku yok ki bir Eurythmics şarkısı olan "Here Comes The Rain Again" 'e yaptıkları mükemmel cover.[ /i]


*Muhte$em bir cover yapmıslar hakıkaten onun dısında da cok hos  grup .. (:

12
Başka Kurgular / Sevdalinka - Ayşe Kulin
« : 08 Mart 2008, 23:03:03 »



Bu kitap, Osmanlı öncesinde dini nedenlerle Haçlı Orduları tarafından, Birinci ve İkinci dünya Savaşları sonrasında ve 1992 Savaşı’nda ise Sırplar ve Hırvatlar tarafından sürekli soykırıma tabi tutulan ama asla yok edilemeyen Boşnak halkının acılarını,Türk halkına biraz olsun tanıtabilmek amacıyla yazılmıştır.
Roman, savaş öncesinde Tito’nun kurduğu altı federe devletten oluşan Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nde, aşırı milliyetçiliği azdırarak savaşı tırmandıran ve sonuçta Yugoslavya’yı alevler içinde bırakan günleri anlatıyor, savaşın ilk üç yılında yaşananları okura aktarıyor.
Kitapta yazılan olaylar belgesel nitelikli, tarihi ve siyasi kişilerin dışındaki karakterler kurgudur.
ÖZETİ:

Sevdalinka,belgesel nitelikli bir romandır. Boşnakların tarihteki rolü, Bosna Savaşı ve öncesinde gelişen olaylar kronolojik bir sıra takip edilmeksizin roman kurgusu içinde anlatılmaktadır.
Roman kahramanı, Nimeta, bir inşaat mühendisi ile evli ve iki çocuk annesidir. Bosna Televizyonu’nda haber görevlisi olarak çalışmaktadır. Mesleği gereği, Bosna Savaşının başlamasına kadar ülke içinde meydana gelen olayları yerinde gözlemler. Bu görevlerden birinde Zagreb’de çalışan gazeteci Stefan ile tanışır. Kısa zamanda ilişkileri aşka dönüşür. Nimeta , ailesi ve Stefan arasında bir tercih yapma zorunluluğu karşısında kendi içinde psikolojik bir savaş vermektedir. Aynı günlerde ülke içerisinde de mevcut düzen yavaş yavaş bozulmakta , Yugoslavya Federasyonu muhtemel bir iç savaşa doğru ilerlemektedir. Daha net bir ifade ile , Sırbistan , “Büyük Sırbistan” arzusuyla federasyonu sonu meçhul lakin muhakkak kan ve acı dolu bir savaşa ; faturasını Boşnaklar’ın çok ağır ödeyeceği kanlı bir savaşa sürüklemektedir.
Savaş sırasında Bosna’da yaşananlar olaylar göz göre göre yapılan bir soykırımın apaçık delilleri ve medeniyetin temsilcisi olan Avrupanın gerçek yüzünü tüm dünyaya bir kez daha göstermesidir. Kitapta yapılan birkaç tasvirde hissedilenler şöyle anlatılmaktadır;
Postane binasının yanı sıra Milli Tiyatro,Hukuk Fakültesi ve civardaki binalar da yanıyor,yeni patlamalarla bu ateş dansına eşlik ediyorlardı.Rüzgarda uçuşan kızıl saçlar gibi savrulan alevleriyle har har yanıyorlardı.Yandıkça,kırmızı bir fona çizilmiş,simsiyah iskeletlere dönüşüyorlardı.
Nimeta,taş kesilmiş,geçmişini seyrediyordu alazların ötesinde.Çocuklugu,gençligi,anıları,sevinçleri,kederleri incelip uzayarak,bükülerek alevlerin arasında göğe yükseliyor,Saraybosna külleriyle birlikte sağa sola savruluyordu.
ANA FİKRİ:
İnsanlar arasında ırk,dil,din yüzünden yaşanan kavgalar sona ermeli ve insanlar bir arada yaşamayı öğrenmelidir.Yurtta Sulh,Cihanda Sulh düsturunun insanların mutlulugu için ne kadar vazgeçilmez oldugu anlasılmalıdır.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE SAHISLARIN DEGERLENDİRMESİ:
Kitapta anlatılan olayları ve yaşananları hisseden kahraman Nimeta’dır.Nimeta evli ve iki çocuk sahibi,Saraybosna televizyonunda çalışan bir kadındır.Bir gün iş için Zagreb’den gelen Stefan adlı bir gazeteciyle tanışmış ve ona aşık olmuştur.Her ne kadar kocasından Stefan için ayrılmayı düşünsede çocuklarını düşünerek bu kararından vazgeçmiştir.Nimeta acılara karşı çok dayanıklı ve saglam bir karakter yapısına sahiptir.
Stefan sadece işiyle ilgilenen genç bir gazetecidir,Nimeta’yı çok sevmiş fakat onu kocasından ayrılmaya ikna edememiştir.Bu yüzden bir daha görüşmemek üzere Nimeta’dan ayrılmıştır.
Nimeta’nın kocası Burhan ise başarılı bir mühendistir.Savaşın başlamasından belli bir süre sonra evi terk etmiş ve cephede Sırplara karşı savaşmaya başlamıştır.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Ayşe KULİN,Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi.Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı.Uzun yıllar televizyon,reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı,sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı.Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınladı.Bu kitaptaki Gülizar adlı öyküyü,Kırık Bebek adı ile senaryolaştırdı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlıgı Ödülü’nü kazandı.
1986’da sahne yapımcılıgını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü aldı.1996 yılında Münir Nurettin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı.Aynı yıl,Foto Sabah Resimleri adlı öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü’nü,bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazandı.1997’de yayınlanan Adı:Aylin adlı biyografik romanı ile,İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi.
1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı,1999’da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000’de yine bir biyografik roman olan Füreya yayınlandı.


13
Müzik / Franz Joseph Haydn
« : 05 Mart 2008, 16:02:21 »

(1732-1809) Klasik dönemin ünlü Avusturyalı Bestecisi. Hem Mozart’ı hem Beethoven’ı etkilemiştir. Baba Haydn olarak bilinir. En çok senfoni türündeki eserleriyle tanınır; bu türde 104 eser vermiştir.

31 Mart 1732’de Avusturya’nın Rohrau kentinde doğan Haydn, yoksul bir ailenin çocuğu idi. Ailesi onu, 6 yaşında iken bir koroya katılmak üzere Viyana’ya gönderdi. Sesi kalınlaştıktan sonra da Viyana’da kalarak müzisyenlik yapmaya devam etti, bestecilik dersleri aldı. 1761’de Esterházy ailesinin yanında iş buldu ve hayatının 30 yıldan fazlasını bu soylu aileye hizmet ederek geçirdi. İşi, onların istekleri ve ihtiyaçlarına uygun müzik bestelemekti. Diğer bestecilerden ve müzik çevrelerinden uzak oluşu, onun yaratıcılığını ortaya çıkardı, ününün yayılmasına ise engel olmadı. 1780’lerde besteleri tüm Avrupa’da çalınmaktaydı. Ününden ötürü çeşitli yerlere davet edilir ve davet edildiği şehirde ilk kez çalınmak üzere bir eser bestelemesi istenirdi. Bu şekilde yazdığı Paris Senfonileri ve Londra Senfonileri en çok bilinenlerdir. Yaylı dörtlüleri için yazdığı eserlerde de kendinden öncekilerden farklı olarak her çalgıya eşit rol vererek yenilik getirmiş ve bu düşüncesiyle Mozart’ı etkileyerek Haydn’a adanmış altı kuartet bestelemesine neden olmuştur. Beethoven’ın ilk dönem eserlerinde de Haydn etkisi görülür. İki sanatçının 1781’de başlayan arkadaşlıkları yıllarca sürmüştür. Beethoven’a ise Esterhzy sarayında özel ders vermiştir.

100 kadar senfoni, çok sayıda konçerto, oda müziği eserleri, 40 sonat, şarkılar, oratoryolar bestelemiştir.

Eserlerinin çoğunun hikayesi vardır. Örneğin 45 numaralı senfonisi, Veda Senfonisi olarak bilinir. Eserin dördüncü bölümünde 2 ya da 3 müzisyen kendi bölümlerini bitirir ve müzik halen sürürken sahneyi terk eder; bu, sahnede şef ve tek bir kemancı kalana kadar sürer. Bu senfonide Haydn ve müzisyen arkadaşlarının kış mevsiminde şehirdeki ailelerinin yanına dönmek istediklerini Prens Esterházy’e anlatmak istedikleri hikaye edilir. Prens mesajı almış ve onlara izin vermiştir. Sürpriz Senfonisi denilen 94 numaralı senfonisini ise akşam yemeği sonrasındaki konserlerde dinleyicilerinin çoğunun uyuduğunu anladığında bestelediği söylenir. Haydn’n çoğu senfonisi gibi canlı birinci bölümle başlayıp; yumuşak, yavaş tempolu ikinci bölümle devam eden senfoni dinleyicilerin uykuya daldığı sırada davullar ve çok yüksek sesli telli çalgıların melodisi ile onları uyandırır.

Haydn, Esterházy ailesinin müziksever üyesi Prens Nikalaus öldükten sonra emekli olmuş ve daha önce Viyana’ya kadar gitmesine bile izin verilmeyen ortamdan kurtulup seyahat özgürlüğüne kavuşmuştur. 2 defa İngiltere’ye giden Haydn, Oxford Üniversitesi’nden fahri doktor unvanını aldı; ömrünün son yıllarında ise Viyana’ya yerleşerek koro ve orkestra için Yaratılış Oratoryosu, Mevsimler Oratoryosu gibi dini koro ve orkestra eserleri besteledi. 31 Mart 1809’da Viyana’da hayatını kaybetti.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Haydn

14
Müzik / Ludwig van Beethoven
« : 05 Mart 2008, 15:55:35 »

Ludwig van Beethoven (16 Aralık 1770-26 Mart 1827) Alman klasik müzik bestecisi..

Ludwig van Beethoven 1770 yılında Bonn’da mütevazı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İlk müzik öğretmeni babasıdır. Alkolik bir müzisyen olan babasının Beethooven’a piyano eğitiminde çok sert ve acımasız davrandığı bilinir. Mutsuz bir çocukluk geçiren Beethoven, küçük yaşlarda ailesinin geçimine katkıda bulunmak için kilisede piyano çalarak çalışmaya başlamıştır.

1792 yılına Viyana’ya giden Beethoven klasik müziğin ünlü bestecisi Joseph Haydn’ın yanında çalışmaya başladı. Joseph Haydn kısa sürede Beethoven’ın üstün yeteneğini fark etti ve her konuda ona destek oldu. Beethoven, başlarda besteci olarak değil piyanist olarak adını duyurdu. Daha sonra yaptığı bestelerle klasik müziğin 19. yüzyılın sonuna kadar yaşayan tüm müzisyenlerini etkiledi.

Beethoven’ın dokuz senfonisi, beş piyano konçertosu, bir keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, otuz iki piyano sonatı ve birçok oda müziği eseri bulunmaktadır. Sadece bir opera, Fidelio, bestelemiştir. İlk senfonisini 1800 yılında yapmıştır. 3. senfonisini, Eroica olarak da bilinir, Napolyon’a Avrupa’ya demokrasi getirdiği için adamıştır. Ancak daha sonra Napolyon kendini İmparator ilan ettiğinde bu adamayı geri almıştır. 9. senfoni ise en çok bilinen ve bugün Avrupa Birliği marşı da olan en çarpıcı senfonisidir.

Beethoven çok titiz çalışan bir müzisyendi. Müziği, ifade gücü ve teknik olarak çok üst seviyedeydi. Beethoven, Haydn ve Mozart’tan devraldığı prensipleri geliştirdi, daha uzun besteler yazdı ve daha tutkulu, dramatik eserler oluşturdu. Özellikle Op. 109 piyano sonatıyla Klasik müziğin Romantik Dönemini başlatmıştır.

Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken Beethoven 1801’de işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır olmuştur. Bu dönemden sonra sağırlığı müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilememiştir. Hatta hepimizin çok iyi bildiği 9. senfoniyi sağırlık döneminde bestelemiştir.

1827 yılında 56 yaşındayken dünyaca tanınan bir besteci olarak ölmüştür ve cenazesine otuz bine yakın insan katılmıştır.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Ludwig_van_Beethoven

Lınkten parcalarına da ulasabılırsınız.

15
Müzik / Johannes Brahms
« : 05 Mart 2008, 15:46:02 »

7 Mayıs 1833 de Hamburg'da doğan Brahms (Aşağı Sakson - Kuzey Alman) genişçe bir ailenin çocuğuydu. Babası el işçiliğiyle para kazanıyordu, ayrıca Hamburg'taki birkaç dans lokalinde korno ve kontrabas çalarak küçük gruplarla sahne alıyordu. Brahms piyano dersleri alarak müziğe yedi yaşında başladı. Besteciliğe olan yeteneğini genç yaşlarda göstermeye başladı, 1849'da yazdığı Sevilen Valsler üzerine Fantezi adlı yapıtı Piyanoçalarlar için çalınması hiçte kolay olmayan bir yapıttır. Brahms genç birisi olarak kendine özgü bir anlatım biçimi geliştirmişti; erken dönem yapıtlarını Pseudonymen (G. W. Marcks, Karl Würth) adı altında yayınlatıyordu ve bunlara kendine göre yüksek opus numaraları veriyordu. Başlarda yalnızca piyano yapıtları veren Brahms orkestranın olanakları ve sınırları konusunda kendine henüz güvenmiyordu. Daha sonraki yıllarda da orkestra yazısı konusunda yakın çevresinin desteğine başvurmuştur. 1853 yılında arkadaşı macar kemancı Eduard Reményi Brahms'ı Hannover' de oturan dönemin büyük kemancısı Joseph Joachim ile tanıştırmıştır. Joachim' den çok etkilenen Brahms Onun çalışında yoğun bir ateş, öyle ki, herşeyi kaderine bırakan bir enerji, ritmdeki kesinlik, sanatçıyı gösterircesine ve onun yapıtlarında (bestelerinde) daha şimdiden büyük bir anlatım gücü görüyorum, yaşıtlarıyla karşılaştırılamayacak bir biçimde... diye söz eder. Joachim'in Brahms'a önerisi, kendisini Weimar'da Saray Müzik Direktörü olan Franz List' e tanıtması olmuştu. List'in Brahms'a sözü ise Breitkopf & Härtel Yayınevi'ne yazdığı bir mektupta kendisinden söz etmesi olmuştu. Brahms bu durumdan pek bir beklenti çıkaramamış ve Joachim'e bir mektup yazarak kendisini sanat yaşamına sokmasını istemişti. Bunun üstüne Joachim Brahms' ı Düsseldorf' ta oturan besteci Robert Schumann' la tanışmasını önermişti.



25.Ekim.1853 yılında Robert Schumann tarafından Leipzig 'te kurulan 'Müzik için Yeni Dergi' nin (Neuen Zeitschrift für Musik) Yeni Yollar başlığı altında ilk yazısını Schumann yazmış ve Brahms için şunları belirtmiştir:

' (...) ve o geldi işte, bu seçkin ve kahraman nöbeti tutabilecek yeni bir kan. Hamburg 'lu Johannes Brahms, oranın karanlık sessizliğinde yaratılmış ama sanatın bu zor uzlaşısında kendisine fazlasıyla ve coşkuyla ilgilenmiş bir öğretmenden biçimlenmiş, kısa bir süre önce saygıdeğer yakınım olan bir usta tarafından bana sözü edilen Brahms. Bütün bu belirtileri üzerinde taşıyan o: O seçkin birisi. (...) '

Schumann, Müzik Yayınevi Breitkopf & Härtel' in de Brahms' ı kabul etmesini dileyerek, yayınevinin Brahms' ın birkaç çalışmasını yayınlamsını istedi. Onun kişisel olarak bu konuya yüklenmesi yirmi yaşındaki Brahms' ı Almanya' da sanki bir gecede ünlü birisi yapmıştı. Müzikle ilgilenen bir sürü kişi ondan bir şeyler dinlemek, yapıtlarını görmek, bu yeteneği daha çok tanımak istiyordu. Bu durum Brahms' ı ürkütmüştü. Schumann' a yazdığı mektuplarında korkularını dile getirmiş, kamu ölçütlerine göre yetersiz kalacabileceğini belirtmişti. Kendini aşırı eleştirerek bunalıma girip bir kaç çalışmasını yakıp yok etmişti.

Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Johannes_Brahms

Sayfa: [1] 2 3