Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Apocalyptique

Sayfa: 1 [2] 3
16
Müzik / Johann Sebastian Bach
« : 05 Mart 2008, 15:37:21 »
Johann Sebastian Bach

(Eisenach, 1685 - Leipzig, 1750)


Gelmiş geçmiş en büyük besteci ve orgculardan biri J.S. Bach oldukça geniş ve tamamına yakını müzisyen bir ailenin ferdi idi. Sahip olduğu bu aile onun mesleğini seçmesinde hiç zorluk çekmediğini düşündürüyor, yaşadığı dönemde oğulların babalarının mesleklerini sürdürdüğü düşünülürse ise bu konuya ait hiçbir şüphe kalmıyor insanın içinde.
Kaynaklara göre Bach'ların ilki flüt çalan bir değirmenciymiş, Müzik dünyasında Bach hanedanının fertleri arasında on dördü Jena, Anstadt, Ohrduf, Magdeburg, Mülhausen, Weimar ve Lahm'da org çalarak hayatlarını kazanmışlardı. Onikisi korolarda şarkı söyleyerek, ya da koro şefliği yaparak geçiniyordu. Biri Andstadt'ta Kont Ludwig Gunther'in aylıklı saray müzikçisiydi. Öteki Eisenach'da Saxe Dükünün sarayında müzikçiydi. Bir başkası Meiningen'de Dükün müzikçisi olmuştu. Dördüncüsü Hohenlohe Kontunun yanında çalışıyordu. Biri de Weimar Dükünün Kilise Koro şefiydi. Bach ailesinin en aşağı on üyesi koro eserleri, prelütler,şarkılar, ilahiler, süitler, fügler ve konçertolar besteleyerek müzik tarihlerinde kendilerinden söz ettirmişlerdi. İkisi ünlü birer obua'cıydı, üçü güzel viyola çalıyordu, ikisi de birer keman ustasıydı. Birkaç nesil boyunca, Almanya'nın bir çok bölgelerindeki ünlü müzikçilerin Bach soyadını taşıdıkları bilinmektedir.

Gelmiş geçmiş en büyük besteci ve orgculardan biri olan Johann Sebastian Bach, müziğin matematikçisi olarak da bilinir.
Eisenach'ta yaşayan Johann Ambrosius Bach, kentin bandosunda görevliyken karısı Elisabeth, 21 Mart 1685 günü beşinci oğullarını dünyaya getirdi. Bebeğe Johann Sebastian adını verdiler. Johann Sebastian henüz dokuz yaşına gelmişti ki, annesi Elisabeth öldü. Bu büyük acıyı bir yıl sonra babasının ölümü izleyince, bir diğer kentte orgcu olarak çalışan büyük ağabey Johann Christoph, küçük kardeşleri Johann Sebastian ve Johann Jakob'u yanına aldı. Onların hem temel eğitimleri, hem de müzikal eğitimleri ile ilgileniyordu.

Johann Sebastian müzikte büyük ilerleme göstermeye başlamıştı. Özellikle eski ustaların eserleri çok ilgisini çekiyordu. Saatlerce onları kopya etmekle uğraşıyor, kompozisyon kurallarını öğrenmeye çalışıyordu. Bu merakı tüm vaktini almaya başlayınca, ağabeyi notaları bir dolaba kilitleyip, kardeşinin başka şeylerle de uğraşmasını sağlamak istedi. Ama küçük Bach geceleri gizlice, büyük zorluklarla ele geçirdiği notaları kopya etmekten geri kalmadı. Bu öğrenme yöntemine Bach bütün yaşamı boyunca başvuracak ve özellikle Vivaldi'nin eserleriyle tanışmasını bu yolla sağlayacaktır. 1700 yılında ağabeyinin ailesi gittikçe kalabalıklaştığı için evdeki yaşam zorlaşmıştı. Bach geçimini sağlayabilmek için, Lüneburg'taki koroda şarkı söylemeye başladı. Henüz onbeş yaşında olduğu için çok güzel bir soprano sese sahipti. Ama bir süre sonra sesi kalınlaşıp erkek sesine dönüşünce, korodan ayrılmak zorunda kaldı; artık orkestrada keman çalarak geçimini sağlıyordu.

Bu sırada orgcu George Böhm'den çok şey öğrendi. 18 yaşında Arnstadt'taki Neueskirche'ye orgcu olarak atandı. Haftada üç kez ayinlerde çalıyor geri kalan vakitte ise tümüyle müzikle uğraşabiliyordu.

Johann Sebastian Bach 1705 yılında kilise yöneticilerinden bir aylık bir izin istedi.

Amacı Lübeck kentin giderek, devrin ünlü bestecisi ve org ustası Buxtehude'yi dinlemekti. Arnstadt'dan 350 kilometre uzakta olan Lübeck'e doğru yürüyerek giden Bach, bu kente varınca hayran olduğu ustanın org çalışını doyasıya dinledi. Bu gezi öyle hoşuna gitmişti ki, bir aylık izin alabildiğini unutarak burada tam üç ay kaldı. Arnstadt'daki yöneticiler bu duruma çok kızmışlardı. Bach, kendini savunsa da kilise yöneticileriyle arası açılmıştı. Yöneticiler her fırsatta Bach'ı suçlayacak bir konu buluyorlardı. Son olarak besteci, kilisede gizlice bir kadınla buluşup birlikte müzik yaptığı için suçlanıyordu. Bach, durumu rahibe haber verdiğini söyleyerek kendini savunduysa da kilise yöneticileriyle arası bu olaydan sonra iyice bozuldu. 1707 yılında Mühlhausen kentinde bir kilise için orgcu aradıklarını duyunca, Arnstadt'dan ayrılarak buraya yerleşti.
17 ekim 1707 günü Bach'ın yaşamında yeni bir dönem başlıyordu. İkinci kuşaktan kuzeni olan Maria Barbara Bach ile evlenen besteci, tüm yaşamı boyunca çok iyi bir aile reisi olarak kalacaktı. Bu arada, Arnstadt'da dedikodulara neden olan yabancı kadının da Maria Barbara olduğu anlaşılmıştı.

Mühlhausen kentinde aylığı da pek az sayılmazdı. Orgcunun durumundan şikayet etmeye hakkı yoktu. Seksenbeş gulden(altın) ücret alıyor, ayrıca on iki çuval mısır ve altı çeki de odun veriyorlardı. Hatta eşyasını da Anstadta'tan getirtsin diye ona bir araba vermişlerdi. Sevimli, cana yakın bir insana benzediği için Şehir Belediye Meclisi üyeleri ona her yıl bir buçuk kilo balık verilmesini de uygun görmüşlerdi.

Fakat Bach dobra dobra konuşmaktan öylesine hoşlanırdı ki... Daha kilisenin orgunu görür görmez, beğenmediğini açıklayıverdi. Onu pek küçük bulmuştu. Halbuki ondan önce buraya gelen orgcuların hiç biri çalgının küçük oluşundan, tellerinin bozukluğundan, sesinin azlığından şikayet etmemişlerdi. Orgun tuşlarından birkaçının eksik olması ne önem taşıyabilir
diki sanki? Bach'dan önce burda çalışan müzikçiler, bunu hiç önemsememişlerdi. Bu ne biçim adamdı böyle?

Zaman çok geçmeden Bach işinden ayrıldı. Kilisenin idarecileri de üzerinden büyük bir yükü atmış olmanın verdiği ferahlık içinde rahat bir nefes aldılar.

Fakat Bach'ın çok güzel org çaldığı da kulaktan kulağa fısıldanıyordu artık. Genç adam sol eliyle tuşlara basarken sağ elinin üç parmağıyla da başka bir melodi çalmayı başarmıştı. Bazıları onun dördüncü ve beşinci parmaklarıyla bir melodiyi çıkarırken baş parmağı ve işaret parmağıyla da tuşlarda cambazlık yaptığını şaşarak belirtiyorlardı. Bu adam ne kuvvetli ve becerikli bir insandı yarabbi! O devirde, Almanya'daki orgcuların hepsinden daha iri yanı daha hareketli bir adamdı bu. Üstelik neşeli ve arkadaş canlısıydı da. O yaşlı müzikçiler gibi hemen sinirleniveren, titiz, huysuz bir insan da değildi. Tam tersine, neresinden baksanız bir halk adamıydı. Bir çok bakımlardan onu bir nalbanta benzetmekte mümkündü. Orgunun
başında çeşitli notaları çalmaktan ziyade elinde körükle ateş yapmaya çalışan bir nalbant havası vardı onda.

Bazılarına göre Bach, çok fazla kibirli ve gururluydu. Kendini önemli bir şahsiyet sanmakla büyük bir hata işliyordu. Bir keresinde kiliselerden birine orgcu olarak girmek istemiş, fakat o devrin adetlerine göre, Bach'ın kilisenin kasasına bir bağışta bulunması gerekince ünlü müzikçi bu teklifi geri çevirmişti. Kilisenin idarecileri, "gökten melekler inip buraya orgcu
olmak isteseler onlara da aynı şartları kabul ettirmek zorunda kalırız. Şayet melekler bu parayı ödemezlerse orgculuktan vazgeçip cennetlerine dönerler..." demişlerdi.

Fakat bütün bu sözler Bach'ı inançlarından, kararlarından vazgeçirmeye yetmemişti.

Bir başka sefer de Bach'ın bir kilisede iş bulduğu haber alınınca onun işinden ziyade kilisenin bodrumundaki şarap fıçılarıyla ilgilendiği söylenmişti. "Biz bu adamla başa çıkamıyoruz" diyorlardı. 'Tembellikten her gün biraz daha şişmanlıyor. Eser mi besteliyormuş... Hıh, onun yazdıklarına da eser mi denir sanki? Namuslu bir adam gibi günlük işlerini yapsın, aldığı
parayı hak etsin de gerisi kusur kalsın... orgunu çalsın, Tanrıdan korksun, aldığı parayla geçinmeyi öğrensin, yeter... Yoksa onun yerine bir başkasını bulmak zorunda kalacağız."

Müzikten anlayan ve çevresindekilerden de korkmayan cesur bir adam:"Dostlarım, siz bu Bach'ı anlamıyorsunuz" demişti, " bu her hangi bir insan değil, bu bir dahi..."

-Dahi mi? Bizim dahilerle işimiz yok. Bizim kilise müziğini doğru dürüst çalabilecek, ağır başlı, ciddi bir orgcuya ihtiyacımız var."


Bu dedikodulara rağmen Bach mesut bir hayat sürüyordu. Müzikle dolu bambaşka bir hayattı bu. Ohrduf, Anstadt, Mühlhausen, Lübeck, Leipzig'de kilise orgculuğu yapmıştı. Weimar sarayında çalışmıştı. İmparator Büyük Frederick'in göz bebeği olmuştu. Büyük Alman İmparatorluğunun temellerini atmaya çalışan bu ünlü asker ve devlet adamı, Bach'ı Berlin'de bir org konseri vermeye zorluyordu. Uzun tereddütlerden sonra nihayet Bach, bu yeryüzü cennetine girmeyi kabul etti. Savaşçı Krala, savaş meydanlarında geçirdiği heyecanları, orgunun tatlı melodileriyle unutturacaktı.

İmparator Frederick, Bach'ın saraya geldiğini öğrenince gözleri sevinçle parladı. Maiyetindekilere : "Beyler" dedi, bugün bizler için çok önemli bir gündür, zira Sebastian Bach şu anda aramızda bulunuyor!"

Yol kıyafetleriyle saraya gelen Bach, salondan salona gezerek, saray halkının huzurunda piyano çaldı. Frederick'in sarayındaki yedi piyanoda bildiği parçaları çalmak zorunda kalmıştı.

Frederick, Bach'ın aynı zamanda bazı parçalar da bestelediğini duymuştu. Bach, boynunu büküp, arasıra birşeyler bestelemeye çalıştığını söyledikten sonra İmparatora " siz şuraya bir melodi yazın ben onu altı değişik şekilde yazayım" demişti. Daha sonra İmparatorun melodisini tanınmayacak derecede değiştirerek harikulade bir eser haline getiriverdi. Frederick, bu parçayı dinleyince hayranlığını gizleyemedi : "Allahım, yeryüzünde yalnız bir tek Büyük Bach var" diye bağırdı.

Bir büyük Bach vardı. Bu doğruydu ama küçük Bach'ların sayısı da pek çoktu... İki kere evlenen ünlü sanatçının yirmi çocuğu olmuştu. Kendisi de bir çocuk gibi oyuna meraklı olduğu için onu çocuklarıyla oynarken görmek mümkün oluyordu. Ailesinin kalabalıklığının yanı sıra, Bach'ın öğrencilerinin de sayısı epeyi kabarıktı. Avrupanın dört köşesinden Bach'ın ününü, teknik bilgisinin üstünlüğünü duyanlar evine akın ediyorlar, ondan ders alabilmek için türlü çarelere baş vuruyorlardı. Bach, kafasının içi yeniliklerle dolu esrarengiz bir adamdı. Piyanoda diğer parmakların yanı sıra küçük parmakla baş parmağın da tuşlara dokunması gerektiğini düşünüyordu. O güne kadar piyanoda bu usulü deneyen çıkmamıştı. Alınan sonuç ise inanılmayacak kadar olumlu bir sonuçtu...

Fakat parmakların hepsini tuşlara değdirmek çok yorucu ve zor bir işti. Bach, küçük öğrencilerinin çalışmaktan bileklerinin ve parmaklarının ağrıdığını fark edince hemen onlara tatlı melodili bir iki küçük parça besteleyiveriyor, çocukları ders arasında gene müzikle eğlendirmeye çalışıyordu. Bach'ın kendi çocukları arasında onun bu metotlarını benimseyebilenler azdı. Bazen de Bach, piyanosunun başına geçip kendi bestelerinden daha zorca bir parçayı seçip çalıyor, bitirdikten sonra : "Bu parçayı benim çaldığım gibi çalmanız şart" diyerek öğrencisinde daha fazla çalışma hevesi uyandırmaya çalışıyordu. Fakat müzik bilgisi öğretmeninkinden bir hayli kıt olan, parmakları henüz piyanonun tuşlarına alışmamış bir
öğrenci, parmaklarını tuşlar üzerinde rüzgar gibi uçuran bir öğretmenle nasıl yarış edebilirdi ki...

Fakat bu usta öğretmenin müzik dilinden anlayanlar da vardı. İşte mesela sanatçının oğullarından Johann Friedrich ile Karl Emanuel babalarının izinden yürümeye kararlıydılar. Babayla bu iki oğlunun birbirlerine çok düşkün olmalarına da şaşmamalıydı. Johann Friedrich ile Karl Emanuel babalarıyla beraber piyanonun başına geçip saatlerce koro parçaları
üzerinde çalışıyorlardı. Bazen de her biri eline bir müzik aleti alıyor ve saatlerce çalışıyordu. Babalarının bestelemiş olduğu parçaları daha değişik şekillerde çalmak için bazen saatlerce uğraştıkları da oluyordu. Ailenin öbür fertleri de bu toplu haldeki müzik çalışmalarına zaman zaman katılıyorlardı.


Bu Bach'lar gerçekten garip tabiatlı, üstün kabiliyetli, eşi bulunmaz insanlardır... Hele baba Sebestian Bach hepsinden de kabiliyetliydi. Bir insan olarak, müziği sever ve anlarsanız, bir acemi müzikçinin çalacağı tek yanlış nota bile sizi çileden çıkarmaya yeter. Çalınan her yanlış nota, kalbinize bir hançer gibi saplanıp acı verir. Böylelerini saçlarından yakalayıp sarsarak "sizler müzikçi yerine ayakkabıcı olmalıydınız" demekten de kendinizi alamazsınız. Bu da sizin fazla kibirli, aksi ve geçimsiz bir insan olduğunuz hissini uyandırabilir. Müzikten anlamayan budalalar sizin gerçek değerinizi anlayabilir mi hiç? Binlerce meslektaşınız gibi günün birinde siz de ilk defa orgun başına oturdunuz ve önünüzdeki tuşlara boş gözlerle baktınız. Fakat günün birinde garip bir düşünce zihninizi kurcalamaya başladı ve her şey gün ışığı gibi meydana çıkıverdi. İnsanlar dümdüz ileriye değil, daima yukarıya bakmalılar. Nasıl bir çocuk, babasından yardım bekler, onun koruyucu kanatları altında yaşamak isterse bir müzikçi de Tanrıdan yardım beklemeli, onun yardımıyla mesleğinde ilerlemeye çalışmalı. Müzik yeryüzünden ahirete ve ahiretten yeryüzüne giden bir yol sayılır.

Fakat Bach, meseleyi bu kadarla bırakmaya niyetli değildi. Notalar, tam bir armoni (uygunluk) içinde bir arada yaşamalıydılar.

Evet, notalar arasında armoni kurmak şarttır ama bunu nasıl başarmalı?
Bach, kendi denemelerinden faydalanarak bu derde de bir çare bulmaya çalışmıştı. Pazar günleri öğleden sonra Bach ailesinin fertlerinin bir araya toplanıp müzikle ilgili konular üzerinde tartışmalar yapmaları adetti.. Bu toplantılarda Bach'ların her biri kendi fikirlerini açıklar, bunları diğer akrabalarıyla konuşup onların da fikirlerini alırdı. Herkes içinden geçenleri söylemekte serbestti. Çoğu kere Bach ailesinin bütün fertleri farkına varmadan hep bir ağızdan konuşmaya başlayıveriyorlardı. Fakat hepsi de iyi niyetli bir takım fikirler ileri sürdükleri için bir ağızdan konuşmalar tam bir armoni içinde cereyan ediyordu. Her ferdin fikri, diğerinki kadar önemliydi. Hep beraber koro parçalarını söylemeye başladıkları zamanda herkes şarkıyı dilediği gibi söylemekte serbestti. Fakat seslerin hepsi bir bütün halini alıyordu.

Bach, hayatının en güzel yıllarını Weimar'da geçirdi. Fakat en büyük acıyı da gene aynı yerde tattı. Sarayın baş orgcusuydu ama günün birinde buraya baş müzikçi olacağını umuyordu. Hele baş müzikçi ölünce Bach'ın ümitleri daha da arttı. Ancak ölenin yerine Bach'tan başkası tayin edilence ünlü müzikçi bir hayal kırıklığına uğradı. Haksızlığın bu derecesine de dayanamayacaktı. Patronuna ağır hakaretlerle dolu bir mektup göndererek
işinden ayrılmak istediğini bildirdi.

Bu arada, onu Weimar'dayken tanıyıp takdir etmiş olan Cöthen prensi Leopold olayı duyunca hemen Bach'a bir haberci gönderip onu kendi sarayına almak istediğini bildirdi.

Prens Leopold sarayında eski üzüntülerini unutan Bach için yeni bir saadet devri başlamış oluyordu. Prens ile beraber seyahatlere çıkıyor, Avrupa'nın tanınmış şahsiyetleriyle dostluk kurabiliyordu. Bu seyahatlerinden birinde Brandenburg asillerinden Prens Christian Ludwig ile tanıştı. Bu genç asilzade konçerto toplamaya meraklıydı. Söz arasında Bach'a da konçerto
ısmarladı. Bach, hemen kolları sıvayıp Prens Ludwig'in ısmarladığı konçertoları bestelemeye koyuldu. İki yıl sonra sonra da altı tane yeni konçerto besteledi. Bunlarla Prensin hatırasına hürmeten " Brandenburg Konçertoları" adını vermişti. Bach, eserlerini sevinç içinde Prense
yolladı fakat şımarık asilzade Bach'a ısmarladığı eserleri çoktan unutmuştu, notalara şöyle bir göz attıktan sonra bir kenara attı. Ama Bach'ın unutulup kenara atılan konçertoları sayesinde Brandenburg adı müzik tarihlerine geçebilmiştir.

Bach, yıllarca geceli gündüzlü çalışmış, gözlerini pek fazla yormuştu. Son zamanlarda da görme kabiliyeti gittikçe zayıflamıştı. Ünlü besteci 1750 yılının Ocak ayında görme kabiliyetini tamamen kaybetti. Altmış beş yılın ağırlığıyla başı da öne eğilmiş, o eski, yorulmak bilmeyen, güçlü kuvvetli insanın yerine yorgun, bezgin bir ihtiyar almıştı. Fakat o her şeye rağmen sonunun yaklaştığına inanmak istemiyordu. Daha yapılacak o kadar çok iş vardı ki. Bir sürü koro parçaları bestelemek istiyordu, bir konçerto daha yazmalıydı., bir füg daha bestelemeliydi. Fakat görme kabiliyetini iyice kaybettiği için çalışması güçleşmişti. Notaları başkalarına yazdırmak zorundaydı. Fakat gene de durumundan memnundu. Belki hayatta pek önemli bir başarı elde edememiş, tanıdığı din adamlarının izinden tam manasıyla
yürüyememişti ama, o da, notaların yardımıyla Tanrıya hizmet etmişti. Yıllar yılı durmadan dinlenmeden çalışmış, yüzlerce eser bestelemişti. Onun eserleri biraz da kendisine benziyordu. Gösterişsiz, içten gelen, samimi duyguların birer ifadesiydiler. Doğan ve batan güneşe bakarak ötüşen kuşların şarkıları kadar saf ve sade idiler.

Şimdi de sessiz günün sessiz gecesi yaklaşmıştı. Johann Sebestian Bach, şiddetli bir sar'a krizinden sonra kendini bilmeden öbür dünyaya göçüverdi. St. John Kilisesinin mezarlığına gömdüler ve yüz yıla yakın bir süre onu anmak, eserlerini araştırmak kimsenin aklına gelmedi. Bach'ın ölüm haberi, Leipzig gazetesinde kısacık bir haber olarak yayınlandı. Şehir Belediye Meclisi de müzikçinin ölümünden duyulan üzüntüyü kısa bir bildiriyle açıkladı. "Herr Bach'ın büyük bir müzikçi olduğundan şüphemiz yok ama" diyorlardı, "bizim bir müzikçiye değil, müzik öğretmenine ihtiyacımız vardı."

Kalabalık ailenin bütün yükü, Bach'ın dul eşinin omuzlarına yüklenmişti. Kadıncağız, evin masraflarını karşılayabilmek için kocasının vaktiyle biriktirmiş olduğu parayı da harcadı. O büyük bestecinin eşi bir süre sonra herkesin acıdığı zavallı, fakir bir kadın havasına büründü ve öldüğü zaman da fakirler mezarlığına gömüldü. Bach'ın bestelemiş olduğu eserler de St.
John Kilisesinin dolaplarında unutulup kaldı. Kilisenin okulunda okuyan öğrenciler, piknik yemeklerini sarmak için kağıt arayacakları zaman dolaba gidip Bach'ın eserlerinden birer sayfa koparmayı adet edinmişlerdi. Ludwig von Beethoven, beşinci senfonisinin ölümsüz notalarını bestelerken, Bach'ın sağ kalan tek kızı da bir fakir yurdunda hayatının son günlerini yaşamaktaydı.

Bach'ın öğrencilerinden biri, ustanın mezarı başında bir arkadaşına şöyle demişti : " Biliyor musun, bizim ihtiyar o kadar alçak gönüllü idi ki dehasının kıymetinden bile haberi yoktu. Dünyanın onu tanıyıp değerini anlaması için aradan belki de yüzyılların geçmesi gerekecek." Gerçekten de öyle oldu...

Hazırlayan: Onur Anitaş


Kaynak:

www.tuluyhanugurlu.com
Boyut klasik müzik koleksiyonu
www.biografi.net

"
kaynak : http://www.egitimatolyesi.net/yazi.php?id=153
"
Bir de http://tr.wikipedia.org/wiki/Johann_Sebastian_Bach 'dan parcaları hakkında genıs bılgıye ulasabılırsınız.Karakter yetmedı :S

17
Müzik / Wolfgang Amadeus Mozart (1756 - 1791)
« : 05 Mart 2008, 15:23:46 »


27 Ocak 1756'da Avusturya'da Salzburg şehrinde doğdu. Babası Leopold Mozart, Salzburg Başpiskoposluğu Saray Orkestrası'nda keman çalan, bir çok besteler ve keman için bir metod yazan bir müzikçiydi. Oğlu Wolfgang üç yaşına geldiği zaman kendisinden beş yaş büyük olan kızkardeşi Maria Anna (Nannerl)'ın çaldığı klavsen parçalarını belleğine yerleştirip kendi kendine çalmaya başlayınca ondaki mucizevi özelliği farketti, hele bir gün minik Wolfgang'ın eline geçirdiği bir nota kağıdına daha kullanmayı bile beceremediği kocaman tüy kalemle konçerto çiziktirdiğini görünce, ona ciddi olarak klavsen dersleri vermeye başladı.


Gerçekten de Wolfgang'ın iyi bir müzikçi olmak için doğuştan olağanüstü özellikleri vardı; kulağı bir kemanda bir notanın sekizde bir kadar akort düşüklüğünü farkedecek derecede hassastı ve çirkin seslere, gürültülere karşı tepkisi ise baygınlık geçirecek ölçüde şiddetlenebiliyordu.


Zaman geçtikçe Mozart'ın müzik yanında aritmetik ve resime de yeteneği olduğu ortaya çıkıyordu. Çevrede bu harika çocuğa karşı ilginin artması üzerine, babası bu erken doğan güneşten faydalanmak, çocuklarının sayesinde para ve şöhret sağlayabilmek için, oğlunu ve kızını yanına alarak Avrupa kentlerini dolaşmaya, konserler vermeye başladı. Wolfgang klavsen, keman ve org çalmadaki ustalığıyla, her şeyden fazla doğaçtan çalışlarıyla dinleyicilerini hayrette bırakıyordu. Müzik aletlerini çalmakta gösterdiği kolaylığa denk bir kolaylıkla beste de yapmaya başladı. Beş yaşında menuet, yedi yaşında konçerto ve sekiz yaşında senfoni meydana getirdi.


"Mozart müzik sanatında ulaşılmazlığın simgesidir. Şiirde Shakespear'in olduğu gibi. Onun sanat evreninde belirişi açıklanması olanaksız bir mucizedir."
J.W.Goethe
 


Yaşamının ilk oniki yılında babası ve kızkardeşi ile birlikte konserler vererek boydan boya dolaştığı Avrupa'da geçtikleri her kentte hayranlık ve ilgi topladı, saraylarda krallar ve kraliçeler önünde çaldı. Soylular, her defasında yeni bir eserle ortaya çıkan harika çocuk Wolfgang'ı dinlemek için yarıştılar, çağın ünlü ressamları Mozart'ların portre ve resimlerini yaptılar.


O günlerde Wolfgang'ı dinleyen ünlü düşünürler Voltaire ve Goethe, bu küçük çocuğun bir gün sanatının en büyük ustaları arasına katılacağından emin olduklarını söylediler.


Ondört yaşında iken, ilk opera eseri "Lucia Silla" Milano'da çalındığı zaman Mozart kendini opera sahnelerine de, üstelik operanın vatanı İtalya'da, kabul ettirmiş bulunuyordu. Papa tarafından kabul edilerek ona, o güne kadar sadece büyük ustalara layık görülen "Altın Mahmuz" nişanı ve şövalyelik beratı verildi.


Mozart, bilinci salt şarkı ve müzikten oluştuğu için kendisini o günlerdeki bu ihtişamlı olayların cazibesine kaptırmadı; sadece besteleri ile uğraştı, bu uğraşını durmadan inatla, ısrarla yürüttü.


Yirmibeş yaşına kadar rahat ve huzur görmeden o kentten bu kente dolaştı, han köşelerinde barındı, bazen yiyeceksiz kaldı, kar ve yağmur yağarken atlı yolcu arabalarında titreyip durdu. Bu meşakkatli yolculuklar esasen sağlıksız ve zayıf olan bünyesini oldukça yıprattı.


Mozart'ın hayret uyandırıcı; bir başka yönü de birbiri ardına geçirdiği tifo, çiçek ve mafsal romatizması gibi o zamana göre ölümcül olan hastalıkları atlatması, ama buna rağmen ürün vermeye devam etmesi ve keyfini hiç bozmamasıdır. Ablası Nannerl onun bu yolculuklarında "Ben ülkesini teftişe çıkan küçük bir kralım" diyerek kendince bir eğlence yarattğını, geçtikleri kasaba ve köylere bir takım uydurma adlar taktığını anlatır anılarında.



Kariyeri, onur ve şan yönünden parlak biçimde sürmesine rağmen maddi durumunu düzeltmedi. Yaşamı boyunca sonu gelmeyen para sıkıntısı çekti. Ona övgüler yağdıran krallar bile hasis davrandılar. Sadece dersler vererek ve halk konserleriyle yetinerek hayatını kazanmaya çalıştı.


Mozart'ın otuzaltı yaşını doldurmadan 5 Aralık 1791'de Viyana'da öldü. Cenazesi fakir cenazeler için uygulanan biçimde kaldırıldı. Mezarının nerede olduğu ise bilinmemektedir. Söylenenlere göre, Mozart'ın tanıdığı insanlar arasından sadece altı kişinin katıldığı katedraldeki cenaze duasından sonra bu küçük kafile şiddetli yağmur nedeniyle mezarlığa kadar tabuta eşlik edemeyince cenaze aceleye getirilerek dilenciler için ayrılan bir mezara gömüldü. En fenası, bütün araştırmalara rağmen bu mezarın yeri öğrenilemedi, tabutun nasıl olup ta sahipsiz kaldığı ise ölüm sebebi gibi hiç bir zaman anlaşılamadı.
 
 
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1542

Ayrıca ;
http://tr.wikipedia.org/wiki/Wolfgang_Amadeus_Mozart
http://www.tuluyhanugurlu.com/mozart.html

18
Müzik / Bedük
« : 17 Şubat 2008, 21:20:18 »


Öğretmen bir annenin ve doktor bir babanın çocuğu olarak 20 Nisan 1979'da, Ankara'da dünyaya geldi.
Arı Fen Lisesinden mezun olduktan sonra, Bilkent Grafik Tasarım Bölümü 3. olarak kazandı ve burs aldı.
ikinci albümünü 16 Nisan 2007 tarihinde çıkarmaya hazırlanan Bedük, müzik piyasasına bundan önce 2004 yılının Mayıs ayında İrem Records etiketiyle “Serhat – Nefes Almak Zor” isimli albümüyle giren Bedük’ün müzik kariyeri 16 yaşında Ankara’da lise yıllarında katıldığı okul orkestrasıyla başladı. 2. Sınıfta katıldığı Metal grubuyla konserler vermeye başladı ve daha sonra hayat ve müzik zevkleri değişmeye başladıkça katıldığı ve kurduğu gruplar da değişti. 18 yaşında Juice ismli grupla daha Seattle grunge ve rock arasi cover parcalarla Ankara’nın en iyi müzik klüplerinde sahne aldı.

Bu sırada üniversite’de Bilkent Grafik tasarim bölümüne burslu olarak Kabul edilen Bedük, 4 senelik okul hayatı boyunca gündüzleri okul, geceleri sahne olarak geçirdi. Bu sırada birçok grup kurdu ve birçok gruba katılarak eşlik etti. Son olarak Porselen isimli grubu kurarak cover parçaların yanında kendi bestelerini de çalmaya başladı. Ankara’da azımsanamayacak kadar ilgi gören grup haftada 4 gece çeşitli mekanlarda sahne alıyordu. Ta ki Bedük gruptan ayrılıp İstanbul’da kendi başına yürümeye karar verene dek.

İstanbul’a geldiginde 24 yaşındaydı. Büyük bir reklam ajansında art-direktör olarak çalışmaya başladı. Bir yandan müzik kariyeri icin görüşmelere devam ederken yolları Aykut Gürel’le kesişti ve bir sene sonra İrem Records’tan bütün düzemlemelerini kendisi yaptığı, ve hatta Ankara’da Detay Müzik’te kaydettiği demosundan da iki parçanın yer aldığı Nefes Almak Zor isimli albümü yayınlandı. Öne çıkan parçalar arasında “Son Sigaram” ve Sibel Alaş’ın parçası “Adam” isimli parçasına yaptığı yeni düzenleme vardı. İnanılmaz büyük kitlelere seslenemese bile belli bir kitle albüme oldukça ilgi gösterdi. Katıldığı canlı TV programları ve konserlerdeki canlı performanslarıyla beğeni ve takdir topladı. Bu albümde Bedük’ün yıllar yılı içinde bulunduğu grup kültürü etkilerini oldukça fazla göstermekteydi.

Asıl içinde var olan ve yıllardır alt yapısını kurduğu dans müziği prodüksyonlarını 2006 Miller Music Factory yarışmasına kadar gösteremedi. Bu organizasyona Sistamatik ismiyle katıldı ve “like tomorrow will never come” isimli parçasıyla En iyi dans prodüktörü dalında birincilik ödülünü aldı. Bu ödül onun içinde var olan istekleri gerçekleştirmesi konusunda katalizör görevi görerek yeni albüm çalışmalarını hızlandırdı. İlk albümün üzerinden iki sene geçtikten sonra kendi müzik şirketi olan Audiology Records’u kurmaya karar verdi. “audiology” tıpta bir bilim dalı ve amacı duyum bozuklukları ve işitme kalitesini yükseltme olarak özetlenebilir. Bu ismi koyma nedeni de açıkça bellidir.

“Bedük – Even Better” albümü temel olarak bir dans albümü. Funk, disco ve house’dan esinlenen bir dans albümü. Albümde 55 dakikada 9 ingilizce, 4 Türkçe ve 2 Remix olmak üzere 15 parça yer alıyor. Albümdeki bütün vokalleri, geri vokalleri, bütün enstrumanlari, mix, kayıt, aranjman, söz ve beste yükünün tümünü tek başına üstlenen Bedük’ün slogan olarak “çok kişilikli gösteri” söylemini kullanmasındaki sebep de budur. ALbümün mastering aşaması Çağlar Türkmen tarafindan yapıldı. Sound, bakış açısı ve sahne performansı olarak benzerlik gösteren gruplar ve müzisyenleri Martin Solveig, Moloko, Goldfrapp, Playgroup, Jamiroquai, Fedde Le Grand olarak özetleyebiliriz. Sahnede Bedük dahil 7 kişiler. Pro-tools-klavye, bas gitar, davul, gitar ve iki geri vokal. Bedük sahnede 11 yıllık sahne deneyimiyle ve albümdeki elektronik soundları akustik elemanlarla genişleterek çok güçlü, öne çıkan, eğlenceli ve dinleyicilere farklı bir konser deneyimi yaşatıyor.

Tanıtım partisi Roxy’de gerçekleşecek olan albümün video klip sponsorluğunu başından beri Bedük’ün en büyük destekçisi Miller üstlendi ve MTV Türkiye’nin de çok olumlu desteğiyle klip gösterimiyle ilgili özel bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmada MTV Türkiye klibi 1 hafta boyunca ilk defa ve sadece orda olmak üzere saatte bir gösterecek ve diğer hafta Artist Spot adı altında sanatçı tanıtımlarına yer verecek ve bunun sonunda da dünyadaki diğer MTV lerin de yer aldığı klip havuzuna Bedük’ün video klibini yollayacak. Klibi Türkiye’nin en iyi klip yönetmeni Murat Küçük Nisan ayının ilk günlerinde çekecek.

Bedük’ün yeni albümündeki parçaların bir bölümünü www.myspace.com/beduk sitesinden takip edebilirsiniz.
[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=L_A1wgwSUYg&eurl=http://www.bedukonline.com/index.html[/youtube]


*Klip cok hos normalde boyle seyler dınlemezdım fekat bana bı haller oldu =S Ama hos ya >.<

19
Müzik / Enya
« : 16 Şubat 2008, 17:54:37 »



Asıl adı Eithne Ní Bhraonáin olan Enya, İrlanda'nın en ünlü müzisyenlerinden biridir. 2001 ve 2002 yıllarında Dünya çapında albümleri en çok satan bayan vokal olmuştur. Özellikle Kelt müziği üzerine eserler veren Enya, bu müzik türünün bu gün Dünya'da bu ölçüde tanınıp dinlenmesinde en önemli katkısı olan sanatçılardan biridir. Kökleri çok eskiye dayanan ve birçok ülkede geleneksel olarak yaygın olan Kelt müziğine yeni bir soluk getirip şarkıları, geleneksel tonları ve melodileri güçlü sesiyle çok yaygın bir kitleye hitap edecek şekilde yeniden yorumlamıştır. Böylelikle Loreena McKennitt'in de aralarında bulunduğu birçok ünlü vokaliste esin kaynağı olmuştur.


   

Biyografi

Enya 17 Mayıs 1961 yılında müzikle uğraşan bir ailenin dokuz çocuğundan beşincisi olarak İrlanda'da dünyaya geldi. 1980'de kardeşleri Maire, Pol ve Ciaran ile amcaları Noel ve Padraid Duggan'ın bulunduğu Clannad adlı gruba dahil oldu. Grubun çıkardığı Crann Ull ve Fuaim adlı albümlerde piyanist ve arka vokal olarak görev aldı. 1982'de gruptan ayrılan yapımcı ve yönetici Nicky Ryan'ı izleyerek tek başına kariyer yapmaya koyuldu.

Nicky Ryan ve eşi Roma ile çalışmalarına hız veren Enya, Ghaoth Ón Ghrian (Güneş rüzgarı) ve Miss Clare Remembers (Bayan Clare hatırlıyor) adında iki adet enstrümental parça kaydetti. 1984'te Kurbağa Prens adlı sinema filmi için yaptığı şarkılarda ilk olarak Enya ismini kullandı. 1987'de Sinead O'Connor'un The Lion And The Cobra (Aslan ve Kobra) adlı albümünde arka vokalist olarak yer aldı.

Enya 1987'de BBC tarafından hazırlanan Keltler adlı belgeselin müziklerinin yapımında görev almak üzere kontrat imzaladı. Bu müzilker Enya'nın ilk solo albümü olan ve şarkıcının kendi adını taşıyan albümde yer aldı fakat fazla ilgi çekmedi. Enya'nın kariyerindeki dönüm noktası, hemen sonraki sene çıkardığı Watermark (Su izi) adlı albüm oldu. New Age Kelt müziğinin çok başarılı bir sentezi olan ve üzerinde kılı kırk yararcasına çalışılmış bu albümde, özellikle Orinoco Flow (Orkinoslar Uçarken) adlı hit parça uzun süre müzik listelerinin tepesinde yer buldu. Enya, çok güçlü olmamasına rağmen hassas, duygulu ve temiz sesiyle büyük bir hayranlık uyandırdı.

1991 yılında başka bir hit albüm olan Shepherd Moons'u (Ay'ın kılavuzluğunda) çıkardı. Bu albümün satış rakamları Watermark'ı bile geride bıraktı. Watermark'taki çizgisini geliştirerek devam ettiren Enya'nın bu albümünde özellikle Caribbean Blue (Karayip mavisi) adlı parçası çok sevildi. Bu albümdeki bazı parçalar ilerleyen zamanlarda çeşitli filmlerde kullanıldı.

1995'te Grammy ödülü kazanan The Memory of Trees (ağaçların hafızası) adlı albüm piyasaya çıktı. Bu albümün, müzikal bakımdan ortalama dinleyiciye biraz daha uzak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yine de başta albümle aynı adı taşıyan parça olmak üzere albümdeki bazı parçalar herkes tarafından çok beğenildi. Bu dönemlerde, artık birçok kişinin gözünde Enya adı New Age ile özdeşleşmiş hale geldiyse de, Enya bunu şiddetle reddetmiş ve yalnızca Ket müziği yaptığını söylemiştir.

Enya 1997'de iki yeni parça da içeren Paint the Sky with Stars (Gökyüzünü yıldızlarla boya) adlı koleksiyon albümünü çıkardı. Bu dönemde James Cameron'un Titanik adlı filminin müziğini yapması için getirilen teklifi reddetti. Bunun üzerine teklif götürülen James Horner'ın bestelerinde Enya'nın tarzını taklit etmesi, bu parçaların daha sonra yanlışlıkla Enya'ya mal edilmesine neden oldu.

5 yıllık bir aradan sonra Enya'nın A Day Without Rain (Yağmursuz bir gün) adlı albümü piyasaya çıktı. Bu albüm yine Enya'nın oturmuş ve bilinen tarzının tüm özelliklerini taşıdığı halde, kendini çok fazla tekrar eden parçalarla bazı hayranlarını hayal kırıklığına uğratmıştır. 11 Eylül saldırılarından sonra Only Time (Yalnız zaman) adlı parçasını içeren bir single çıkartıp gelirlerini 11 Eylül mağdurlarına bağışlamaya karar verdi.

Şarkı bestelemekte titizliğiyle bilinen ve aceleci davranmayan Enya, 2005 yılında Amarantine'i çıkardı. Enya bu albümüyle de her zamanki istikrarını fazla ödün vermeden korumayı ve her zamanki kaliteli ve derin müziğini zevkleri ve yaşam tarzları gittikçe farklılaşan bir kuşağın beğenisine sunmayı bilmiştir.

Enya 2006 itibarıyle Dublin'de bir şatoda bekar olarak yaşamını sürdürmektedir. 109 milyon Sterlinlik servetiyle Enya, İrlanda'nın en zenginleri arasında kendine yer edinmiştir.

Diskografi

Albümleri

Enya (1987) Watermark (1988) Shepherd Moons (1991) The Celts (1992) The Memory of Trees (1995) Paint the Sky with Stars (1997) A Day Without Rain (2000) Amarantine (2005)

DVD

Warner Müzik 2000 yılında Enya'nın bazı kliplerinin yer aldığı Enya: Klip Koleksiyonu adlı bir DVD çıkardı. Bu DVD'de Enya'nın Orinoco Flow'dan Wild Child'a kadar hemen hemen tüm klipleri bulunabilir. Bu DVD'de ayrıca röportajlar ve kliplerden bazılarının yapım aşamasına dair bilgiler bulunmaktadır.

Yüzüklerin Efendisi adlı filmin DVD versiyonunda May It Be adlı parçasının (bu parça Lisa Kelly tarafından da, daha ağır ve ağıta yakın bir tarzda seslendirilmiştir) klibi bulunmaktadır.




*Söze ne gerek var..May ıt be..^^

20
Müzik / Fahir Atakoğlu
« : 08 Şubat 2008, 00:45:33 »


İstanbul doğumlu olan Fahir Atakoğlu, başarısı pek çok uluslararası ödülle tescillenmiş ünlü bir piyanist ve bestecidir. Senfonik çalışmaları ve film müzikleri ile dikkat çeken Fahir Atakoğlu'nun çalışmaları Avrupa'da ve özellikle de Amerika'da pek çok müzik festivalinde icra edilmiştir. Atakoğlu'nun halen Avrupa, Japonya ve Kuzey Amerika'da sürekli artan bir dinleyici kitlesi bulunmaktadır. Müziğindeki kendine has ritmik, melodik ve armonik özellikleri besteci duyarlılığıyla birleştirerek dinleyicilerine ulaştıran Atakoğlu'nun müziği aslında onun olağanüstü yeteneğinin de göstergesi� Değişik müzik kültürlerini harmanlayan müziğindeki orijinalliğin yanı sıra kendi doğduğu topraklarla kurduğu muhteşem bağ dikkat çekicidir. 1996'dan bu yana pek çok ulusal ve uluslararası yapım için jingle, belgesel ve film müzikleri hazırlamaktadır. 1994'te çıkan ilk albümünü takiben aralarında Amerika'nın bulunduğu 17 ülkede toplam 14 albüm çıkarmış olan Atakoğlu'nun albümleri bugüne kadar 2 milyondan fazla satış yapmıştır. Atakoğlu, 2000 yılında Milano Film Festivali'nde 'Büyükada'da Sürgün' belgeseliyle birincilik ödülünü kazandı. Atakoğlu bunun yanı sıra 2002'de Yunanistan'da 400 binden fazla satan ve Mega Channel tarafından verilen 'En iyi Şarkı' Ödülü'nü alan 'Telos Dios Telos' ile de önemli bir çıkış yakaladı. Jazz dünyasının önemli dergilerinden Jazziz Fahir Atakoğlu'nun 'IF' albümüne beğendiklerimiz bölümünde yer verdi. 'IF' albümünü 'yüksek enerjili ve derinlemesine lirik' şeklinde özetleyen Jazziz Dergisi Fahir Atakoğlu'nun müziğine gerçek anlamda küresel jazz tanımını yakıştırdı. Jazz Times Dergisi ise 'IF' albümünde, tartışılmaz bir yetenek, geçerlilik ve özgürlüğün izleri görüldüğünü, özellikle Fahir Atakoğlu'nun yoğun, girift, perküsyon ve ritim ağrılıklı piyano- trio tarzını henüz tanımayanlar için eşsiz bir deneyim vaat ettiğini söyledi. Ayrıca Atlantic Records'un kurucusu Ahmet Ertegün Fahir Atakoğlu için, " Bugün Avrupa'nın en önemli piyanist ve bestecilerinden biridir� Müzik dünyasının zirvedeki isimlerinden biridir" dedi.


Fahir Atakoğlu yine tümü kendi bestelerinden oluşan, Horacio El Negro, Anthony Jackson, Mike Stern, Wayne Krantz, Bob Franceschini gibi jazz dünyasının ileri gelen isimleriyle çalıştığı yeni albümünü Ekim 2007 tarihinde tüm dünyada aynı anda satışa sunacak.

Eğitim
• Londra Üniversitesi, Croydon Koleji

•Yüksek Ulusal Reklam ve Pazarlama Diploması 1980-1983Londra Müzik Okulu

•Bestecilik 1981-1983İstanbul Devlet Konservatuvarı

•Bestecilik 1978-1980Cemal Resit REY Özel Ders 1977-1979

Bestecilik, Orkestra, Piyano

Ödüller

•2006 Kasım, En başarılı Erkek Ödülü

•ATATÜRK Kızları tarafından verildi.2006 Kasım, ATAA

•Outstanding Achievement in arts AwardMy EMI Platin Satış Ödülü Yunanistan

•480.000 den fazla satış (Telos Dios Telos)2002, Mega Channel Yunanistan

•En iyi Şarkı Ödülü (Telos Dios Telos)2000, MIlano Film Festivali

• Belgesel 1.lik Ödülü - *Exile in Buyukada* 1997-1998, Finalist Ödülü

•Flora-Marshall Boya Reklam Müziği 1996-1997, Kristal Elma Ödülü

•Garanti Bankası için hazırlanan reklam müziği "Yarına Dört Işık"1996, Finalist Ödülü

• Duru Sabunları Müziği '961995-1996, Kristal Elma Ödülü

• En İyi Reklam Müziği, Renault Laguna1995, TV Reklamları '95

• Finalist Ödülü - Toyota Corolla 1994-1995, Kristal Elma Ödülü

• Milliyet Tanıtım Teması, En iyi Reklam Müziği 1995, Gold Screen Ödülü

• 12 Mart Belgeseli için En Yaratıcı Partisyon1994, Londra Uluslararası Reklam Ödülleri

•Finalist Ödülü "Trafik Kampanyası"1982, Güney Londra Caz Federasyonu

Caz Doğal Yetenek ve Bestecilik Yarışı 1.si

Fahir Atakoğlu





21
Müzik Haberleri / Fahir Atakoğlu Grammy Adayı
« : 08 Şubat 2008, 00:37:21 »
Piyanist besteci Fahir Atakoğlu Grammy'ye üç dalda aday olduğunu açıkladı. Grammy Ödülleri'ni veren "Recording Foundation"a yaptığı başvuru da kabul edilen Fahir Atakoğlu, Vizyon dergisiyle yaptığı söyleşide; albümüne güvendiğini belirterek şunları söyledi: "Grammy konusunda çok ümitliyim. Albümüm Amerika'da 12 Şubat'ta çıkacak. Radyolarda çalınıp, iyi eleştiriler alınırsa aday olabileceğime inanıyorum."


İlgili linkler ;
http://www.sozmuzik.com/index.php?name=News&file=article&sid=878
http://www.fahiratakoglu.com/images/basin/fhr004.jpg

22
Müzik / Blind Guardian
« : 07 Şubat 2008, 14:35:10 »


Blind Guardian, 1980'lerin ortasında, Krefeld'te kurulmuş, ünlü Power Metal grubudur. Şarkıları genellikle Power Metal ve Epic Metal ağırlıklıdır. Grup, Blind Guardian ismini almadan önce, 1986 ve 1987 yıllarında Lucifer's Heritage ismiyle iki demo yayınlamıştır.

İlk albümlerinden başlamak üzere, tüm albümlerinde J.R.R. Tolkien ve diğer fantastik edebiyat yazarlarının etkisi görülmektedir. Bununla birlikte şarkı sözlerinde mitolojik unsurlar ve efsanelere de bolca rastlanmaktadır.

İlk albümleri Battalions Of Fear ile Somewhere Far Beyond albümlerine kadar müziklerinde daha çok Speed Metal etkisi görülürken, 1995 çıkışlı Imaginations From The Other Side albümleriyle birlikte Power Metal tarzına kaymıştır. Beşinci albümleri Imaginations From The Other Side ile birlikte müzikleri daha karışık bir hal almıştır. Bunda da kuşkusuz şarkılarında geniş yer verdikleri koro ve orkestral düzenlemelerin payı büyüktür.

Grubun dünya çapında üne kavuşmasıysa, Avrupa ve Japonya turnelerinden sonra olmuştur. And Then There Was Silence isimli tek şarkılık çıkışı 14 dakikalık uzunluğuna rağmen İspanya listelerinde 1. Kanada listelerinde yedinciliğe kadar yükselmiştir.

Özellikle solistleri Hansi Kürsch, metal müzik alanında en iyi vokalistlerden biri olarak görülmektedir. Kendisinin operatik vokalleri, Blind Guardian'ın başarısında büyük paya sahiptir.

Grubun solisti Hansi Kürsch, Jon Schaffer[1]le birlikte Demons and Wizards adlı projeyi gerçekleştirmiştir.

Grubun kurulmasından sonra 2005 yılına kadar geçen 20 yıllık süreç boyunca, çizgilerini değiştirmemişlerdir. Fakat grup içinde oluşan bazı anlaşmazlıklar sonucu davulcu Thomen Stauch gruptan ayrılmıştır. Yerine Temmuz 2005'te Frederik Ehmke gruba katılmıştır.

2006 yılında çıkması beklenen A Twist In The Myth albümünün kayıtları bitmiştir. Albüm hakkında fikir veren single Fly ise birkaç ay önce piyasaya sürülmüştür. Albümün promosyon kaydı ise internete sızmıştır. Albümün çıkış tarihi olarak Eylül 2006 verilmiştir.

Grup 14 Mayıs 2006 günü, İstanbul Maslak Venue'de bir konser vererek Türk sevenleriyle ikinci defa buluşmuştur.

Grup üçüncü kez, üç farklı şehirde (04 Mayıs 2007 günü İzmir Ooze Venue'de, 05 Mayıs 2007 günü Ankara Saklıkent'te ve 06 Mayıs 2007 günü İstanbul Maslak Venue) bir konser vererek Türk seyircisi ile tekrar buluşmuştur.

Grup 2008 yılı için, bir orkestra albümü çıkartmayı planlamaktadır.




Hansi Kürsch, Blind Guardian grubunun vokalistidir ve okul arkadaşı olan André Olbrich ile birlikte grubun kurucu üyesidir.

10 Ağustos 1966'da Lank-Latum kasabasında doğdu.Tam adı Hans Jurgen Kürsch'tür.'Hansi sözcüğü Hans Ve Jurgen kelimelerinin ard arda söylenmesinden çıkan ses birlikteliğinden oluşmuştur. Evli ve Jonas isminde bir oğlu var.

Hansi Blind Guardian grubunun ruhani lideri konumundadır.Grubun tüm sözlerini Hansi yazmaktadır.Tüm Blind Guardian şarkılarında Hansi'nin ismini görmemize rağmen grubun esas bestecisi solo gitarist Andre Olbrich'tir..Hansi bu konuda 'benim beste olarak gruba katkım azdır..bestelerin % 90'ı Andre'nindir' demektedir.1996 yılına kadar vokalistliğin yanında bass gitarıda çalan Hansi 1996 yılında özellikle Imaginations From The Other Side albümündeki şarkılardaki komplex bass riffleri nedeniyle hem vokal hemde bas gitarı birlikte götürmenin çok zorlayıcı olduğunu düşünerek sadece vokale yoğunlaşmaya karar verdi.Alman bass gitarist Oliver Holzwarth bu noktadan sonra grubun hem stüdyo hemde turnelerde bass gitarlarını çalmaya başladı.Hansi Oliver ile ilgili olarak ' Harika bir bass gitarist.tekniği Steve Harris 'e benziyor.Grubun resmi üyesi değil.Çünkü ilerleyen zamanlarda tekrar bass gitar çalabilirim ancak yapmak isteyeceğim en son şey Oliver'ı kovmaktır' demektedir.1999 yılında beyin sapında oluşan minik bir tümör sebebiyle sol kulağında % 70 işitme kaybı ve ses tellerinde kısmi paralizi meydana geldi...ancak bu tümör önemsizdi ve cerrahi müdahaleye gerek duyulmadan ilaç tedavisiyle halledildi...hansi kullandığı ilaçlardaki yüksek kortizon sebebiyle bugünkü bildiğimiz göbekli vücut yapısını kazandı..

Hansi bugüne kadar bir çok yan projede de çalıştı..Bunlardan en bilineni Amerikalı grup Iced Earth'in lideri Jon Schaffer ile yaptığı ve 2 albüm yayınladığı Demons and Wizards projesidir.Hansi sahip olduğu kendine has sesiyle bugün dünyanın en iyi heavy metal solistlerinden biri olarak tanımlanmaktadır.Hansi'nin sesi koro içinden bile ayırt edilebilir.Demons and Wizards grubundaki arkadaşı Jon Schaffer 2002 yılında 'Hansi heavy metal dünyasının Freddy Mercury'sidir' diyerek Hansi'nin sesine olan beğenisini dile getirmiştir.Sahip olduğu yüksek genişlikteki operatik sesini Demons & Wizards ile yaptıkları aynı adlı ilk albümün 12. parçası olan Chant'ta daha net duymaktayız.Tek başına kilise korosu söylüyormuş gibi söylemektedir bu şarkıda.

Hansi'nin Çalıştığı Yan Projeler: Demons and Wizards - Demons & Wizards (2000) Demons and Wizards - Touched by the Crimson King(2005) Gamma Ray - Land of the Free - "Farewell" (1994) Grave Digger - Tunes of War (1996, Arka vokaller) Nepal - Manifiesto - Besando La Tierra, Estadio Chico (1997) Iron Savior - Iron Savior (album) - "For The World" (1997) Edguy - Vain Glory Opera - Out of Control, Vain Glory Opera (1998) Grave Digger - Excalibur (1999, Arka vokaller) Therion - Deggial - Flesh of the Gods (2000) Rage - Unity (2002, Arka vokaller) Angra - Temple of Shadows - Winds of Destination (2004) The Arrow - Lady Nite - Never Say Never Ljósálfar - Ljósálfar - Forevermoor Aneurysm - TBA

En sevdiği kitap türü fantastik ve tarihsel türden kitaplardır ki bunların başında Yüzüklerin Efendisi gelir.

En sevdiği gruplar ise Queen, Genesis ve Deep Purple. En sevdiği yemek  : Tayland ve hindistan mutfağı. En sevdiği içecek : Darjeeling çayı. En sevdiği renkler: Turuncu, yeşil ve kırmızı. En sevdiği film  : The Lord of the Rings - Yüzüklerin Efendisi serisi En sevdiği kitap  : The Lord of the Rings - J.R.R. Tolkien, The Waste Lands, Song of Susannah and The Dark Tower( Kara Kule )– Stephen King En sevdiği oyun  : Satranç ( tabii ki bilgisayar oyunu değil ) En sevdiği gruplar: Deep Purple - Queen - The Who En sevdiği albüm  : Jesus Christ Superstar Hobileri  : Okumak Kendisini en mutlu eden şey : Ailesi En sevdiği sporlar : Yüzme - Futbol Görmek istediği yer : Yeni Zellanda



André Olbrich
Doğım Tarihi: 3 Mayıs 1967
Doğum Yeri: Dusseldorf /Almanya
Medeni Durumu: Evli ve bir oğlu var.
En Sevdiği Gruplar: Judas Priest, Megadeth ve  Ozzy
En Sevdiği Tatlar: Sıcak ve baharatlı şeyler
En Sevdiği Yemekler: Meksika Mutfağı
En Sevdiği İçecekler: Piña Colada
En sevdiği Renkler: Değişken, özel şeyler özel renkler gerektirir
En Sevdiği Filmler: Sopranos
En Sevdiği Kitaplar: The Lord of the Rings ve The Silmarillion- J. R. R. Tolkien ve tüm çizgi tomanlar
En Sevdiği Oyun: Baldur's Gate II
Hobileri: Konserlerden sonra fanlarla konuşmak ve olabildiğince soysal olmak, bilgisayar oyunları
En Korktuğu Şey Ya Da Kişi:  Savaş
En Sevdiği Şey Ya Da Kişi: Ailesi
En Sevdiği Sporlar: Futbol
Tuttuğu Takım: Bayern Münih
Sahip Olduğu Hayvanlar: Kediler
En Fazla Gitmek ve Keşfetmek İstediği Yer: Tekrar tekrar Amerika Birleşik Devletleri
Gittiği En Etkileyici Yer: Las Vegas

Teknik Özellikleri:

Gruba Katılma Tarihi (1983-�. )
Pozisyonu: Elektro Gitar
Kullandığı Müzik Aletkeri:
    ESP Custom Guitars,
    Engl Amps,
    Ibanez & Line 6 Effects

Hakkında: Hansi'nin okuldan arkadaşıdır. Müziğe lise yıllarında başlamıştır. Grubun bir diğer kurucusudur. Ayrıca şarkı yazımlarında en fazla emeği geçen isimdir. Dünyanın En İyi Gitaristleri sıralamasında 76. sıradadır. En büyük hayali yüzüklerin efendisi hakkında metal-operası kurmaktır. Sololar deyince Blind Guardian'a hayat veren Andre'dir.


Marcus Siepen
Doğım Tarihi: 8 Eylül 1968
Doğum Yeri: Krefeld /Almanya
Medeni Durumu: Boşanmış ve bir oğlu var.
En Sevdiği Gruplar: Iron Maiden (Eski), Black Sabbath ve Pink Floyd.
En Sevdiği Tatlar: Baharatlı ve kızartma
En Sevdiği Yemekler: Çin Mutfağı ve deniz ürünleri
En Sevdiği İçecekler: Maden Suyu
En sevdiği Renkler: Siyah
En Sevdiği Filmler: Star Wars (Yıldız Savaşları),
                            Lord of The Rings (Yüzüklerin Efendisi)
                            Name of the Rose (Gülün Adı)
En Sevdiği Kitaplar:
        Pillars of the Earth- Ken Follet,
        Lord of the Rings- J.R.R Tolkien,
        American Gods- Neil Gaiman
En Sevdiği Oyun: Satranç, World of Warcraft, Diablo 2 ve Resident Evil 4
En Sevdiği Albüm: In The Moment: The Number of The Beast
Hobileri: Kitap okumak, çizgi romanlar, film izlemek, oyun oynamak, iyi yemekler
En Korktuğu Şey Ya Da Kişi: Sevdiği birini kaybetmek
En Sevdiği Şey Ya Da Kişi: Sevdiği biriyle birlikte olmak
En Sevdiği Sporlar: Kayak yapmak, yüzmek ve kaykay İÇERMEYEN her şey
Tuttuğu Takım: Oğlunun hokey takımını
Sahip Olduğu Hayvanlar: Yok
En Fazla Gitmek İstediği Yer: Daha önce hiç gitmediğim bir çok yer
Gittiği En Etkileyici Yer: Birkaç tapınak ve çok eskilerden kalma yapılar ve Niagara Şelalesi

Teknik Özellikleri:

Gruba Katılma Tarihi: (1985-�. )
Pozisyonu: Elektro Gitar ve Ritim Gitar
Kullandığı Müzik Aleteleri:
    Gibson Les Pauls Exclusively,
    Mesa Boogie Triple Rectifier,
    Rectocabs

Hakkında: Blind Guardian'ın iki gitaristinden diğeridir. Kendisinin Andre ile birlikte solo ve leadlerde emeği büyüktür. Andre'den sonra söz yazarlığında hiçte azımsanmayacak kadar yeteneklidir. 2004 Eylül'ünde kaykay yaparken bacağını 4 yerinden kırmıştır.



Frederik Ehmke
Doğım Tarihi: 21 Haziran 1978
Doğum Yeri:  Malsch /Almanya
Medeni Durumu: Evli ve bir kızı var.
En Sevdiği Gruplar: Dream Theater, Danzig, Soilwork
En Sevdiği Tatlar: Tatlı ve ekşi şeyler
En Sevdiği Yemekler: Barbekü ve çikolata
En Sevdiği İçecek: Ice Tea ve Sıcak Çikolata
En sevdiği Renkler: Benim için sadece sarı vardır
En Sevdiği Filmler: Superstau
En Sevdiği Kitaplar: Rumo und die Wunder im Dunkeln
En Sevdiği Oyun: Tüm METROID saga
En Sevdiği Albüm: Judas Priest- Painkiller
Hobileri: Evde rahatlamak, Nintendo oynamak, spor yapmak
En Korktuğu Şey Ya Da Kişi:  Güçlü ve açgözlü politikacılar
En Sevdiği Şey Ya Da Kişi: İyi iş çıkardığı her zaman
En Sevdiği Sporlar: Taekwondo
Tuttuğu Takım: Hiçbir takım tutmam
Sahip Olduğu Hayvanlar: Kediler ve Fareler
En Fazla Gitmek ve Keşfetmek İstediği Yer: Ay
En Fazla Gitmek İstediği Yer: Sahra Çölü

Teknik Özellikleri:

Gruba Katılma Tarihi: (2005-�. )
Pozisyonu: Bateri
Kullandığı Müzik Aleteleri:
TAMA Starclassic Bubinga,
Meinl Cymbals (MB 20 & Soundcaster),
Evans Drum Heads,
Ice Stix Sina 2 Action


Hakkında: Gruba, kendi projelerini hayata geçirmek isteyen Thomen Stauch'un ayrılmasının ardından katıldı. Daha önce Folk Metal yapan Schattentantz grubunda çaldı. Aynı zamanda Gayda, Perküsyon çalmış ve vocal yapmıştır. Grup ona çok umut bağlamıştır. Bu umudun da  Fly Single'ında gayet güzel bir şekilde çalarak hakkını vermiştir.


23
Müzik / Black Sabbath
« : 07 Şubat 2008, 14:09:04 »



Black Sabbath`in elemanları bir işçi sehri olan Aston (Birmingham, İngiltere) da birbirlerinden bir mil uzaklıkta yetiştiler ama çocukluk arkadaslıkları pek de dotça değildi.Genç John Michael (Ozzy Osbourne) (3 Aralık 1948) mahallenin kabadayısı Frank Anthony (Tony Iommi) (19 Şubat 1948) tarafından eziyet görüyordu. Öte yandan Terrance Geezer Butler (17 Temmuz 1949) ise gizem ve fanteziye kurulu bir dünyada yaşayan fazlasıyla asi bir serseriydi. Üclüde müziğe birbirlerinden habersiz basladılar ve farklı gruplarda çaldılar, ama çaldıkları gruplar çabucak sönüyordu. Sonunda kendilerini davulcu William Bill Ward ( 5 Mayıs 1948 ) la birlikte aynı grupta buldular. 1967 de `Polka Turk`u oluşturdular. (Vokalde Osborne ,Iommi gitarda, bassta Butler, davulda Wards , ritmik gitarda Jimmy Philips ve saksofonda Acker.) Philips ve Acker sonradan atıldılar. Ve dörtlü kendisini Earth |Blues Company| olarak adlandırdı. Bu adı daha sonra kısaltarak `Earth` yaptılar. Blues ve rock müziği yapan grup bir çok yerel klüpte çalmaya basladılar ve hatta kendilerine küçük bir izleyici kesimi edindiler. 1969 `da Iommi Jethro Tull ile birlikte çalmak için gruptan ayrılmasına rağmen birkaç ay sonra yeni bir fikirle eski grubuna geri döndü. İnsanların korkmak için korku filmlerine para verdiren fenomenden etkilenen Iommi korkunç müzik yapmaya karar verdi. Tarihin değişimi başlıyordu. Butler'in gizeme olan ilgisi ile gazlanan grup esrarlı ve düşündürücü sözleri olan şarkılar müziği insana korku veren şarkılar bestelemeye başladılar. Wicked World ve efsanevi şarkılarından biri olan Black Sabbath 'ıda içeren Black Sabbath albümünü 1930'ların Boris Karloff filmlerinden esinlenerek yine aynı isimle Black Sabbath olarak çıkarttılar. Sanırım kaderin tuhaf bir oyunu grubun gelişmekte olan kariyerini nerdeyse durduracak bir olay tam tersine çevirdi, grubu kendilerine özgün bir yere kavuşturdu. 1970 de daha kendi isimlerini taşıyan albümlerini çıkarmadan kısa bir süre önce Iommi bir iş kazası sonucu sağ elinin parmak uçlarını yitirdi. Solak gitarist hassas parmaklarıyla gitarin perdesine basmayı çok acı verici bulduğundan geçiçi olarak plastik parmaklık takmaya basladı , ayrıca daha alcak bir ses tonu vermek ve daha kolay çalmak için gitarin akordunu değiştirdi. Sonuç şarkılarının sözlerini yakalayan kasvetli, blues esintili temalarla birleşen derin, çamurlu ve boğuk bir sesti. Çoğunluğu Butler tarafından bestelenen şarkılar kötülük, şeytan, büyücülük ve savaş temalarına dayanıyordu. Black Sabbath 1970 de piyasaya çıktı ve İngiliz listelerinde 13. sıraya girdi. Arkasından 1971 de bunu gercek bir Heavy Metal albümü olan Paranoid izledi. Bu albümde Osbourne`un feryat eden vokellerinin dehşetli karışımı Iommi'nin akıcı, sürükleyici gitar rifleri Butler'ın gümbürdeyen bası ve Ward'ın coşkulu davulu albümü büyük bir ticari başarıya ulaştırırken War Pigs, Paranoid ve 99'da Grammy de "Best Metal Perfermance" alan Iron Man gibi heavy metal klasiklerini çıkarttılar. Paranoid isimli şarkı aslında Iommy'nin albümün sonunda kalan boşluğu kapatmak için aklındakı bir melodiyi diğer elemanlara söylemesiyle ortaya çıkmıştı.Parçaları gönderdikleri plak şirketi Paranoid'i o kadar beğendiki gruba bile haber vermeden albümün ismini Paranoid olarak değiştirdi. Paranoid İngiltere listelerinde 1 numara olurken, Amerika listelerinde 8 numaraya kadar çıktı. Takribi 1 sene listelerde yer alan albümle grup hem Atlantik'in iki yakasında mükemmel ve ateşli bir hayran kitlesi kazandı hemde platin plak aldı. Grubun şeytani armonik sesleri ve yaşam tarzları başta bahsettiğimiz tutucu organizasyonlar ve de aile grupları tarafından nefretle izlenmeleri sonucunu doğurdu. Bugüne kadar tüm üyelerinin çoğunluğunun sadık katolikler olmasına rağmen şeytanın kilisesi (Church of Satan) Black Sabbath'ın müziğini kucakladı ve grup üyeleri kendi baglı oldukları kilise tarafından şeytana tapmakla suçlandı. Alkol ve uyuşturucuya dayalı çılgın yaşantıları haklarındakı söylentileri iyice arttırdı ve grup dünyadaki milyonlarca anne ve babanın korkulu rüyasi oldu. Daha sonra aynı yıl Sweet Leaf adli haşhaş taraftarı Into The Void ve Children Of The Grave destanlarından oluşan Master of Reality adlı albumu 1971'in Ağustosunda çıkardılar. Master Of Reality Amerikan listelerinde ilk ona girdi ve neredeyse bir sene bestseller olarak kalmayı basardı. `Volume 4` 1972'de yayınlandı. Los Angeles'taki Record Plant'ta kaydedilen albümdeki şarkı sözleri haşhaşin faziletlerini sürmekten kokainin yol açtığı deliliği anlatmaya dönüştü. Aslında bu grubun bir bakımada kendini anlatmasıydı. Bu albümde Supernaut ve Under The Sun gibi orjinal ötesi, güçlü sözlü şarkılara extra olarak melodik yönü ağır basan ve grubun müziksel simgelerinden biri haline gelen Laguna Sunrise ve Cornucopia enstrümentalleri yer alıyordu. Heavy Metal'in onaylı klasiklerinden birisi 1973'de yayınlanan Sabbath Bloody Sabbath, Killing Yourself To Live , Looking For Today ve en son Metallica tarafından coverlanan Sabbra Cadabra gibi tamamen aşmış şarkıları ile Sabbath'ın artık bir firma olduğunun kanıtı olup grup tarihinin zirve noktalarından biridir. Ancak şunu da söyleyebiliriz, bu Sabbath'ın son orjinal albümü ve son klasiğidir. 1975'deki Sabotage yarı istekli bir çaba olmasına rağmen grubun düzenleyiciliği , söz yazarlığındaki ustalıklarını ve yapımcılığını bir kez daha tüm dünyaya gösterdi. Synthesizers dünyasına talihsiz bir elektronik seyahatti, Techical Ecstasy( 1976) ve grubunda çöküş dönemiydi. Bir yandan grup üyelerinin kişisel yasantıları kontrolden çıkarken diğer taraftan iç gerginlik 8. albümü yazarken dayanılmaz bir hale gelmisşti. 1977'de Ozzy gruptan ayrıldı ve yerine eski Savoy Brown şarkıcısı Dane Walker getirildi. Never Say Die (1978) şarkısından kısa bir sure önce Ozzy gruba geri döndü ve bir sene sonra grubu temelli terk ederek 80 ve 90'larda basarılı bir şekilde tek başına kariyerini sürdürdü. (Kim ne derse desin harika bir solo kariyeri vardır.) Black Sabbath'ın geleceği pekte pembe gözükmüyordu. Eski Rainbow'un solisti Ronni James Dio'yu alan grup 80'lere Heaven and Hell ile ümit verici başladı. Ama Dio'nun 1982'de ayrılmasıyla vokalist pozisyonu bir döner kapıya benzemeye başladı. (eski Deep Purple Ian Gillan, Glenn Hughes ve Tony Martin) 1986'da Butler ve Ward dahi Black Sabbath terk etmişti. Sadece tek orjinal üye kalan lommi 1990'lara kadar albüm çıkarmaya devam etti. 1997'de Osborne, lommi ve Butler Ozzy nin Ozzfest Summer Fest turunda davulda Faith No More dan Mike Bordin'le tekrar sahnedeydiler. 4 Aralık 1997'de Ward Birmingham'daki NEC Konser Salonunda onlara katıldı. (1985'deki Live Aid de bir defalık şov ve 1992'deki kısa bir araya geliş sayılmazsa) bu 20 yıldan beri ilk kez orjinal Black Sabbath tarafından yapılan gercek bir şovdu. Bu şovda önemli noktalardan biriside Sabbath'in ilk günkü gibi heyecan ve istekle çalmasının yanısıra Iommy'nin gözlerindeki gurur parıltısıydi. Şov sonunda yıkılmamış bir komutan edasıyla Iommy, davulunun önünde eğilen Wards ve Ward'in elini öpen bir Ozzy dikkatlerden kaçmıcaktı. Şovdan seçilen ve canlı parçalardan oluşan album 1998'de piyasaya çıkarıldı (Reunion) ve bunu Dünya çapında hâlâ devam etmekte olan bir tur izledi. Grubun Reunion'da yer alan ve bonus olarak düşünülmüş Psycho Man artık ellili yaşlarını aşmış bu dinazorlarin son hitleri idi. Black Sabbath günümüzde hâlâ yaşanan geri kafalılığa bundan tam 30 yıl öncesinden seslenmiş bir gruptur. Şarki sözleri aşktan sevgiden bahsetmeyebilir, kabul belki çok agresiftirler ama onların çocuklukları, yaşamları, hayatın bu agresifliği içinde geçmiştir. Ozzy 8 kardesiyle aynı odada yaşayan, çocukluğunu aynı pantalonla tamamlamış okula gitmesi gereken yaşta Birmigham'in demir madenlerinde, şehir mezbahasında çalışmıştır. Onların hiç bir zaman konserlerinde civcivleri ezdikleri, inekleri patlattıkları görülmemiştir. Bu konuda kayda geçen tek olay Ozzy'nin bir turne dönüşü sabah öten bir horozu tekmelemesi ve bir konserde sahneye atılan bir yarasayı Ozzy'nin oyuncak zannedip ısırmasından ibarettir.

Büyük ihtimalle bundan sonra ne Iommy'nin insani çığrından çıkaran nağmelerini ne Ozzy'nin acılı haykırışını ne de Butler ile Ward'un patlayıcı ritm kesintilerini dinleyemeyeceğiz. Onlar Birmigham'ın işçi sınıfı ailelerinin Atlantik'in her iki yakasında isimleri bilinen gururları, Onlar müzik tarihinin kendinden sonrakilere en fazla ilham veren idolleri.

Şehir->Birmingham
Ülke->İngiltere


Kuruluş tarihi ->1969

Türleri
Heavy Metal
Hard Rock

Üyeleri
Ozzy Osbourne
Tony Iommi
Geezer Butler
Bill Ward
Eski üyeler
Ronnie James Dio
Vinny Appice
Ian Gillan
Geoff Nicholls
Tony Martin
Cozy Powell
Neil Murray
Bobby Rondinelli
Laurence Cottle
Terry Chimes
Jo Burt
Bob Daisley
Bev Bevan
Dave Spitz
Eric Singer
Glenn Hughes
David Donato
Ray Gillen

Black Sabbath-War Pigs (Live) Video


Diskografi

Stüdyo albümleri: Black Sabbath • Paranoid • Master of Reality • Black Sabbath, Vol. 4 • Sabbath Bloody Sabbath • Sabotage • Technical Ecstasy • Never Say Die! • Heaven and Hell • Mob Rules • Born Again • Seventh Star • The Eternal Idol • Headless Cross • Tyr • Dehumanizer • Cross Purposes • Forbidden

Canlı albümler: Live Evil • Cross Purposes Live • Reunion • Past Lives

Toplamalar: We Sold Our Soul for Rock 'n' Roll • Under Wheels of Confusion • The Sabbath Stones • Symptom of the Universe: The Original Black Sabbath 1970-1978 • Black Box: The Complete Original Black Sabbath (1970-1978) • Greatest Hits 1970-1978 • Black Sabbath: The Dio Years

24
Müzik / Judas Priest
« : 07 Şubat 2008, 13:59:31 »



 JUDAS PRIEST
Judas Priest 1971'de kurulan İngiliz heavy metal grubu.

Kuruluş kadrosundan bugün sadece K.K Downing(gitar) ve Ian Hill(bas) gruptadır. 1973 yılında Rob Halford(vokal) ve 1974 yılında Glenn Tipton(gitar) gruba dahil oluşuyla davulcu dışında efsane kadro tamamlanmıştır.

Painkiller albümünden sonra, 1992 yılında Rob Halford guruptan ayrılmıştır ve yerine Ripper Owens gruba dahil olmuştur. Rob Halford'un ayrılığından sonra grup hızla düşüşe geçmiş, eski günlerindeki başarısından oldukça uzaklaşmıştır. Bunun nedeni Ripper Owens'ın Rob Halford kadar yetenekli bir vokalist olmayışıdır.

Rob Halford'un kadroya geri dönüşüyle 2005'te Angel Of Retribution albümünü yayınlamışlardır. Ripper Owens yıllarının ardından Painkiller'a yakın bir albüm çıkararak büyük başarı sağlamışlardır. Günümüz kadrosu; Rob Halford(vokal), K.K. Downing(gitar), Ian Hill(bas), Glenn Tipton(gitar) ve Scott Travis(davul)'ten oluşmaktadır.

Diskografi

    * Rocka Rolla (1974)
    * Sad Wings Of Destiny (1976)
    * Sin After Sin (1977)
    * Stained Class (1974)
    * Killing Machine[1] (1978)
    * British Steel (1980)
    * Point Of Entry (1981)
    * Screaming For Vengeance (1982)
    * Defenders Of The Faith (1984)
    * Turbo (1986)
    * Ram It Down (1988)
    * Painkiller (1990)
    * Demolition (199x)
    * Jugulator (1997)
    * Angel Of Retribution (2005)
    * Nostradamus (2008'de çıkması bekleniyor.)



25
Müzik / R.E.M
« : 06 Şubat 2008, 21:11:10 »


R.E.M.
R.E.M. müzikte punk'tan alternatif rock'a geçişi simgeler. 1981 yılında ilk 45'likleri "Radio Free Europe" çıktığında, Amerikan müzik dünyasında serbestliği ve özgünlüğü yeniden canlandırdı. '80'lerin başlarında egemenlik her ne kadar hardcore ve punk topluluklarında olsa da, R.E.M. ile birlikte yeraltı kültüründe popa ve gitara bir dönüş başladı. Gizli sözleri ve punktan aldıkları estetik ritimleri etkileyici bir şekilde bir araya getirerek, topluluk aynı zamanda hem modern hem de geleneksel bir tarza sahip oldu.

'80'li yıllarda hiç durmadan çalıştılar; her yıl albüm çıkarmasalar da çıktıkları turnelerle tanındılar. Poptan rock'a sayısız gruba ilham kaynağı oldular, bu da onları yıldızlaştırdı. Listelerde vazgeçilmez olmaları hiç de kolay olmadı, ancak 1982'deki ilk EP'leri "Chronic Town" ile birlikte dikkat R.E.M.'in üzerine yoğunlaştı. Albümde ilerde grubun imzası gibi bakılacak olan halk ezgileri ile "garaj rock"ın örnekleri sergileniyor. Sonraki beş yıl boyunca müziklerini eleştirmenlerce çok beğenilen albümler ile genişletip tanıtmaya devam ettiler. '80'lerin sonlarında, grubun hayran kitlesi güçlü satış rakamlarını garanti edecek kadar artmıştı. Yine de "The One I Love"ın listelerdeki zaferi beklenenin çok ötesindeydi. Ne de olsa R.E.M. henüz yeni ve "acemi"ydi. Bu olanlardan sonra R.E.M. yavaş yavaş dünyanın en beğenilen topluluklarından oldu. 1988'de çıktıkları çok yorucu ve yoğun turlarından sonra en popüler albümleri "Out Of Time" (1991) ve "Automatic For The People" (1992) için altı yıl stüdyoya kapandılar. 1995'te Monster turu için döndüklerinde bir çok ünlü eleştirmen ve müzisyen R.E.M.'in "alternatif rock'ın kurucuları" oldukları konusunda hemfikirdiler. Ödülleri ise kariyerlerinin en kârlı turneleri idi. 1990'ların sonunda ise R.E.M. artık bir gelenekti, etkileri ise yeni dönem gruplarda fazlasıyla hissediliyordu.

R.E.M. 1980'de Athens, Georgia'da kuruldu. Mike Mills (17 Aralık 1958), Bill Berry (31 Temmuz 1958) Michael Stipe (4 Ocak 1960) ve Peter Buck (6 Aralık 1956); küçüklüklerinden beri müzikle yakından ilgilenen dört adam. Buck tam bir koleksiyoncuydu, klasik rock'tan punk'a, jazz'a bir çok kayıt biriktirebilmişti. Aynı şeylerden hoşlandıklarını anladıktan sonra Buck ve Stipe birlikte çalışmaya başladılar. Ortak bir arkadaş aracılığıyla Berry ve Mills ile de tanıştıktan sonra 1980 Nisan'ında, bir partide çalmak üzere R.E.M. kurulmuş oldu. Ancak o zamanlar adı "Twisted Kites" idi. Yaza doğru isimleri bugünkü halini aldı. Daha sonra onlara ilk eyalet dışı konseri ayarlayacak ve sonra da menajerleri olacak olan Jefferson Holt ile tanıştılar.

Sonraki bir buçuk yıl boyunca R.E.M. Güney kıyılarında gezindi. Bu arada tarzları henüz oturmamıştı, Buck gitarını, Stipe ise yazdığı sözleri keskinleştiriyordu. 1981 yazında ilk 45'likleri "Radio Free Europe" yalnızca 1000 kopya çıktı.Çoğu doğru kişilere ulaşmış olacak ki, güçlü bir tepki geldi. Büyük şirketlerin dikkati grubun üzerine yoğunlaştı. 1982'de ilk anlaşmalarını "Chronic Town" albümünü çıkaracakları I.R.S. Records ile yaptılar. Parçanın başarısı albümde de tekrarlandı ve '83'teki "Murmur" albümüne de zemin hazırlamış oldu.

"Murmur"un "Chronic Town"dan çok farklı olması biraz şaşırtıcıydı. Çıkar çıkmaz büyük bir ilgi gördü. Rolling Stone tarafından Michael Jackson'ın "Thriller" ve The Police'in "Synchronicity" albümlerini sollayarak "1983'ün En İyi Albümü" seçildi. 1984'te çıkan ve "So. Central Rain (I'm Sorry)" parçasını da içeren "Reckoning"de ise tarz daha da sertti. "Reckoning" için turneye çıktıkları sırada, daha önceki turneleri, klipleri ve radyolar sayesinde oldukça ünlüydüler. Taklitçi gruplar bir anda arttı. R.E.M. ise onları desteklemek adına elinden geleni yaptı: gösterilerinde onlara da yer verdiler, röportajlarında onlardan olumlu şekillerde bahsettiler.

R.E.M.'in karakteristik müziği çevresini de etkilerken, 1985'te çıkan üçüncü albümleri "Fables Of The Reconstruction" ile bir büyük deneyim daha kazandılar. Yapımcı Joe Boyd (Richard Thompson, Fairport Convention, Nick Drake) ile birlikte Londra'da kaydedilen "Fables Of The Reconstruction" aslında R.E.M.'in tarihindeki zor bir döneme rastladı. Topluluk bitmek bilmeyen turneler yüzünden yorgun düşmüştü, ancak beklemek istemediler. Sahnedeki davranışı her zaman biraz farklı olan Stipe hiç olmadığı kadar değişti: kilo aldı, saçını sapsarı yaptı ve kat kat giysi giymeye başladı. Ancak bu olayların hiçbiri Amerika'da yaklaşık 300000 adet satan "Fables Of The Reconstruction"ın grubun tarihindeki en başarılı albümü olmasını engelleyemedi. R.E.M. sonraki albümlerini daha önce John Mellencamp ile çalışmış olan Don Gehman yapımcılığında doldurmaya karar verdi. 1986 yazının sonlarına doğru çıkardıkları ve beklendiği üzere her R.E.M. albümü sonrasındaki olumlu eleştirilerden nasibini alan "Lifes Rich Pageant", "Fables Of The Reconstruction"ı da rakamlarda geride bıraktı.

Hayran kitlesi iyice büyümüştü. Beşinci albümleri "Document" 1987 sonbaharında çıktıktan hemen sonra bir hit oluverdi. Scott Litt yapımcılığındaki "Document" Amerika İlk On'da zirveye oynadı ve "The One I Love" parçasının yardımıyla platin aldı. Ertesi sene altı milyon dolar karşılığında Warner Bros'a transfer oldular. Yeni kontratları altındaki ilk albümleri "Green" iki kere platin aldı ve İlk On'a oynayan "Stand" parçasını da tanıtmış oldu. Avrupa'yı da içine alan büyük bir turne ile R.E.M. yeniden yollara düştü.

"Green" turnesi topluluğun iyice yorulduğu fikrini akıllara getirdi. 1989'da turne bittiğinde onlar için uzun süren bir dinlenmeye çekildiler. Bu dinlenme sırasında üyeler kendi bireysel projeleriyle ilgilendiler. Ayrıca Buck, Berry ve Mills 1986'da Warren Zevon ile çalışarak "Hindu Love Gods" isimli bir albüm de çıkardı. 1990'da R.E.M. '91 ilkbaharında çıkaracakları yedinci albümleri "Out Of Time" için çalışmalarına yenidenbaşladı. Amerika ve İngiltere'de listelere 1 numaradan girmeyi başaran "Out Of Time", içindeki topluluğun en güçlü 45'liği olan "Losing My Religion" ile de çok iddialıydı. Yeni bir turne için fazla yorgun olduklarından dinlenmelerine devam ettiler. Konserler vermemelerine rağmen Amerika'da dört milyonun üzerinde satan "Out Of Time" en büyük albümleri oldu çıktı. Sıradaki albümlerinin rock içerikli olacağına dair verdikleri sözü tutmayan grup üyeleri, 1992 sonbaharında çıkardıkları ağırbaşlı, karanlık "Automatic For The People" ve içindeki "Drive", "Man On The Moon" ve "Everybody Hurts" ile listelerde büyük başarı elde ettiler.

Bu iki albümden sonra R.E.M. 1994'teki "Monster" ile rock'a geri dönmeye karar verdi. Eleştiriler basite geri dönülmek istendiği yolundaydı. "Monster" zar zor ve büyük bir gerilim altında kaydedilmişti. Yine de sonbaharda çıkar çıkmaz bir hit oluverdi. Amerikan ve İngiliz listelerine 1. sıradan girdi. Dahası grubu övmeyi hiç bir zaman istemeyen bir takım eleştirmenlerce de büyük beğeni kazandı. Ticari açıdan da büyük bir başarı yakalayan R.E.M. "Green"den sonra ilk kez 1995'te turneye çıktı.

Ne var ki turnenin ikinci ayında Bill Berry, gösteri sırasında geçirdiği beyin kanaması nedeniyle bir süre çalışmalardan uzak kaldı. Hemen müdahale edilmesiyle hayatı kurtulan Berry'nin bir ayda düzelmesi hayranlarını ve grubun diğer üyelerini sevindirdi. Tabi yapımcıları da. İyileştikten sonra turneye iki ay daha devam edildi. Ancak bu hastalık "Monster" turunda karşılarına çıkacak olan sorunların sadece başlangıcıydı. Mills bağırsağındaki uru zor bir ameliyatla aldırdı. Bir ay geçmemişti ki, Stipe da fıtık sorununu çözmek için ameliyat masasına yattı. Tüm bu sorunlara rağmen, turne maddi açıdan muazzam bir başarıyla sonuçlandı. 1996'da sonbaharda çıkardıkları "New Adventures in Hi-Fi"den önce Jefferson Holt ile yollarını ayıran grup, avukatları Bertis Downs'a menajerlik görevini de yüklediler. Yine albümden önce sekiz milyon dolar karşılığında Warner Bros'takaldıklarını da duyurdular.

Böylesi büyük bir rakamdan sonra "New Adventures in Hi-Fi"nin ticari fiyaskosu tam bir şoktu. Amerika'da ikinciliğe, İngiltere'de ise birinciliğe oturmasına rağmen hit bir parça çıkaramamanın da etkisiyle, eski albümler dördüncü platini alırken, bu albümleriyle R.E.M. yalnızca birinci platinini alıyordu. Grup üyeleri de bireysel çalışmalarına tekrar başladılar: Stipe film şirketi Single Cell Pictures ile çalışırken, Buck Mark Eitzel ile birlikte şarkılar yazıyor ve "Tuatara" isimli serbest jazz grubunda çalıyordu.

1997 Ekim'inde R.E.M.'den hayranlarını ve medyayı şok eden bir açıklama geldi: Berry, topluluğu dostça terk ediyordu, yaşamının geri kalanını çiftliğinde geçirecekti. Geride kalan üyeler Hawaii'de sonraki albümlerinin çalışmaları için bir araya geldiler. Çalışmalar sonunda 1998'de R.E.M.'in en deneysel çalıştığı albümü olarak tanımlanan "Up" piyasaya sürüldü. Yine 1998'de "Best Of R.E.M." yayımlandı. Modern ve geleneksel... Huzur dolu ezgiler, ya da gürültüler. R.E.M. olmasaydı müzik dünyası bir çok yeniliği göremeyecekti.







Albümler

-> Murmur
->Albüm Çıkış Tarihi     :      1983


->Reckoning
->Albüm Çıkış Tarihi     :      1984


->Fables Of The Reconstruction
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1985


->Life Is Rich Pageant
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1986


-> Document
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1987


-> Dead Letter Office
 -> Albüm Çıkış Tarihi    :    1987


->Eponymous    
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1988


->Green ->Albüm Çıkış Tarihi    :    1988


->Out Of Time     
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1991


->The Best Of Rem        
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1991


-> Automatic For The People        
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1992


->Monster
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1994


->New Adventures In Hi-fi    
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1996


->Up
->Albüm Çıkış Tarihi    :    1998


->Reveal    
->Albüm Çıkış Tarihi    :    2001


->The Best Of R.E.M in time 1998-2003   
->Albüm Çıkış Tarihi    :    2003


->Around The Sun    
->Albüm Çıkış Tarihi    :    2004


**





26
Düşler Limanı / Parça Parça
« : 06 Şubat 2008, 16:03:32 »
07 Eylül 2007 Cuma, 21:34:50

En imkansız hayaldin sen. Asla olmayan mucize. Ağustosta kardın. Tatlı nisan yağmuru.. Bilinmeyen sehirdın sen kesfe muhtaç. Kapalı bır kutu, filiz veren cicek. Sürükleyici roman, hüzünlü sarkı, ıslak öpücüklerdin sen.

Kimseye ait degildin, bağımsızdın. Oysa herkes sana baglıydı. Bagımlıydı. Hiç istemedin , sevilemeyen biri olmaya calıstın. Ama hayatta bir bunu basaramadın.

Kücük bir kızın kaçamak bakışlarıydın, dondurucu soğukta içimi ısıtan güzel buharlı kahve..Her seydin sen. Herkestin. Gercektin. Hayal olamayacak kadar gercek.

Sen.Ah.


Lanet olsun.


11:41 05.01.2008


sözler sen kokuyor,sayfalar mevsimler sen.gittin ya artık her şey senden.kaldım ya artık her sey gidenlerden.sarkılar
senınle benım..sözler ıkımızın..masada bır mektup kırıntısı senın ıcın.bakıslarım sana bakıyormus gıbı,olusum senın ıcınmıs gıbı.
her damla kanım yolunu kazıyor.gerı donersen dıye nehırlerımı akıttım ugurunda olen bır mezar senı beklıyor.kanlarım gozyaslarımla dans edıyor.
toprak yagmurmuscasına alıyor.yolun kazınıyor..mezarım sana aglıyor.ölumeme bır senı kaybetme kalmıstı,sımdı hersey bıttı.
kanımın nadıde cıceklerı bıtıyor mezarlarımızda.sen benı öldürdün ya benle bırlıkte sen de oldun.yasadıgımız her hatıra,yasattıgımız her ınsan
umutlarımız,hayallerımız,yalan askımız öldü.sımdı kaybedenler arkada kalmıslar mezarlıgındayız.

telefon sana atılmıs mesajların telefonu.kalemler sana yazılan sözlerin,şiirlerin.

yasadıklarım sen kokuyor senınle.

yasam senınle yasanmıslıkların,terkedısının.ayrılıklarımız barısmalarımızın uzerıne.

saclarım senın oksaman,gozlerım senın bakmanın.hayallerım senınle yasananların.

dokunuslar senın,hısler senın.ozlem bıle buram buram sensızlıkken.


11:56 05.01.2008

Inanmak gerektı ya ıyıye guzele ıstemek gerekırdı savasmak ugrunda.Belkı de benım problemım ınanılacak ınsanlarla.
Kım neyı hakkedıyor,ben ne kadar hakkını verıyorum,hayat bu felsefeye ne kadar yatkın.ne halt bılıyoruz da felsefe yaptık.Garıp.


12:09 08.09.2007

Ne de guzel oldu boyle. Her sey acıga kavusunca. Oldugumu yuzume bakamayarak soyleyınce. Tum ıyı nıyetınle. Butun cırkınlıklerınle. Benı gozu yaslı soruları cevaplanmıs bırakınca. Belkı bu sefer vazgecer aptal kalbım senden.


Bıttıgıne soyledıklerıne ınanamadım.Oysa hıc aksını ıma etmemıstın,ama ben hep umdum.Aptal gıbı.Hayallerım yarı yolda bıraktı ıste.


Elveda mı denırdı.Sonsuza kadar.


**Yazdıgım kucuk kucuk parca parca seyler vardır benım.Hepsını burda paylasmak ve toplamak ıstedım.Farklı konular acıp kalabalık yaratmak ıstemıyorum (= Begenırsınız umarım  :-\

27
Liman Kütüphanesi / Yakamdaki Yüzler - Can Dündar
« : 04 Şubat 2008, 21:15:43 »


"Evde bir çekmecede duruyor, yitirdiklerimin kara çerçevelere hapsedilmiş yüzleri...
Her bir yüzün üzerinde, onları hüzünlü bir cenazede ceketimin yakasına rapteden toplu iğne izleri...
Kimini ecel denilen meçhul nehre bırakmışım kendi ellerimle...
Kimini hain saldırılar almış benden; kalleşçe...
Kimi vakitli gitmiş; sırasız ölmüş kimi...
Oğlunu gömmüş babalar, finalini hazırlamış ressamlar, son yolculuğa şiirlerle uğurlanmış dostlar...
Tanıştıklarım da var içlerinde; hiç tanıyamadan kaybettiklerim de...
Meslektaşlarım, hocalarım, arkadaşlarım, akrabalarım...
Her birinin öyküsünde ayrı bir yaşam dersi bulduğum kahramanlarım...
Yüreğimin kabrinde yan yana yatıyorlar.
Ve bu kitap, ardından yazdığım yazılarda buluşturuyor onları...
Hafızanın ihanetine karşı, yazının vefasını kanıtlıyor. "

(Tanıtım yazısıdır.)

*Guzel bır kıtap,Can Dundar'ın sectıgı bazı kısılere karsı olan cok hos metınlerden olusuyor =) Can Dundarın anlatımını cok seven bır ınsan olarak kıtabı da cok sevdım. ;)

28
Düşler Limanı / Gri*
« : 04 Şubat 2008, 19:22:48 »
Bir grinin şeffaflığı kadar hassastım,geçirgendim.Her ne varsa içimde her ne varsa kalbimde sonuna kadar saklanamazdı,griydim.


Ne beyaz ne siyah sadece griydim.Bak!Bak işte!Baksan görürsün,görsen bilirsin..Griydim sadece sadece bir bendim senin..Baksan görürdün.


Bilmem,anlamam diyemezdin çok çaba gerektirmezdi birkaç sis oyunuydu işte!Grilikler çokmuş ikimizin üstünde.Oyunlar,karmaşalar çokmuş üstümüzde.Bitince her şey,anladım.


Umudun rengi,kışın rengi,hüznün rengi..Griydik işte.Ne tam sayı ne de kesirlerdik!Bırkaç kareköktük hapsedilmiş bırkaç reel sayıydık.Üç bilinmeyenli denklemlerdik,x'leri hiç çıkmayan.Griydık işte ne siyah ne beyaz.


Koştuğun asfalt kadar koyuyduk bazen,çok da yaklaşırdık siyaha ama griydık siyah olamadık.

Sis kadar griydık bazen beyaz denmesine sebep olacak kadar uçuk.Ama beyaz olmadık..


Geçirgendim,hassastım!Ruhum bırkac kahve telvesinde unutulup gitmişti.Tadım içilmiş acılarım bana kalmıştı.Kurtaracak kimse yoktu umudun rengi bendim ama umudum yoktu..

Naiftim,mulaim azıcık.Yumusakbaslılığımdı gri.Sana başkaldırmak mümkün olmadı,teslim oldum,sen tutuklamadın bıle.

Sucluyu serbest bıraktın,hayatın senden de acımasız kollarında sürüklenmesine izin verdin.Artık hiçbir çıkarı yok bu gidişatın.


Bir suçlu,bir kalbikırık.


Bir renk,bir umut.


Bir ölüm,bir yeniden doğuş.




..

29
Müzik / Soilwork
« : 03 Şubat 2008, 20:56:54 »
Soilwork



Grup Üyeleri;

Björn "Speed" Strid
Ola Frenning
Daniel Antonsson
Sven Karlsson
Ola Flink
Dirk Verbeuren


İsveçli Melodik Death Metal grubu Soilwork 1995 yılı sonunda Inferior Breed adıyla kuruldu. 1996 yılında isimlerini Soilwork olarak değiştiren ve Klasik Gothenburg Death Metal tarzını, güçlü rifler ve 1980 lerin Avrupa ve İngiliz Heavy Metal tarzıyla kaynaştıran grup eşsiz, kendine uyan bir sound elde etti. 1997 yılındaki "In Dreams We Fall Into The Eternal Lake" demosu grubun ilk dönem çalışmalarına göre çok daha melodik ve hızlıydı. İlk albümleri "Steelbath Suicide" (1998) ise tüm dünyada metal magazinleri ve fanları tarafından çok olumlu tepkiler aldı. Ludvig Svartz ve Jimmy Persson bu kayıttan kısa bir süre sonra ayrıldı ve gitarist Ola Frenning ile grupla Stockholm turnesinde tanışan baterist Henry Ranta grubun yeni üyeleri oldular. 1999 yılında "The Chainheart Machine" adlı ikinci albümleri piyasaya çıktı. Defleshed, Cannibal Corpse ve Marduk ile beraber büyük bir dünya turuna çıktılar ve Dark Tranquillity ile beraber de Japonya da kısa bir turda yer aldılar. Daha sonra grup Nuclear Blast firması ile anlaştı ve bu firmadan ardı ardına A Predator's Portrait (2001), Natural Born Chaos (2002), Figure Number Five (2003), Stabbing The Drama (2005) albümlerini yayınladı. A Predator's Portrait (2001) albümünde vokalist Björn ilk kez clean vokaller kullanmaya başlamıştı. Stabbing The Drama albümüyle grup 2005 yılında Amerika da iyi bir ticari başarı elde etti. Aynı sene Ozzfest festivalinde In Flames ile beraber sahne aldılar ve yine aynı sene grubun önemli bir üyesi olan gitarist Peter Wichers grubu bıraktı. Yeni gitarist ise Daniel Antonsson oldu.



Eski Üyeler;

Peter Wichers
Henry Ranta
Carlos Del Olmo Holmberg
Ludvig Svartz
Jimmy Persons





Diskografi;

In Dreams We Fall Into The Eternal Lake (1997 demo)
Steelbath Suicide (1998)
The Chainheart Machine (2000)
A Predator's Portrait (2001)
Natural Born Chaos (2002)
Figure Number Five (2003)
The Early Chapters (2003 EP)
Stabbing The Drama (2005)

Alıntıdır.



30
Müzik / Arch Enemy
« : 03 Şubat 2008, 20:23:38 »
Arch Enemy



Ülke ->İsveç
Kuruluş tarihi ->1995
Üyeleri 
Angela Gossow
Michael Amott
Fredrik Akesson
Sharlee D'Angelo
Daniel Erlandsson


Carcass, candlemass gibi metal dünyasını derinden etkilemiş iki grupta gitar çalmış olan michael amott, carcass’ın dağılmasının ardından, 1995 yılında isveç’in halmstad şehrinde açtığı bir müzik marketi işletiyordu. hatta o günlerde soilwork’ün ilk albümünün çıkması için grubu müzik şirketleriyle tanıştırmışlığı ve bu sayede soilwork’ün kariyerini başlatmışlığı dahi vardı. bu sıralarda kendi adına bir grup kurmaya karar veren mike, kısa sürede bir yıldızlar kadrosu oluşturdu ve ilk albüm hazırlıklarına başladı. ikinci gitarist olarak armageddon gitaristi ve kardeşi olan christopher amott’u yanına alan mike, bas gitarist olarak witchery, illwill ve mercyful fate’te de çalmış sharlee d’ angelo’yu, davulcu olarak da eucharist ve in flames’te çalmış olan ve at the gates davulcusu adrian’ın da kardeşi olan daniel erlandsson’u gruba kattı. vokalist eksikliğini ise o güne dek adı duyulmuş bir grupta yer almamış olan johan liiva ile doldurdu.

bu yıldızlar kadrosuyla şirket bulmakta zorlanmayan arch enemy, century media ile anlaşarak 1996 yılında “black earth” albümünü piyasaya sürdü. melodik ve bir o kadar da sert parçaların yer aldığı bu albüm, kısa sürede grubun adını duyurmasını sağladı. albümde bir de iron maiden “ides of march” cover’ı yer alıyordu. “bury me an angel” parçasına çekilen klip ve uzak doğu turnesi ardından grup ikinci albümünün çalışmalarına başladı.

1998 yılında, ikinci albüm “stigmata” piyasaya çıktı. davulcu daniel’in bazı sorunları dolayısıyla yer alamadığı bu albümde davullar, sonradan adını çok sağlam bir şekilde duyuracak olan darkane’in davulcusu peter wildoer tarafından çalınıyordu. aynı dönemlerde in flames’in “colony” albümünde davul teknisyenliği de yapan wildoer, 2000’li yıllarda, kimi kesimlerce isveç’in en iyi metal davulcusu olarak gösterilecekti.

“stigmata” albümü, ilk albümün başarısını aşarak grubu özellikle japonya’da çok sevilir hale getirdi. grup, avrupa dağıtımın yapan century media’nın ardından, japonya dağıtımı için de toys factory ile anlaştı. grup “stigmata” sonrası in flames, dark tranquillity ve children of bodom’un alt grubu olarak pek çok konser verdi. albümün japonya baskısında “damnation’s way” (michael amott’un en sevmediği arch enemy parçası) ve chris amott tarafından yazılan “hydra” adlı kısa bir enstrumantal vardı.

grup 1999 yılına gelindiğinde üretim hızını hiç kesmeden “burning bridges” albümünü yayınladı. grup pek çok yıldızdan oluştuğundan ve promosyonu çok iyi yapıldığından, çıkardığı her albüm oldukça çok satıyordu. bu nedenle de grup her sene bir albüm çıkarıyordu. “burning bridges”; ünlü studio fredman’da fredrik nordström ile kaydedildi. albümde “burning bridges” parçasında konuk müzisyen olarak mellotron çalan ve yıllar sonra opeth’in “damnation” turnesinde de org çalarak gruba eşlik edecek olan per wiberg de vardı.

bu albümde grup daha melodik, akılda kalıcı ve daha kolay anlaşılan parçalar yazmış, ancak her zamanki teknik öğeleri ve mükemmel sololarını da kullanmıştı. japonya bonusu olarak da europe cover’ı “scream of anger” yer alıyordu. basında “müzisyenler grubu” olarak nitelenen grupta eleştirilen tek bir nokta vardı. o da vokalist johan liiva’ydı. kimi eleştirmenler olayı “profesörlerin arasındaki bir stajyer” diye tanımlayıp, liiva’nın vokal performansının grubun genel havasının çok altında olduğunu söylüyorlardı. özellikle stigmata albümünün kayıt dönemi sesi kısılan liiva, bu albümde istediği performansı yansıtamamıştı. tüm bu eleştiriler, mike amott’u da düşünmeye itti ve grup johan liiva ile yollarını ayırdı. ayrılmanın ardından johan liiva: “gruptan ayrıldığıma üzgünüm tabi ama hayatımda ilk kez böylesine büyük bir grupta yer almış olduğum için çok mutluyum. onlara başarılar dilerim.” diyordu.

vokalist aramak için verilen arada grup “burning japan” adlı ilk konser albümünü piyasaya sürdü. 2000 yılında çıkan bu albümde grup, dünyada en çok sevildiği ülke olan japonya’daki hayranlarına unutulmaz bir konser veriyordu. grup, eline ulaşan vokalist adayı kayıtlarını dinleyerek bir süre yeni vokalistini bulmaya çalışırken, almanya’dan gelen bir kaset, grubun tüm gündemini değiştiriyordu.

“kaydı dinledikten sonra, şarkı söyleyen kişinin isminin angela olduğunu gördüm. kayıttaki vokalist bir kadındı. inanamadım. bir kez daha dinledim ve ardından gruptaki diğer çocukları çağırıp onlara da dinlettim.” diyordu mike amott. tüm grubu şok eden bu sesin sahibi, alman bayan vokalist angela gossow’du. o sıralarda birkaç ufak grupta vokalistlik ve internetteki bazı metal sitelerinde editörlük yapan angela, öylesine yolladığı kaydın ardından, hemen isveç’e davet edildi ve birkaç prova sonrası grubun resmi üyesi oldu.

grup yeni vokalistine kavuştuktan hemen sonra, 2002 yılında “wages of sin” albümüne imza attı. aslında 2000 yılında tamamlanmış olan albüm, vokalist arayışı nedeniyle 2002’de piyasaya sürülebildi. grup bu albümde de studio fredman’ı kullanırken, albümün miksajını dünyaca ünlü yapımcı andy sneap yapıyordu. opeth ve nevermore ile de pek çok başarılı albüm yaratan sneap, “wages of sin” albümünü kusursuz bir ses kalitesine ve harika düzenlenmiş parçalarla dolu bir başyapıta dönüştürüyordu.

grup angela gossow hamlesiyle adını büyük bir hızla duyurmaya başladı. metal dünyasında sayılı olan kadın vokalistler, her daim metal basınının ilgisini çekmiştir. aynı durum angela’da da yaşandı ve angela, birbiri ardına pek çok önemli müzik dergisinde kapak oldu ve bu sayede grup büyük bir reklam yaptı.

albüm japonya’da piyasaya çıktığı ilk hafta 22.000 satarak bir metal albümü için ulaşılması güç bir başarı elde etti. “ravenous” parçasına klip de çekilen albümde özellikle angela; pek çok müzik severin aklını başından alan vokaliyle, brutal vokal yapan binlerce erkeği gölgede bırakıyor, bir kadından çıkabileceğine inanılamayan harika bir performans seriliyor, hatta pek çok arch enemy fanını da kendine aşık ediyordu.

grup daha sonra cover ve bonus parçalarının yer aldığı “rare & unreleased” adlı cd’yi de katarak, çift cd’li bir “wages of sin” albümünü piyasaya sürdü. bu ek cd’de judas priest’ten “starbreaker”, iron maiden’dan “aces high”, europe’dan “scream of anger” coverlarının yanı sıra, “lament of a mortal soul”, “diva satanica”, “fields of desolation ’99”, “damnation’s way” ve “hydra” gibi bonus parçaları ve “ravenous” videosu da yer alıyordu. bu sıralarda japon caparison firması, grubun gitaristlerinden christopher’ın imzalı gitar serisini üretmeye başladı.

2003 yılına gelindiğinde, amerika’yı, uzak doğu’yu ve avrupa’yı defalarca turlayan grubun beşinci stüdyo albümü “anthems of rebellion” piyasaya çıkıyor ve çıktığı ilk haftadan, century media records tarihinin en hızlı satan albümü haline geliyordu. albümün kapak tasarımını, bir önceki albümde olduğu gibi dark tranquillity’den niklas sundin yapıyordu. prodüktörlüğünü yine andy sneap’in yaptığı albümden “we will rise” parçasına da klip çekiliyordu. digi-pack versiyonunda bonus bir dvd yer alıyor ve bu dvd’de, “wages of sin” turnesinde kaydedilen üç parçanın konser görüntüleri ve albümdeki üç parçanın da dolby digital 5.1 mix versiyonları yer alıyordu.

tüm dünyada oldukça başarılı bir satış grafiği yakalayan grup bu albüm sonrası amerika, avrupa ve japonya’da pek çok konser verdi. amerika’da “dance of death” turnesindeki iron maiden’ın alt grubu olarak turlayan ve ardından avrupa’da da “enemies of reality” albümünün turnesindeki nevermore ve “death cult armageddon” albümünü tanıtan dimmu borgir ile turlayan arch enemy, 2003’ün tümünü ve 2004’ün de büyük bir kısmını yollarda geçirdi. albüm satış rakamları göz önünde bulundurulduğunda, arch enemy’nin japonya’da en çok satan metal grubu olduğu görülüyor ve grup her japonya turnesinde adeta krallar gibi karşılanıyor ve aşırı bir ilgi görüyor.

kariyerinde neredeyse on yılı dolduracak olan arch enemy, şu an itibariyle dünyanın en popüler ve en çok aranan metal grupları arasında yer alıyor. özellikle kadın vokal avantajını çok iyi kullanarak geniş kitlelere ulaşan arch enemy; grup üyelerinin üstün müzisyenlikleri ve yılların deneyimi amott kardeşlerin parça yazımındaki başarısı ile, daha uzun yıllar metal dünyasının en çok konuşulan ve dikkat çeken gruplarından olmaya devam edecek.

Alıntıdır.



1996 - Black Earth
1998 - Stigmata
1999 - Burning Bridges
2000 - Burning Japan
2001 - Wages Of Sin
2002 - Burning Angel
2003 - Anthems of Rebellion
2004 - Dead Eyes See No Future
2005 - Doomsday Machine
2007 - Rise Of The Tyrant





Sayfa: 1 [2] 3