Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - em_dan_rup

Sayfa: 1 [2] 3 4
16
Müzik / Aylin Aslım
« : 07 Şubat 2008, 16:54:42 »
Aylin Aslım, Almanya'da Lich adında küçük bir kasabada doğdu. 1994’ten itibaren İstanbul'un çeşitli canlı müzik mekanlarında yabancı coverlar söyledi. Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi'nden mezun oldu.1996’da beş kızdan oluşan “Zeytin” adlı rock grubuyla canlı müzik piyasasında dikkatleri çekti.

1998 Roxy Müzik Günleri’nde 2.’lik ve 1999 Roxy Müzik Günleri’nde Jüri Özel Ödülü kazandı. 1998’de “Süpersonik” adlı grubu kurdu ve oldukça alışılmadık elektronik altyapılı parçalardan oluşan repertuarına karşın kısa sürede kendine has bir izleyici kitlesi yarattı.

 
Gelgit albüm kapağı2000’de “Gelgit” isimli alternatif elektronik pop albümünü Power Records’dan çıkardı. 2000’de müzikal direktörlüğünü yaptığı “H2000” organizasyonunda, BUSH, Chumbawamba, GusGus, Lamb Jay Jay Johanson gibi dünya müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaştı. 2001’den itibaren H2000, Creamfieds ve Rockistanbul gibi büyük organizasyonlarda ve Tindersticks, HIM, Placebo, Macy Gray ve Queen Adreena gibi büyük konserlerin açılışında sahne aldı.

2003’te Mor ve Ötesi, Athena, Bülent Ortaçgil, Vega, Feridun Düzağaç, Bulutsuzluk Özlemi ve Koray Candemir’le birlikte “Savaşa Hiç Gerek Yok” single’ında yer aldı. 2003’ten itibaren elektronik sound üzerine kurulu ilk albümünün şarkılarını sahnede “Süt’lü” adını verdiği proje dahilinde, sert rock versiyonlarıyla söyledi. 2003’te ilk albümünde yer alan “Senin Gibi” isimli şarkısı Yunanlı pop müzik sanatçısı Teresa tarafından Yunanca yorumlandı. Teresanın albümü 2005 yılı içerisinde Türkiye’de de yayınlanacak.

2004’te Murathan Mungan’ın “Söz Vermiş Şarkılar” albümünde “Kimdi Giden Kimdi Kalan” şarkısını yeniden yorumladı. 2004’te DJ Mert Yücel’le birlikte yaptıkları “Dreamer” adlı İngilizce single İngiltere’de Baroque Records UK tarafından yayınlandı ve İngiltere’de Balance Chart UK’de 3 numaraya, Amerika’da Balance Chart USA’de 1 numaraya kadar yükseldi. 2004’te Fatih Akın’ın Duvara Karşı filminde ilk albümünden “Senin Gibi” adlı şarkısı yer aldı.

 
Gülyabani albüm kapağı2005’te Teoman’ın Balans ve Manevra filminde rol alan Aylin Aslım, filmin Pasaj Müzik tarafından yayınlanan soundtrack’inde Teoman’ın “Bazı Yalanlar” isimli parçasını yorumladı. Ayrıca Kutluğ Ataman’ın çektiği “İki Genç Kız” filminin soundtrack’inde ilk albümünden “Keşke” adlı şarkısı yer aldı.

Aynı yıl Aylin Aslım Ve Tayfası adı altında Pasaj Müzik'ten Gülyabani albümünü çıkardı. Bu albümden Gülyabani, Ben Kalender Meşrebim ve Ahh şarkılarına klip çekti. Daha sonra Bulutsuzluk Özlemi’nin “Felluce-Bağdat” adlı single albümünde “Bağdat Kafe” adlı şarkıda vokalde Nejat Yavaşoğulları’na ve Çilekeş'in "Yetmiyor" adlı şarkısına eşlik etti.

2006'da da Ogün Sanlısoy ile "Kendin Oldun" şarkısını yorumladı.


2000  Gel - Git



01-Senin Gibi
02-Dalgalar
03-Zor Günler (Umudum Var)
04-Yıldızlar Var
05-Keşke
06-4 Gün 4Gece
07-Birgün
08-Küçük Sevgilim
09-Aynı
10-Senin Gibi (Aylin Gibi)
11-4 Gün 4 Gece (Remix)
12-Senin Gibi (Remix)
 
2005  Gülyabani



01-Gülyabani intro
01-Gülyabani
01-Ben Kalender Meşrebim
01-Böyledir Bu İşler
01-Kayıp Kızlar
01-Sokak İnsanları
01-Olduğun Gibi
01-Hadi Buyur
01-Gül Dünya
01-Ahh
01-Gelinlik Sarhoşluğu (Bana ne)
01-Beyoğlu Kimin Oğlu 

17
Sinema / 2008'de 25 dev yapım beyazperdede
« : 07 Şubat 2008, 16:22:33 »
      Sinemaseverler, bu yıl içerisinde aralarında ünlü serilerin devam filmlerinin de yer aldığı 25 yeni yapımla tanışacak.
      "Empire" dergisinin internet sitesinde yer alan derlemeye göre, 2008 dev yapımların yılı olacak. "Indiana Jones", "Narnia Günlükleri", "Mumya", "Harry Potter" gibi filmlerin devam filmlerinin de aralarında yer aldığı 25 yeni yapım şöyle:
      Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull: Sinema dünyasının maceraperest kahramanı Indiana Jones, 20 yıl aradan sonra beyazperdeye geri dönüyor. Steven Spielberg’ün yönettiği dördüncü "Indiana Jones" filminin yapımcılığını "Yıldız Savaşları-Star Wars" serisinin yönetmeni George Lucas’ın üstleniyor. "Lucasfilm Ltd" tarafından hazırlanan film, 22 Mayıs 2008 tarihinde izleyiciyle buluşacak.
      "Indiana Jones" serisinin dördüncü halkasında 65 yaşındaki ünlü aktör Harrison Ford yeniden kamera karşısına geçti. Filmde, oyuncuya, John Hurt, Shia LaBeouf, Cate Blanchett ve Ray Winstone eşlik ediyor. Filmin senaryosunu David Koepp kaleme aldı. Filmin toplam bütçesi, 150 milyon dolar. Seriden daha önce 1981’de "Kutsal Hazine Avcıları-Raiders of the Lost Ark", 1984’te "Indiana Jones: Kamçılı Adam-Indiana Jones and the Temple of Doom", 1989’da "Indiana Jones: Son Macera-Indiana Jones and the Last Crusade" adlı filmler çekilmişti.
      Harry Potter ve Melez Prens-Harry Potter and the Half Blood Prince: J.K Rowling’in ünlü serisi Harry Potter’ın beşinci halkası, 21 Kasım 2008 tarihinde vizyona girecek. David Yates’in yönettiği filmde, seri başladığında küçük bir çocuk olan Daniel Radcliffe yine "Harry Potter" rolünde kamera karşısına geçti. Toplam bütçesi 150 milyon dolar olan filmde, Radcliffe ile Rupert Grint, Emma Watson, Helena Bonham Carter, David Bradley, Robbie Coltrane, Warwick Davis, Tom Felton, Michael Gambon, Alan Rickman, Maggie Smith, Natalia Tena, Julie Walters and David Thewlis, Evanna Lynch, Matthew Lewis, Bonnie Wright, Jim Broadbent, Helen McCrory, Jessie Cave, Hero Fiennes Tiffin ve Frank Dillane rol aldı.
      2001 yılında "Harry Potter ve Felsefe Taşı" ile başlayan seri, 2002’de
      "Harry Potter ve Sırlar Odası", 2004’te "Harry Potter ve Azkaban Tutsağı", 2005’te "Harry Potter ve Ateş Kadehi" ile sürmüştü.
      J.K. Rowling’in kaleme aldığı "Harry Potter and the Deathly Hallows" adlı serinin final kitabı geçen yıl okurla buluşmuştu.
     
     "KAPTAN KIRK" VE "MR. SPOCK" GELİYOR...-
      Uzay Yolu-Star Trek: Bir dönem izleyiciyi ekran karşısında adeta çivileyen "Uzay Yolu-Star Trek" dizisinin sinema filmi de 25 Aralık 2008’de seyirciyle buluşacak. Yönetmenliğini JJ Abrams’in üstlendiği
      yapım, Paramount şirketince seyirci karşısına getirilecek. Kaptan James T. Kirk ile Mister Spock’ın gençlik yıllarına giderek uzay boşluğuna uzay mekikleriyle ilk açılmalarını konu edinen film, 115 millyon dolara mal oldu. Filmin kadrosu, Zoe Saldana, Ben Cross, Bruce Greenwood, Simon Pegg, Chris Pine, Zachary Quinto, Winona Ryder, Zoe Saldana, Karl Urban, Anton Yelchin, Eric Bana, Leonard Nimoy, Marlene Forte ve Jimmy Bennett’tan oluşuyor. The Mummy: Tomb of The Dragon Emperor: "Mumya" serisinin yeni filmi, 1 Ağustos 2008 tarihinde izleyici karşısına çıkacak. Toplam bütçesi 100 milyon dolar olan filmin yönetmenliğini Rob Cohen üstlendi. Filmde, Brendan Fraser, Jet Li, Maria Bello, John Hannah, Michelle Yeoh, Anthony Wong, Luke Ford ve Isabella Leong rol aldı.
     
     SEX AND THE CITY" BEYAZPERDEDE-
      Sex and The City-The Movie: Ekranlarda bir dönem fırtına gibi esen "Sex and the City" adlı dizinin beyazperde uyarlaması da 30 Mayıs 2008’de gösterime girecek. Sinemaya uyarlanma aşaması oldukça uzun süren
      ve sonunda dizideki ekibin yeniden buluşmasıyla çekimleri tamamlanan filmin yönetmenliğini Michael Patrick King üstlendi. Senaryosunu da King’in kaleme aldığı filmde, Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin Davis, Cynthia Nixon, Chris Noth, Jennifer Hudson ve Lynn Cohen rol alıyor. The Incredible Hunk: Yeşil dev Hulk da yeni filmiyle 13 Haziran 2008 tarihinde hayranlarıyla buluşacak. Louis Leterrier’in kamera arkasına geçtiği filmin senaryosu Edward Norton ile Zak Penn’in imzasını taşıyor. Yeşil deve dönüşen bilim adamı Bruce Banner’ı Edward Norton canlandırdırdığı film, ünlü kahramanın, bundan sonraki hayatını Bruce Banner kimliğiyle barış içinde geçirmek ile kalıcı olarak yeşil canavara, yani Incredible Hulk’a dönüşmek arasında kalmasını konu alıyor. Filmde, Norton’a, Liv Tyler, Tim Roth, William Hurt, Tim Blake Nelson, Christina Cabot, Lou Ferrigno, Martin Starr ve Ty Burrell eşlik ediyor. Filmin bütçesi 125 milyon dolar... Narnia Günlükleri: Prens Caspian-The Chronicles of Narnia: Prince Caspian": "Narnia Günlükleri" serisinin yeni filmi, 16 Mayıs 2008 tarihinde gösterime girecek. Walt Disney Pictures ile Walden Media ortak yapımı olan filmin yönetmenliğini Andrew Adamson üstleniyor. Senaryosunu Andrew Adamson, Christopher Markus ve Steve McFeely’nin kaleme aldığı filmde, Georgie Henley, Skandar Keynes, William Moseley, Anna Popplewell, Ben Barnes, Peter Dinklage, Warwick Davis, Vincent Grass, Ken Stott, Pierfrancesco Favino, Sergio Castellitto ve Liam Neeson rol alıyor. Fantastik yapım, 100 milyon dolara mal oldu.
     
     SÜRÜKLEYİCİ YAPIMLAR
      2008 yılında gösterime girecek diğer ilgi çekici yapımlar ise şöyle
      sıralanıyor:

      -Hellboy II: The Golden Army.
      -Hancock.
      -Wanted.
      -Iron Man.
      -Blindness.
      -Son of Rambow.
      -Jumper.
      -Get Smart.
      -Frost/Nixon.
      -Burn After Reading.
      -The Dark Knight.
      -Speed Racer.
      -Pineapple Express.
      -The Happening.
      -Valkyrie.
      -Wall-E.
      -Quantum Of Solace.
      -Where The Wild Things Are.

      Alıntıdırr ...

18
Güncel / İnsanoğlu 800 yaşına kadar yaşayabilir
« : 07 Şubat 2008, 16:20:27 »

      İngiliz uzmanlar, maya mantarlarının genleriyle oynayarak ömrünü 10 kat uzatmayı başardı. Araştırma ekibi, buradan yola çıkarak insanın da 800 yaşına kadar yaşayabileceğini savunuyor. Bazı uzmanlara göreyse bir insan en çok 120 yaşına kadar yaşayabilir.
      Ölümsüzlük... İnsanoğlunun varoluşundan bu yana peşinde koştuğu rüya. Bilim dünyası bugüne kadar, yaşlanmanın etkilerini azaltan, ömrü uzatan çeşitli araştırmalarla karşımıza çıktı. Bir grup İngiliz bilim adamının yürüttüğü DNA araştırmalarıysa tartışmaları çok daha ileriye götürüyor.
      Haberin devamı Zira İngiliz uzmanlar, DNA yapısından yaşlanmayla ilişkili iki geni çıkarttıkları maya mantarının ömrünü 10 kat uzatmayı başardı.
      Bilim adamları, gelecekte aynı yöntemle insan ömrünün de uzatılabileceğine hatta 800 yaşına kadar yaşamanın mümkün olabileceğine inanıyor.
      Ancak bu durum bilim dünyasını da ikiye böldü.
      Zira kimi uzmanlar, teknik olarak 800 yıl yaşamak mümkün olsa da pratikte insan bedeninin de bir sınırı olduğunu düşünüyor. Bu sınırın da 120 yıl olduğuna inanılıyor.
      Uzmanlar, bu yaşa kadar bedenin sağlıklı kalabileceğini ancak sonrasında büyük fiziksel sorunların baş göstereceğini söylüyor.
      Ölümsüzlüğün ne kadar hayal, ne kadar gerçek olduğunu gelecek araştırmalar belirleyecek.

19
Müzik / Teoman
« : 07 Şubat 2008, 16:09:02 »
Teoman, (20 Kasım 1967), tam adı Fazlı Teoman Yakupoğlu, Türk pop müzik bestecilerinden ve söz yazarlarından olan Teoman ;kendisiyle aynı adı taşıyan ilk albümünün piyasaya çıkmasından itibaren sürekli olarak yükselen başarı grafiği çizdi. Sinemaya duyduğu ilgi ise onu yapımcılığa ve senaristliğe yöneltti.

Giresun doğumlu olan şarkıcının tek kardeşi vardır. Avukat olan babası , sanatçı 2,5 yaşındaken öldü. Liseyi Kültür Kolejinde okuduktan sonra lisans öğrenimi için boğaziçi üniversitesi sosyoloji bölümüne kaydoldu ve bu bölümü bitirdi. Masterini ise İstanbul Üniversitesi'nde Kadın araştırmalarıKadın araştırmaları üzerine yaptı.

Sanatçı müzik kariyerine 1986 yılında kurduğu Mirage adlı grupta vokal yaparak başladı. Grubun dağılmasından sonraise Mavi Sakal , Indians , Black Rose gibi gruplarda çalıştı ve sonrra müzik kariyerine solo çalışmalarıyla devam etti . 1996'da Roxy Müzik Yarışmasında Ne Ekmek Ne De Su şarkısı en iyi beste ödülünü alırken Yollar şarkısıda en iyi söz ödülüne layık görüldü . Sanatçının ilk albümüde aynı yıl çıktı.

2000 yılında Altın Kelebek en iyi pop sanatçısı ödülünü aldı . Sanatçı şu anda Cihangir'de oturmaktadır ve her fırsatta şarkılarındaki ilham kaynağının beyoğlunun olduğunu belirtmektedir.

Albümleri 
 Teoman 
Ne Ekmek Ne De Su
Papatya
Sessiz Eller
Vur Sen Beni
Hepsi Bir Ya Sonunda
Sen Benim Olmasan Da
Mutlu son
Yollar
Hiç Kimse Bilmez
Her Gün Aradıysam
Yarın Olmaz
Yazgı

 O 
Sus Konuşma
O
Kardelen
Bazı Yalanlar
Bir Damla Gözyaşı
Yağmur
Oğul
Gemiler
Kişisel Bir Şey
Dünya

 17 
Paramparça
17 - On Yedi
Rüzgar Gülü
Uykusuz Her Gece
İki Yabancı (Şebnem Ferah ile düet)
Gündüz Tarifesi
O Yaz
Yarından Bana Ne
Zamparanın Ölümü
Sürpriz

 Gönülçelen 
Gönülçelen
Anlıyorsun Değil Mi?
İstanbul'da Sonbahar
Doktor
İstasyon İnsanları
Mavi
Hayalperest
Soluk Soluğa
Zamparanın Ölümü ( İkinci ve Son Bölüm)
Sevdim Seni Bir Kere

 Teoman 
Motosikletli Kız
Senden Önce Senden Sonra
Kupa kızı sinek valesi
Nefes Nefese
Kol Düğmeleri
Saat 03:00
Rapsodi istanbul
Resimdeki Gözyaşları
Kıskançlık
Mektup

 En Güzel Hikayem 
Güzel bir gün ölmek için
Duş
Bugün(Back Vokal:Şebnem Ferah)
Gökdelenler
Ayna
İnsanlar
Parti
Tuzak
...dedi annem
En güzel hikayem(Şebnem Ferah ile düet)

 Renkli Rüyalar Oteli 
Dursun dünya
Aşk kırıntıları(Şebnem Ferah ile düet)
Renkli ruyalar oteli
İki çocuk
Kim?
Tesadüfler
Unutamadım
Kelimeler
Çoktandır
Terlemeden sevişenler

 Konser (Bülent Ortaçgil & Teoman) 
Aşk Nereye Kadar
Değirmenler
Eylül Akşamı
Mavi Kuş
Olmalı mı Olmamalı mı
Paramparça
Rüzgar Gülü
Sensiz Olmaz
Sessiz Eller
Yağmur
Yollar
Yüzünü Dökme Küçük Kız
Zamparanın Ölümü - Bir Tek Sen Yalanı (medley)
İstasyon İnsanları
Benimle Oynar mısın

20
Şişedeki Mısralar / Unutamıyorum
« : 21 Ocak 2008, 23:06:29 »
Kalmadı tek bir şeyim geride bırakacak
Bırak şimdi öleyim
Zaten ölmüşüm öleceğim kadar
Sadece beni mezara koymalarını bekliyorum
Artık tek umudum o oldu
Tek beklentim

Nefes alamıyorum acı çekiyorum
Nefes almak bile haram oldu
Sensizlikten
Ah sensizlik bitiriyor beni
Ama yapacak hiçbirşeyim yok
Ne gelir ki elden

Ellerimden kayıp giderken
sadece bakabildim
Sen şimdiden başkasını seviyorsun
O kadar çok üzüyor ki
**********************(sansürlüüü :P)
***********************

Keşke zaman geri gelse
O zaman canımın pahasına
Seni terk etmezdim
Yada her şeyi göze alıp
Seninle olurdum gene
Ama gelmiyor zaman işte

Ama gene de seni unutamıyorum
Senin unutmak için neler yaptım kendime
Ama olmadı işte
Hergün hayalin geçiyor
Gözlerimin önünden
Böyleyken mümkün mü?

Ne yapmışsan bana
Yada ben ne yapmışsam kendime
Vazgeçemiyorum senden
Unutmak o kadar kolay değil
Aklımın her hücreleri,odaları
Seni seviyorum diye bağırıyor

Sence böyleyken unutmak kolay mı
Unut demek kolay ama onu yapmak
Beceremiyorum
Senin beni sevmediğinin halde
her şeyi göze alacak kadar
Ben seni canımı verecek kadar seviyorum

Ama yineden seviyorum
Sevmekten korktuğum kadar seviyorum
Aşık olmaktan korktuğum kadar
Aşığım sana
Ya hep benimle kal
Yada git çıkma bir daha karşıma

Ahh Burcu şimdi millete rezil edecen beni. Güzel değil dedim ama Burcu zorla koydurttu :P Ve bu çok önce yazılmış bir yazı yani şimdi böyle birşey yok  ;) Yanlış anlaşılmasın

21
Yazarlar / İpek Ongun
« : 20 Ocak 2008, 11:04:43 »
Hayatı ;
1961 yılında Amerikan Kız Koleji, Edebiyat Bölümü'nden mezun oldu. İpek Ongun,; yazı hayatına, 1980 yılında başladı.Gençlik romanlarından sonra, gençlere yaşama kültürü ve kişisel gelişim gibi konularda, yardımcı olmasını amaçladığı bir üçlü yazdı. Bu kitapların ilki 1991 yılında TÜYAP'ta "Altın Kitap Ödülü"nü aldı. Ayrıca gençler için yaptığı bu çalışmalar nedeniyle kendisine Rotary Kulübü tarafından "1995-1996 Meslek Hizmetleri Ödülü" verildi. 1998 yılında da Oriflame firmasının 250.000 kişilik bir halk jürisine yaptırdığı anket sonucu yılın en başarılı kadın yazarı seçildi. Evli ve iki kız çocuğu annesi olan yazar, yaşamına Mersin'de devam etmekte...

Bir Genç Kızın Gizli Defteri(1-2-3-4-5-6)
Yarım Elma Gönül Alma
Afacanlar Çetesi
Bir Pırıltıdır Yaşamak Hayatı Iskalamayın
Bu Hayat Sizin Gençliğin Kıymetini Bil Derler İyi De... Nasıl?
Şu Çılgın Tempoda Duyarlı Davranışlar
Sabah Pırıltıları
Kamp Arkadaşları
Yaş On Yedi
Mektup Arkadaşları
Yarım Elma Gönül Alma
Sabah Pırıltıları
Bir Pırıltıdır Yaşamak
Bu Hayat Sizin
Lütfen Beni Anla

22
Sinema / Zor Ölüm 4.0
« : 19 Ocak 2008, 17:49:42 »
 
Yapım : 2007, ABD
Tür : Aksiyon / Gerilim / Macera
Yönetmen : Len Wiseman
Senaryo : Mark Bomback, Doug Richardson
Oyuncular : Justin Long, Bruce Willis, Mary Elizabeth Winstead, Timothy Olyphant, Maggie Q
Yapımcı : Bruce Willis, Arnold Rifkin
Görüntü Yönetmeni : Simon Duggan
Müzik : Marco Beltrami
Dağıtım : Özen Film
Süre : 2 saat, 10 dk

Geçen yıllarda artık yaşlanmaya başlayan polis memuru John McClane (Bruce Willis), karısından boşanmış ve alkol tedavisi görmektedir. Artık polis departmanında çalışmayan McClane, devlete bağlı bir güvenlik biriminde tehlikeli bilgisayar korsanlarını takip etmektedir. Matt Foster (Lustin Long)isimli genç bir korsanı tutuklamak için yolda olduğu bir sırada, trafiğin içinde sıkışmış durumda iken, terörist saldırıların modern bir versiyonunu ilk elden yaşar. Greg Pope (Timothy Olyphant) tarafından yönetilen bir bilgisayar korsanları çetesi, Amerika’nın bilgisayar altyapı unsurlarına saldırıp, işe trafik ışıklarından başlayarak sistemleri teker teker kapatmaktadırlar. Bankalar arası bilgisayar ağlarına ve borsaya da müdahale ettikten sonra, Amerika’nın ekonomisi çökmeye başlamıştır. Her zamanki gibi McClane, bütün bu olayların ortasında kalıvermiştir. Görünüşe göre yeni tutukladığı Matt, teröristlerin tam olarak ne yapmak istediklerini ve amaçlarına ulaşmak için hangi adımları atmaları gerektiğini anlayabilecek kadar parlak bir zekaya sahiptir. Sofistike suçlular, ülkeyi dizlerinin üzerine çöktürmek için neredeyse kusursuz bir plana sahiptirler; fakat eski moda bir polis ve zeki bir bilgisayar cambazının işleri çözmeye çalışacaklarını akıl edememişlerdir. Bütün ulus çöküp dağılmadan önce, McClane ve Foster ikilisinin teröristlerin ne yapmaya çalıştıklarını anlayıp, bir an önce onlara ulaşıp durdurmaları gerekmektedir.


23
Mitolojiler / Paskalya Adası Gizemi
« : 19 Ocak 2008, 17:43:40 »

Eastern Adası ya Paskalya Adası veya özgün adıyla "Rapa Nui", uzun yıllardan beri bir merak konusu. Adanın dünyaca ünlü dev heykellerinin taştan nasıl oyulduklara, hangi yöntemle taşındıklara ve neden adanın kıyılarına yerleştirildiğine hala kesin açıklama getirilemiyor. Heykeller hangi kültürün ürünüdür ve onların mitlerinden neler öğrenebiliriz? Bir araştırmacı ve arkeo-tarihçi olan Alan Malford yeni bir kuram geliştirerek, dev heykelleri yapanların Güney Amerika´dan sürülen isyancıların olduklarını ileri sürdü ve kanıtlar gösteriyordu. Heykeller özür dilemek içindi ve çok uzaklardan görülmeleri için çok büyüktüler...

Paskalya Adası´na en yakın yerleşim merkezleri 2.000 milin ötesinde bulunan Tahiti ve Şili´dir. Ada, dünyanın en izole yerlerinden birisinde bulunur. Güney Pasifik´de, üçgen biçiminde volkanik bir kayalıktır, "Moai" adı verilen dev taş monolitler, adanın kıyılarını işaretler. Paskalya Adası´na ilk gelen beyaz yerleşimciler adaya "Te Pito O Te Henua" yani "Dünyanın Göbeği" adını vermişlerdi. Bugün ada, ada halkı ve dilleri yöresel olarak Rapa Nui adını taşırlar. Adalıların kökeni hakkında sürdürülen ilgi o kadar büyüktür ki, tartışmalar neredeyse kavga boyutlarına ulaşır. "Kon Tiki"nin babası gezgin Thor Heyerdahl, heykelleri yapanların Peru´den kaçanlar olduğunu ileri sürerken, Rapa Nui ile İnka sanatı arasında ilişki olduğu görüşündedir. Bazılarına göre ada, batık bir kıtanın son kalıntısıdır veya dünyadışı bir zeka ile mitolojik bir ilişki içindedir. Arkeolojik olarak. adanın Polinezyalılar tarafından keşfi M.S. 400 civarlarındadır. Hotu Matua´nın mitolojisine göre, ondan sonra adada etkin ama bulmaca bir kültür gelişmeye başladı. Heykellere bakılırsa, adalılar Okyanusya´nın tek yazısı olan "Rongorongo" yazısını biliyorlardı. Aynı yazıya, petroglph´larda (mağara duvar yazıları), geleneksel ağaç oymacılığında, tapa´larda (ağaç kabuğu kumaşlar), el aletlerinde, dövmelerde raslanır. Ayrıca ada halkının geleneksel ip bebekleri, müziği ve dansları da özgündür.

Beyazların ahmaklığı;

Paskalya Adası´nda nüfusun en çok 10.000 kişiye çıkmış olduğu düşünülüyor çünkü bu kadar küçük bir adanın eko-sistemi ve kapasitesi daha fazlası için hiçbir zaman yeterli olmamıştı. Kaynaklar azalırken, bir zamanlar yoğun olan palmiye ormanları tarım ve dev heykellerin geçmesine yol açmak için yok edilmiş. Gelişmiş bir toplumun, kanlı bir iç savaş ve hatta yamyamlık sonucunda çöktüğü biliniyor. Kıyılarda toprakta yatan devrilmiş Moai´ler sanki adalıların kaderini simgeliyorlar zira arkeolojik çalışmalarda tüm heykellerin bir zamanlar ayakta durduğu anlaşılmıştır ve şimdi aynı çalışmaların uzantısında heykellerin yeniden ayağa kaldırılması planlanıyor. Aslında Batı uygarlığı ile bulaşmak, adalılar için daha da büyük bir felaket olmuş, hemen tüm ada halkı köle yapılıp, yok edilmiş. Kendilerini uygar zanneden bir sürü akılsız avrupalı binlerce insanı inanılmaz aptallıktaki nedenlerle soykırıma uğratmışlar. Aynen Güney ve Orta Amerika´da olduğu gibi... 1888´de Rapa Nui Şili tarafından ilhak edilindiğinde, adada sadece 2000 kişi yaşıyormuş, bir o kadarı da Şili, Tahiti ve Kuzey Amerika´ya göç etmişler. Paskalya Adası bugün, dünyada eşi olmayan kalıntıları içeriyor, bir açık hava müzesinde şanssız ve kayıp bir kültürün izleri seyrediliyor. Rapa Nui´liler sevecen, dost insanlar, çok özel bir doğa parçasında, volkanik kraterlerin, donmuş lavların, muhteşem plajların, mavi ötesi denizin yanında bir arkeoloji bulmacası heyacanla yaşanıyor. Bu güzelliğin dışına çıkarak, ada hakkında yeni bir kurama yer verelim.;

Yeni bir yaklaşım, gerçeğin ışığı mı?

Gizemli Moai heykelleri, adanın kıyılarından öteye sonsuz okyanusa doğru dik dik bakarlar. Sırlarını yüzlerce yıldır, saklıyorlar; Araştırmacı Alan Malford, yıllarca sürdürdüğü dünya çapındaki bir çalışmayı henüz bitirmiş ve eski kültürlerin gizemlerinin ve de arkeolojik bilmecelerin makul çözümlere ulaşabileceğini araştırıyor. Kabul gören bir yaklaşım olarak, Moailer, genel olarak adadaki insan yaşamının en eski evresinde yapılmışlardır ama Malford soruyor; bunu kanıtlayan bir kazı yapıldı mı? Her ne kadar, M.S. 400´ler doğru tarih olarak görünüyorsa da, bunun için de radyokarbon deneyleri yapılmış değil. Üzerlerinde rongorongo yazısı bulunan tahta tabletlerin hala tamamına yakını çözülmüş, anlaşılmış değil. Doğuda, 2.300 mil uzakta bulunan Güney Amerika´daki antik kültürlerin hiçbirisinden adalıların yararlandığını söylemek mümkün değil. Yani Paskalya Adası insanlarının bir başka yerle tarihsel bir ilişki içinde olduklarını kanıtlayacak birşey ortada yoktur. Buna karşın Malford, adanın gizeminin dünyaçapında üretilen antik yerler ve uluslar bilinmeyeni fobisinden kaynaklandığı görüşünde; diyor ki; "Geniş bir açıdan bakıldığında, heykeller ve üzerinde durdukları taş platformlar kusursuz oyulmuştur ve bize yapımcılarının kimlikleri hakkında ipuçları verirler. Adalıların taş işçiliğinin dayanıklılığı, özellikle Bolivya´daki Tiahuanacu ile Peru´daki Ollantaytambo´yu hemen akla getirir. Taşların kesimi ve montajı uslüp olarak aynıdır veya aynı modadır. Yani taşların birleştikleri ek yerlerine bir jilet dahi sokulamaz. Uzmanlara veya bağımsız kültür savunucularına göre bu işçilik bağımsız ve gelişmiş Paskalya insanlarına aittir. İyi ama, iki bağımsız kültür nasıl oldu da, kayaları sıcak bir bıçakla tereyağı keser gibi dilimlemeyi öğrendiler? Bilimden beklenen bilimsel kimliğin güvencesine sığınarak, laf üretmek değil, ciddi kanıtlardır. Buradaki kurala ben "Occam Razor" diyorum. (Occam Razor, felsefedeki uydurmak hipotez gerektirmez, kuralıdır.)"

İşlerini bırakıp, birden yok oldular.

En çok sorulan sorulardan birisi, niçin sorusudur. Niçin birileri büyük sıkıntılara girerek yüzlerce Maoi heykelini kıyı boyunca diktiler ve heykellerin kafalarına büyük bir dikkatle onar tonluk şapkalar yerleştirdiler? Malford buna da cevap veriyor; "İki cevabım var; birincisi o insanlar uzaklık korkusunu sembolleştirdiler. Veya kurtarılmayı bekleyenlerin geçen gemiye işaret vermesi örneğinde olduğu gibi birilerinin dikkatini çekmek istediler. Asıl soru, heykelcilerin adadan ne zaman kaybolduklarıdır, taş ocaklarını terkederek çalışmalarını yarım bırakıp, aniden gitmişler. Bir senaryo üretelim; yukardaki örnekteki gibi, diyelim ki açık denize işaret verdiler ve kurtarıldılar. Ama bir grup taş ustası, bu kadar uzak bir yerden taa Güney Amerika kıyılarına neyle gittiler? Yani ben klasik arkeolojinin iki ayrı yer arasında bir ilişki var iddialarına katılmıyorum. Sorunun içinde bir paradoks saklıdır; bir tanıma göre, ortada dünya çapında tarih öncesi kültür vardır, buna ´Atlantealılar´ denmekte veya birilerine göre Tanrılar. Adı ne olursa olsun, Bolivya´daki Tiahuanacu, anahtar kenttir; burada kalay işçiliği yapılmış ve maden cevheri değerlendirilerek bronz üretilmiş bir endüstri kültürü yaşanmıştır. (Bronz, % 85 bakır, % 15 kalaydan elde edilir ama bu oluşum çok güç bir işlem gerektirir. Tiahuanacu dünyanın en zengin kalay rezerv kuşaklarının bulunduğu yerdir.) Bir diğer ilginç ama minik varsayım ise, taşların hava yoluyla taşınmış olduğudur. Bunun fiziksel bir kanıtı olduğu da söyleniyor; Lübnan´daki Baalbek Tapınağı´ndaki dev taş platformun Helios adlı tanrı tarafından taşındığına inanılır. Peru, Nazca Düzlüğü´ndeki çizgi şekiller de böyledir ancak havadan görülebilirler. Daha da ilginci, yazar John Reinhard´ın gezilerinde ortaya çıkmıştır, And Dağları halkları arasında yaygın olan bir inanca göre, eskiden dağlarda yaşayan tanrılar vardı ama sonra kayboldular çünkü kendilerini kartallara ve akbabalara dönüştürebiliyorlar, yerlere göklerden bakıyorlardı. Benim araştırmalarım Tiahuanacu efendisinin başka yerlerde Viracocha veya Poseidon-Neptün adıyla bilinen "Fırtına Tanrı" olduğu yönündedir. Simgesi üç dişli çataldı ve bu simge aynen Akdeniz´de olduğu gibi Peru kıyısında Paracas´da tepelere oyulmuştur. Bana göre orjinal Nazca çizimleri Viracocha´nın işidir; çalışmalarım bunların aeronatik teknoloji kullanılarak kölelere yaptırıldığı doğrultusundadır. Bu vahşet olayının olası kanıtları "Ağlayan Tanrı Tiahuanacu" efsanesinde görülebilir. Sadece bu kuram, Nazca gizemini açıklamaya yeterli olabilir. Çizgilerin keşişim noktaları ve şekillerin yapımındaki ustalık mükemmel birer örnek olarak görülebilirler. Bunları ilkel insanların yaptığı düşünülemez.

Nazca ustalarının isyanı ve sürgün;

Tarihi kaynaklar M.Ö. 2.000´de bir grup kölenin Tiahuanacu´da ayaklandığını ve sürgünle cezalandırıldıklarını yazıyorlar. İşte bu uygun ve ideal sürgün yeri Paskalya Adası olabilir. Eğer heykellere dikkatle bakacak olursak Moai heykellerindeki özür ifadesini görebilirsiniz. Daha sonra adalılara ne oldu? Neden herşeyi birden bıraktılar? Çalışmalarımda M.Ö. 1450´de Amerika kıtalarının kıyılarına büyük bir göçün yaşandığını belirledim. Bu büyük bir doğal afetin sonucuydu; dünyanın öteki yanında, Girit ve İndüs Vadisi´nde dev doğa olayları yaşanmıştı Bu dönem, her iki kıtada da kitlesel nüfus artışını da gösteriyor. Antropolog Alan Kolata, bu dönemde Titicaca kültürünün bir patlama gösterdiğini belirlemiştir. (A. Kolata, "The Tiwanaku: Portrait of an Andean Civilisation", Blackwell Yayınevi, 1993.) Prof. Walter Krickeberg, böyle bir açıklamanın tatmin edici olabileceğini ama yanısıra da antik Amerika´yı etkileyen diğer itici güçlerin de çok iyi belirlenmesinin de şart olduğunu belirtiyor. W. Krickeberg, "Altamerikanische Kulturen", Berlin 1975, Çeviri E. von Daniken, "The Gods and Their Grand Design", Putnam´s Yayınevi, New York, 1984" Malford´un yaklaşımı veya kuramı düşündürücüdür, bu nedenle de bilimsel taraftarlar bulabilmiştir. M.Ö. 1500-1400 arasında yaşayan Perulu tarihçi Chavin de Huantar ayrıca önemli bir referanstır. Bulunan el yazmalarında, Orta Amerika´da yaşayan Olmekler´in siyah olduğu yazmaktadır ve Olmekler doğuya doğru Meksika Körfezi boyunca göç etmişlerdir. Öte yandan Olmekler, arkeolojinin bir diğer gizemini oluştururlar, garip piramitler inşa etmişler ve bilinmeyen nedenler için kullanmışlardı; çok gelişmiş bir takvimleri vardı, ayrıca seramik ve mücevher işçiliğinde çok ileriydiler. Sonradan Olmekler olarak bilinen siyah bir toplumun, çok eskilerde M.Ö. 4.000´lerde Güney Amerika´ya geldikleri biliniyor, bunların bir kısmı aynı dönemde, Tiahuanacu´da köle yapılarak çalıştırıldılar ve Nazca´da isyan ettiler, sonra Paskalya Adası´na sürüldüler. Amerika kıtalarında siyahi kültürün hemen tamamiyle yokoluşu bize İncil´deki Nemrud öyküsünü anımsatır. Arada, muhteşem bir benzerlik vardır; ima edildiğine göre siyahlar isyan etmiş ve Mezopotamya´da bir devlet kurmaya çalışmışlardır. Arkeologlar, buna şaşırıyorlar ve Nemrud´la Amerika arasında bir ilişkinin kanıtlarının eksik olduğunu belirtiyorlar. Ama gizem kolayca çözülebilir; eğer bir Nemrud´un antik kentleri tamamiyle kölelere yaptırdığını bulabilirsek, önemli bir adım atmış oluruz. El yazmaları, Malford´un görüşlerini destekliyor gibi; ama henüz zaman erken ve öncelikle antik zamanlar ve tarih öncesi toplumlarla ilgili bilginin arttırılması gerekiyor. Eğer bu kültürün nereden geldiğini öğrenebilirsek, neden yok olduklarını da öğrenebiliriz.

Sınırın Ötesinde

"Arkeolojinin resmi görüşü olarak..."

Dünyanın bazı yerleri, çok eskidirler. Paskalya Adası´nın geçmişi birçok masalsı, yarı gerçek ve romantik yayınlara neden oluyor ve çözümsüz bir gizem olarak sunuluyor. Bunlardan birisi adanın kayıp kıta Mu´nun bir ucu olduğudur ve heykeller daha öncelerdeki bir kayıp kıta olan Lemuryalılar tarafından yapılmıştır. Ama bu iddiaları Kayıp Mısırlılar, Kızılderililer, Bask denizcileri ve uzaydan gelen küçük adamlar gibi düşünebiliriz. Daniken´ın başını çektiği bir grup dünya çapında örgütlenerek, eski uygarlıkların ardında özel ve çok zeki bir oluşumun bulunduğunu öne sürüyor ve bu ırkları robot statüsüne indiriyor. Paskalya olayının ana hedefi ise, heykellerin yapıldığı taşların adada bulunmadığı ve dolayısı ile de heykellerin fabrikasyon olarak dışarda yapılıp adaya gökten getirildiğidir. Kimbilir belki de levitasyon yapılmıştır, en cüretkar kuramlardan birisi bir psikolog olan Werner Wolff´dan geldi; heykellerin o zaman aktif olan volkanın içinde yapıldıklarını ve volkanın patlamasıyla kıyıdaki kaidelerinin üzerine uçarak yerleştiklerini ileri sürüyordu ! (Island of Death, Hacker Art Books, N.Y., 1948). Kim ne derse desin, antik Paskalyalılar´ın kimsenin yardımına ihtiyaçları yoktu. Onlar Maoi heykellerini yapabilirlerdi, bu kültürü Güney Amerika´dan aldılar, taş işçiliği Polinezya adalarında ve Güneydoğu Asya´da yaygın ve de üstündür ve Polinezyalılar yaratıcı, zeki insanlardırlar, mükemmel kanolar, taş yapılar yapmışlar ve yapmaktadırlar, sanatsal yetenekleri çok ileridir. Yüzyıllar öncesinde dev okyanus ve Pasifik adaları korkulu yerler olarak bilinirken, orada küçücük bir adada, Rapa Nui´de ölümsüz bir uygarlık ve kültür vardı.

Alıntıdır

24
Mitolojiler / Kelt Mitolojisi
« : 19 Ocak 2008, 17:37:00 »
Kelt mitolojisi en yalın tanımıyla, Kelt politeizminin mitolojisidir. Kelt politeizmi Demir Çağı keltlerinin diniydi. Demir Çağı'ndaki diğer Avrupalılar gibi, erken dönem Keltleri de politeistik mitoloji ve dini yapıyı benimsemişlerdi. Kelt insanlarının içinde, Roma ile yakın iletişimi olan Galyalıların ve İber Yarımadasındaki Keltlerin mitolojileri Roma İmparatorluğu altında devam edememiş, daha sonra ise bu insanlar Hristiyan olmuş ve Kelt(ik) dillerini de kaybetmişlerdir. İronik bir şekilde, bu insanların inanç ve geleneklerine dair bilgiler çeşitli Roma ve Hristiyan kaynakları sayesinde bugüne kadar ulaşmıştır. Bir başka açıdan ise, kendi politik veya lenguistik (dilsel) kimliklerini korumuş olan Keltler Demir Çağı'ndaki atalarının mitolojilerinin en azından artakalan küçük bir kısmını iletebilmişlerdir. Bu iletilebilmiş kısım genellikle Orta Çağ'da kaydedilmiş, yazılmıştır.

Galya dilinde yazılmış materyallerin azlığı nedeniyle pagan Keltlerde okuma yazmanın pek yaygın olmadığı düşünülmektedir, her ne kadar Galya dilinin Yunan, Latin ve Kuzey İtalik alfabelerini kullanan bir yazı(lı) çeşidi de kullanılmış olsa da. Sezar Galyalılarda okuma yazmanın var olduğu belirtse de, bu halkın din adamları olan druidlerin dini öneme sahip çeşitli parçaları (ayetleri) yazarak kaydetmelerinin yasak olduğunu da belirtmiştir. (Sezar, De Bello Gallico 6.14)

Roma fethettiği yerlerde druidlerin gücünü bozmakla kalmadı, yaygın bir kitabe alışkanlığı getirdi; hatta Galya (bugünkü Fransa), Britanya ve diğer eskiden (veya hâlâ) Keltik konuşulan bölgelerde keşfedilmiş tanrılara dair kitabelerin çoğunluğunun Romalıların fethinden sonra yapıldığı ortaya çıkmıştır.

İrlanda ve bugünkü Galler'in bölümlerinde yaşayan erken dönemdeki Keltler ise kısa yazınları (çoğunlukla kişi isimleri) kaydetmek için Ogham alfabesini kullanmışlarsa da, Romalılar tarafından fethedilmemiş bölgelerde Hristiyanlık'ın gelişine ve yayılışına kadar daha sofistike yazınlar mevcut değildi. Aslında, bu yörelerin çoğu mitini ilk kaydedenler Hristiyan rahiplerdir, fakat pek tabii ki bu kayıtlarda çoğu orijinal dini anlamlar bulunmaz.

Kelt dini konusundaki kaynaklardan birisi de Keltler tarafından yapılmış veya Keltlere bağlı tapınaklardan geriye kalanlardır. Fakat burada şöyle bir sorun çıkmaktadır; bulguların da gösterdiği gibi heykellerden, motif ve figürlere kadar bulunan şeylerin çoğu Greko-Romen gelenekten esinlenmiştir bu nedenle özgün Kelt kültür ve mitine dair sağlam çıkarımlar yapmak zorlaşır. Yazınsal verilerin azlığı da ikonografiyi tanımlamak ve açıklamak için yeterli düzeyde değildir.

Sezar'ın Commentarii de bello Gallico`sunda Galya'nın Keltik tanrılarını konu alan bir metin vardır. Burada Sezar Galya'da tapılan beş baş tanrıyı zikreder (dönemin geleneğini takip ederek bu tanrıların Roma mitolojisindeki en denk figürlerinin isimleri ile) ve rollerini açıklar. Mercury içlerinden en önemlisidir ve birçok farklı temsili keşfedilmiştir. Mercury tüm sanatların yaratıcısı, kaynağı ve gezginler ile tüccarların koruyucusu olarak görülür. Ayrıca kâr ve ticaret konusunda da en büyük güç onundur. Galya'da bu tanrıdan sonra gelen dört tanrı ise (yine Roma'daki en denk tanrıların isimleriyle) Apollo, Mars, Jupiter ve Minerva'dır. Bu tanrılar konusunda Keltler de diğer topluluk ve kültürlerdekine benzer inançlara sahipti: Apollo hastalıkları def eder, Minerva yetenekleri arttırır, Jupier göklere hükmeder ve Mars savaşı, savaşçılığı etkilerdi. Bu beşine ilaveten, Galyalıların kökenlerini Dis Pater'e bağladıklarını belirtir.

Dönemin tipik bir Romalısı olarak Sezar da bu tanrıların orijinal Keltik isimlerini yazmaktansa onları kendisinin denk veya eşit gördüğü Roma tanrılarının isimleriyle yazmıştır. Ayrıca ortaya koyduğu titiz küçük şemada yer alan denk tanrı ve görev/roller yaygın yazından biraz ilgisizdir. Yine de, tüm kısıtlamalarına rağmen, Sezar'ın küçük listesi kesin bir gözlem oluşunun yanı sıra faydalıdır da. Onun tanımlamaları var olan sözlü gelenek ile dengeli biçimde harmanlandığında kişi rahatlıkla bu tanrılarının rollerinin ve çevrelerinin ayrılığını hatırlayabilir.

Kelt mitolojisi kendi içinde birkaç farklı alt gruba ayrılabilir. Bunların çoğu ile Keltik dillerinin dallarıyla denklik kurulabilir:

* Antik Keltler

* Antik Galya ve İngiltere tanrıları

* Godelik

* İrlanda mitolojisi

* Mitolojik döngü
* Ulster döngü
* Fenian döngü
* Tarihi döngü

* İskoçya mitolojisi
* Manx mitolojisi

* Adasal Britonik

* Galler mitolojisi
* Korniş mitoloji
* Briton mitolojisi

Antik Keltlerin Tanrıları

Her ne kadar, en yaygın olduğu zamanda, Kelt dünyası Batı ve Orta Avrupa'nın çoğunu kaplıyorduysa da, herhangi bir politik birlik veya belirli kültürel etkinin merkezi bir kaynağı vardır. Antik Keltlerin homojen olmayan bir kültürel çeşitlilik yaşadıkları söylenebilir. Sonuç itibariyle, her ne kadar bazı belirli motifler (örneğing tanrı Lugh) Kelt dünyasının her tarafına nüfuz etmiş olsa da, Kelt dininin uygulama ve kaidelerinde büyük bir çeşitlilik vardı; uygulama ve kaideler her yerel grupta farklılık arz etmekteydi. Roma mitolojisindeki denkleri ile birlikte, toplamda 300'den fazla tanrıya dair bilgi içeren kitabeler bugüne kadar gelmiştir. Fakat çoğu genii locorum, yerel veya kabilesel tanrılar, sadece küçük bir kısmı yaygın olarak tapınılan daha genel tanrılardır.

Bu antik tanrıların görev ve doğaları hakkında isimlerinden, kitabelerinin bulunduğu yerlerden, ikonografilerinden, onlarla denk olduğu düşünülmüş/yazılmış Roma tanrılarından ve daha sonra Kelt mitolojisinde yer almış benzer figürlerden bilgi edinilebilir.

İrlanda Tanrıları

En eski mit parçaları İrlanda'dan, erken dönem Orta Çağ'da yazılmış yazmalardandır. Bunlar Hristiyanlar tarafından kaleme alındığı için, karakterlerin önceden sahip olduğu ilahi doğaları belirsizdir. Temel mit iki ilahi ırk olan Tuatha Dé Danann ve Fomoriler arasındaki bir savaş hakkındadır. Bu mit Cath Maige Tuireadh (Mag Tuireadh Savaşı) metninin temelini oluşturmaktadır.

Galler Tanrıları

Britanya'daki tanrılara dair bilgiler, Hristiyan bakış açısı nedeniyle karartılmış bir şekilde de olsa, Galler yazmalarından gelmiştir. Burada iki temel tanrılar grubu Dôn'un çocukları ve Llyr'in çocuklarıdır. Fakat bu grupların görevleri arasındaki farklılık ve ayrılık tam olarak belli değildir.

Dagda

Görünüşe göre Kelt panteonunun en önemi ve baş tanrısı Dagda'dır. İsminin anlamı "İyi Tanrı"dır ki burada iyi ahlâki anlamda değil de, her şeyde iyi olmak veya bir başka değişle her şeyde (yani en) güçlü olmak anlamındadır. Dagda bir baba figürüdür, kabilenin koruyucusudur ve temel tanrıdır ki diğer eril Kelt tanrıları onun bazı değişikliklere uğramış formlarındandır. Kelt tanrıları genellikle herhangi bir şeyle belirlenmiş, ilişkilendirilmemiş karakterlerdi ve bu nedenle belki de düzgün bir panteondan çok bir kabile gibi görülmelidirler. Bir açıdan tüm Kelt tanrı ve tanrıçaları Yunanlı tanrı Apollo gibidirler, yani hiçbir belirli şeyin tanrısı olarak yalınca tanımlanamazlar.


Morrígan

Morrígan, antik İrlandalı Keltlerin, üçlü (üçe ayrılmış) savaş tanrıçasıydı. Bütün olarak (üç parçası beraber) Morrigu olaak anılırdı, fakat parçalarına da Nemhain, Macha ve Badh denirdi. Bunların her biri savaşın bir yönünü temsil etmekteydi. Çoğunlukla bir karga veya kuzgun olarak görünürdü, fakat birçok farklı formu da alabilirdi, inek, kurt ve yılanbalığı dahil.

Belenus

Belenus daha çok bölgesel bir tanrıydı ve çoğunlukla kuzey İtalya ve Galik Akdeniz sahili boyunca ona tapınılırdı. Her şeyden öte bir tarım tanrısıydı. Ayrıca onunla özdeşleşmiş Beltaine isimli büyük bir festival (bayram) da mevcuttu.

Onun gerçekten bir tanrı olarak tapınılıp tapınılmadığına dair hâlâ tartışmalar vardır. İsmi "parlak ve parlayan" gibi bir anlama sahiptir ve bazılarına göre 'o' sadece Beltaine bayramında yakılan büyük ateşleri temsil etmekteydi.

Lúgh/Lug

Tanrı Lug'un Kelt dininde büyük bir alana nüfuz etmiş olduğu adının Galya'dan İrlanda'ya kadar Kelt dünyasının birçok bölgesinde anılmasından bellidir. Kelt mitlerine Lug genç bir adam olarak görünür. Mızrak ve sapan silahlarıdır. İrlanda'da Lughnasa (modern İrlanda dili ile lúnasa) isimli onun onuruna yapılan bir festival (bayram) bulunmaktadır.

Sezar'ın Roma mitolojisindeki Merkür'e denk gördüğü Lugh görünüm açısından ve detaylar yönünden Merkür ile birebir aynı sayılmasa da benzerdir. Merkür'den farklı olarak bir eşi de bulunur; Maia vey Rosmerta.

Diğer Tanrılar

Keltlerin taptığı ama bugün isimleri haricinde haklarında pek bir şey bilinmeyen birçok tanrı vardır. Bunlara Dagda'nın kızı tanrıça Brigit (veya Brigid), doğa tanrıçaları Tailtiu ve Macha ve at tanrıça Epona dahildir. Ayrıca, Cu Roi ve Goibniu gibi eril tanrılar da bunlara dahildir.

Tanrıçaların Kelt mitolojisinde Greko-Romen mitolojiden farklı bir yeri vardır; ilahi eş olarak tanrıları tamamlarlar. Bu kıtasal ikonografide de sık sık görülür. Eril eşlerini tamamlayıcı yönleri dışında bu tanrıçalar bereket ve mevsimsel döngü ile de ilişkilidir. Belirli, isimlendirilmiş tanrıçalar ile matres veya matronae arasında belirgin bir ayrım yapmak mümkün değildir. Ayrıca tanrıça ve matronaenin ilişkilendirilmiş olduğu belirli bölgeler vardır ve bu yerlerin genel olarak koruyucusudur.

Zoomorfizm

Kelto-Romen ikonografi yoğun biçimde hayvan betimlemesi içerir. Sıklıkla zoomorfik ve antropomorfik formların kombinasyonundan oluşan ilah betimlemeleri görülebilir. Belki de en sık betimlenen ve en tanınmış (boğa kaynaklı) boynuzlu tanrı imgesi dışında da çok çeşitli betimlemeler mevcuttur.

25
Mitolojiler / Yunan Tanrıların Soy Ağacı
« : 19 Ocak 2008, 17:36:15 »

26
Mitolojiler / Babil Mitolojisi
« : 19 Ocak 2008, 17:32:11 »
Ortadogu söylentilerine göre Babil evrenin yaratilisi: Enuma Elis
Tarihsel Ardalan Babil yaratilis söyleni, gökyüzünde iken anlamina gelen baslangiç sözlüklerinden Enuma Elis olarak bilinen destandir. Ingiliz Arkeologlarin,1845'te simdiki Irak topraklarindaki Ninova'da baslattiklari kazilar sirasinda bulduklari yedi adet kil tablet üzerine çivi yazisi ile kaydedilmistir. Bu tabletler IÖ 688 ile 627 yillari arasinda hüküm süren Kral Asurbanipal'in kütüphanesine aittir. Ninova'dan pek uzak olmayan Ashur'daki Alman kazilari 1902 de baslamis ve bunun sonucunda Babillerin ulusal tanrisi Marduk'un adinin yerine Asurlularin ulusal tanrisi Ashur'un adinin bulunmasi disinda tamamen ayni olan Enuma Elis'in bir baska degiskesi bulunmustur.

Böylelikle, bu destanin, Babiller için oldugu kadar, Asurlular için de önemli oldugu anlasilmaktadir. Bu tabletlerin tahminen IÖ 1000 yillarina kadar dayanmasina ragmen,içerikleri ve biçimleri, üzerlerine kayitli olan hikayenin IÖ 1900'ler kadar eski yillarda var olabilecegini ortaya koyar. Babil'i IÖ 1728'den IÖ 1686 yilina dek yöneten Hammurabi'nin ünlü yasalar toplulugunun girisinde hem Enuma Elis, hem de Marduk'tan söz edilir. Giris kismindaki Ifade söyledir:
"Tanrilarin Krali Enum ile göklerin ve yeryüzünün efendisi ve ülkenin kaderini belirleyen tanri olan Enlil'in, Marduk'u tanrilar arasinda üstün kildiklari, daha sonra ona Enlil'in tüm insanlar üzerindeki krallk görevini verdikleri ve sonunda Babil'i dünya devletleri arasinda üstün kildiklari zaman Enum ve Enlil beni, dindar ve tanridan korkan Hammurabi'yi, ülkenin üzerinde adaletin bir günes gibi parlamasini saglayarak ve böylece kötü olan herseyi yok ederek insanlarin hayatlarini zenginlestirmek için seçtikleri zaman."
Babil'de hersene sonbaharin baslangicini simgleyen on günlük Yeni Yil festivalinin bir parçasi olarak, Enum Elis, husu içinde ezbere okunur ve dramatize edilirdi. Tatil, evrendeki düzenin yeniden kurulmasi, hayatin yenilenmesi ve gelecek yil için tüm insanlarin kederlerinin belirlenmesini vurgulayan ciddi bir olaydi. Bilim adamlari, Babillerin, Enuma Elis'te anlatilan kaos güçleri ile düzen güçleri arasindaki savasi pandomimle temsil ettiklerine inanmaktadir. Marduk mahkumiyetten kurtulana dek Babil sokaklarinda düzensizlik hüküm sürecektir.
Daha sonra Marduk, Tiamat ve onun seytani güçlerine karsi tanrilarin gücünü temsil eden bir tören alayina önderlik edecektir. Marduk'un, Tiamat'i ve onun isyankar güçlerini alayci bir savastan sonra yenmesi ve evrende düzeni kurmasindan sonra Babiller onun suretini; babil sokaklarinda gösterisli bir resmi törenle karsilayacaktir. Bu büyülü yöntemle insanlar, kaderlerini kontrol eden tanrilari etkilemeyi ve bereket, bolluk ve iyi talihle dolu bir yil getirmeleri için ikna etmeyi ummuslardir. Ayrica Babil halki, bu söylemin Dicle ve Firat nehirleri üzerinde sihir gücüne sahip oldugunu da düsünmüs olabilirler. Bu nehirler her yil kiyilarini basmis ve sik sik yasadiklari yerlerin sert tufanlarla harap etmislerdir. Insanlar dramatizasyon ve büyü gücünü bu korkunç bahar tufanlarinin tahribine karsi topluluklarini koruyabilmek amaciyla kullanadilar. Marduk, söylen tarafindan onurlandirildiginda, ayni zamanda evreni yaratan ve kaostan bir düzen çikaran Babil'in koruyucusu tanrisi ve tanrilarin yeryüzündeki evi olarak Marduk Tapinagi'nin kuruldugu Bail sehri de onurlandirilmis oluyordu. Böylece söylen, hem dini bir görüsü hemde dünyevi ve siyasal bir görüsü birlestirmektedir. eni Yil Tatili sirasinda insanlarin kaderi belirlendigi kadar; Babil'in siyasal kaderide belirleniyordu. Böylece Enuma Elis, bir yaratilis söyleninden daha fazlasini ifade eder. Babiller Sümerlerin geleneksel yaratilis söylenini almislar ve onu, yeni ulusal, dini ve siyasal amaçlar için kullanmak amaciyla yeniden sekillendirmiserdir.
Evrenin yaratilisi'nin açiklamasi, yildirim tanrisi Marduk'un yüce iktidara ulasmasi ve onun yeryüzündeki sehri olan Babil'in methedilmesi hikayesine dönüsmüstür.
Baslica Tanrilar
Sümer ve Babil tanrilarinin karsilastirilmasi:
Tiamat(Babil): Ulu Tanriça veya Ana Tanriça, yasami besleyen, Apsu'nun karisi, Anisar ve Kiasari'in annesi, tuzlu sularin efendisi. Toprak Ana
Tiamat(Sümer): Nintu(Ki)nin karsiligi
Apsu(Babil): Tiamat'in kocasi, Ansar ve Kisar'in babasi, tüm tanrilarin ve tatli sularin efendisi.
Apsu(Sümer): Anu(An)'in karsiligi
Mummu(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oglu,sislerin tanrisi.
Mumnu(Sümer): Karsiligi yok.
Ansar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oglu, Kisar'in agabeyi ve kocasi.
Ansar(Sümer) Karsiligi yok
Kisar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun kizi, Ansar'in kizkardesi ve karisi
Kisar(Apsu): Karsiligi yok.
Anu[An](Babil): Ansar ve Kisar'in oglu.
Anu(Sümer): Nintu'nun kocasi, tüm tanrilarin babasi ve efendisi. Her ikisinde de Gökyüzü tanrisi.
Nintu[Ki](Babil): Erkek egemenligindeki yaratilis söyleninde yer almamistir. Burada Anu'nun karisi ve Enlil'in akrabalari yoktur.
Nintu(Sümer): Tiamat gibi Ulu Tanriça veya Ana Tanriça, Anu'nun karisi, tüm tanrilarin anasi, ilk insani çamurdan yaratmistir.
Enlil(Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasindaki havanin tanrisi.
Enlil(Sümer): Anun ve Nintu'nun oglu, Hava ve Tarim tanrisi. Anu ile beraber tanrilarin efendisi olmustur.
Istar(Babil): Nintu gibi,erkek egemenligindeki yaratilis söyleninde yer almamistir. Istar(Sümer):Önce Anu'nun sonra Sin'in kizi, Ulu tanriça veya Ana Tanriça, Ask ve Savas Tanriçasi.
Ea(Babil): Anu'nun oglu, Damnika'nin kocasi, Marduk'un babasi ve Apsu'dan sonra tüm tanrilarin ve tatli sularin efendisi.
Ea(Sümer): Ana,Nintu,yeryüzünün efendisi.Her ikisininde de yaratici zekanin, aklin, tüm sanat ve zennatlarin tanrisi.
Damninka(Babil): Ea'nin karisi ve Marduk'un annesi.
Damninka(Sümer): Karsiligi yok.
Marduk(Babil): Ea ve Damninka'nin oglu, en akilli ve yetenekli tanri, tüm tanrilarin efendisi oldu.
Marduk(Sümer): Anu ve Enlil'in karsiligi.
Kingu(Babil): Marduk'a karsi Tiamat'in güçlerini yönetir.
Kingu(Sümer): Karsiligi yok.
Sini(Babil ve Sümer): AY Tanrisi, Samas'in Babasi.
Samas(Babil ve Sümer): Sin'in oglu. Günes tanrisi, zayiflari,haksizlik yapilanlari ve gezginleri korur.
Evrenin, Tanri ve Insanlarin yaratilisi
Baslangiçta sadece su ve onun üzerinde salinip duran sis mevcuttu. Baba apsu ortaya çikti ve tatli sularin efendisi oldu. Ana Taimat ortaya çikti ve tutlu sulari yönetti ve her iki su birlikte aktilar. Onlarin oglu Mumnu, sulari kaplayan sislerin içindeydi. Ne en yukaridaki gökler ne de yeryüzü heniz ortaya çikmamisti. Sularin üstünde henüz ne bataklik ne de otlak araziler vardi. Ve henüz kamislardan örülmüs barinaklar yapilmamisti.
Daha sonra, Apsu'nun tatli, Tiamat'in tuzlu sularin içinde Ansar ve Kisar sekillenmis ve sulardan disari çikmislardi. Amani gelince, Ansar ve Kisar, göklerin tanrisi olan Anu'nun ana babasi oldular. Buna karsilik Anu, Ea'nin babasi oldu. Onlardan daha akilli, daha anlayisli ve güçlü oldugu ve sihir kullanamada çok yetenekli oldugundan, Ea, hem babasini hemde büyükbabasini geçti. Yeryüzü tanrisi oldu ve büyük tanrilar arasinda rakibi yoktu. Genç tanrilar biraraya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar basina buyruk idiler ki, bu, Tiamat'i rahatsiz etti ve taskinliklari onu gücendirdi.
Zaman geçtikçe Ana Tanriça onlarin davranislarindan nefret etmeye basladi, fakat onlara nasil davranmasi gerektigi de bilemedi. Apsu'dan onlarla konusmasini istedi, fakat bunu denediginde onu dikkate almadilar. Apsu, Tiamat ve Mumnu sorunu tartismak için biraraya geldiler. Apsu söyle konustu: "Tanrilarin davranislarina tahammül edemiyorum ! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapiyolar ve hiç uyuyamiyorum. Umutsuzca huzura ve sessizlige ihtiyacim var. Eger benim ricalarimi dinlemezlerse, gürültülerini yapabilecegim tek sekilde, yani onlari yok ederek durdurmak zorunda kalacagim". Kocasini sözleri Tiamat'i sinirlendirmisti, söyle cevap verdi: "Apsu, neler hissettigini çok iyi anliyorum. Biliyorsun ben de ayni sorundan yakinmistim. Ama yine de senin çözümün çok zalimce ! Kendi yarattigimiz çocuklarimi yok edecegiz ? Davranislari kaba ve oyunlari çok can sikici, fakat yinede anlayisli olmayi denemeliymisiz."
Bununla beraber Mumnu,Apsu'yu destekledi ve "Tiamat'in bu konudaki fikirlerini dikkate almamanizi öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planinizi uygulayin ve otorotinize karsi geldikleri için tanrilari yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karsi itaatsizlik ediyorlar ve davranislari sizde huzurzuluk birakmiyor." Mumnu'nun düsüncesini duydugu zaman, kafasindaki seytani plani begendigi için,Apsi'nun Yüzü Sevkle doldu. Apsu ve Mumnu'nun kendilerine karsi olan komplosunu tanrilar çabucak ögrendier.
Haberi ilk duyduklarinda agladilar daha sonra kaderlerine karsi gelmenin bir yolunu bulamamanin çaresizligi ile sustular. Ancak en akilllari, en zekileri ve tanrilarin en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mumnu'nun planlarini bozmanin bir yolunu buldu. Önce tanrilari koruyacak büyülü bir daire olusturdu ve onlari güvenli bir sekilde içine yerlestirdi. Sonra Apsu'nun derin sularina dogru, onu derin bir uykuya daldiracak, Mumnu'ya güçsüz birakacak bir büyü okudu. Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlere bagladi, basindaki taci ve isik halkasini aldi ve kendi basina yerlestirdi.
Orada, sularin derinliklerinde karsi Damninka ile huzur içinde yasadi. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odasida talihin odasi olmustu. Nihayet Ea ve Damninka, bütün tanrilarin en yeteneklisi ve akillisi olan marduk'un anababasi oldular. Tam bir yetiskin olarak dogmus olsa da, tanriçalar dogdugu günden itibaren, en bastan beri Marduk, bir önder görüntüsündeydi ve Ea oglunu görür görmez baba yüregi memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüs ve güç bakimindan deger bütün tanrilardan üstün olacak sekilde çifte tanri yapti.
Marduk'un yüzünden isiklar saçan dört adet göz, herseyi görmesini sagliyor ve dört adet genis kulak herseyi duymasina yardimci oluyordu. Marduk dudaklarini ne zaman oynatsa agzindan atesler saçiliyordu. Ea,"Oglumuz göklerin günesidir"diye bagiriyordu. Gerçekten de Marduk'un basindaki on tane tanri hanesi öylesine parildiyordu ki, isimlarin parlakligi korkunç bir görüntü arzediyordu. Kendisine bakanlara dehset kadar da huzur veriyordu.
... Anu kuzey, güney, dogu ve bati rüzgarlarini yaratti ve bu siddetli rüzgarlar Tiamat'in sularini siddetle karistirdi.
Bazi tanrilar bu firtinadan aci çekip huzur bulamayinca, kalplerinde kötülük duygulari olustu. Kingu'nun önderliginde annelerine söyle dediler: "Ea ve ona yardim eden tanrilar babamiz Apsu'yu öldürdügünde, sen onlara bunu yapmalari için izin verdim. Simdi de Anu, seni rahatsiz eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgarlari yaratti ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düstü. Hiçbirsey yapmadigina göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun ! Biraz o tanrilarimiz yok ettigini kocani ve Mumnu'yu düsün ! Tamamen yapayanliz kaldin. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldirarak Apsu ve Mumnu'nun Intikamini almiyorsun ? Biz seni destekleyecegiz."
Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmustu. "Siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi. "Bize yardim etmeleri için canavarlara yaratacagim ve o tanrilara karsi savasacagiz." Isyankar tanrilar simdi kizginliklarini ifade etmek için kendilerini özgür hissetmislerdi. Ayaklanmalarini anlamak için gece gündüz biraraya gelerek görüstüler. Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yilanlarini yaratti. Gövdeleri kan yerine zehirle doldurdu ve onlarca keskin dislerle uzun zehir disleri verdi. Çok korkunç ejdarhalar yaratti ve bakanlarin dehsetten ölmeleri için, tipki tanrilar gibi onlarin da basina isik haleleri takti. Yilanlar bir kere ayaga kalti mi kimse onlara karsi ayakta duramazdi. Toplam 11 canavar yaratti: Engerek yilani, ejderha, fenks, büyük aslan, çilgin köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli firtina canavari, kir böcegi ve kentaur.

27
Mitolojiler / Deniz Altındaki Piramit
« : 19 Ocak 2008, 17:28:03 »
Japonya'’da, Yonaguni'’de denizin derinliklerinde bulunan ve “insan yapisi” oldugu izlenimi veren tapinak benzeri binalar acaba Prof. Hernandez’in temasi sirasinda anlatilan kitalari ayrilmasi ve hareketi ile Atlantisin bugünkü noktasindan uzaklasmis yine Atlantislilere ait bir baska dev piramitmi? Belkide piramitleri insa edenler Atlantislilerdi, kimbilir.

1985 yilinda Japonya’nin Okinawa Adasi yakinlarindaki Yonaguni’nin açiklarinda dalis yapan bir balikadam, hiç beklemedigi bir görüntüyle karsilasti. Suyun metrelerce altinda, dipte, derinlere dogru alçalan basamaklariyla garip bir antik kalinti uzaniyordu önünde. ilkin göz yanilmasi sandi, basamaklara yaklasip inceledi, yapinin çevresini dolastikça saskinligi daha da artti. Bilinmez bir zamandan beri suyun altinda yattigi belli olan bu basamakli yapi, düzenli kivrimlara, son derece hassas açilara sahipti. Balikadam, sudan çikar çikmaz bildigi her yere bu bulusunu haber verdi. Yonaguni sularinin dibindeki bu esrarengiz yapinin sirri henüz tam olarak çözülebilmis degil. Ama seksenlerden bu yana dalis yapanlarin oldugu kadar, jeologlarin ve arkeologlarin da ilgi odagi.
Japonya da, Okinawa ve dolaylarinda, zaman zaman 3000 yillik kalintilara rastlaniyor. Ama suyun altinda bulunan ve yapisi itibariyla bir “basamakli piramit” izlenimi veren buluntunun ne zaman kimler tarafinan yapilmis olabilecegi üzerine kimsenin fikri yok. Aslina bakilacak olursa, bu yapinin “insan yapisi” oldugu da simdiye dek resmen kabul edilmis degil. isin içinden çikamayan arkeologlar ve ortodoks jeologlar, bu dümdüz basamaklarin dogal etkilerle olusmus olabilecegini belirtiyorlar, ama hiç de inandirici degiller. Yonaguni’deki gibi düzgün, sasirtici derecede simetrik ve insan yapisi izlenimi veren bir bulguya Bimini hariç hiçbir yerde rastlanmadi. Sfenks üzerinde çalismalar yapan Boston Üniversitesi’nden Dr Robert Schoch ile John Anthony West de çalismalara katildi. Dr Schoch, ilk dalista uzun uzun Yonaguni kalintilarini inceledi ve görüsünü net bir biçimde açikladi: “Bu kayaliklar kesinlikle insan yapisi ve tahmin edebilecegimizden çok çok daha eski. Asagi yukari, 10000 yillik!” Biminideki kalintilarinda en az 10000 yillik oldugu düsünülüyor. Rastlantimi sizce?
Ayni yorumu, John Anthony West ve Japon uzman jeologlar da yaptilar. Dümdüz, doksan derecelik açilarla inen basamaklarin yani sira, kösegenlerde oyulmus düzgün ve orantili hendekler, dört ayri yerdeki sütun yerlestirme yuvalari, bu yapinin kesinlikle bir antik kalinti, bilinmeyen bir dönemden kalma “basamakli piramit” oldugunu gösteriyordu.
Schoch’un düsüncesiyle birlestirildiginde, Japon sularinin dibinde yatan bu çok eski ve bilinmez mimarlarin eseri yapi, i.Ö 11000 dolaylarindaki buzul erimesi sonucu denizlerin yükselmesiyle derinlere inmis bir “yitik uygarlik kalintisi” izlenimi veriyor.
Yonagoni’deki arastirmalar yogunlasmis durumda. Eger çevrede insana ait bir medeniyet izi (yazi vs..) bulunabilirse gerçekten çok önemli bir bulus gerçeklesmis olacak. Belkide bulunacak seyler Bimini’deki kalintilarla örtüsecek ve Atlantis ve Atlantis’in dev pirtamitlerinden biri olabilecegi ortaya atilacak veya kayip kitalar olan efsanevi Mu ve Lemurya medeniyetleri belkide bulunmus olacak.
Sonuç dünya tarihi yeniden yazilmak durumunda kalinacak, “yaziyi ilk kullanan medeniyet Sümerdi” cümlesini tarih kitaplarimizdan çikarmak zorunda kalabiliriz.



Alıntıdır...

28
Mitolojiler / Maya Mitolojisi
« : 19 Ocak 2008, 17:25:13 »
Maya yaratilis söyleni günümüze kadar gelmis olan en büyük Maya belgesi Popol Vuh 'un bir parçasidir. Latin alfabesiyle kaleme alinan bu belgeyi bilimadamlari eski Maya hiyeroglifleriyle yazilmis bir metnin çevirisi oldugu ya da dogrudan Maya sözlü geleneginden derlenen öykü ve sarkilardan kaydedildigi görüsündedirler.

1700 lü yillarda ,Katolik bir misyoner Popul Vuh'u Ispanyolcaya çevirdi. Maya dilini akici bir sekilde konusabiliyordu. Kizilderililer eski tarihleri göstermeye ikna etmeyi basarmisti. Ispanyol metin yaklasik 150 yil boyunca gözlerden uzak kaldi. 1850'lerde, Guetemala City'deki San Carlos Üniversitesi'nin kitapliginda bulundu ve ilk olarak 1857'de Viyana'da basildi.

Popul Vuh ,edebi olarak 'harika' tanimlamasi yapilan eserlerden biriydi. Destanin yaratilis söylenini anlatan bu parçasinda Hristiyanlik etkisi görülmektedir. Kitab-i Mukaddesi okuyanlarimizin hemen anlayacagi gibi destan ilk bölümlerle benzerlik gösterir. Mayalar hakkinda daha ayrintili bilgi almak istiyorsaniz tarih kösemize ugrayabilirsiniz. Asagidaki destan tanrilarin yaratmak istedigi insanlar ve diger yaratilis söylenleri açisindan ilginçtir.

Baslangiçta sonsuz karanligin içinde yalnizca yukarida gökyüzü, asagida deniz vardi. Hareket edecek ya da gürültü yapacak hiçbirsey olmadigi için sakin ve sessizdiler. Yeryüzü henüz sulardan yükselmemisti. Otlar ve agaçlar, taslar, magaralar ve koyaklar, kuslar ve baliklar, yengeçler, hayvanlar ve insanlar daha yaratilmamisti. Kükrecek ya da gürleyecek hiçbir sey yoktu, çünkü yalnizca yukarida bos gökyüzü ve asagida sakin deniz vardi.

Suyun içinde yesil ve mavi tüylerin altina yaraticilar gizlenmisti. Bu büyük düsünürler suyun içinde sessizce konustular. Evrende gecenin sonsuz karanliginda yalnizdilar. Birlikte ne olacagina karar verdiler. Birlikte yeryüzünün sulardan ne zaman yükselecegini, ilk insanin ve tüm diger canli türlerinin ne zaman dogacagini, bu canli varliklarin yasamak için ne yiyeceklerini ve safagin dünyayi soluk isik seline ilk ne zaman bogacagini kararlastirdilar.

"Yaratilis baslasin!" diye heyecanla seslendi. Yaraticilar, "Bosluk dolsun! Deniz çekilsin ve yeryüzü ortaya çiksin ! Dünya, uyan ! Böyle olsun !" Ve yeryüzü yarattilar. Yaraticilar yapti bunu. Sislerin arasindan, bir toz bulutunun içinden daglar ve vadiler denizden yükseldi ve çam ve selvi agaçlari zengin toprakta kök saldilar. Tatli sular daglarin yamaçlarinda ve vadilerin içinde dere olup aktilar.

Ve Yaraticilar memnun oludlar. " Biz düsündük ve tasarladik" dediler "ve yarattigimiz kusursuz oldu !"

Sonra Yaraticilar sordular, " Yarattigimiz agaçlarin altinda yalnizca sessizlik mi olsun istiyoruz ? Vahsi hayvanlar, kuslar ve yilanlar yaratalim. Böyle olsun!"

Ve onlari yarattilar. Yaraticilar yapti bunu.
"Siz geyikler, çaliliklar ve otlaklarda dört ayak üzerinde yürüyeceksiniz. Ormanda çogalacak, agaçlarin serin gölgesinde ve nehir kiyilarinda uyuyacaksiniz. Siz kuslar, agaçlarin dallarinda ve sarmasiklarin arasinda yasayacaksiniz. Oralarda yuvalarinizi yapacak ve çogalacaksiniz". Geyik ve kuslara böyle buyruldu ve böyle yaptilar.

Ve Yaraticilar memnun oldular: "Biz düsündük ve tasarladik ve yarattigimiz kusursuz oldu"
Sonra yaraticilar, yarattiklari canlilarla baska seyler buyurdular. " Konusun, seslenin ve bagirin, her biriniz yapabildiginiz kadar. Bizim adimizi söyleyin, bizi övün ve bizi sevin. "

Fakat kuslar ve hayvanlar bunu yapamazlardi. Çiglik atabilir, tislayabilir ve ötebilirlerdi ancak yaraticilarin adlarini söylemezlerdi.

Yaraticilar yaptiklari canlilardan hosnut kalmadilar. Onlara dediler ki ," Sizlere verdiklerimizi geri almayacagiz. Ancak bizi övemediginiz ve sevemediginiz için , bunu yapacak baska canlilar yapacagiz. Bu yeni yaratiklar sizlerden üstün olacaklar ve sizleri yönetecekler. Sizlerin kaderi onlar tarafindan parçalanmak ve etinizin yenmesi olacak. Böyle olsun !"

Ve onlari yarattilar. Yaraticilar yapti onlari... Kendilerini övecek ve sevecek uysal ve saygili bir canli biçimlendirmeye karar verdiler. Önce çamurlu topraga sekil vermeyi denediler fakat bu malzeme çok yumusakti. Hareketsiz ve zayif bir yaratik oldu. Konusabiliyorsa ama hiç kimse dediklerine anlam veremiyordu.

"Çamurdan yapilmis yaratiklar hiçbir zaman yasamayacak ve çogalamayacaklar!" diye bagirdi yaraticilar ve bu yaratigi yok ettiler.

Sonra yeni yaratiklari tahtadan oymayi denediler. " Bu malzeme tam bize uygun görünüyor ! Saglam ve dayanikli" dediler. " Bu yaratiklar insana benziyor ve insan gibi konusuyorlar. Bunlardan pek çok yapalim. Böyle olsun!"

Tahtadan canlilar yasadi ve çogaldilar, ama hiç kimse dediklerine anlam veremiyordu ve içlerinde, yüzlerinde ruh, elleri ve ayaklarinda kuvvet yoktu. Ciltleri sari ve kuruydu, altinda besleyecek kan dolasmiyordu. Dört ayaklari üzerinde anlamsizca dolastilar ve yaraticilarini düsünmediler.

"Tahtadan yapilmis yaratiklar yasayip çogaltmak için yeterince iyi degil" diye bagirdi yaraticilar. Ve bu tahtadan yaratiklari yok etmeye karar verdiler.

Yaraticilar gökte özsuyundan büyük bir sel olusturdular ve yeryüzüne döktüler. Tahta yaratiklarin kafalarina vurdular ve onlari agaç gibi devirdiler. Sonra bir kartal üzerlerine geldi ve gözlerini oydu. Bir yarasa üzerilerine geldi ve kafalarini kopardi. Bir Jaguar üzerlerine atladi ve kemiklerini kirip dagitti. Yeryüzü karanlikla örtüldü ve araliksiz bir kara yagmur yagdi.

Güçsüz kalinca düsmanlari tahta yaratiklara saldirdilar. Büyük küçük hayvanlar onlara saldirdi. Sopalar ve taslar, tabaklar ve çömlekler onlara saldirdi. Aç biraktiklari ve eziyet ettikleri köpekler simdi disleriyle yüzlerini parçaladilar. Ögütmek için kullandiklari taslar simdi onlari ögüttüler. Ocak atesi üzerinde yaktiklari kap kacaklar simdi yüzlerini yaktilar.

Umutsuzca yasamlari için savasan tahta yaratiklar evlerini çatilarina tirmanmaya çalistilar ama evler yikildilar ve onlari yere attilar. Dallarinda güvenlige kavusmak için agaçlara tirmanmaya çalistilar ama agaçlar onlari salladilar ve yere attilar. Magaralara girmeye çalistilar ama magaralar kapandilar ve onlara siginak olmayi reddettiler.

Birkaçi disinda tahta yaratiklarin tümü yok olmustu. Digerleri sekilsiz yüzler ve çeneleriyle sag kaldilar ve onlari suyundan gelenlere maymun adi verildi.

Yaraticilar sonra gecenin karanliginda görüsmek için toplandilar. Günes, ay ve yildizlar daha gökyüzünde yerlerini almamislardi. "Yeniden bizi övecek ve sevecek yaratiklar yaratmayi deneyelim. Böyle olsun! Yeryüzünde soylu canlilar yasasinlar. Onlara biçim verecegimiz malzemeyi arayalim."

Dört hayvan, dag kedisi, koyot, karga ve küçük bir papagan, yaraticilarin önüne geldiler ve onlara yakinda bolca yetisen sari ve beyaz basakli misirlardan söz ettiler.
Yaraticilar hayvanlarin gösterdigi yola koyuldular. Misiri buldular, ögüttüler ve bu yüyecekten soylu yaratilar biçimlendirdiler.
" Böyle olsun !" diye heyecanla bagirdilar..

Ve onlari yarattilar. Yaraticilar yapti onlari.

Böylece dört Ilk Ata yaratildi. Yaraticilar gövdelerini misir unundan yaptilar. Ögütülmüs sari ve beyaz misirdan içecekler yaptilar ve bunlar yeni yaratiklarina kas ve et oldu ve bunlarla birlikte güç vermek için onlari beslediler.

Ve Yaraticilar memnun oldular. " Biz düsündü ve tasarladik" dediler
"ve yarattigimiz kusursuz oldu!"

Bu dört Ilk Ata insan gibi görünüyor ve konusuyordu. Çekici, akilli ve bilgeydiler. Çok uzaklari görebiliyorlardi. Daglar ve vadiler, ormanlar ve çayirlar, okyanuslar ve göller, ayaklarinin altindaki yeryüzü ve baslarinin üstündeki gökyüzü onlara dogalarini açik ettiler.

Dört Ilk Ata dünyada görülecek herseyi gördüklerinde, gördüklerinin degerini anladilar ve yaraticilarina tesekkür ettiler. " Bizi yaratip sekil verdiginiz için size tesekkür ederiz" dediler. " Bize görme, duyma, konusma, düsünme ve yürüme yetenekleri için size tesekkür ederiz. Büyük ve küçük, uzak ve yakin herseyi görebiliyoruz. Herseyi biliyoruz ve size tesekkür ediyoruz!"

Yaraticilar artik memnun degildiler. "Amaçladigimizdan daha iyi yaratiklar mi yarattik ? Çok mu kusursuzlar? " diye birbirlerine sordular. "O kadar bilgili ve bilgeler ki bizim gibi tanri mi olacaklar ? Daha az görsünler ve bilsinler diye görüslerini mi azaltsak ? Böyle olsun.!"

Böyle konustu Yaraticilar ve yarattiklari varliklari degistirdiler. Gözlerine sis üflediler ki yalnizca yakinlarinda olanlari görsünler. Böylece, Yaraticilar dört Ilk Ara'nin sahip olduklari bilgi ve bilgeligi yok ettiler.

Yaraticilar atalarimiz yaratip böyle biçimlendirdikten sonra dediler ki : "Simdi Ilk Atalar için özenle esler yaratip biçimlendirelim. Esleri onlar uyurken gelsinler ve uyandiklarinda onlara mutluluk vermek için orada olsunlar. Böyle olsuz.!"

Ve onlari yarattilar. Yaraticilar yapti onlari.

Ve yaraticilar memnun oldular. "Biz düsündük ve tasarladik" dediler
"ve yarattigimiz kusursuz oldu!"

Bir süre sonra Yaraticilar Ilk Atalar ve Analara benzeyen birçok insan daha yaptilar. Insanlar karanlikta yasayip çogaliyorlardi, çünkü Yaraticilar daha ne günesi, ne ayi, ne de yildizlari, herhangi bir isik biçimi yaratmislardi. Hem açik hem koyu tenli, hem varlikli, hem yoksul ve farkli diller konusan çok sayida insan doguda birarada yasiyordu.

Tanrilarinnin hiçbir görüntüsünü yapmadilar, ama yaraticilarini unutmadilar ve sevgi dolu ve uysaldilar. Yüzlerini göge kaldirip dua ettiler : "Ey Yaraticilar! Bizimle kalin ve bizi dinleyin ! Isik olsun ! Safak olsun ! Gündüz olsun' Safak dünyayi soluk isiga bogsun ve günes onu izlesin. Günes her gün aydinlarak gökyüzünde parladikça, bize soyumuzu sürdürmemiz için kizlar ve ogullar bagislayin. Bize iyi, yararli ve mutlu yasamlar verin ve bize baris verin.!"

Bu sözlerle insanlar günesi yükselip Yaraticilarin yaptiklari basamaklari altin isinlariyla aydinlatmaya çagirdilar.

"Ve öyle olsun!" dedi Yaraticilar "Isik olsun ! Evrenin safaginda, tüm yarattiklarimizin üstünde sabahin erken isigi parlasin ! Çünkü biz düsündük ve tasarladik ve yarattigimiz kusursuz oldu !"

Ve onu yarattilar. Yaraticilar yapti bunu. Günes sulardan yükseldi ve altin isinlarini yeryüzüne saçti. Büyük ve küçük hayvanlar koyaklarin serin gölgesinde ve nehir kiyilarinda ayaga kalktilar ve dogan günese yüzlerini döndüler. Jaguar ve puma kükredi ve yilan tisladi. Kuslar kanatlarini açtilar ve sarki söylemeye basladilar. Insanlar tütsüler yakan ve kurbanlar sunan rahiplerin çevresinde dans ettiler. Çünkü Yaraticilar dünyayi isikla aydinlatmislardi ve kusursuzdu.

-Alıntı-

29
Mitolojiler / Dünyanın Asırlardır Aradığı Kayıplar
« : 19 Ocak 2008, 17:24:06 »
İnsanoğlunun en fazla merak ettiği kayıplar arasında ''Nuh'un Gemisi'', ''Atlantis uygarlığı'' ve varlığı tartışılan ''Kutsal Kase'' geliyor.İşte asırlardır aranın en meşhur 5 yitik.

Yeryüzünde birçok kayıp medeniyet ve kültür hazinesinin bulunması için her yıl onlarca araştırma yapılıyor. Kayıplar arasında en fazla merak uyandıranların başında Nuh'un Gemisi geliyor.

Nuh'un Gemisi'ni bulmak için çeşitli tarihlerde yapılan birçok arama çalışması sonuçsuz kalmasına rağmen halen araştırmacıların en fazla ilgilendikleri kayıplar arasında ilk sırada yer alıyor.

-AĞRI DAĞI'NDA MI?-

Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda olduğa inananların sayısı hayli fazla. Resmi kayıtlara göre, Nuh'un Gemisi'ni aramak üzere 20 Ağustos 1829'da Ağrı Dağı'nın zirvesine ulaşan ilk araştırmacı Alman bilim adamı Frederic Parrot oldu. Parrot, Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda bulunduğunu öne sürerek biri Rus, 6'sı Alman 7 arkadaşı ile zirveye ulaştıktan sonra dönüşte, gemiyi bulamadığını ama izlerine rastladığını iddia etmişti.

Ağrı Dağı'na daha sonra da arama tırmanışları gerçekleştirildi. 1916 yılında Vladimir Roskovski adlı bir Rus pilot, Ağrı üzerinden uçarken bir gemi kalıntısı gördüğünü iddia etmiş ve konuyu tekrar gündeme taşımıştı.

11 Eylül 1959'da Milli Müdafaa Vekaletine bağlı Harita Müdürlüğünde görevli binbaşı İlhami Durupınar da Ağrı Dağı'nın 4000-4500 metre yükseklikten çekilmiş fotoğraflarını incelerken Nuh'un Gemisi'ne çok benzeyen bir oluşum var olduğunu ileri sürmüştü.

Nuh'un Gemisi'ni bulmak amacıyla dağa çıkanlardan birisi de aya ilk ayak basan astronotlardan James Irwin oldu. Irwin ve arkadaşları da Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda olduğunu ileri sürerek araştırma yapmış ama gemiyle ilgili somut bir bulgu elde edememişlerdi.

-KAYIP MEDENİYET ATLANTİS-

Sular altında kaldığı söylenen efsanevi ada Atlantis de insanoğlunun en fazla merak ettiği ve bulunması için araştırmacıların çalışma yaptığı en önemli kayıplardan biri olarak dikkat çekiyor.

İspanya'nın güney sahilleri, Girit Adası yakınları, Konya, Kıbrıs ile Suriye arasında Akdeniz'in derinleri gibi birçok değişik bölgede olduğu ileri sürülen medeniyetin izlerini bulmak için yapılan çalışmalar bıkmadan sürdürülüyor.
Bugün birçok insanın varlığına inandığı Atlantis'ten ilk bahseden ise ünlü düşünür Eflatun.... Kaynak olarak Atinalı Solon'u gösteren Eflatun'a göre Atlantis, Cebelitarık Boğazı'nın batısında, Libya'dan daha büyük bir ülke. Eflatun'dan günümüze kadar gelen bilgilere göre, Batı Avrupa ile Libya'yı ezip geçen Atlantis orduları, Atinalıların gösterdiği direnç karşısında gerilemek zorunda kalır ve şiddetli bir deprem sonunda da MÖ 9600'de, bir gece içinde sular altında kalır.

-KUTSAL KASE-

Dan Brown'ın ''Da Vinci Şifresi'' kitabıyla gündeme gelen ve efsaneye göre, Hz. İsa'nın Yahudi ve Romalıların oluşturduğu askeri bir güç tarafından yakalanıp çarmıha gerilerek idam edilmesinden önce havarileri ile yediği son akşam yemeğinde kullandığı veya çarmıha geriliş esnasında Arimatealı Yusuf'un İsa'dan akan kanı doldurduğu bir kasenin varlığına inanlar da çoğunlukta.

Vatikan'ın varlığına inanmadığı Kutsal Kase özellikle Hristiyan araştırmacıların ve hazine avcılarının geçmişte olduğu gibi günümüzde de büyük ilgisini çekiyor. Antakya'da olduğu yönünde iddiaların ortaya atıldığı Kutsal Kase'nin İstanbul'daki Çemberlitaş'ın altında bile olabileceği ileri sürülmüştü.
-
KAYIP KITA MU-

İzlerine tarih içinde pek çok uygarlıkta rastlandığı ifade edilen batık Mu kıtası, insanoğlunun en büyük kayıp meraklarından birisini oluşturuyor.
19. Yüzyılda İngiliz araştırmacı James Churchward kayıp kıta için Orta Amerika'da çeşitli araştırmalar yaparak, konuyla ilgili eserler kaleme aldı.
Bilim dünyası Mu uygarlığının varlığına kuşkuyla yaklaşmasına rağmen, kıtanın battığı öne sürülen tarihte dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşanması araştırmacılar için her zaman dikkat çekici bulundu.
Atatürk'ün, Churchward'ın Mu kıtasıyla ilgili eserlerini Türkçe'ye çevirtmesi ve Tahsin Bey'i araştırma yapmak üzere Meksika'ya büyükelçi ataması, kayıp kıta Mu'nun Türklerin kökeni açısından da önemli olabileceği düşüncesinden kaynaklanmıştı.

-HAZRETİ MUSA'NIN SANDIĞI-

Ahit Sandığı veya Tabut-u Sakine olarak adlandırılan Hazreti Musa'nın sandığı da en önemli kayıplar arasında.

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Rafet Özkan, Hazreti Musa'nın kutsal kitap Tevrat'ı çoğaltarak 12 kabilesine dağıttığının, aslını ise yaptırdığı bir sandıkta korumaya aldığının bilindiğini anlatarak, şunları söyledi: ''Hazreti Musa'nın çeşitli eşyalarının da bulunduğu söylenen sandık, Kudüs'teki mabette koruma altına alınır. MÖ 586 Babil orduları tarafından istila edilen Kudüs'teki mabet yağmalanır ve Hazreti Musa'nın sandığı kaybolur.''

Hazreti Musa'nın sandığının yeraltı mağaralarında saklandığı yönünde bazı görüşlerin bulunduğunu anlatan Özkan, sandığın nerede olduğu ya da akıbeti konusunda somut bir bilgi olmadığını ifade ederek, ''Bu sandığın Antakya'da bir mağarada saklandığı da ileri sürülüyor'' diye konuşmus.

-Alıntıdır-

30
Yazarlar / Peter Freund
« : 19 Ocak 2008, 16:33:59 »
1980'lerin başından bu yana sinema ve televizyon endüstrisinde çalışıyor. Berlin'de ki çeşitli sinemaların yöneticiliğini üstlenmesinin yanı sıra dağıtım sektöründe de görev aldı. 1993'ten bu yana Berlin'deki Phanix Film'in yapımcılarındandır. Kamu ve özel televizyondanlardaki birçok programın yazar ve yapımcısıdır.
   Fantastik kurgu ve mitolojiye olan ilgisi onu roman yazmaya yöneltti.
 Evli ve iki çocuk sahibi olan Freund,Berlin'de yaşamaktadır. Kahramanlarının birçoğunu, fantastik hikayelerine doymak bilmeyen kendi oğulları için yaratmıştır..

Sayfa: 1 [2] 3 4