Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - duhan

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 19
16
Kurgu İskelesi / Ynt: Cadılar Çağı
« : 26 Mayıs 2014, 07:53:58 »
Bu sanırım devasa bir romanın önsözü. Yazar olmak isteyenler arakadaşların böylesine devasa öyküler yazma cesareti beni şaşırtıyor. Gördüğüm her 10 öyküden 4-5'i "Hebele Hübele devri, 1. Kitap 1. Bölüm" ya da "Kan Tahlili Günlükleri 1. Kitap 1. Bölüm" gibi bir başlıkla yazılıyor. Gerçekten tüm kitapların kurguları hazır mı yoksa "ben bir başlangıç yazayım, ne de olsa devamı çağıl çağıl gelir, o zaman yazarım 2000-3000 sayfa" mı diyor bu gencimiz kendi kendine?

Umarım devamı gelir. Kolay gelsin.
Tam da söylemek isteyip te ayıp olur mu acaba diye düşünüp yazmaktan vazgeçtiğim şeylere parmsk basmıssınız.

17
Kurgu İskelesi / Ynt: Bilgi Yarışması
« : 25 Mayıs 2014, 17:55:55 »
Garip olan tek şey bir öğretmenin cahil olması. Gene kültür yok coğrafya bilmiyor... Hikayedeki fantastik olan şey öğretmen sanırım:) onun dışında hikayeyi beğenmek yada beğenmemek için gerekli malzemeyi vermemişsiniz. Devamı olmalı.

18
Kurgu İskelesi / Ynt: Edmond
« : 23 Mayıs 2014, 17:31:38 »
Güzel bir hikaye ancak kurgusal bir hata mı var acaba? Sesini kaybetmemek için konuşmayan bir adam, sesini kaybetmekten niye korksun ki?
Yani bu şuna benziyor. Cebimdeki para bitmesin diye even çıkmıyorum. Para harcamamış oluyorum. E harcamayacağım paranın cebimde birikmesinin mantığı ne?

19
Kurgu İskelesi / Ynt: Kenway Kardeşler
« : 21 Mayıs 2014, 17:44:45 »
Çok fazla kelime tekrarı ve düz cümle keyifleri kaçırıyor. Kenway şerifi vurduğunda niye hapse girmedi onu düşünüyorum. Sonuçta kanun adamını öldürdü değil mi? bunlar dışında, söyleyecek pek birşey yok henüz. devamını bekleyip görelim.

kolay gelsin.

20
Ara sokakları kullanarak mümkün olduğunca hızlı biçimde Serhat'ın evine ulaşmaya çalışıyordum. Güneş batmak üzereydi ve karanlık çöktüğünde başıma neler gelebileceğini az çok tahmin edebiliyordum. Şehrin her daim kalabalık olan insanların yürüyüş için kullandıkları, banklara kurulup çekirdek çitledikleri sahil yoluna çıkmıştım. Kalabalık olmasını umuyordum. Şöyle bir vaziyette, kalabalığa karışmak güvenli miydi onu hiç muhasebe edemiyordum. Ama o da ne? İnsanların yerinde yeller esiyordu. Koca cadde çöplüğe dönmüş, yakılmış yıkılmış binalar ve bir kaç köpek dışında kimseler görünmüyordu ortalıkta. Bu koca caddede açık hedef olarak yürümenin pek güvenli olmayacağına kanaat getirince, tekrar caddeden sapıp ara sokaklardan birine girdim. biraz gitmiştim ki, topukları kıçına vura vura koşan, koşarken de önündeki alışveriş arabasına hakim olamayıp, oraya buraya toslayan birini gördüm. Araba ağzına kadar su ve yiyecekle doluydu. Üstelik adam yorgun ve korkmuş görünüyordu. Mükemmel bir hedef olduğuna karar vermemle peşine düşmem bir oldu. Adamı halledip arabaya el koyduktan sonra ne yapacağımı hiç düşünmüyordum. Onu da sonra düşünürüz diye geçiştirdim aklımdaki soruları. Bir kaç saat önce edindiğim acı tecrübe ile daha mantıklı ve planlı olmalıydım.

Adam bir apartmana dalıverdi. Ha siktir ya diye bağırdığımı hatırlıyorum. Muhtemelen evine gelmişti ve ben ganimetten olmuştum. Adımlarımı yavaşlatıp yıkılmış bir şekilde yürürken, adam kapıdan tekrar fırlayıp sokakta koşmaya başladı. Ne olduğuna anlam veremedim ama arabası yoktu. Demek ki arabayı apartmana saklamıştı. Gözden kaybolmasını beklerken, bir taraftan da etrafı kolaçan ediyordum. Adamın epey uzaklaşmış olduğunu düşünerek apartmana daldım. merdivenlerin ardında bulmuştum arabayı. sapına yapışıp dışarı çektim ve koşmaya başladım. Gürültü çıkartıyordu siktiğim arabası ve etrafta dost canlısı olmayan birilerinin olması çok muhtemeldi.

Biraz koştuktan sonra kulağıma çalınan düzensiz seslerden etrafta birilerinin olduğunu anlıyordum. Arkama dönüp baktığımda, korkudan altıma sıçıyordum. Ellerinde çeşit çeşit alet edevatla peşimden koşmakta olan bir grup vardı. Elim ayağım boşalmış, donakalmıştım adeta. Hemen sağımdaki dar sokağa sapıp koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım. bu arada damacananın teki arabadan düştü ve kapağı açıldı. Dökülmekte olan sudan gözümü alamıyordum. Hiç düşünmemiştim suyun bu kadar değerli olabileceğini.

Sokağın bittiği yer yine o büyük caddelerden birine çıkıyordu. Caddeye ulaşmamla sağ tarafımda tepe lambaları açık biçimde ağır ağır ilerlemekte olan polis arabasını gördüm. Kurtulmuştum. Müthiş bir rahatlama ile tüm bedenim karıncalanmıştı adeta. Yalnız polis arabasının ardında kalmıştım ve onlar gidiyordu. Bağırdım, çağırdım ve sonunda sesimi duyurabildim. Araç durdu. Geri vites lambalarının yandığını görünce sevinçten deliye döndüm. Olduğum yerde zıplamaya başladım. Bu sabahtan beri gördüğüm ilk kolluk gücüydü. Giderek hızlanan bir şekilde bana doğru gelen arabanın duramayacağını ve beni ezeceğini düşünmeye başlamıştım ki, acı fren sesiyle irkildim. açılan kapıdan inen iri kıyım polis, elini beline atıp üstüme doğru hareketlenince,

" Yardım edin, peşimdeler."

Bir an duraksayan polis, arkamda bir yerlere odaklanmıştı. Nereye bakıyor bu deyip, ben de arkamı dönünde, kalabalığın çok yakınımızda olduğunu gördüm.

"Geliyorlar. Yalvarırım kurtarın"

Ben yalvarırken, araçtan inen diğer polis, tabancasını kalabalığa doğrultup, tetiğe basmaya başlamıştı. Bu kadar yakından silah sesi duymamıştım hiç. kulaklarım bir an sağır olmuş, beynim çınlamaya başlamıştı. kalabalık bir anda çil yavrusu gibi sağa sola dağılmış, kaçamayan 3-4 kişi yere yuvarlanmıştı. İri kıyım polis te aynı şeyi yapınca, kalabalıktan da aynı şekilde karşılık gelmişti. Binaların kaplarına, çöp bidonlarının ardına saklanan adamlar arada çıkıp ateş ediyordu. iki ateş arasında kalmıştım ve hareket edemiyordum. Elim ayağım bağlanmıştı adeta. Bir an kendimi yerde buldum, ama kendimi yere nasıl attığımı hatırlamıyordum. Birkaç  dakika devam eden çatışma, silah seslerinin azalarak bitmesiyle son bulmuştu nihayet. Her yerimi yokladım, vurulmamıştım. Polis arabası delik deşik olmuştu ve  polislerden birinin kolundan kan sızıyordu. Ama işin vahim kısmı, arabam ve içindekiler delik deşik olmuş, tüm su yere saçılmıştı. delik damacanaları ayıklamaya çalışırken, polis yaralı arkadaşının yanındaydı. Arada kalmış 5 litrelik damacana sağlam biçimde elime geçtiğinde, loto kazanmış gibiydim. Damacanayı kucaklayıp, doğrulduğumda iki polisin de dikkati bana kaymıştı. tehditkar bakıyorlardı. İri kıyım olan seslendi ;

" Şimdi sakin ol ve damacanayı yavaşça yere bırak"

" Yo dostum yooo... Bir daha hapse giremem... Olmaz" hiç hapse girmemiştim oysa. Susuzluktan ve adrenalinden saçmalamaya başladığımı düşünüyordum.

" Ne hapis lan yarraaam... Bırak bidonu siktir ol git !!" tanıdık bir replik duyunca yine gerçeğe dönmüştüm.

" Önce cesedimi çiğnemelisin.."

Yaralı polis tip tip suratıma bakıyordu.

O an aklıma gelen ilk şeyi uygulamaya karar verdim. Bidonu kucakladığım gibi koşmaya başladım. Kendimi 50 yard çizgisinden ayı yapmak için koşan Amerikan futbolcusu gibi hissediyordum. üstüme gelen yarmalardan bir bir sıyrılıp, tribünlerde çılgına dönmüş, ayağa kalkmış, heyecanla beni seyreden seyircilerin önünde gibi hissediyordum. Önüme çıkan her engeli ustalıkla geçip, sayıya koşuyordum. En son iskelenin üzerinde deli gibi denize doğru koştuğumu hatırlıyorum. Peşimde iki polis, kucağımda su bidonu. Sayı çizgisinde bekleyen bölüm sonu canavarının üzerinden uçup, topla birlikte sayı çizgisini geçip, artistik bir şekilde yere düşüyordum. Tabi bu benim sanrımdı. Islak kuma omuz üstü çakıldığımda, acı gerçekle yüzleşmiştim. iskeleden kurumuş deniz yatağına atlamak iyi bir fikir değildi ama denizin kuruduğunu unutmuş olmam bunun tek sebebiydi. Sayıyı yapmış ama muhtemelen omzumu kırmıştım.

"Aaa..aaaa....Aaaaananıskiimmmm...."

İskeleden beni izlemekte olan polislerin şaşkın bakışlarına mazhar oluyordum. Acıyarak bakıyorlardı bana. Yaralı olan kısık sesle ;

" delirmiş lan bu" dedi.
"Yazık lan kimin çocuğuysa" diye ekledi diğeri. belindeki silahı çıkarıp bana doğrulttu ve ekledi ;

" Seni acılarından kurtarayım lan... Valla üzüldüm.."

Tetiğe bastı ancak silah ateş almadı. Sanırım mermisi bitmişti. Diğeri de aynı durumdaydı. "klik" sesleriyle geçti yaklaşık 15 saniye. Sonra vaz geçip geri döndüler. Kendimi kuma bıraktım tekrar. gökyüzünü gördüm, gecenin karanlığında yıldızlar ışıl ışıldı. Daha dün akşam burada binlerce insanın şen kahkahalarının yankılandığına kim inanabilirdi ki?

Bidon? canım yanmıştı ama bidonu kurtarmıştım. Ya da ben öyle düşünmüştüm. Bidon bir kaç metre ötemde kapağından ayrılmış, içinde kalan son bir kaç damla suyla öylece duruyordu.

21
Kurgu İskelesi / Ynt: Kötü Para [Western Kurgusu]
« : 19 Mayıs 2014, 13:56:10 »
Eksikleri gidermenin en iyi yolu sizin de dediğiniz gibi okumak ve yazmaktır. Bir hikaye baştan sonra saçma olabilir ama bu kendi içinde çelişmesi anlamına gelmez. kendi içinde tutarlı olmak zorundadır her hikaye ya da film.

Şu vurulunca kan fışkırması olayı sadece filmlerde olur. Vurulan insanlardan kan fışkırmaz. Dışarıya kan yada doku parçası saçılması genelde kurşunun çıkış deliğinde meydana gelir. Çok özel ve ağır bir silah değilse ateş edilen silah, bir çok insan vurulduğunun bile farkına varamaz ilk etapta. Çok yakın mesafe ve hayati organa denk gelmesi durumunda ise elbette bu durum değişir.  Nerden biliyorum diye sorarsan çok vurulan ve vurulumuş insan gördüm.

Hikayeni kurgularken, yazdığın döneme hakim olman işini kolaylaştırır. Vahşi batıda kullanılan silahların hemen hemen hepsi yarı otomatik silahlardı. Yani ikinci atış için kullanıcının müdahalesini gerektiren silahlardı. Ve büyük bir çoğunluğu, özellikle kişisel silahlar kısa menzilli ve çok etkili olmayan silahlardı ki, filmlerde gördüğümüz tüfekler ve tabancalar bu gruptadır. Pek çok kez birini öldürmek için tek kurşun yeterli olmamıştır.

Bunlarda ek bilgi olsun :)

22
Kurgu İskelesi / Ynt: Kötü Para [Western Kurgusu]
« : 19 Mayıs 2014, 12:59:22 »
Selamlar. Hikayenizi okudum, kısa ve okunaklı olmuş. Giriş bölümü için yeterli bir bölüm ancak, tam bir spagetti western sahnesi olmuş. Klişe derler ya, işte öyle. Bu kötü bir şey mi? Elbette değil ama beklenti içinde oluyor insan yeni birşeyler okurken. Aksayan bir iki yer daha var onları da belirteyim.

Birincisi, idam esnasında ateş edilip ip kopunca, sürünmeye başlayan kahramanımıza silah uzatılıyor. İdan esnasında ( asılarak idam edilenlerde) eller arkadan bağlanır ki, kurtulmaya çalışmasın diye. Bu durumda elleri bağlıyken tabancayı alması biraz mantık hatasına girmiş.
Bir diğer sırıtan durum, atla kaçarken nişan alıp peşindekilerden birini vurması. Vurmasında sıkıntı yok ama at üstünde hızla giderken adamı boğazından vurduğunu görebilmesi gerçekten fantastik olmuş :) buradaki gariplik hikayenin 1. tekil şahıstan anlatılıyor olmasından kaynaklı. Hem yaşayan hem anlatan olunca böyle şeyler garip kaçabilir dikkat edin.

Son olarak ; kızıl saçlı beyaz tenli adama bakar bakmaz irlandalı oluşunu anlaması. gerçekten bu çok garip olmuş. İrlandalıya benziyordu yada irlandalı olma ihtimali yüksek deseniz sorun teşkil etmezdi ama bu cümleyle biraz fazla zorlamışssınız.

devamını bekliyorum. kolay gelsin.

23
Kurgu İskelesi / Ynt: Savunmasız Dünya
« : 17 Mayıs 2014, 19:36:06 »
Merhaba. Üzülerek belirteyim ki hikayeniz çok basit kalmış. Karakter tanıtımı incelemesi vs vs yok ve çok basit işlemişsiniz durumu. Sanırım ogame tarzı bir oyundan ilham aldınız. Geliştirilebilir  bir konu o yüzden devam ettirebilirseniz biraz daha kafa yorarak yazın derim.

24
Kurgu İskelesi / Ynt: Yabancı
« : 16 Mayıs 2014, 17:53:38 »
Öncelikle hoş geldiniz. Umarım kalıcı olur, sürekli yazarsınız. Hikayeniz için malesef iyi manada söyleyebileceğim pek bir şey yok.

İlk olarak noktalama işaretlerini hiç kullanmıyorsunuz. Yani nokta haricinde hiç işaret yok. İkincisi anlatım bozukluğuna yol açan cümller mevcut. Örnek vereyim ;

"Oysa şimdi hava kararmaya başladığı ve hava da soğuduğu için zamanın ne kadar hızlı geçtiğini gayet net anlıyordum."

hava kararmaya başlamış ve oldukça da soğumuştu yazmanız yeterli olurdu.
Başka bir husus; konuşmaları işaret içine almamışsınız. tırnak ya da  "-" işaretşnş kullanırsanız karmaşa ortadan kalkacak aslında.

Teknik olarak epey sıkıntılı bir başlangıç olmuş.Başlangıç diyorum çünkü devam edecek gibi bir bitiş olmuş. Devamında bu hataları yapmazsanız kurgunuz için de yorum yapabilme şansımız olacaktır. Şimdilik sıradan ve klişe bir hikaye gibi duruyor ama devamını görmek şart.

İlk kez yazıyor olmanızın heyecanı sanırım bu hataların sebebi. Okuduğunuzu söylemişsiniz, daha çok okuyarak ve yazarak bu teknik durumları da düzeltebilirsiniz. Kolay gelsin.

25
  Ellerine sağlık Duhan... Gerçekten çok matrak olmuş. :D Çok eğlendim... :D
Sizin de gözlerinize sağlık efendim. Artık biraz daha ciddileştirp bitiricem hikayeyi bir kaç bölüm daha yazmak niyetindeyim umarım devamında da eğlenirsiniz.

26
Kalemine sağlık bir çırpıda bitiyor yazdıkların.Ayrıca beddua göndermene iyi güldüm.

(Bakalım karınca, ağustos böceğini kabul edecek mi?  ;D)

tebrik ederim yakalamışsın karıncayla, ağustos böceğini :D

27
Fikir enteresan bir şekilde basit gibi gelse de kulağa oldukça da orjinal. Ayrıca yazım dilin her zamanki gibi gösteriyor kendisini. Ciddi ciddi güldüğüm yerler oldu. :D

Kafama takılan bir husus var, bu afet galiba büyük su kaynaklarını yok etti acaba ilerleyen zamanlarda insan vücudundaki suyu azaltmak gibi bir etkisi olacak mı? Okuyup görelim. :D

Keyif aldıysan ne mutlu bana. Hikayenin basitliğinden çok bittiğinde okurun alacağı mesajı düşünerek  kurguluyorum. Basit olmasında sakınca yok. Hatta basit olsun diye de uğraştığımı söyleyebilirim. Sular sellar gibi okunsun bitsin, sonunda bir şeyler düşündürsün yeter.

İnsan vücudundaki su ile ilgili bir girişimim olabilir :D

28
Kurgu İskelesi / Ynt: Yirmi Gün Sonra ( İkinci Bölüm )
« : 09 Mayıs 2014, 18:07:54 »
Emin Amca farkında olmadan kafamda bir ampul yakmıştı.  “Biraları aldığın yer” cümlesi kulaklarımda yankılanıyordu. Fark ettim ki bu beynimin bir oyunu değildi. Emin Amca arkamdan seslenmeye devam ediyordu. Birden koşmaya başladım. Herkesin bildiği o büyük marketlerden biri oldukça yakındı. Atla üç gün sürse de,  yürüyerek 10 dakika,  koşarak yarım saatlik mesafedeydi.  Bu hesaplamalar mantıksız gelmişti ama koca okyanusun bir anda kuruması mantıklı mıydı?

Marketin sokağına döndüğümde, ileride marketin önünde büyük bir kalabalık olduğunu gördüm. Yalnız bu kalabalık sıradan bir kalabalık değil, birbirine girmiş bir insan kümesiydi. Çığlıklar, feryatlar, bağırışlar küfürler dolduruyordu sokağı. İnsanlar yiyecek ve su için birbirine saldırıyordu
muhtemelen.

 İşimin zor olduğunu biliyordum fakat yapacak bir şey de yoktu. Gidip ne olursa olsun su ve yiyecek bulmalıydım. Markete yaklaştıkça korkum büyüyordu. İnsanlar birebirlerini bıçaklıyor, yumrukluyordu.  

Yüzü maskeli birkaç kişi de,” kahrolsun kapitalizm” nidalarıyla kaldırım taşlarını söküp,  marketin camlarına fırlatıyordu. Artık marketin önündeydim. Aradan sıyrılıp içeriye girdim. İçerisi tam bir keşmekeşti. Rafları yağmalayanlar, rafları yağmalayanları yağmalayanlar,  cesetlerle sarmaş dolaş olup, telefonun kamerasını kendine çevirip fotoğraf çekenler görüyordum. İlerde şarküteri bölümünün önünde ise üstsüz birkaç kadın, ellerinde pankartlarla bir şeyleri protesto ediyordu.

Raflarla çevrili koridorları hızla dolaşırken, pek bir şey kalmadığını görmek beni ümitsizliğe sevk etmişti. Geç kalmıştım, atı alan Üsküdar’ı geçmişti bile. Alacak bir şeyler bulsam bile başka bir sorunum daha vardı. Neyle taşıyacaktım? Alış veriş arabasıyla, kordonda gezer gibi yürüye yürüye eve gitmem imkansızdı. 100 metre gitmeden yüz parçaya ayırırdı beni insanlar.  Su ve yiyecek bulmak bir sorun, onları güvende tutmak başka bir sorundu.

Başka bir plan yapmalıydım. Zehir gibi çalışan beynim derhal bir plan kurgulamıştı bile. Kürek bulmalıydım. Hemen marketin inşaat malzemeleri satılan bölümünü aramaya başladım. Bu bölüme pek insan uğramıyordu. Uğradıysa da kürek almak kimsenin akıl ettiği bir şey değildi. Orta boy, ergonomik bir tanesi kavrayıp, marketin arka tarafında kalan depo kapısından geçip dışarı çıktım. Benimle birlikte içimde ki Mirkelam da dışarı çıkmıştı. Deli taylar gibi koşuyordum.

Plan basitti. Eve gidip arabamı alıp şehirde gezintiye çıkacak, erzak ve su yağmalayacaktım. Yapacağım şeyden ötürü şimdiden vicdan çekiyordum ama yaşamak için buna mecburdum. Bahçe kapısından içeri uçarak girdim.

Çıkarken kapatmayı unuttuğum kapı ardına kadar açılmış, içeride ortalığa saçılmış eşyalarım görülüyordu. Evimi yağmalamışlardı. Elimdeki kürekle pozisyonumu alıp dikkatlice içeri süzüldüm. Bir Ninja kadar sessiz, bir kuğu kadar hafif ve bir ördek kadar korkaktım. Misafir odasına göz attım, eşyalar yere saçılmıştı ama içeride kimse yoktu. Yatak odası da keza öyle. Mutfak tam anlamıyla talan edilmişti. Kaç yılık olduğunu unuttuğum yarım makarna paketlerimi, dolaptaki 3 şişe biramı ve 3 al 2 öde kampanyasından faydalanıp stokladığım cipslerimin hepsini almışlardı. Salona geri döndüm. Parçalara ayrılmış telefonum gözüme ilişti. Allahtan umut kesilmez deyip topladım tüm parçaları. Tamir edilebilirdi belki.

Yemek masasının üzerinde duran arabamın anahtarlarını aradım. Koyduğum yerde yoktu. Paniğe kapılmadın çünkü hiçbir zaman koyduğum yerde olmazlardı. Koyduğumu hatırlamadığım bir yerlerde bulurdum hep. O yüzden nereye koymamış olabilirim diye düşünüp ararken mutfak tezgahında buldum. Anahtarları kaptığım gibi kendimi dışarı attım. Uzaktan kumandayla kilidi açıp küreği arka koltuğa fırlattım. Marşa basıp hızla hareket ettirdim aracı. Sokaklar savaş alanı gibiydi. Her yer yağmalanmış mağaza, iş yeri bankalarla doluydu. Yer yer yangın çıkmış binalardan yükselen dumanlar mükemmel bir kıyamet filmi setini andırıyordu. Bir an tüm bunların bir film ya da rüya olabileceği aklıma geldiyse de, arabayı kaldırıma çarptıktan sonra, çok pis şişen alnımdaki acı “ bu bir rüya değil” diyordu.

Kurbanlarımı arıyordum. Evine erzak ya da su götürmeye çalışan birileri lazımdı bana. Gerisi kolaydı. Yanlarına yaklaşıp kürekle ağızlarına vuracak, lokmalarını alacaktım. Üstelik fazlasını da zenginlere satıp, para kazanacaktım. Bir gün dünya eski haline dönerse kalan ömrümü zengin olarak geçirecektim.  Bir çeşit Robin Hood gibi hissediyordum kendimi.

Zenginden alıp yine zengine veren göt verenin tekiydim...

Uzunca bir süre uygun bir av bulamadım. Yakıtım tükenmek üzereydi ve benzin istasyonları şimdiye kadar çoktan yağmalanmış olmalıydı. Derken; sekiz hava yastıklı, absli, asrli, gpsli aracım bok çuvalı gibi yolun ortasında yığılıp kalınca, beddualarıma maruz kalmıştı.

“ Allah silindirlerine ateşler salsın”

Küreğimi kapıp yaya olarak düştüm yola. Biraz dolandıktan sonra uygun bir hedef bulmuştum nihayet. Ara sokaklarda koşa koşa ilerleyen bir adamla kadın görmüştüm. Önlerinde alış veriş arabaları vardı ve tıka basa doluydu. Adamı  halledebilir miyim diye düşünüyordum. Biri kadın da olsa sonuçta iki kişilerdi ve silahlı olabilirlerdi. Onların devam ettiği sokağa paralel uzanan diğer sokağı mümkün olduğunca hızlı biçimde kat edip  aniden önlerine çıkıp, uğradıkları şaşkınlıktan faydalanıp, mallarını gasp edecektim.

Ayak seslerinden ve arabaların gürültüsünden iyice yaklaştıklarını anlamıştım. Daha etkili olabilmek adına haykırarak önlerine atladım. Küreğim bir kılıç gibi tepelerindeydi.

“ arabaları bırakın ve gidin, canınızı bağışlarım belki “ kısa bir süre birbirlerine bakan adamla kadın, pek korkmuşa benzemiyordu ve bu beni fena halde ürkütmüştü. Sessizliği adam bozdu ;

“ Ne diyon la sen mına godum evladı.”

Küfür neyse de o arabanın neresinden çıkardığını anlayamadığım odun olmasaydı çok iyiydi diye düşünürken, sol kolumda hissettiğim tarifsiz acıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Ne olduğunu anlamaya çalışırken yerde yatmakta olduğumu fark ettim ilginç biçimde. Daha ilginci, gasp etmeye çalıştığım adam küfürler eşliğinde elindeki sopayı hiç te sevecen olmayan bir şekilde sallayarak üzerime geliyordu. Otlarken çita görmüş Afrika antilobu gibi depara kalktım birden. Adam mı benden hızlı koşuyordu yoksa ben mi adamdan yavaş koşuyordum bilmiyordum ama, bildiğim ya da tahmin ettiğim diyelim, az sonra o sopanın kafama  temas edeceği ve pekmezimin akacağıydı. O an pişman oldum yaptığıma. Su ve yiyecek için değer miydi?

Elbette değerdi. Ya açlıktan ya da susuzluktan ölecektim ya da yemek ya da su bulmaya çalışırken. Yani aynı bokun lacivertiydi her türlüsü. Benden yavaş koşan birini bulup gasp etmem sağlığım açısından daha yararlı olacaktı, tek gerçek buydu. Mucize eseri adam bitirici vuruşu yapacak fırsatı bir türlü bulamadı. Bunda yalnız bıraktığı,- muhtemelen eşi- kadının tehlikede olabileceği düşüncesiydi etkili olmuştu muhtemelen. Bir müddet sonra beni kovalamayı bıraktı. Güvenli bir mesafeden küfür edip, beyhude tehditlerimi savurdum. Yenildim ama en azından ezilmemiştim.

Bu şekilde bir yere varamayacağımı anladım. O odun koluma değil de kafama gelmiş olsaydı şu an protein deposu niyetine birinin buzdolabında parçalar halinde yatıyor olabilirdim. En iyisi Serhat’ı bulmaktı. O geri zekalının stokları ikimizi de uzun bir süre idare ederdi. Tek sorun beni kabul edecek miydi?  Denemeden bilemezdim.  Kolumu ovuştura ovuştura Serhat’ın evine doğru yola koyuldum.

29
Kurgu İskelesi / Ynt: Yirmi Gün Sonra ( İkinci Bölüm )
« : 09 Mayıs 2014, 16:16:11 »
Ahuahuahuahuaha yarıldım. Sondaki ingilizce cümleyi görmezden gelerek, dil çok hoşuma gitti. Türkçe Dublaj şakası da iyiydi. Bir de küfürleri noktalamasan daha iyi olacak kanaatindeyim. Herkes anlıyor zaten. Takipteyim

Yazarken ben de eğleniyorum ne yalan söyliyeyim. Küfürleri noktalamadan yazarsam rıhtım beni kovar mı acaba bilmiyorum o yüzden öyle uygun gördüm. Beğenmenize sevindim.

30
Kurgu İskelesi / Ynt: Yirmi Gün Sonra
« : 09 Mayıs 2014, 15:57:48 »
Sular gitti, elektrikler gitti… Telefon?

“Telefonum nerde ?”  masanın üzerinde boylu boyunca yatmakta olan  süper pahalı, dokunmatiği yağ gibi akan, 4 çekirdekli, bilmem kaç milyon piksel çözünürlüğünde ön ve arka kameraları sayesinde, sıçmaya bile gitsem arkadaşlarımla paylaşmamı sağlayan telefonum gözüme ilişivermişti. Mutlu hissettim kendimi. Ne de olsa onsuz yapamıyordum herkes gibi.  Heyecanla karışık korku nedeniyle ellerim titriyordu ve neredeyse kıymetlimi yere düşürecektim. Rehberi bulmasına bulmuştum ama kimi arayacaktım?

Bu işlerden anlayan yakın dostum Serhat’ı tabi ki. Bu işlerden anlayan derken, sanki birkaç kez küresel yıkıma şahit olmuş gibi oldu farkındayım ama o bu tür kıyamet senaryolarına çok fazla kafa yoran hafif çatlak bir metabolizmaydı. Evinin bodrumunda kötü günler için erzak  depoladığını gözlerimle görmüş, onunla taş..k geçmiştim çok kere.  Oysa adam haklıymış beyler…
İsminin üstüne titreyen parmaklarımla dokunmak biraz zor oldu üçüncü denemeden sonra telefon aramaya başladı. Çaldı …çaldı…çaldı…

Uykulu bir sesle yanıtladı telefonu.  Panik içinde avazım çıktığı kadar bağırıyordum, beni duymadığı hissine kapılmıştım bir an.

-   Elektrikler gitti  olum, s.ki tuttuk.

-   Gelir lan birazdan, şalter atmıştır…

Hiçbir şeyden haberi yoktu doğal olarak ve muhtemelen hala uyuyordu. Sakin tavrı beni çileden çıkarmıştı.

-   Geri zekalı öyle bi şey değil, kıyamet kopuyor mal . Kalk televizyonu aç. Sular gitti elektrikler gitti her şey gitti.

Kısa bir sessizliğin ardından yine o gamsız sesi duyuldu.

-   Abi, hem televizyonu aç diyosun hem elektrikler kesildi diyosun. Abi sen ne diyosun???
-   Ebenin…..

Cümlemi  tamamlayamadan hat düştü. Sanırım telefon şebekesi de çökmüştü. Tekrar aramayı denediğimde acı gerçekle yüzleştim. Elimdeki birkaç bin liralık süper icat artık sadece bir çöp olmuştu.  O an içimden gelen coşkun bir sinir dalgasıyla aleti duvara fırlatıverdim.

“At kadehi elinden, bin parçaya bölünsün”

Binlerce minik parça, duvardan sekip etrafa ahenkle saçılırken her şey  hd berraklığında, üstelik süper slow motion biçimde ve 600 hz yenileme hızıyla geçip gidiyordu gözümün  önünden.
Son parça da yere düştüğünde, her şey normal akışına döndü ve ben “ Taksiti biteydi be “ hezeyanını yaşıyordum.

Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Serhat la dalga geçeceğime birkaç belgesel izlemiş olsaydım, birkaç komplo teorisi okumuş olsaydım en azından şimdi böyle mal gibi evin içinde dolanıp durmazdım diye düşünüyordum.

Sular gelirdi elbet. Ne öyle, bi anda çek git. Hem nereye gitmiş olabilirdi ki? Kıç kadar dünya işte, elbet geri döner diyordum ama kendimi rahatlatma çabalarım pek etkili değildi. İşte o esnada dank etmişti kafama. Yiyecek ve su bulmam gerekiyordu.

  Şimşek gibi çıktım kapıdan.  Hedefim mahallemizin cefakâr bakkalı Emin Amcaydı.  Caddelerde telefon kulübesinden çok zincir mağaza şubeleri belirmeye başladığından beri zordaydı ama yıkılmadı, ayaktaydı.  Tozdan markası okunmaz hale gelmiş cips paketleriyle dolu dükkânının önünde sabahtan akşama kadar kavanoz dibi gibi gözlüklerini takar, gazete okur, elinde poşetlerle büyük marketlerden dönen mahallelilere “ Bir gün hesabı ödenir bu vefasızlığınızın” bakışı atardı. Şimdi gidip bir damacana su istesem verir miydi yoksa si..iri çeker miydi?

Terliklerimi giydiğim gibi fırladım. Sorularla vakit kaybetmektense gerçekle yüzleşmek en iyisiydi. Yaklaşık 30 saniye sonra ordaydım.

Ben oradaydım, Emin Amca oradaydı ama raflarda olması gerekenler yoktu. Kafamdan şağı kaynar sular bile boşalamadı. Çünkü sular yoktu. Susuzluk deyimleri bile vurmuştu.  Nemli gözlerimi Emin Amcaya dikmiş bakarken, o, oralı bile olmamıştı. Para saymakla meşguldü. Varlığım ona bir şey ifade etmemişti çünkü, 30 yıllık bakkallık hayatı boyunca  elinden geçmeyen paranın fazlasını saymakla meşguldü. İnsanlar neyi var neyi yoksa döküp gitmişti buraya. Öyle ya, açlık ve susuzluktan ölmeye ramak kala, saçma sapan bir ödeme şeklinden başka bir halta yaramayan, yenmeyen, içilmeyen, öpülüp koklanmayan kağıt parçalarının ne gibi bir değeri olabilirdi ki?  Şu an Lidyalıların parayı icat ettiği günün bir gün öncesindeki kadar anlamsız ve değersiz bir kağıt parçasıydı para denilen şey.

“ Emin Amca” diyebildim usulca.

Gözlüklerinin üstünden şöyle bir bakıp işine devam etti. Bir umut tekrar kolaçan ettim dükkanın içini ama boş raflar ve yerlerdeki çöplerden başka hiçbir şey yoktu.

“Emin Amca????” bu sefer daha beter zavallı çıkmıştı sesim.

“ Ne var???”  ürkütücüydü bu ton.

“ Hiç bişey yok işte, sorun orda zaten. Su yok mu ya?”  salağa yatmaya çalışıyordum, her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyordum ama bunun bana ne gibi bir faydası olacaktı bilmiyordum.
Tekrar gözlüklerinin üstünden baktı.

“ Duruma göre değişir. Su da var erzak ta.  Asıl mesele senin paran var mı evlat?”

Yılların Emin Amcası, çengel bulmacayı bile çözmeyi beceremeyen o ilkokulu bile bitirmemiş adam, Amerikan filmlerinde çölün ortasında barı olan, gelene gidene gider yapan dövmeli züppeye dönüşmüştü. Üstelik dublaj Türkçesiyle konuşuyordu.

“Para??”

İşte o an eşofmanla geldiğimi anlamıştım.

“ Emin Amca valla cüzdan evde kaldı  bırakırım ben sana geliş geçiş, sen bana 2-3 damacana su ayarla birazda yicek micek bişeyler hallederiz”

Sözümü henüz bitirmiştim ki, Emin amca tezgahın altına uzanıp, namlusu kesilmiş pompalıyı çıkarıp burnuma dayayıverdi.

“ Sorun istemiyorum evlat. Biz burda senin gibilerden hoşlanmayız. Şimdi kaybol”

Ulan sular kesildi adamın karakteri bozuldu diye düşünürken, hüzün ve endişe ile dükkandan çıkıyordum ki  Emin Amca nın seslendi.

“ Ulan hep bunu söylemek istemiştim be. Bugüne nasipmiş” ardından ekledi ;

“ Bi de öndeki aracı takip et var ama onu bi türlü denk getiremedim yav.”

Emin Amca parayı odun etmiş, üstüne daş..ğını da geçmişti. Yumuşayan ortamdan faydalanmak  babında şansımı bir kez daha denedim ;

“Emin Amca su??”

Emin Amca yine tırlamıştı ;

“ Yok lan sana su mu. Biraları koliyle aldığın yere git onlar versin sana su. Sieee. Yürü git kafanı gözünü yararım”

Normale döndüğü için Emin Amca adına sevinmiştim ama su bulmam gerekiyordu, Emin Amcanın canı cehenneme.

Fuck you men !!!

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 19