Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Raisor

Sayfa: 1 ... 4 5 [6]
76
Çizgi & Anime / D.N.Angel
« : 02 Şubat 2011, 19:55:37 »
                                                                        D.N.ANGEL
  
Japonya'da oldukça sevilen yeni bir Anime bulmuş ve kendilerini izlemeye başlamış bulunmaktayım. D.N.Angel'i size gururla sunuyorum :D


    Okul hayatını, aksiyonu, aşkı ve macerayı birleştirmiş 2003 yapımı bir Japon animesinden bahsediyoruz. İnternette tanışıp izlemeye başladığım gerçektende hoş bir animedir kendileri. Umarım beğenirsiniz:

   ALINTI BİLGİDİR

   14. doğum gününde Daisuke Niwa, sevdiği kız Risa Harada’ya aşkını itiraf edecektir. Ama Risa’nın ona “Sen iyi bir arkadaşsın.” demesiyle bütün hayalleri suya düşer ve Daisuke itiraftan vazgeçer. Bu olayı düşündüğü sırada Daisuke’nin DNA kodlaması değişir ve efsanevi hırsız Dark’a dönüşür. Bu Niwa ailesinin erkeklerinde görülen ve yıllardan beri bireyden bireye geçen kalıtsal bir özelliktir. Daisuke, Dark’a her dönüştüğünde, Daisuke’in annesi Dark’tan bazı eserleri çalmasını istemektedir.

     Bazı Karakterler

  DAISUKE NIWA : Risa adlı kıza aşık olmuştur ancak sakar, resim çizebilen, çekingen, Riku'nun yanında rahat ve kendi gibi davrandığını hissedince kendisini sorgulayan, yardımsever, saf ve arkadaşlığa önem veren biridir. Riku'ya ve Risa'ya da "Harada-san" olarak hitap etmektedir. Önceleri Risa'ya ilgi gösterirken asıl sevdiği kişinin Riku olduğunu anlar.

  DARK MOUSY : Nesilden nesle geçen bu kalıtsal efsanevi kahraman Dark Risa'dan hoşlanmaktadır. En belirgin özelliği de Siyah kanatlarının olmasıdır. Bölümler ilerledikçe Dark'ın da bir aşık olduğunu anlarız. Bu aşk yüzünden Dark, Risa'dan vazgeçer çünkü aşık olduğu kişi Risa'nın büyükannesidir. Ayrıca Niwa ile de iyi bir dost olur.

  HIWATARI SATOSHI : Sessiz, sakin ve gizemli biridir. İçinde başka efsanevi hırsız Krad'ı barındırmaktadır. İlk önceleri kötü gibi görünse de bunun sadece içinde Krad'ın olmasından dolayı kötü gibi görünmektedir. Niwa'nın bu konuda kendisine fazla yardımı dokunmuştur.

  KRAD : DARK'ın ezeli düşmanlarından biridir. Her fırsatta karşısına çıkıp (Satoshi'yi kullanarak) engellemeye çalışır. Kötü bir karakterdir çünkü Satoshi'yi gitgide içine çekmektedir.


             

  Kaynak: http://www.manga.gen.tr/anime/dn-angel/

77
Miras Döngüsü / Unutulmaz Miras döngüsü replikleri
« : 01 Şubat 2011, 00:53:26 »
"Into the sky, to win or die"

78
Miras Döngüsü / Miras Döngüsü Özet
« : 31 Ocak 2011, 22:25:12 »
  Not: Tamamen spoilerdir

   Eragon
Eragon amcası Garrow ve kuzeni Roran ile küçük bir kasaba olan Carvahall'da, kendi çiftliklerinde yaşar. Bir gün Eragon Spine'da, korkutucu ve esrarengiz dağlar, avlanırken birdenbire önünde masmavi bir taş ortaya çıkar. Birkaç gün sonra taştan bir bebek ejderha çıkar, taş bir ejderha yumurtasıdır aslında. Eragon ejderhaya Saphira ismini verir. Ejderhayı Kral Galbatorix'in 2 uşağı olan Ra'zac'dan saklayarak büyütür. Ra'zac kasabaya yumurtayı aramak için gelmiştir. Eragon ve Saphira ormanda saklanarak Ra'zac'dan saklanmayı başarırlar. Fakat amcası Garrow çifliği de yakıldıktan sonra öldürülür. Eragon çok öfkelenir. Ra'zac'dan çiftliğini yaktıkları ve amcasını öldürdükleri için intikam alacaktır. Bu işin Bromla, yaşlı bir masalcı, birlikte yollara çıkarlar. Brom Saphira ve Eragon'u koruyacağına söz verir. Bu arada Roran başka bir köy olan Therinsford'a gittiği için Eragon ona haber veremez.
Eragon bir Ejderha süvarisi olma yolunda ilerler. Brom ona kılıçla dövüşmeyi, sihir yapmayı, antik dili konuşmayı ve Ejderha Süvarilerinin hikâyelerini öğretir. Teirm'e, bir liman şehri, vardıklarında Ra'zac'a tuzak kurma şansları artar. Teirm'de Ra'zacla karşılaşırlar ama kaçmak zorunda kalırlar. Sonraki gece kampları Ra'zac tarafından basılır. Ve bir yabancı olan Murtagh onlara yardım eder ama Brom ağır şekilde yaralanır. Sonraki gün ölüceğini anladığı için Eragon'a onun da eskiden bir Ejderha Süvarisi olduğunu söyler. Ejderhasının ismi de Saphira'dır. Ama Tövbekar bir Ejderha Süvarisi olan Morzan ejderhasını öldürür. Sonrasında Brom da intikam uğruna Morzan'ı öldürmüştür. Bunu söyledikten sonra Brom ölür.
Murtagh Eragon'un yeni yol arkadaşı olur ve birlikte Gil'ead şehrine Varden'ın, Kral'ı tahttan indirmeye çalışan bir grup iasyancı, sığınma yerini bulmak için bilgi toplamaya giderler. Gil'ead'ın yakınlarında Eragon yakalanır ve daha önceden rüyasında gördüğü bir kadınla aynı hapishaneye düşer. Hücresinden kaçtığında kadının elf olduğunu anlar. Eragon, Saphira ve Murtagh sayesinde yanına şuursuz yatan elfi de alarak kaçar. Ancak kaçmaları kolay olmaz. Çünkü Durza adında bir Shade, şeytani ruhlar tarafından ele geçirilmiş bir büyücü ve Kral'ın hizmetkarı, tarafından engellenirler. Durza ile savaşırlarken Murtagh onu bir okla iki gözünün ortasından vurmayı başarır. Shade bir sis bulutu içerisinde yok olur.
Kaçtıktan sonra, Eragon şuursuz Elf ile telepatik olarak, düşüncelerle, ilişkiye geçer ve adının Arya olduğunu anlar. Ayrıca onlara ağır şekilde zehirlendiğini ve sadece Varden'de bulunan bir panzehirin onu iyileştirebileceğini söyler. Böylece Arya onlara Varden'in bulunduğu yeri tarif eder: Varden Tronjheim'de, Farthen Dûr dağlarının içinde olan bir şehirde, yaşıyordur. Ve eğer dört gün içinde orada olmazsalar öleceğini de ekler. O zaman grup hem Arya'yı kurtarmak için hem de Kral Galbatorix'in gazabından kurtulmak için acele eder. Farthen Dûr'a vardıklarında Eragon Varden'in lideri Ajihad'a yol gösterir. Ajihad Murtagh'ı hapseder çünkü aslında Morzan'ın oğludur o. Ayrıca Ajihad Eragon'a Durza'nın ölmediğini çünkü bir Shade'ı öldürmenin tek yolunun onun kalbini deşmek olduğunu söyler.
Eragon sonunda dinlenme fırsatı bulur ama yeni bir saldırı yakındır. Savaş başladığında Varden ve Cüceler, Durza ve Galbatorix tarafından gönderilmiş son derece büyük bir Urgal ordusuna karşı birleşirler. Savaş esnasında, Durza ile tekrar yüzleşir. Durza Eragon'un sırtını ağır şekilde yaralar ama Eragon'un imdadına Saphira ve Arya yetişir. Durza onları görünce irkilir ve onun bir anlık dalgınlığı Eragon'a yeter: kılıcını alır ve Shade'ın kalbine saplar. Durza'nın ölümünden sonra, Urgallar onun efsunundan kurtulurlar ve kendi aralarında savaşmaya başlarlar. Bunu fırsat bilen Varden hemen bir karşı atak düzen ve onları püskürtür. Eragon ağır yarası yüzünden şuursuz yatarken yabancı biri onunla telepatik olarak iletişime geçer ve eğitimini tamamlaması için Eragon'un kendisine ihtiyacı olduğunu söyler. Yabancı onu Elf ormanlarına, Dû Weldenvarden'a çağırır.

Eldest
Eldest İsyankar güç Varden'in lideri Ajihad'a pusu kurulması ve öldürülmesiyle başlar. Hemen ardından Murtagh kaybolur, herkes onun öldüğünü sanar. Ajihad'ın cenazesinde Nasuada Varden'in yeni lideri olarak seçilir. Bunun ardından, ana karakterler Eragon ve Saphira eğitimlerini tamamlamak için Elf ormanı Du Weldenvarden'e gitmeye karar verirler. Orada Eragon, Oromis ve ejderhası Glaedr ile tanışır. Oromis ve Glaedr'in bunca yıldır ortaya çıkmama sebebi ikisinin de kötürüm olması ve Galbatorix tarafından öldürülüp Ejderha Süvarilerinin sırlarının yeni bir Süvari'ye öğretilmeden sonsuza kadar kaybolmalarından korkmasıdır. Eragon ve Saphira olnlar tarafından birçok şey öğrenirler: Mantık gücü, Sihir kullanımı teorisi, kılıç kullanımı...
Bu sırada, Nasuada zorunlu şartlar nedeniyle Varden'i Tronjheim'den Surda'ya taşımak zorunda kalır. Varden'de ekonomik kıtlık yaşanmaktadır, fakat Nasuada sihir yoluyla çok pahalı bir dantel yaratabileceğini anlar, ve bunu çok pahalıya satar. Bir gece Nasuada odasındayken önceden Eragon tarafından kutsanmış olan Elva adındaki karakter(Bu büyü ona diğer insanların acısını çekme ve onları tahmin etme yeteneği vermiştir)onu bir suikastten kurtarır. Suçlunun ismini bile söyler. Suçlu Kara El grubundandır.(Galbatorix'e çalışan ve Nasuada'yı öldürmeye çalışan bir grup) Ardından Nasuada Surda'nın geleceği hakkında olan, Surda'nın çok yetkin kişilerinin katıldığı, bir toplantıya katılır. Burada kaçınılmaz bir savaşın geldiğini öğrenir. Cücelerden yardım istemek zorundadır.
Aynı zamanlarda, Eragon çalışmalarına devam etmektedir. Fakat sırtındaki yara izi ona hergün bir nöbet geçirtmektedir. Ancak sonrasında ünlü kutlama Agaetí Blödhren esnasında Eragon, kurgusal bir ejderha tarafından başkalaştırılır. Bu başkalaşma Eragon'un duygularını değiştirir ve yeteneklerini geliştirir, aynı zamanda artık hiç yarası kalmamıştır. Yeni haliyle Eragon, İmparatorluğ'un Surda'ya, yani Varden'e saldıracağını öğrenene kadar, çalışmalarına devam eder. Bu sebeple, Eragon eğitimini tamamlayamadan Varden'e savaşta yardım etmeye gider.
Bu arada Roran Ra'zac tarafından aranmaktadır. Bu nedenle(Roran'ın onları ikna etmesinden sonra)köylüler ve Ra'zac arasında savaş çıkar ve sonunda köy halkı onları defetmeyi başarır. Tekrar gerçekleşen birçok çarpışmadan sonra Ra'zac Roran'ın nişanlısı Katrina'yı kaçırmayı başarır. Ardından Roran köy halkını Surda'ya gidip Varden'e katılmaya ikna eder. Narda'ya vardıktan sonra deniz seyahati yapmak zorunda kalırlar. Böylece ilk liman olarak Teirm'e giderler. Teirm'de Jeodla karşılaşırlar. Jeod onlara onları Surda'ya götürebileceğini söyler ve onlara yeni bir gemi hazırlar. Yola çıktıktan bir süre sonra şalopaların onları takip ettiklerini görürler. Gemi onları atlatmalarını sağlar ve sonunda Surda'ya varırlar, Yanan Ovalar'daki Surda ve İmparatorluk arasındaki büyük savaşa...
Çarpışma başladığında, Eragon bir süre karşı orduyu sihir gücüyle püskürtmeyi başarır. Ancak sonrasında yeni bir Ejderha Süvarisi karşı ordudan yükselir. Düşman süvari cüce kral Hrothgar'ı öldürür ardından Eragon ile savaşmaya başlar. Savaşırken Eragon onun bir anlık dalgınlığından yararlanıp yüzünü örten maskeyi çıkartır. Karşısında sırıtan adam Murtagh'dır. Murtagh Eragon'a zorunlu olarak Galbatorix'e bağlandığını, ve ona yemin ettiğini söyler. Ayrıca Galbatorix'in ona Eragon ve Saphira'yı yakalama emri verdiğini söyler. Fakat eski arkadaşlıklarını göz önüne alarak bu seferlik Eragon'u bırakır. Ancak gitmeden önce Murtagh Eragon'un kılıcını onun elinden alır ve ona kardeş olduklarını yani hain Tövbekar Morzan'ın onların babası olduğunu söyler. Savaş ise düşman ordunun geri çekilmesi ile son bulur. Kitabın sonunda ise Eragon ve Roran birlikte Katrina'yı Ra'zac'ın elinden kutaracaklarına karar verirler.

Brising
Brisingr, Eragon, Saphira ve Roran'ın intikam almak amacıyla Helgrind'e, Ra'zac'ın yuvasına gitmesiyle başlar. Orada, Ra'zac tarafından esir alınmış, Katrina'yı, Roran'ın nışanlısını kurtarırlar ve Ra'zaclardan birini öldürürler. Ardından Saphira, Roran ve Katrina Varden'e döner. Fakat, Eragon diğer Ra'zac'ı da öldürmek için geride kalır. Eragon Varden'e geri döndüğünde, Katrina'nın hamile olmasıyla ve Roran'ın onların düğününü yapması isteğiyle karşılaşır. Eragon kabul eder, ama düğün tam başlarken, Murtagh ve ejderhası Thorn Varden'e saldırır. Usta büyücü elflerinde yardımıyla Eragon ve Saphira onları yenerler. Savaştan sonra Roran Katrina'yla evlenir. Ardından, Varden'in lideri, Nasuada, Eragon'dan cüce şeçimine katılmasını ve yeni kralı onların tarafına çekmesini, böylelikle cücelerin desteğini almasını ister. Ancak Eragon Beor Dağları'na vardıktan birkaç gün sonra kendini bir suikastin hedefi olarak bulur ve zor kurtulur. Sonradan anlaşılır ki suikasti gerçekleştiren Az Sweldn rak Anhûin klanından başkası değildir. Cüce toplantısında çok sempati kazanarak, Orik, yeni kral seçilir.
Orik'in kral seçilmesinden sonra, Eragon ve Saphira elf başkenti Ellesméra'ya eğitimleri için geri dönerler. Orada, elf Oromis ve ejderhası Glaedr onların birçok sorusuna cevap verir. Bu cevaplar sonucunda Eragon babasının Brom'dan başkası olmadığını anlar. Ayrıca, Glaedr ona Galbatorix'in gücünün sırrını da açıklar: Eldunarí, kalplerin kalbi. Eldunarí tamamen ejderhanın kalbi olmasa da, onu elinde tutan kişi, o ejderhayla, ölü olmuş olsa bile, iletişim kurabilir. Veya, Galbatorix'in yaptığı gibi, ejderhanın Eldunarí'sini kendine esir eder ve onun gücünden yararlanır. Galbatorix Eldunarí'leri toplamak için yıllarını harcamıştır. Oromis ve Glaedrle çalıştıktan sonra, Eragon, elf demirci Rhunön'u ziyaret eder. Rhunön ona yeni bir Süvari kılıcı yapar: Brisingr. Varden'e doğru yola çıkmadan önce, Eragon ve Saphira Oromis ve Glaedr'e uğrar. Oromis Eragon'a zamanlarının geldiğini ve Glaedrle birlikte kraliçe İslanzadí ile savaşa katılacağını söyler. Böylece, Ellesméra'dan ayrılmadan önce Glaedr Eldunarí'sini Eragon ve Saphira'ya verir.
Bu sırada, Roran askerlerle birlikte Varden için birçok görevi yerine getirir. Bu görevlerden birisi ise büyülenmiş(sadece kafası koparılınca ölen) askerlerin koruduğu bir konvoyu yok etmektir. Bu görevde çeşitli kazalar meydana geldiği için, görevden sonra kumandan değişir. Başka bir görevde ise, Roran yeni kumandanın görevlerini yerine getirmez. Ancak, bu sayede kazanırlar. Yine de Roran bir suç işlemiş gibi elli kez kırbaçlanır. Bu olaydan sonra, Roran yeni kumandan olur. Yöneteceği grup Urgalları ve insanları içerir. Bu görevi de bitirip, Varden'e geri döndükten sonra, Roran kendisini yeni bir kuşatmada bulur: Feinster kuşatması. Feinster bir imparatorluk şehridir. Savaş esnasında, Eragon ve Arya şehrin liderini bulmak için ordudan ayrılırlar. Ama, onu ararlarken yeni bir Shade yaratmak için güçlerini birleştirmiş üç büyücü bulurlar. Onları öldürmeye çalışırlarken Eragon Glaedr'in Eldunarí'si sayesinde Glaedr'den bazı görüntüler alır. Bu görüntüler sayesinde Eragon, Oromis ve Murtagh'ın savaştığını görür. Savaşın ortasında, Galbatorix Murtagh'ı kullanarak Oromisle konuşur. Onu kendi tarafına çekmeye çalışır. Oromis bunu reddedince, Galbatorix Murtagh'ı kullanarak, biraz önce hastalığı yüzünden nöbet geçirmiş, zayıf Oromis'i öldürür. Glaedr'de kısa süre sonra ölür. Bu görüntüleri gördükten sonra, Eragon kendine gelir ve büyücülerin Varaug adında yeni bir Shade yaratmış olduklarını görür. Ardından, Arya, Eragon'un yardımıyla Varaug'u öldürür. Başarılı savaştan sonra, Nasuada Eragon'a, Varden'in, imparatorluğu yok etmek için yaptığı planı anlatır.

  Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Miras_D%C3%B6ng%C3%BCs%C3%BC

79
Müzik / Second Love
« : 30 Ocak 2011, 20:32:37 »
 Pain Of Salvation'dan eşsiz şarkı Second Love'ın sözleri...


Day after day
Nothing's changed you're far away
But I need you to know that I can't sleep anymore
By the nights
Night after night
The stars are shining so bright
Though our pain is larger than the universe tonight

I want you to know I can't sleep anymore
By the nights
By the nights
Day after day I want you to say
That you're mine
You are mine

Year after year
Tear after tear
I feel like my heart will break in two
You came like a wind I couldn't defend
You cut my heart so deeply
The scars won't mend

I'll never believe in love anymore
After this
After this
Can never change or rearrange
What we lost
What we lost

[Gildenlow]

Time after time
I am wasting my time
Living in a past where I was strong
But now I am gone
I leave no shadow when I'm alone
I'll stay forever in my dreams where you are near

Want you to know I can't sleep anymore
By the nights
By the nights
Day after day I want you to say
That you're mine
You are mine

  Extralar:  http://www.youtube.com/watch?v=6IDYwZUK1jY

 
Spoiler: Göster
 Kendi görüşlerimi de eklemek istiyorum ki bunun için birkaç kısa kelime de yeterdi: 'Muhteşem!'

   Grup süper, şarkı süper; e daha ne olsun :D

80
Çizgi & Anime / Osamu Tezuka
« : 29 Ocak 2011, 15:51:20 »
                                              OSAMU TEZUKA

    Osamu Tezuka, Japonya'da çağdaş animenin öncüsü olarak kabul edilir. Genç yaşta 8 mm'lik kamerasıyla küçük animasyonlar çekmeye başlamış ve bu animasyonlarında Walt Disney ve Max Fleischer'ın eserlerinden ilham almıştır. Onun izinden yürüyen sanatçıların yapıtlarıyla anime adı verilen yeni bir stil ortaya çıkmıştır.



   

    Osamu Tezuka, 3 kasım 1928 - 9 şubat 1989 yılları arasında yaşamış japon yapımcı, animatör ve tıp doktorudur, ancak kendisi hiç tıp eğitimi görmemiştir. ASTRO BOY(ATOM), Kimba the white Lion ve Black Jack isimli yapıtlarıyla ünlüdür. "Godfather of Anime" lakabıyla tanınır.

   Osaka'da doğdu. Annesinin hikayelerinin ona ilham verdiği düşünülür.  İlk mangasını 9 yaşında yayımlayan Tazuka, Japonya'nın Walt Disney'i olarak düşünülmüştür. İlkokulun ikinci senesinde manga çizmeye başlamıştır. Osaka Üniversitesinde Manga eğitimi almış, ancak tıpa olan ilgisi sayesinde sonradan tıp doktorluğu da yapmıştır.

   Animeleri batı kültürü etkisi taşır.  Batıdan gelen romanları okuyup, batı filmlerini izlemeyi çok severdi. Şiddet üzerine mangaları vardır.

   Osamu Tezuka'nın oldukça kabarık bir ödül listesi olduğunu gördüm; size bu listeyi paylaşmak istiyorum:

  1958 Shogakukan Manga Award
  1975 Bungeishunjū manga
  1975 Japan Mangaka Association Award — Special Award
  1977 Kodansha Manga Award  (Black Jack ve The Three-Eyed One için)
  1983 Shogakukan Manga Award (Hidamari no Ki için)
  1985 Hiroshima International Animation Festival - Onboro-Filmi için
  1986 Kodansha Manga Award (Adolf için)
  1989 Nihon SF Taisho Award - Special Award
  1989 Zuihōsho 3rd class
  2004 Eisner Award for Buddha (vols. 1–2)
  2005 Eisner Award for Buddha (vols. 3–4)


          

 KAYNAK:http://en.wikipedia.org/wiki/Osamu_Tezuka
   

 

81
Kurgu İskelesi / Anar
« : 26 Ocak 2011, 14:34:06 »
Spoiler: Göster
Aklıma kısa bir öykü geldi. Bir defada bitirmeyi planladığım bir hikaye olup, oldukça kısa bir şey. Buyurun bakalım…



                                                         
Anar
   
*Anar, elfçede güneş anlamına gelen bir kelimedir.


Dünya, babasına seslenerek,  neler olup bittiğini kavramaya çalışıyordu. Ama nafile. Anladığı tek şey, kimsenin ona yardım etmeyeceğiydi.
   
“Baba! Bana yardım et!” dedi. “Beni öldürüyorlar. İçimde hissettiğim her varlık, ölüyor!”
   
Anar, sanki hiçbir şey olmamış gibi bir hidrojen bombası patlatıp, ısısını artırdı. Gözünün ucuyla Dünya'ya baktı. Ona karşı hiçbir acıma duygusu, hiçbir kurtarma isteği hissetmiyordu.
   
“Erkek gibi öl, oğlum” dedi. “İçindeki o çok sevdiğin organizmalar, zaten şu anda çarpmakta olan meteor taşlarından bile çok zarar veriyordu sana.” ve ekledi “Özellikle homo saphien’ler.”
     
Dünya gözyaşlarını tutamadı. Herkes dışarıya doğru ağlarken, o içeriye doğru ağlıyor, birazcık olsun içeride can çekişen canlılara su serpiyordu.
   
Anar(Güneş) olanlara bir türlü anlam veremiyordu. Kendisi hiç ağlayamamıştı. Sadece kendi değil, hiçbir çocuğu, milyonlarca yıldır hiç ağlamadı. Nasıl ağlayabilirlerdi! Hiçbirinde su yoktu. Su olmadan yaşamaya alışmışlardı.
   
Dünya, kendisine ışık hızında çarpmakta olan tüm meteor taşlarına lanet etti. İçinde acı çekenleri hissediyordu. O kadar kahroluyordu ki, özellikle de sevdiği hiçbir kardeşinin ya da Babasının ona yardım etmemesi onu hiç olamayacağı kadar üzmekteydi.
   
Jüpiter, derin uykusundan işte o sırada uyandı. Gördüğü manzara korkunçtu, ama bunu kaile almadı bile.
   
“Dünya? Yine mi meteor saldırısı?” dedi esneyerek.
   
“Abi! Ne olur yardım et!”
   
“Çok isterdim Dünya, ancak korkarım bunu yapamam. Üzülmemelisin. Daha önce de aynı şeyleri yaşamıştık, hatırlıyor musun?”
   
Jüpiter, büyük olduğu için kendini en güçlü görür, hiçbir şeyi kafaya takmazdı. Kendini görür, kendini beğenirdi hep.
   
“Onca varlık içimde ölürken nasıl üzülmememi söylüyorsun!” diye çıkışan Dünya, içindeki son varlığın da artık varlığını hissetmemeye başlayınca, En ulu Tanrılara yalvarmaya başladı:
   
“Ey evren! Samanyolu! Paralel Evrenler! Bu korkunç ızdıraba bir son verin artık!” dedi. “İçimde öldürdüklerinizle alın canımı! Sitemim, babama, Anar’adır.”
   
Ay, minik ışığının Diğerlerinden minik olduğu gerçeği ile büyürken, Dünya dışındakilere kin duymaktaydı. Hep hor görülmüş, kimse tarafından Kaile alınmamıştı. Onun duygularını önemseyen ya da ona arkadaşlık eden tek şey Dünya'ydı. Yalnızlığa alışık, bitkin bir toprak parçasıydı.
   
“Seninle isyan ediyorum, arkadaşım!” dedi Dünya'ya “Bu işkence nedendir? Güneşi lanetliyorum, Çocuklarını lanetliyorum! Kendimi lanetliyorum! Bizi anlayamayıp hor gören tüm Güneş sistemini lanetliyorum."

En uzaklardan seslenen en küçük kardeşleri Plüton, “Keşke,” dedi “keşke yanında olsaydım, Dünya.. sana yardım ederdim…”
   
Plüton acıma duygusu yoğun olan bir Kardeşti hep. Her zaman empati kurabilir, Var olan her şeye yardım etme isteğine sahip olabilirdi. Ama o kadar uzaktı ki kardeşlerinden, her zaman dışlanan gezegenlerden biri olmuş ve en sonunda kardeşlikten soyutlanmıştı. İçtenlikle Dünya'ya yardım etme isteği, ama bunu başaramaması gerçeği onu üzüyordu.
   
Acımasız Venüs, Plüton’a haykırarak “Sus!” dedi. “Dünya’yı bu kadar sevmen nedendir? Bırak, kendi içindekilerle birlikte, ölsün!”
   
Evet, O acımasızdı. Bırakın Güneş sistemini, Kainatın en acımasız gezegenlerinden biriydi ve Güneş sisteminde yer alması Dünya'nın suçu değildi. Kimseyi sevmez, yalnız olabilmeyi isterdi hep.
   
Merkür, “Kendi içindekiler ölsün!” dedi kardeşine. “Ama Dünya yaşayacak. Çünkü o olmazsa, tüm sistemimizin dengesi bozulur!”
   
Merkür'ün bu olayda tek düşündüğü şey kendisiydi. Başka kimse umurunda bile değildi. Küçüktü, evet, ama aynı zamanda çıkar elde etme konusunda da yetenekliydi.
   
“Bu kadar acımasız olmayın!” dedi Neptün. “En az babam kadar cahil olmuşsunuz…”
   
“Nasıl bu kadar saygısızsınız, Dünya’ya, abinize karşı!” diye ekledi Mars.
   
Mars ve Neptün, her zaman iyi anlaşırdı, ötekilerle de iyi anlaşmaya çalışırdı. Türkçesi olmayan espriler yapıp bunlara gülerler, birkaç milyar yıllık ömürlerini dolu dolu yaşamaya çalışırlardı. Kuşkusuz Dünya'nın durumunu anlayabilecek yegane gezegenler onlardı.
   
“Asıl saygısız olan sizsiniz!” dedi Uranüs. “Evren, böyle olmasını istediyse, böyle olacak!”
   
Yobazlıktan kurtulamamış Uranüs'e ise yorum bile yapılmaz, sadece gülünürdü. Var olma sebebini her zaman düşünmüş, ve Tanrı'nın varlığına inanmayı seçmişti. Bu olayı dahi Tanrı'ya bağlaması beklenen bir tepkiydi tabi.
   
Oysa her şey için çok geçti. Ay’ın ve Dünya’nın Evrene yakarışlarını duyan Evren, Güneş’i lanetledi. Güneş büyüdü, büyüdü, büyüdü. Ve sonunda patlayıverdi. Kendi içine çekilmeye başlayarak, siyah bir delik haline dönüştü. Kendi çocukları, ve diğer her şey içine çekilerek, onun içinde ezildiler, büzüldüler. Kendi babalarından doğan 8 çocuğu; Merkür, Mars, Dünya, Plüton, Satürn, Venüs, Uranüs ve Neptün; Ay ve Kendi sistemindeki her şey de dahil olarak, kendi babalarının içinde can çekişerek öldüler…

Yoklukta kaybolmadan önce duyulan son söz ise Dünya'dan geliyordu:

"Özgürlük!"

Spoiler: Göster
Edit: Şimdi fark ettim, BraveHeart'dan esinlendim sonunu sanırım. :D

82
Eğlence & Mizah / Ölecek olsan hangisini seçerdin?
« : 25 Ocak 2011, 22:00:58 »
   Haydi bakalım komik ölüm yolları :D

83
Oyunlar / S.T.A.L.K.E.R Shadow of Chernobyl
« : 25 Ocak 2011, 15:29:07 »




    S.T.A.L.K.E.R. Shadow of Chernobyl, önceden S.T.A.L.K.E.R.: Oblivion Lost olarak bilinen Ukraynalı oyun geliştiricisi GSC Game World tarafından 20 Mart 2007'de piyasaya çıkarılmış First Person Shooter oyunudur.Oyun STALKER filminden ve Uzayda Piknik kitabından esinlenerek yapılmıştır.
   
   S.T.A.L.K.E.R. kelimesinin anlamı "Scavenger, Trespasser, Adventurer, Loner, Killer, Explorer, Robber". (Türkçesiyle Çöpçü, İhlalci, Maceracı, Kendi Başında, Katil, Kaşif, Haydut) anlamına gelir.

 
Spoiler: Göster
 Alıntıdır


   28 Nisan 1986 tarihli Çernobil Nükleer merkezinin 4. bölümünde gerçekleşen patlama uzun zamanda kontrol altına alınmış ve nihayetinde yüksek bir kayıp yaşanmıştır. S.T.A.L.K.E.R.'da ise bu durum konumuzu oluşturmakla beraber birazda yapımcıların düşünceleri ile birleşip karşımıza bu felaketin ardından gerçekleşen bir patlama daha sonucunda ortaya çıkan, 2012 yılına ait karanlık ve mutantlar ile dolu bir dünyada S.T.A.L.K.E.R. adlı bir direniş örgütünün yaşadıkları anlatılıyor. Elbette durup dikkatlice baktığımızda konunun oldukça merak uyandırıcı olması sevindirici bir durum. Çünkü konudan yola çıkıldığında bizi tedirgin eden şeylerin sayısı gittikçe yükseliyor. Öyle ki aşırı radyasyon sonucu evrime uğramış canlılar bir yana , bölgelere müdahale eden askerler ve haritada çoğu yeri kaplamış diğer çeteler ile bol bol çatışmalara girmemiz söz konusu. Durum böyle olunca çoğunuz sıra dışı bir karakteri yöneteceğimizi sanıyorsanız eğer üzgünüm fakat yanılıyorsunuz. Çünkü karakterimizin diğerlerinden tek farkı büyük bir kamyon kazasından canlı çıkmayı başarmış tek kişi olması, onun dışında normal bir çete elemanından başka bir şey yok elimizde.

    Geçmişe dönüp bakarsak Beta Versionu ve Resmi açıklamalardan yola çıkıldığında S.T.A.L.K.E.R.'ın bizlere sunduğu seçenekler oldukça fazla. Mademki içinden çıkılmaz bir dünyadayız öyleyse bunu tüm hatlarıyla kullanma özgürlüğümüzün de bulunduğunu unutmamak lazım. Haritaya baktığınızda ne kadar çok ziyaret edilmesi daha doğrusu temizlenmesi gereken yerlerin olduğunu fark edeceksinizdir. Elbette elinizde bir Shotgun ile "Tüm haritayı yok edin"  denmiyor size. S.T.A.L.K.E.R. her ne kadar özgürlüğe dayalı bir oyun olsa da, görev konusunda standartlarımızı düşürmemiz oldukça doğal. Oyuna ilk başladığımız yeraltı ofisi başta olmak üzere ilerledikçe karşımıza çıkacak olan çete elemanlarından alacağınız sayısız görevlerle oyunu zar zor bırakacaksınız. Çünkü nereye ayak bassanız ya bir çatışma yada bir görev sizleri bekliyor olacak. Onun dışında takım dayanışması da unutulmuş değil. Telsiz bağlantısı ile ara sıra bir yerlere gidip duruma müdahale etmenizde isteniyor. Çatışmalarda takım arkadaşlarınızla beraber sırt sırta mücadele verme olanağınız olmasına rağmen yinede bilindik FPS moduna girerseniz tek başınıza gitmek daha heyecan verici oluyor. İşte tam bu noktada S.T.A.L.K.E.R. Shadow of Chernobyl bizlere bir "DUR" demek zorunda, çünkü oyunun zorluk derecesi tahmin edeceğinizden de zor durumda. Sanırım yapımcı firma oyundaki özgürlük amacını bir takım dayanışması şeklinde elde etmemizi istiyor olsa gerek, çünkü bu kadar çok çete elemanı hiçbir oyunda bu derece yan yana değil. Oyundaki bölgeleri maalesef koşarak gerimizde bırakıyoruz. Oynadığım süre boyunca bir araca binme şansı elde edemediğim için ara sıra bu durum sinir krizlerine sokabiliyor oyuncuyu. Bölgeler aynı mekanlarda yer almada belirli yerlerden başka bir tarafa geçerken ufak bir yükleme karşılıyor bizleri.

   Elbette bu uçsuz bucaksız haritayı elimiz boş dolaşmıyoruz. S.T.A.L.K.E.R. Shadow of Chernobyl bizlere belki de tüm oyun boyunca başımıza gelecek en güzel haberi daha ilk bölümden veriyor. Öyle ki, söz konusu oyunda o kadar çok kullanılacak silah var ki zaman zaman seçim yapmakta zorlanıyorsunuz. Silahlar ilerleyişinize göre değişiklik gösteriyor. İlk bölümlerde Handgun, SweetShotgun, AK-47, SubMachineGun vb. bilindik ve eski şeklinde isimlendirilebilinecek silahlar yardımımıza koşsada hem konunun hemde oyunda bulunduğumuz yıl dolayısı ile karşımıza çıkacak silahların teknolojileri artıyor. Silahların sınıflandırılmış olması ayrı bir artı. Örneğin karşınıza çıkacak birçok HandGun kafanızı karıştırıyor. Öldürdüğünüz karakterlerin tüm itemlerine sahip olma şansınızda yok değil. Bu yüzden cephane ve silah sorununuz hemen hemen hiç olmayacak gibi birşey. Oyundaki hayatta kalma yetenekleriniz elbette sadece silahlara dayalı değil. S.T.A.L.K.E.R. Shadow of Chernobyl getirdiği ve kendisini diğer FPS'lerden ayıran özelliklerini sergilemeye devam ediyor. Artik doğa ile de başımız dertte. Gelişen tüm felaketlerden sonra adam akıllı bir hava ve yeryüzü görmeyi düşünmüyorsunuzdur umarım. Sürekli dengesiz davranan bir hava ve yeryüzü afetleri başınızdan eksik olmayacak. Toprağa bulaşmış Radyasyon atıklarından tutun hava şartlarının bizlere vereceği zararlar oyundaki bir diğer sorunlarınız arasında. Aşırı yağmurda ıslanarak zarar görebileceğiniz gibi silahlarınızda bozulabiliyor. Ve en önemli anlarda tutukluk yapıyor, ya da kullanılmaz hale geliyor. Yoğun karda donma tehlikesi baş gösteriyor. Etrafınızdaki yoğun radyasyonlu bölgeler ölmenizi sağlıyor. Bunun gibi birçok özellik daha var. Fakat hava şartları oldukça gerçeğe uygun tasarlanmış durumda. Özellik yıldırım düşme olayı ağızları açık bırakabilir.


 

84
Müzik / En iyi DİVA hangisidir?
« : 23 Ocak 2011, 17:41:57 »
  Görelim bakalım en iyi DIVA hangisiymiş
 
Spoiler: Göster
 Not: Bülent Ersoy'U ankete katmamın sebebi, Türklerin Divası olmasıdır.

85
Düşler Limanı / Adam...
« : 22 Ocak 2011, 22:09:10 »
Yıl:2023. Kıbrıs

Adamın evine girdiğimizde, hüznün ve mutluluğun perişan yorgunluğu, ağır bir sigara kokusu ve ağlayan insanların günahlarını hissettik. Sevinç ve acı yansıtılmış birçok eşya, örneğin simsiyah bir kıyafet dolabı üzerine atılmış beyaz motifler, ve bu beyaz motiflerin ince ayrıntıları vardı.

“Buradan buyurun” dedi ve bize kırmızı motifli yemek masasında yer gösterdi. Masada birkaç bardak ve su süvarisi dışında bir şey yoktu.

“ne öğrenmek istiyorsunuz?” dedi
   
Ne söyleyeceğime karar veremedim. Bize bir şey ağırlamadı, sadece masaya davet etti ve su eşliğinde direk ana konuya daldı. Kişiliğinin nasıl bir şey olduğunu merak etmeme sebep açıyordu. Sanırım az sonra öğrenecektik.
   
“Röportaj yapmak istiyorum” dedim.
   
“Ne konuda?”
   
“Hayatınızla ilgili”
   
"Hangi kısmını?”
   
“Hepsini...”
     
Güldü. “Bir insanın hayatı en uzun romanlardan da uzundur.”
   
“Vakit çok” dedim.
   
“İyi o halde. Fazla zamanım kalmadı. Size her şeyi anlatacağım. Tabi bunu gidip kültürsüz dergilerde ya da kadın programlarında dedikodu haline getirecekseniz, önceden söyleyin”
   
“Emin olabilirsiniz efendim. Bunu yapmayacağım.”
   
“2 kişinin bildiği sır, sır değildir” dedi. “Ama bu artık umurumda da değil.”
   
“O halde anlatın.”
     
Ve o anlatmaya başladı. Tek sorun, eğer hayatımın değişeceğini bilseydim, bu adamı çocukluğumda tanımayı isterdim.

    ***

“Bir insan küçükken, yaşlanmayı pek dert etmiyor. Eskiden dert ettiğim son şey yaşlanmak olurdu. Hani masum olduğum zamanlardan bahsediyorum. Kederimin ask ve diğer şeyler için olduğu zamanlardan.
   
1990'lı yıllarda, insanlar kültürel paylaşımlara yeni başlıyordu. Bilgisayar sahibi olmak, tek kişilik odada iki kişilik yatağa sahip olmak - her ihtimale karşı-  ve televizyonu eksik etmemek gibi…  Her evde birden çok arabaya sahip olmak yeni bir şeydi. Ebeveynler çocuklarını otobüslerle okula yollamak yerine 18 yaşından küçükken arabayı vermeye başladıkları ilk dönemlerdi. Bunun onlar için daha az tehlikeli olduğunu düşünürlerdi. Tabi nedendir bilinmez, araba kazalarında ve intihar olaylarında ani bir yükseliş yaşanmıştı o yıllarda.
   
Bayramın ilk günü genellikle çocuklara harçlık verilen ve kebap çevrilen bir gündür. Ama her bayram içki içen bir aile reisinin araba kazası geçirdiği sıkça görülür. İşte 18 nisan 1997 de bunlardan bir tanesi yaşandı.
   
O zamanlar şeker bayramı 18 nisana düşerdi. Bilirsiniz işte, her sene 10 günlük bir değişim oluyor. Saatte 100km hızla giden babamın kontrolündeki araba, bir portakal ağacına saçma bir viraj üzerinde, 45 derecelik bir açıyla, tam da annemin oturduğu yerden çarptı. 3 yaşındaki bir çocuk için hayata pek de iyi bir başlangıç değildi, biliyorum. Ama zamanla alıştığım tek şey bu değildi.
   
Annemin vefatından sonra, üç senemi anneannemin yanında geçirdim. Anaokulun bittiği zaman, ki yeni bin yılda, 2000 senesindeydik, babamın yanına tekrar taşındım. Tabi ki yeni bir aile ile. Yeni bir anne, yeni bir ev, ve yeni bir hayat beni bekleyecekti.
   
İlkokul ve ortaokul kısa geçen bir dönemdi. Anneannemi sık sık görür, babaanneme her cumartesi giderdim, ama yeni ailemi bir türlü sevemezdim. İroniktir ki, bunun sebebi üvey annem değil, babamdı. Gözümde en ufak bir değeri bile yoktu. Üvey annem ise gerçekten iyi kalpli bir insandı. Kainattaki en iyi üvey anne, hatta belki de kainattaki en iyi kadındı. Her zaman babamın onu hak etmediğini düşünmüşümdür.”
 
Durdu ve bir bardak su doldurdu. “istediğinizde buyurun alın.”
   
“Teşekkür ederim.”
   
“Devam edelim. Ne de olsa gece bizim.”
   
“Buyurun…”

86
Şişedeki Mısralar / Ben, duymak istemezdim ağlamanı
« : 20 Ocak 2011, 17:43:59 »
    Ben duymak istemezdim ağlamanı.
    Keşke dökülmeseydi gözyaşların, akmasaydı makyajın.

    Hani, geçenlerde bir oyun oynamıştık ya,
    Kağıtlar ve kalemler ile ilgili…
    bir de portre vardı, Sarışın kadın.
    Sen kadını çizmeye çalıştın, ben seni.
    Kaybettim tabi oyunu.
    Seni, senden daha iyi çizememiştim.

    Kapatın tüm kapıları!
    Kaldırın üst üste dizilmiş hastalıklı apartman katlarının daire anahtarlarını!
    Ne biri girebilsin, ne de biri çıksın artık.
    Sökün!, on beş kilometre karedeki arabaların tüm tekerleklerini, sökün!
    Ne biri gelebilsin, ne biri gidebilsin artık!
    Kapatın tüm girişleri,
    Yakın, üç harfli Romen rakamlarıyla evlere asılmış kapı numaralarını!
    Kimse bilmesin adresimi…

    İyi dinleyin bu sözlerimi,
    Gazetelerin baş sayfalarına seri ilanlar verin yazdıklarımı!
    Gül ve karanfillerin yeni açan her bir dalını kesin!
    Görmek istemiyorum mezar çiçeklerini, işitmek istemiyorum insanların tutkusuz haykırışlarını!
    Asıl haykırış içimdedir benim..

    Sen değil miydin, sabahlara kadar kahve fincanını paylaştığım,
    Sen değil miydin uykusuz gecelerimin anlamı?
    Bir bardak su istesem getiren var mıydı?
    Nefes almasam kim keserdi gırtlağımı!
    Kapatın beni en kalın dört duvar arasına,
    Yalansız ölmeyi istiyorum,
    Boğuluyorum…
   
    Ben duymak istemezdim ağlamanı.
    Keşke dökülmeseydi gözyaşların, akmasaydı makyajın…

87
Genel Kültür / Felsefe kulübü
« : 19 Ocak 2011, 20:16:23 »
   
     Uzun bir zamandan itibaren süre gelen felsefe tutkum beni bu kulübü kurmaya itmiş bulunuyor arkadaşlar. Felsefe; yani tüm bilim dallarının atası, benim için önemi büyük bir alan olmuştur hep. Bu grubu kurma fikri değerli arkadaşım Gökçe (SoulSucker) ile birlikte aldığımız bir karardır.
    Kulübümüzün amacı aslında çok basit. Değerli kulüp üyelerimize her hafta bir konu vererek, o konu ile ilgili görüşlerini almak isteyeceğim. Tabi konuya bağlı olmak zorunda değilsiniz. Her türlü tartışmaya açık bir kulüp bu. Felsefe, her hangi bir konuda; sorgulama yapmak, deney yoluna baş vurmadan fikir yürütmek, kafa yormak, sorular sormak ve bu sorulara cevap aramaktır. sorulan sorular, cevaplardan daha önemlidir. Bu kulüp ile birlikte, hayatın anlamını sorgulamaya çalışacağız. Birbirimizin görüşlerini öğrenecek, bu görüşü geçersiz kılmak için kendi metotlarımızla bu görüşü çürütmeye çalışacağız. Elbette ki, bunu yaparken belli kurallara uymamız gerekiyor:

    KURALLAR:

 1- Küfür etmek kesinlikle yasaktır.
 2- Görüşlerinizi bir-iki cümlelik kelimelerle açıklamaya çalışmayın. (Görüşünüzü desteklemek, karşınızdaki kişiye görüşünüzü ispatsız kanıtlamanız için sağlam bir dil kullanmanız şarttır.)
 3-Şahısa yönelik iğneleyici tavırlar yanlıştır. Tartışmanın Kişisel kavgalara dönüştürülmesi kesinlikle yasaktır
     
   Bunun dışında serbestsiniz. Hatta Sokrates'in ünlü İRONİ metodunu bile kullanabilirsiniz. (insanlara alaycı bir dille gerçeği ispatlamaya çalışmak) Ama bunu da aşırıya kaçırmanız sağlıklı olmayacaktır.

   Evet arkadaşlar, kulübümüze hoş geldiniz. Umarım herkes için yararlı bir kulüp olur :)

88
Şişedeki Mısralar / Zordur...
« : 30 Aralık 2010, 19:58:57 »
Bir insanı unutmak zordur
sevmek zordur..
özlemek zordur...
yitirmek daha da zordur...

Bir insanı,
hatırlamak zordur...
beklemek zordur..
anlamak daha da zordur...

insanlarla ilgili olan her şeyi düşündüm bugün.
Sorguladım ve anlamaya çalıştım olan biteni.
İnsanlarla ilgili olarak tek bir kanıya vardım.
insanlar zordur.
İnsanlarla ilgili olan her şey;
kendi gibi zordur

89
Çizgi & Anime / Kamikaze Kaitou Jeanne (hırsız jin)
« : 30 Aralık 2010, 16:08:18 »
   Aramızda hırsız jin i hatırlayan var mı bilmiyorum ama, hırsız jin (Kamikaze Kaitou Jeanne) beni en çok etkileyen animelerden bir tanesi olmuştur. hatırlamak isteyen ya da bilmeyenler için Hırsız Jin'in konusu :

   '16 yaşında bir lise öğrencisi olan Marron, aslında Jeanne d'Arc'ın reenkarnasyonudur. Koruyucu meleği Finn'in yardımıyla Kaitou Jeanne'e dönüşerek karanlık güçlere karşı savaşır. Sanat eserlerinin içine gizlenerek insanların ruhlarını elegeçiren ve onları etki altına alan yaratıkları mühürleyerek yok eder. Ancak yaratıkları mühürlerken sanat eserleri de yok olur. Jeanne'i, sanat eseri hırsızı sanan polis ve polis şefinin kızı olan en yakın arkadaşı Miyako'yla başı derde girer. Bir yandan polisten kaçarken bir yandan da ortaya çıkan yeni bir "hırsız" olan Sinbad'la yarışmak zorunda kalır. Sinbad da yaratıkların peşindedir ama amacı ve kimin adına çalıştığı belli değildir.'

   Arina Tanemura tarafından yazılıp yönetilen ve 1998-2000 yılları arasında süre gelen iki serilik bu japon animesi, o zamanlarda japonya'da büyük etki bırakmıştır. Beni oldukça etkileyen bu animeyi izleyemeyenlere tavsiye etmeyi kendime borç bilirim

 

90
Şişedeki Mısralar / sensizliğe alışmak...
« : 06 Aralık 2010, 01:00:59 »
çocukluğumdan kalma bir müzik kutusu buldum geçen günlerde...
ingilizce bir melodi çalıyordu açılınca
her zaman sesi tanıdık gelen ama asla ismini bilmediğim...
dans eden bir figür vardır bu kutuda
nedendir bilmem, hep annemi hatırlatıyor bana

bir çiçekçinin önünden geçerken,
yağmurun bastırmaya çalıştığı karanfil kokusunu içime çektim.
sırılsıklam olmuş vaziyette öylece durdum orada,
nedendir bilmem, ama, annemi hatırlattı bana

alışmak ne zor işmiş!
alışmak değil de,
alıştıklarımızdan vazgeçmek çok zor geliyor insana.
bu denli mi alışmıştım anne sana?
bu denli mi alışmıştım ki,
şimdi alışamıyorum sensiz kalmaya?

    ***

geçenlerde yaşlı bir teyzeye yardım ettim karşıdan karşıya geçerken.
o kadar acınası görünüyordu ki!
kadın tüm gücüyle kendini karşıya doğru iterken,
saygısız sürücülerin ve sabırsız yayaların boru ve küfürlerine maruz kalıyordu...
ilk kez bir kadına acıdım anne...
bu kadar duygusal mıydım eskiden,
yoksa içimde saklıyor muydum benliğimi?
kendimi sorguya çektim anne...
göründüğüm gibi olmadığımı fark ettim.

belki biraz daha küçük olsaydım,
senin dönebilme ihtimalinle avuturdum kendimi
Pollyanna olmak isterdim ben de..
ama çok çabuk büyüdüm anne..

Sayfa: 1 ... 4 5 [6]