Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - vampireLLa

Sayfa: [1] 2 3 ... 8
1
Müzik / Acedia
« : 17 Ağustos 2009, 19:11:22 »


hep bilindik grupların dışına cıkıp biraz da yeni yetenekleri tanıtayım dedim.. Kütahya'lı 3 arkadasın oluşturduğu bu grubu ilk ortak arkadaşımız sayesinde myspace'de dinledim.. Sizinde dinlemenizi öneririm en azından Doom Metal'den hoşlanıyorsanız yada hoşlanmıyorsanızda bi dinleyim derim

Aşağıdaki kısa yazı Myspace'de ki kendilerini tanıtma bölümünden alıntıdır...  Müziklerini dinlemek için http://www.myspace.com/acediatr

Acedia” 2000 yılında “Kütahya”’dan “Volkan Aksu” ile İstanbul’dan “Hande Öztürk” tarafından kurulmuştur. Tarzlarını Doom Metal olarak belirlediler. İstanbul’da eksik olan müzisyen arayışları sürmüş fakat bir türlü istenilen şekilde kadro tamamlanamamıştır. H. Öztürk flutleriyle gruba eşlik etmekle kalmamış V. Aksu’ya müzikal konularda büyük yardımları olmuştur. İlerleyen aylarda “Barış Seyhan”’ın da dahil olmasıyla beste çalışmalarına başlanmıştır. “2001” yılında “Mehmet Külah”’ın gruba girmesiyle beste çalışmaları hızlanmış fakat H. Öztürk gruptan ayrılmıştır. Bayan solist olarak “Derya Türksever” gruba dahil olmuştur. “2003” senesine kadar grup beste çalışmalarına devam etmiş fakat çıkışını bir türlü yapamamıştır. Bunun en önemli nedenleri Kütahya’daki imkansızlıkların birbirini kovalaması ve kayıt teknolojileri ile ilgili doğru düzgün bilgilerin, bilenlerin bulunmayışı olmuştur. Ticari eksikliklerin tamamlanması için B.Seyhan ağırlığını ticarete, kayıt teknolojileri konusundaki eksikliklerin tamamlanması için ise M.Külah ağırlığını editing ve mastering konularına vermiştir. Bu zaman zarfında D.Türksever gruptan ayrılmış V.Aksu ise M.Külah ile beraber beste çalışmalarına devam etmiştir. Kısa bir dönem kişisel nedenlerden dolayı M.Külah gruptan uzakta kalmış bu arada Ümit gitarlarıyla gruba eşlik etmiştir. Tamamlanan eksiklikler ve edinilen tecrübelerle grup yeniden ağırlığını beste çalışmalarına vermiş 2008 yılına kadar birçok beste yapmış fakat çalışmalarının daha profesyonelce olmasını amaç edinerek herşeye profesyonelce sıfırdan başlamıştır. Grubun ilk ismi “Funeral of Autumn” olarak belirlenmiş daha Sonra “Silent Falls” olmasına karar kılınmıştır. “2004” senesinde ortak bir kararla “Acedia” olmuş ve değiştirilmemiş, halen de “Acedia” dır. 8 sene önce tohumları atılan bu projenin profesyonel ilk çalışması “Empyrium”un yeniden düzenledikleri “Autumn Grey Views” isimli parçasıdır. Yakın günlerde, geçmişte kayıtladıkları çalışmalarını daha profesyonelce yayınlayacak olan grup tarzında Kütahya’da bir ilktir. Grup büyük bir hızla çalışmalarına devam etmekte ve günden güne dahada profesyonelleşmektedir. “Acedia” nın edindiği en büyük 2 amacı, yapmacıklıktan uzakta en gerçek ve en yoğun melankoliyi hissettirmek ve müzikalitede en yüksek noktaya ulaşmaktır.

Etkilendikleri gruplar: Empyrium, Saturnus, Tenhi, Ulver, Lacrimas Profundere, Lake of Tears...


Vokal, piyano ve keyboard’da Volkan Aksu


Bassda, elektro’da, bateri ve bazı teknik konularda Mehmet Külah


Son olarak gitarda Barış Seyhan

2
Şişedeki Mısralar / gökyüzü kadar
« : 05 Ağustos 2009, 18:46:07 »
ihanetinle pislenen küçük dolaşımımdaki kanla
karalar çekerek ölümsüz kirpikdiplerine senin
senin mahşer atlısı dudaklarına
en çok da dudaklarına sokuldum!
üşüyordum,
üstüme doğru çekip o kedi dudaklarını
bir tay sığınırcasına anasına sana sığındım..
ölünle uyudum! anlıyor musun.. işitiyor musun..
cesedine yeni baştan hayat verebilmek için
ihtiyarladım.. ihtiyarladım..
ben zaten kendimi aşklarda
hep kalkışılınmış müthiş intiharlarla yaraladım!
koştum sürekli
bir hüzünden bir tersliğe dokunarak koştum

bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan
telaşlanır, ağlar
babasını sorar çevresindekilere
öldüğünü bildiği halde
adını unutur, yolunu kaybeder oturduğu evin
bir titreme gelir yerleşir ya ortasına mayısın
bir dikilir bir çöker ya
kalbine secde eden intikam
tam
tam yaza girecekken
yaza bir ekmek bıçağı tutuşturacakken
sapı plastik kötü bir ekmek bıçağı
-geri döner.. döner değil mi.. diye
birkaç kırık sözcük.. buruşuk..
-öldürürüm o zaman, kurtulurum.. deyip sustuğun
-kaçarım sonra, kimse sormaz.. deyip yığıldığın
nisandan hazirana doğru bir su kayakçısı
gibi süzülürken mayıs, ah bach!

ah benim bir kangurunun cebine yerleştirdiğim yavrum!
talanım! artanım! eksik kalanım!

nasıl yedirirdim ihanetini kendime
o dev hisle sen mayıstın ben mayıstım
herşey ama herşey elele mayıstı
seni o yüzden bağışladım!

uzanıp topraktan çıkardın beni
tozumu sildin, hohladın, parlattın
ovdun ve okşadın beni
çıktı içimdeki cin;
ondan
-gidecektin, mecburdun, hepsi gibi
affını diledin.

mayıstı.mecburdum.
seni o yüzden bağışladım!

3
Düşler Limanı / Gerçek...
« : 04 Ağustos 2009, 18:26:26 »
Gerçekten sevmiştim
Daha tanımadan
Hani bazen sıcak sütün buğusu
Bazen sigaramın dumanı gibi
Sahiplenmiştim nefesini
Neden?
Neden anlamıyorsun?
Biz seninle bilmediğimiz
Daha önce hiç kimseden duymadığımız
Bir dilde konuşuyorduk
Masallar gibiydi,
Evet öyleydi abartmıyorum
Sahiplen beni...

Tertemiz bir yalandın en çok, hani sana yazdığım onca alın yazısını bir kenara itecek kadar haklı, evet benden giderken, içimizdeki birşeyleri tüketirken, bedenimde temizledin kendini, kirini bende bıraktın, bırak kirlendiğimle kalayım, tertemiz bir bedene konmuş küçük bir ben kadar masum yapışayım en yumuşak iklimlerine, ben seninle kırılmış bir şeyleri bütünlemeye çalışıyorum kendi içimde.

Farkında mısın, seninle çaba verirken nelerimi kaybettiğimin? Hayat bembeyaz bir muamma öyle mi? Bu kadar kolay mı bir şeyleri yerine oturtmak, seni severken neredeydin, ulan. Kimsenin bilmediği bir dil yok, masal yok, yumuşak iklimlerim yok artık yok, yok ,yok!

Beni bulmak istiyorsan getto sokaklarda ara, herhangi bir kaldırımın kenarında, çokça dokunulmuş, okunmuş gazete parçalarına sarılarak ağlıyor bulursun belki, belki sokak kedileriyle bir şeyler paylaşmak istiyorumdur, bir parça ekmek ya da bir tutam sevgi. Bu kimsesizlik ürkütür oldu beni, sensizlik değil... Sokak kedileryle bir Beyoğlu akşamı balık istifi o kalabalıkta açtığım kucağıma ilk kim düşerse sahiplenirim belki, ama seni değil. Sen benim ölen bedenime bir ben değil, bir çamur damlası olup düşemezsin bile artık. Hayat yıkar, hazırlar, hayat gömer bile beni. Ama sen değil!...
İçimin acısını bastırabilecek bir beden yok bende!

Hayat bir makyöz gibi kaldırımda duran bedenimi kamufle edebilirmiş... Ama sen değil.

Git buradan artık giiiit... Hayır, gitme...
Gelde eriyen içimi gör, yüzüme bak ne kadar eski, elimi tutma hayır, gözlerime bak, umutlandır beni. Eski sahte bir yalan söyle bana “seninim” de, ben alıp ruhumu, bedenimi gideyim, bir köşede içime atayım, kendimi öldüreyim, içimi sökeyim. Bak, ne kadar onurlu ve gururluyum. Senin yaptığın yanlışı ben alacağım.

İyi günler sana tutkulu aşkım!
Kendimi seni sakladığım sokaklarda
Aramaya adayacağım...
Yüzün yüzüme değdi
Ay parçalandı o akşam...

4
Düşler Limanı / Karanlık Kutu...
« : 04 Ağustos 2009, 18:25:16 »
Karanlık bir kutu bu.İnsanın karakutusu, kurukafasıdır diyen uzak arkadaşımın, ayaklarını sallaya sallaya oturduğu duvardan üzerime, kağıttan uçaklar attığı gece! Onun havaalanı olduğum saatlere yargısız sadakatlerin çöküşü! Kur yapan bir karınca yuvası vardı gözbebeklerinde!

Hüznün çiçeği pek yakışır sevgilinin ağzına! Hafif hafif ısırır! Bir savaşa gidiyordur, öldürecektir! Barış yanlısı olamayacak kadar talihsizdir!

Kemanla piyanonun gücünü gözler önüne seren nefis bir melodi olarak hatırlanacaksın sen çocuk! Düştüğün adada, sahilde yaktığın ateş gibi parlayacak göğsüm, sen beni yaşattıkça!
Bileğimi kestim, bileğini kestin. Ordan çektiğimiz iki damarı bağladık birbirimize. Artık büyük dolaşımın adı “sevda”ydı! İçimde hissederken kanını, bu şehrin daraldığını, aşağılara genişlemek istediğini düşünüyorum. Kanın beni üşütüyor.

“Hiçbir şeyi unutma! Ben unutmayacağım!” diye fısıldamıştın kulağıma otobüse binerken. Arkanda seni seven kadın duruyordu. Bakışlarımı kaçırmıştım. Bakışlarımı kaçırıp yüzümden fidye istemiştim. Şimdi aynı bardaktan su içemiyoruz! Ben bunu biliyorum, su biliyor, bardak biliyor; bir sen bilmiyorsun! Seyehat acentaları önünde ayrılan, orda kavuşan, orda tutkuya büyümesi için izin veren insanlardan bizi ayıran nedir ki... Ayrılığı 4 tekerleğin yönüne bindiren mi suçludur, o 4 tekerleğe bir beşinci tekerlek olarak eklenen mi? Ansiklopediler bile açıklayamıyor bunu.

Dallı budaklı bir bedende, teras katındayız. Bütün görüp görebileceğimiz HAYAT! O yüzden zar tutma, kağıt kurma, taş çalma aşkın peşinde koştururken! Kök salmak, bitkilere has bir özelliktir; sen bir yere yerleşemezsin. Geleceksin... Seni ölüme, aykırılığa, başkaldırıya davet eden, ait olduğun bu soktuğum cehenneme geleceksin. Bir çeşit love story meselesi! Ama cesaret, biraz da büzük meselesi!

Sesim duyuluyor mu? Sesimi işitmeye çalışanların kulakları var mı?

Gece otobüslerinde cam kenarı masalları. Gece otobüslerinde valizlere, çantalara doldurulup götürülen onca an! Gece otobüslerinin seveni karartan o soluk, sarı ışıkları. Karanlık bir kutu bu. Karanlığı yasallaştıran, karanlığı bir güç gösterisine dönüştüren, aydınlıklarla sınırlı olduğunu kanıtlayan bir kutu bu otobüs!

Muavini çağır yanına ve ona de ki: “Ben asla gelmemiştim, asla da dönmüyorum!”

Zamana arka çıkan kahramanlar, yiğitlikler-trajik çelişkiler ve bir boka yaramayacak hüzünler için yakınlaştık seninle. Yeni yıkanmış bir salkım üzüm gibiydin şarabını saklayan. Ben Orta Çağ Avrupa’sını anlatan uzun metrajlı, biraz yavan, biraz vakit geçirtici bir filmdim; sen ise Nirvana’ya ait şık bir klip!

Aşk; ağır iştir. Emekli olamazsın, sigortası yoktur, ikramiye alamazsın, yıllık tatil izni verilmez, greve kalkıştın mı yersin sopayı, her dakika nakavt tehlikesiyle burun burunasındır. Aşk ağır iştir! Yol boyunca bunu şöföre dayatamazsın. O, uykuya yenilmek üzeredir, sen ise rüyaya!

Yolculuklar neye ulaşma isteğidir? Bir inkar, bir veda, bir çarpışma, bir yaralanma nedeni midir? Böyle çekip gitmek geride kalanı zorla Stand-Up Tragedia oyuncusu kılmaz mı? Bu kılınan farz mıdır? Otobüslerin hiç vicdanı yok mudur?

Gece otobüslerinde kurduğun hikayeler, walkman’de dinlediğin ezgiler. Gece otobüslerinin konakladığı tesislerde bir kaç lokma atıştırırken kendini farklı bir açlığa ve susuzluğa gömülü bulman... Gece otobüslerinin kırgın, ezik, yılgın yolcuları! Heeyy, size diyorum! Otobüsümüz asla mola vermeyecektir ve siz ihtiyaçlarınızı gidermek için bambaşka aşk yolculukları yapmak zorunda kalacaksınız.

Karanlık bir kutu bu otobüs.

Buğuladığın cama birşeyler yazarken sen, hareket ediyor araç. Bakıyorum ardından. İşte gidiyorsun! Gidiyorsun işte! Bir kenti terkediyorsun. Belki de sonsuza kadar. Sonsuzluk neyse, ne halta yararsa, sonsuza kadar terkediyorsun belki de. Kaybolan farlara, stop lambalarına şöyle seslenmek geliyor içimden:
“Ben bir silahım! Ama hiçbir silah yaralayamaz insanı, bir başka insan olmadan.”

5
Eğlence & Mizah / Çeşitli Çizimler
« : 25 Temmuz 2009, 18:33:05 »
öhöm .. efem şimcik grafik okuduğumdan okulda yaptığım çizimleri koyayım dedim.. hani bu tarz çizim sınavlarıyla gsf tarzı okullara girmek isteyenlerede itinayla yardımcı olunur xD

öncelikle 30.sn'de çizemeyen çizene kadar okuldan çıkamaz politikasıyla yapılan çizimler :D
Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


kompozisyon karakalem
Spoiler: Göster


Kompozisyon noktalama (aha ben bu noktalamayı 3 hafta yapmak için uğraştım tık tık tık tık ağaçkakan gibi..millet 25x25e yaparken ben 35x50’ye calıstım nemad hoca sağolsun <.<)
Spoiler: Göster


Kompozisyon lavi
Spoiler: Göster


Final çalışması Metal Müzik Komp. karakalem
Spoiler: Göster


Depresif soyutlama “nefertiti”
Spoiler: Göster



daha bi kaç tane daha koymustum ama imageshackden attıklarım gözükmedi neyse devamı gelceeek ... Sevgiler ~ Ms. VampireLLa

6
höm şimdi aşağıdaki yazıyı normalde frp için yazmıştım fakat yiğitle olan yanlış anlaşılmalarımızın sonunda ben oyun yerine bi koca sayfa yazı yazdım :D yiğitede kızmadım değil ... neyse yiğit dediki "abla bunu denemelere koysana" bende peki diyerekten buyrun koyuyorum  "....."  yere kadar olan yiğitindir gerisi benim :P


Beyaz ve güzel teniyle, kadın dar sokakta koşuyordu. Sokaktaki tüm kağılar kilitlenmiş ve etraftaki tehlikeye karşı herkes evine saklanmıştı. Her ne kadar olmadığı söylense de dışarıda bir dehşetin gezdiği biliniyordu.

Hızla koşar ve kaçarken -neyden kaçtığını bilmeden- sokaktaki bir taşa takıldı ayağı ve kadın tökezledi. Kafasını kaldırdığında bir an korktu, çünkü önünde kara giysili bir adam duruyordu. Ay ışığının altında, adam bu dehşet verici yüzüyle, garip bir görüntü yayıyordu.

Adam, elini uzattı kadına doğru.

"Bayan, yardım ister misiniz?"

Kadın titreyen elini, adamın eline koydu ve yerden kalktı.

"Korkmanıza gerek yok," sesinde garip bir tını vardı, "Ben Deis Şatosu efendisi, Deis Lasombra."

Kadın, bir lorda güvenebileceğini sandı ve sesindeki o garip tınıya kapıldı. Kafasını hafifçe eğdi ve reverans yaptı. Adam ise, kadına yaklaştı ve onun boynunu öpecekmişcesine boynuna yaklaştı.

Kadın, sadece küçük bir acı hissetti...

***

3 sene sonra,
Londra, Deis Şatosu

Lord Lasombra, karanlık odanın içindeki koltuğunda, içeri giren hafif bir ay ışığ dışında hiç bir ışığın olmadığı oda da oturuyordu.Önünde ise, bundan tam 3 sene önce vampir yaptığı Eliisa, sabırsızlıkla bekliyordu.

"Eliisa, kızım, senden çok özel bir şey istiyorum. Şehirin içinde, Thames nehrinin karşısında küçük bir kilise var. Oraya yeni bir papaz atanmış. O papazı vampir yap ki, Londra içindeki tüm papazlar kontrolümüz altında olsun."

……

“büyük bir zevkle babacım” dedim kocaman sinsi bir gülüşle Lorduma… Önünde büyük bir zarafetle eğilip reveransımı yaptım ve ilk defa birini vampir yapmanın verdiği heyecanla Thames nehri karşısındaki kiliseye doğru ilerledim.

Kiliseden içeri adım atmamla birlikte yüzüme vuran ışık etraftaki mum yağı kokusu içime işlemiş kusma isteğimi doğurmuştu. Işıkların tek tek kapanma sesleri ilişti kulağıma. “şu vücut rengimi değişsem” iyi olacak diye geçirdim içimden. Ve kireç gibi bembeyaz olan rengim bi anda buğday rengine dönüşmüştü.. “peki ya gözlerim..onları nasıl halledicem” dedim.. O sırada kulağıma ilişen, git gide yakınlaşan ayak sesleri başımı öne eğmeme neden oldu..

“sende kimsin kızım” dedi ses..

Başımı kaldırmadan konuşmaya başladım.. “günah çıkarmaya geldim peder” dedim. Bu sözü söylediğimde kendimden tiksindiğimi hissettim.

“içeri geçmek ister misin yavrum? Babamızın adına seni dinleyip günahlarını affedeyim” dedi adam..

Daha fazla dayanamayacaktım başım öne eğik olduğu halde uzaktan görecek bir kişi bile nefretimi anlayabilirdi “baba mı senin o baban hilekâr” diye bağırmak geçti içimden.

“Ben.. ben yapamayacağım, peder” dedim. Amacım onu dışarı çıkarmaktı bu kilise denen yerin pis kokusu içimi allak bullak etmişti bi an önce pederi dönüştürmem lazımdı.

Başımı kaldırmadan hızlı bir şekilde adama arkamı döndüm ve kilisenin dışına attım kendimi. Gecenin o kokusu beni kendime getirmişti. Peşimden geldiğini hissediyordum, hemen kilisenin yanındaki ağaca tırmandım. Dışarı çıkmıştı deli gibi bir o yana bir bu yana dönüyordu “kızım nerdesin geri dön anlat bana her şeyi” diye bağırıyordu gecenin karanlığında.

“Tam zamanı” dedim ve ağaçtan, kilisenin çatısına atladım. Çıkardığım “çıt” sesini duymuştu. Bir anda sustu kıpırdamıyordu az önce deli gibi beni arayan gözleri şimdi etraftan çıkacak sesin kaynağını algılamaya çalışıyordu. Çatının üstündeki taşı alıp kilisenin kapısından içeri fırlattım. Taşın sesiyle birlikte yüzünü kiliseye dönen pederin arkasına uçtum ve kollarımı boynuna sardım

“Bana yardım et peder” dedim alaycı ses tonumla küçük korkmuş bir çocuğu taklit ederek ve devam ettim. “cıx cıx hiç yakıştıramadım sana peder” şimdi sesim değişmişti kadınsı bir ses bürünmüştüm dudaklarımı boynunda dolaştırıyordum ellerim ise omuzlarında masaj yaparmış gibi gezinmekteydi.

“Sen… sende kimsin” dedi peder ürkek seslerle..

“aa korkma ama yakışıklı. Benim adım Eliisa. Hem senin bu karanlıkta gece vakti dışarıda ne işin var. Annen sana söylemedi mi, geceleri dışarısı senin gibiler için güvenli değil..”  küçük bir öpücük kondurdum boynuna, o boynu hemen ısırmak için neler vermezdim, ama biraz daha beklemeliydim. Titriyordu.. küçük korkak çocuklar gibi titriyordu. Ama sesim dokunuşlarım onu etkilemişti hissedebiliyordum.

“Bakın siz şu küçük peder’e. Ayıp ama. Sizin böyle şeyler düşünmeniz hissetmeniz günah değimli ” dedim ve sesimi biraz daha yumuşatarak devam ettim “babanız, yaratıcınız size bunları yasaklamadı mı? pis günahkar.” Gülüyordum. Bu gülüşüm onu korkutmuş olmalıydı ki önceden kaçmak için vermediği tepkileri şimdi veriyordu.

“bırak beni lütfen ne istiyorsun benden” dedi korkmuş sesiyle.

“ne mi istiyorum… Babamın verdiği görevi yerine getirmek istiyorum. Lordumun isteğini yapıyorum… Ve seni bize dönüştürmeye geldim.” Artık karşısındaydım, ama ellerim hala boynunda dolaşıyordu konuşmaya devam ettim.

“bu kadar çok konuşmak bile fazla sana, babam seni bekliyor ve onu daha fazla bekletmek istiyorum” dedim ve nefes almasına bile izin vermeden boynuna dişlerimi geçirdim. Bağırmaya kalkıştı önce.. Sesi yetmedi. “Yapma lütfen” demeye kalkıştı.. Sesi çıkmadı.. Almıştım artık kanını,ağzımın kenarından akan kan damlalarını da sildikten sonra konuşmaya başladım

“şimdi sıra sende” dedim ve sağ elimde bulunan yüzükle sol bileğimi kestim ve rahibe uzattım. Önce direndi itekledi kolumu… Sonra öleceğini hissettiğinde koluma yapıştı ve çok uzun süredir yemek yemeyen pis bir insan gibi kanımı içtikçe içti… Hepsini emicek sandım çekemiyordum kolumu kanımı değil beni tüm benliğimi emiyordu sanki. Kolumu zorla çektim.

Aradan birkaç dakika geçmişti ki solan rengi düzelmiş dişleri bizimkilere uygun hale gelmişti… Ayağa kalktı tek bir kelime etmeden etrafı koklamaya, dünyaya bizim gözlerimizle bakmaya başladı. Başarmıştım babamın istediği görevi yerine getirmiştim. Bu mutluluğun verdiği hazla birlikte “gidiyoruz” dedim “babama gidiyoruz”…



7
Malûm, Vlad düşmanlarını kazığa oturtması ve onların kanını içmesiyle nâm salmış bir tarihsel kişilikti. "Dracula Parkı" projesinin mimarlarının hedefi de kurulacak parkın içindeki bütün etkinliklerin bu vampir esprisine uygun olmasıymış. Sözgelimi, turistlere kan renginde pudingler, beyin şeklinde tatlılar falan satmayı planlıyorlarmış. Ve tabiî Dracula'yı Dracula yapan şu ünlü kazıkların da hemen her köşeyi süsleyeceği belirtiliyordu sözkonusu haberde...

"Liberal piyasa ekonomisi" tam olarak böyle birşey işte. Ardında yoğun bir trajedi barındıran en istisnai tarihsel olayları ve kişilikleri bile gün gelir para için hiç acımadan soytarıya çevirir. Hele de Vlad'ı yüzyıllardır su katılmamış bir "ulusal kahraman" olarak gören Romenlerin böyle bir işe kalkıştığını gördükten sonra, vahşi kapitalizmin bu yıkıcı kudreti konusundaki endişelerim artık iyice arttı.

Yakın geçmişte bir belgesel film çekimi kapsamında Transilvanya'yı ziyaret edene dek, doğrusunu söylemek gerekirse benim de Vlad Tepeş'e ilişkin bütün tarihsel malûmatım lise kitaplarından öğrendiklerimle sınırlıydı. Ancak, Karpatlar'da çıktığım o gizemli yolculuğun sonunda, öğrencilik yıllarında adını her okuduğumda gözümün jönünde daima canavara yakın bir surette belirten bu ürkütücü insanın gerçek öyküsünü öğrenme fırsatını elde ettim. Evet, Vlad'ın, bizim okul kitaplarının yazdığından çok daha derin ve trajik bir bağı vardı Osmanlı Devleti'yle. Üstelik, bu bağ, Fatih Sultan Mehmet Han ile çocukluk arkadaşlığına, hattâ bir çeşit "kan kardeşliğine" dek uzanıyordu.

Hemen belirteyim ki bu soluk kesici tarihsel öyküyü, Romanya'da çıktığım renkli yolculuk boyunca bana kılavuzluk yapan son derece aykırı bir adamdan, "Transilvanyalı Dracula Derneği'"nin egzantrik başkanı Nicolae Paduraru'dan öğrendim. Kurduğu dernekten de anlaşılacağı üzere aklını Kazıklı Voyvoda ile bozmuş olan Bay Paduraru, Türklerin Vlad'ın hazin öyküsünün önemli bir bölümünde sürekli ön planda olmalarından dolayı, yalnız Romanya tarihini değil aynı zamanda Osmanlı tarihini de yemiş yutmuş "profesör zihni sinir" tipinde bir adamdı. Romanya topraklarında bir hafta süren çalışmamız boyunca da bana Türk-Romen ortak tarihinin derinliklerinden hiç bilmediğim ve duymadığım nice garip olaylar aktardı. Bu alandaki derin bilgi birikimiyle şöhreti ülkesinin sınırlarını aşan Paduraru'ya, şimdilerde History Channel'de vampir efsanelerinin incelendiği bir belgesel programda da sık sık rastlıyorum.

Bükreş'ten başlayan yolculuğum sırasında, Kazıklı Voyvoda'nın hayatında dönüm noktası oluşturan bütün ana duraklara tek tek uğradım. Vlad'ın doğduğu Sighişoara kasabası ve müze olarak korunmakta olan evi, Osmanlı ordusu tarafından kuşatma altına alındığı kuş uçmaz kervan geçmez Poeinari Kalesi ve Snagov gölünün üzerindeki bir manastırda bulunan ürkütücü mezarı, bu duraklardan yalnızca bir kaçıydı.

Gezimizin bir durağında ise Braşov kentindeki görkemli Bran Şatosu'nu ziyaret ettik. Burası görsel açıdan olağanüstü etkileyici bir yer olmakla birlikte, güzergâh ve tarihsel kronoloji itibarıyla Voyvoda'nın öyküsüyle pek örtüşmüyordu. Gezdiğimiz şatonun Vlad'ın serüveninde ne gibi bir anlamı olduğunu sorduğum Bay Paduraru bu soruma karşılık acı acı gülerek "Aslında hiç bir anlamı yok" cevabını verdi. "Biz Romenler Amerikalı turizm yatırımcılarının yoğun baskısı altındayız. Bu adamlar yıllardır seyrettikleri şatolu vampir filmlerinden dolayı, turistlere Dracula turu yaptırırken mutlaka heybetli bir şato da görmek istiyorlar. Bizler de mecburen batıdan gelenlere burayı gezdiriyoruz. Aslında Vlad burada hiç oturmadı. Çünkü ömrü boyunca Türklerle savaşmaktan şatolarda keyif çatmaya pek vakit bulamamıştı."

Sizin anlayacağınız, öykünün bu deforme edilmiş versiyonunun ilk temelleri, Bran Şatosu'nun efsaneye dahil edilmesiyle, yani benim Romanya'yı gezdiğim 1998'lerde atılıyordu. Para için herşeyi sulandıran kapitalist girişimciler de şimdilerde "Dracula Parkı" gibi numaralarla bu oyunu iyice pekiştirmekteler...

Bu pazar Amerikan "showbusiness" palavralarını bir kenara bırakıp yine kendi yolumuzdan gidecek, sıradan bir tarih kitabında ayrıntılarına çok zor ulaşabileceğiniz trajik bir öyküyü, Vlad Tepeş ile Fatih Sultan Mehmet Han'ın sonu kan ile noktalanan arkadaşlığının öyküsünü, tamamen alternatif kaynaklardan derlediğimiz bilgilerle sizlere aktaracağız. Okuduktan sonra şöyle bir düşünün bakalım, İngiliz yazar Tolkien'in bütün dünyayı ayağa kaldıran "Yüzük Kardeşliği" mi daha etkileyici, yoksa bu mu? Üstelik (tarihsel açıdan tam netleştiremeğim bir kaç ayrıntı bir kenara bırakılacak olursa) bu öykü büyük oranda da gerçeklere dayanıyor...

"Şeytan'ın oğlu" saraya gidiyor

Türkler, 1431 yılında Orta Romanya'daki Sighişoara kasabasında dünyaya gelen Vlad'ın hayatında, henüz küçücük bir çocuk olduğu günlerden, savaş meydanında son nefesini verdiği âna dek daima en belirleyici unsur oldular. Buna belki de "alınyazısı" demek daha doğru olur.

Macar kralı Vladislav'ın seçkin birliklerinde yer alan babası Vlad Dracul cengâverliği ve acımasızlığıyla ünlenmiş bir şovalyeydi. Soyadı olarak kullandığı lâkâbı "Dracul"un Romencede "şeytan" anlamına gelmesi de ona yönelik kitlesel korkunun somut bir ifadesiydi aslında.

Vladislav'a bağlı diğer bütün seçkin şovalyeler gibi, kılıcında ve zırhında bir ejderha figürü bulunan baba Vlad, giriştiği savaşlarda uçurduğu yüzlerce kafaya rağmen, oğlu doğduğunda bütün babalar gibi pamuk kalpli bir adama dönüştü ve sevinçten bayram etti. Evladını el bebek gül bebek büyütebilmek için de bütün imkânlarını seferber edecekti nâmlı cengaver...

Romenlerin "Wallachia" olarak andıkları bu topraklar Sultan 2'nci Murat'ın amansız akınlarının ardından Eflak ve Boğdan adlarıyla Osmanlı'ya bağlanınca, baba Vlad da Türklerin o dönemdeki başkenti Bursa'ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kalıyordu.

Osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. Devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. Bu doğrultuda Wallachia'nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran Sultan Murat Han, onlar arasından Vlad Dracul'un adının ön plana çıktığını görecekti. Bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent Edirne'ye getirildi. Ablası sarayda "prenses" statüsünde ağırlanırken, gelecekte Eflak ve Boğdan Voyvodası (Osmanlı'da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş Vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alınıyordu.

"Ölünceye dek kardeşiz"

Küçük Vlad, Edirne'yi ve Osmanlı saray hayatını kısa sürede benimser. Murat Han da sarayının koridorlarında ablasıyla birlikte koşturup duran bu küçük konuğun üzerine titremektedir. Gelecekte Osmanlı'nın Balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadâkatle yönetecek olan bu zeki Romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını arzulamaktadır Sultan. Türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verir. Bu kişi, sonradan "cihan fatihi" olarak anılacak olan sevgili oğlu Mehmet'tir.

Şehzade Mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan Romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçer. Birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri alır, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrenirler. Zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşecektir iki çocuğun. Büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleşir, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek "kan kardeşi" olurlar.

Yıllar geçecek ve yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki arkadaşın yolları zorunlu olarak ayrılacaktır. Vlad seçkin bir yönetici adayı olarak anavatanına geri gönderilir. Babasının 1451 yılındaki ölümü üzerine genç yaşında tahta geçen Sultan Mehmet ise 1453 yılında, İslâm aleminin öteden beri en büyük hayâli olan İstanbul'un fethini gerçekleştirerek yüce peygamberimizin hadis-i şerifindeki övgülere mazhar olur.

Onun bu büyük askerî başarısını, yıllar sonra geri döndüğü ülkesinden hayranlıkla izleyen Vlad da yeni başkent İstanbul'a siyasî bağlılığını bildirir. Genç lider bunun üzerine 1456'da Sultan Mehmet Han tarafından Eflak ve Boğdan'a resmen "Voyvoda" olarak atanacaktır.

Başlangıçta herşey yolunda gitmektedir. Bölgeyi büyük bir başarıyla yöneten Vlad, Osmanlı'nın çıkarlarını içtenlikle korumakta ve devletin vergi gelirlerini düzenli olarak tahsil edip merkeze yollamaktadır. Bunun karşılığında saray da ona her Voyvoda'ya tanınmayan düzeyde çok geniş bir özerklik alanı sunmuştur.

Ancak, zaman geçtikçe Vlad'a bir haller olmaya başlar. Romen soyluları arasında esen miliyetçilik rüzgârları, İstanbul'a bağlılığı kuşku götürmeyen onu da adım adım etkilemeye başlamıştır. Bölge bağımsızlık hareketleriyle için için kaynarken, herkes Voyvoda'dan bu yeni dalgaya önderlik etmesini beklemektedir. Bu noktada babasının efsanevî savaşçılık kariyeri de sık sık önüne konulur ve aklını başına toplaması istenir. Bir tarafta gönülden bağlı olduğu Fatih, öte tarafta ise bağımsız Wallachia'ya kral olma hayâli...

Vlad giderek öylesine büyük bir açmaz içinde kalacaktır ki bu durum onu kısa sürede alkole düşkün biri haline getirir. Sabah akşam içmekte ve emirlerine uymayanlara akıl almaz işkenceler yapmaktadır. Bu arada Voyvoda babasının bölgede efsaneleşmiş olan soyadı "Dracul"u da "Draculea" (Eski Romencede "şeytanın oğlu") şeklinde kullanmaya başlar. Eflak ve Boğdan'a egemen olan huzurlu ortam bir kaç yıl içinde yerini tam bir cinnet atmosferine bırakacaktır.

Adalet duygusunu tamamen yitirmiş vaziyetteki Vlad, kendisine zalimâne bir de meşgale bulmuştur: "Kazığa oturtma işkencesi... Sarayının çevresini binlerce sivri kazıkla donatan Voyvoda, suçlu olarak gördüğü kişileri canlı canlı bu kazıklara oturtmakta ve kurbanlarının bazen günler süren can çekişmelerini büyük bir keyifle izlemektedir. Bu arada, halkı arasında, onun şeytanî bir güç kazanmak amacıyla düşmanlarının kanını içtiğine dair söylentiler de yayılmıştır.

Eflak ve Boğdan'da bunlar olup biterken, Voyvoda'nın sapkın davranışları İstanbul'a, Fatih'in kulağına dek ulaşır. Bölgede yaşanan kargaşanın merkezinde çocukluk arkadaşı Vlad'ın olduğunu öğrenen Sultan, duyduğu bu korkunç haberlere ilk anda inanmak istemez. Ancak, hem vergileri toplamak hem de olup bitenleri araştırmak üzere gönderdiği diplomatik temsilcilerinin başına gelen korkunç bir olay, cihan hükümdarını radikal bir karar almaya sevkedecektir.

Ruhsal dengesini tümüyle yitirmiş durumdaki Vlad, İstanbul'dan gelen elçiler sarayına ulaştığında hayatının hatası sayılabilecek bir adım atar. Konuklarını tutuklatır, onlara bizzat kendi elleriyle işkence yapar ve sonunda da -ellerinde Fatih'in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşıyan- bu kişilerin hepsini kazığa oturtur.

Fatih, elçilerinin akıbetini duyduğunda uzun uzun ne yapacağını düşünür. Başka hiç kimseye göstermeyeceği bir tahammülle Vlad'a son bir mektup daha gönderir. Cihan fatihi, çocukluk arkadaşına aklını başına toplamasını ve bu tür vahşet gösterilerinden vazgeçerek Saray'a bağlılığını yinelemesini emretmektedir. Vlad'ın bu son uyarıya verdiği karşılık ise onu geri dönülmez bir yola sokacaktır. Voyvoda artık İstanbul'un otoritesini tanımadığını bildirerek bağımsızlığını ilan eder. Kardeşlik yemini artık sona ermiştir.


"Geliyorum deyyus Vlad!"

1462 yılı ilkbaharında emrindeki büyük bir ordu ile Balkan seferine çıkan Fatih için artık tek bir hedef vardır. İbret-i âlem için Vlad'ı yok etmek. İsyana destek olan bütün yerel yöneticileri etkisiz hale getirerek Eflak ve Boğdan'ın içlerine doğru ilerleyen kızgın komutan, en büyük hedefi durumundaki Vlad'ı ise Poeinari Kalesi'nde kıstırır. 900 metre yükseklikteki sarp bir dağın zirvesine kurulmuş bulunan Poeinari Kalesi, erişilmezliğiyle tam bir kartal yuvası görünümündedir. Bu haliyle de aşağıdan bir saldırıyla düşürülmesi bir hayli güçtür. Ancak, hiddetinden yanına yanaşılamayan Fatih'i hiç bir zorluk durduramaz. Birlikleriyle kalenin çevresini kuşatan Sultan, Vlad'a son mesajını gönderir: "Artık işin bitti! Geliyorum deyyus Vlad!"

Her iki komutan da birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmektedirler. Vlad bu avantajını kullanarak, kıstırıldığı yüksek kalede aylarca direnmeyi başarır. Buna karşılık, lojistik desteği tam olan Osmanlı ordusu da hiç acele etmemekte ve kalenin dibinde sinir bozucu bir sabır içinde kamp yapmayı sürdürmektedir. Öyle ki sırf kaledekilerin direniş gücünü yıkabilmek için zaman zaman askerî bandonun kılıçların şakırdadığı gösteriler düzenleyip gürültülü savaş marşları çaldığı bile olur. Fatih, kendisine karşı sergilenen bu büyük ihaneti muhatabını aşağılayarak cezalandırmaktadır. İnatçı bir adam olan Vlad Fatih'in taktiklerine direnir direnmesine, ancak kalede kendisiyle birlikte mahsur kalan sevgili eşi Elizabetha ise onun kadar güçlü değildir. Genç kadın bu sinir savaşına daha fazla dayanamaz ve kuşatmanın ilerleyen haftalarında kendisini kalenin burçlarından aşağı bırakarak intihar eder.

Wallachia, İstanbul Fatihi'nin bağımsızlık peşindeki prense verdiği bu ağır dersi anlatan öykülerle kaynamaya başlamıştır. Vlad'ı kendi egemenlik bölgesinde siyasî olarak bitiren Fatih, isyancı bir Voyvoda için İstanbul'u bu kadar uzun süre sahipsiz bırakmanın riskli olacağına karar verir ve hasmının yakalanmasını beklemeksizin birliklerinden bir kısmını yanına alarak merkeze geri döner. Giderken Eflak'a yeni ve sadık bir Voyvoda atamayı da ihmal etmeyecektir. Eşinin intiharıyla psikolojik olarak çökmüş olan Vlad, kurtulmak için son bir hamle daha yapar. Fatih'in yokluğunda bir ölçüde gevşemiş olan kuşatmayı yarmayı başaran devrik Voyvoda, kendisine yardım eden bazı Rumen köylülerinin de yardımlarıyla bir gece komşu Macaristan'a kaçar. Romen tarihçiler, Vlad'ın kaçışını haber alan Fatih'in buna çok da fazla öfkelenmediğini söylüyorlar. Bugün için büyük Sultan'ın o anda neler düşündüğünü elbette ki net olarak bilemiyoruz, ancak olayların gidişatı onun çocukluk arkadaşına ülkeyi terketmesi için yine de son bir şans tanıdığı kanısını uyandırıyor bizlerde. Malûm, "kan kardeşliği" yeminini öyle bir çırpıda silip atmak kolay değil...


Son çırpınışlar ve ölüm

Macaristan'ın Vishegrad ve Pest kentlerinde tam 14 yıl sürgünde kalan Vlad, ülkesinde yönetimi ele geçirebilmek için yıllar sonra son bir deneme daha yapar. 1476'da Macar Kralı Matei Corvin ve Moldova Prensi Büyük Stefan'ın yardımlarıyla yeniden Wallachia prensliğini eline geçiren eski Voyvoda, İstanbul'dan gelen özel bir emirle bu kez ölümüne köşeye kıstırılacaktır. Osmanlı istihbaratı onu hiç unutmamış, Fatih'in özel talimatı üzerine, tehlikeli bir isyancı olarak faaliyetleri yıllarca dikkatle izlenmiştir. Bu kez emir titizlikle yerine getirilir ve bölgeyi yöneten yeni Voyvoda Radu, selefi Vlad'ı yanında bulunan az sayıda destekçisiyle birlikte Transilvanya ormanlarında kıstırıp öldürür. Bu arada prensin başı da yine sarayın isteği üzerine İstanbul'a gönderilecek ve binlerce Türk'ün katili olarak kentin sokaklarında dolaştırılacaktır. Hem de tıpkı onun düşmanlarına yaptığı gibi, bir kazığa saplanmış vaziyette! Prensin başsız gövdesi ise Bükreş kenti yakınlarındaki bir gölün üzerinde kurulu bulunan Snagov Manastırı'na gömülür.

Saray açısından bu eski hesap artık tümüyle kapanmıştır.

Peki ya, prensin ülkemize getirilen başına ne oldu? Bunu hiç kimse bilmiyor. İstanbul'da günlerce halka teşhir edilen kesik baş, sonunda kentte bir yerlere gömülür. Ama nereye?

Siz İstanbullular, bundan böyle hafriyat yaparken çok dikkatli olun. Bir gün bahçenizden ya da inşaat alanınızdan tüm zamanların en korkutucu adamının kafatası çıkabilir. Hele bir de Stoker'in ünlü öyküsünü dikkate alırsak, ertesi sabah boynunuzda iki küçük diş iziyle uyanmanız işten bile olmaz, ona göre!


Kazıklı Voyvoda'yı Kont Dracula'ya dönüştüren adam: Bram Stoker


Gerçek bir insan olan "Kazıklı Voyvoda" ile roman ve sinema kahramanı "Kont Dracula" arasındaki bağlantı, edebiyatla ilgisi sınırlı bir çok kişi için hâlâ son derece muğlak bir konu. Dilerseniz bu alandaki bulanıklığı biraz aydınlatalım...

Geceleri mezarlarından çıkarak insanların kanını emdiğine inanılan vampirler, ilk olarak Slav ve Macar kökenli halk masallarında ortaya çıktılar. Zamanla dilden dile yaygınlaşıp Asya ve Afrika'nın uzak kültürlerinde de boy göstermeye başlayan bu efsaneyi popüler kültüre kazandıran kişi ise hayâl gücü oldukça geniş bir İrlandalı yazardı. 1890'larda Dublin Şatosu'nda devlet memuru olarak çalışan Bram Stoker (1847-1912) boş zamanlarını Avrupa tarihi üzerine kitaplar okumakla geçiriyordu. Türklerle Romenlerin giriştiği mücadeleleri incelerken Kazıklı Voyvoda'nın ilginç öyküsünü de öğrenen Stoker, özellikle Prens'in kazık işkenceleri ve kan içme merakından bir hayli etkilenmişti. Voyvoda'nın bu alışılmadık tarzı, ona bir süre sonra kendi muhayyilesinde ürettiği özgün bir kahraman için de ilham kaynağı oldu. Görev yaptığı kasvetli şatoda ölümsüz vampir "Kont Dracula" romanını yazmaya başlayan Stoker, öyküsüne mekan olarak ise o güne kadar hiç gidip görmediği Romanya'nın Transilvanya bölgesini seçecekti.

İlk kez 1897 yılında İngiltere'de yayımlanan "Dracula" romanı, piyasaya çıkar çıkmaz edebiyat dünyasını birbirine kattı. Gerçek bir tarihsel kişiliğin bozunuma uğratılmasıyla ortaya çıkan bu yeni kahraman, zamanla bütün dünyada en çok tanınan korku edebiyatı figürü haline geldi. 1920'lerden itibaren defalarca sinemaya da uyarlanan "Dracula"yı aralarında Bela Lugosi, Klaus Kinski, Christopher Lee ve Gary Oldman'ın da yer aldığı bir çok ünlü aktör başarıyla canlandırdı. Bunlar arasında özellikle İngiliz oyuncu Christopher Lee, gerek sert fiziği gerekse güçlü oyunculuğuyla Kont'un karanlık dünyasıyla adetâ özdeşleşecekti.

Günümüzde hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş bulunan "Dracula", geçmişteki onca uyarlamasına karşın sinemacılar tarafından da hâlâ verimli bir kaynak olarak görülüyor. En son 1992'de yönetmen Francis Ford Coppola eliyle bir kez daha beyazperdeye aktarılan roman, her yönetmenin elinde farklı bir biçim alan esnek yapısıyla sinemacılara günümüzün ultra teknoloji çağında bile son derece ürkütücü gotik filmler yapma fırsatı veriyor.

Çağdaş Romen gençleri ülkelerinin Stoker'ın romanı ve ondan uyarlanan filmler sayesinde uluslararası bir üne kavuşmasından memnunluk duyarken, geleneğe bağlı yaşlı Romenler ise bu durumdan pek hoşnut değiller. Çünkü, onlara göre Vlad, yönetimi sırasında sergilediği bazı acımasız uygulamalara karşın, sonuçta ne yaptıysa ülkesinin bağımsızlığı için yapmış ve bu uğurda kanının son damlasına kadar çarpışmış bir yurtseverdi. Nitekim, bu yaklaşıma Snagov gölünün üzerindeki manastırda Vlad'ın mezarını görüntülerken en çarpıcı biçimiyle tanık olduk. Manastırın tam ortasındaki mezarda çekim yapmamıza uzun süre direnen Ortodoks papaz, tatlı dilimiz ve güler yüzümüzle kendisini ikna edene dek, "Şu adamın ruhunu artık rahat bırakın!" diye bağırıp durmuştu ekibimize: "Siz gazeteciler, onu kan içen vampir olarak göstermekten vazgeçin! Vlad, halkı için ölen talihsiz bir kahramandı!"

Tarih, insanoğlunun ürettiği en sübjektif bilim dalıdır. O papaz belki kendi açısından haklıydı, ama bizim açımızdan hiç değil!

8
evet bugünden itibaren '07 - '08 eğitim öğretim yılı tüm ilköğretim ve ortaöğretim için bitmiş bulunmakta..bütün bi yıl iple çekilen yaz tatili hayalleri ise hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmek üzere.. benim asıl merak ettiğim ve bu başlığı açmam sebebim ise karnelerinizin durumunu emrak etmiş olmam ben bi kaç senedir almadığımdan haliyle bu kadar meraklı oluyorum ve sevincinizi yada hüznünüzü paylaşmak istiyorum..


not: Yeni eğitim-öğretim yılı ise 8 Eylül 2008'de başlayacak ve 12 Haziran 2009'da tamamlanacak. haberiniz olsun :P

9
Narnia Günlükleri / Prince Caspian OST'lerinden İlki
« : 10 Haziran 2008, 00:41:23 »
malumunuz Narnia Günlükleri: Prens Caspian Yolda yakında Türkiye'de gösterime girecek ve soundtracklarine klipler çekilmeye başlandı bile .. az önce mtv'yi izlerken gördüm ve umarım konu açılmamıştır diyerek videoyu şarkı sözlerini sizinle paylaşayım dedim

İşte Switchfood'un This Is Home Şarkısı

Video'yu izlemek için tıklayınız

Şarkı Sözleri;

This is Home
I've got my memories
They're always inside of me
But I can't go back
Back to how it was
I believe it now
I've seen too much
But I can't go back
Back to how it was
Created for a place I've never known

[Chorus]
This is Home
Now I'm finally where I belong
Where I belong
Yeah, this is home
I've been searching for a place of my own
Now I've found it,
Yeah this is home
Yeah, this is home

Belief over misery
I've seen the enemy
And I won't go back
Back to how it was
And I've got my heart set on what happens next
I've got my eyes wide and it's not over yet
We are miracles
And we're not alone

[Chorus]

And now after all my searching
After all my questions
I'm gonna call it home
I've got a brand new mindset
I can finally see the sunset
I'm gonna call it home

[Chorus]

Now I know, Yeah this is home
I've come too far
No, I won't go back
This is home

Diğer Şarkılar;
1. Prince Caspian Flees Harry Gregson-Williams 4:33
2. The Kings and Queens of Old Harry Gregson-Williams 3:26
3. Journey to the How Harry Gregson-Williams 4:39
4. Arrival at Aslan's How Harry Gregson-Williams 2:53
5. Raid on the Castle Harry Gregson-Williams 7:00
6. Miraz Crowned Harry Gregson-Williams 4:42
7. Sorcery and Sudden Vengeance Harry Gregson-Williams 6:15
8. The Duel Harry Gregson-Williams 5:51
9. The Armies Assemble Harry Gregson-Williams 2:17
10. Battle at Aslan's How Harry Gregson-Williams 5:14
11. Return of the Lion Harry Gregson-Williams 4:10
12. The Door in the Air Harry Gregson-Williams 7:50
13. The Call Regina Spektor 3:07 Album Only 
14. A Dance 'Round the Memory Tree Oren Lavie 3:38
15. This Is Home Switchfoot 3:58 Album Only 
16. Lucy Hanne Hukkelberg


şarkıları dinlemek için Buraya Tıklamanız Yeterli

10
Sinema / Hitman
« : 09 Haziran 2008, 08:53:14 »


Yapım : 2007, ABD / Fransa / Türkiye
Tür : Aksiyon / Gerilim / Suç
Yönetmen : Xavier Gens
Senaryo : Skip Woods, Skip Woods (Kitap)
Oyuncular : Timothy Olyphant ...  Agent 47 / Dougray Scott ...  Mike Whittier / Olga Kurylenko ...  Nika Boronina / Robert Knepper ...  Yuri Marklov / Ulrich Thomsen ...  Mikhail Belicoff / Henry Ian Cusick ...  Udre Belicoff / Michael Offei ...  Jenkins / Christian Erickson ...  General Kormarov / Eriq Ebouaney ...  Bwana Ovie /Joe Sheridan ...  Captain Gudnayev / James Faulkner ...  Smith Jamison 
Yapımcı : Luc Besson, Chuck Gordon, Adrian Askarieh, Pierre-ange Le Pogam
Görüntü Yönetmeni : Laurent Bares
Müzik : Geoff Zanelli
Dağıtım : Özen Film
Süre : 1 saat, 40 dk.
Resmi İnternet Sitesi : http://www.europacorp.com/dossiers/hitman/

Fragman İçin Tıklayınız...

En çok satan, ödüllü video oyunu HITMAN’den yola çıkılarak sinemaya aktarılan Ajan 47’nin maceraları, aynı adla beyazperdede.

Film gizemli ve karmaşık bir kişiliğe sahip olan bu kahramanın yaşadığı etkileyici olayları nefes kesen bir ivme ile anlatıyor

Timothy Olyphant 'ın başrolünde oynadığı film gizemli ve karmaşık bir kişiliğe sahip olan kahramanın yaşadığı etkileyici olayları nefes kesen bir ivme ile anlatıyor.

Dünyanın en acımasız suçluları tarafından eğitilen kahramanımız Kilise kardeşliği tarafından yetiştirilmiştir. Varlığı bile bu yüzden kilise tarafından günah olarak düşünülmekte fakat onun kötülerden uzak durmaya olan gayreti de bilinmektedir. Çok zeki, karizmatik, çekici ve hakkında ensesinde kazılı olan bir barkod dışında hiç bir şey bilinmeyen bir kahraman… Filmde diğer rolleri Dougray Scott (Mission Impossible II; Desperate Housewives), Olga Kurylenko (Paris je t’aime), Robert Knepper (Prison Break)[t-bag], Ulrich Thomsen (Festen), Henry Ian Cusick (“Lost”)[desmond] ve Michael Offei (Casino Royale) paylaşıyorlar.


IMDb arşivi için Tıklayınız















11
Sinema / SunShine / Gün Işığı ~
« : 09 Haziran 2008, 08:41:04 »
      

Yapım : 2007, İngiltere
Tür : Bilim Kurgu / Gerilim / Macera
Yönetmen : Danny Boyle
Senaryo : Alex Garland
Oyuncular : Cillian Murphy Robert Capa rolünde: Fizikçi. Gemideki bombanın uzmanı.
Rose Byrne Cassie rolünde: Pilot.
Cliff Curtis Searle rolünde: Doktor ve psikolog.
Chris Evans Mace rolünde: Mühendis.
Troy Garity Harvey rolünde: -
Hiroyuki Sanada Akira Kaneda rolünde : -
Benedict Wong Trey rolünde: Uçuş mühendisi. .
Michelle Yeoh Corazon rolünde: Biyolog.
Mark Strong Pinbacker rolünde.

Yapımcı : Andrew Macdonald
Görüntü Yönetmeni : Alwin H. Kuchler
Müzik : Karl Hyde, John Murphy
Dağıtım : Özen Film
Süre : 1 saat, 47 dk.
Gösterim Tarihi : 11 Mayıs 2007
Filmin Resmi Web Sitesi : http://www.foxsearchlight.com/sunshine/

Fragman İçin Tıklayınız...

Yıl 2057, insanlık güneşin her geçen gün giderek yok olmasını izlemektedir… Bu insanlığın da yok olması demektir. Dünya’nın son umudu Icarus II adlı bir uzay gemisindeki sekiz kişilik erkek ve kadınlardan oluşan Kaptan Kaneda liderliğindeki ekiptedir. Görevleri güneşi tekrar hareket geçirmesi ve beslemesi beklenen bir nükleer başlığı taşımaktır.
Bu yolculuk sırasında Dünya ile radio bağlantıları kesilir. Ekip bundan 7 yıl once aynı amaçla göreve çıkarılan Icarus I’den değişik sinyaller almaya başlarlar. Yaşadıkları garip bir kaza onları görevlerini bir yana bırakıp hayatları için savaşmak zorunda bırakacaktır. Peki ya hepimizin geleceği...

~~~~~~~~~~~~

Ya bir gün Güneş de, Dünya'dan yüz çeviriverirse? 2057 yılına gelindiğinde, Dünya çok büyük bir tehdit altındadır. Güneş artık eskisi gibi Dünya'yı ısıtmamakta ve buna bağlı olarak da insanlığın dünya üzerindeki varlığı ölümcül bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Bu kötü gidişi geri döndürebilmesi ümit edilen tek bir yol kalmıştır: Icarus II isimli bir uzay gemisi ile Güneş'e doğru yola çıkan Kaptan Kaneda liderliğindeki ekip! Taşıdıkları nükleer başlık ile Güneş'in yeniden harekete geçebilmesini sağlamaya çalışacaklardır. Bütün dünya nefeslerini tutmuş bu sekiz kişilik ekibin başarısını beklerken Icarus II'nin birden bire dünya ile radyo bağlantısı kesilir. Artık Güneş ile başbaşa ve karşı karşıya kalmışlardır.

Trainspotting ile elde ettiği başarıyla adından çokça söz ettiren İngiliz yönetmen Danny Boyle, gelecek kurgusu yaptığı bilim kurgu filmi Gün Işığı ile türün sevenleri arasında heyecan yarattı. Güneş ve Dünya arasında gidip gelirken klostrofobik bir gerilime hazır olun!


























Konusu (Spoiler İçerir ve Tüm Konuyu Anlatır)

Güneş ışınlarının Dünya'yı ısıtmakta yetersiz kaldığı uzak bir çağdayız. Dünya kritik seviyelere düşmüş ve bu konuya çözüm bulmak amacıyla iki uzay gemisi güneş'e yollanmıştır. Bunlar güneşde yol açacakları patlamalarla bir nevi ateşi körükleyecek ve yeniden dünya2yı eski güzel ışıklı ve sıca günlerine döndüreceklerdir.

Lakin ilk gemi görevi başaramadan yok olur. İkinci gemimizde olaylar gelişir. Güneşe yaklaşıldığı sırada bunun bir son görev olduğu, yani dönüşü olmadığı bilincindedir herkes. O sırada ilk gemiden alınan sinyaller görevin yönünü değiştirir. İlk gemi bulunup onun da patlayıcılarının kullanılmasının daha iyi olacağı düşünülür. Bu arada gemimizde çıkan bazı arızalar ve tamiratları filme çeşni katmaktadırlar.

İlk gemi bulunur ve keşif ekibi yollanır. Kimse yoktur, mürettebat kalkanların çalışmaması nedeni ile kömür haline gelmiştir. Gemi kaptanının sözlerine ise anlam verilemez. Bağlantıyı sağlayan körüğün kopması ile diğer bir macera yaşanır.

Filmin ilerleyen bölümlerinde ilk geminin kaptanının bir "yaşayan ölü" gibi kahramanlarımızın gemisinbe sızdığını öğreniriz. Görevi engellemek ister ancak mürettebatımızla sıkı bir çarpışma başlar. Görsel öğelerin ağırlıkta olduğu sahneler snrası dünyamız bir kez daha kahraman Amerikalılarca kurtarılır.




---------------------

kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.. hani şöyle bir gerçek var budan 49 yıl sonra teknoloji bu kadar gelişmiş olur mu bilinmez ama gerçekliğe tuttugu bakış açısı cok güzel aksiyon deseniz öyle.. İzleyin :P

12
Eğlence & Mizah / Delikanlı Vampir'in El Kitabı
« : 07 Haziran 2008, 16:59:34 »
Delikanlı vampir öyle iki dakkada bir hırlamaz, diş göstermez.

Delikanlı vampir kan emerken adamı mundar etmez, dibine kadar içer, içemezse paylaşır.

Delikanlı vampir davar kullanmaz, öyle insan evladıyla muhatap olmaz.

Delikanlı vampir ısırdıktan sonra dönüştürmez; ya ısırmaz, ya öldürür.

Delikanlı vampir gündüz gezen değilse, gündüz gezme sevdasına girmez, sunblock falan sürüp karizmayı bırakmaz, gider mekanında yatar.

Delikanlı vampir Erubus vampirlerine ve odasına saygılıdır, orda sigara içmez, toplantılarda vıt vıt etmez, ederse hoplatan bulunur.

Delikanlı vampir şişeden kan içmez, gerekirse ölür.


Delikanlı vampir tırsmaz, silah (özellikle makinalı) taşımaz, elle girer. Ancak vampir avcıları silah taşıyabilir.

Delikanlı vampir sarımsak yemez, yerse biliyon.

Delikanlı vampir aynada görünür, haçtan korkmaz, akan su ona hiçbirşey yapmaz.

Delikanlı vampir gümüş takı takmaz, takarsa fıslar.

Delikanlı vampir dişlerini çıkarınca kahkaha falan atmaz, el kol hareketleri yapmaz, neşeli ve acımasız triblere girmez.

Delikanlı vampir işini hemen bitirir, avıyla eğlenmez, yerse yer, yemiycekse çekip gider.

Delikanlı vampir gereksiz kendini belli etmez, normal insan gibi takılır.

Delikanlı vampir avlanmadığı zamanlarda, sinirlense bile vampir hareketleri yapmaz.

Delikanlı vampir arkasına güvenmez, adam kiralamaz, hele vampir hiç kiralamaz. Kendi girer, evinde ya da mekanında alarm sistemi, vs bulundurmaz, çünkü tırsmaz.

Delikanlı vampir öyle yarasa gibi sallana sallana başaşağı uyumaz, teknolojiye uyar, kendine güzel mekan yapar.

Delikanlı vampir ağzı yüzü kan içinde dolaşmaz, susuzluğunu giderince temizlenir, normal hayatına devam eder.

Delikanlı vampir saçını jölelemez, artistik kıyafetler giymez, karıya kıza takılmaz.

Delikanlı vampir diğer vampirlere de aşırı yakınlık göstermez, dost edinmez, üzülmez.

Delikanlı vampir aşık olmaz, kız arkadaş muhabbeti yapmaz, hele kızın elini tutmaz. Ancak sevgili edinebilir, onunla da öyle yüz göz olmaz.

Delikanlı vampir ben şu kadar yıldır yaşıyorum, yok şöyleyim, yok böyleyim diye diyaloglardan kaçınır.

Delikanlı vampir polisle, politikacıyla çıkar ilişkisi kurmaz, onlarla işi olmaz.

Delikanlı vampir bol bol sigara içer, dumanını civardakilerin suratına üflemekten çekinmez, çünkü sigara ona zararlı değildir.

Delikanlı vampir lıkır lıkır içki içmez, ayı gibi yemek yemez, hafif takılır.

Delikanlı vampir çağa ayak uydurur, doğduğu zamanın özelliklerini taşımaz, sürekli update olur.

Delikanlı vampir şivesine dikkat eder, toplumda maymun olmaz.

Delikanlı vampir kendisiyle dalga geçtirtmez, espri yapmaz, şakalaşmaz.

Delikanlı vampir toplum içinde yiyişmez.

Delikanlı vampir kont drakula pelerini giymez, tabut kullanmaz.

Delikanlı vampirin kan bankasıyla işi olmaz.

Delikanlı vampir dans etmez, edenden uzak durur.

Delikanlı vampir düşmanına saygı duyar, haddini bilir.

Delikanlı vampir arabaya binmez, binerse kendi kullanmaz.

Delikanlı vampir gömlek giyerse bağrı açık dolaşmaz, hiçbir zaman sevinmez, sevinse bile hayatta belli etmez.

Delikanlı vampir en çok kılıçla dövüşmeyi sever.

Delikanlı vampir cırmalamaz, el ve ayak tırnaklarını kullanmaktan hoşlanmaz, bilakis onları gizler, çünkü delikanlı vampir estetiktir.

Delikanlı vampir araştırır, boş durmaz, bilmiyorum demez, heryere gider, herşeyi bilir.

Delikanlı vampir spor ayakkabı giymez.

Delikanlı vampir dişlerini çikardıysa konuşmaz, sadece saldırır ve hırlar. Zorunluluk durumunda kısa konuşur, normal ses tonunu kullanmaz.

Delikanlı vampir karşısındakini etkilemek için zıplamaz, bu gücünü sadece gerekliyse kullanır.

Delikanlı vampir dertleşmez, kendinden bahsetmez.

Delikanlı vampir diğer vampirleri kollar.

Delikanlı vampir nasılsa ölmüyorum diye saçma sapan çabalara girmez, aptalca zorlamalardan uzak durur, gücünün sınırlarını denemeye çalışmaz, bunu merak etmez.

Delikanlı vampir yaşı soruldugunda yok 1000 yıl, 900 yıl demez, bu soruya "Ben ölümsüzüm" şeklinde değişik bir boyuttan cevap verir.

Delikanlı vampir acaba kandan başka şey de beni keser mi diye merak etmez.

Delikanlı vampir başkalarına avlanmanın çok zevkli olduğundan falan bahsetmez.

Delikanlı vampir ava tek başına çıkar, açgözlülük yapmaz.

Delikanlı vampir dil, din, ırk ayrımı yapmadan avlanır. Mümkünse güzel kadınları tercih eder. Zorunluluk durumlarında av herkes olabilir.

Delikanlı vampir ödün vermez, ya hep ya hiç diye yaşar.

13
Harry Potter / Felsefe Taşı'nın 10. Yılı
« : 21 Mayıs 2008, 00:00:39 »

Harry Potter'ın İngiltere'de ki yayınevi "Scholastic", bugün bildirdiği planlarında 23 Eylül'de onuncu yılını kutlayacak olan Harry Potter ve Felsefe Taşı için özel bir basım yapacaklarını açıkladı. Mary Grandpré tarafından hazırlanmış olan 10. Yıl özel yapım Harry Potter ve Felsefe Taşı kitap kapağını görmek için tıklayınız.

Bu kitabın $30.00'dan satılması bekleniyor. Şuanda dünya üzerinde 28 milyon orjinal versiyonu olan bu kitap 375 milyon kopyaya ve 65 dilde çeviriye sahip.

J.K'nin bu kitaptan alacağı parayla ne yapacağını henüz bilmiyoruz. Mary GrandPré'nin tasarladığı bu kapakta sadece ön yüzde Harry'i Erised (tr'ye çevirilmiş halinde "kelid") aynasının karşısında görüyoruz.

GrandPré diyor ki:

“Bu aşamada Harry'i hayranları için geri getirirken sadece yeni bir sahnede değil yeni bir ışık altında bakış açısında görmeye çalıştım. Bu 10. Yıl kapağını yapmaya başladığım ilk zamanda Harry'nin bir diğer yönünü gördüm... incinebilir kısmını..”


kaynak: leaky

not:cümlelerde hata varsa kusura bakmayın arkadaşlar...

14
Güncel / 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı
« : 19 Mayıs 2008, 10:30:48 »


Ey büyük Ata'm,
  Türk gençliği olarak hürriyetin, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyetin ve İnkılâplarının yılmaz bekçileriyiz.
Her zaman, her yerde, her durumda, Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için; bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Milletine adarız.

Türk Gençliği

19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başladığı gündür. I. Dünya Savaşı sonunda ülkemizin birçok yeri savaşı kazanan devletler tarafından işgal edilmişti. Yurdumuzu bu durumdan kurtarmak için Atatürk, 16 Mayıs 1919'da "Bandırma Vapuru" ile İstanbul’dan Samsun'a hareket etti. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a vardı ve burada Kurtuluş Savaşını başlattı.

Üç yıl süren savaşlar sonunda ülkemiz yabancı güçlerden kurtarıldı. 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Atatürk'ün, Samsun'a varış tarihi olan 19 Mayıs günü Ata’nın isteği üzerine "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanmaktadır.

Atatürk Türk gençliğini seviyor, onlara güveniyor ve Türkiye’nin geleceğini onların ellerine bırakmaya çekinmiyordu. Gençliğe bıraktığı bu önemli görevi söylevinde şöyle dile getiriyordu Atatürk: "Ey Türk Gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli güven kaynağındır."

Atatürk, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!" sözü ile başarılı olabilmenin bir koşulunun da sağlıklı olmak olduğunu, sağlıklı olmak için de spor yapmak gerektiğini vurgulamıştır.

Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramımız yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır.

19 Mayıs; 1981 yılından bu yana "Atatürk'ü Anma Günü" olarak da kutlanmaktadır. Bunun nedeni Atatürk’ün bir söyleşi sırasında: "Ben 19 Mayıs'ta doğdum" demiş olmasıdır.

Hepimizin, 19 Mayıs Atatürk`ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun










15
Güncel / Cannes'da skandallar hiç bitmedi
« : 16 Mayıs 2008, 09:14:45 »
Bu yıl 61. düzenlenen Cannes Film Festivali'nin adı hep skandallar ve yıldızların garip pozlarıyla birlikte anıldı. Aşağıdaki linke tıkladığınızda Cannes boyunca ünlülerin yaptıkları ilginçlikleri görüceksiniz..

buyrun tıklayın

not: o 33. resimden iğreniyorum ıyhhhh

Sayfa: [1] 2 3 ... 8