Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - vampireLLa

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 8
16
Müzik / Rock Müziğin Temel Taşı: “Elektrogitar”
« : 09 Mayıs 2008, 00:19:40 »
Geçmişi yaklaşık 5000 yıl öncesine kadar uzanan, ilk örneği olan “sitara”ya tarih öncesi çağlarda Orta Asya’da rastladığımız, çok sesli müziğin icrasındaki en önemli enstrümanlardan biridir gitar. Gitar ismi aslen Arapça kökenli “gitara” kelimesinden gelmektedir. Sekizinci yüzyılda Araplar tarafından (Endülüs Emevi Devleti döneminde) İspanya’ya getirilen gitarın, Avrupa müziğinde yaygın olarak kullanılır hale gelmesi 13.yy’da gerçekleşmiştir. 1450 yılına kadar 4 telli olan gitar bu tarihten sonra 5 telli olmuş, günümüzde kullandığımız 6 telli formuna ise 18.yy’de kavuşmuştur. İşte bu gelişim sürecinin son ayağına jazz, blues, rock’n roll, country, heavy metal gibi müzik türlerinin vazgeçilmezi olan elektrogitarla ulaşılmıştır.

1920′li ve 30′lu yıllarda “Glen Miller” ve “Benny Goodman” gibi müziyenlerin başını çektiği “Big Band” ve “Swing” müzik fırtınasıyla popülerliği artan açıkhava ve salon dans partileri, daha yüksek sesli gitarlara olan ihtiyacı açıkça ortaya koymuştu. İşte tam bu dönemlerde iki Los Angeles’lı müzisyen “George Beauchamp” ve “John Dopyera” bu konu üzerinde çeşitli çalışmalar yapıyorlardı. Bazı başarısız denemelerden sonra Dopyera alüminyum diskler ile metal bir gövdenin birleştirilmesi sayesinde normal akustik gitarlardan 3 ila 5 kat daha güçlü ses çıkarabilen bir gitar yapmayı başardı.



1930 yılında Dopyera ile yollarını ayırdıktan sonra Beauchamp, gitarın sesinin yükseltmenin farklı yollarını aramaya başladı. Aylar süren araştırmalardan ve denemelerden sonra Beauchamp, “Paul Barth” ile birlikte at nalı biçiminde iki mıknatıstan ve altı kutup noktasından oluşan manyetik bir alıcı yapmayı başardı. Alıcının görevini başarılı bir şekilde gerçeklerştirmesi üzerine Beauchamp, “Harry Watson” ile birlikte adına “Frying Pan” dedikleri ilk prototipin şablonunu oluşturdu. Takip eden süreçte Beauchamp, bölgesel bir zar ve keski fabrikası olan “Adolph Rickenbaker” ile prototipin metal aksamının üretimi konusunda anlaştı. Böylece Rickenbaker şirketi yaptığı “Frying Pan” ile ilk elektrogitarı üretmiş oldu.



Seri üretim ve satış anlamında ilk elektrogitarı üreten ise Gibson şirketinde akustik mühendisi olarak çalışan “Llyod Loar”dır. Loar 1920′lerden itibaren gitar sesini elektronik olarak yükseltmek üzerine deneysel çalışmalar yapmaktaydı ve 1933 yılında Gibson şirketine bağlı olarak kendi şirketi olan Vivi-Tone’u kurdu. Vivi-Tone tek bir amaç için kurulmuştu, o da ispanyol sitilinde bir elektrogitar yapmaktı. Vivi-Tone şirketi bir yıl içinde iflas etti ancak bu bir yıl zarfında yapılan çalışmalar sonucunda Gibson şirketi sektörde devrim niteliği taşıyan ES-150 modelini yaratmak için gerekli olan ilhama kavuşmuş oldu. 1935 yılında Gibson şirketi bir slide gitaristi olan “Alvino Rey”i yeni bir manyetik alıcı yapımında yardımcı olması için görevlendirdi. Prototip, Alvino Rey ve Chicago’daki “Lyon&Healy” şirketinin mühendisleri tarafından yapıldı ancak alıcıya son şeklini Gibson mühendisi “Walter Fuller” kazandırdı. Bütün bu çalışmaların sonucunda 1935 yılının sonlarına doğru ES-150 (Electric Spanish-150) piyasaya çıktı. ES-150 modern anlamdaki ilk elektrogitardır.



ES-150′nin başarısından sonra katı gövdeli (solid) elektrogitar yapımı konusunda çeşitli çalışmalar yapıldı fakat bunlar başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine Gibson şirketi bu konudaki çalışmaları rafa kaldırdı. Tüm bu olaylar yaşanırken gitar sektörünün geleceğinin katı gövdeli elektrogitarlarda yattığını düşünen Anaheim’lı radyo tamircisi “Leo Fender” 1943 yılında ilk katı gövdeli gitar prototipini yaptı ve “Esquire” adını verdiği ilk katı gövdeli gitarı 1949 yılında piyasaya sürdü. Bu isim önce “Broadcaster” ve son olarak “Telecaster” biçiminde değişti. 50′li ve 60′lı yıllarda “Telecaster” country, blues ve rock’n roll gitaristlerinin en popüler tercihiydi.

1961 yılında elektrogitarlar artık tamamen olgunlaşmışlardı. Gibson şirketi bu dönemde “Humbucker” denilen ve standart manyetik alıcılara göre gürültüyü ve istenmeyen harmonikleri en aza indiren yeni nesil manyetik alıcıları gitarlarında kullanmaya başladı. Yine aynı dönemlerde firma ES-335 isimli yarı-boş (semi-hollow) gövdeli elektrogitarını piyasaya sürdü. Bu yıllarda Gibson’ın ilk katı gövdeli elektrogitarı olan SG modeli ile Fender’in modern katı gövdeli elektrogitarı “Stratocaster” rock artistlerinin standardı haline geldi. 60′lı yıllardan günümüze kadar Gibson ve Fender gibi köklü firmaların yanına Ibanez, ESP, Jackson vb. birçok gitar üreticisi firma eklendi.

Elektrogitarın tarihini kısaca gözden geçirdikten sonra biraz da teknik özelliklerinden bahsedelim. Temel olarak elektrogitar; elektro manyetik alıcılar yardımıyla çelik tellerin titreşimlerini elektriksel sinyallere dönüştüren ve bir amplifikatör yardımıyla bu sinyalleri sese dönüştüren gitar türüdür. Elektro gitarlar katı (solid) gövdeli, boş (hollow) gövdeli olmak üzere iki temel kategoriye ayrılır.

Katı (solid) gövdeli : Katı gövdeli gitarlar, masif gövdeli ve sesin akustik olarak iletilmesine imkan tanımayan böylelikle bir amplifikatöre bağlandığın da geri beslemeyi (feedback) en aza indiren gitar türüdür.

Boş (hollow) gövdeli: Boş gövdeli gitarlar, katı gövdeli gitarların aksine sesin akustik iletisine izin veren ve herhangi yardımcı araç olmaksızın (amplifikatör…) zengin ses üretibilen gitarlardır. Bu özelliklerine karşın yine de üzerlerinde manyetik alıcılar bulunur ve amplifikatör yardımıyla kullanılır.

Bir elektrogitar şu bölümlerden meydana gelir;



1 - Yatak (Headstock) : Gitarın en uç kısmıdır. Üzerinde gitarın akord burgularını barındırır. Bu burgular yatağın sağ ve sol yanlarında 3+3, 4+2 veya 6’sı birden tek çizgi halinde bulunabilir.

2 - Eşik (Nut) : Eşik, gitar yatağıyla gitar sapı arasında bulunan kemik, plastik,pirinç, grafit, paslanmaz çelik ve benzeri yarı sert metallerden yapılan ve gitar telleri ile akord burguları arasında kılavuzluk görevini yapan şerittir.

3 - Akord Burguları (Machine heads, pegheads, tunning keys) : Yatak kısmında bulunan ve gitar tellerini gererek ya da gevşeterek akord edilmesini sağlayan burgulardır.

4 - Sap (Fretboard, Fingerboard) : Üzerinde metal gitar perdelerinin bulundu genel olarak gül ağacı, akçaağaç veya abanoz ağacından yapılan bölümdür. Gitar sapı üzerinde 18 ile 24 arasında perde bulunabilir.

5 - Perde (Fret) : Gitar sapı üzerinde her biri bir tam notaya denk gelecek şekilde yerleşletirilen metal şeritlerdir.

6 - Destek Çubuğu (Truss rod) : Gitarın sap kısmının içinde yer alan zaman içinde gitar sapında oluşabilecek eğilmeleri düzeltmeye yarayan metal ayar çubuğudur.

7 - Kakma (Inlay) : Çoğunlukla gitarın 3, 5, 7, 9, 12, 15, 17, 19, 21 ve 24. perdelerinin üzerine yerlerştirilen görsel işaretlerdir. Genel olarak 12. ve 24. perdelerde çift olarak kullanılır.

8 - Topuk (Heel, Neckjoint) : Sap kısmının gitar gövdesine bağlandığı noktadır. Bazı gitarlar sap ve gövde bölümüyle yekpare olarak üretildiği için üzerlerinde böyle bir bağlantı noktası yoktur.

9 - Gövde (Body) :Üzerinde topuk, manyetik alıcı, köprü ve ses, ton ayar düğmelerinin bulunduğu kısımdır. Elektrogitar gövdeleri akçaağaç, ıhlamur ağacı, dişbudak ağacı, kavak ağacı, kızılağaç veya maun ağacından tek parça veya iki parça olarak üretilir.

10 - Manyetik Alıcılar (Pickups) : Alıcılar tellerdeki titreşimleri algılayıp onları elektrik sinyallerine çeviren elektro manyetik parçalardır. Single (tek) ya da Humbucker (Çift) şeklinde bulunabilirler. Aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılırlar.

11 - Ses-Ton Ayar düğmeleri (Electronics) : Gövde üzerinde bulunan ve kullanıcıya gitarın sesi ve tonu üzerinde oynamalar yapma imkanı tanıyan, ayrıca gitar üzerinde bulunan manyetik alıcılar arasında seçim yapılmasını sağlayan düğmelerdir.

12 - Köprü (Bridge) : Gitar tellerinin gövdeye bağlandığı kısımdır, teller ile ilgili ince akord ayarları bu bölümden yapılabilir. Sabit ya da hareketli olabilir. Bu kısım bir metal kol (tremolo, whammy bar) yardımıyla telleri gevşetip gererek tonlar arasında kayma imkanı tanır ve genel olarak çeşitli gitar tekniklerinde, “guitar tricks” olarak bilinen ektileyici ses oyunlarının yapımında kullanılır.

Yıllardan beri elektrogitar çalan biri olarak şunu söylemeliyim ki herkesin gönlünde yatan özel bir gitar vardır ve çoğunlukla bu gitar fiyat bakımından dudak uçuklatan cinstendir. Ama önemli olan binlerce dolar değerinde, siz daha parmaklarınızı üzerine koyduğunuz anda sanki kendi kendine çalmaya başlayacakmış gibi görünen bir gitara sahip olmak değildir. Ayrıca siz hakkını veremedikten sonra dünyanın en iyi gitarının elinizde olmasının da bir anlamı yok. Eğer gerçekten uğraşır ve emek verirseniz vasat bir elektrogitarla bile harikalar yaratabilirsiniz…

kaynak : sinepena ~ rocksomnia

17
Müzik / Rock Müziğin Soy Ağacı: “Thrash Metal”
« : 09 Mayıs 2008, 00:15:10 »
Thrash Metal, 70′ler ile 80′lerin başında bazı grupların yeni bir tür oluşturmak amacıyla New way of British Heavy Metal ve Hardcore Punk türlerinin belli özelliklerini kaynaştırmaları sonucunda ortaya çıkmış bir Heavy Metal alt türüdür. Yakın akrabası Speed Metal’e oranla çok daha sert ve agresiftir. Benim açımdan Thrash Metal, Heavy Metal alt türleri arasında en değerlilerin başında gelir hatta en değerlisidir diyebilirim. Thrash Metal’in Metallica, Megadeth, Slayer, Testament, Exodus, Venom, Overkill, Anthrax gibi grupları bünyesinde barındırdığı göze alınırsa ne kadar değerli olduğu daha iyi anlaşılır sanırım.



Müzikal olarak Thrash Metal’in temel karakteristikleri; şarkılar içinde kullanılan hızlı ritimler (bu ritimlerin sayısı genel olarak 4′tür diyebiliriz, ancak kimi şarkılarda sayıları 6′ya kadar yükselebilir) ve hızlı gitar sololarıdır. Özellikle ritimlerde kullanılan “Palm mute, stakkato” teknikleri sayesinde tekleyen ve homurdanan bir motor sesini çağrıştıran tınılar elde edilir ki Thrash metal rifflerinde bunu sıkça duyarız. Thrash Metal soloları ise oldukça hızlı şekilde çalınır ve bu esnada “sweep picking, alternate picking, tapping gibi çeşitli teknikler kullanılır. Bu temel unsurları tamamlayıcı olarak davul devreye girer. Hızlı davul soloları ve genel olarak çift bass davul kullanılmasıyla Thrash Metal’in müzikal iskeleti vücuda getirilir.

Thrash Metal şarkılarında sözler temelde insanın ve toplum yaşamının kokuşmuşluğunu ve hiçliğini ele alır, ayrıca kan, vahşet ve satanik öğeler içeren sözleri olan şarkıların sayısı da oldukça fazladır.

Thrash Metal’in tam olarak şekillenmeye başladığı ve tavrını ortaya koyduğu dönem 1981 yılından itibaren başlar. Fakat bu döneme kadar, Thrash Metal’in doğuşuna ön ayak olan bazı gruplar ve şarkılar olmuştur. Black Sabbath’ın “Symptom of Universe, Children of the grave, Into the Void” , Queen’in “Stone Cold Crazy”, Diamond Head’in “Am I Evil” gibi şarkıları Thrash Metal’e kadar uzanan yolculuğun kilometre taşlarıdır. Bu noktada adından mutlaka söz edilmesi gereken bir diğer grupta Judas Priest’tir. Öyle ki asıl olarak bir Thrash Metal grubu olmamasına karşın Judas Priest neredeyse tüm Thrash Metal gruplarını etkilemiş ve bu türün belki de en önemli ilham kaynağı olmuştur.



İşte bu hazırlık devresinin ardından Overkill’in yaptığı “The Beast Within” ilk Thrash Metal şarkısı olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra kendisini Metallica’da yakından tanıma şansına sahip olacağımız, o yıllarda Leather Charm grubunun üyesi James Hetfield’in “Hit The Lights” isimli parçası yine bu dönemde yazılan bir diğer Thrash Metal şarkısıdır. İşin bu kısmı biraz karışık; bazı kaynaklarda ilk Thrash Metal albümü Metallica’nın 1983 yılında piyasaya çıkan “Kill’ Em All”u olarak gösterilse de Venom’un 1981 tarihli “Welcome to Hell” ve 1982′de yayınlanan “Black Metal” albümleri siz de kabul edersiniz ki “Kill’ Em All” dan daha öncedir. Bazı kaynaklar Venom’un bu albümleriyle Metallica, Slayer, Megadeth, Testament gibi gruplara ilham kaynağı olduğunu söylerken, bazılarıda bu albümlerin Venom’u Thrash Metal’in öncüsü konumuna taşıdığına inanıyor. Bu konudaki görüş ayrılığı bana kalırsa bakış açısından kaynaklanıyor. Bence “Kill’ Em All” kesinlikle safkan bir Thrash Metal albümü ve bu sebeple biraz objektiflikten uzaklaşıyor olsamda sanırım Metallica bu tartışmada bir adım daha önde.

1984 ve takip eden yıllarda Thrash Metal hızlı bir yükselişe geçti. Metallica’nın “Ride The Lightning”, Anthrax’ın “Fistfull of Metal”, Overkill’in ilk EP’si, Slayer’ın “Haunting the Chapel” EP’si, Exodus’un “Bonded by Blood”, Slayer’ın “Hell Awaits” albümleri bu patlama döneminin ürünleridir. 1985 yılında eski Metallica gitaristi Dave Mustaine’in kurduğu Megadeth “Killing Is My Business… And Business Is Good” albümü ile hem Thrash Metal dünyasına adımını atmış hem de Thrash Metal riffleriyle, Speed Metal’in girift(çapraşık) solo tarzını kaynaştırarak türe yeni bir soluk getirmiştir.



90′lı yıllarla birlikte Thrash Metal yeni bir değişim sürecine girdi. Ice Earth, Machine Head, Pantera ve benzeri Thrash Metal grupları birçok farklı türü Thrash Metal ile birleştirerek, temel Thrash Metal müzikal yapısını kendi istedikleri doğrultuda değiştirdiler. Bu yıllarda Heavy Metal’in ve dolasıyla Thrash Metal’in sarsılmaz kalelerini yıkan olgu, dönemin baskın türü olan Alternatif Rock’ın etkisidir. Bence Thrash Metal’e en ağır darbeyi vuran gelişme bu olmuştur. Sadece Metallica’ın “And Justice For All(1988)” ve “Metallica - The Black Album (1991)” albümleri arasında yapılacak küçük bir kıyas bile Alternatif Rock’ın Thrash Metal üzerinde ne türlü bir etki bıraktığını görmek için yeterlidir.

Nihayetinde 90′larda başlayan bu değişim rüzgarları geçen yıllar içinde birçok Thrash Metal grubunu etkisi altına almış ve Thrash Metal’in müzikal dinamiklerini derinden etkilemiştir. Günümüzde birçok Thrash Metal grubu tekrar eski şaşaalı günlere dönüş çabası içerisindeler. Bu iyi niyetli çabanın sonucunda olumlu yada olumsuz ne tür gelişmeler ortaya çıkacağını zaman gösterecek. Benim kendi adıma temennim 80′lerin ruhuyla yeni dönem rock anlayışının niteliklerinin dengeli bir biçimde harmanlanacağı güzel projelere imza atılmasıdır…

kaynak : sinepena ~ rocksomnia

18
Müzik / Rock Müziğin Soy Ağacı: “Punk Rock”
« : 09 Mayıs 2008, 00:13:03 »
Rock müzik ailesinin en güzide üyelerinden biridir “Punk Rock”. Fakat onu diğer rock türleri arasında bu farklı konuma yerleştiren unsur müzikal yapısı değil, daha ziyade punk rock kültürünün felsefi temelleri, bunların günlük hayata olan yansımalarıdır. 1960′lar ile 70′lerin başında şekillenen punk rock, gelişim sürecini tamamladıktan sonra 1974 ve 1977 yılları arasında Amerika, İngiltere ve Avusturalya’da “Ramones, Sex Pistols, The Clash” gruplar tarafından icra edilmeye başlandı.

Punk rock müzikal anlamda (tabi bu konu bakış açısına göre değişir) dinleyicisine muazzam bir enstrümantal yapı vaad etmiyordu. Öyleki İngiliz punk fanzini “Sideburns”ün 1976 yılına ait bir sayısında kullanılan başlık punk rock türünün müzikal yapısını en iyi şekilde ifade etmektedir: “İşte bir akor. Başka bir tane daha. İşte bir üçüncüsü. Şimdi bir grup kurun”. Bu başlıktan anlaşılacağı gibi punk rock’ın müzikal yapısı oldukça sade ve basit sisteme sahipti. Genel olarak power akorlar ve bare akorlar kullanılarak oluşturulan ritimler, aşırı distorsiyon tonlarıyla birlikte iç gıcıklayıcı bir sound oluşturyordu. Bu basit sisteme ek olarak punk rock şarkılarında neredeyse hiç solo riff kullanılmaz veya oldukça az kullanılır ki bu riffler de kesinlikle komplike gitar teknikleri içermeyen, basit ve bana göre biraz tatsız tuzsuz rifflerdir.

Bence bu noktada düşünülmesi gereken punk rock gruplarının benimsediği bu müzikal tarzın bir zorunluluk mu, yoksa kendi kişisel tercihleri mi olduğudur. Punk dergisinin kurucusu John Holmstrom bu müziği tanımlarken şöyle diyor: “Punk rock, müzikal açıdan fazla yeteneğe sahip olmayan fakat duygularını müzikle dışa vurmak isteyen insanların yaptığı müziktir”. Bu sözler punk rock’ın müzikal yapısının bir tercih meselesi mi yoksa bir zorunluluk mu olduğu konusunda bizlere ipuçları veriyor. Öte yandan punk rock’ın bu müzikal yapısı, döneminin rock müzik anlayışının tamamen zıttıydı ve punk rock’ın felsefi temelleriyle örtüşür nitelikteydi. Bu açıdan bakıldığında da bu müzikal yapının bir tercih meselesi olduğu düşünülmelidir. Punk rock şarkılarıyla ilgili bir diğer özellik, bu şarkıların oldukça kısa olmasıdır. Örneğin, Ramones grubunun 1976 yılında çıkardığı ilk albümünde yer alan 14 parçanın büyük kısmının süreleri iki dakikanın altındadır. Vokaller ise genel olarak yüksek sesli haykırışlar, çığlıklar biçimindedir.

Punk rock şarkılarında sözler genel anlamda ekonomik veya politik niteliklidir. Punk rock grupları içinde bulundukları dönemin koşullarına ekonomik ve politik gelişmelere seyirci kalmamış, 70′li yılların ekonomik buhrarını ve dönemin dayatmacı politik zihniyetini eleştirmişlerdir. Sisteme karşı bir duruş içerisinde bulunmuşlardır.

Buraya kadar punk rock’ın müzikal yapısı ile ilgili temel noktaları açıklamaya çalıştım. Şimdi işin diğer yönüne yani punk rock kültürüne ve bu kültürün felsefi temellerine dair bazı ayrıntıları aktarmak istiyorum.



Öncelikle işe punk kelimesinin anlamıyla başlamak daha doğru olur sanırım. Punk sözlük anlamı olarak; çürümüş odun, zırva, saçmalık, s…ktrib…ktan, serseri, hayta, değersiz tip, rahatsız, hasta, gangster, çeteci, kav, kalitesiz gibi kullanımlara sahiptir. Şimdi bunlarda nereden çıktı diyebilirsiniz. Bu anlamlar punkçılar için sistemin onları ne hale getirdiğinin veya sistemin onlara bakışının ifadeleridir. Bu nedenledir ki punk kültürü ingiliz işçi sınıfının bir baltaya sap olamamış, toplum dışı ve artık gözüyle bakılan genç kesimi içinde alevlenmiş ve gelişmiştir. Punk rock kendi üzerine yapıştırılan bu sıfatları kabul etmekle kendi eleştiri oklarını da yönlendirmiş olur. Dönemin ekonomik ve politik yapısının gençleri ne hale getirdiğinin yansıması ve punk rock kültürünün sisteme karşı ayaklanışı, protestosu bu anlamlarda vücut bulur. Leg McNeil, bir röportajında John Holmstrom’la birlikte çıkaracakları dergiye isim ararken yaptıkları bir dialogu anlatıyor ve burada sarfettiği şu cümleler farklı bir açılımıda beraberinde getiriyor: “…Niye punk demiyoruz?. Punk sevdiğimiz herşeyi temsil ediyordu: Kıyak, yapmacıksız, absürd, komik, ironik…”. Yani punk sözcüğü bir yandan punk rock kültürünün düzene karşı aykırı duruşunu temsil ederken bir yandan da onların sevdikleri, benimsedikleri hayat tarzını yansıtıyordu. Punk sözcüğünün sözlük anlamı dışında “punk rock” içerisinde ilk kullanımı 22 Mart 1970 tarihinde “Chicago Tribune”de Ed Sanders’ın kendine ait bir albüm için kullandığı tanımlama ile gerçekleşmiştir. Dave Marsh punk rock kavramını kullanan ilk müzik eleştirmenidir.

Punk rock türünün en önemli dinamiği anarşizimdir. Punk rock için anarşist felsefenin müzik dünyası içinde vücud bulmuş şeklidir dersek sanırım yanılmış olmayız. Temel olarak anarşist felsefe tüm hiyerarşik otoriteleri reddeder. Devlet yapısı, dini kurumlar, ekonomik güç sınıfları ve babaerkil yapıda dahil olmak üzere anarşizmin karşı durduğu her otorite aynı zamanda punk rock için de hedef teşkil etmiştir. Punk rock ve punk varolan tüm otoriter rejimlere saldırmış ve şiddeti bu düzenleri yıkmak için yegane araç olarak görmüştür. Sex Pistols’ın “Gelecek Yok” sloganında da ifade ettiği gibi, punk kültürü hali hazırda bulunan düzeni ortadan kaldırmayı amaçlarken, yerine bir yenisini kurmayı da vaad etmemiştir. Punk rock kültürünün bu anarşist yapısı, punk rock konserlerinden, toplum içindeki yaşama kadar punkçıların büyük kısmı tarafından kabul görmüş ve uygulanmıştır.

Bu eleştirel yaklaşımdan nasibini alan bir diğer grupta 68 kuşağının çiçek çocukları hippilerdir. Punk rock, hippileri beyinleri boşaltılmış ve uydulaştırılmış, uyuşturucu türevi maddelerle zihinleri köreltilmiş kayıp bir kuşak olarak görür. Bu sebepledir ki punk rock genel olarak alkol ve esrar kullanımını reddeden bir tavır sergilemektedir. Birçok punk rock idolünün aşırı dozda uyuşturu ve intihar sebebiyle hayata veda ettiği düşünülürse, bu durumu punk rock kültürü içindeki önemli çelişkilerden biri olarak ifade etmemi sanırım kimse yadırgamaz.



Punk kültüründen bahsederken punk giyim tarzından da söz etmek gerekir. Punkçının protest duruşu giyim tarzında da kendini gösterir. Punk tarzı giyim(her ne kadar zaman içinde kendisi bir moda halini alsada) tüm moda kalıplarına aykırıdır. Zincirler, deriler, parçalanmış kıyafetler, farklı renklerde dikleştirilmiş saçlar, bedene iliştirilmiş çengelli iğne kısacası genel kabuller dahilinde şekillenmiş giyim kavramına karşı görünen her kalıp punk giyim tarzının içeriğinde mevcuttur. Belki çok sıradan olacak ama punk modasının yaratıcısı olarak kabul edilen Vivien Westwood’un şu sözlerini aktarmadan punk modası bahsini kapatmak olmaz:

“…Onun giysilerini giymek için cesur olmanız gerekir. Sokakta yürürken tüm dikkatleri üzerinize çekeceksiniz. Bu tepkileri davet eden bir güç gösterisidir. Giysiler genellikle fikirleri sözlerden daha iyi anlatabilir. Bir kitap, bir poster ya da broşür kadar yıkıcı bir silah olabilir. Otobüste yanınızda “Birleşik Krallık’ta Anarşi(Anarchy in the UK)” tişörtü ile oturan biri, sizi anında rahatsız eder…”

Başta Ramones, Sex Pistols ve The Clash olmak üzere 70′li yıllardan bugüne kadar birçok punk rock grubu kurulmuş ve bu gelişim sürecinin nihayetinde punk rock içinde belli başlı bazı alt türler ortaya çıkmıştır;

Anarcho-Punk
Art Punk
Chiristian Punk
Garage Punk
Glam Punk
Hardcore Punk
Horror Punk
Nazi Punk
Oi!
Riot Grrrl
Skate Punk

Punk rock, rock dünyası içindeki en aykırı hareketlerden biridir. Bu hareket sadece döneminin ekonomik ve politik buhran ortamına karşı değil, aynı zamanda o yıllarda kapatalist düzenin en önemli kazanç kapılarından biri durumuna gelen rock müzik piyasasına da bir uyarı niteliğindedir. Bugün bile varlığı sürdüren punk rock ve punk kültürü, rock tarihi içindeki en uzun soluklu alt kültürlerden biri olmuştur. Ne var ki 1980′lerin sonlarından itibaren punk kültürünün aykırı duruşu bir moda haline getirilmiş ve yozlaştırılmıştır. Punk sözcüğü 70′lerdeki muhalif yapısından arındırılarak bir moda terimi biçiminde kullanılmıştır. Punk kültürünün anarşist dürtüleri törpülenmiş ve punkçı uysallaştırılmıştır…

kaynak: sinepena ~ rocksomnia

19
Müzik / Rock Müziğin Soy Ağacı: “Black Metal”
« : 09 Mayıs 2008, 00:11:20 »
Bu yazıma başlarken, itiraf etmeliyim ki benim için üzerinde konuşurken tam anlamıyla objektif olamayacağım bir konu “Black Metal”. Bu yüzden konu hakkında mümkün olduğunca farklı kaynaklardan yararlanarak, yapabileceğim en açık şekilde “Black Metal” türünü , bu türün özelliklerini ve en önemlisi türün kökeninde varolan satanik temelleri aktarmaya çalışacağım.

Black metal, heavy metal alt türleri arasında karanlık yanları biraz ağır basan bir müzik türüdür. 1982 yılında Venom’un ikinci albümü “Black Metal” ile birlikte tüm dünya bu yeni müzikal anlayış ve bu yeni terim ile karşılaştı ve devam eden süreçte black metal inanılmaz bir hızla yayılarak tam anlamıyla bir fenomen halini aldı.

Şimdi türün müzikal karakteristiklerini inceleyerek black metal evrenine giriş yapalım. Black metal’de dikkati çeken unsurların başında gitarlar gelir. Daha öncede bahsetmiş olduğum üç ton aralı müzik yapısının(tritone) en çarpıcı biçimde kullanıldığı heavy metal türü hiç kuşkusuz black metal’dir. Sanırım bunda ortaçağdan bu yana tritone yapısına atfedilen şeytani tını yakıştırmasının, black metal’in felsefi temelini oluşturan satanik unsurlarla birebir örtüşmesinin büyük rolü var. Black metal’i, black metal yapan en önemli ögenin mistik atmosfer olduğu düşünülürse, bu atmosferi yaratma hususunda en büyük payın gitarlara ait olduğu görülecektir. Bu sebeple aşırı distorsiyonlu tritone yapının yanı sıra oldukça düşük ve orta frekanslarda bir nevi gaipten gelme gibi nitelendirilebilecek gitar tonları tercih edilir. Black metal şarkıların müzikal yapıları, temel alınan bir ton üzerine kromatik(seslerin yarım ton ara ile birbirini izlemesi) yapı kullanılarak biçimlendirilen ritimler üzerine inşa edilir. Böylece müzikal anlamda tedirgin ve rahatsız edici bir atmosfer yaratılmış olur.



Black metal’in müzikal yapısında göze çarpan bir diğer unsur davullarda sıkça kullanılan double bass(çift bas, çift kros, twin cross olarak ta bilinir), blast beat(davulda aynı elemana devalarca üst üste sertçe vurularak oluşturulan davul tekniği, genel olarak zil, trampet ve bas davula aynı anda hızlıca vurulması biçiminde karşımıza çıkar), D-beat(bu davul tekniği Britanya ve Avrupa kökenlidir. Hellhammer ve Venom grupları tarafından sıkça kullanılmıştır, hatta onlar tarafından keşfedilmiş diyebiliriz. Sabit olarak devam eden zil ve trampet ritminin içinde tek, çift biçiminde aksak olarak kullanılan bas davul nameleridir dersem yanılmış olmam sanırım) teknikleridir. Bu üç teknik black metal şarkılarının vazgeçilmezleridir ve black metal’in bir nevi imzası niteliğini taşır.

Vokaller konusuna geldiğimizde ise karşımıza gelen durum biraz karışıktır. Öncelikle boğuk ama death metal göre fazla aşırıya kaçmayan gırtlak nameleri black metal vokal tarzının ana hatlarını oluşturur. Ancak bunun yanı sıra bu türde karşımıza sıkça çıkan yüksek perdeli çığlıklar da black metal vokal karakteristiklerinden biridir. Bu noktada parantez açarak şunu da söylemeliyim, özellikle senfonik black metal grupları şarkılarında sık sık normal vokaller de kullanırlar.

Black metal şarkılarında sözler, türün müzikal anlamdaki mistik ve rahatsız edici havasına uygun olarak pagan(çok tanrılı dine mensup olan kimse; payen), okült(simya, büyücülük, astroloji, karabüyü vb doğa üstü inanışların genel adı; okültizm) ve satanik içeriklidir. Bu sözlerin temel hedefi Hristiyanlık başta olmak üzere tüm tek tanrılı dinlerdir. Öyle ki bazı black metal gruplarının şarkıları tek tanrılı dinlere ve o dinlerin takipçilerine karşı bir savaş ilanı niteliğindedir. Şeytanın savaşı, tek tanrılı dinlerin yandaşlarını alt edişi ve vampirik ögeler yine black metal şarkılarının ana temaları arasında yer alır.  Bu içerik sadece şarkılarla sınırlı değildir. Birçok black metal albümü bir temel hikaye üzerine inşa edilir ve albüm içindeki her bir şarkı bu hikayenin bir parçasını teşkil eder. Örneğin black metal üzerine araştırma yaparken bir kaynakta karşıma çıkan Enthroned’in bir albümü ile ilgili hikaye şöyleydi:

“Ortaçağ döneminde yaşayan bir adam, rüyasında eğer haçlı ordusuna katılırsa çok zengin olacağını görür ve sefere katılır. Haçlı ordusunun yağma tecavüz gibi dönemlerinin aktarılmasının ardından albümün sonunda, adamımız bırakın zengin olmayı cebinde meteliği olmadan evine geri döner. Ancak karısının ve çocuğunun vebadan öldüğünü öğrenir. Sonrasında tanrıya isyan eder ve şeytana tapmaya başlar.”



Black metal’in tarihsel gelişim sürecini inceleyecek olursak, black metal hareketinin temelde iki dalga olarak ilerlediğini görürüz. Birinci dalga İngiltere’de Venom grubu ile başlar. Venom ilk yıllarında müzikal olarak az önce yukarıda bahsettiğim yapıdan ziyade thrash metal’e daha yakındır. Ancak içerik açısından kesinlikle ilk black metal gurubudur ki black metal teriminin kaynağıda Venom’un ikinci albümü olan “Black Metal(1982)”dir. Yine birinci dalga içinde bahsedilmesi gereken önemli bir grupta İsveçli Bathory’dir. Bathory’nin asıl önemi İskandinavya’ya ait mitolojik ögeleri şarkıları içinde kullanan ilk grup olmasından gelmektedir. Bathory’nin bu tutumu aynı zamanda “Viking Metal” kavramının doğuşuna vesile olmuştur. İkinci dalga 90′lı yıllarda Mayhem, Darkthrone, Emperor, Burzum, Satyricon, Immortal ve Enslaved gibi Norveç ve İskandinav kökenli gruplar ile şekillenmiştir. Bu tarihten itibaren başta Norveç olmak üzere tüm İskandinav ülkeleri black metal’in tartışmasız ana vatanı haline gelmiştir.

Yine bir parantez açalım. Eminim çoğumuz Sam Dunn’ın “Metal: A Headbanger’s Journey” isimli belgeselini izlemişizdir. İzlememiş olanlarınız var ise şiddetle tavsiye ederim. Burada kısaca bahsedecek olursak, Sam Dunn sıkı bir metal müzik hayranı ve aynı zamanda bir antropolog. Sam yıllar boyunca akademik anlamda farklı kültürler üzerine araştırmalar yaptıktan sonra çeşitli metal müzik türleri, grupları ve bunların bağlı oldukları topraklardaki kültürle olan ilişkisi incelemek adına böyle bir projeye imza atmış. Los Angeles, Birmingham ve nihayetinde Norveç’e giderek bu merkezlerde çeşitli araştırmalar yapmış(Sam Dunn’ın belgeseline benzer farklı araştırmalar olup olmadığı konusunda bir bilgim yok, ancak onun kendi belgeselinde herkes tarafında da kabul edilen birçok noktayı ifşa ettiği de bir gerçek). Neyse, Sam’in tespitlerine göre Norveç’te ve diğer İskandinav ülkelerinde black metal’in bu derece popüler olması direkt olarak Viking kültürüyle ilişkili. İskandinavya’nın hristiyanlaştırılması sırasında kendi mitolojik ve epik kültürel miraslarından ayrılmak zorunda bırakılan ve birazda kötü muameleyle karşılaşan Norveç halkı içindeki bazı aşırı uçlar, 1000 yıl önce ekilen bu kin tohumlarını black metal vasıtasıyla açığa vurdular. Sonuç olarak bugün nüfusunun yaklaşık %87’si Luteryen mezhebi mensubu olan Norveç’te 1992 ve 1996 yılları arasında birçok tarihi kilise kundaklandı. Ve az önce isimlerini zikrettiğim ikinci dalga black metal gruplarından hiçbiri bu olayları yanlış bulmadı, hristiyanların bunu çoktan hak ettiğini söyleyenler bile oldu. Hatta “Varg Vikernes” gibi bazı müzisyenler bizzat bu kundaklama olayları içinde bulundu.



Black metal hususunda bilinmesi gereken bir diğer konu da “Corpse Paint” denilen, siyah ve beyaz boyalar kullanılarak yapılan ve yapanın çürümekte olan bir cesede benzemesine yol açan özel bir makyaj biçimi. Bu makyaj tarzı black metal grupları ve hayranları arasında oldukça popülerdir. Ayrıca baltalar, kılıçlar ve birçok kesici silah, çivili bileklikler Viking kültüründen beslenerek zaman içinde black metal ile özdeşleşmiş aksesuarlardır. Neredeyse hemen her black metal grubunun bu tarz savaş araçlarıyla çekilmiş fotoğraflarını bulmak mümkündür.

Yazımın başında belirttiğim gibi black metal çok kısa bir zaman zarfında hızla etki alanın genişleterek bir heavy metal alt türü olmanın ötesinde tam anlamıyla bir fenomen haline gelmiştir. Bu hızlı gelişim süreci beraberinde tür içinde belli başlı bazı alt türler ortaya çıkmasına vesile olmuştur;

Total Black Metal
War Black Metal
Odium Black Metal
Occult Black Metal
Neo Black Metal
National Socialist Black Metal
Symphonic Black Metal
Viking Metal
Unblack Metal

Bu alt türler hakkında uzun uzarıya karalamak gibi bir niyetim yok ancak ilerleyen günlerde hepsini kısaca ele alacağım bir yazı yazmayı da düşünüyorum. Şahsen ben iyi bir black metal dinleyicisi değilim ki müzikal anlamda senfonik black metal grupları hariç beni cezbeden black metal grubu yoktur diyebilirim. Özellikle black metal grupları tarafından her daim dillendirilen satanik, pagan ve okült söylemleri de kesinlikle tasvip etmiyorum. Ayrıca bu söylemleri gerçek anlamda kendi düşüncesi olduğu için aktaranlar olduğu gibi, bu unsurları bir reklam aracı veya daha fazla para kazanmak adına bir yardımcı vasıta olarak gören black metal gruplarıda yok değil. Ama bütün bunlar black metal’in varlığını ortadan kaldırmıyor.


kaynak: sinepena~ rocksomnia

20
Müzik / Rock Müziğin Soy Ağacı: “Speed Metal”
« : 09 Mayıs 2008, 00:09:25 »
Speed Metal, üzerinde biraz düşünülmesi gereken bazı ince ayrımlara sahip olan önemli bir konu. 80′li yıllara kadar tam anlamıyla bir Heavy Metal alt türü olarak kabul görmeyen Speed Metal için(biraz esprili bir söyleyişle) ilköğretime başlamadan önceki anasınıfı yakıştırması yapılabilir. Aslında Speed Metal için Heavy Metal’in şu veya bu noktasında yer alır demek ne derece doğru olur bilemiyorum ancak onu bir geçiş türü olarak sınıflandırsak dahi Speed Metal şarkıları her zaman için benim kanımı kaynatan eserler olmuşlardır.

Genel anlamda “Power Metal” ile “Thrash Metal” arasında yer alan bir Heavy Metal alt türüdür Speed Metal. Power Metal’in melodizmini ve Thrash Metal’in sertliğini tek bir beden içinde dengeli ve tutarlı bir bütün halinde muhafaza etmeyi başarmıştır. İlk Speed Metal grupları ve şarkıları daha çok Heavy Metal’in ilk dönemlerinden Black Sabbath, Deep Purple ve Judas Priest gibi gruplara ait müzikal niteliklerin daha yüksek tempoda icraları olarak tanımlanabilir.



Daha öncede belirttiğim gibi Speed Metal 1980′lere kadar tam olarak bir Heavy Metal alt türü olarak kabul görmüyordu. Bu sebeple Speed Metal’in kesin çıkış noktalarını belirlemek bir hayli güç. Black Sabbath’ın Paranoid(1970), Deep Purple’ın Speed King(1970) ve Fireball(1971) şarkıları Speed Metal tınıları içermesine karşın ilk Speed Metal şarkısı Deep Purple’ın 1972 yılında yayınlanan “Machine Head” albümünde yer alan “Highway Star”ı olarak kabul edilir. “Highway Star” tek akor üzerinde hızlı tempoda icra edilen ritim kalıpları, 70′lerin “Progressive Rock” akımından esinlenen ve klasik müzikten beslenen hızlı gitar ve piyano(keyboard olarak bildiğimiz enstrümanın kabul görmüş türkçe bir karşılğı olmadığından onu piyano olarak dillendirmenin daha uygun olacağını düşünüyorum) sololarıyla Speed Metal’in müzikal yapısını tanımlar niteliktedir.Speed Metal’in müzikal karakterinin yanı sıra içerik olarak ta kendisine özgü yönleri vardır. Bunların başında şarkı sözleri gelir. Soğuk savaş döneminde ortaya çıkan Speed Metal’in şarkı sözleri genel olarak savaş, kirlilik, nükleer silahlar ve egemenlik kavramlarından bahseder. Vokal bakımından Speed Metal diğer Heavy Metal türleriyle benzer özellikler göstermektedir. Vokaller genel anlamda derinden gelerek yükselen bir yapı veya yüksek perdeli, güçlü çığlıklar biçimindedir.



Speed Metal, Thrash Metal’e uzanan değişim sürecinin ilk basamağı olduğundan Thrash Metal gruplarının Speed Metal grupları olarak ta anılması gayet doğaldır. İlk Speed Metal albümü birçok kaynakta Metallica’nın “Kill’ Em All”u olarak gösterilir. Keza yine Metallica’nın “Ride The Lightning” albümü de Speed Metal tınıları taşımaktadır. Megadeth’in çıkış albümü “Killing Is My Business…Business Is Good”, Antrax’ın çıkış albümü “Fistful of Metal”, Exodus’un “Bonded by Blood” albümü, Slayer’ın çıkış albümü “Show No Mercy” ve Overkill’in çıkış albümü “Feel The Fire” Speed Metal olarak nitelendirilebilecek diğer bazı albümlerdir. Ancak tüm bu gruplar devam edem süreçte Speed Metal’le bağlarını kopartarak Thrash Metal türüne hayat vermişlerdir ki bu albümlerde dahi Thrash Metal havası hissedilmektedir.

Speed Metal’den bahsedilirken unutulmaması gereken çok önemli iki grup daha vardır ki bunlar Judas Priest ve Motörhead’dir. Motörhead genel olarak tam bir Speed Metal grubu değildir çünkü onlar Speed Metal’i birçok farklı rock ve Heavy Metal türüyle birlikte kullanarak kendinlerine özgü bir sentez yakalamışlardır. Özellikle grubun “Overkill” ve “Ace of Spades” albümleri bu sentezin güzide örnekleri arasında yer alır. “Overkill” albümünde kullanılan hızlı çift kross davul stili, bu tekniğin ilk örnekleri arasında yer alır ve kısa zaman içinde tüm Heavy Metal gruplarının vazgeçilmezi olmuştur(Bu bilginin doğrulu biraz şüpheli, bu sebeple eğer yanlışım varsa beni uyarmanızı isterim).

Judas Priest, 1990 yılındaki “Painkiller” albümüne dek katıksız bir Speed Metal albümüne imza atmamıştır. Fakat bu albüm hızlı ritim kalıpları, hızlı ve komplike gitar soloları ve düellolarıyla baş ucundan ayak tırnağına kadar yüzde yüz bir Speed Metal albümüdür. Kimi eleştirmenler ve müzik severler için günümüze kadar yapılmış ve bundan sonra da yapılabilecek en iyi Speed Metal albümü olarak nitelendirilmektedir. Grubun daha öncesinde Speed Metal sayılabilecek birçok şarkısı ve albümü olmasına karşın “Painkiller” albümü tamamıyla Speed Metal temeli üzerine inşaa edilmiştir.



2000′li yıllarda “Gamma Ray, Stormwarrior, Iron Savior, Rage, Agent Steel, Cage, Dragon Force, Temple of Blood, Primal Fear” ve benzeri gruplarla halen varlığını sürdürmeye devam Speed Metal ne yazık ki eski günlerini aratır durumda. Günümüzün Speed Metal grupları Judas Priest’in yükselttiği çıtayı geçmeyi bırakın, ona yetişmeyi dahi başarabilmiş değiller. Ne diyelim umarım Speed Metal, Heavy Metal dünyası içindeki güzide yerini korumaya devam eder…


kaynak: sinepena ~ rocksomnia


21
Müzik / Rock Müziğin Soy Ağacı: “Heavy Metal”
« : 09 Mayıs 2008, 00:04:44 »
Bu yazı ile birlikte, rock müziğin tarihi gelişim sürecinde geçirdiği evrimleri, yol ayrımlarını, rock müzik türlerini ve alt türlerini tek tek ele alacağım bir yazı dizisine başlıyorum. Şu hususu belirtmeliyim ki bu yazılarda hakkında bilgi vermeye çalışacağım rock müzik türleri ve onlara bağlı alt türler, tarihi gelişim süreciyle doğru oratlılı biçimde kronolojik bir şekilde ele alınmayacak. Benim en çok sevdiğim rock türü olması münasebetiyle “Heavy Metal”den başlamak istiyorum.



Genel olarak Heavy Metal, 60′lı yılların sonlarıyla 70′lerin başlarında ortaya çıkan ve kökeninde blues rock ve psychedelic rock (sanırım bu türe bir anlamda uyuşturan rock dersek yanılmış olmayız. “Psychedelic” benliği uyuşturan ve sanrılar görmeye sebep olan, psikiyatrik vakalar üzerinde kullanılan ilaçların genel ismidir. Psychedelic rock ise uyuşturucuların insan vücudunda oluşturduğu etkiyi, müzik yoluyla tecrübe edebilmek amacıyla ortaya çıkmış bir rock türüdür.) türlerinin bir harmanını barındıran, sert tonlu gitar nağmelerinin, sıkı davul tınılarının, hızlı soloların, gırtlaktan gelerek göğü yırtarcasına yükselen haykırışların oluşturduğu rock müzik türüdür. Temelde bir rock müzik türü olarak ortaya çıkan Heavy Metal kısa bir zaman içinde hem müzikal hem de içerik olarak gösterdiği farklılılar sebebiyle, bana göre rock müzik tarihi açısından tam anlamıyla bir yol ayrımı olarak görülmelidir. Benim düşümcem odur ki Heavy Metal ile 60′lı yıllara damgası vuran rock müzik anlayışı arasındaki tek benzerlik, bu iki türün icrasında kullanılan müzik enstrümanlarının aynı olmasından öteye geçmez.

Bu giriş kısmından sonra müzikal açıdan Heavy Metal’in sahip olduğu belli başlı karateristikleri inceleyelim. Öncelikle mükemmel beşli olarak adlandırdığımız “Power Chord” akor dizileri ve “tritone” (Üç ton aralı müzik yapısı; kısaca şarkı içinde kullanılan akor dizilerini üç tam nota aralıklı olmasıdır. Örneğin Sol-Do# veya Do-Fa# nota aralıkları gibi. Bu yapı latincede “Diabolus In Musica” yani müzikteki şeytan biçiminde adlandırılır. Bunun sebebi ise ortaçağda üç ton aralı bu müzikal yapının şeytani bir tınıya sahip olduğuna inanılmasıdır. Bu yapı özellikle barok dönem klasik müziğinde ağırlıklı olarak kullanılmıştır.) olarak tabir ettiğimiz üç ton aralı müzik yapısı Heavy Metal ritimlerinin en temel göstergesidir. Tritone yapı ve Power Chord’lar kullanılarak oluşturulan şarkı ritimleri yoğun bir gitar tonu elde etmeye yardımcı olur. Bu yapıya abartılı distorsiyonlar da eklenince, Heavy Metal müziğin gitar nağmeleri, biraz sonra sizi parçalamaya hazırlanan bir canavarın homurtularına dönüşür.



Heavy metal’in müzikal yapısıyla ilgili bir diğer husus agresif davul tınılarıdır. Klasik rock döneminin tam aksine Heavy Metal’in içeriğinde davul en az gitar kadar önemli bir yere sahiptir. Hızlı ve öfke dolu davul ritimleri ve soloları Heavy Metal müziğin sert yapısına şekil veren önemli unsurlardan biridir. Parmak kıran hızlı gitar soloları ise işin bir diğer boyutu. Özellikle Heavy Metal ile birlikte rock gitaristleri kendi sınırlarını zorlayarak, akıl almaz hızlarda ve bir o kadar da melodik gitar sololarını şarkılar içinde kullanmaya başladılar.

Bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir konu devreye giriyor. Heavy metal gruplarının müzikal tavırları incelendiğininde bütün bu sert ve ürkütücü sound ile oldukça melodik ve insan ruhunu okşayan bir müzikal yapının birlikte harmanlanarak kullanıldığı görülür. Bu ilginç karışımı ortaya çıkaran temel unsur Heavy Metal ile Barok, Romantik ve Modern dönem klasik müziği arasındaki ilişkidir. Bach, Beethoven, Paganini, Wagner, Bartok, Stavinsky gibi ünlü klasik müzik bestecilerinin eserleri ve müzikal tavırları, Heavy Metal’in bu dengeli ve tadına doyum olmaz karışımının vücuda gelmesinde hatırı sayılır bir etkiye sahiptir. Bazı müzik eleştirmenleri ve analistlerine göre Heavy Metal müzisyenlerinin büyük bir kısmı klasik müzik melodi, motif ve nota yapıları üzerine odaklanmışlardır. Her ne kadar ben aynı düşünceyi paylaşmasam da kimilerine göre de tritone, mükemmel beşli, oktav gibi klasik müzik yapılarının Heavy Metal ritimlerinde kullanılması, klasik müzik estetiğine karşı yapılan bir hakaret niteliğindedir.

Heavy Metal’in bir diğer önemli müzikal unsuru bu türe özgü vokal sitilidir . Heavy Metal solistleri gırtlaktan gelen hırıltılarla bezeli bir söyleyiş tarzını benimserler. Bu tarz ise genel olarak iki yapıda karşımıza çıkar. Birincisi kulak zarlarınızın zarar görmesine neden olabilecek kadar güçlü tiz çığlıklar biçimindedir. İkincisi de söylenen sözlerin büyük bir kısmının kim vurduya gitmesine neden olan boğuk, yoğun ve kalın gırtlak faaliyetleri şeklinde kendini gösterir. Tüm bu yapıya bas gitarın birleştirici unsur olarak girmesiyle Heavy Metal tam anlamıyla vücuda gelmiş olur. Bas gitar bu yapı içindeki boşlukları doldurduğu gibi Heavy Metal’in kasvetli ambiyansına da katkıda bulunur.



Heavy metal’in müzikal yapısına dair genel anlamda söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi biraz da Heavy Metal kelimesinin kökeninden bahsetmek istiyorum. Müzikal anlamda Heavy Metal kelimesinin ortaya çıkışı tam olarak bilinmiyor ki Heavy Metal (ağır metal) sözcüğü yüzyıllardan beri kimya ve metalurji bilimlerinde kullanılan bir terimdir. Modern kültür içinde Heavy Metal sözcüğünün ilk kullanımı ise William S. Burroughs tarafından yazılan ve 1962 yılında yayınlanan “The Soft Machine” isimli romanda yer alan bir karakterin ismi olarak karşımıza çıkar. Kendisi “Uranian Willy, the Heavy Metal Kid” olarak bilinir. Burroughs bir diğer romanında Heavy Metal terimini bağımlılık yapan uyuşturucuları tanımlamakta kullanılan bir kod adı olarak işlemiştir. Heavy Metal kelimesinin bir şarkı sözü olarak ilk kullanılışı “Easy Rider” filminin soundtrack albümünde de yer alan Steppenwolf’un “Born To Be Wild” parçası ile gerçekleşmiştir.

I like smoke and lightning,
Heavy metal thunder.
Racin’ with the wind,
And the feelin’ that I’m under.

1970′lerin başında bazı müzik eleştirmeleri “Black Sabbath” ve “Led Zeppelin” gibi grupların yaptığı müziği tanımlarken Heavy Metal terimini kullanmışlar ve bu tanım bu türün fanları tarafından kısa zamanda benimsenmiş ve kemikleşmiştir. Heavy metal teriminin kaynağı hakkında daha birçok iddia ve rivayetler var ancak tüm bu varsayımlara burada yer vermeyi gerekli görmüyorum.

Heavy metal şarkı sözleri genel olarak seks, şiddet, fantazi, doğaüstü varlık ve olayları konu edinir. Ancak bunların yanı sıra temel rock felsefesinin yansımaları olarak siyasi ve toplumsal konulara parmak bastığı noktalar da vardır. Heavy metal’in kökeni ingiliz işçi sınıfıyla iniltilidir. Heavy metal müzik İngilteredeki fabrika işçilerinin mesai çıkışında takıldıkları barlarda hayat bulmuştur. İlk safkan Heavy Metal grubu olarak tanımlayabileceğimiz “Black Sabbath” üyelerinin ağır sanayi işçilerinden oluştuğunu söylersek aradaki bağlantı net olarak gözler önüne serilir. Ancak Black Sabbath’a kadar gelen süreçte bu türün doğuşunda önemli roller üstlenen başka isimlerden de söz etmek gerekir. Heavy Metal’in temel niteliği olan yüksek distorsiyonlu gitar resiflerinin popüler oluşunda “The Kinks”in 1964 yılında hit olan parçası “You Really Got Me”nin önemli bir payı vardır. “Who”nun “My Generation”nı da Heavy Metal’e giden yolu aydınlatan ışıklardan biridir. Cream ve The Jimi Hendrix Experience da, bu yolculuktaki önemli kilometre taşlarındandır.



1970′lerden günümüze, halen varlığını sürdüren Heavy Metal kendi bünyesinde bir çok alt türü de barındırır. Bu alt türleri şöyle sıralayabiliriz:

Black Metal
Death Metal
Doom Metal
Folk Metal
Glam Metal
Gothic Metal
Industrial Metal
Metalcore
Neo-Clasical Metal
Nu Metal
Power Metal
Progressive Metal
Speed Metal
Symphonic Metal
Thrash Metal
Önümüzdeki dönemlerde bu alt türleride ayrı ayrı ele alarak Heavy Metal tarihindeki yerleri hakkında elimden geldiğince bilgilendirici yazılar yazmaya çalışacağım. Heavy Metal müzik ortaya çıktığı ilk günlerden bu yana yanlış anlaşılmış ve topluma olumsuz bir biçimde yansıtılmıştır. Aslında Heavy Metal hakkında oluşan bu önyargıda geçmişten günümüze birçok Heavy Metal müzisyenin satanik unsurları hem şarkı sözlerinde hem de sahne şovlarında bir ilgi unsuru olarak kullanmalarının da payı olduğunu kabul etmek gerekir. Tüm bunların yanısıra gerçek anlamda satanik inanışları olan Heavy Metal grupları ve müzisyenleride yok değildir. Kurunun yanında yaşın da yanması gibi bu kötü örneklerin varlığı tüm Heavy Metal dünyasının kötülenmesine sebep olmuştur.

90′lı yıllarla birlikte büyük bir gerileme devrine giren Heavy Metal, o dönemden sonra bir türlü toparlanamamış ve eski görkemli günlerini aratır hale gelmiştir. Hatta kimi Heavy Metal grupları ve müzisyenleri o derece yollarını şaşırmışlardır ki Heavy Metal adı altında bir fiil pop müzik yapmışlardır. Bu boşluk döneminde peydah olan yeni Heavy Metal grupları da şahsi kanaatimce adı Rock ve Heavy Metal kelimesiyle aynı cümle içinde dahi telaffuz edilmemesi gereken, rap ve hiphop gibi türlerle Rock ve Heavy Metal müziği harmanlayarak hilkat garibesi bir tür ortaya çıkarmışlar ve bu işgüzarlıklarını marifet saymayı kendilerine görev edinmişlerdir. Umarım gelecek yıllar Heavy Metal’in tekrar şaha kalktığı, tozu dumana kattığı yepyeni bir dönemin ev sahipliğini yapar…


kaynak:sinepena.com ~ rocksomnia

22
Sinema / The X Files 2 Geliyooooo (sonunda)
« : 05 Mayıs 2008, 18:39:49 »


dünyaca ünlü the x files serisinin ilk filminin ardından sabırıszlıkla beklenen the x files : i want to believe" 25 temmuz 2008'de izleyicileriyle buluşuyor...


resmi internet sitesine:  http://xfiles.com/  adresinden ulaşabilirsiniz..   imdb arşivindeki resimler için tıklayın

Yönetmen : Chris Carter

Yazarlar :Chris Carter Frank Spotnitz

Tür : Mystery | Sci-Fi

Oyuncular : David Duchovny ...  Fox Mulder

Gillian Anderson ...  Dana Scully

Amanda Peet   

Billy Connolly   

Callum Keith Rennie   

Mitch Pileggi ...  Walter Skinner

Adam Godley   

X Zibit

Steve Stafford ...  FBI Helikopter Pilotu


not: her eklemede fragmanda düzenleme yapılacaktır...

23
Müzik / Haggard
« : 30 Nisan 2008, 16:45:43 »


Haggard, 1991`de Asis Nasseri önderliğinde kurulan Alman senfonik metal grubu. Klasik, rönesans ve orta çağ müziğini modern doom metal ile birleştirmişlerdir.Grup, 1991 yılında daha çok death metal türüne ait müzik yapıyordu. 1992 yılında tarzlarını değiştirerek senfonik metale yöneldiler. 1991 yılında kurulan Münih’li grup müzik hayatlarına death metal alanında başladı. İlk demoları “Introduction” 1993 yılında ve kendilerini tanıttıkları beş parçadan oluşan ilk mini-albümleri “Progressive” ise 1994 yılında çıktı.

1995 yılında müziklerine klasik öğeler katmaya başladılar. Bu yıl gruplarına keman, viyolonsel, piyano ve bir de soprano kattılar. “Once...Upon A December's Dawn” isimli bir promo albümü çıkarttılar ve Danimarkalı grup Illdisposed ve Alman grup Disgust ile çıktıları turneyle yeni müziklerini tanıttılar.

Yeni tarzlarıyla olumlu tepkiler alan grup kadrolarına 16 müzisyen daha kattı ve müziklerini gitgide daha senfonikleştirmeye, daha klasikleştirmeye başladı.

Giderek oturan kadroları ve tarzlarıyla 1997 senesinde Serenade Records etiketli “And Thou Shalt Trust ...The Seer”ı piyasaya sürdüler. Albüm iyi bir satış grafiği çizdi ve büyük beğeni topladı. Bu albüm melodik death metal ve Ortaçağ-klasik-folk müziğinin karışımıydı. Lirikler İngilizce, Almanca ve Latince’ydi. Albüm tarihe bir yolculuk gibiydi ve Michel de Notre Dame’ın (namı diğer Nostradamus’un) hayatını işliyordu.

Grup, yeni albümlerine kadar uzun bir turne dönemi yaşadı. Çoğu Almanya, Avusturya, İsviçre ve Hollanda’da geçen bu turneler grubun hayran kitlesini her geçen gün arttırdı. Grubun tek (ve hayli önemli) dezavantajı ise hayli kalabalık olan kadronun toparlanma sorunuydu. Bu yüzden konserler maalesef hep “playback” geçti.

2000’in Temmuz’ ayında grup, adından en çok söz ettiren ve en başarılı albümlerini çıkardı. Albümün adı “Awaking The Centuries”di ve tarihe yapılan yolculuk aynen devam ediliyordu bu albümde de. Tarihin gerçek olayları ve kahramanları (ve yarım kalan hikayesiyle Nostradamus) yine albüm parçalarının konusuydu. Bu albümle Haggard hayranları adeta mest oldu. Grup bundan bir yıl sonra Meksika’da kaydedilen “Awaking The Gods” (Live in Mexico) isimli bir live albüm çıkardı. Onbir parçadan oluşan albüm Haggard’ın en iyi eserlerini içeriyordu.

Haggard’ın son albümü ise, adını Galileo’nun ünlü sözü “Herşeye rağmen dünya dönüyor.” lafından alan “Eppur Si Muove”. Albüm 2004 yılında Drakkar etiketiyle çıktı.

Awaking The Centuries albümünden önce grup 21 kişiydi. Şu anda ise grup 16 kişiden oluşmaktadır. Bütün şarkıları vokalist ve gitarist Asis Nasseri yazmaktadır.

Demolar:
Introduction (1992)
Progressive (1994)
Once... Upon A December´s Dawn (1995)

Albümler:
Introduction (1992)
Progressive (1994)
Once Upon A December's Dawn (1995)
And Thou Shalt Trust The Seer  (1997)
In A Pale Moon's Shadow  (1998)
Awaking The Centuries (2000)
Haggard - Live In Mexico  (2001)
Eppur Si Muove  (2004)
Thales Of Ithiria  (2007)

Şu andaki üyeler: 
Florian Bartl - Obua
Karin Bodenmüller - Soprano
Fiffi Fuhrmann - Crumhorn
Kathrin Hertz - Çello
Steffi Hertz - Viyola
Danny Klupp - Akustik gitar
Kerstin Krainer - Viyolon
Luz Marsen - Bateri
Robert Müller - Klarnet
Andi Nad - Bas Gitar
Asis Nasseri - Vokal, Gitar
Kathrin Pechlof - Harp
Sasema - Soprano
Florian Schnellinger - Bas Vokal
Hans Wolf - Piyano,Klavye
Christoph V. Zastrow - Flüt

şarkı sözlerini ve bazılarının türkçe hallerine burdan ulaşabilirsiniz..

Herr Mannelig'in (sitedeki yöneticimiz değil :D ) akor ve tablarına ise burdan ulaşabilirsiniz



haggard'ı gecen sene arago'cum sayesinde the final victory ile tanıdım...gerçekten iyi iş cıkarıyolar... herkese tavsiye edilir :D


24
Müzik / Theatres des vampires
« : 27 Nisan 2008, 20:11:12 »
Theatres Des Vampires 1994 yılında metal müzik piyasasına farklı bir şekilde giriş yapmışlardı. Satanik ögelerle vampirik ögeleri birleştirmiş ortaya black metal üzerine gotik bir hava eklemişlerdi. Lord Vampyr 1989 yılından beri metal müziğin içindeydi en sonunda hayali olan kendi grubunu kurmuş ve ona "Theatres Des Vampires" adını vermişti.

Kısa bir süre geçtikten sonra Lord Vampyr grubunu tamamlamış ve karanlık düşünceler ve hava içeren şarkılarını 1995 yılında "Nosferatu, Eine Simphonie Des Grauens" adı ile piyasaya sürmüşler ve inanılmaz bir taleple karşılaşmışlardı.

Aralık 1995 yılında grup yine zindanların derinliklerinden gelen korkuları, vampir hikayelerini konu alan bir albüm peşinde iken bateristleri grubu terk etme kararı aldı. Ama grubun kalan elemanları Lord Vampyr'in yanında kalıp "Vampyrìsme, Nècrophilie, Nècrosadisme, Nècrophagie" albümünü çıkmasını sağlamışlardı.

Grup daha sonra sırası ile 1999 - The Vampire Chronicles, 2001 - Jubilaeum Anno Dracula, 2001 - Bloody Lunatic Asylum, 2002 - Suicide Vampire
2003 - Vampyrisme..., 2004 - Nightbreed of Macabria albümlerini piyasa sürmüş ve müzik türleri Black metalden daha çok gotik metale kaymıştır.

Cradle Of Filth'in benzeri ve taklidi olarak lanse edilen grup simdi kendi özgün müziği içinde yoğun atmosferik ve gotik müzikal ögeleri kullanıp dinleyici kitlesini gün geçtikçe arttırmıştır.

Grup Elemanları;

Lord Vampyr : Vokal
Incubus : Gitar
Morgoth : Gitar
Blutsanger : Bas Gitar
Nick A. : Bateri
Necros : Klavye
Justine & Scarlet : Bayan Vokal

Diskografi:

Vampyrisme, Necrophilie, Necrosadisme, Necrophagie  Müzik Şirketi: Garden Of Grief Productions  Albüm Çıkış Tarihi:  1996

   

Şarkı İsmi
Intro / Twilight Kingdom   
The Land Beyond The Forest 
Reborn In The Wood
While The Snow Turns Red
Vlad The Impaler

The Vampire Chronicles    Albüm Çıkış Tarihi: 1999  Müzik Şirketi: Blackend 



Şarkı İsmi
Preludium   
Enthrone The Dark Angel
Thule
Throne Of Dark Immortals
Woods Of Valacchia Part 2 - The Revelation
When The Wolves Cry
Exorcism 
Carpathian Spells
Cursed   
The Coven 
 
Bloody Lunatic Asylum    Albüm Çıkış Tarihi: 2001  Müzik Şirketi:Blackend 



Şarkı İsmi
Preludium To Madness
Til The Last Drop Of Blood
Une Saison En Enfer
Dances With Satan 
Lilith's Child   
Altar For The Black Mass 
Lunatic Asylum 
Oath Of Supremacy   
Dominions
Les Litanies De Satan 
 
Suicide Vampire   Albüm Çıkış Tarihi: 2002  Müzik Şirketi: Import 



Şarkı İsmi    
Theatre Of Horrors 
Lilith Mater Inferorum
La Danse Macabre Du Vampire 
Queen Of The Damned 
Bloodlust
Tenebradentro 
Il Vampiro 
Enthrone The Dark Angel

The (Un)official History 1993-2003    Albüm Çıkış Tarihi:2003 



Vampyrisme   Albüm Çıkış Tarihi:2003  Müzik Şirketi: Import 



Şarkı İsmi  
Vampyrìsme 
Twilight   
Beyond The Forest 
In The Wood   
Ancient Damned 
Woods Of Valacchia, Part 1 
The Dark Domain 
Walpurga's Night 
The Snow Turns Red 
The Impaler 
Kingdom Of Vampires   
The Enchanted Forest 


Nightbreed Of Macabria   Albüm Çıkış Tarihi: 2004  Müzik Şirketi: Blackend 



Şarkı İsmi
A Macabre Banquet   
Lady In Black   
Angel Of Lust   
Luciferia   
Incubo #1 
Macabria 
The Jester's Shadow
The Golden Sin
Carnival Day   
Incubo #2 
The Curse Of Headless Christ 
Mourning Day   
The Undertaker And The Crow 
The Beginning Of The End 


Pleasure And Pain   Albüm Çıkış Tarihi: 2005  Müzik Şirketi: Aural Music/dreamcell11 



Desire Of Damnation  Albüm Çıkış Tarihi: 2007  Müzik Şirketi: Blackend 



Anima Noir   Albüm Çıkış Tarihi:  2008 


25
Ejderha Mızrağı / Dragonlance: Dragons of Autumn Twilight
« : 27 Nisan 2008, 13:19:25 »
ya baktım başlığa ama bulamadım varsa bana iletin kaldırırım :D



Ejderhamızrağı serisinin ilk filmi olacak olan Dragonlance : Dragons of Autumn Twilight(Güz Alacakaranlığının Ejderhaları) animasyon filminin birkaç detayı belli oldu. 

--------------------------------------------------------------------------------
Animasyon filmin yönetmenliğini Will Meugniot yapıyor.Will Meugniot daha önce "The X-Men", "Spider-Man Unlimited", "The Real Ghostbusters","Spydogs" ve "Conan, The Adventurer" gibi bildiğimiz çizgi filmlerin yönetmenliğini yapmış.Seslendirme listesinde ise televizyon camiasından ünlü kişilerle ve oyun seslendirme konusunda profesyonel kişilerle çalışılmış.

Destanın sinema perdesindeki ilk sınavı için konsept çalışmaları Kunoichi(http://www.kunoichi.com/) tarafından yapılıyor,prodüksiyon ise Toonz Animation(http://www.toonzanimationindia.com/toonz.htm), Commotion Pictures ve Epic Level Entertainment(http://www.epiclevel.com/) firmaları tarafından hazırlanıyor.Paramount Pictures(http://www.paramount.com/) tarafından 2007 sonbaharına kadar tüm dünyada gösterime girecek.

Çizgi karakterler ses verecek olan Cast listesi ise şöyle;

Tanis Yarı-Elf
Michael Rosenbaum (Smallville)

Raistlin Majere
Kiefer Sutherland (24)

Goldmoon
Lucy Lawless (Xena)

Flint Fireforge / Fewmaster Toede
Fred Tatasciore

Tika Waylan
Michelle Trachtenberg

Caramon Majere
Rino Romano

Tasslehoff Burrfoot
Jason Marsden

Fizban The Fabulous
Neil Ross

Sturm Brightblade
Mark Worden

Riverwind & Gilthanas
Phil Lamarr

Bupu
Jentle Phoenix

Laurana
Caroline Gelabert

Takhisis
Nikka Futterman

The Forestmaster
Mari Weiss

Elistan
Ben McCain

Pyros
Dee Bradley Baker

Flamestrike
Susan Silo

Onyx
Juliette Cohen


Birkaç karakterin konsept çizimleri;
 






,


26
Eğlence & Mizah / Numeroloji
« : 24 Nisan 2008, 23:21:47 »
Numeroloji  Nedir ?

Adımızın her harfinin karşılığı bulunan bir sayı vardır. Bu sayıların toplamı sahip olduğumuz kişilik özelliklerini gösterir. Doğum tarihimizden derlenen sayı kümesi de geleceğimizle ilgili açıklamalar yapar.

Sayılardan türetilen Numeroloji'de en çok kullanılan yöntem "Pythagoran" sistemidir. Aşağıdaki tabloda isim ve soyadımızı oluşturan harflerin hangi sayıya karşılık olduğu gösterilmiştir.




Peki Kader Sayımı NasıL BuLacağım ??? derseniz

Yukarda görülen tablodan adımızdaki harfleri kullanarak Kader sayımızı bulmak için bir örnek ile yola çıkalım.
IREM SAHINBAS için kader sayısı şöyle hesaplanır :
9+9+5+4+1+1+8+9+5+2+1+1 = 55 = 5+5 =10 = 1+0 = 1


Kader sayısında 1'den 9'a kadar sayılar ve bunlara ilave olarak sadece 11 ve 22 sayıları yer alır. Her sayının açıkladığı bir kişilik oluşumu vardır. 11 ve 22 sayılarına "Değişmez sayı" denir.
Hesaplama yapıldığında son sayı 11 veya 22 olduğunda bunlara ait yorumlar okunmalıdır.




KişiLik Sayısı NasıL buLunur ???


Doğum tarihimiz ile bulunan "Kişilik Sayısı", kişilik yılı içinde nelerle karşılaşacağımızı gösteren, Numeroloji ile Astrolojinin ilginç bir karışımıdır.

Kişilik Sayısı Nasıl Bulunur ?
Bunu bir örnekle açıklayalım. 11 Mayıs 1973 yılında doğan birinin Kişilik Sayısı = 1+1+5+1+9+7+3= 27 = 2 + 7 = 9 olarak elde edilir.




İşte SayıLara Göre Kader ve kişiliğiniz...

1 = Yaratıcılık,Bağımsızlık, Özgünlük, ego, kendine düşkünlük.
Bu insan doğal bir liderdir. Kendine yeterlidir ve hırslıdır. İş hayatında aşırılıklardan,
Hükmedici davranmaktan ve acelecilikten kaçınmalıdır.
  ( <== bu benim kader sayım ve doğru demiş öleyimdir := )

2 = Sezgi, İş birlik anlayışı, Tasarım ve kavrama, Aşırı duyarlık, Bağımlılık.
Bu insan sevgi dolu,barış yanlısı, eleştirici ve ideal ortaktır. Detaylara gömülmekten,
Ve yalnız kalmaktan kaçınmalıdır.


3 = Sanat Kabiliyeti, Sosyal kişilik, Dostluk meyli, Yüzeysellik,Ziyankarlık.
Bu insan dışa dönüktür. Hayatı ve eğlenceyi sever. Yaratıcı ve duyarlıdır. Rutinden hoşlanmaz. Kendine disiplin uygulamayı öğrenmelidir.
   ( <== bu benim kişilik sayım  )

4 = Pratiklik, Uygulayıcılık, Güvenirlik, Bükülmezlik, Sağlamlık.
Sıkı bir çalışandır. Her şeyin başarılmasını ister. İyi bir arkadaş ve candan olmayı öğrenmelidir. Güvenlik duygusunun aşırılığından sakınmalıdır.


5 = Özgürlük, Uyum Kabiliyeti, Gezginlik, Değişkenlik, Erotizm meyli.
Cesur, yürekli ve ikna edici bir kişiliktir. Güzel şeylerden ve bunlara sahip olmaktan hoşlanır. Can sıkıntısından fazla etkilenir. Bunun aşırılığından sakınmalıdır. Kolayca amacından sapması olasıdır


6 = Aşk, Sorumluluk, Anlayış, Her işe karışmak, Kıskançlık.
Sıcak, koruyucu ve mutlu kişiliktir. Güvenilir ve sağlam yapıdır. Sevdiği insan için her türlü fedakarlığı yapar. Kendini aşırı kötümser hissetmekten ve başkaları tarafından istismar edilmiş duygusundan arınmalıdır.


7 = Ruhsallık, Zihni analizcilik, Zeka, Eleştiricilik, Sır saklama ve baskıcılık.
Derin bir düşünürdür. Ruhsal meyillidir. Eksantrik ve değişkendir. Soğuk ve mesafeli durmaktan kaçınmalıdır. Yalnızlıktan ve iyi şeylere sahip olamama duygusundan arınmalıdır.


8 = Yöneticilik yetenekleri, Organizasyon yeteneği, Güçlülük, Maddi ve adil.
Güçlü,kararlı ve sonca giden kişiliktir. Para ve maddi konularda başarılıdır. Amacının karşısında gördüğü insanlar için duygusuz davranma meylinden arınmalıdır.


9 = Sanatkar yetenekleri, Hümanist, Romantik, Duygusallık, İsraf ve konfor .
Sezgili, Duyarlı ve yaratıcı kişiliktir. Dünyaya kendini kanıtlamak için savaşır. Kötü alışkanlıklarından kurtulmak ve hayatın küçük detaylarından fazla etkilenmemek için çalışmalıdır.


11 = Sezgi gücü, Ülkücülük, Keşif yeteneği, Duyarlık, Fanatik.
Hayalci ve öngörülü kişiliktir. Sanatkardır. Bilinç üstü gelişmiştir. Çok gergin ve aşırı duyarlı olmaktan korunmalıdır.


22 = Pratik bir idealist, Maddi alanda üstünlük,Çabuk zengin olabilen,Saldırgan.
Amacına bağlı ve pratik kişiliktir. Global düşünce tarzına sahiptir. Çok erken dünyaya gelmiş olmak duygusundan ve geleceğe fazla düşkün olmaktan sakınmalıdır.



[alıntıdırr......]

27
Düşler Limanı / Hoşçakal...
« : 24 Nisan 2008, 22:07:15 »
efem öncelikle bir konu açmıştım biliyorsunuz (site içi aşklarla alakalı)sakın aşağıdaki yazımı onunla bağdaşlaştırmayın. sadece apo. - adam gontier ve şebo dinlerken çıkmış birşey bu...


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ o ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Acı çektirmeye çalışıyorsun bana değil mi? Tebrik ederim seni sonunda, onca yıldan sonra bana ilk defa biri bu kadar çok acı çektirdi… Bedenen değil canım, asla bedenen acı çektiremezsin, ruhen çekiyorum acıyı sayende… Yok yere her şey… Ne kadar salağım diyorum bazen. Saçma sapan şeylere anlam yüklüyor bu kalp kırıntıları. Niye? Beklide kalp denen o boşu boşuna duran organın aç olması yüzündendir. Ne demiş “ustaca sevmek”in yazarı “siz insanlar düşününki her şeyin var olduğu bir mutfağa sahipsiniz istediğiniz bütün malzemeler elinizin altında istediğiniz, aklınızdan geçirdiğiniz yemek anında karşınızda. Bir gün bir adam geliyor çalıyor kapınız ve diyor ki ‘bana bunları verirsen sana her gün pizza getiririm’ saçmalamış değil mi, elinizin altında her şey varken neden her gün pizza yiyeyim ki diyorsunuz, haklısınız… Peki, hiçbir imkâna sahip olmayan aç yaşayan insanlar o kişiyle karşılaştıklarında ne yapar. O pizzayı alabilmek için adama kul köle olur. İşte kalbinizde böyledir sizin. O kocaman sevginizi almak için bir gün biri gelir kul köle olursunuz ama ona gerekenleri alınca sizi kırıntılarla bırakır gider”. Benimkide bu misal sanırım. İstediğin her şeyi yaptım… Her zaman ben vardım senle, olacağımda… Ama.. ama olmuyor işte… Bıktım acıdan hor görülmekten saldırılardan. Korunmuştum belki seninle ama dayanmıyor ki bu kalan son parçacıklar. Onları da yanında götürmek, yok etmek istiyorsan zaten başardın daha niye uğraşıyorsun. Hadi durma, durma çek git. Bırak beni sende diğerleri gibi… Alıştık biz. Ne fark edecek ki her şeyim gittiğinde sen gittiğinde? Hiçbir şey, çünkü bende gitmiş, yok olmuş olacağım. Ağlayacak kimsem olmayacak. Belki bir iki “vah”lar “tüh”ler “iyi kızdı ya”lar olacak sonra bende, yaşadıklarımda yaşattıklarında sönecek yukardan yağdırdığım damlalarla… Bilerek yağdıracağım o yağmurları sana. Ne de olsa yukarıdayken güç bende olacak… Biliyorum kıyamayacağım gene sana. Koruyacağım, kızdıracağım, ürküteceğim, yanında olacağım, korkutacağım. Ama hissedeceksin hep beni. Deliriyorum diyeceksin belki. Delir, sıyır istersen tımarhanelik ol. Sayende ben öyle oldum. Ama diyorum ya istersen delir, ister akıllan, ister başkasına kör kütük aşık ol (günler boyu bana söylediğin o sözleri başkasına da söyle) ben gene salak gibi seni seveceğim…

Aptal sevgilim benim… Son kez yüzünü okşuyorum şuan da senin, dediklerimin tek bir kelimesini bile duymadın biliyorum, ama ben yinede söylüyorum usulca “seni seviyorum”. Ş.F ne demişti : söylenecek söz yok, gidiyorum ben… Bak işte bende gidiyorum sonsuzluğa…

Hoşça kal…

[not: sevmeye yeteneksizim belki... belkide duygusuzum bunun nedeni kan hücrelerimin yerinde buz kütleleri yerleştirmeye başlamış olmamdan da kaynaklanabilir..ama ben buyum işte...tüm eksikliklerime, hatalarıma rağmen hiç değilse çıkıpta "ben buyum" diyebiliyorum]

28
Ne anlıyoruz şu cın cın cın gitarlardan, ne anlıyoruz şu böğürtülerden? Niye kan yağmurlarından, parçalanan vücutlardan ya da insanlık tarihinin trajedilerinden bahsediyoruz? Neden şarkı sözlerimizde “do you want me girl?” yerine “she asked for it” geçiyor? Karlı ve puslu ormanlar, yağan yağmur ya da bir göle silüeti düşmüş eski bir kale neden bu kadar çok hoşumuza gidiyor? En ufak distortion'lı gitar sesi neden dikkatimizi çekiyor? Ne anlıyoruz bu müzikten, hatta bu da müzik mi hakikaten?

Burada bu müziğin geçmişinden, tarihsel öneminden, ne kadar iyi olduğundan ya da neden diğer tüm müziklerden ayrı tutulması gerektiğinden bahsedecek değilim. Bu yazı biraz kişisel, biraz da genel ifadelerle, bu müziğe ve bu müziğin insanlara yaşattıklarına/yaşatabildiklerine dair, daha çok içsel konulara değinmeye çalışan kendi çapında bir denemedir.

Pek çok insanda aynı etkileri gördüğüm için, gerektiğinde kendimden örnekler vermekte de pek tereddüt etmedim.

Zamanında omzuma inen saçlarım artık kısa. Metal gruplarının yer aldığı tişörtlerim bile en fazla iki, üç tanedir. Ve başlamadan önce belirteyim ki, eğer metalcilik buysa, ben bir “metalci” değilim. Ama konu bu müziğin bana hissettirdikleriyse, ben tam bir “metalciyim”.

Bu müziği dinleyen insanların, dinledikleri bu müziğe neden bu kadar çok sevgi, ilgi ve bağlılık gösterdiklerini açıkçası bilmiyorum. Belki genel duruşundan, belki ilgilendiği konuların gerçekliği ve çeşitliliğinden, belki de yalnızca cın cın gitarları çok sevdiklerinden. Olayı ilginç kılan, metal müziği gerçekten severek dinleyen insanların büyük bir kısmının dinledikleri bu müziği “öylesine” dinlememeleri ve bir şekilde -az ya da çok- araştırmaları, yeni grupları, türleri keşfetmeye çalışmalarıdır. Bu elbette her tür müziğin dinleyicisinde var olması mümkün olan bir durumdur. Ancak metal müzik, belki de sahip oluğu tavırdan dolayı, sanki biraz daha “benim müziğim” durumunu yaratır bir hal içerisindedir. Caz müzik dinleyen biri, bu yoruma “hadi ordan” diyebilir belki, ve haklı da olabilir. Ama sonuçta benim müziğim bu ve konuya subjektif bakmak da en doğal hakkım, öyle değil mi? Bu müziği dinleyen insanlar -çoğunlukla- müziklerini başka hiçbir müzikle kıyaslamazlar, buldukları yeni ve iyi grupları bu müziği dinleyen diğer arkadaşlarının da duymasını isterler, konser alanlarında bilet alacak parası olmadığı için başkalarından az da olsa yardım isteyen kişilerin bu isteklerinde -çoğunlukla- samimi olduklarını bilirler.

Kişisel konuşmam gerekirse, ben bu müziği ilk olarak 11-12 yaşlarımda duydum. Metal müziğin televizyon veya radyoda yaygın bir yayını olmadığından, o yaşlardaki çocukların bu müzikle tanışması genelde tesadüfler üzerine kuruludur. Bendeki durum da farklı değildi. İlk kez dayım sayesinde duyduğum metal müzik, 15 yaşıma gelene kadar sadece güzel bir müzik konumundayken, bu yaşımdan sonra her yönüyle ilgimi çeken bir hal almış ve en büyük hobim durumuna gelmişti. Sadece bu müziğe olan açlığım ve sevgim beni sabahın 6'sında bisiklet selesine oturtuyor ve kulağımda “…And Justice For All” ile yazlığımızın bulunduğu çevrede turlamaya götürüyordu. Sadece bu müziğe olan sevgim derste gömlek içinden walkman kulaklığını geçirip, elimle kulağımı kapatmak suretiyle “Countdown To Extinction” dinlememe yol açıyordu. Sadece bu müziğe olan sevgim beni, geceleri dinlerken uyuyakaldığım walkman'im için her sabah yeni pil almak zorunda bırakıyordu. Neden başka müzikler dinleyen arkadaşlarım bunları yapmıyordu? Bir ben mi deliydim? Neden zamanla benimle aynı şeyleri yapan arkadaşlarımın da benim dinlediğim türde şeyler dinlediklerini öğreniyordum? Metal müziğin benimsenmesi ve sahiplenilmesi olgusu işte burada ortaya çıkıyor.

13-14 yaşımda biri bana “neden bu gürültüyü dinliyosun, manyak mısın?” diye sorduğunda verdiğim cevap genellikle “sen anlamazsın” oluyordu. Şimdi bakıldığında belki anlamsız, kaçamak ya da desteksiz bir cevap olsa da, o yaşlardaki bir insan için bu son derece anlamlı ve geçerli bir yaklaşımdı. “Sen anlamazsın”, bu müziğin “benim” olduğunu gösteriyordu; belki de yaşattığı kelimelere dökülemeyecek hissin bir dışa vurumuydu. Bu durumun yalnızca benim için geçerli olduğunu sandığım o zamanlarda, elbette ki çok yanılıyordum. Çünkü bu müziğe benim kadar, hatta benden daha çok bağlı insanlar olduğunu görüyor ve zamanla aslında daha hiçbir şeyden haberimin olmadığını fark ediyordum. Ancak o yaşlarda bile farkında olduğum bir şey vardı: ben bir daha bu müzikten başka bir şey dinleyemezdim… haklıydım.

Neyse ki sınıfımda bu müziği az-çok dinleyen birkaç arkadaşım daha vardı ve böylece bu müziğin paylaşım yönünü de yaşama şansım oldu. Öğle teneffüslerinde hep bu müzikten konuşabiliyor, “Pantera diye manyak bi grup varmış” diye muhabbet edebiliyor, ders esnasında sırama hafifçe “datdara datdat datdat!” diye vurunca arka sıradan gelen yine aynı hafiflikteki “Blackened!” cevabını duyabiliyordum.

Örnekler çoğaltılabilir. Burada kendimi anlatmıyorum; bunları yaşayanın yalnızca ben olmadığımı biliyorum. Bahsettiğim bu hoş enstantanelerin benzerleri, biliyorum ki bu yazıyı okuyan ya da okumayan çoğu metal müzik dileyicisi için de geçerli. Zaten tüm olay bunu bilmekten geçiyor.

Farkındasınızdır, “neden metal müzik?” sorusuna şu ana kadar en ufak bir cevap verebilmiş değilim; bunu yapabileceğimi de sanmıyorum. Ama tek bildiğim, benim ve benimle birlikte milyonlarca insanın bu müziği başka hiçbir şeyde bulamadıkları hisleri, heyecanları, coşkuları ve hüzünleri bulmak için kullandıkları ve bunu asla başka bir şeyle değişemeyecekleri. Konserlere gidiyorum, saçları bembeyaz olmuş, arka taraflarda duran ve hiç hareket etmeden, yalnızca tebessüm ederek sahneye bakan amcalar görüyorum. İşte o zaman, sebebini bilmesem de ben de tebessüm ediyorum. Konserlere gidiyorum, bazen en önde oluyorum ve arkaya baktığımda kalabalığın üstünden adeta duman tüttüğünü görüyorum. Konserlere gidiyorum, sevdiği ve beklediği parça başladığı anda insanların ne kadar mutlu olduklarını, ağladıklarını görüyorum. Bir kez daha, bu her tür müzik için geçerli olan bir şey diye düşünüyorum. Ama yine de, “Bard Song” başladığında yükselen uğultuyu hiçbir şeye değişemiyorum. “Jotun” girdiği anda yanımda bayılan çocuğu unutamıyorum. “Master Of Puppets”ın girişiyle kalabalıkla birlikte bir anda stadyumun bir ucundan diğerine doğru savrulmamı aklımdan çıkaramıyorum. Arkadaşlarımla birlikte bir müzik dükkanına girdiğimizde, dükkanda bir heavy metal reyonu oluşunun ve bu yüzden de bir süre o dükkanda kalacak olmamızın arkadaşlarımın hoşuna gitmemesini seviyorum. Rafta almayı çok istediğim iki-üç albümü gördüğümde hangisini alacağım konusunda yaşadığım tereddütü, saçma da olsa seviyorum. Yaşı benden büyük birinin konserde delicesine headbang yapmasını seviyor, onun yıllar önce o parça eşliğinde neler hissetmiş olabileceğini az-çok tahmin edebiliyorum. Bu bağlılık, bu sadakat başka bir şey; pek çokları için adeta bir ihtiyaç.

Bunun sebepleri neler olabilir? Sert müziğin bizi çeken yanı acaba nedir? Bulutsuzluk Özlemi'nden Nejat Yavaşoğulları, Satanizm tartışmalarının yaşandığı o saçma sapan dönemlerde, Siyaset Meydanı programında şöyle demişti: “Metal müzik zeki insanların müziğidir. Metal dinleyen çocuklara bakın, çoğu cin gibi çocuklardır.” Aynı şeyi Moğollar'dan Cahit Berkay da demiştir: “Metal müzik, kafası çalışan adamların yaptığı zeki bir müziktir.” Gerek insan emeğine dayalı icrası, gerek kimi şarkı sözlerindeki felsefe denebilecek düzeylere ulaşabilen derinlik, gerek müzisyenlik ve enstruman kullanımı konusundaki ustalık, gerek de kimi konsept albümlerde yakalanan ve ortaya adeta bir sanat eseri çıkartan yaklaşım, bu müziğin sanıldığı gibi gürültü ve kafa sallama müziği değil, bilakis son derece entelektüel, elit ve akıl dolu bir müzik haline gelmesini sağlıyor. Saçma sapan konular, anlamsız albümler, gereksiz gruplar yok mu? Elbette var. Ancak seksenlerdeki thrash metal gruplarının sözlerini okuduğunuzda, kimi progresif metal gruplarının konsept albüm konularına baktığınızda, ya da örneğin bir Death'in insanın içini titreten riff'lerini dinlediğinizde, bu müziğe katılan zeka dozajının kimi zaman/çoğu zaman hiç de az olmadığını görmeniz mümkün.

İnsanların bu “müziklerine” karşı olan bağlılıklarına dair başka bir örnek mi istersiniz? Başka hangi müzik türü için binaların zemin katlarında, bodrumlarında stüdyolar açılıyor ve binlerce çocuk bu çoğu zaman havasız olan odacıklara para akıtıp kendilerini geliştirmeye çalışıyor, sevdikleri şarkıları çalıyor? Başka hangi müzik türünde insanlar güneşi ve kızları bırakıp Florida sahillerindeki evlerinin bodrumlarına kapanıyor, kıçlarından ter damlayarak şarkılar kaydediyor, saatlerce stüdyolara girip albümler yapmaya çalışıyor? Başka hangi müzik türünde insanlar yapacakları konsept bir albüm öncesinde gerekirse onlarca kitap okuyor, kütüphanelerde araştırma yapıyor?

Dediğim gibi, amacım metal müziğin avukatlığını yapmak değil. Bu müzik bazıları için öylesine yoğun duygular barındırır ki, dinledikleri bu müzik hakkında konuşmaktan, yorum yapmaktan bile kaçınırlar. O nedenle metal müziği daha fazla övmek ve gereksiz sıfatlarla boyamak istemiyorum. Hepimiz neyin ne olduğunu biliyoruz.

Yazının başlığında sorduğum soruya cevap bulamadığım, ve bulunamayacağını düşündüğüm bu yazıya burada son veriyorum. Bu yazı bir sayfa da olsaydı, cilt cilt ansiklopedilerden de oluşsaydı, yine de fark etmezdi; ben “Leper Messiah”ı on bininci kez dinleyişimde de aynı zevki alırdım, “Tornado Of Souls”u her dinleyişimde paltomun cebindeki ellerime hakim olamayıp hayali perdelere basardım; “Punish My Heaven” discman'imde her çalışında gece vakti yanan araba farlarında parlayan salyalarımı saça saça “paniş may hevıııııııın!” diye bağırırdım (tabi içimden bağırırdım, deli miyim yolun ortasında bağıracam).

Başkaları için bir anlam ifade etmese de, biz bu gürültüden çok şey anlıyoruz, ondan vazgeçemiyoruz. Bu müzikten hoşlanmıyorsanız boşuna uğraşıp da anlamaya çalşmayın.

“Siz anlamazsınız”.



kaynak: metal-pit.com'dan Brainworm yazısından alıntıdır.

29
Sinema / Ölümün Sesi - One Missed Call
« : 23 Nisan 2008, 20:57:33 »


Tür : Korku
Gösterim Tarihi : 25 Nisan 2008
Yönetmen : Eric Valette
Senaryo : Andrew Klavan , Yasushi Akimoto (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Glen Macpherson
Müzik : Reinhold Heil ,  Johnny Klimek
Yapım : 2008
Oyuncular : Edward Burns (Jack Andrews) , Shannyn Sossamon (Beth Raymond) , Azura Skye (Leann Cole) , Ana Claudia Talancón (Taylor Anthony) 
Internet adresi: http://onemissedcallmovie.warnerbros.com/


"Ölünce acaba neler duyacaksın?”

Doğaüstü gerilim “One Missed Call”da bir dizi insan ölecekleri ana ilişkin korkunç cep telefonu mesajları almaktadırlar. Mesajlar silinebilse de, telefon numarası ekranda kalmaktadır.

Beth Raymond birkaç gün arayla iki arkadaşının korkunç bir şekilde can verişlerine tanık olarak ciddi bir travma yaşar. Daha da rahatsız edici olanı, her ikisinin de cep telefonlarına mesaj geldiğini bilmesidir. Arkadaşları bu mesajlarda yaşayacakları dehşet dolu son anlarının kaydını dinlemişlerdir.

Eric Valette’in yönettiği “One Missed Call”un konusu Yasushi Akimoto’nun “Chakushin Ari” adlı romanına dayanıyor.

------------------------

Eric Valette’in yönettiği ve Shannyn Sossamon, Ed Burns, Ana Claudia Talancón ve Ray Wise’in oynadığı "Ölümün Sesi" doğaüstü bir gerilim filmi...

Beth Raymond (Shannyn Sossamon) birkaç gün arayla iki arkadaşının korkunç bir şekilde can verişlerine tanık olarak ciddi bir travma yaşar. Daha da rahatsız edici olanı, her ikisinin de cep telefonlarına mesaj geldiğini bilmesidir. Arkadaşları bu mesajlarda yaşayacakları dehşet dolu son anlarının kaydını dinlemişlerdir. İmkansız gibi görünse de, bu mesajlar ölmelerinden günler önce gelmiştir, ama her iki ölüm de tam olarak mesajın söylediği anda ve şekilde gerçekleşmiştir.

Polis, Beth’in aklını yitirmiş olduğunu düşünse de Detektif Jack Andrews (Edward Burns) ona inanmaktadır çünkü kendi kız kardeşi de, Beth’in arkadaşlarının ölümüyle büyük benzerlikler gösteren feci bir kazada yaşamını yitirmiştir. Jack ve Beth birlikte bu meşum ölümlerin üzerindeki esrar perdesini kaldırmak için hummalı bir çalışma içine girerler. Ama gerçeği bulmaya yaklaştıklarında, Beth’in cep telefonu da acı acı çalmaya başlar ve ekranda Cevapsız Arama yazısı belirir…

Resim 1
Resim 2
Resim 3
Resim 4
Resim 5
Resim 6
Resim 7
Resim 8
 

30
valla büyüleri(mi) nereye koyam bilemedim hakan'a rica ettim büyüler için bi yer açcak umarım :P


Zihninize giren düşünceleri hakimiyetiniz altına almışsınız ve kabuslarınızın geçmişinizle mi ilişkili olduğunu yoksa koşulları değiştirdiğinizde angelleyebilecek güce sahip olduğunuz bir talihsizliği haber veren bir görüntümü olduğunu analiz edebiliyorsunuz. Rüya sihirleri rüyalarla mükemmel bir uyum içindedir. Bir rüya ya da şans düşüncesi duygularınızın üzerinde etki yaratır. Amacı olan bir düşünce olumlu sonuçlar getiren davranışların başlangıcıdır. Bu bölümde sözü geçen bitkisel çaylar ve yağlar marketlerden, aktarlardan ve sağlık ürünleri satan dükkanlardan kolayca elde edebileceğiniz malzemelerdir.
 
DOĞUM GÜNÜ DİLEĞİNİZİ GERÇEKLEŞTİRME RÜYASI

Doğum günü partinizde “ İyi ki doğdun” şarkısı söylendikten sonra pastanızın üzerindeki mumları toplayın ve pastanın bir dilimini sihriniz için saklayın. Gece yarısı saatler o özel dakikayı çalmadan beş dakika önce tek başınıza bir aynanın karşısına geçip sakladığınız pasta dilimine dizdiğiniz mumları yakın. Mum ışıklarının aynadan zihninize yansımasını sağlayın. Saatler gece yarısını vurduğunda mumları söndürün. Doğum günü rüyanız dileğinizin nasıl gerçekleşeceğini gösterecektir.

SEVGİLİLER GÜNÜNDE SEVGİLİ RÜYASI

14.Şubatta Ay renginde ( beyaz ya da gümüş) rengi bir mum alın. Mumun Kuzey Kutbunu temsil eden ucuna birkaç damla lavanta yağı damlatıp ortasına doğru yayın. Güney Kutbunu temsil eden ucuna da aynı işlemi yapın ve ortaya doğru yağı yayın. Lavanta Merkür’ ün hükmü altındadır ve zihinsel ve fiziksel iletişimi arttırır. Dileklerinizi mumun merkezine odaklanarak dileyin. Mumu yakın. Temiz beyaz bir sayfaya, sevdiğiniz kişinin adını ve hemen üzerine de kendi adınızı yazın. Kağıdı sizin ve sevdiğinizin isimleri üst üste gelecek şekilde katlayın. Rüyalarınızın aşkla dolması için kağıdı yastığınızın altına koyun. Aynaya bakarak tek bir kez onun adını ve kendi adınızı söyleyin ve üfleyerek mumu söndürün. Rüyalarınızın aşkı mutlu düşlerde size görünecek. Aşk hikayenizin ateşi ilerde yeniden alevlenebilir. Çünkü mumu lavanta yağı ile duygusal ve zihinsel olarak yeniden doldurdunuz. Gelecekte başka mutlu rüyalar grmeniz için mumu tekrar yakmanız yeterli olacaktır.

YAZGINIZIN GİZEMİNİ RÜYADA GÖRMEK İÇİN

Bir Cuma akşamı yastığınızın altına bir biberiye filizi koyun. Biberiye, Güneş tarafından yönetildiğinden rüyalarınıza ve uyanık geçirdiğiniz saatlere gün ışığı getirecektir. Başınızı yastığınıza koyup “ bu gece rüyamda aşk göreceğim” deyin. Gözlerinizi kapatın ve romantik rüyalara doğru uykuya dalın. Cumartesi günü “ bu gece, rüyamda gizem göreceğim,” deyin. Gördüğünüz rüya yazgınızı anlatıyor olacak. Pazar günü sarı bir mum yakın ve alevine bakarak, “bu gece sihir dileğimi gerçek leştirecek,” deyin. Mumu söndürün, yatak odanızın penceresini açın ve açık bir zihinle uyuyun. Rüyanızda dilekleriniz açılacak ve yazgınızı ortaya çıkartacak. Bir sonraki gün biberiyeyi bir mendile ya da beyaz bir zarfa koyun ve kişisel eşyalarınız arasında saklayın. Dileğinizin gerçekleşmesini sabırla bekleyin.

HOŞLANDIĞINIZ KİŞİNİN SİZDEN HOŞLANMASI İÇİN

Arzuladığınız kişinin adını markör kullanarak bir balkabağının dibine yazın. Balkabağına, beğendiğiniz kişinin yüzüne benzeyen bir burun, göz ve diş yapmak için kabağın içini boşaltın. İçine yanan bir mum koyun ve dileğinizi söyleyin:

 “Tutku ve aşkla yüceltilip büyülendi/

 (kişinin adı)... ‘in kalbi romantik bir ateşle sabitlendi. /

 Tüm ruhların gecesi olan bu kutsal gecede, /

Sihirli dileklerim ağ örme görevi üstlendi.”

Mum yandıkça, arzuladığınız kişi sizi düşünecek. Doğru zamanın geldiğini düşündüğünüzde, mumu üfleyerek söndürün. Bu gece siz ve o rüyalarınızda buluşacaksınız.

YILBAŞINDA DİLEKLERİNİZİN GERÇEKLEŞMESİ İÇİN

Yılbaşından altı gün önce, kırmızı bir mum yakın. Mumun yanına bir tabak ve içine de bir diş sarımsak koyun. Sarımsağın dibini suya batırın. Bir dilek dileyin ve mumu üfleyerek söndürün. Mumu her gece yeniden yakın ve sarımsağın suyunu yenileyin. Onikinci gece, 6 Ocak gecesi, yaşlı cinleri koymak için sarımsağı yatağınızın başucuna koyarak uyuyun. Sarımsağın yeni kökleri ve filizleri, yarattığınız saf yeni yılda sizi kutsayacaklar. Sarımsağı evinizin girişine yakın bir yere görnün ya da ekin.

YENİ YIL DİLEĞİNİZE KAVUŞUN

Yeni yılın ilk yeni ayında, Ay’ ın kavisinin uçları sola baktığında, bir defne yaprağına kurşun kalemle dileğinizi yazın. Dışarı çıkarak yüzünüzü, Ay’ a dönün ve defne yaprağını  üç kez öpün. Yaprağı kalbinizin  üzerinde tutarak yastığınıza doğru götürün. Yaprağı yastığınızın altına koyun. Rüyanızda dileğinizin nasıl gerçekleşeceğini göreceksiniz. Sabah defne yaprağını sol elinizin, kalbinize en yakın elin parmak uçlarından rüzgara bırakın.

SEVDİĞİNİZ BİRİNİN RUHUNU RÜYADA GÖRMEK

Beyaz bir mum yakın ve mumunuzun ışığında yatak odanızın aynasının dört köşesini Melek Yağı iksiri (yedi damla okaliptus yağı, yedi damla portakal çiçeği yağı ve yedi damla gül yağı) ile yağlayın. İksirin geri kalanını bir kaseye boşaltıp mumun önüne koyun ve “Benim ruhum cennet tarafından kutsandı / Bu gece (kişinin adı)… ‘nı görmek” deyin. Alnınızın ortasına, bileklerinize ve topuklarınıza birer parmak yağ sürün. Mumu üfleyerek söndürün ve bu dünyadan ayrılmış olmasına rağmen kalbinizde ve ruhunuzda yaşayan kişiyi rüyanızda görün.

KABUSLARDAN KURTULMANIN BEŞ YOLU

-Üzerinde delik olan bir taşı yatağınızın yanına koyun. Kabusların bu delikten geçip yok olacağına inanılır.

-Yatmadan önce yatağınızın yanına bir bardak ya da bir tabak kaynak suyu veya musluk suyu koyun. Su, duygularınızı temsil eder ve saf su huzursuzluktan arındırır.

-Dolunay sonrasında saçınızı yıkamak için yağmur suyu toplayın, bu olumsuz düşüncelerinizi düzenleyecektir.

-Olumsuzluğu alması için yatağınızın başucuna üç diş sarımsak koyun. Bu üç diş sarımsak Tanrı’yı, insanı ve ruhu temsil eder. Mars tarafından yönetilen sarımsak, sizin için kötülüklerle savaşır.

-Yatmadan önce “mutlu dakikalarınıza” sarılın. Bunlar sizin bugün, daha önceki gün, daha önceki hafta, ay ya da yıllarda elde ettiğiniz başarılardır. Sizi mutlu eden düşüncelerle uykuya dalmak, olumlu rüyaları çağırır.

- Yatmaya hazırlanırken taze papatya çiçeklerini kaynar suya atarak ya da papatya çayı poşetini demleyerek, kendize bir bardak çay hazırlayın. Yatak odanızdaki aynanın önünde bir mum yakın ve çayı odanıza getirin. Mumun alevine bakın ve aynanıza yaydığı, yansıttığı büyüyüp küçülen, altın rengindeki halkaya odaklanın. Papatya çayınızı için, murnu söndürün ve yatağa girin. Sırt üstü yatın ve mumun alevinin etrafındaki altın halkanın vücudunuzu bir çember gibi sardığını düşünün. İçinizden, “ etrafımı rüyaların altın halkasıyla sar”, deyin. Uykuya daldığınızda mutlu rüyalar göreceksiniz, çünkü rüyaların halkasını hiçbir kötülük geçemez.

- Tuvalet  masanızın üstünde, aynanın karşısında beyaz bir mum yakın. Yatak odanızın kuzey köşesine gidin ve parmak uçlarınıza kafuru yağı sürün. Odanın kuzey köşesine kafuru yağı damlatırken

 “Kuzey, güney,  doğu, batı, korku bu emirle kaçtı “deyin .

Aynı şeyi güney doğu ve batı köşelerinede yapın. Ellerinizi yıkayıp mumu söndürün ve kutsal bir uykunun tadını çıkarmak üzere gözlerinizi kapatın.

BİR KABUSUN GERÇEKLEŞMESİNİ ÖNLEMEK

Kabus gördüğünüz gecenin sabahı yatak odanızın camını açın ve temiz bir beyaz kağıda kabusunuzu yazın. Yeni bir mum yakın ve kağıdı mumun alevinde yakarken şunları söyleyin:

 “Kabusum yansın, /

ve geri dönmesin. /

Kabusun ördüğü ağlar/

Kötülük getirmesin.”

 Kağıdı söndürmek için bir tava ya da tabağa bırakın. Bir elinizle küllerin üzerini kapatıp diğer elinizle, külleri rüzgara savurmak için tavayı yatak odanızın penceresine taşıyın.

- Sabah yataktan kalktığınızda her zaman içtiğiniz içecekten sonra içmek üzere, üç biberiYe filizini bir fincan sıcak suYa atın ve demlendikten sonra için.

SEVGİLİNİZİN SEBEP OLDUĞU UYKUSUZLUĞU YENMEK

Kendinizi, gücünüzü kıran ve duYgularınızı boşa harcayan uykusuz gecelerin tutsaklığından kurtarabilirsiniz. Kendi duygularınızın ve sevgilinizin hislerinin özüne ulaşmak için yeşil salata yiyin. Tutkuları yöneten ay, aynı zamanda yeşil salatanın da hakimidir. Salatanın dıştaki kabuklarını içindeki kökü ve sapı kalana kadar soyun. Salatanın kökündeki acımtırak kısımda acı bir öz vardır ve uyku veren doğal bir sakinleştiricidir. Yatmaya hazır olduğunuzda bir bardak kaynak suyu ya da musluk suyu ve salatanın kökünü tuvalet nıasanızın üzerine koyun ve aşkı simgeleyen pembe bir mumu yakıp,

“Bu gece yukarıdaki yıldızların ve cennetin altında, /

(kişinin adı)….. bana gerçek sevgini göster./

Eğer sevgin gerçek değilse, lütfen git /

ve bana huzur dolu bir uyku bırak,” deyin.

Banyoda, Ay aynı zamanda bu renklere de hükmettiğinden, beyaz ya da gümüş rengi bir mum yakın. Banyodaki tüm ışıkları kapatın ve yedi damla sardunya yağı, yedi damla mercanköşk yağı ve yedi damla da ylang ylang yağı ile mutlu rüya yağı iksiri hazırlayın. Yeni ruhların titreşirni için küvetinizi doldurduğunuz suya yedi damla Mutlu Rüya Yağı damlatın. Banyoda rahatlayın ve yatmaya hazırlanın.  Kalan yağla birlikte mumu da dikkatlice yatak odanıza götürün ve her ikisini de yatak odanızdaki aynanın önüne serdiğiniz beyaz bir örtünün üzerine koyun.  Mum ışığında yüzünüz, aynaya dönük, huzur içinde, yansıttığınız her şeyin size geri döneceğini düşünürken bir yandan da salatanızı yiyip suyunuzu için. Rüyanızda ki kişinin öpücüğü ya da sevdiğiniz kişinin gidişi için hazırlanmak üzere dişlerinizi fırçalayın. Kalan  Mutlu Rüya Yağı ’ ndan birkaç damla yastığınıza serpin. Mumu söndürün ve sevdiğiniz kişinin size olan ilgisini göstereceği , güzel bir uykunun tadını çıkarın. Eğer sevdiğiniz kişi rüyada size görünmezse, bu kişiyi bir süre için zihninizden uzaklaştırın.

KARAR VEREBİLMEK İÇİN RÜYAYA YATMAK

Bir karar vermeniz gerektiğinde ama doğru seçenekten emin olamadığınızda, eğer isterseniz doğru yanıt rüyanızda size görünebilir. Banyonuzda gümüş rengi ya da beyaz bir mum yakın. Bütün ışıkları kapatarak avucunuzun içinde üç baş lavantayı ufalayın ve tohumları ya da çiçekleri banyo suyunuzun içine serpin. Bunun yerine yedi damla lavanta yağı da kullanılabilir). Banyoya girmeden önce, “bu su cennet katında kutsandı. Bir süre suyun içinde kalın, kuşkularınızı düşünün ve sonra yatağa gitmek üzere temiz pijamalarınızı giyin.

Mumu yatak odanıza taşıyın. Kullanılmamış bir defne yaprağının üzerine, uykunuzda yanıtlanmasını istediğiniz soruyu yazın. Defne yaprağını yastığınızın altına koyun ve mumu söndürün. Yatağa girin ve, “ikilemimin bu gece rüyamda çözülmesi için dua ediyorum” deyin. Yanıtı rüyanızda göreceksiniz. Uyandığınızda yanıtın gelmediğini hissederseniz, bu sadece rüyanızı hatırlamadığınız için olabilir. Defne yaprağını yastığınızın altında bırakın. Bir sonraki gece yatağa giderken mumu yeniden yakın ve uyumadan önce söndürün. Yanıt rüyalarınıza gelecektir.

RÜYALARINIZA ÖZEL BİR SEVGİLİYİ DAVET ETMEK

Gece yarısı yatak odanızda altın sarısı bir mum yakın. Bir beyaz kağıdın üzerine sevdiğiniz kişinin adını yazın kağıdı yatağınızın yanına koyun. Sevdiğiniz kişinin adının yazılı olduğu kağıdın üzerine içinde gül olan bir vazo yerleştirin. Mumun alevine odaklanarak sevdiğiniz kişiyi düşünün ve

“ bu gece rüyamda gerçek aşkı göreceğim ” deyin.  Mumu söndürüp yatağa girin ve rüyalarınızın keyfini çıkarın. Gül solduğunda, yapraklarını toplayıp rüyalarınızı rüzgara bırakın.

KAYBOLAN BİR EŞYAYI RÜYADA BULMAK

Uyumadan önce birkaç dakika kaybolan eşyanızı düşünün. Kaybolan eşyanın yeri bilinçaltınızın derinliklerinde gizli ve bu rüyanızda ortaya çıkabilir, çünkü zihninizi onu yeniden bulmaya odakladınız.

UYKUDA EZBERLEMEK

Sınavda sorulacak olan bilgileri uyku öncesinde öğrenmek, gündüz vakti öğrenmekten daha kolaydır. Bu metot bazıları için işe yaramakla birlikte herkes için geçerli değildir. Ezberlediğiniz bilgi ile birlikte uyanmak için kendinizi şartlamanız gerekir. Şiir ezberlemek iyi bir deneyim olabilir.

SEVDİĞİNİZ BİRİNİ UYURKEN ZİYARET ETMEK

Uyku sırasında ruhunuz kendiliğinden bedeninizden ayrılır ve tekrar geri döner. Uyurken sevdiğiniz kişinin rüyaların ziyaret etmek ya da yalnız kalıp uyuyupuyumadığını görmek isteyebilirsiniz. Dolunay gecesi beyaz ya da gümüş rengi bir mum yakın, çünkü Ay bu iki renge de hükmeder. Bütün ışıkları söndürün ve rüyanızdla ziyaret etmek istediğiniz kişiyi ve yeri düşünerek birkaç dakika mum ışığına bakın. Temiz, beyaz bir kağıt parçasına, bu kişinin ve yerin adını yazın. Mumu söndürüp kağıdı yastığınızın altına koyun ve bunun üzerinde uyuyun. Sabah uyandığınızda seçtiğiniz kişiyi kimseye görünmeden ziyaret ettiğinizi anımsayacaksınız.

UYURKEN GERÇEKLERİ ÖĞRENEBİLİRSİNİZ

Sevdiğiniz kişi iyi niyetli olduğunuza inanıyorsa, uykusunda gerçekleri kolayca size sövleyiverecektir. Yanıt alabilmek için, amacınızın gcrçekleri öğrenmek olduğunu düşünün ve sevecenliğinizi kaybetmeyin. Uyuyan kişinin elini tutun. Yavaş ve nazik bir biçimde, tane tane şöyle deyin:

“Uyuyorsun ve öğrenmek istediklerimi bana söyleyeceksin”

Önce belli belirsiz duyacağınız yanıtlar sonra daha güçlü ve yüksek sesle gelmeye başlayacak. Bu sizi şaşırtmasın. Sakin olun. Yumuşak bir sesle konuşmaya edin ve uyuyan kişiyi sakın irkiltmeyin. Heyecanlı bir ses tonu, uyuyan kişiyi uyandırıp korkutabilir. Kişi bir kez yanıt verdiğinde diğer soruların yolu açılmış demektir. Yanıt almak için bunu birkaç gece tekrarlamak zorunda kalabilirsiniz, ama eğer aranızdaki iletişim sevgiyle kurulmuşsa sevdiğiniz kişi sorularınızı yanıtlayacaktır.

DUANIN KANATLARINDAKİ YANITLAR

Bir sorun için uyuduğunuzda, nadiren yanıtsız kalırsınız. Uyumadan önce dua okuyun ya da yüksek sesle rüyanızda size bir çözüm görünmesini isteyin. Böylece yanıtı uyandıracak, uykunuzla birlikte yeniden canlandıracaksınız. Böylece, gizli kalan çözüm aydınlanmış bir bakış açısıyla önünüze gelecek.

KAYNAK: Gillian Kemp

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 8