41
« : 19 Nisan 2008, 19:39:00 »
Büyücü, Quenya istar (Sindarin ithron) kelimesinin tercümesidir: Dünya tarihi ve tabiatı hakkında seçkin bilgiye sahip olan, bu bilgilerini ortaya koyan ve “divan”ın (onların isimlendirdikleri şekilde) üyelerinden her biri. Büyücü tercümesi çok doğru sayılmayabilir; çünkü Heren Istarion yada Büyücüler Divanı sadece Üçüncü Çağ’a mahsustu, sonra Orta Dünya’dan ayrıldılar. Elrond, Cirdan ve Galadriel hariç onların nereden geldiklerin keşfeden yoktu. Ayrıca Büyücüler Divanı daha sonraki efsanelerde anlatılan “büyücüler” ve “sihirbazlar”dan farklıydılar.
İnsanlar (önceleri), kendileriyle ilişkilerde bulunan bu kimselerin uzun ve gizli çalışmalar sonucu ilim, irfan sahibi haline gelmiş başka İnsanlar olduklarını düşünüyorlardı. Orta Dünya’da ilk defa Üçüncü Çağ’ın 1000. yılında gözüktüler. Başta basit bir kılıktaydılar; insanlar gibi yaşlıydılar fakat bedenen dinçtiler. Güçlerini ve gayelerini açığa vurmadan yolcular ve gezginler gibi dolaşarak Orta Dünya ve üzerinde yaşayan her şey hakkında bilgi ediniyorlardı. İnsanlar onları pek seyrek görüyor ve önemsemiyorlardı. Lakin Sauron’un gölgesi büyümeye ve yeniden şekillenmeye başladığında daha faal hale geldiler. Sauron’un gölgesinin büyümesini engellemeye, Elfler ve İnsanlar’ı tehlikeden haberdar etmeye çalıştılar. Daha sonra gelişleri, gidişleri, bir çok meseleye müdahale edişleri insanlar arasında söylentiler yayılmasına yol açtı. İnsanlar fark ettiler ki babaları, kendileri ve hatta oğulları dünyadan göçüp giderken onlar hiç ölmüyor hep aynı kalıyorlardı (yalnızca bir dereceye kadar yaşlanmış gözüküyorlardı). İnsanlar onları sevmelerine, Elf ırkından saymalarına rağmen (ve aslında onlarla arkadaşlık ederlerdi sık sık) onlardan korkarak büyüdüler.
Lakin onlar elf değillerdi; çünkü Uzak Batı’dan geliyorlardı ancak bu yalnızca Üçüncü Yüzük’ün Koruyucusu ve Gri Limanlar’ın efendisi Cirdan tarafından biliniyordu. Zira o Istari’nin Orta Dünya’nın batı kıyısına varışlarını görmüştü. Orta Dünya’nın idaresi hakkında hala istişare eden ve Sauron’un gölgesi büyümeye başladığında ona karşı koymaya girişen Batı’nın Efendileri’nin yani Valar’ın temsilcileriydiler. Eru’nun izniyle kendi yüce ırklarından üyeler gönderdiler; ancak bunlar insan şekline bürünmüşlerdi. Gerçek insan gibiydiler; dünyanın korkularına, acılarına, yorgunluklarına maruzlardı. Acıkabilir, susayabilir ve katledilebilirlerdi; fakat asil ruhları sayesinde ölmezler ve ancak uzun yılların endişeleri, üzüntüleri ve sıkıntılarıyla yaşlanırlardı. Böylece Valar eski hatalarını düzeltmek arzusuyla temsilcilerini, haşmetlerini açığa vurmayı ve İnsanlarla Elflerin iradelerini güç kullanarak idare etmelerini yasaklayarak gönderdi. Çünkü Valar’ın bütün güçlerini ve ihtişamlarını sergileyerek Eldar’ı korumaya ve kanatları altına almaya tenezzül etmeleri büyük bir hata olmuştu. Zayıf ve aciz görünümünde gelerek Istari, İnsanlar ve Elfleri iyiye ikna etmeye uğraşacak, Sauron’un tekrar gelmesi halinde onun nasıl hakimiyet kurmaya, bozgunculuğa çabalayacağını anlatarak onları sevgi ve anlayışla Sauron’a karşı birleştirmeye çalışacaktı.
Bu Tarikat’ın üyelerinin sayısı belli değildir; ancak en fazla umut bulunan Orta Dünya’nın Kuzeyi’ne (çünkü Dunedain ve Eldar’ın kalanları burada yaşıyorlardı) gelen reisleri beş taneydi. İlk gelen, asil görünüşlü, kuzguni saçlı, güzel sesli ve beyazlar giyinmiş biriydi. El işlerinde büyük hüner sahibiydi. Hemen hemen herkes hatta Eldar bile onu Tarikatı’ın başı olarak görmüştü (1) . Diğerlerinin ikisi deniz mavisi biri toprak rengi giyinmişti. Son gelen, diğerlerinin sonuncusu ve en kısa boylusu olarak gözüken, daha yaşlı, gri saçlı, grilere bürünmüş ve bir asaya dayanarak yürüyen biriydi. Ama Cirdan Gri Limanlar’daki ilk karşılaşmalarında onu sezmiş ve hürmet ederek kendi muhafazasındaki Üçüncü Yüzük’ü Kırmızı Narya’yı ona vermişti.
“Zira” demişti “pek çok iş ve tehlike yatıyor önünüzde. Vazifeniz çok mühim ve yorucu; bu sebepten Yüzük’ü yardımcı ve destek olması için al. Bana gizli tutmam için emanet edilmişti; lakin burada Batı Kıyıları’nda lüzumsuz. Zannediyorum ki gelecek günlerde, onu bütün gönüllerin cesaretle tutuşması için kullanabilecek ve benimkinden daha asil olan ellerde olması gerekiyor.” (2) Gri Elçi Yüzük’ü aldı ve hep gizli tuttu; ancak Ak Elçi (bütün sırları açığa çıkarma hünerine sahipti) bir süre sonra bu hediyenin fakına vardı ve kıskandı. Bu, Gri’ye olan daha sonra açıkça göstereceği; ama şimdilik sakladığı kininin başlangıcıydı.
Ak Elçi sonraki günlerde Elfler arasında Curunír, Hüner Adamı olarak anılmaya başladı. Seyahatlerinin sonunda Gondor ülkesine gelip yerleştikten sonra Kuzey İnsanları’nın dilinde Saruman olarak anıldı. Curunír ile Doğu’ya geçtikleri için Batı’da Maviler hakkında pek fazla şey bilinmiyordu ve Ithryn Luin, Mavi Büyücüler haricinde isimleri yoktu. Doğu’dan hiç dönmediler. Orada kalıp kalmadıkları, hangi amaç için gönderildikleri, ölüp ölmedikleri yada Sauron tarafından tuzağa düşürülüp de onun uşakları haline gelip gelmedikleri bilinmemektedir.(3) Yine de bunların herhangi birinin olması imkânsız değildir; çünkü Orta Dünya yaratıklarının suretindeydiler ve her ne kadar tuhaf gözükse de Elflerle İnsanlar gibi amaçlarından şaşabilirler, iyinin gücü için yaptıkları arayışı unutabilirler ve kötülük yapabilirlerdi.
Şüphesiz buraya ait olan ayrı bir paragraf:
Çünkü vücuda gelmiş Istari’nin bir çok şeyi tecrübeyle tekrar öğrenmesi gerekiyordu. Nereden geldiklerini biliyorlardı; fakat Kutlu Diyarlar’ın hatırası uzak bir görüntüden ibaretti. Vazifelerine sadık kaldıkları müddetçe ziyadesiyle hasretini çektikleri bir ülkenin görüntüsü. Bu sayede sürgünün yarattığı ıstıraba ve Sauron’un aldatmacalarına katlanarak kendi hür iradeleriyle o zamanın kötülüklerini düzeltebilirlerdi.
Gerçekten de bütün Istari içinde yalnızca biri sadık kaldı ve bu son gelendi. Dördüncü olan Radagast Elfler ve İnsanlar’dan vazgeçip Orta Dünya’da yaşayan hayvanların ve kuşların sevdasına düşerek günlerini vahşi yaratıklar arasında geçirdi. İsmini (eski Numenor dilinde “hayvanların bakıcısı” anlamına geliyordu) de işte bu yüzden aldı.(4) Curunír’Lân, Ak Saruman ise ayrıldı; kibirli ve sabırsız hale gelip güç sevdasına düşerek Sauron’un iradesine zorla sahip olmaya ve onu defetmeye çalıştı. Ancak kendisinden daha kuvvetli olan o karanlık ruh tarafından tuzağa düşürüldü.
Son gelen Elfler arasında Mithrandir, Gri Seyyah [not: Metis’de “hacı” olarak çevrilmiş “pilgrim” kelimesini “seyyah” olarak tercüme etmeyi tercih ettim; çünkü bu şekilde ismin anlamı bu bölümdeki açıklamalara daha uygun oluyor] olarak adlandırılmıştı; çünkü belli bir yerde yaşamıyor, ne mal ne de takipçi topluyordu. Hep Batıili’nde Gondor’dan Angmar’a, Lindon’dan Lórien’e, öteden beriye gidiyor, ihtiyaç zamanlarında bütün halklarla dostluklar kuruyordu. Gayretli ve arzulu bir ruhu vardı (ve bunlar yüzük Narya ile çoğalmıştı); çünkü o Sauron’un düşmanıydı. Mahvedici ve harap edici ateşe, tutuşturucu bir ateşle karşı geliyordu. Solgun bir ümit ve kederle yardıma koşuyordu; ama aynı zamanda çoşkusu, kıvrak öfkesi kül rengi bir pelerinin ardında duruyordu. Öyle ki sadece onu çok iyi tanıyanlar içindeki bu kavurucu alevi fark edebilirlerdi. Neşeli olabilirdi, genç ve basit olanlara da nazik. Bunun yanında sivri dil gerektiren zamanlarda ve budalalıklara karşı pek çabuktu. Ama o ne kibirliydi ne de övgü peşinde; bu yüzden kendileri de kibirli olmayanlar arasında çok sevilirdi. Çoğunlukla yorulmaksızın yayan ve bir asaya dayanarak seyahat ederdi. Bu sebeptendir ki Kuzey’in İnsanları ona Gandalf yani “Asa’nın Elfi” derlerdi. Çünkü (yanlış da olsa) onu Elf türünden sayıyorlardı; zira pek çok zaman elflerin kerametleriyle ilgili çalışır, özellikle de ateşin güzelliğine hayranlık duyardı. Yine de işlediği, meydana getirdiği bu harikalar neşe ve zevk içindi. Kimsenin ona hayranlıkla bakmasını veya tavsiyelerini korku içinde dinlemesini arzu etmezdi.
Başka bir yerde; Sauron’un tekrar ortaya çıkmasıyla birlikte Gandalf’ın da kendi güçlerinin bir kısmını ifşa ederek ona karşı direnişin başı oluşu ve direnişin muzaffer oluşu – ki aslında Tek’in altındaki Valar’ın tasarladığı bütün ihtiyati unsurlar ve emek sayesinde olmuştu – anlatılmaktadır. Buna rağmen denir ki yapması için gönderildiği vazifenin sonlarında çok acı çekmiş ve hatta katledilmiştir; ancak bir süreliğine ölümden geri gönderilmiş, aklara bürünmüş ve parlak bir alev olmuştur (ama büyük ihtiyaç olmadıkça bunu gizlemiştir). Her şey sona erip Sauron’un gölgesi yok edildiğinde bir daha geri dönmemek üzere Deniz’e açıldı. Curunír ise tamamen yıkılmış, bütün gücü yok edilmiş bir haldeyken, ezilmiş kölesinin eliyle yok olmuş ve ruhu da mahkûm olduğu yere gitmiş ve bir daha ne öylece ne de bir vücuda kavuşmuş halde Orta Dünya’ya gelmiştir.
Yüzüklerin Efendisi’nde Istari hakkındaki tek genel bilgi Ek B’deki Üçüncü Çağ’ın Yıllarının Öyküsü’ndeki başnotta bulunmaktadır:
1000 yıl geçtikten ve Büyük Yeşil Orman’a ilk gölge düştükten sonra Istari yada Büyücüler Orta Dünya’da gözüktüler. Uzak Batı’dan geldikleri, Sauron’un gücüyle mücadele edecek elçiler oldukları ve ona karşı direnme iradesi olanları birleştirecekleri söylendi. Fakat onun gücüne güçle karşılık vermeleri ve Elflerle İnsanları korku yada zorla etkilemeleri yasaklanmıştı.
Bu sebepten, hiç genç olmamalarına ve çok yavaş yaşlanmalarına, birçok el ve zihin hünerine sahip olmalarına rağmen insan görünümünde geldiler. Pek az kişiye gerçek isimlerini açıkladılar ve onlar yerine kendilerine verilmiş isimleri kullandılar. Bu tarikatın en yüce iki üyesi (toplamda beş kişi oldukları söyleniyordu) Eldar tarafından Curunír “Hüner Adamı” ve Mithrandir “Gri Seyyah” olarak adlandırılırken, Kuzey’in İnsanları onlara Saruman ve Gandalf diyorlardı. Curunír sık sık Doğu’ya seyahat etti; ancak sonunda Isengard’da yaşamaya başladı. Mithrandir Eldarla en yakın dostluğu kurmuştu. Çoğunlukla Batı’da dolandı ve hiçbir zaman kendine kalıcı bir mesken bulmadı.