Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Buzmavisi

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 9
16
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 08 Kasım 2012, 10:33:17 »
Bence Tüyap'tan önce kitapların neler olduğunu belirleyip ucuz ucuz almak lazım. Tüyap'ta ucuz olur çünkü :)

17
Kurgu İskelesi / Ynt: Yalanlar Tanrısı
« : 05 Kasım 2012, 12:19:10 »
Çarpıcı bir yazı olmuş. Tebrik ederim. Sahiden yalan değil :) Oldukça beğendim. Benim yalan ve gerçekle ilgili bir tümcem var onu da dile getireyim:

İnsanlar çoğu zaman doğru olana değil, inanmak istediklerine inanırlar. Hakikat her zaman görünürde olmayabilir lakin bundan bile bile saklanmak yalnızca aptalların ve cesaretsizlerin dayanağıdır.

18
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 05 Kasım 2012, 12:14:27 »
Çok harika bir proje yine. Oylama bitsin de hemen başlayalım.

19
Yorumlarınız için çok teşekkürler İhsan Bey.

Ben de buradan ikinci kitaptaki değerli gözlemleriniz ve düzeltmeleriniz için hem size hem de Hazal Çamur'a nam-ı diğer Fırtınakıran'a şimdiden çok teşekkür ediyorum. Çok başarılı bir çalışma olduğunu düşünüyorum. İnşallah devamı da gelecektir.

20
Kusura bakmayın, hep cevap atacağım diyorum. unutuyorum.

Devam bölümünü yazıyorum, ikinci kitapla uğraşmaktan yazamamıştım.

21
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Doğruluk Kılıcı Serisi
« : 23 Ekim 2012, 22:37:19 »
Ben 13 kitaplık bu seriyi okudum. Gerçekten harikadır. Dizisi çok sönük kalıyor kitaba göre.

22
Tartışma Platformu / Ynt: Eleştirmekten Utanmak
« : 23 Ekim 2012, 20:48:00 »
Fırtınakıran ve Malkavian'a katılıyorum.

Yazarsan eleştirilmeye açık olacaksın elbette. Lakin yapıcı eleştiri yerine, "bu kötü olmuş" , "Ben beğenmedim," gibi saçma cümleler de olmamalı. Onun yerine böyle yazsan belki daha iyi olurdu. İnsan uzun bir şey de yazsa kısa da yazsa bir sürü şeyi atlayabiliyor. Normaldir.

Bir yere bir yazını koyuyorsan elbette eleştirenler olacak. Yoksa kendi kendine yaz ve oku sabahtan akşama kadar. Kimseye karışan yok:)

Yalnız bir çeşit eleştiri vardı ki onu anlatayım, evlere şenlik: Bir arkadaş bir yazarı, "ama," bağlacı yerine "ancak, fakat," kullandığı için eleştirmişti. "yine," yerine "gene," kullandığı için eleştiren de vardı. Böyle saçma sapan eleştiri olamaz yani. Diyor ki onun gözüne batıyormuş da, o zaman o adama "okuma bunu," derim ben. İkisi de Türkçe'de sıkça kullanılan şeylerdir. Senin keyfine gelmiyorsa okumazsın olur biter. Bu ne yaratıcıdır, ne de bir eleştiridir. İnsan orada emek etmiş sonuçta.

Hani dese ki şu tasviri yaparken, o kelime yerine bu kelime olsa daha iyi olurdu, onu anlarım ama bildiğin basit bir bağlaca laf etmesi... Neyse akşam akşam o yazı aklıma gelince tepemin tası attı gene:)

23
Valla çok güzel bir düzeltme olmuş. Jaskier'in Dandelion olduğunu bilmiyordum mesela. Bu zırtapoz da nereden çıktı diyordum :) Yani zaten ona benziyordu ama aynı karaktermiş meğerse. Keşke baştan ismini Dandelion olarak yazsaydık.

Onun dışında da düzeltme çok iyi. Ben çeviriyi yapınca fazla elden geçirememiştim böyle çok güzel olmuş. Elinize sağlık İhsan Bey. Oldukça uğraşmışsınız.

24
Kurgu İskelesi / Ynt: Ay Kadın'ın Öyküsü
« : 11 Ekim 2012, 21:38:38 »
to burak: Teşekkür ederim yorumlarınız için. Bu öyküyü zaten Nemrut'un Kılıcı adlı kitaptan bir alıntı olarak yayınladım. Yani bu değişik dünyanın devamıyla zaten karşılaşacaksınız.

to galaxie: Yapıcı eleştirileriniz için çok teşekkürler. Söylediğiniz yerlere bir daha baktım, gerekli düzeltmeleri yaptım. Bu arada kavramlar yabancı tabii ama öykü oldukça kısa ve özünde de oldukça basit bence :) Zaten ilk kitabı okuyan birisi de burada sözü geçen dünyaya yabancı olacak ama kitapta bu dünyayla ilgili bir devam geleceği için sıkıntı olmaz gibi geliyor :)

25
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Kan Muskaları 1 - Anstorra
« : 26 Eylül 2012, 15:28:39 »
Kapaklara takmayın diyorsunuz bence haklısınız ancak siz söylemeseydiniz kitabın fantastik kurgu olduğunu bilmeyecektik. Ben de kaç defa kitapçıda orada burada gördüm. Elimi bile sürmedim korku öyküsü diye.

Bu kadar kötü bir kapak yapılmaz. Yani düşünün bir kere, korku türü sevip bu kitabı eline alan birisi kitabın içeriğini inceleyince aslında korku olmadığını fark edecek ve satın almayacak. Fantastik okuru da kitabı kapaktan ötürü hiç ellemeyecek. Kapakları kim yaptıysa helal olsun ne diyim. Kitabı sattırmamak için elinden geleni yapmış afferin.

26
Bilim & Teknoloji / Ynt: En İyi Cep Telefonu Markası?
« : 25 Eylül 2012, 07:26:35 »
Android-IOS tartışması burada da çıkmasın da. Ben hem iphone hem ipad kullanıyorum. İkisinden de gayet memnunum. Anneme bir android telefon aldım doğum günü hediyesi: Sony Xperia S. Yok telefon kapandı. Yok sadece acil çağrılar gözüküyor. Bıktım valla. Android'miş. Bilseydim bir tane eski iphone alırdım ona da.

27
Harry Potter / Ynt: Serinin En Sıkıcı Kitabı?
« : 24 Eylül 2012, 23:04:16 »
Beşinci ve altıncı kitaplar sonları hariç aşırı durgunlardı o kadar.

28
Harry Potter / Ynt: Harry Potter okunmalı çünkü?
« : 24 Eylül 2012, 23:01:26 »
Okunmaması ayıptır.

29
Kurgu İskelesi / Ay Kadın'ın Öyküsü
« : 24 Eylül 2012, 21:18:22 »
Öyküdeki bazı yabancı terimleri açıklayayım dedim.

Latenahi: Ölümsüzlerin diyarıdır. Ulu dünyadan tamamen ayrı bir dünyadır. Layet adı verilen ölümsüzlerin topraklarıdır. (Latenahi kelime anlamı: Nihayetsiz. Sonsuz. Bitip tükenmeyen.)
Ulular: Ulu Dünya'da insanı yarattığına inanılan ölü tanrılar.


Ay Kadın

Yorgun argın işten çıkmış soluğu en yakındaki handa almıştı. Tarçın, kök birası ve kızartma kokan mekân her zaman ki uğrak yeriydi. Karısının henüz yemeği hazır etmediğini biliyordu, bu sebeple acelesi yoktu. Kum rengi kısa ve dağınık saçları olan genç adam, çam yeşili gözleriyle hanın yuvarlak masalarını inceledi. Hiçbiri cilalanmamıştı. Ozan’a göre cilalanmamış ahşap, hiç el değmemiş ıssız bir orman, ıraklarda saklanmış duru bir göl gibiydi, gerçekten dinlediğinde insana nice hikâyeler anlatırdı.

Kış güneşi henüz akşam karanlığına yenilmemişçesine açılan han kapısıyla içeriye süzüldü ancak salonun içindeki seyahati kapının tekrar kapanmasıyla çabucak son buldu. Kahverengi pelerinli bir gezgindi eşikte duran, iri bir hayvanın kestane rengi kürkünü boğazına sarmıştı. Kısa sakalı taranmamış, saçları ise hafif hırpaniydi. Yüzünde eski yaraların izleri olan ufak çukurlar vardı. Bal rengi koyu gözleriyle duvarlara ve kirişlere asılı yağlı cam lambalarıyla aydınlatılmış, alçak tavanlı büyük salona bakındı. Ahşap zemin yer yer ince halılarla kapatılmıştı. Aradığını bulduğunda ifadesi meraktan şetarete dönüştü. Bu öylesine bir gülümseme değildi, dudaklarını birbirine bastırıp hiç diş göstermeden, insanın değerli bir dostuna verebileceği gizli saklı bir tebessümdü. Ozan onun bakışını takip ettiğinde yalnızca önü boş, büyük şömineyi gördü.

Yaklaşık yarım saat sonra yaşı tahmin edilemeyen yabancı, korları yeni tazelenmiş olan şöminenin başındaki bir koltuğa oturmuştu. Çevresinde toplanan insanlar ona hevesle bakıyordu. Bir öykünün daha sonuna gelmişti.

Kalabalığın arasında dostları marangoz ustası Selikas’ı ve demirci çırağı Uzez’i görünce Ozan da henüz yarılanmamış şarap kadehini alıp onların yanına vardı.
 
“Ebedi karanlık bu gamlı günümde,
Nankör bu toprak durmaz sözünde.
Gökten gelir bu kin gözlerime,
Yansın bu şehir kül olsun önümde.


Meleskis o toprakların kralıyken ailesi hunharca katledilmişti. Bunu yapan iblislerin karanlık kentini nâra vermeden önce bu ağıtı yakmıştı.”

“Sen o gezginsin değil mi?” diye sordu çırak sonunda dayanamayıp. “Hani şu kitaplara konu olan.” Elleri bütün gün fırında çekiç vurmaktan pas ve is tutmuştu. Henüz on sekizinde olmasına karşın, on yaşından beri demircinin yanında çalıştığından ötürü genç hatlarında mesleğin getirdiği ağırlık vardı. Geniş omuzları eğik ve kolları kaslıydı, kalın bıyığı henüz yüzüne yaraşmıyordu.

Handaki hizmetli kızlardan birisi Ozan’ın, kalçalarına baktığını gördüğünde yumruğunu ağzına bastırarak kıkırdadı, genç adam utanıp dikkatini gezgine verdi. “Evet, ben o gezginim,” dedi yabancı, şarkı söylercesine. “Kazalmar Orman’ından dolunayda çırılçıplak geçtim, yanımda yalnızca zekâm ve bir tutam tütünüm vardı. Lanetli Mesirli’de Gece ve Gündüz’ü kandırıp yatağıma aldım. Latenahi’nin en diplerine dalıp Yuhut ağacının altında uyudum.”

“Bize bir hikâye daha anlatacak mısın Gezgin?” diye sordu demirci bir umutla.

“Ben nereye gidersem gideyim, yanımda muhakkak birkaç öykü taşırım, Latenahi’ye bile. Size oradan aklıma gelen bir hikâyeyi anlatmak istiyorum.”

Adamın bir layet gibi renk değiştiren gözlerinde Ozan’ın bir türlü çözemediği bir tatlılık, bir afyon, bir leylak rengi vardı. Bu o gezgindi, öykülerde, şarkılarda anlatılan, Ölümsüz Diyar’da dolaşan...

“Kadimler’den çok uzun zaman evvel Ulular Varoluş Savaşı’nı kazanıp üç dünyaya refah getirdiğinde Latenahi’de yani Buğulu Diyar’da kaybolan bir faninin öyküsü bu.

Ölümlü adam oraya nasıl geldiğini bilmiyordu, gökyüzüne baktığında yıldızlardan mahrum kalmış, menekşeler gibi boyanmış karanlık semayı gördü. Toprak ise yine aynı renk çimler, mantarlarla doluydu. Önündeki uzun patikayı nereye varacağını bilmeden takip ediyordu.

Rüzgâr ona adlarını dahi dillendiremediği rayihaları taşıdığı sırada o güne değin duyduğu en tatlı nağmeleri şakıyan lay kuşları ağaçlara tünemiş, yeni gelen faniyi izliyorlardı.

Genç adam uzun yolun sonundaki dev ağaca doğru yürürken küçük bir gölün kenarındaki kayaya oturmuş çırılçıplak bir kadınla karşılaştı. Bitkin sema yıldızsız olsa da menekşe rengi ışıkları gölün ıssız yüzeyinden yansıdı. Kadının ay gibi parlak teninde de dans ediyordu. Etrafında dolanıp uçuşan lay kuşlarının güvercin büyüklüğündeki hayaletimsi vücutları onun aydınlığıyla yeniden görünür olmuştu.

Ölümlü, bu yaratılış şaheseri olan kadının beline kadar uzanan ak saçlarına, ışıldayan pürüzsüz çıplak tenine, kalçalarının kıvrımına, bir kelebeğin kanat çırpması gibi açılıp kapanan kirpiklerine ve destanlar yazdıran yüzüne ilk görüşte âşık olmuştu.

Onun yanına gitmek istediğinde o buz rengi gözlerinin güzelliği karşısında dizlerinin tutmayacağını biliyordu. Ölümlü kendisini bir hiç hissetti, karşısındaki tapılacak bir tanrıçaydı. Kendisi ise kayıp, küçük, önemsiz bir ruhtu.

Esintilerin ezgileri ona bu hüsnün kim olduğunu dillendirdi.

Yürüdüğünün farkına bile varmaksızın kendisini gölün iki adım ötesinde buldu. Ay Kadın’ın buz gözlerinden dökülen yaşlar taş parçaları gibi etrafa saçılıyordu.

Ölümlünün kederi inanılmazdı, o da onunla birlikte ağlamaya başladı. Kendisinin bir şarkı söylediğini duyuyordu ama notalar onun ağzından dökülmüyordu sanki.

 
‘Ey latif Ay Kadın!
Niye yeis içindesin?
Hayatım, ekşim, tuzum, tadım
Derdin nedir söyleyesin.’

Onu suskunca dinleyen Ay Kadın ise kendi ağıtıyla ölümlünün hayatını neredeyse köreltmişti. Tek kelime bile etmediği halde ölümlü onun şarkısından neden yas tuttuğunu hemen anlamıştı. Ay Kadın’ı biricik aşkı olan gökyüzünden ayırmışlardı. Yolculara artık ışık veremiyordu. Ay Kadın her gece, her gündüz ağlamıştı. Onlardan da yardım istemişti fakat Gece ve Gündüz onu duymamışlardı.

Ulular’dan da medet umamazdı. Ay Kadın tanrıların dilediği gibi gökyüzünde bir uçtan diğerine gezmemişti çünkü semada olduğu yerde mutluydu. Ulular ise buna öfkelenmişler ve onu lanetleyerek Latenahi’ye indirmişlerdi.

Sonsuz Diyar’da kaybolmadan evvel kudretli bir hükümdar olan genç adam kibrine yenilip hemen ona yardım edeceğine dair büyük sözler verdi lakin Ay Kadın daha çok ağladı. Yine sözsüz bir şarkıyla derdini izah etmeye çabaladı.

Ölümlü onu tekrar anladı. Ay Kadın hiçbir şeyin Ulular’a karşı gelemeyeceğini, zaten genç adamı asla tehlikeye atmak istemediğini söylemişti zira daha önce hiçbir ölümlüyü yakından görmemiş olan Ay Kadın da genç adama âşık olmuştu.

Bunu duyunca nefesi kesilen ölümlü kendisini hemen Ay Kadın’ın yamacında buldu. On gün, on gece boyunca hiç durmaksızın seviştiler.

Ay Kadın tekrar mutluluğa kavuştuğunu anlamıştı. Ölümlü onun ipek gibi saçlarını okşarken, göğsüne yaslanmış sımsıcak, bal, limon ve nane kokan soluğunu ciğerlerine çekerken, ‘Eğer Ulular’ın gücünü yenebileceğimi bilseydim, sana olan aşkımı feda ederdim,’ diye fısıldadı. Ölümsüz Diyar’da kan ve aşk adına edilen sözler asla yabana atılmamalıydı, ölümlü bunu bilmiyordu. Zaten sırf bu sebepten Ay Kadın sözsüz şarkı söylüyordu çünkü diyarın kerameti sözleri, kelimeleri kapana kıstırırdı ve sadece gerçek aşk, tanrıları yenebilecek kudrete sahipti.

Böylece Ay Kadın’ın üzerindeki Ulular’ın laneti kalkmış, kadın bembeyaz bir nurla semaya taşınmıştı. Ölümlü, sözüyle aşkını feda ettiğinden ötürü artık onu sevmiyordu. Daha önce gökten düşürüldüğüne üzülen Ay Kadın şimdi de aşkından ayrılmıştı ve böylece her gece gökyüzünde bir uçtan diğerine sevdiğini aramak için gezmeye başladı.”

SON...

30
Valla ben de editör arıyordum:)

Spoiler: Göster
Şaka değil sahiden arıyorum.

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 9