Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Elendil_XX

Sayfa: 1 [2]
16
Sinema / Steven Spielberg “Başlat”ı Yönetecek!
« : 26 Mart 2015, 09:43:35 »

Steven Spielberg “Başlat”ı Yönetecek!

Ernest Cline’ın post-apokaliptik türündeki ünlü eseri Başlat sinemaya uyarlanıyor. Projenin başına geçecek isimse belli oldu: Steven Spielberg !

Haberin devamını okumak için BURAYA buyurun.

Haber: Gürkan "Elendil_XX" Akkaya

17
Ütopya/Distopya / Swastika Geceleri - Katharine Burdekin
« : 06 Mart 2015, 00:41:20 »

“Kadının İndirgenmesi'ni kabul ettiler. Alman erkekleri tarafından düşünülerek planlanmış, kasıtlı bir şeydi bu. Kadınlar daima erkeklerin istedikleri gibi olacaklardı: iradesi olmayan, karakteri ve ruhu olmayan, sadece erkeklerin yansıması olan canlılar. Bu yüzden oldukları ya da olabilecekleri şey onların suçu ya da erdemi değildi. Erkekler onların güzel olmalarını isterlerse güzel olacaklardı. Erkekler onların irade ve karakter sahibi gibi görünmelerini isterlerse, böyle bir görünüm sergileyeceklerdi ama bu sadece rol icabı olacaktı. Erkekler onların özgür ve bağımsız, hatta erkeksi görünmelerini isterlerse bunların taklidini yapacaklardı. Ama erkeklerin yapamadıkları, asla başaramadıkları şey ise, bu körü körüne itaate son vermek ve kadınların erkekleri yadsıyarak itaatsizlik etmelerine sebep olmaktı. Bu insan ırkının bir trajedisidir.”…

"1984", "Cesur Yeni Dünya" gibi büyük distopya eserleriyle birlikte anılan, yazarı Katharine Burdekin'in 1937'de Hitler henüz yaşarken yazdığı eseri Swastika Geceleri geçen yıl çıktığı andan beri merak ettiğim bir eserdi. Sonunda okuma fırsatı buldum ve oldukça beğendim.

Kitap, Hitler'in dünyayı ele geçirmesinden 700 yıl sonrasında geçiyor. Hikaye iki eski dost olan Hermann ve Alfred'in Almanya'da karşılaşmasıyla başlıyor. Hermann, inancına bağlı bir nazi. Alfred ise Hitler dinine inanmayı çoktan bırakmış, şüpheci ve "gerçek" tarihe meraklı bir ingiliz. Birbirleriyle eski bir görev de tanışmış iki karakterimiz aralarında ki hiyerarşiye rağmen dostlukları bozulmamış. Hermann ve Alfred'in karşılaşması ile birlikte Burdekin'in kurguladığı dünyayı yavaş yavaş şekillendirmeye başlıyoruz.

Naziler'in zaferinden sonra dünya ikiye bölünmüştür. Nazi imparatorluğu ve Japon imparatorluğu(Bunun hakkında pek bilgi sahibi olamıyoruz). Nazi imparatorluğunda Hitler artık bir tanrı pozisyonundadır. Gök gürültüsü tanrısı olan babasının kafasından infilak ederek oluştuğuna inanılmaktadır. Böylece o kadınlarla girilen pis ilişkilerle lekelenmemiştir. Çünkü, Burdekin'in dünyasında kadınlar birer "hayvan" olarak resmediliyor. Bilgisizdirler, düşünemezler, hiçbir konuda söz sahibi olamaz ve hiç bir vatandaşlık hakkına sahip değillerdir. Üreme dışında. Evet, kadınlar sadece üremek ve "erkek" çocuklar doğurmak için vardırlar. Kadınlara tecavüz de suç değildir.

Kitabın kahramanı ve seçilmiş kişisi sayılabilecek Alfred'in bir alman şövalyesi ile karşılaşması ve düşünceleriyle onu etkilemesinin ardından karşılıklı günler sürecek anlatılara başlıyoruz(roman çoğunlukla diyalog şeklinde ilerliyor.) Şövalye, Alfred'e babası Von Hess'in sahip olduğu eski bir kitap ve Hitler'in kanlı canlı resminin olduğu bir fotoğrafı (yanında bir kız ile çekilmiş) gösterir ve günlerce nazi imparatorluğu öncesi "eski tarihi" ve dünyanın şu an ki inanç ve özgürlük değerlerini tartışırlar. Kitap ve fotoğraf, Hitler'in aslında tanrı falan olmadığının ve kadınların eskiden erkeklere yakın eşitlikte bir hayat sürdürdüklerinin kanıtıdır…

Burdekin'in kurguladığı dünyaya benzer bir geleceğimizin olabileceği düşüncesi bile insanın içini ürpertmeye yetiyor. Kitabı okurken ister istemez günümüz Türkiye’siyle karşılaştırma yapıyorsunuz. Ülkemiz de şu an ki kadınlara ve farklı inançlara bakış açısının 700 yıl sonrasını hayal ettiğimizde Burdekin’in distopyasından aşağı kalır yanının olmayabileceği aklınıza geliyor ve ürperiyorsunuz.

Romanın, Hitlerin iktidara gelişinden sadece iki yıl sonra yazılmış olması ise yazarın öngörüsüne hayran bırakıyor insanı. Ayrıca, feminist bir distopya olarak geçen bir kitapta kadın sorununun tartışılmasının erkekler tarafından yapılması ise gerçekten çok ilginç. Kitapta kadın karakter olmadığı gibi kadınların bakış açısıyla tasvir edilen dünyayı görme şansını da elde edemiyoruz. Burdekin’in kurduğu şu cümleler ise sanki kadınların yenilgisini baştan kabulleniyor; “Başka bir hayata imrenerek, özlemle bakıyorsanız, kendinizi kaybetmişsiniz demektir. Çünkü her şeyden üstün olduğunu bilmeyen hiçbir şey kendi olamaz. Kadınlar kendilerini asla üstün görmediler. Sadece eşitlik istediler; makul, küçük şeyler...”. Kitap her ne kadar karanlık bir dünya sunsa da Alfred gibi kadınların indirgenmesini sorgulayan ve bu durumun değişebileceğine inanan insanların hala var olabileceğini göstererek de bir “umut” taşıyor aynı zamanda.

Kitabın anlatım dili açısından biraz zorlayıcı olduğunu söyleyebilirim. Çoğu bölümü diyalog şeklinde yazılmış olmasına rağmen çok akıcı değil. Bazı şeyleri tekrar tekrar okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Kurgulanan dünyayı anlatmak için yaratılan karakterler ise çok iyi işlenememiş bence. Ama yine de eser çok etkileyici. Rahatsız edici ve düşündürücü distopyaları okumayı seven herkese öneririm.

Bu arada Daphne Patai’ın esere yazdığı önsöz muhteşem. Sizi kitaba hazırladığı gibi yazar ve kitabın yazıldığı dönem hakkında müthiş bilgiler içeriyor. Kitap kadar başarılı bir giriş kısmına imza atılmış.

18
Çizgi Roman & Manga / Batman "Noel" - Lee Bermejo
« : 30 Aralık 2014, 17:08:18 »

Çizer : Lee Bermejo
Yayın Yönetmeni : Bengü Ergil
Yayın Koordinatörü : Kamuran Cihan Bahadır
Grafik Uygulama : Berk Şentürk
Editör : Bora Öngürer
Çeviri Editörü : Banu Erdoğdu
Çeviri : İlke Keskin


Yılbaşında yapılacak en güzel şeylerden biri de "Batman - Noel" çizgi romanını okumak bence.

Yazar ve çizer Lee Bermejo'nun hazırladığı bu çizgi roman yurt dışında ilk olarak 2011 yılında satışa sunulmuştu. JBC Yayıncılık sağolsun, biz de nihayet bu harika eseri türkçe okuma şansına erişebildik.

Lee Bermejo, Charles Dickens'ın ünlü "A Christmas Carol" hikayesini Batman'e uyarlamış. Ortaya da harika bir noel hikayesi çıkmış. Kesinlikle gerek çizimleri, gerek hikayesiyle şimdiye kadar okuduğum en iyi Batman hikayelerinden biriydi.


Dickens'ın hikayesinde ki Scrooge karakterini burada Batman olarak görüyoruz. Yaşlanmış, hasta, huysuz ve acımasız bir Batman...Ve adım adım Batman'in geçmişi hatırlamasına ve "değişmesine" tanık oluyoruz.

Verdiği mesajlarıyla, masalsı anlatımıyla, olağanüstü Gotham atmosferiyle kursursuz bir çizgi roman olmuş benim için. Ayrıca enfes Hard Cover cilt baskısı ile kullanılan font ve çevirileri ile çok özenilerek hazırlanmış gerçekten, JBC Yayıncılık'ı bu bakımdan kutluyorum.

Herkese tavsiye ediyorum. :)

19
Korku & Gerilim Eserleri / Sınırdaki Ev - William Hope Hodgson
« : 24 Aralık 2014, 21:10:09 »

Yayına Hazırlayan : Alican Saygı Ortanca , Yankı Enki
Kapak Uygulama : Şükrü Karakoç
Çeviri : Sönmez Güven

Kitap Tanıtımı:
Korku edebiyatının ustalarından William Hope Hodgson'ın en önemli eseri olarak kabul edilen Sınırdaki Ev, bilimkurgunun, gotik edebiyatın ve fantastik kurgunun iç içe geçtiği tekinsizbir öyküye sahne oluyor. Lovecraft'ın hayranlık duyduğu eserlerden biri olan bu kitap, yeraltı ile yeryüzünün,Dünya ile Kozmos'un, geçmiş ile geleceğin, gerçeklik ile fantastiğin arasında sıkışıp kalan bir münzevinin öyküsünü anlatıyor. Modern edebiyatın başlıca konuları arasına giren Zaman, Ev, Birey, Akıl gibi kavramlar hakkında yadırgatıcı birbakış açısı sunan Sınırdaki Ev, her zaman "sınırlar"la ilgilenmiş olan korku edebiyatının bize tuttuğu aynalardan biri. Hodgson'ın da gösterdiği gibi, sırlarımız sınırlarımızda gizli.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Lovecraft'ın “başyapıt” diye övdüğü ve korku  edebiyatının başucu eserlerinden biri olarak kabul edilen bu eseri merak edip okumam kaçınılmazdı elbette, ilk fırsatta da okudum.

Açıkçası daha önce “Weird-Fiction” türünde bir kitap okumamıştım. Bu türün öncüsü olarak kabul edilen ve Lovecraft, C. Aston Smith ve China Mieville gibi yazarlara esin kaynağı olan bu kitapta farklı bir kurgu ile karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Beklediğim gibi de oldu. Hikaye, korku edebiyatının olmazsa olmazlarından “Perili Ev” temasıyla başlıyor ve yarısına kadar klasik bir korku hikayesi tadında ilerliyor. Kitabın ana öğesi olan “Çukur”dan çıkan yaratıkların açıklanamaz bir biçimde eve saldırması anlatılıyor bu bölümde. Bazı anlarda da oldukça ürkütücü bir havaya bürünüyor.

Kitabın yarısından sonrası ise tamamen farklı bir boyuta geçiyor. Ana karakterin bir anda “bilinmeyen” bir varlık sayesinde bir nevi zaman-mekan kırılmasına maruz kalarak bir çeşit “kozmik dehşete" tanık olması ve açıklanamaz olaylara şahit olması gerçekten de çok tuhaf ve zorlu bir okuma sunuyor. Görü ve gerçekliğin içi içe geçtiği bu bölümde güneşin ve dünyanın tükenip sona ermesi, evrenin kara güneşin içine emilip yok olması gibi kozmik olaylar anlatılıyor ve karakterin sık sık akıl sağlığını sorgulamasına tanık oluyoruz. Açıkçası hiç böyle bir şey beklemediğim için oldukça şaşırdığımı ve biraz zorlanarak ama merakla okuduğumu söyleyebilirim. Bu olayın ve  karakterin üzerinde bıraktığı psikolojik etkinin tüm ayrıntılarıyla ve oldukça etkileyici bir biçimde yazılmış olduğunu düşünüyorum.

Farklı bir deneyim oldu benim için. Etkilendim ama bu türe alışık olmadığım için çok da sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Ama okuduğuma kesinlikle pişman değilim. Umarım W. Hope Hodgson gibi çok fazla bilinmeyen ama korku edebiyatının ustalarından sayılan diğer yazarların kitapları da dilimize kazandırılır ve okuma fırsatı buluruz.

Bu arada İthaki’nin kapak seçimini ve editöryel çalışmasını çok beğendim bu kitapta. Gerçekten de bilgilendirici önzöz ve son sözleriyle, şiir çevirisi ve kitap içi resimleriyle harika bir iş çıkartmışlar.

Kitabın künye bilgileri için BURAYA tıklayabilirsiniz.

20

Kitap Tanıtımı:

Hayalet Kitap ve Varolmayanlar’ın ardından öyküye dönen Doğu Yücel, Güneş Hırsızları ile okuru karanlıkta güneşi aramaya çağırıyor.

Güneş Hırsızları hayal gücüyle şaşırtan, sivri diliyle tabuları sarsan, ince mizahıyla gülümseten 12 istasyonlu bir “arama kurtarma” yolculuğu. Bu yolculuk boyunca eski bir sinema salonunda sihirli bir deneyim de yaşayacaksınız, kendinizi ilk uzaylı-insanoğlu buluşmasının başrolünde de bulacaksınız. Uzak bir gelecekte Güneş’e doğru uçtuğunuz da olacak, ilk çağlarda bir mağarada ölüm kalım savaşı verdiğiniz de…
Büyülü gerçekçilikten distopya edebiyatına, masallardan şehir efsanelerine geniş bir yelpazede anlatılan öyküler günümüzün ironik bir resmini çiziyor. Ayakları yere basan ama ayaklarınızı yerden kesmeyi ihmal etmeyen öyküler bunlar.

Güneş Hırsızları’nı okuduktan sonra dünyaya ve tabii ki güneşe bambaşka bir gözle bakacaksınız.


----------------------------------------------------------------------------------------------------

Kitap hakkında ki yorumum:

Doğu Yücel’den okuduğum ilk kitap oldu “Güneş Hırsızları”.

Ne zamandır yazarın kitaplarını okumaya niyetliydim, hazır yeni kitabı da taze çıkmışken artık başlamanın zamanı geldi diyerek bu güzel öyküleriyle başlangıç yapmış oldum.

Yazar’ın çok akıcı ve hoş bir anlatım tarzı var, okurken kesinlikle sıkılmıyorsunuz. Zaten öykülerin çoğu kısa öyküler sıkılmaya kalmadan bitiveriyor. Ama kısa olmasına rağmen okuru o öyküler de ki dünyaya sokmayı iyi beceriyor, karakterlerin duygu ve düşünceleri çok iyi yansıtılmış.

Kitapta toplam 12 öykü var. Açıkçası ilk bir kaç öykü gerçekten çok basit geldi bana. Ama kitap ilerledikçe ve öykülerin tarzı değiştikçe bunların bir tür ısınma turu olduğunu anlıyorsunuz. Özellikle “Aynasız Güzelin Masalı” fantastik-masal türünde okuduğum en özgün hikayelerden biriydi, gerçekten çok hoştu.

Ama asıl “Dünya’nın Sahiplerine Bakmıştık” ile başlayan ve kitaba adını veren “Güneş Hırsızları” ile sona eren soft bilimkurgu öyküleri tek kelimeyle harika olmuş. Bu öyküler de ki göndermeler çok hoşuma gitti. Hele bir "Üçüncü Türle Aşırı Yakın İlişkiler" diye bir öykü var ki evlere şenlik. ;D

Favori öyküme gelirsek, kesinlikle “Hayatın Gıcık Anlamı”. Kitabı okumayı düşünmüyorsanız bile bu öyküyü mutlaka ama mutlaka okuyun. Bu kadar şahane, bu kadar müthiş ince mesajlar barındıran bir öykü uzun zamandır okumamıştım. Özellikle mizahı gülmekten yerlere yatıracak cinsten, aklıma geldikçe hala kıkır kıkır gülmek geliyor içimden, yazarımız bu öyküyü yazarken çok eğlenmiş belli.

Sonuç olarak kitabı beğendim, tavsiye de ediyorum. Yücel'in diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak isterim.

Kitapta ki en sevdiğim bölüm'den bir alıntı. :)

"Din adamları rapçiler gibi hızla savlarını tekrarlarken olup bitene kafası basmayan Ozzy Osbourne, yanında duran George Lucas'ın elindeki ışın kılıcını aldı. Düğmesine bastı.
"Ciuv ciuv" diyerek havada salladı ışıklı oyuncağı..."

21
Kitap gayet temiz durumda, herhangi bir kusuru yok.
İlgilenenler özel'den ulaşabilir.



22
Televizyon / The Fall (2013)
« : 04 Kasım 2014, 18:52:08 »

Yapım Yılı: 2013
Kanal: BBC Two
Oyuncular: Gillian Anderson(Stella Gibson), Jamie Dornan(Paul Specter), John Lynch(Jim Burns)
IMDb Puanı: 8,2

"The Fall" bir psikolojik gerilim ve polisiye dizisi. Diziyi tesadüfen keşfetmekle beraber, bir solukta izleyip bitirdim.

Konusu ise kısaca şöyle;

Kuzey İrlanda’nın Belfast şehrinde, Alice Monroe adında bir avukat cinayete kurban gider. Kurban'ın politik arenada önemli bir şahsın yakını olması dolayısıyla, polis teşkilatı üzerinde bir baskı oluşur. Katilin yakalanması adına hızlı bir sonuç alabilmek için deneyimli zeki dedektif  Stella Gibson şehre gelir. Oldukça titiz bir çalışma yürüterek şehirde yaşanan diğer cinayetler ile Alice Monroe cinayeti arasında bağlantı kurar. Bu cinayetlerin bir seri katil işi olduğunu düşünen Gibson, çevresini buna inandırmakta zorlanır...


Konusu itibariyle başta tipik bir polisiye gerilim dizisi gibi gelebilir ama kesinlikle bundan daha fazlası. Bu tarz çoğu yapımın aksine seri katilin kim olduğunu hikaye'nin en başından biliyoruz ve olayları hem katilin hem de dedektifimizin bakış açısından izleyebiliyoruz. Aynı anda iki tarafın da yaptığı hamleleri izlemek gerçekten farklı bir deneyim yaşatıyor ve dizi’yi çok daha ilgi çekici hale getiriyor. Bir hayli sempatik sayılabilecek bir karakter olduğundan dolayı da katile sempati duyacak olanlar bile çıkacaktır.

Gündelik yaşamında tamamen zararsız bir baba gibi görünen bir katilin aslında ne kadar cani olduğunu gösteren ve insanlara güvenimizi sorgulamamıza sebep olan keskin geçişlere sahip bir hikayesi var yapımın. "Hayatımızda ki insanları ne kadar iyi tanıyoruz?" ya da katilin bu kadar güzel ve herkes tarafından imrenilesi bir hayatı varken “Neden yapıyor?” sorularını sorduruyor sık sık. Katilin, iki psikolojik ruh durumunu aynı anda yaşayabilmesini, normal hayatta da her anlamda fonksiyonel bir birey olarak var olmaya çalışmasını izlemek insanı gerçekten şaşkına çeviriyor.

Dizi'nin Katilinden gizemine her şey ortadayken bunu müthiş bir gerilim ile bize sunması takdire değer. Bunda harika oyunculukların da etkisi var tabii. Özellikle Gillian Anderson "zeki dedektif" rolünü buz gibi ama öyle etkileyici bir şekilde oynuyor ki izlerken saplanıp kalıyorsunuz. Anderson'u izlemek zaten büyük keyif, bu dizi'den önce Hannibal'da da hayran kalmıştım kendisine. Bu arada hikaye, Kuzey İrlanda'nın Belfast kentinde geçiyor, kentin o soğuk ve yağmurlu havası dizi'nin atmosferine çok uymuş.

İzlemeyi düşünenlere ya da türe ilgi duyan herkese kesinlikle tavsiye ederim. Dizi’nin ilk sezonu zaten sadece 5 bölüm, benim gibi bir solukta izlemeniz mümkün.

2. sezonu da 13 Kasım'da başlayacakmış, merakla bekliyorum.

23
Kraliyet Meydanı / Satılık - "Çağlar Boyu Quidditch"
« : 01 Kasım 2014, 18:57:07 »
İlgilenen olursa uygun fiyata(en azından etrafta ki uçuk rakamlara göre) satabilirim.
Resim'de de görüldüğü üzere gayet sağlam ve temiz'dir. Sadece bir-iki yerinde isim yazılıdır.
Fiyat konusunda özel'den anlaşabiliriz.




KİTAP SATILDI

Sayfa: 1 [2]