Bölüm 50 - UrogiÖnünde dikilen figürlerin karanlığıyla yutuldu. Heybetli ve güçlüydüler, karanlıktan oluşan pelerinleri her taraflarını sarmış ve ışığın huzmelerini yutuyordu. Her türlü zerafeti reddeden varlıkları, tamamen zıt bir ahenkle arka plana bürünmüştü. Çevreyle bir olmuş yaratıklar, galaksilerin kalbindeki karadelikler gibi koyu fakat renkliydiler. Kara bünyelerinin etrafında bükülen ışık çevrelerinde dönerek tur atıyor ve üst ile alt taraflarından fışkırıyordu. Huzmeler, belli belirsiz bir nabızla, yavaşça artıyor ve azalıyorlardı. On dört figürün her birinin nabzı eşitlenmişti.
Uzuvu hareket etti birisinin, etrafındaki ışıklar oynaşarak bir an mavi, ardından yeşil ve kırmızıya dönüştü. Diğer on üç figür de, onunla beraber aynı uzuvlarını hareket ettirmişti. Seçilemiyordu genel hatları onların. Bu uzuv nasıl bir bedene bağlıydı veya bu uzuv neydi? Karanlık hepsini yutuyordu. Sadece ileri uzanan bir ekstremite mevcuttu ve onun bağlı olduğu bir şey.
Uzuvları saran ışık girdapları yatışarak tekrar soluk beyaza büründü. Bir ses, daha doğrusu bir düşünce, ışığın ve karanlığın bir araya toplandığı diyarda yankılandı.
"Kim olduğunu zannediyorsun sen?"
Sesin gümbürtüsüyle beraber, yerdeki parçacıklar titreşmişti. Bunu takip eden ses, kendi sesi, ne kadar da küçüktü bunun karşısında.
"Gelecek."
On dört siluet tatmin olmamıştı bu cevap karşısında. Işıkların dönüşü, sanki mümkünmüşçesine, daha da hızlandı ve vahşileşti. Dairesel bir şekilde çizdikleri rotadan çıkan huzmeler, capcanlı bir maviye bürünerek alev saçtı.
"Bu aptallığın, sonun olacak, bizim karşımızda bir hiçsin. Sana yeterince müsamaha gösterdik," diye, yeni bir yankı patladı "Bu diyara karşı işlediğin suçlardan ötürü, seni ölüme mahkum ediyoruz."
Ona sarf edilen su sözlerin bitişiyle beraber, kendisinden saçılan bir ısı dalgası hissetti. Vücudunu oluşturan yeşil alevler harlanmış ve bedeninden taşmaya başlamıştı. Kendi formunun bile ne olduğunu bilmiyordu fakat gittikçe büyüdüğünü hissetti. Yerden yükseliyor ve şimdi, on dört figüre, yeşil bir dev gibi, yukarıdan bakıyordu.
"Gelin, bunaklar, bu işi burada bitirelim."
---
Uykulu uykulu gözlerini açtı ve ağzını şapırdattı. Üstüne feci bir ağırlık çökmüştü. Nerede olduğunu anlamaya çalışırken, gördüğünün bir rüya olduğunu anladı. Oysa bir rüyadan çok daha gerçek görünmüştü. Şaşırtıcı bir yanı da yoktu. Sonuçta bir film veya çizgiromanda yaşamıyordu. Bunun geçmişten bir görü olduğu çok barizdi. Ne de olsa, yakın zamanda İblis'le yeni bir anlaşma yapmıştı ve bunun, ilk seferkinden farklı bir doğada olduğunun bilincindeydi. İblis söylememiş olsa bile, kelimelerini ve düşüncelerini bağlayan mühür oluşurken, bunu hissetmişti.
"İblis... bir kaçak," diye düşündü "Demek bu şekilde olmuş. Acaba ondan sonra ne oldu? Kazanmış olamaz yoksa şu an kaçak olmazdı. Ya da kazandı mı?"
Düşünceleri bugün yapacağı eğitime kaydı. Görevden döndüğünden ve Yugiera'yla konuştuğu günden beri, tekrar eğitime dönmüştü. Genel olarak iki kısıma bölünmüştü; savaş ve anomali ceplerinin doğası. Savaş eğitimini Engar ile sürdürüyordu fakat anomali eğitimi ikiye bölünmüştü. Teorik kısımı mutlaka Neus anlatıyordu fakat uygulamalı bölümü kimin göstereceği değişiyordu. Çoğu zaman, Neus onu bir yerlere atıyor ve şelalede olduğu gibi, bir şeyleri kendi kendine çözmesini bekliyordu. Bunun nedenini sormuştu ona, "Bir yönlendirme yaparsan daha hızlı olmaz mı?" diye.
"Yönlendirme yapmadığımı mı sanıyorsun, Yıldırım? Yapmadığım kısımların sebebiyse, daha esnek bir zihin geliştirmeni sağlamak," diye, her zamanki ucu açık cevaplarından birisini vermişti.
Başkasına göre ucu açık demek daha doğru olurdu belki. O, ne demek istediğini çözmüştü. Belki içinde bulunduğu sayısız anomalinin birisinin etkisinden, belki eğitiminden, belki de, basitçe, harekette olmasından dolayı, zihninin çok daha fazla açıldığını fark etmişti. Düşünceler eskisi gibi yarışıyordu yarışmasına fakat bunu daha sakin bir şekilde yapıyorlardı. Bu durumda, bu düşüncelerin sunduğu olasılıklardan birisi de, konuşmalardan sonra yaptıkları sohbetlerin yönlendirme olmasıydı. Bu ayak üstü yapılan konuşmalarda, pek çok şeyi pekiştirdiği oluyordu. Neus'a aklına gelebilecek her şeyi soruyordu.
Komik bir biçimde, hayatında aramış olduğu bir şeyi burada bulmuştu. İnsanlarla sohbet ediyor, yiyiyor, içiyor ve öğreniyordu, hem de her konuda. Neden bilmiyordu, bu tarafını çözememişti daha ama yeni bir enerjiyle önündeki işlere atılmıştı. Tanımadığı bir histi ama hoşuna gidiyordu. Bir şeyleri başarıyordu artık. Hem uygulamalı hem de teorik kısımlarda yükseliyordu. Yaşadığı onca şeye rağmen, hayatı genel olarak daha iyiydi. Bir kısım hariç. Çok büyük bir kısım hariç.
Odasından çıktı ve gördüğü rüyayla ima ettikleri hakkında düşünerek, evin içinde dolanmaya koyuldu. Odasının hemen yanındaki spor saloncuğundan düzenli ve kuvvetli nefes alıp verme sesleri geliyordu. Bir bakış attığında, Engar'ın eğimli benç prese yatmış olduğunu gördü. Her iki ucunda yaklaşık yüzer kiloluk ağırlıkların olduğu halteri hızlıca indirip kaldırıyordu. Yavaş yapması, kas geliştirme açısından daha avantajlı olurdu fakat amacı bu değildi. Gencin kasları çoktan yeterince gelişmiti. Bu ağırlıklar, direnç antrenmanı için vardı ve bu yüzden daha hafif olanları kullanıyordu.
"Kolay gelsin," diye seslendi, Yıldırım.
"Ey-vallah!" diye solukların arasından cevapladı, üstündeki tişört terden vıcık vıcık olmuş olan genç.
Bu ağırlıkları arada Yıldırım da denemişti. Patlayıcı güç olarak Engar'dan daha güçlü olduğunu bulmuştu. Az tekrarlı ve yüksek ağırlıklı setlerde ondan daha iyiydi. Ancak dayanıklılığa geldiğinde, geride kalıyordu. Sahada yaptıkları antrenmanlarda gördüğü çeviklikte ise su götürmeyecek şekilde Engar gördüğü herkesi geçiyordu.
Mutfağa doğru yöneldiğinde, Kueti'nin bir şeyler pişirmekte olduğunu gördü. Daha doğrusu yemekleri ocağa koymuş, olmalarını beklerken kolundaki cihazdan yine bir şeyler izliyordu. Kızın yanına giderken, kendi ülkesinin haber bültenlerinden birisinin sesini tanıdı.
"... patlamalar ülkenin dört bir yanında sürüyor. Olayı üstlenen olmazken, hükümet, herkesin aklındaki örgütün yaptığını açıkladı."
"Ne kadar da iç açıcı," dedi, genç adam.
"Ülken de senin kadar karamsar bir yer," diye onayladı kız, yüzünde hafif bir tebessümle.
Yeni bir huy edinmiş olan Kueti, sık sık Yıldırım'a takılıyordu.
"Ne de olsa yerli malıyım," diye kabullendi, genç adam "Bu topraktan böyle adam çıkıyor."
Bir şey diyecekmişçesine ona bakan kız, döndü ve ocağa yönelerek tencerenin kapağını açtı, ardından içindekileri tahta bir kaşıkla karıştırdı. Yıldırım'ın burnuna patates, havuç ve bezelyeyle karışık başka bir şeyin kokusu çarptı.
"Ooo, düşündüğüm şeyi mi yapıyorsun?" diye sordu, mutfağa dalan Engar.
Üstündeki tişörtü çıkarmış olan adamın, terli ve sıkı hatları parlıyordu. Zamanında spora gitmiş birisi olarak bunu garipsemedi fakat Kueti'nin yanında yapmasından rahatsız olmuştu. Daha doğrusu kıskanmıştı, Eiros.
"Evet," diye yanıtladı Kueti ve devam etti "Teşhiri sevdiğini biliyorum ama git üstüne bir şeyler giy, hasta olacaksın."
Kızın cevabını gözleyen genç, hiç bir şüpheli hareket görememişti. Engar'da da öyle bir durum yoktu zira. Flört eden iki gençten öte...
"Bir şey soracağım," diye aklındakini kelimelere döktü "Ne zamandan beri tanışıyorsunuz? Yeni olduğunu sanıyordum ama oldukça yakın görünüyorsunuz."
Fazla direkt olabilirdi kimilerine göre ama Yıldırım'ın umurunda değildi.
"Kueti'yle aynı şehirde büyüdük," diye yanıtladı, Engar, saçlarını, kızın verdiği küçük bir havluyla silerken "Ama buraya gelene kadar onu çok yakından tanıdığım söylenemez."
"Çocukluk arkadaşısınız yani?"
"Hayır," diye yanıtladı kız.
Engar da onu onayladı.
"Bizim geldiğimiz yerin dinamikleri buradan daha farklı. Engar ve ben çok ayrı yerlere aidiz," diye ekledi, genç kadın.
"Saklamaya gerek yok. Soylu bir aileden geliyorum ben, babam bir Ugi'ydi, annemse insan. Kueti'yi ben küçükken bir iş için kiralamıştık," diye havadan sudan konuşurcasına açıkladı, Engar.
"İş mi?"
"Ben bir suikastçıyım, Eiros," dedi kız, neredeyse sıradan, aklından ne geçtiği anlaşılmayan bir ifadeyle "Hayatım boyunca da öyle oldum."
"O zaman Neus seni neden..." diyordu ki, Yıldırım, lafı yarım kaldı "Bir dakika, ömrün boyunca mı dedin?"
"Evet," diye, vurgusuzca bir cevap geldi, basit bir gerçeği belirten.
"Onun gündüzleri hiç antrenman yaptığını gördün mü?" diye sordu, Engar.
Düşününce, böyle bir şey gördüğünü hatırlayamadı adam. Peki o zaman kız yeteneklerini nasıl keskin tutuyordu? Gördüğü diğer herkes, Yugiera, Engar, Neus, bir şeylerle uğraşıyordu habire. Yugiera belki içerek çok zaman geçiriyordu ama onun da görevlere çıktığını biliyor ve spor salonunda çalıştığını hatırlıyordu. Oysa Kueti'yi hiç böyle görmemişti.
"Bir Urogi olmak kolay iş değil. Denilene göre işlerini hep gece hallettikleri için, antrenmanları da hep gece karanlığında gerçekleşirmiş," dedi Engar ve kıza baktı "Daha doğrusu denilene göre değil, küçükken bana Kueti söylemişti."
"Urogi ne ola?" diye sordu, bilmediği bir aleme maruz kalan Yıldırım. Adam hakkında biraz fikri vardı ama kızın böyle bir hayatı olduğunu hiç tahmin edemezdi.
Kueti, boğazındaki bir yere dokundu ve bir-iki kelime mırıldandı. Diller arası çevirmeyi yapan Kine'nin ayarını değiştirmişti. Ardından dönerek, gözlerini onunkilerin içine doğrulttu. Uzunca bir süre, hiç bir şey demedi ve sadece baktı. Yüzünde en küçük bir ifade bile yoktu, gözlerinin içindeki herhangi bir canlılık yerini hiçliğe bırakmıştı. İki adet, buzdan oluşan mavi halka ona pençelerini geçirmiş gibi yerinde kıpırdandı adam. Gözlerini kaçırmayı denediyse de, bunu yapamadı. Sıcak her şeyden uzak küreler onu yakalamıştı. Ölümcül ama büyüleyici, etkileyici bir şekilde değildi. Hayır, ortada zarif olan hiç bir şey yoktu. Doğanın ilkel vahşeti bürünüyordu sadece. Kaçmak, oradan bir an önce uzaklaşmak istedi fakat gözlerini bir an bile kaçırırsa saldırıya uğrayacağını biliyordu. Karşısında bir insan değil fakat bir avcı vardı ve o, bütün gücüne rağmen, sadece çaresiz bir yemdi. Ardından, kızın ağzından sadece iki kelime çıktı.
"Ruh Yiyen"
Aynı çabuklukla, sakin fakat canlı tavrına geri döndü kız. Üstünden bir büyü kalkmış gibi irkilerek doğruldu, Yıldırım. Fiziksel olarak gerildiğini fark bile etmemişti. Ellerini sıkmış, yüzünden soğuk terler boşanmıştı. Kız ona bir büyü mü yapmıştı yoksa sadece bakışlarıyla mı bu hale getirmişti? Hangisinin daha rahatsız edici olduğunu bilemedi.