Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Celebhol

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 14
16
Filmler / Ynt: Söylenti: Yüzüklerin Efendisi Dizisi Yolda
« : 07 Kasım 2017, 04:31:19 »
Açıkçası Hollywood'un şu anki haline hiç güvenmiyorum. Devam filmleri, yeniden çekimler, filmlerin dizi uyarlamaları vb. iyice arttı ve bir çoğu oldukça kalitesiz oluyor. Yüzüklerin Efendisi format olarak dizi olmaya uygundu fakat zaten uzun uzun üç filmi olması, pek bir gereksiz kılıyor bu durumu. Tolkien'in hızında giderlerse, dizi olarak pek başarılı da olmayabilir. Kitap olarak güzel fakat dizi olarak çok yavaş olabilir. Bu durumda önemli değişiklikler yapacaklardır.

Yanılmıyorsam Hobbit'in hakları halka açıktı veya derneğin elinde değildi, o yüzden Hobbit filmleri yapılabildi. Ancak yine de, Tolkien Derneği'nin dersini almadığından ya da yeterince umursamadığından şüphelendim. Elbette çıkarsa, izleyip göreceğiz ama kaliteli bir yapım olacağı konusunda çok ciddi şekilde şüpheliyim. Olsa bile, ne gereği vardı sorusu yine akıllara geliyor. Silmarillion'daki hikayeler güzel olabilir tabii ama bu kadar kapsamlı ve karmaşık bir işe girişeceklerini sanmıyorum. Kanallar satan işlere yönelir ve insanların çoğu göreceli olarak basit hikayeleri seviyor. Silmarillion, ekrana aktarılabilse bile, çok iyi bir kitleyici yakalayamayacaktır. Okuyan bir çok insan bile, tek seferde olan biteni anlayamıyor. Format değişimi, her şeyi daha da zorlaştıracaktır.

Shadow of War gibi garabet bir hikayeye sahip bir ucube bile, isminde Yüzüklerin Efendisi var diye daha fazla sattırıyor. Yani, Yüzüklerin Efendisi'nin marka ismi olarak oldukça büyük bir ağırlığı var. Elbette ekonomik amaçlar, her yapımın bir kısmını oluşturur. Özellikle ekranda sunulan bir şey, her zaman kısmen bir ekonomik bir amaç güdecektir. Ancak, bunun dışında, yapımcı ve yazarların anlatacak bir hikayeye sahip olma amacı da vardır. Eğer ekonomik endişe daha ağır basarsa, kaliteli ürünler ortaya çıkmaz. Bu durumda, Yüzüklerin Efendisi'nin hikayesi, hem de ekranlarda kült olacak şekilde, aktarıldığı için, yazar ve yapımcıların hikaye aktarma kısmını çok da önemsediklerini sanmıyorum. Çok iyi biçimde yapılmış bir şeyin, farklı bir kopyasını yapıyorlar. Dizi ve sinema endüstrisi orijinal fikir yoksunluğu çektiği için, Yüzüklerin Efendisi gibi bir garanti para makinesini kullanma amaçları, büyük ihtimalle daha ağır basıyor.

Sonlandırırken, şu gifi de şuraya bırakıyorum.


17
Oyunlar / Ynt: Genel Oyun Tartışmaları
« : 29 Ekim 2017, 20:16:46 »
Sauron da loliye dönüşsün bari, tam olsun.
:D :D

Artık hangi AAA oyunlarından düzgün bir şeyler bekliyoruz ki zaten. Şu anda -hemen hemen- her büyük bütçeli oyun popüleritenin esiri olmuş durumda. Yapımcılar oyunun ne kadar çok sattığına bakıyorlar, oyuncular ise 3 - 4 yıl sonra dönüp de bu oyunların yüzlerine bakmıyorlar. Zira onları çıktıkları an revaçta kılan grafik, zamanın gerisinde kalmış oluyor. Tekrar tekrar oynatacak ne bir hikaye ne de özgün bir oynanış katıyorlar.
Evet, bir çoğu öyle. Piyasayı arz-talep domine ettiği için, ne satıyorsa o yapılıyor. Sadece yapımcılar değil, oyuncular hakkında da bir şeyler söylüyor çünkü talep edilen bu demek. Eskiden oyuncu kitlesi daha küçük olduğu için pazar daha küçüktü, daha az ödenek gidiyordu ama bu tarz yüzeysel talepler de daha azdı. Şimdi çok daha geniş bir kitle olduğu için ve insanların çoğu yüzeysel şeyler sevdiği için, bu tarzlar yoğun basıyor. Biliyorsun, anime endüstrisine de aynı şey oldu.

Indie oyunlar, küçük firmaların yaptığı şeyler vb. bu yüzden önemli. Witcher serisi bu yüzden epey sevildi çünkü küçük bir firmanın tutku ürünüydü. Grim Dawn, Dex, Divinity Original Sin serisi, Pillars of Eternity vb. gibi güzel, göreli olarak daha küçük yapımlar da mevcut. Ancak büyük firmaların güzel yapımları da hala var. Dragon Age Inquisition oldukça iyiydi. Dark Souls serisi bir baş yapıt zaten. Dragon's Dogma, Guild Wars 2 vb. örnekler de mevcut. Yani güzeller var ama büyük yapımlar arasında yüzdeleri daha az. Açıkçası oyunlarda çok elitist bir insan değilim ve sadece eski tarz rpglerin iyi olduğunu düşünmüyorum ama bariz bir sorun var.

Ya o Shelob... Bir de onu "efsane olmuş" diye savunan kitle yok mu? Deli ediyorlar beni. Onun dışında esktrafan dövülen "yeni bir yüzük" muhabbeti de var oyunda. Hatta yeni bir Balrog bile var. E hani Gandalf'ın dövüştüğü Balrog türünün sonuncusuydu? Bir serinin tarihçesiyle sırf oyun yapacağız, para kazanacağız diye bu kadar oynanmaz arkadaş.

İlk oyunu aldığı onca ödülden sonra ön yargılarımı bir kenara bırakıp oynamıştım ve ÇOK sıkılmıştım. "Grind-feast" derler ya, aynen öyle bir oyundu. Oyunda ork kesmekten ve kule açmaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun. İkinciyi almayı düşünmüyordum zaten, bunlardan sonra kesinlikle oynamam.

Tek kişilik olmasına rağmen içinde mikro-ödeme sistemi bulunduğunu da ekleyeyim efenim şuraya.
Evet, mikro-ödeme olayı zaten bayağı bir yüzsüzlük. Yağma kutuları satan tek seferlik ödeme bir de. Şahsen seriyle tek sorunum, orta-dünyada geçmesi. Orijinal bir evren yaratsalar bu kadar eleştirmezdim ama o zaman da marka adı bu kadar bilinen bir şey olmayacak, daha az satacaktı. Para para para.

Ben LotR Online yükledim tekrar, ona devam ediyorum. Çok eski olabilir ama orta-dünya havasını çok daha iyi yakalamış.

18
Oyunlar / Ynt: Genel Oyun Tartışmaları
« : 28 Ekim 2017, 09:31:32 »
Shadow of War'un "Shelob" içeren fragmanını yeni izledim. Tolkien evrenini feci şekilde batırmışlar. Seksi bir kadına dönüşen Shelob var ortada. Dünyanın ne felsefesi kalmış ne de bir derinliği. Kitle üretim ürünü, beyinsiz bir fantazya evrenine çevrilmiş orta-dünya.

İlk oyunu oynamayı düşünüyordum, iade ediyorum bu videodan sonra. Alternatif evren falan ama orta-dünyanın felsefesini, özünü para uğruna bu derece ayaklar altına alan bir şeyin açıklaması olamaz. Sauron da loliye dönüşsün bari, tam olsun.

20
Çizgi & Anime / Ynt: Berserk
« : 25 Ekim 2017, 19:43:09 »
Ya da direk mangasını okuyarak başlayıp mangasını bitirdikten sonra uyarlamalarına bir göz atabilirsiniz. En uygunu bu olur herhalde.

Ben bunu önermem çünkü manganın ilk bölümlerini okuyunca golden arc sonundaki olayın tadı bir nebze kaçıyor . Diğer taraftan ise 25 bölümlük serinin müzikleri , seslendirmeleri , çizimleri her şeyi çok iyi o yüzden direkt mangaya başlayıp animeyi es geçerseniz çok şey kaçırırsınız  ve berserk serisiyle artık özdeşleşmiş tell me why açılış şarkısını dinleme fırsatını biraz uzağa atarsınız :) .
Alternatif bir başlangıç olacaksa, Band of the Hawk oyunu da güzel bir iş çıkarıyor. Anime güzel ama eski yapım, çoğu kişiye hitap etmeyecektir. Oyunda kimi kısımlar çıkarılmış ve bazıları daha farklı aktarılmış ama Golde Arc'tan başlıyor ve kronolojik olarak ilerleyerek Falcon of the Millenium Arc'ın belli bir kısmına kadar anlatıyor.

Manga hakkındaki fikrim ise klasik eserlerden birisi olduğudur. Şahane çizimler ve güzel bir felsefeye sahip. Felsefi kısmı genellikle çoğu kişi tarafından göz ardı edilir veya yeterince iyi anlaşılmaz ama Guts'ın hayata karşı tutumu ve kader ile onun insan durumuna etkileri oldukça derin.

İlginç bir bilgi ise yazar ve çizer olan Miura'nın herhangi bir yardımcı kullanmaması. Hemen hemen bütün manga-kalar (manga yapımcıları) asistan kullanır ama Miura bütün işi kendi hallediyor. Serinin yavaş çıkmasının nedenlerinden birisi de bu.

Başka ilginç bir bilgi ise, Miura'nın seriyi yaratırken shoujolardaki (genç kız mangaları) drama ile 80lerde yaygın olan kaslı abilerin birbirini dövdüğü aksiyon serilerini (örn. Fist of the North Star) birleştirme amacı gütmesi. Çok da iyi becermiş çünkü drama ve aksiyonun güzel bir dengede bir arada bulunduğu bir seridir Berserk.

21
Kurgu İskelesi / Ynt: İnsan ve İblis
« : 25 Ekim 2017, 19:34:25 »
Bölüm 51 - İstek 4

İnsan, hikayelerden oluşur. Kendimize hikayeler anlatırız, şu an olmakta veya geçmişte olan şeyler için. Bir seferinde şöyle yapmışızdır çünkü nedeni budur. Bir yıl sonra, aynı olayı farklı bir sebeple hatırlarız. Hepsi değişir, tek bir "ben" yoktur. Sürekli olarak değişen ve yenilenen benlerden oluşuruz. İçeriğe göre geçmişimiz değişir. Peki ben ne oluyorum bu durumda? Kendime anlattığım bu hikayelerin ne kadarı doğru veya hepsi de doğru mu? Bunları hatırlayıp da, kimliğimi tamir etmek mi istiyorum?

Önümde iki figür hatırlıyorum. Sırtları bana dönük ve benden çok daha ilerideler. Onlara ulaşmaya çalışıyorum ama kollarım kısa kalıyor. Çok kısa ve küçüğüm, önemsizim. Arkada kalıyorum ve beni kimse fark etmiyor. Görülecek, önemsenecek bir yanım yok.

Bu, sık sık gördüğüm bir rüya değil. Hayır, böyle film veya roman klişelerine pek sahip değilim. Elbette benim de klişe yanlarım var ama geçmişime dair bir anıyı tekrar ve tekrar görmek bana göre olmadı. Bu bahsettiğim, başarısız hissettiğimde, gözlerimi kapayıp bu hissin beni yönlendirmesine izin verince aklıma gelen bir şey. Kim olduklarını tahmin etmek zor değil. Babam kendi işinde oldukça başarılı, hatta önde gelen birisiydi. Annem ise malum olaya kadar evi her zaman düzenli tutar ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getirirdi. Ben ise, sakardım, okulda ortalamaydım ve öne çıkan bir yanım yoktu. Farklı özelliklerim vardı elbet fakat başarılı diyebileceğim bir tarafım olmamıştı. Belki de o dövüş sporunu bu yüzden o kadar sevdim çünkü hayatımda ilk kez başarıyı tatmıştım. Ancak, o da bir istisna olarak kaldı. Çoğu zaman, günün sonunda, fark edilmiyordum. Ne ailem ne de okul tarafından. Oyunlarda bile o kadar iyi değildim.

Bu sonsuza kadar sürmedi. His peşimi hiç bırakmadı ama lisede bir atılım yaşadım. Derslerime doğru düzgün çalıştım ve başarılı bir öğrenci oldum. Yine de yeterli değildi. Başarının tadını bir kere yakalamıştım ve bırakmayacaktım. Her zaman daha fazlasını istedim. Kendime küçük bir kural bile koymuştum bir ara. "Bir sınavın, asla bir öncekinden düşük gelmeyecek." Elbette, bu kuralın ömrü pek uzun olmadı, olamazdı da. Hayat bu kadar basit bir matematiksel prensipten ibaret değildir. Yine de, bu kuralı koymuş olmam bile hırsın beni ne kadar sardığının bir göstergesiydi.

Başlarda çok güzeldi. Çalışıyor, başarıyor, iyi hissediyordum. Hayatımda gerçek anlamda ilk kez, bir şeyleri başarabildiğimi hissetmiştim. Artık  bir hiç değildim, kimliğim vardı, insanlar beni fark ediyor, bana ilgi gösteriyordu. Bir insan gibi hissediyordum sonunda. Zaman geçtikçe ve başarı yeni bir olgudan öte, sıradan bir hal almaya başladıkça, aldığım tatmin de azaldı. Sonunda bir sınıra geldim ve belli bir not düzeyine ulaştım. Aşağı yukarı bu civarda kaldım uzun bir süre boyunca fakat bu esnada yeni bir duygu beni sarmaya başladı: korku. Elimde olanı kaybetmekten, tekrar eski halime dönmekten korkmaya başladım. Sonunda birisiydim ve geçmişe asla ama asla geri dönemezdim. Bu olasılığı düşünmek bile beni dehşetle doldurmaya yetiyordu. O an hayatım mükemmel olmayabilirdi ama bir hayatım vardı. Arkadaşlarım ve başarım mevcuttu. Oysa geçmişimde sadece hiçlik, hayat-dışı her şey yatıyordu. Bir insan yoktu, yalnız ve reddedilmiş bir mahlukat vardı.

Her dehşete düştüğümde daha çok çalıştım. Standartlarımı daha da yükseğe çektim veya çekmeye çabaladım. Beni o ilgisiz karanlıktan ayıran tek şey bu değil miydi? Onu kaybedersem, tekrar vasat bir öğrenciye dönüşürsem, her şey mahvolacaktı. Yine o sırtları görür oldum. Okuduğum lise bile aşağının da aşağısındaydı. Oradaki başarım bir hiçti ve başka bir yerdeki ortalama bir öğrenci, benden daha iyiydi. Devler liginde olduğunu zanneden bir cüceydim.

Bu düşünceler gittikçe arttı ve lisedeki son senemde doruk noktasına ulaştılar. Büyük sınav geliyordu. Herkesin hayatını belirleyecek olan o aptal ve boş sınav. İnsanın aklını değil, işe yaramaz bilgileri ezberleme ve soruları kısa yoldan çözme konusunda uzmanlaşma beceresini konuşturduğu sınav. Şu hayatta pek çok şey olabilirim ama asla sistemi sorgulamayan, rahatına düşkün birisi olmadım. Bu yüzden çok acı çektiğim oldu, özellikle her şeyin ne kadar saçma şekilde kurgulandığı, bunların nasıl önlenebileceğini gören birisi olarak, tembel diye yaftalandım. Veya  hayallerinin peşinde koşan, ayakları yere basmayan bir idealist. Oysa kendisini gerçekçi diye yaftalayan bu kişilerin görüşü sınırlıdır. Dünyadaki sorunları göremezler, görseler bile kavrayamazlar. Bu kişileri ne kadar da çok severim, iki yüzlülüklerine bayılırım. Çocukları ata dönüştürdüler diye kendi aralarında yakınıp, giydirmek istedikleri siyasetçilere giydirir, ardından eve döndüklerinde bu absürt sistemde daha başarılı olmaları için çocuklarına bağırırlar. Onları, bu absürt sistemde, ruhsuz ve otomasyon olmadaki başarılarına göre yargılarlar.

Her şeye, bütün saçmalığına rağmen, bu sistemden geçmek zorundadır kişi. Ben de geçtim veya geçmeye çabaladım. Kendi üstümde yarattığım baskı, sınav için hedeflerimi doruk noktasında bir hedef belirlememle iyice arttı. Daha aşağısındaki herhangi bir şeyi, tamamen başarısızlık ve tekrar hiçliğe karışmak olarak niteledim. O sene, dehşet dalgalarına dayanmam yaklaşık iki ay sürdü. O noktada bir yerlerde her şeyi boşladım. Senenin sonunda başarısız oldum. Ertesi sene bir işe girdim ve monoton hayatıma atıldım. Sistemin çiğneyip bir kenara tükürdüğü bir artıktım sadece. Belki de sorun tamamen bendeydi, başaramamıştım. En azından böyle düşünürdüm. Gerçek ise, ikisinin arasında bir yerdeydi.

İblis beni bulduğunda yirmilerimin başlarındaydım ve intihar etmeyi düşünüyordum. Bunu kendime bile itiraf edememiştim pek. Ancak, olasılığı her geçen gün daha da artıyordu. Kendi üstümde kurduğum bu gerçek dışı yüksek standartların yarattığı yıkımı anlayacak kadar zaman geçmişti fakat hayallerimi kovalayabileceğim noktayı da geçmiştim. Kimi insanların aksine, sevmediğim bir işte çalışabilecek bir yapıda değilim ben. Eğer böyle yaparsam, eninde sonunda kendimi öldüreceğimin her zaman farkındaydım. Soru "eğer" değil, "ne zaman" idi ve malum Ugi gelmeseydi, cevabı "pek yakın" olacaktı.

Kaybedecek bir şeyi olmayan ve kendisine, ailesine, insanlara, politikacılara, sisteme... her şeye öfkeli birisi olarak, intikam kulağıma oldukça hoş gelmişti. Klasik bir insan gibi davranarak, başta bunu kabullenemedim ama içimdeki pisliği biliyordu İblis. Benim kabullenmek istemediğim tarafı. Haklı bir öfkeye sahip olduğunu düşünen veya sadece yakıp yıkmak isteyen tarafı. Belki bir yerde haklıydım ama eninde sonunda önemi yoktu. Her gün o mağazaya adımımı attığımda, oradaki insanlara hadlerini bildirmek istedim. Her şeyin ne kadar saçma olduğunu, sahip oldukları şeylere sadece şans eseri sahip olduklarını, birbirimizden sadece biyolojimiz ve yaşadıklarımız ile ayrıldığımızı. Onların yerinde, başka koşullar altında, benim de olabileceğimi. En azından başta böyleydi. Zaman geçtikçe, yerini umursamazlık aldı. Sadece gidiyor, günlük işimi hallediyor ve bulabildiğim fırsatta kaytarıyordum. Onlardan birisi gibi davranıyordum ama farklıydım. En azından kendime bunu söyledim, belli bir yere kadar. Bir noktadan sonra fark ettim ki, kimse orada bulunmaktan memnun değildi. Herkes aslında ne kadar renkli ve farklı olduğunu düşünüyor ama günlük hayatında tamamen monoton davranıyordu. Başka bir deyişle, diğer vasatlardan hiç bir farkım yoktu. Bu farkındalığın getirdiği acıdan zevk aldım.

Ne kadar düştüğümü görmek bana zevk verdi. Damgayı daha da bastırıp, acıya alışmak ve kendimi kapkalın bir kabukla çevrelemek için daha da çok kurcaladım. Her seferinde, hayatın anlamsızlığına ve griliğine dair yeni bir sebep daha buldum. Anlamsızlığı görmekte bir anlam buldum ve bunlar kaçış anlarım oldu. Hayatta, yaygın, vasat ve iğrenç hayatta, her türlü kötü yanı arar oldum ve buldum da. O kadar çoklar ki, bir ömür boyu uğraşsa, insan yine de yeni bir şeyler bulacaktır. Bir tür olarak çok da matah değiliz. Sadece, farkındalığımız sayesinde, kendimizi kandırmayı öğrenmişiz. Bu da yeterince ironik değil mi?

Bu farkındalık, ne kadar zor olursa olsun, belki de hayatımı kurtaran şey oldu. Karanlığı görmekte tarif edilemez bir tatmin var. Hayattaki acıların aslında hiç bir öneminin olmadığını bilmek, yatıştırıcı bir şey değil. Tam tersine, kişinin, insanların cehaleti ve bencilliği yüzünden ıstırap çektiğini fark etmesi ve bunun eninde sonunda anlamsız olması, oldukça kötü bir his. Ancak, aynı zamanda kendim olabileceğim ve aklımı kullanabileceğim bir alan. Kendime ayırabildiğim zamanda okuduğum kitaplar ve internetten yaptığım araştırmalar da, bana bir nevi amaç yaratmıştı. Aynı zamanda, anlamsal olarak bir şey ifade etmese de, yaşadıklarımın sebebini görmemi sağlıyordu.

Yine de, intihar düşüncelerini daha dayanır kılmıyordu. Bu hayatın içine saplanıp kaldığım gerçeği, bunun asla değişmeyeceği gerçeği, insanların asla bencil ve kötü niyetli olmayı bırakmayacağı gerçeği... bunları her gün düşündükçe, geriye umut ve uğruna yaşayacak bir şey göremedikçe, insan bir yerde, yapılacak tek bir mantıklı hareket görüyor. Bu romantik bir kaçış olduğundan veya idallerine ulaşamamış birisinin trajedisi olduğundan değil. Belki de bir trajedidir ama kutlanacak bir tanesi değil. Birilerini incitmek için de değil. Kendimi öldürsem de, kimsenin umurunda olmayacağını biliyordum. İnsanlar bir süre önemsiyormuş gibi davranacak, her gün bana bok gibi davranmış olmalarına rağmen ne kadar iyi birisi olduğumdan bahsedecek ve ardından unutacaklardı. Hayır, tek bir nedeni vardı. Sürekli, kaçınılmaz bir acı içimdeydim. Kimi zaman fazla oluyordu, kimi zamansa yerini daha sakin fakat kayıtsız bir versiyona bırakıyordu fakat her zaman oradaydı. Onunla savaştım, hem de her gün. Ancak, her gün bir şeyler kaybettim.

İblis buna bir çare olmadı. Bana verdiği güç sadece daha fazla öfke ve nefret getirdi. Başkalarına ve bana daha fazla acı. Öte yandan Neus, Kueti, Engar, Yugiera... bilmiyorum. Bu düşünceler hala peşimi bırakmadı. Kendime iyi olduğumu ve doğru yönde gittiğimi söylüyorum. Kısmen doğru da. Bütün bu olaylarda, her şeye rağmen, bir anlam buluyorum. Kendimi geliştirmek, bir amaca yönelik çalışmak iyi geliyor. Güzel de yol alıyorum, yeteneğim var sanırım. Ancak, o boşluk, hala içimde. Yaptığım ve yapacağım her şeyin sonunun başarısızlık olacağını, asla kendimden kaçamayacağımı söylüyor. Çare olarak ise tek bir yol gösteriyor. Yoksa kaçınılmaz olanı sadece erteliyor muyum? Kendime anlatmak istemediğim tek hikaye bu.

22
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 15 Ekim 2017, 23:17:03 »
"Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar."

- Albert Camus, Sisifos Söyleni, açılış cümlesi

23
Çizgi & Anime / Ynt: En Son İzlediğiniz Anime?
« : 15 Ekim 2017, 01:03:16 »
Fate/Stay Night(2006) ile Fate/Stay Night Unlimited Blade Works(2010) Ömrümde gördüğüm en kötü iki şey bunlar. Seslendirme ve müzik harici her alanda kötüydüler. Özellikle yönetmenlik açısından berbatı 2006 serisi. 2010 filmi ise senaryo açısından tam bir fiyasko. Ve görsel romanı okumuş biri olarak diyebilirim ki uyarlama olarak ele alınca puanlarını 1-2 puan yükseltebiliyorum. Cevapsız bıraktığı soruları görmezden gelebiliyorsun o zaman ama uyarlama olarak ele alınmayınca puanları daha da düşüyor. Uyarlama olarak ele almayınca puanı daha da düşen bir seri ilk defa görüyorum ömrümde.
Romanları okumadım ama dediğiniz iki anime gerçekten hikaye ve karakterler olarak oldukça kötü. Unlimited Bladeworks'te Archer biraz ilginçti ama diğer baş karakterlerin hiç bir derinliği yoktu. Emiya zaten olabilecek en kötü baş karakterlerden birisi. Fikirlerine katılmadığım için değil, ekstrem görüşlerinin arkasında hiç bir dayanağı ve derinliği olmaması, aynı zamanda karakterinin başka hiç bir özelliğinin olmaması ve sürekli aynı lafları tekrarlamasından dolayı. Hiç bir elle tutulur karakter gelişimi de almıyor. Stay Night'taki garip "maço" hareketleri de çok anlamsızdı, hele karşısındaki kişinin Saber olduğu düşünülürse.

Öte yandan Fate/Zero hayatımda izlediğim en iyi kombat odaklı animelerden birisiydi. Baş karakterin ilginçliği, hikayedeki her bir karakterin çok iyi tasarlanmış ve kendi kişiliklerine sahip olması, muhteşem görseller ile dövüşlerdeki kareografi gerçekten tartışılmaz derecede kalite... Saber'a karakter veren Zero'dur, alaşağı edip basit bir waifu seviyesine indiren diğer saydıklarınızdır. İskender, Gilgamesh vs. zaten unutulabilecek gibi değil. Bu kalite farkı şaşırtıcı değil zira Zero'nun yazımı ve çizimlerinde endüstrinin önde gelenlerinden oluşan bir ekip çalışmıştır.

24
Kurgu İskelesi / Ynt: İnsan ve İblis
« : 14 Ekim 2017, 22:48:42 »
Bölüm 50 - Urogi

Önünde dikilen figürlerin karanlığıyla yutuldu. Heybetli ve güçlüydüler, karanlıktan oluşan pelerinleri her taraflarını sarmış ve ışığın huzmelerini yutuyordu. Her türlü zerafeti reddeden varlıkları, tamamen zıt bir ahenkle arka plana bürünmüştü. Çevreyle bir olmuş yaratıklar, galaksilerin kalbindeki karadelikler gibi koyu fakat renkliydiler. Kara bünyelerinin etrafında bükülen ışık çevrelerinde dönerek tur atıyor ve üst ile alt taraflarından fışkırıyordu. Huzmeler, belli belirsiz bir nabızla, yavaşça artıyor ve azalıyorlardı. On dört figürün her birinin nabzı eşitlenmişti.

Uzuvu hareket etti birisinin, etrafındaki ışıklar oynaşarak bir an mavi, ardından yeşil ve kırmızıya dönüştü. Diğer on üç figür de, onunla beraber aynı uzuvlarını hareket ettirmişti. Seçilemiyordu genel hatları onların. Bu uzuv nasıl bir bedene bağlıydı veya bu uzuv neydi? Karanlık hepsini yutuyordu. Sadece ileri uzanan bir ekstremite mevcuttu ve onun bağlı olduğu bir şey.

Uzuvları saran ışık girdapları yatışarak tekrar soluk beyaza büründü. Bir ses, daha doğrusu bir düşünce, ışığın ve karanlığın bir araya toplandığı diyarda yankılandı.

"Kim olduğunu zannediyorsun sen?"

Sesin gümbürtüsüyle beraber, yerdeki parçacıklar titreşmişti. Bunu takip eden ses, kendi sesi, ne kadar da küçüktü bunun karşısında.

"Gelecek."

On dört siluet tatmin olmamıştı bu cevap karşısında. Işıkların dönüşü, sanki mümkünmüşçesine, daha da hızlandı ve vahşileşti. Dairesel bir şekilde çizdikleri rotadan çıkan huzmeler, capcanlı bir maviye bürünerek alev saçtı.

"Bu aptallığın, sonun olacak, bizim karşımızda bir hiçsin. Sana yeterince müsamaha gösterdik," diye, yeni bir yankı patladı "Bu diyara karşı işlediğin suçlardan ötürü, seni ölüme mahkum ediyoruz."

Ona sarf edilen su sözlerin bitişiyle beraber, kendisinden saçılan bir ısı dalgası hissetti. Vücudunu oluşturan yeşil alevler harlanmış ve bedeninden taşmaya başlamıştı. Kendi formunun bile ne olduğunu bilmiyordu fakat gittikçe büyüdüğünü hissetti. Yerden yükseliyor ve şimdi, on dört figüre, yeşil bir dev gibi, yukarıdan bakıyordu.

"Gelin, bunaklar, bu işi burada bitirelim."

---

Uykulu uykulu gözlerini açtı ve ağzını şapırdattı. Üstüne feci bir ağırlık çökmüştü. Nerede olduğunu anlamaya çalışırken, gördüğünün bir rüya olduğunu anladı. Oysa bir rüyadan çok daha gerçek görünmüştü. Şaşırtıcı bir yanı da yoktu. Sonuçta bir film veya çizgiromanda yaşamıyordu. Bunun geçmişten bir görü olduğu çok barizdi. Ne de olsa, yakın zamanda İblis'le yeni bir anlaşma yapmıştı ve bunun, ilk seferkinden farklı bir doğada olduğunun bilincindeydi. İblis söylememiş olsa bile, kelimelerini ve düşüncelerini bağlayan mühür oluşurken, bunu hissetmişti.

"İblis... bir kaçak," diye düşündü "Demek bu şekilde olmuş. Acaba ondan sonra ne oldu? Kazanmış olamaz yoksa şu an kaçak olmazdı. Ya da kazandı mı?"

Düşünceleri bugün yapacağı eğitime kaydı. Görevden döndüğünden ve Yugiera'yla konuştuğu günden beri, tekrar eğitime dönmüştü. Genel olarak iki kısıma bölünmüştü; savaş ve anomali ceplerinin doğası. Savaş eğitimini Engar ile sürdürüyordu fakat anomali eğitimi ikiye bölünmüştü. Teorik kısımı mutlaka Neus anlatıyordu fakat uygulamalı bölümü kimin göstereceği değişiyordu. Çoğu zaman, Neus onu bir yerlere atıyor ve şelalede olduğu gibi, bir şeyleri kendi kendine çözmesini bekliyordu. Bunun nedenini sormuştu ona, "Bir yönlendirme yaparsan daha hızlı olmaz mı?" diye.

"Yönlendirme yapmadığımı mı sanıyorsun, Yıldırım? Yapmadığım kısımların sebebiyse, daha esnek bir zihin geliştirmeni sağlamak," diye, her zamanki ucu açık cevaplarından birisini vermişti.

Başkasına göre ucu açık demek daha doğru olurdu belki. O, ne demek istediğini çözmüştü. Belki içinde bulunduğu sayısız anomalinin birisinin etkisinden, belki eğitiminden, belki de, basitçe, harekette olmasından dolayı, zihninin çok daha fazla açıldığını fark etmişti. Düşünceler eskisi gibi yarışıyordu yarışmasına fakat bunu daha sakin bir şekilde yapıyorlardı. Bu durumda, bu düşüncelerin sunduğu olasılıklardan birisi de, konuşmalardan sonra yaptıkları sohbetlerin yönlendirme olmasıydı. Bu ayak üstü yapılan konuşmalarda, pek çok şeyi pekiştirdiği oluyordu. Neus'a aklına gelebilecek her şeyi soruyordu.

Komik bir biçimde, hayatında aramış olduğu bir şeyi burada bulmuştu. İnsanlarla sohbet ediyor, yiyiyor, içiyor ve öğreniyordu, hem de her konuda. Neden bilmiyordu, bu tarafını çözememişti daha ama yeni bir enerjiyle önündeki işlere atılmıştı. Tanımadığı bir histi ama hoşuna gidiyordu. Bir şeyleri başarıyordu artık. Hem uygulamalı hem de teorik kısımlarda yükseliyordu. Yaşadığı onca şeye rağmen, hayatı genel olarak daha iyiydi. Bir kısım hariç. Çok büyük bir kısım hariç.

Odasından çıktı ve gördüğü rüyayla ima ettikleri hakkında düşünerek, evin içinde dolanmaya koyuldu. Odasının hemen yanındaki spor saloncuğundan düzenli ve kuvvetli nefes alıp verme sesleri geliyordu. Bir bakış attığında, Engar'ın eğimli benç prese yatmış olduğunu gördü. Her iki ucunda yaklaşık yüzer kiloluk ağırlıkların olduğu halteri hızlıca indirip kaldırıyordu. Yavaş yapması, kas geliştirme açısından daha avantajlı olurdu fakat amacı bu değildi. Gencin kasları çoktan yeterince gelişmiti. Bu ağırlıklar, direnç antrenmanı için vardı ve bu yüzden daha hafif olanları kullanıyordu.

"Kolay gelsin," diye seslendi, Yıldırım.

"Ey-vallah!" diye solukların arasından cevapladı, üstündeki tişört terden vıcık vıcık olmuş olan genç.

Bu ağırlıkları arada Yıldırım da denemişti. Patlayıcı güç olarak Engar'dan daha güçlü olduğunu bulmuştu. Az tekrarlı ve yüksek ağırlıklı setlerde ondan daha iyiydi. Ancak dayanıklılığa geldiğinde, geride kalıyordu. Sahada yaptıkları antrenmanlarda gördüğü çeviklikte ise su götürmeyecek şekilde Engar gördüğü herkesi geçiyordu.

Mutfağa doğru yöneldiğinde, Kueti'nin bir şeyler pişirmekte olduğunu gördü. Daha doğrusu yemekleri ocağa koymuş, olmalarını beklerken kolundaki cihazdan yine bir şeyler izliyordu. Kızın yanına giderken, kendi ülkesinin haber bültenlerinden birisinin sesini tanıdı.

"... patlamalar ülkenin dört bir yanında sürüyor. Olayı üstlenen olmazken, hükümet, herkesin aklındaki örgütün yaptığını açıkladı."

"Ne kadar da iç açıcı," dedi, genç adam.

"Ülken de senin kadar karamsar bir yer," diye onayladı kız, yüzünde hafif bir tebessümle.

Yeni bir huy edinmiş olan Kueti, sık sık Yıldırım'a takılıyordu.

"Ne de olsa yerli malıyım," diye kabullendi, genç adam "Bu topraktan böyle adam çıkıyor."

Bir şey diyecekmişçesine ona bakan kız, döndü ve ocağa yönelerek tencerenin kapağını açtı, ardından içindekileri tahta bir kaşıkla karıştırdı. Yıldırım'ın burnuna patates, havuç ve bezelyeyle karışık başka bir şeyin kokusu çarptı.

"Ooo, düşündüğüm şeyi mi yapıyorsun?" diye sordu, mutfağa dalan Engar.

Üstündeki tişörtü çıkarmış olan adamın, terli ve sıkı hatları parlıyordu. Zamanında spora gitmiş birisi olarak bunu garipsemedi fakat Kueti'nin yanında yapmasından rahatsız olmuştu. Daha doğrusu kıskanmıştı, Eiros.

"Evet," diye yanıtladı Kueti ve devam etti "Teşhiri sevdiğini biliyorum ama git üstüne bir şeyler giy, hasta olacaksın."

Kızın cevabını gözleyen genç, hiç bir şüpheli hareket görememişti. Engar'da da öyle bir durum yoktu zira. Flört eden iki gençten öte...

"Bir şey soracağım," diye aklındakini kelimelere döktü "Ne zamandan beri tanışıyorsunuz? Yeni olduğunu sanıyordum ama oldukça yakın görünüyorsunuz."

Fazla direkt olabilirdi kimilerine göre ama Yıldırım'ın umurunda değildi.

"Kueti'yle aynı şehirde büyüdük," diye yanıtladı, Engar, saçlarını, kızın verdiği küçük bir havluyla silerken "Ama buraya gelene kadar onu çok yakından tanıdığım söylenemez."

"Çocukluk arkadaşısınız yani?"

"Hayır," diye yanıtladı kız.

Engar da onu onayladı.

"Bizim geldiğimiz yerin dinamikleri buradan daha farklı. Engar ve ben çok ayrı yerlere aidiz," diye ekledi, genç kadın.

"Saklamaya gerek yok. Soylu bir aileden geliyorum ben, babam bir Ugi'ydi, annemse insan. Kueti'yi ben küçükken bir iş için kiralamıştık," diye havadan sudan konuşurcasına açıkladı, Engar.

"İş mi?"

"Ben bir suikastçıyım, Eiros," dedi kız, neredeyse sıradan, aklından ne geçtiği anlaşılmayan bir ifadeyle "Hayatım boyunca da öyle oldum."

"O zaman Neus seni neden..." diyordu ki, Yıldırım, lafı yarım kaldı "Bir dakika, ömrün boyunca mı dedin?"

"Evet," diye, vurgusuzca bir cevap geldi, basit bir gerçeği belirten.

"Onun gündüzleri hiç antrenman yaptığını gördün mü?" diye sordu, Engar.

Düşününce, böyle bir şey gördüğünü hatırlayamadı adam. Peki o zaman kız yeteneklerini nasıl keskin tutuyordu? Gördüğü diğer herkes, Yugiera, Engar, Neus, bir şeylerle uğraşıyordu habire. Yugiera belki içerek çok zaman geçiriyordu ama onun da görevlere çıktığını biliyor ve spor salonunda çalıştığını hatırlıyordu. Oysa Kueti'yi hiç böyle görmemişti.

"Bir Urogi olmak kolay iş değil. Denilene göre işlerini hep gece hallettikleri için, antrenmanları da hep gece karanlığında gerçekleşirmiş," dedi Engar ve kıza baktı "Daha doğrusu denilene göre değil, küçükken bana Kueti söylemişti."

"Urogi ne ola?" diye sordu, bilmediği bir aleme maruz kalan Yıldırım. Adam hakkında biraz fikri vardı ama kızın böyle bir hayatı olduğunu hiç tahmin edemezdi.

Kueti, boğazındaki bir yere dokundu ve bir-iki kelime mırıldandı. Diller arası çevirmeyi yapan Kine'nin ayarını değiştirmişti. Ardından dönerek, gözlerini onunkilerin içine doğrulttu. Uzunca bir süre, hiç bir şey demedi ve sadece baktı. Yüzünde en küçük bir ifade bile yoktu, gözlerinin içindeki herhangi bir canlılık yerini hiçliğe bırakmıştı. İki adet, buzdan oluşan mavi halka ona pençelerini geçirmiş gibi yerinde kıpırdandı adam. Gözlerini kaçırmayı denediyse de, bunu yapamadı. Sıcak her şeyden uzak küreler onu yakalamıştı. Ölümcül ama büyüleyici, etkileyici bir şekilde değildi. Hayır, ortada zarif olan hiç bir şey yoktu. Doğanın ilkel vahşeti bürünüyordu sadece. Kaçmak, oradan bir an önce uzaklaşmak istedi fakat gözlerini bir an bile kaçırırsa saldırıya uğrayacağını biliyordu. Karşısında bir insan değil fakat bir avcı vardı ve o, bütün gücüne rağmen, sadece çaresiz bir yemdi. Ardından, kızın ağzından sadece iki kelime çıktı.

"Ruh Yiyen"

Aynı çabuklukla, sakin fakat canlı tavrına geri döndü kız. Üstünden bir büyü kalkmış gibi irkilerek doğruldu, Yıldırım. Fiziksel olarak gerildiğini fark bile etmemişti. Ellerini sıkmış, yüzünden soğuk terler boşanmıştı. Kız ona bir büyü mü yapmıştı yoksa sadece bakışlarıyla mı bu hale getirmişti? Hangisinin daha rahatsız edici olduğunu bilemedi.

25
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 14 Ekim 2017, 22:12:56 »

26
Tartışma Platformu / Ynt: Kapaklar sizi ne kadar etkiler?
« : 14 Ekim 2017, 00:48:52 »
Can Yayınları'nın çok eski görünümlü yeni kapaklarını (kirli beyaz) görünce kapakların beni BAYAĞI etkilediğine karar verdim u_u Aslolan içeriktir ama kapağın kötüsü de hiç çekilmiyor arkadaş!
Bunu yazmak için girmiştim ben de konuya. Albert Camus'nün en iyi çevirileri Can Yayınları'ndan çıkıyor ve bir çok kitabını almışımdır. Eski kapaklarda klasik bir hava vardı, yenilerde ucuz roman havası var. Önemli olan içerik denir ama bu çok bariz bir yalan. Pazarlamada sunum önemlidir, bu yüzden kitabın arkasındaki yazılar ve kapak tasarımı önemlidir. Eğer klasik içeriğe sahip bir kitap, ucuz bir ergen aşk romanı görünümündeyse, bilmeyen insanlar açıp içini incelemeyecektir. Kitaplar açısından, son yıllarda gördüğüm en kötü tasarım ve pazarlama hatası.

27
Syfy'da ne sıkıntı var? Expanse'ta bayağı iyi iş çıkardılar diye biliyorum :) İzlemedim, ondan sordum.
Expanse'i bilmiyorum ama yayınlandıkları dizilere bir ara bakmıştım bu sene. Çoğu YA romanı veya hikayesi pek sağlam durmayan aksiyon tarzında, pek de iyi bilim kurgu içermeyen şeylerdi. Tabii ki her yapımı öyle olacak demek değil ve bu durumda da farklı olur umarım.

Düzenleme: Burada okumuştum sanırım, bilim kurgunun yeni yapımlarındaki bir sıkıntıdan bahsediliyordu. Bilim kurgu kısımlarına pek değinilmeyen evrenlerde, düz baş karakterlerin yaşadığı aksiyon hikayelerinin bayağı çoğaldığı gerçeği. Sözde bilim kurgu ama düşünsel olarak hiç bir şey yok, sırf aksiyon var. Syfy'de bunlardan çok var ve ayrıca bütçe düşüklüğü de göze batıyor.

28
Bir kaç tanesinin adını yazıp, ne kadar çok kaliteli yapımın aktarıldığını söyleyecektim. Ancak aşağı indikçe eklendikçe eklendi, ki daha sadece yapım aşamasındakilere baktım. Oldukça zengin bir liste olmuş. Şu anlık tek şikayetim Syfy'ın da bir şeyleri adapte edecek olması, örn. Cesur Yeni Dünya, yoksa gayet güzel haberler.

29
Sinema / Ynt: "Blade Runner" Geri Dönüyor!
« : 08 Ekim 2017, 22:48:02 »
Devlet uygulaması değil de Warner Bros Türkiye'nin aldığı bir karar gibi duruyor. En azından Kafeinsiz kanalının videosundan bu sonucu çıkardım. Yaş sınırını düşürüp izleyici sayısını artırmak amaçlı yaptıklarını tahmin ediyorum.
Sadece kar amacı güdülerek yapıldığını zannetmiyorum. Bu tarz durumlarda devlet rol almasa bile, devletin politikaları sonucu oto-sansür ortaya çıkar. Bir çok kanalın herhangi bir uyarı almadan garip şeyleri sansürlemesinin nedeni de buydu zaten. Hafif çıplaklık var diye 18+ yapmak da zaten ayrı mantıksız bir uygulama.

Sansüre şaşırmadım, bunlar daha sadece başlangıç. Sinemada gitsem mi diye düşünüyordum ama protesto için gitmeyeceğim sanırım.

Düzenleme: Sony Pictures'dan açıklama gelmiş. Sony Pictures; ''Bazı bölgelerde Sony Pictures yerel kültüre saygısından ötürü filmin hafifçe değiştirilmiş bir versiyonunu piyasaya sürmüştür.” şeklinde ifade etti.

http://www.webtekno.com/blade-runner-2049-daki-sansur-hakkinda-resmi-aciklama-geldi-h34692.html

30
Şişedeki Mısralar / Rıhtımdaki Serap
« : 04 Ekim 2017, 05:41:21 »
Gecenin ölü hücrelerinde,

Ateşten uzak sakin şarabın yanında,

Bir ileri iki geri adımlarla,

Zamanın kaybolduğu sakin anlarda,

Müzik oda doldurduğunda,

Uyku etrafını sarmaya başladığında,

Kadimin alevi solduğunda,

Takip edenin yeni günü ağardığında,

Zincir seni sarmaladığında,

Kömür ile ateşin yerleri karıştığında,

Hayatın ondan koptuğunda,

Tekrarlarca onlar tarafından yaşanan,

Düzen ki gidecektir birlikte,

Kalacaktır içi boş bir hayalet dolaşan,

Şekil ve yüzeyin kısıtlaması,

Çok şey denecek ama içi boş kalacak,

Tutulacak ona hayran bakan,

Gözleri kamaşacak sahte olandan,

Gerçek gelecek çirkin ve kaotik,

Kaba,
Ve Çirkin.

Bozulacak anlam da ondaki,

Ölümün ve acının anlamsızlığı gibi.

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 14