Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Althar

Sayfa: [1] 2 3 ... 5
1
“Adım Cenk.”
“Ben de Yüzbaşı Cihan,” daha fazlasını söyleyemeden Cenk anlatmaya başlamıştı bile.
“Sonunda haberlerinizi alınca çok sevindik. İnanın yalnız kaldık sanıyorduk. Size ulaşmayı istedik ama geniş çaplı iletişim yoktu ve çevrede hep o çalınan insanlardan dolanıp duruyordu. Kerim’in adamları da bir başka belaydı. Sonra da köpekler ve canavarlar geldi. Son bir haftadır doğu bölgesinde kan gövdeyi götürüyordu” diye, kara bir sesle hızlı hızlı konuşuyordu Cenk.
“Yavaş ol Cenk. Adım adım anlat. Çalınan insanlar; şu turuncu bitki bombalar ile çalınanlar mı?”
“Evet ama bombalar; onlar savaşta kullanılıyor. Asıl bela olanlar şu sinsi pislikler. Uçan balıklar. Onların ne olduğunu anlayana kadar biz de, Kerim de çok kayıp verdik.”
“Uçan balık da neyin .?” dedi ama sonra Rapor’u hatırladı Cihan.

Bu arada Cenk ona kolundaki AVİ aracılığı ile eski bir görüntüyü gösteriyordu. Yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda ve şişman, büyük bir balıktı bu. Şeffaf gibi görünüyordu. Yerden bir metre kadar yukarıda havada süzülüyordu. Antenleri ve uzun bir kamış dili vardı. Ama en önemli bilgi sırtının iki yanından kuyruğuna doğru uzanan tohum keseleriydi. Keseler yumruk büyüklüğündeki el bombası tohumları belki iki yüz metreye kadar fırlatabiliyordu.

“İsabetli bir topçu gibi çalışıyor ve de sinsi. İşini bitirip kayboluyor. İnsandan daha hızlı değil ama uyanık ve zeki. Şimdilik atıcılığından başka bir silahını görmedik. Dayanıklı değil ama yakından vurmayın. Küçük bir patlama ile patlıyor.” diye anlattı Cenk. Cihan bunu aklına not aldı.
“Köpekler ve canavarlar dedin.?” Diye sordu Cihan.
Cenk akıllı birisiydi ve durumu anladı.
“Bildirilerde ve megafondaki metinde sadece çalınan insanlar ve canavarlar var. Ama hayvanları da çalabiliyorlar. Sokak köpeklerini de etkilemiş bu şey. Beş yüz köpeklik bir sürü açık alanda az kalsın sonumuz olacaktı. Bereket tankımız yetişti.”

“Tankınız mı var?” diye şaşırdı Cihan.
Cenk güldü. “Ordunun hurdaya verdiklerinden üç tane. Zengin bir koleksiyoncu dostumuz var. Meteor ortaya çıkınca bize çok yardımları oldu.” diyerek üstünü baştan aşağı işaret etti. “Ama bu uzun bir hikaye. Asıl size Kerim konusunda bilgi vermek istiyorum. Şu aralar başında bela varken bizimle pek uğraşamaz ama o da başka bir bela. Ayaklanma guruplarının çoğunu öyle ya da böyle etrafına toplayan bir psikopat. Tam bir deli ama gücü ve karizması ile korku saçarak herkese sözünü geçiriyor. Çok insan öldürdü. Pek çok esiri var. İşkence ve türlü eziyetler çekiyorlar.” derken sesi kinle keskinleşmişti. “.Meteordan önce ve sonrasında çok çarpıştık. Ama çok fazla yandaş topladı. Gizli olan asıl sığınağımızı da keşfetti. Eğer bu canavarlar ortaya çıkmasaydı bizi de diğerleri gibi mahvedecekti. Bizi her şeye rağmen onlar kurtardı. Kerim kuzeyden gelen bu bela ile aramızda bir duvar gibi. Ama git gide zayıflıyor. Çok kayıp verdi. Kerim hafife alınacak biri değil. Bir zamanlar asker, polis ya da öyle bir şey olduğu belli. Ayaklanma ganimeti malzemeleri, yağmalanan polis ve asker silahlarını kullanmayı iyi kötü öğretti adamlarına. Kendi komuta ettiği yüz kişilik bir gurup ise açıkça seçkin bir gurup.”

“Sizde fena değilsiniz.” dedi Cihan. Emir komuta ağı ve silah tutuşları bile çok şeyi söylüyordu. İyi bir askerin en temel işaretleri silahı tutuşu ve disipliniydi.
“Aramızda savaşta çarpışmış küçük bir gurup var. Bizi onlar eğitti. Ve başka şeyler de var.”
“Ne gibi?” diye sordu Cihan.
Vapurlar ve deniz otobüslerinden ilk parti dolmuş ve karşı kıyıya yola çıkmıştı. Bu yakanın tehlikelerinden kurtulana kadar Gökdelen ve Tepeyurt’un korumalı geniş dış sınırlarında oluşturulan yerleşimlere taşınıyordular.
“Bizim ana sığınağımız Kale 1’dir komutanım. İstanbul’daki sığınağımız ise Kale 15’dir. Biz Fortress ittifakı üyeleriydik.” Derken sesi gülümsüyordu Cenk’in.

Fortress İttifakı meteor haberine kadarki on yıl boyunca bütün dünyada otuz milyon kişinin oynadığı bir bilgisayar oyunundaki en büyük ittifaktı. İnternet üzerinden oynanan oyun başlarda bir tarikat olmakla suçlanmış ama oyunun yaygınlaşması ve her yıl daha çok insanın oynaması ile zengin olan yaratıcıları ise buna sadece gülmüştü. Zaten bir iki yıl sonra tarikat diyenler de bir ittifaka üye olmuş ve Peacemakers; Barışçılar, oynuyordu.

Oyununu yaratan şirketin çılgın sahipleri su gibi para harcayan iki gençti. Bu meteor olayı ve sonra da kaosun ilk işaretleri patlayınca, sadece kendilerini değil oyunun senaryosundaki gibi; insanlığı da, sevdiklerini de kurtarmayı istemiştiler. Ve böylece bütün dünyada Fort’lar; Kale’ler doğmuştu. İttifakın bölgesel sığınak karakolları! Meteora ve kaosa karşı sığınılan sağlam sığınaklar ittifak üyelerinin güç birliği ile inşa edilip gizlenmişti. Çılgıncaydı. Ama tam da Peacemakers’ı yapanlara göreydi! Oyundaki dostluklar gerçek hayata taşmıştı!

Cihan, Cenk’in anlattıklarını dinlerken aslında çok az şaşırmıştı. Yüzü maske ile kapalıydı ama sesi açıkça gülümsüyordu.

“Hangi bölgede oynuyordun Cenk?”
“Orta Doğu.”
“Kod adın neydi?”
Cenk sorulara şaşırmıştı. Ama cevaplıyordu.
“Çingiz.”
“Memnun oldum Çingiz. Ben de Omar Sharr.”
Cenk bir an için sadece öylece şaşıp kaldı. Sonra;
“Dalga geçme benimle!” diye açıkça neşe ve şaşkınlıkla konuştu.
“Bir asker boş zamanlarında askercilik oynarsa şaşmamalı,” dedi gülümseyen sesi ile Cihan. Oyuna bir bakmak için girmiş ama sonra çok eğlenip oynamaya devam etmiş hatta karargahtaki diğer özel kuvvetçileri de oyuna sokmuştu. Kingdom İttifakı’nda, Fortress’e karşı oynamıştılar. Omar da Krallık’ın en tehlikeli oyuncusuydu.

“Seni yakalamak için kaç kez operasyon yaptık. Çöl Ateşi senaryosunun ikinci haftasında geniş çaplı bir operasyon yapmıştık. Çok iyi ayarlamıştık her şeyi. Nasıl haber aldın?”
Cihan gülüyordu. Baskına gelen düşman takımlarını bina blokları ile beraber havaya uçurmuştu.
“Karargahınızdaki ana santralde bir cihazımız vardı. Silah kaçakçılarına çok para verdik ama taramada yakalanmayan en yeni teknolojiyi aldık. Organik verici. Karargahınız patlatılana kadar her konuşmanızı dinliyorduk.”

Cenk de kahkahalarla gülüyordu. “Rezillik! Oyunun tasarımcılarından biri de bizimleydi biliyor musun. Bunlarda onu alacak para olamaz. Boşuna detektöre o kadar para gömmeyelim. Belli ki bi yaralıyı konuşturdular demişti.”

Onlar böyle muhabbet ile vakit geçirirken seferler birbirini izledi ve akşama kadar on bin kişi karşı kıyıya sorun çıkmadan güvenle taşındı. Cenk iki sığınakta on bin kişi daha olduğunu ve bu yakadaki tahmini bir milyon kişiden beş yüz bininin ayaklanmalar esnasında şehirlerden daha sakin ve emniyetli olan küçük kır ve dağ yerleşimlerinin gizliliğine kaçtıklarını anlatmıştı. Ordu İstihbaratı da bunu destekliyordu. Galiba halk meteordan çok kendi içinden çıkan bu zalimlerden korkmuştu. Gerçekten de Meteor’un son hızlanma haberini çoğu kişi duymamıştı, önlem alamamıştı bile. Dünya o denli kaosa batmıştı!

Gün kararıp güneş batarken;
“Kerim’in yerini biliyor musunuz?” diye sordu Cihan.
“Gazilerimiz; bize gerçek eğitimi verenler, biz buraya gelirken o yana gittiler. Bu gece geç saatlerde, onlar uyurken Kerim’i almayı planlıyorlar. Bu gurupların çözülmesini hızlandıracak diye düşünüyoruz. Ellerinde çok fazla esir var ve köle gibi kullanıp eziyet ediyorlar. O insanları ona daha fazla bırakamayız.”

Cihan bu operasyon meselesini duyunca rahatsız olmuştu. Savaş gazisi bile olsalar bu türden bir operasyon sivil işi değildi.

“Onlara ulaşmalıyız. AVİ kullanıyorlar mı?”
“Evet ama gurup içinde bile iletişimleri olmayacaktı. Son bir haftadır AVİ’leri dinleyebildiklerini fark ettik. Karışık modda bile mesajlarımızı çözüyorlar.”
“Sanırım ellerinde bir Karakulak var. Yeni bir cihaz. Tam bir baş belası. Alman buluşu. Ayaklanma esnasında ordu depolarından yağmalanmış olmalı. Nasıl haberleşecektiniz.”
“İşi bitirip dönecektiler. Kendi aralarında da bir işaret dilleri var. Dürbünleri olduğu sürece  kuş dili onlara kilometrelerce mesafede bile yeter.”

Cihan’ın aklında bir şimşek çaktı.

“Onlar mı kuş dili diyor buna. El işareti diline?”
“Dili diğerlerine öğreten Önder. Ondan duyduk. O sanırım yüksek rütbeli bir operasyoncu. Ya da eskiden öyleymiş. Saç sakal çok hırpani bir hali vardır. Pek fazla konuşmaz ve hakkında Savaş’a katıldığından başka pek bir şey bilmeyiz. Ama bize çok yardımı oldu. Diğer gaziler ve hepimiz ona çok saygı duyarız. Lider bile önemli şeylerde ona danışmadan harekete geçmez. Neden böyle ilgilendin? Bir şey mi var?”

Cihan bir an sessiz kaldı. “Olabilir. Kuş dili lafı bir şeyler hatırlattı ama hepsi o. Kesin bir şey yok. Savaş’ta özel kuvvetlere bağlı operasyon birlikleri çok işler başardı. Çoğumuz ortak operasyon ve eğitimlerden tanışırız. Kara Kuşlar’ı hatırladım bir an. Onlar Kuş dili derdi bu el lisanına. Bir operasyondan geriye hiçbiri dönemedi. İlgisi olmayabilir. Sadece hatırladım.”


Küresel Güvenlik Teşkilatı’nın çokuluslu vurucu askeri gücü takımlar halinde örgütlüydü ve dünyaya yayılmış durumdaydı. Yerleşik olan bu timlerin belirli operasyon bölgeleri vardı. Ama en seçkin birkaç timin çok yüksek hareket kabiliyeti ve sınırsız yetkileri vardı. Renk Takımı kod adı ile bilinen tim de onlardan biriydi.

Yarbay Siyah, meteorların yağmaya başladığı 16 Mart’tan bu yana sürekli çarpışıyordu. O ve takımı dünyanın herhangi bir noktasına bir buçuk saat içinde ulaşma kabiliyetine sahip yeni nesil bir uçucuyu; bir savaş mekiğini kullanıyordular. Önceleri ayaklanmaların zor durumda bıraktığı üslere yardım için çabalıyor ve meteor sonrasındaki savaş için bu üslerin sağlam kalmasını sağlıyordular. Sonra çabaları meteor yağmurları nedeniyle çok yavaşlamıştı. Üstelik hasar da almıştılar.

Yarbay Siyah çok keyifsizdi. Aydaki Amerikan üssü Küresel Güvenlik Teşkilatı; KGT’nin de ana karargahına ev sahipliği yapıyordu. Ve bu üs ile doğrudan bağlantıları yirmi iki gündür yoktu. Ayın arka yüzündeki üs ile çarpma öncesi ve sonrası protokoller görüşülürken hep dünyadan yana sorunlar üzerinde durulmuştu. Ay üssü ay yüzeyinin çok derinlerindeydi ve çok sağlamdı. Üstelik ayın arka yüzünde olması ona çok koruma sağlayacaktı. Ama şimdi ayda sorun vardı. Haberleşme şamandırası bu gün daha yeni atılmıştı ve kötü haberler vardı. Ay saldırı altındaydı.

Çoğunlukla saldırı yok edilmişti. Ağır hasar ve kayıplara rağmen, planlanan bir operasyon ile kısa sürede düşmanı yenecektiler. Bununla beraber dünyaya destek olmak için hazırlanmış ay üssü; Nuh, bunu bir süre ertelemek zorundaydı. Düşman yüz milyon çok seçkin dünyalının dondurulduğu Soğuk Uyku Komplesi’nin depolarının önündeydi ve sert bir savaş veriliyordu. Savaş kazanıldığında ise tamiratı gereken çok fazla şey vardı. Araç ve silah kaybı çok fazlaydı. Sadece tohumlanmış bir meteor ve onu güden bir Çoban bekliyorken devasa meteorun kanyonlarında gizlenmiş bir Kovan kolonisi ve uzay savaşçıları ile karşılaşmıştılar. Bu uzaylı dostlar olan Grekulları bile şaşırtmıştı.

Normalde Kovan, meteorları sadece tohumlayıp bırakırdı. Belli bir hedefi vurmak istediğinde çok eşsiz bir tasarımı olan ve sadece bu işe yarayan Çobanları kullanırdı. Çobanın meteora kısıtlı ama uzun mesafede kusursuz bir hedefleme sağlayan kabiliyeti yakın mesafede de kısmen etkiliydi. Bu etki ile küçük meteorları korunma, gizlenme ve yakına saldırı için kullanıyordu. Ama bütün bunların ötesinde şu anki durum sıradışıydı. Burada meteorun kaynakları ile gelişmiş bir koloni vardı! Grekulların yardımı ile uzay savaşçıları yok edilerek kara saldırısına karşı savunma başarılabilmişti.

Ay üssü Mars kolonisinin de saldırıya uğradığını ve benzer şekilde çok ağır hasar aldığını bildirmişti. Mars ile bağlantı kopuktu ve ve açıkça hayatlarından umut kesilmişti.

Şu anda dünya yüzeyinde bulunan bütün KGT güçlerine ikinci bir emre kadar yüzey komutanlıklarına bağlandıkları bildirilmişti. Eğer karşı bağlantıları olsaydı Siyah bunun yeterli olmadığını ve gördüklerini Nuh’a anlatabilirdi.

Afrika’da üç noktada gizli fırlatma üsleri sadece bu savaş için hazırlanmıştı ve yörüngeye yeniden çok rollü uydular fırlatmak için hazırdılar. Birkaç saat içinde KGT bu süreci başlatıp otomatik fırlatma emrini verecekti. Bununla beraber vurucu güç zafiyeti yüksekti. Siyah şu anda yörüngede idi. On beş bin kilometre yukarıdan dünyayı izliyordu. Gelişmiş casus gözleri taramayı bitirmişti. Sonuç hiç iyi değildi. Bütün tim kokpitteki görev yerlerindeydi. On beşi birden kara kara düşünüyordu. Yayılma çok tehlikeli bir boyuttaydı.

Afrika, Sibirya, Güney Kutbu ve Avustralya ile Güney Amerika’nın iç kesimlerinde gelişmiş koloniler vardı. Bu bölgeler 1 Nisan tarihinde büyük meteor vurulmadan iki hafta önce yağmaya başlayan kaya yağmurunun indiği yerlerdi. Böcek akıllıydı. Son yağmurlar ile dünyayı bombalayıp etrafta sadece karışıklık yaratacak oyalayıcı koloniler kurmuş ve asıl kolonilere karşı bir kalkan oluşturmuştu. Renk Takımı bile önceliği bu küçüklere vermişti çünkü bunların gelişmesi daha süratli kötülüklere yol açacaktı.

“Bu yetmez” dedi Yeşil.
“Ona katılıyorum” diyerek destekledi Mavi.
“Ne öneriyorsunuz?” diye sordu Siyah.
İkisi de sessizdi.
“Patron sensin, onu sen bul” diye konuşarak onlara destek oldu purosunu tüttüren Gümüş.
“Mekikler ve Zırhlı Savaşçılar olmadan şu durumda çok kayıp vereceğiz.” Dedi Turuncu. Kara derili dazlak kafasını tatsızca iki yana sallıyordu.
“Sence ne zaman bize dönebilirler?” diye soran Mor’du.

Siyah ona döndü. İkisinin arasındaki ilişkiyi bütün takım biliyordu. Siyah’ın iyi bir yalancı olduğunu ama Mor’a yalan söyleyemediğini de. Badem gözlü genç kadına baktı Siyah.

“Henry McAndrew’u iyi tanırım. Onun yüzündeki o ifadeyi biliyorum. Gerçekten durum berbat olduğunda karşısındakine moral verebilmek için takınır. Bence ay üssü bunu atlatacak. Ama bize yardım edebilmeleri çok zor.”

Mesaj kaydını tekrar açtı ve bir yerinde dondurup görüntüyü büyüterek netleştirdi. “Şuna bakın.” Görüntü dikkatsizce ana komuta merkezinde ve ana ekrana karşı kaydedilmişti ki bu dikkatsizlik bile işlerin ne derece karışık olduğunu gösteriyordu. Ekranda Siyah’ın işaret ettiği noktada üssün savaş gücü rezervi ve yenileme kabiliyeti ayrıntılı bir biçimde raporlanıyordu. Henry’nin vücudunun gösterdiği kısım küçük ama en önemli kısımdı. Üssün dünyaya indirme yapma kabiliyeti yoktu! Mekiklerini kaybetmişti! Bu üs içindeki fabrika ile belki birkaç ayda kısmen telafi edilebilirdi. Ama daha önemlisi fabrika da hasarlıydı! Silah ve malzeme depolarının büyük kısmı da saldırılarda hedef alınmıştı. Durum berbattı.

“Durum berbat.” dedi Gümüş. Yüzü ekşi ve öfkeliydi.
“Biz oraya ulaşabiliriz. Dünya’da en azından beş mekik var. Kapasitelerimiz yüksek. Ama şu durumda kendi hayat destek üniteleri ve yüz milyon insanın hayatta tutulması daha önemli olabilir. Biz burada bir şeyler yapabiliriz. Amerika, Çin, Avrupa ve Rusya en yoğun hasarı alan bölgeler. Askeri üslerin Çoban tarafından özellikle hedeflendiği belli. Meteor yönlendirme kabiliyeti korkunç etkili bir bombardımana neden oldu. Şu durumda toparlanmak için zaman gerekli. Elimizdekilerin önemini çok büyük ölçüde arttırıyor bu,” dedi Siyah.

“Aklında bir şey var” diye sordu Mavi.
Siyah bir iki tuşa bastı ve ekrandan slaytlar geçmeye başladı.
“Bunlar dünyanın şu anda sağlamlığı raporlanmış ve Kovan ile savaşan ya da savaşabilecek direnç noktaları. Bunlar da savaş, üretim ve teknoloji değerlerinin analizleri. Ve bu da benim aklımdaki şey” dedi ve asıl slaytlara geçti Siyah. Amerikan ordusu ve KGT tarafından kullanılan özel silah ve ekipmanlardan bazılarıydı bunlar. Planlar ve teknoloji sırlarıyla beraber.

“Başka zaman olsa çıldırmışsın derdim!” diye yüksek sesle gülerek purosundan derin bir nefes çekti Gümüş. Dumanı halka yaparak üfledi.
Ekibin doktoru Pembe, Siyah’a sordu, “Onlara mı vereceksin?”
“Fikirlerinizi duymak istiyorum. Uzaydan gelen bir düşman bütün insanlığı tehdit ediyor ve bizim en çok güvendiğimiz silahlarımız, en güvendiğimiz kalemiz ağır yaralandı. O olmadan diğerlerinin en iyi şansı onun güçlerinden bazılarını kullanmayı öğrenmeleri. Ağır üretim değil söz konusu olan; buna alt yapı hazırlanması bile çok zaman alır, üretimi saymıyorum. Alt yapıları var olan ama gelişmeleri zaman alacak şeyleri hemen vereceğiz. Burada adı geçen destek donanımın bazıları birkaç gün içinde pek çok yerde rahatlıkla üretilebilir. Stabilizör serumu ve genomedikal serumları, suni organ nakli desteği bile askerlere büyük güç verecektir. Sente-Muscular zırh ve birinci seviye kalkan teknolojisini söylemiyorum bile.”

“Bu kararı Uzun John’da Albay Woo ile konuşmayacak mısın?” diyerek Antartika ve tropik Güney denizleri arasında dolaşmakta olan koca üs gemiyi işaret etti Mavi. Uzun John bir süper tanker gibi görünen seyyar bir KGT üssüydü ve şu anda oraya bağlıydılar. Aslında bütün yeryüzü KGT’si oraya bağlıydı.

“Elbette konuşacağım ama eminim Albay Woo bunu onaylayacaktır.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Yeşil  öfkeyle konuştu.
“Bunun önceden yapılması gerekirdi.” dedi. Ses tonu gayet iyi açıklıyordu ne demek istediğini ve çok haklıydı. Bu düşmanın gelişi biliniyordu ve çok önceden bazı bilgilerin paylaşımı çok büyük bir fayda sağlayabilirdi. Dünyanın bölünmüşlüğü çok kötü bir şeydi.

Siyah sadece başını onayla salladı. İletişim kanalını ayarladı ve Albay Woo ile görüşmesine başladı.

2
Çizgi & Anime / Ynt: Favori Anime Karakteriniz?
« : 06 Eylül 2012, 00:52:00 »
Gundam, Setsuna
Gundam, Rau Le Creuset
Heroic Age, Age

3
"Anime ne? Hayvanlı mı?"

Hayvan herif...

4
Çizgi Roman & Manga / Ynt: Sizce En İyi Süper Kahraman?
« : 06 Eylül 2012, 00:13:35 »
Süpermen. Gönüllerin kahramanı. Bir nedene ihtiyacı yok. Güçlü, yokedilemez olması ve uçabilmesi bir yana insancıl bir karakterdir. Sever, acı çeker, fedakarlık yapar, kendini sıkı bir disiplinle kontrol eder, korur, görev adamıdır. Erdemlidir, uçabilir.

Kedileri ağaçtan indirir, yana binadan insanları kurtarır, uçabilir.

Yazılı tarihte insanşığın başına gelmiş bütün sorunlara karşı insanlığın yanında olmuş ve dünyalı olmamasına rağmen canı pahasına bu dünyayı korumuştur.

Uçabildiğini söylemiş miydim?

Uzaylı olmasına rağmen gezegendeki pek çok insandan daha insan, daha bizden biridir. Süper bir delikanlıdır.

5
Tartışma Platformu / Ynt: Ticaret için Yardım
« : 04 Eylül 2012, 21:58:23 »
@Ejderfelaketi
Dracnesse ve çevresi sert bir bölge olduğun doğal seleksiyon söz konusu :)

Ticaret çok derine inmeden ama arka planda sağlam biçimde bulunmasını istediğim bir unsur. Öyle D&D rol yapma oyunları gibi borsası yükseldi, kıtlık oldu, savaş yüzünden kervanlar gelemiyor diye üzerine düşmeyi istemiyorum. Sadece vampir, kurtadam ve namevt tabanlı bir çerçeve kurup bazı öykülerimi bu coğrafyaya oturtmayı istiyorum. Tüccar bir karakter ve ekmek parası için bu tüccara bazı zor bulunan şeyler sağlayan küçük bir gurubun maceralarını düşünüyorum.

Söylediğin ölçüde derin düşünmedim açıkçası. İşin o kısmına odaklanmamıştım ben :) Ama bu dediğin de benim öykülere bir maceralık malzeme vermeye uygun. Teşekkürler

6
Öğleden sonraki toplantıya kadar yeni gelişmeler olmuştu ve günlük olağan toplantıda bunlar masaya yatırılıyordu. Gökdelen Karargah Birinci Subayı olan Oktay Binbaşı yeni gelişmeleri aktarıyordu.

“Edirne’nin bildirdiğine göre Balkanlar ve Doğu Avrupa’da durum karışık gibi. Net bilgilerimiz hala yok. Süratle iletişim ve keşif gücümüzü kazanmaktayız lakin hala yetersiz durumdayız. Edirne sürekli savaş ve canavarlara dair panik dolu telsiz temasları bildiriyor. Askeri ve sivil frekanslara bakarsak batı sınırımız ve komşularımız tehlikede olabilir. Bununla beraber Rusya’dan aldığımız son haberler de belirsiz. Rus birlikleri Karadeniz sahil şeridi ve iç kesimlerde geniş bir alana yayılan düşmana karşı geniş çaplı yer ve hava harekatı için hazırlık yapıyor. İlk saldırılarında çok ağır kayıplar vermişler ve bu çok daha büyük saldırıda balistik füze kullanımı da düşünülüyor. Ruslar Karadeniz dışında Sibirya bölgesinde de savaştıklarını bildirdiler. Doğuda İran, Azerbaycan ve Ermenistan’dan da bölgesel kanlı karşılaşmalara dair bilgi edinebildik. Bunun dışında fazla bir bilgimiz yok. Yurt içinde haber alamadığımız yegane bölge Doğu Anadolu. Bölgedeki sığınakların civarında bugün hala meteor aktivitesi bulunuyor. Üslerin tamamı en sağlam dağlık alanlara oyulmuş derin üslerdir ve üç ana üssümüzden birisi buradadır. Ankara Uzay Komutanlık Merkezi atmosferdeki meteor aktivitesinin kayda değer bir biçimde düştüğünü ve yörüngeyi gözlemleyebildikleri kadarı ile bunların son olduğunu bildiriyor.”

“Bu iyi bir haber,”diye başladı Şeref Paşa. “Keşif konusundaki zayıflığımıza gelince; içinde bulunduğumuz şartlar düşünüldüğünde son derece tehlikeli. Bu konuda Ankara ile hemfikiriz. Yarın itibarı ile yüksek keşif kabiliyetli insansız hava keşif araçlarından bazıları deneme uçuşlarına başlayacak. Sorunla karşılaşılmaz ise uçuşlar arttırılıp yaygınlaştırılacak.”

İyi haberler gerçekten iyiydi ama dört bir yandaki savaş gölgeleri ve korku çığlıkları da duyulmayacak gibi değildi.

Akşam üzeri iki Paşa baş başa özel bir görüşme yapıyordular.

“...Size bir bilim ekibi gönderiyoruz Paşam. Durumlar oldukça müsait. Bölgeniz sıcak temas alanlarına daha yakın ve daha hızlı faaliyet gösterebilmek için bunu gerekli gördük. Saat altı itibarıyla Ankara’dan donanım ve ekibi taşıyan on Hurricane yola çıkacak. F 16 eskortları olacak. Havada bir düşman etkinliği gözlemlenmedi ama tedbirde fayda var.”
“Doğru söylüyorsun Hikmet Paşam.”
“Paşam bir şey daha var. Burada Kuvvet Komutanı arkadaşlar beni Genelkurmay Başkanlığı mevkiine önerdiler ve Başbakan da üç yıldır taşıdığı olağanüstü yetkileri dahilinde bunu onayladı.”
“Yani ülkeyi, bu ağır savaş şartları düşünülecek olursa, pratikte artık siz yönetiyorsunuz. Başbakan bu şartlarda işin çoğunu askerlere bırakmakla akıllılığını ortaya koymuştur. Ama bu askeri otoriteye ağır bir yüktür. Burada size.”
“Böyle takdir edeceğinizi biliyordum. Bu sebepten bu ağırlığı yetkin omuzlara paylaştırıp Başbakanla beraber sorunlara genel bakışta daha iyi odaklanabilmek için emirler gönderdim. Paşam Marmara Bölgesindeki Kara ve Kara Hava unsurları ile bölgenize tahsis edilmiş Deniz unsurlarının komutası üç saattir sizde. Toplantınızı böldürmedim. Emirler gerekli yerlere bildirildi. Ulaşamadığımız yerler için de sıkıştırılmış yayınlar devam ediyor. Benzer şekilde cephe komutanlıkları oluşturuldu ve yetkiler dağıtıldı. Ayrıntılar biz konuşurken dosya ile ulaştırılıyor. Kaya yağmuru diniyor gibi. Ve bu bittiğinde iletişim ve keşif alanımızın normale dönmesini bekliyoruz. Ani hamlelere hazır olmalıyız. Işıklar yandığında ne göreceğimiz belli değil.”

Bu son sözleri söylerken Hikmet Paşa’nın sesindeki karanlık Şeref Paşa’nın dikkatini çekmişti. Ama bir şey söylemedi. Dostu belli ki epeydir iyi uyumamıştı. Uykusuzluk insanın bedeninden çok ruhunu etkiliyordu.

“Paşam, bir dost tavsiyesi?”
“Lütfen Paşam.”
“Gidip biraz uyu Hikmet. Berbat görünüyorsun ve sana bunu söylemeye cesaret edemediklerine eminim. Biraz dinlen. Aklın salim olmazsa görevini yapamazsın.”
Dostça gülümseyerek konuştu Hikmet Paşa.
“Haklısınız Paşam. Sıcak süt de içeyim mi Paşam?”
İki yaşlı asker de güldüler.
“Ama çok şekerli olmasın. Dişlerinizi de fırçalayın Paşam.”

Sabahın erken saatleriydi. Oktay Binbaşı görevinin başındaydı. Gökdelen şu anda yeni kurulan cihaz ve istasyonlar ile tam kapasiteli bir savaş harekat ve komuta merkeziydi. Her şeyi izleyebiliyor ve aynı anda birden çok operasyona tam destek verebiliyordu. Oktay’ın sorumluluklarını epey arttırmıştı bu ama o şikayetçi değildi. Dosyasında bütün komutanlarının düştüğü ortak not şuydu; ne kadar ağır yük yüklersen o kadar dayanıklılığı artan tam bir görev ve vatan, millet aşığı. İşte Oktay buydu.

Geniş ve loş ışıklı merkeze hakim sandalyesinde oturmuş, ekranları ve raporları inceliyor bir yandan da sabah kahvesini yudumluyordu. Oktay işini severek yapıyordu. Ülkesine aşık, asker bir ailenin çocuğuydu ve kendini bildi bileli asker olmayı istemişti. Ve olmuştu da. Hem de madalya ve takdirnamelerle dolu bir sicile sahip güzide bir asker olmuştu. Bunlar vatan millet sevgisi yanında yaptığı işi sevmekle de ilgiliydi. Oktay işini çok seviyordu.

“Komutanım.”
Oktay seslenen genç Teğmene döndü.
“Bir şey mi var Haluk?”
“Ankara gurubu yaklaşıyor. İniş hazırlıklarına başladılar. İstanbul üzerindeler. Yalnız değiller komutanım. Peşlerinde ÇES’in tanımlayamadığı bir şey var. Radar ve termallerde bir şey yok ama ÇES görüyor. Bunu görmelisiniz.”

ÇES, Çevre Emniyet Sistemi olarak anılan görsel bir tarama sistemiydi. Gözlenmesi istenen alana kurulan optik alıcı istasyonlarından gelen görüntü ana istasyondaki bir bilgisayar ile işlenirdi. En basit bir kameradan gelen görüntüyü tanıyabilme, yorumlayabilme, sınıflandırabilme gibi kabiliyetleri eşsiz seviyede olan bir programdı. Yedi gün, yirmi dört saat uyanık ve hep pür dikkat bir gözcüydü ÇES.

“Büyük ekran yap Haluk.”
“Geldi Komutanım.”

Ve işte oradaydı. Yüksek binalardan birinin üzerine yerleştirilmiş güçlü bir alıcıdan gelen çok temiz ve iyi ışıklı bir görüntüydü ve açıkça görülüyordu. ÇES’in ekranda hatlarını çizmesine rağmen hala zor seçiliyordu. Ama oradaydı. Şeffaftı ve on beş metrelik, havada süzülen bir denizanası ya da bir mürekkep balığıydı. Yani benzediği şey buydu. Ankara Raporu olarak adlandırılmış raporda adı geçen olası yaratık tehditlerinden sadece birisi olabilirdi bu.

“ÇES’e kaydını yapın. Düşmanın süratli casus ünitesi ile tanıştık. Casusana. Bu bir yerlerde altıncı safhaya geçmiş bir Kovan üssü olduğunu söylüyor. Uçan düşmanlar var demektir bu. Acilen Ankara’ya ve bütün birliklere bildirelim” dedi ve Haluk Teğmen’e döndü Oktay Binbaşı. “Çok yaklaşmış bize. Savunma füzelerini ateşleyebiliyor muyuz?”
“Komutanım radar ve termal veri yok. Sadece güç bela görebiliyoruz. Optik kumandalı füze istasyonlarımız şu an sadece Tepeyurt güvenlik çemberinde mevcut.”
“Optik hedeflemeli taretler ne durumda?”
“Otomatik topların menzili dışında Komutanım.”
“Gurubun eskortu olan F 16’lar?”
“Bağlıyorum Komutanım.”

Birkaç saniye içinde Ankara’dan gelen Hurricane’lerin refakat uçakları ile temas sağlanmıştı. Onlara durum bildirilmiş ve görüntüler RRP destekli biçimde ulaştırılmıştı.

F 16’ların lideri emirlerini bildiriyordu.

“Yılan 3 ve Yılan 6 sağa, sola ayrılın ve bitirin şunu.”
“Anlaşıldı, tamam şef.”
“Yoldayım, tamam.”
Yılan 6 ve Yılan 3 birkaç saniye sonra sert dönüş manevraları ile guruptan kopmuş ve geriye dönmüştü.
“Yılan 3, arkamda kal. Tipsizi gördüm ve çirkinliği için az sonra cezalandırıyorum. Yeterince cezalandıramazsam işi sen bitir.”
“Şu anda kavga etmek istemiyorum ama hep böyle yapıyosun abi. Çocukken de böleydin. Hep arkandan dağınıklığını toplardım. İşini ben tamamlardım.”
Yılan 3 ve Yılan 6 ikiz kardeşlerdi!
“Sen neden bahsediyosun be avanak! Asıl ben senin…”
“Yeter be! Kesin şunu! Ulan ikiniz de burama getirdiniz! Sizin yüzünüzden uçmayı bırakıcam şerefsizim! Olm, babanızın kim olduğu umurumda diil! Bi daha aynı görevde hayatta beraber uçurmam sizi! Bu ne ya! İnsanda acıma olur biraz!”

Yılan 3 ve Yılan 6’nın babaları Hava Kuvvetleri Komutanıydı!

“Ve işte geliyoooooooo!!!” deyip tetiğe asıldı Yılan 6. F 16’nın vulkan topundan şimşek gibi parlayan otuz milimetrelik mermiler daha çok pilotun mahareti ile nişanlanmıştı. Pilotun atışı sürat ve hedefin doğası düşünüldüğünde oldukça iyiydi.

“Ve gidiyoo!!” diyerek kardeşinin yarım bıraktığı işi tamamladı Yılan 3. Casusana ilk saldırıdan yara almıştı ama kaçarken işi tamamen bitirilmişti. Yaralarından yeşil sıvılar saçarak süratle alçaldı ve sonunda binaların arasında yeşil, küçük bir patlama ile yok oldu.
“Epey çevikmiş” diye, son kurtulma manevrasını yorumladı gurup lideri olan Yılan 1. Gerçekten de hızlı ve çevik bir baş belasıydı bu casus yaratık.

Gökdelen’de herkes casusana vurulduğu için sevinçliydi ama Oktay düşünceliydi. Casusluk onun kitabında savunmadan ziyade bir saldırı sanatıydı. Saldırmadan önce casuslardın. Sonra saldırırdın!

Oktay yarım saattir düşünüyordu. Ankara gurubu Tepeyurt’a inmiş ve yerleşiyordu. Refakatçiler geri dönüş yolundaydı. Derken bir kez daha operatörleri ona seslendi.

“ÇES Anadolu yakasında kalabalık hareket belirledi Komutanım. Erken saatlerde bir iki motosiklet de o hatta hareket etmişti. Bildirilerde ve sesli mesajlarda bildirdiğimiz kıyı hattına ilerliyorlar. Siviller. Kadın, çocuk ve yaşlılar. Yanlarında gaz maskeli, silahlı muhafızları var.”

ÇES görüntüleri oldukça iyi bir görüş sağlıyordu şu anda. İnsanların yüzündeki acele ve korku kadar muhafızların onlar için duyduğu endişe de hareketlerinden; yaralıları, yaşlıları dikkatle taşımalarından anlaşılıyordu. İnsanlar da muhafızlarına korkudan ziyade güvenle itaat ediyor ve onları izliyordu.

“Kemal Yarbay’a ve Komutan’a haber verin! Hazırkıta havalansın! Operasyon başladı! Hava desteği yerini alsın! Denizdekilere kıyıya yanaşmaya hazır olmalarını bildirin. ”
Emirler süratle ve ikiletmeden uygulanıyor, ilgili yerlere gerekli emirler veriliyordu.

Gökdelen’de üslenen beş adet V100 Hurricane; askerlerin verdiği isimle Kasırga, gerçekten de küçük bir kasırga kopartarak havalandılar. Kasırgalar jet hızında uçmalarını sağlayan güçlerini dikey iniş ya da kalkışa çevirdiklerinde toz dumana karışıyordu ve bu güçlü kuş epey şamata yapıyordu. Adlarını kesinlikle hak ediyordular.

Cihan ve takımı zaten diğer hazırkıta takımları gibi Kasırgaların yanı başında nisan güneşinin tadını çıkarıyordular. Her şey yüklüydü ve bir anda içeriye doluşup bağlanmaları ile kapılar kapandı. Kasırga havalandı.

Cihan’ın ve takımının içinde oturduğu iki ZPT’yi taşıyan V100’ün pilotu çılgın bir pilot olan Aslı Yüzbaşı’ydı. Kendisi aynı zamanda taşımakta olduğu ZPT’lerden birinin; Çapkın 1’in komutanı Haydar Başçavuş’un eşiydi.

Kasırga süratle havalanmış ve sert bir dönüşle, süratle hedef bölgeye yola çıkmıştı. Hakim ve yüksek mevkideki Yenişehir tepesinden aşağıya dalışı insanın yüreğini ve midesini ağzına getirecek cinstendi. Birkaç saniye içinde boğazdan sadece birkaç metre yukarıda saatte üç yüz kilometre ile yol alıyordular.

“Haydar, aşkım senin için fazla hızlı değilim, di mi?” diye gülümseyerek masumca sordu Yüzbaşı. Sadece araç içindeki alıcıları kapsayan AVİ gurubuna konuşuyordu. İkinci pilot olan Mesut Teğmen sessizce gülüyordu.
“Acıma bana Biriciğim!” diye her defasında olduğu gibi kükredi Haydar. Haydar’ın midesi hassastı, Aslı Yüzbaşı bunu biliyordu, ve daha yeni kavga etmiştiler. Haydar, Aslı’nın yeni saç rengini fark etmemişti!!
“Bana Komutanım diceksin Haydar! Görevdeyiz!” diye kükredi Aslı.
“Emredersin Komutanım!” diye öfkeyle dişlerinin arasından kükredi Haydar.
“Hadi Başçavuşum bir dangal. ehhh… hata etti! Bizim ne suçumuz var Yüzbaşım?!” diye acıyla sordu Çapkın 1’in nişancısı. Haydar, arkadaşının midesine yumruğunu geçiriyordu bunu söylemesinden hemen sonra.
“Kurunun yanında yaş da yanar Mehmet.” oldu Aslı’nın cevabı.
Cihan gülüyordu. Bu V100’ün kod adı Melek idi. Düşündü; şeytan da bir melek idi. Sessizce gülmeye devam etti.

Kasırgalar iki kıta arasında açıkta bekleyen vapur ve römorkörlerin, deniz otobüslerinin üzerinden geçip süratle karşı kıyıya ulaştılar. Konmaları ile birlikte kapılar açıldı ve araçlar ile birlikler dışarıya çıkıp alana yayıldı. Subaylar megafonlarla hemen kıyıya akın eden bu büyük topluluğu yönlendirmeye başladılar. Savaş ve karmaşa bölgelerinde görev yapmış asker ve subayların tecrübesi kısa sürede her şeyi düzene sokmuştu. İskelelere yanaşan vapurlar sorunsuzca dolmaya başlamıştı.

Kurtlar ve diğer takımlar hemen önceki keşifler esnasında saptanan kritik mevkilere yerleşmiş ve ağır silahlarını kurup savunma durumu almıştı. Gatling topu taşıyan ve paletli bir telefon kulübesini andıran  tek kişilik hafif zırhlı Tart’lar da buradaydı. Beş zırhlı araç kilit noktalara yerleşmişti ve beş tanesi de kasırgalar ile az sonra inecekti. Paşa demişti; sürpriz olmayacaktı. Hava da iki Omega ve altı Cobra uçuyordu. Cihan hemen muhafızlardan birine yanaşmış ve askeri disiplinle hareket eden; gri kamuflaj, zırh, AVİ ve askeri silahlarla donanmış adamdan komutanın kimde olduğunu öğrenmişti. Muhafız bu arada ona telaşla gaz maskesi takmalarını söylemişti. Cihan yatıştırmak istemişti ama muhafızın ısrarı onu tedirgin etmişti. Muhafızların hepsinde gaz maskesi vardı ve takıyordular! 

“Bütün birlikler. Derhal gaz maskelerini takın. Doğrudan bir tehdit yok. Bu sadece önlem amaçlı.”
AVİ’den iletilen bu bilgi ile herkes süratle maskeleri takıyordu.
“Neler oluyor?” diye muhafıza sordu Cihan.

Bu sırada Muhafız da lideri ile konuşmuş ve komutanın onunla konuşmak istediğini söylemişti. Lider arkadan yanında beş iyi silahlı adamla geliyordu.

(devam edecek)

7
Tartışma Platformu / Ynt: Ticaret için Yardım
« : 04 Eylül 2012, 21:36:26 »
@Daarlan Gardan Çamur biraz çok sıradışı bir fikir :) Öte yandan en yakın fikir belki Gölgeyanığı Ormanındaki canavar ağaçların keresteleriyle ilgili bir şey düşünebilirim. Teşekkürler :)

@EmpatAİD Krem gibi olmasa da buna benzer bir korunma yöntemiyle ilgili hammaddelerden birinin sağlayacısı olmaları mümkün. Bu da güzel bir fikir. Teşekkür ederim.

8
Tartışma Platformu / Ynt: Ticaret için Yardım
« : 03 Eylül 2012, 18:34:06 »
@Ejderfelaketi Karaborsa fikri hiç aklıma gelmemişti. Evet, bu iyi fikir. Diğer fikirleri ben de düşündüm ama benim aradığım daha özel ve belli bir ürün. Sanırım kan satışı olacak bu. Özel kuvvetlendirici kan iksirleri gibi yasak ve kötücül şeyler, lanetli gençlik iksirleri, özel bir tür büyülü canavar örümcek ipeği şu anda en muhtemel malzemeler gibi duruyor.

Teşekkürler. Başka bir şeyler aklınıza gelirse ben fikirlere hep açığım. Daha 5 vampir şehri var, sıraya koyarım :D

9
Tartışma Platformu / Yorum İstiyorum
« : 02 Eylül 2012, 21:58:57 »
Herkese Selamlar (başlık olta bir başlıktı, gerçekte uygun bir başlığa karar veremedim ben de bu reklam kokan başlığı attım; affola)

Sağa sola başlıklara bakınırken bir başlık ilgimi çekti. İçeri bir tıkladım ki epey hararetli bir hareket yaşanmış ve ben kaçırmışım. Yazık olmuş :D

Konuyu o başlıkta yeniden alevlendirmenin gereği yok. En azından biri yaparsa da ben olmak istemedim. Yalnız bir iki yorumda gözüme ilişen bir şey oldu; Ona cevap vermek isterim. Bütün yorumları okuyamadım kusura bakmayın. Sadece ucundan bu konuya değinmek isterim.

Bir iki arkadaşın ifade ettiği "katkı sağlamak" diye bir şey var. Bunun göreceli bir şey olduğunu düşünüyorum. Ne kadar katkıda bulunuyoruz bu mekana? Sadece kurgu iskelesinde, düşler limanında gezmek bizi daha az mı forum üyesi yapar? Diğer başlıklara girip çıkmak daha çok okuyup yorum yapmak bizi daha çok mu Kayıprıhtımcı yapar?

Bilmiyorum.

Ben kendimi biliyorum. İlk başlarda tek girdiğim yer Kurgu İskelesiydi. Daha yeniydim zaten ne nerededir bilmiyordum. Öykülerimi paylaşayım belki okur bulurum, benimle aynı hayalleri paylaşan insanlarla tanışırım filan diyordum. Daha da iyisi benim türümde yazan adamlar-hanımlar da varsa ne iyi olur onları da okurum, sinerji olur diyordum. Başka bir yere baktığım da yoktu, yeni yeni açılıp bir yerlere bakıyorum. Hem illa çok aktif olmak zorunda da değilim. Yazan adamlar zaten biraz odun ve yabani olur. Yoksa yazmak yerine diskolarda filan gezerdik heralde.

Benim gibiler vardır aranızda belki. Tarzımız bellidir. Atıyorum aşk romanı okur, şiir okur. Başka bir türü çok nadir okur, genel kültürü bilgisi ve ilgisi bu yönedir. Ne diyebilirsin? Bilim kurgu okumuyor, okuduğunda yorum yapmıyor diye kızabilir misin?

Okumaya başlayınca hikaye beni sararsa aşk da okurum korku da. Yani tıklıyorum yeni gelen yazılara ama tarzım değilse, sarmadıysa okumadan ve dolayısıyla yorum yapmadan pas geçiyorum. Okudum diyelim, ve sarmadı. Sarmadıysa beğenmedim demem. Belki tarzım olmadığı için beğenmedim, emin olabilir miyim? Bariz kurgu yetersizliği, dilbilgisi ve yazarlık yetersizliği gördüysem yumuşakça yönlendirme isterim, iyileşsin diye.

Beğendiğimi söylerim. Gerçekten bu böyledir. Yalandan beğenmem. Beğendiğimde söylerim. Alışkanlığımdır. En azında "iyi olmuş" derim.

Kibirli-ukala-kendini beğenmiş ve daha bir ton öküz sıfatı bana yerleştirmeyin nolur. Ben beğendiğimi söylerim. Söylenmesi gerekir diye düşünüyorum. Az buçuk ingilizcemizle yurtdışında da edebiyatla ilgili bir iki yeri takip ediyorum ve insanların aynı buradaki gibi desteğe büyük önem verdiklerini, büyük ihtiyaç duyduklarını biliyorum. Bu normal, çok doğal. Yüzsüzlük ya da görmemişlik değil. Ya da arsızlık hiç değil. Sanat destekle büyür gelişir. Yazı sanatında biz de destekle büyüyor ve hayatta kalıyoruz.

Nice güzel kalemlerin destek görmediğinde, bir tek yorum alamadığından edebiyattan el etek çektiğini gördüm. Hala yazıyorlardır eminim; Vazgeçemezler, ama artık sadece gizli bir çekmecenin en altındaki tozlu bir kuytu köşeye atıyorlardır yazdıklarını. Yazık. Bu Türk Edebiyatının kaybıdır.

İnsanın doğasında var; Ürettiğinin karşılığını gördüğünde tatmin oluyor yani mutlu oluyor. Para için yazmıyoruz. Yazmak bizi mutlu ettiği için yazıyoruz bir de okuyanımız varsa değme keyfimize; yazar bir yazabilmek ister bir de okunmak. Başka da bir şey istemez ki zaten.

Farkında olmadan bir duvar dolusu yazmışım. Silsem mi? Bırak kalsın.

Demek istediğim şu; Yazmaya çalışıyoruz, kendimize bir yer bulmaya çalışıyoruz, okumaya çalışıyoruz, destek olmaya çalışıyoruz. Elimizden geldiğince yapıyoruz.

Karşılıklı anlayışı ve sevgiyi ayakta tutmaya çalışalım.

Saygı ve Sevgiyle


10
Kovan Savaşları: (Sıcak Savaş)2. Bölüm'ün 1'i

***

Karadeniz Kalkanı Operasyonu’nun sabahında Şeref Paşa Kemal Yarbay’dan gecikmiş ve şu son iki günden sonra aciliyete binmiş brifingini alıyordu. Paşa emekliliğinin ardından askeri hayattan tamamen kopmamış ve yılların kemikleşmiş alışkanlıkları ile gelişmeleri ve ordunun bunlara karşı tavrını dikkatle takip etmişti. Ama envanter ile ilgili bilgisi dost sohbetlerinde söylenenler ve medyadan takip edebildikleriydi.

Saat öğlene gelmişti de geçiyordu. Paşa sabahtan beri bir sürü ilginç şey öğrenmişti. Savaş esnasında aktif görevdeydi ve alımı planlanan, anlaşması yapılan pek çok şeyi biliyordu. Ama şu son altı yıl içinde büyük gizlilik ile alınan bazı kalemlerin onu açıkça şaşırttığını söylemek şarttı. Özellikle de bir tanesi!

“Kemal bu ne!?” diye sordu Paşa! Dünya nereye gidiyordu. “Bu uçuyor mu?”
“Evet Komutanım.”
“Kemal bu uçak mı, gemi mi, uçan daire mi? Bunu Ruslar nasıl yaptı Kemal? Son on, bilemedin on beş yıldır ekonomileri belini doğrulttu. Omegalar neyse ama bu başka. Burada neler dönüyor?”diye konuştu Paşa.

Kemal Yarbay dolandırmadan anlattı.
“Ruslar teknoloji hırsızlığı konusunda çok yetenekli bir ajans ile on yıldır bağlantıda Paşam. Dünya üzerinde bunu bilenlerin sayısı iki elin parmaklarını az önce sizinle beraber geçti,” diyerek gülümsedi Yarbay. Kemal Yarbay ordu istihbarat teşkilatında önemli bir subaydı ve daha da yükselmesi kesindi.

“Kuklacılar da mı bu işin içinde?” diyerek dünya çapında etkili, gizli ve varlığı ona karşı savaşanlar tarafından da sır olarak saklanan örgütü işaret etti Şeref Paşa. Dünya sıradan insanın hayal gücü için çok karışık ve entrikalar ile dolu bir yerdi. Komplo teorisi denen şeylerin büyük bölümünde az ya da çok gerçeklik olduğunu pek az kişi biliyordu. En acar gazeteciler bile bunu hayal edemezdi ve varlığına yaklaştıkları anda daha fazla hayatta kalamazdılar.

“Bu yeni bir oyuncu Paşam. Ruslar onunla çalışıyor. Kuklacılar’dan da çaldıklarını Rus Askeri İstihbarat Başkanı bizzat söylemişti.”
“Dünya yaşanacak bir yer değil aslında Kemal. Birbirimizin gırtlağını parçalamak için türlü düzenler kuruyoruz. Bu uzaylı da gelmiş bu gezegeni istiyor! Salak ne istediğinin farkında değil!” diye sinirli sinirli söylendi Paşa. Paşa arada böyle nedenli nedensiz parlardı ve onu tanıyanlar bu zamanlarda onu sessizce soğumaya bırakmanın en iyisi olduğunu bilirdi.

Bir süre burnundan soluyup odayı adımladı Paşa. Sonra sakinleşip yerine oturdu.

“Devam et Kemal.”
“Paşam bu tasarım ilk kez soğuk savaş döneminde ABD ve Sovyet cephelerinde bir yarış olarak doğdu. Nükleer güçle çalışan sonsuz yakıtta bir uçağın hareket kabiliyeti askerler için etkileyiciydi. Bunu siz de duymuşsunuzdur,” diye konuştu Kemal Yarbay.
“Ağırlık ve mürettebatı radyasyondan koruyamamak gibi sorunları aşamamıştılar. Ruslar bir prototipi uçurabilmiş ama arkasında radyasyondan uzun bir kuyruk oluşmasını engelleyememişti. Uçuştan sonra pilotların da çok yaşamadığı söyleniyordu,” diye ne kadarının doğru olduğu tartışmalı bilgiyi söyledi Paşa.
“Amerika bunu 2009 yılında başarmış ve nükleer güçle çalışan yeni nesil ve yeni bir sınıf uçan aracı envanterine almış. Ruslar bunun havada ve uzayda nükleer ve solar kökenli bir itici güçle çalıştığını öğrendikten kısa süre sonra planlarına da kısmen ulaşmışlar. Bu söz konusu araç; ki biz ona Sıcakkanat adını verdik, işte bu yarım bilgilerden doğmuş. Bizimki yerden yirmi bin kilometreye ulaşıp orada haberleşme ve casusluk maksatlarını tamamen icra edebilen, uydu vazifesi görecek bir hava gemisi-bir mekik. Yüz kilometreden sonrasının uzay kabul edildiğini düşünürsek bir uzay gemisi.” diyerek güldü Yarbay.

“Bundan üç tane mi var? Kaça aldık bunları Kemal?”
“Tanesi altı yüz milyon dolar. Teknoloji transferi de söz konusuydu anlaşmada.”
“Bizim ödediğimiz bir yana bu şartlarda ucuz. Ama çalıntı mal diye düşünürsek." diyerek gerisini getirmedi Paşa. “Biz bu bütçeyi nasıl aldık hükümetten? Sabahtan beri bir sürü oyuncak saydın daha da listen bitmedi.”
“Biz almadık Komutanım. Hükümet verdi. Komutanım, bu ülkenin başına Atatürk’ten sonra gelen en güzel şey rahmetli Başbakan’ımız Cihan Bayraktar’dır. O da Atam gibi erken göçtü, ne yazık. Lakin takipçileri yolundan şaşmadılar da yaptıkları boşa gitmedi. Onun zamanında bulunan İç Anadolu’daki petrol kuyuları ve akıllı yönetimin devamı bütçeyi artılara getirdi. Yasama, yürütme ve yargıda yaptığı köklü reformlar sistemi çalışır hale getirince işler göründüğünden bile daha iyi bir hale geldi. Eğer ki bu Meteor olayı olmasaydı kesinlikle bu yüzyıl bizim yüzyılımız olacaktı.” diye, ateşli ateşli konuşuyordu Kemal Yarbay.

Paşa genç dostuna hak vermeden edemedi. Son dönemde doğru yapılanlar, yaşanan iyileşmeler, günlük hayata ve sokağa yansıyan elle tutulur gelişmeler saymakla bitmezdi. Yapılan akıllı yatırımlar ve doğru kaynak yönetimi ülkeyi adeta bir rokete bindirmişti. Ama şimdi buradan bütçeye dair daha net bir fikir edinince Paşa daha bir iyi anlıyor ve daha bir şaşırıyordu.

“Devam edelim Kemal. Nur içinde yatsın diyelim de öyle analım Cihan Bayraktar’ı. Ata’dan bu yana en büyük işleri o yaptı bu vatan için.”
“Bir de bunlar var Komutanım” diyerek ana ekrana diğer görüntüleri aktardı Kemal. “Güneşinoğlu ve Güneşinkızı dedik onlara. Güneş enerjisi ile ömür boyu uçabiliyorlar. Erkek olan ilk modeldi. Tamamen yerli tasarım ve üretim. Çok yüksekten uçan düşük gözlenebilirlikli bir araç. Radar işareti aşırı zayıf. Biz bile orada olduğunu bildiğimiz halde zor görüyoruz. Elektronikleri ve optikleri çok güçlü. Dişi olan silah yüklenebilen daha küçük modeli. İki adet ŞAHİ füzesi taşıyabiliyor. İnsansız hava ve kara araçları envanterindeki en pahalısı bu ikisi ama radarda çok zor görülmeleri nedeniyle bunlar çok faydalı.”

Paşa rakamları ve açıklamaları bir süre inceledi. Cidden bunlar dehşet şeylerdi.
“Keşke savaş zamanında elimizde olsaydılar. O zaman elimizdekiler de işimizi gördüler ama epey kayıp verdiler.”

Yarbay devam etti.
“Mig50 Rasputin. Savaş uçağı ve bombardıman uçağı arasında bir saldırı kuşu. Üç pilotu var”
Cidden büyük bir uçaktı. Açıkça  avcı uçaklarından dörtte bir, hatta iki oranında daha iri ve uzundu.
“Elektronik savaş kabiliyetleri büyüye benzer beceride olduğu için Rasputin adını vermişler. Filoda onlara Büyücü de deniyor. Ayrıca uçan bir silah platformu. Yük kapasitesi çok fazla. Üç uçağınkinden çok silah taşıyabiliyor. Bir kez gören radar ya yanıyor ya da çift görmeye başlıyor. Füzelerin çoğu, roketler ona ulaşamadan yolunu şaşırıyor ya da patlıyor. Büyü gibi. Savunma için küçük ama güçlü bir otomatik silah tareti var. Oldukça isabetli.”
“Böceklere karşı işimizi görür mü bilmiyorum. Ama silah kapasitesi ve hızı ilgimi çekti. Çok hızlı. Gürültülü ama hızlı. Manevra gücü de o cüsse ve silah kapasitesine rağmen hiç de fena değil.” Dedi Paşa.
“Biz elektronik gücüne güvenmiştik ama siz bu şartlarda haklısınız Paşam.”
“TT 10 Balyoz tankları. Bunları okumuştum Savunma Dergisi’nde. Ama şimdi inceleyince.” diyerek diğer başlığa ve tatbikat videolarına geçti Şeref Paşa. “Bunlar çok işimizi görecek kanaatindeyim. Ruslar ile aramız cidden çok iyiymiş. Adamlar bunun da teknolojisini vermiş. Burada üretiyoruz. İşin aslı nedir Kemal? Ayıdan post, Moskoftan dost olmaz demiş atalarımız. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslarla Doğu cephesinde yaşanan savaşın korkunç anıları Anadolu’da hala hatırlanır. Eski düşmanlıkları gütmeye ilk ben karşıyım ama şu son yedi sekiz yılda yakınlaşmamız çok ivme kazanmış?”

Kemal Yarbay bir an durdu. Söyleyeceklerini aklında toparladı.

“Paşam, dünyaya hakim olmak, güçlü olmaktı. Ama hakimiyet mücadelesinde daha önce hiç gelmediği bir noktaya geldi insanoğlu. Bütün geçmişi bir yapıp bundan sonrasını iki yapacak; bambaşka bir dönemin eşiğine geldik. Paşam dünya artık insana dar geliyor. İnsan kabına sığamıyor. Dünya kaynakları insana yetmiyor. Paşam, yıldızlar artık o kadar uzak değil. Amerika şimdiden ayda ve Mars’ta bilimsel koloniler kurdu. Bilimsel diyorlar ama ellerindeki teknoloji ile şehir bile kurabilirler. Biz onların söylediğini biliyoruz. Söylemedikleri neler var. Sivil Konsorsiyumlar, Modüler Teknoloji olarak adlandırılan ucuz sistemlerle ayda ve güneş sistemindeki gezegenlerde geniş çaplı koloniler kurmanın artık sadece küçük bir zaman sorunu olduğunu vurguluyor. Uzay yarışında süper güçlerin rakipsiz saltanatı sallanıyor. Gözler yıldızlarda. Avrupa, Çin, İsrail ve pek çokları az çok değişimi hissediyor. Bu yeni dönem orta çağdaki coğrafi keşiflerin muazzam sonuçlarına benzer sonuçlar doğurmaya gebe. Yıldızlara uzanma yarışında Rusya bizdeki yeni potansiyeli fark edip ilk yaklaşan oldu. Açıkçası en iyi teklifleri de onlar yaptı. Esip gürleyen ama bir türlü yağamayanlar; eski, boş vaatler ile gelenler fırsatı kaçırdı.”

“Yıldız pastasından pay alabilmek için güçleri birleştirmeye karar verdik, öyle mi?”diye sordu Paşa.
Kemal Yarbay başını sallayarak devam etti.
“Savaş güç dengelerini değiştirdi. Artık el üstünde tutulan bir ülkeyiz. Hem bölgemizde hem de dünya çapında. Su ve bor bizde ve son on yılda ikisini de yapılan akıllı yatırımlar ile en iyi şekilde değerlendiriyoruz. Müttefikimiz İsrail ile aramız da artık o kadar sıcak değil. Savaştan İsrail toprak olarak büyüyerek çıktı ama sonrasındaki politik süreç ve savaşın ekonomik sonuçları bize herkesten çok yaradı. Güçlendik. İsrail bundan pek hoşlanmadı. Özellikle savaş sırasında bazı hamlelerine karşı tavır koyup onu engellediğimiz için.”
“Savaştan en karlı biz çıktık diyemem. Ölen vatan evlatlarına, şehit arkadaşlarıma saygısızlık etmiş olurum. En az zararı biz aldık diyelim,” diye, hatırlayarak konuştu yaşlı asker. Savaşın en ön cephesinde askerleri ile beraber çarpışmıştı. Tozu, ateşi, barutu ve kanı beraber tatmıştı onlarla. Kemal Yarbay bir kez daha Paşa’nın yanında olmasından tarifsiz memnuniyet duydu. Böyle bir Komutan’ın emrinde savaşmak her asker için büyük bir onurdu.

Kemal bu noktada konuyu süratle değiştirdi ve günlük bir bilgiyi verdi.

“Komutanım  emrettiğiniz duyurular bastırıldı ve Hurricane’ler şehre atmaya başladı. Ayrıca sesli duyuru için yüksek binalara hoparlör montajı sürüyor. Halkı bilgilendirip korunaklı bölgelere çekmeyi kısmen başarabiliriz ama ayaklanmanın başıbozukları ve bu düşman varken tam bir sonuç almamız çok zor.”

“Deneyeceğiz Kemal. Kurtarabildiklerimizi kurtaracağız. Sen vapurların ve diğer gemilerin hazır olmasını sağla. Silahlandırıldılar değil mi?”
“Emrettiğiniz gibi Paşam.”
“Güzel. Seçtiğimiz kıyı bölgeler nüfusun Kovan ve ayaklanma tehdidinden en uzak ve rahat ulaşabilecekleri mevkiler. Oraya ulaşanı gemi ve vapurlarla karşıya aktarabiliriz. Boğaz Köprüleri’ndeki teknik inceleme bitti mi?” diye sordu Şeref Paşa.

Birinci Köprü depremden bu yana araç trafiğine kapalıydı. Bir de şimdi meteorlarca yaralanmıştı. Boğaza yağan kayadan yağmur köprüyü delik deşik etmişti. Bir noktada ikiye ayrılmak üzereydi.
“Paşam ilk izlenim desteklenmiş. Birinci Köprü yaya için bile tehdit. İkinci Köprü daha az hasarlı ama tank geçişi için garanti verilemiyor.”
“O halde elimizde Avrupa’ya üç kara bağlantımız var ama ikisi askeri olarak savunmaya kritik bölge teşkil etmekten öteye yararsız. Bana kalsa bu şartlarda İlk Köprü’yü havaya uçururum ama neyse. Kemal, ikisini de güvenceye almalıyız.” Bir an düşündü. “Her ihtimale karşı ilk Köprü’yü uçurmaya hazır biçimde donatın. Bu düşmanı daha yeni tanıyoruz. Sağlam basalım. Fatih Köprüsü’nün Anadolu yakasına insansız savunma taretleri ve izleme istasyonları kurun. Avrupa yakasında piyade ateş sığınakları ve tam bir kara savunma hattı istiyorum. Aynısı Boğaziçi için de geçerli. Şu durumda iki yakada da elimde istediğim tek yer tüp geçit. Anadolu Çıkışı’ndaki alışveriş ve iş merkezleri sağlam yapılar. Tahkim edin. Donatın. Kaybetmeyelim. Avrupa yakası da aynen.”
“Emredersiniz Paşam.”
“Oyuncaklar güzelmiş Kemal Yarbayım. Bu bitki ve böcük zımbırtılarına karşı kullanmak hoşuma gidecek.”

 Paşa gülümsüyordu. Kemal Yarbay da gülümsedi.

(devam edecek)

12
Tartışma Platformu / Ynt: Ticaret için Yardım
« : 01 Eylül 2012, 22:29:53 »
@Eco Evet, hayvanlar ve kan ile ilgili mevzu bir iki ışık yaktı. bundan faydalanacağım. Teşekkür ederim.

@KoyuBeyaz  Zehir ve hayvan uzuvları konusuna biraz eğileceğim. Teşekkürler.

@ronin47  Kölelerle ilgili bir şeyler aklıma geldi. Bu olabilir. Ama para konusu biraz yaş :D Ben satacak ürün arıyorum, kendi aralarında ticaret birimi köle ya da başka bir şey olabilir. Ama ilginç bir fikirdi, hatırlayacağım. Bir uygulama bulurum belki. Teşekkürler.

13
Tartışma Platformu / Ynt: Harita çizmek
« : 01 Eylül 2012, 22:21:12 »
Not aldım. İyiymiş. Faydalı bilgi.

http://www.d20srd.org/srd/movement.htm#modesofMovement  diye bir şey de var faydalanmak isteyene. Ben bu kural kitaplarındaki bazı bilgileri de kullanıyorum takıldığım yerlerde. Refarans noktası olarak FRP kural kittapları da bir bilgi dağarcığı taratabilir.

Özellikle yukardaki site benim sevdiğim ve ziyaret ettiğim bir mekandır.

14
Tartışma Platformu / Ticaret için Yardım
« : 01 Eylül 2012, 19:19:12 »
Selamlar

Fantastik bir evren için egzotik ticaret malzemelerine dair fikirlere kafa yormaktayım. Dungeons and Dragons, Forgotten Realms, vs. settinglere benzer bir alem söz konusu. Esas olarak Dracnesse isimli bir vampir şehri söz konusu. Bu şehir ticarete büyük önem veriyor. Ne satabilir? Özellikle ilginç ve nadir, kıymetli ya da sürümü çok olacak egzotik şeyler arıyorum. Yasak şeyler de olabilir. Bir yandan araştırırken bir de sizlere sorayım dedim.

Şehir İldar dünyasındaki bir avuç kadar kalmış büyük vampir şehirlerinden, şehir krallıklarından bir tanesi. Asıl olarak bir anlaşma ile varlığını asırlardır sürdürüyor. Şehirde insanlar ve diğer ırklar da özgür ya da köle olarak (belli kanunlar tarafından korunarak) yaşıyor. Şehir yöneticileri arasında güçlü büyücüler, bir kurtadam ve bir liç mevcut. Kurtadam klanlarıyla ve paralı asker bölükleriyle korunan bir şehir. Çevresinde eski yeraltı krallıkları, denize kapı olan bir nehir, geniş bataklıklar ve eski savaş alanları, namevt kaynayan liç höyükleri mevcut. Komşuları arasında gölge cüceleri krallığı, Fanatik dindar iyilik şövalyeliği şehri, fareadam bölgesi, ork tepeleri, gölgeli güçlerle bozulmuş Gölgeyanığı ormanı, düşman kurtadam klanlarının dağları sayılabilir. Yeraltına da uzanan bu yüzey şehrinin bir koridor ile Derindiyar ile de bağlantısı var. Bu şehir ne satabilir?

18 yaş üstü fikirlere de açığım. True Blood dizisindeki "vampire juice"e benzeyen uyuşturucu uyarıcılardan tutun köle ticaretine kadar, çeşitli simya ürünlerinden büyülere kadar fikirlere açığım. Yazdığım çerçeveye uygun gördüğüm fikirleri kullanmak isterim.

Fikirlerinizi duymak isterim.

15
Kurgu İskelesi / Ynt: Ejderha'nın izinde
« : 30 Ağustos 2012, 12:06:03 »
Selam

Sevgili Ejderfelaketi, hikayende beni çekecek, sürükleyecek bir kahraman aradım; Etkileyici, hikayeyi birlikte yaşayacağım birisini aradım. Ama yoktu. Karakter portrelerinin eksik olduğunu düşünüyorum. Aksiyon kısımlarında sorunun yok ama bence aksiyon için hem bir sahne yani arkaplan, hem de oyuncular yani karakterlerin çizilmesi gerekir. Sadece el havaya kalktı-kılıç indi, büyü havaya fırladı, düştü öldü, kaçtı kurtuldu olması olmuyor.
Sen yazan olduğun için hikayeyi, çevreyi, karakterleri zaten biliyorsun. Bizim gözümüzle bak bir de. Ben buraya çok yabancıyım. Ben neredeyim?, Ne zaman burası? Bunlar kim? Hava nasıl, çevremde ne var? Ne yapıyorum, ne hissediyorum? Ben kimim?
Hikaye ve anlatım gereği bu soruların hepsine cevap vermeyebilirsin ama okuyucunun aklına öyküyü kuracak ya da onu çekip sürükleyecek kadar bir şey kurmak zorundayız.
Ben hikayelerin estetik olması gerektiğine inanıyorum. Bir güzellik, bir çekicilik olmalı içinde. Bir şey anlatmalı, ne bileyim ana fikri olmalı, ya da yeni bir kapı aralamalı... Yani okuyana bir şeyler vermeli. Yeni bir coğrafya ya da yeni karakterler, bir dünyanın başka bir yüzündeki hayatlara dair bir şeyler de olabilir.

Özetlersem: Sende istek var, malzeme var, yapabilecek potansiyel de var ama satış için hepsini biraraya getirip bir ürün olarak ortaya koyarken okura kendini daha albenili kılmalısın.

Bu benim yorumum.

Selam ve Saygılarımla.

Sayfa: [1] 2 3 ... 5