1
Kurgu İskelesi / Ynt: Kovan Savaşları Öyküleri (2. Bölüm - 3)
« : 08 Eylül 2012, 22:25:29 »
“Adım Cenk.”
“Ben de Yüzbaşı Cihan,” daha fazlasını söyleyemeden Cenk anlatmaya başlamıştı bile.
“Sonunda haberlerinizi alınca çok sevindik. İnanın yalnız kaldık sanıyorduk. Size ulaşmayı istedik ama geniş çaplı iletişim yoktu ve çevrede hep o çalınan insanlardan dolanıp duruyordu. Kerim’in adamları da bir başka belaydı. Sonra da köpekler ve canavarlar geldi. Son bir haftadır doğu bölgesinde kan gövdeyi götürüyordu” diye, kara bir sesle hızlı hızlı konuşuyordu Cenk.
“Yavaş ol Cenk. Adım adım anlat. Çalınan insanlar; şu turuncu bitki bombalar ile çalınanlar mı?”
“Evet ama bombalar; onlar savaşta kullanılıyor. Asıl bela olanlar şu sinsi pislikler. Uçan balıklar. Onların ne olduğunu anlayana kadar biz de, Kerim de çok kayıp verdik.”
“Uçan balık da neyin .?” dedi ama sonra Rapor’u hatırladı Cihan.
Bu arada Cenk ona kolundaki AVİ aracılığı ile eski bir görüntüyü gösteriyordu. Yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda ve şişman, büyük bir balıktı bu. Şeffaf gibi görünüyordu. Yerden bir metre kadar yukarıda havada süzülüyordu. Antenleri ve uzun bir kamış dili vardı. Ama en önemli bilgi sırtının iki yanından kuyruğuna doğru uzanan tohum keseleriydi. Keseler yumruk büyüklüğündeki el bombası tohumları belki iki yüz metreye kadar fırlatabiliyordu.
“İsabetli bir topçu gibi çalışıyor ve de sinsi. İşini bitirip kayboluyor. İnsandan daha hızlı değil ama uyanık ve zeki. Şimdilik atıcılığından başka bir silahını görmedik. Dayanıklı değil ama yakından vurmayın. Küçük bir patlama ile patlıyor.” diye anlattı Cenk. Cihan bunu aklına not aldı.
“Köpekler ve canavarlar dedin.?” Diye sordu Cihan.
Cenk akıllı birisiydi ve durumu anladı.
“Bildirilerde ve megafondaki metinde sadece çalınan insanlar ve canavarlar var. Ama hayvanları da çalabiliyorlar. Sokak köpeklerini de etkilemiş bu şey. Beş yüz köpeklik bir sürü açık alanda az kalsın sonumuz olacaktı. Bereket tankımız yetişti.”
“Tankınız mı var?” diye şaşırdı Cihan.
Cenk güldü. “Ordunun hurdaya verdiklerinden üç tane. Zengin bir koleksiyoncu dostumuz var. Meteor ortaya çıkınca bize çok yardımları oldu.” diyerek üstünü baştan aşağı işaret etti. “Ama bu uzun bir hikaye. Asıl size Kerim konusunda bilgi vermek istiyorum. Şu aralar başında bela varken bizimle pek uğraşamaz ama o da başka bir bela. Ayaklanma guruplarının çoğunu öyle ya da böyle etrafına toplayan bir psikopat. Tam bir deli ama gücü ve karizması ile korku saçarak herkese sözünü geçiriyor. Çok insan öldürdü. Pek çok esiri var. İşkence ve türlü eziyetler çekiyorlar.” derken sesi kinle keskinleşmişti. “.Meteordan önce ve sonrasında çok çarpıştık. Ama çok fazla yandaş topladı. Gizli olan asıl sığınağımızı da keşfetti. Eğer bu canavarlar ortaya çıkmasaydı bizi de diğerleri gibi mahvedecekti. Bizi her şeye rağmen onlar kurtardı. Kerim kuzeyden gelen bu bela ile aramızda bir duvar gibi. Ama git gide zayıflıyor. Çok kayıp verdi. Kerim hafife alınacak biri değil. Bir zamanlar asker, polis ya da öyle bir şey olduğu belli. Ayaklanma ganimeti malzemeleri, yağmalanan polis ve asker silahlarını kullanmayı iyi kötü öğretti adamlarına. Kendi komuta ettiği yüz kişilik bir gurup ise açıkça seçkin bir gurup.”
“Sizde fena değilsiniz.” dedi Cihan. Emir komuta ağı ve silah tutuşları bile çok şeyi söylüyordu. İyi bir askerin en temel işaretleri silahı tutuşu ve disipliniydi.
“Aramızda savaşta çarpışmış küçük bir gurup var. Bizi onlar eğitti. Ve başka şeyler de var.”
“Ne gibi?” diye sordu Cihan.
Vapurlar ve deniz otobüslerinden ilk parti dolmuş ve karşı kıyıya yola çıkmıştı. Bu yakanın tehlikelerinden kurtulana kadar Gökdelen ve Tepeyurt’un korumalı geniş dış sınırlarında oluşturulan yerleşimlere taşınıyordular.
“Bizim ana sığınağımız Kale 1’dir komutanım. İstanbul’daki sığınağımız ise Kale 15’dir. Biz Fortress ittifakı üyeleriydik.” Derken sesi gülümsüyordu Cenk’in.
Fortress İttifakı meteor haberine kadarki on yıl boyunca bütün dünyada otuz milyon kişinin oynadığı bir bilgisayar oyunundaki en büyük ittifaktı. İnternet üzerinden oynanan oyun başlarda bir tarikat olmakla suçlanmış ama oyunun yaygınlaşması ve her yıl daha çok insanın oynaması ile zengin olan yaratıcıları ise buna sadece gülmüştü. Zaten bir iki yıl sonra tarikat diyenler de bir ittifaka üye olmuş ve Peacemakers; Barışçılar, oynuyordu.
Oyununu yaratan şirketin çılgın sahipleri su gibi para harcayan iki gençti. Bu meteor olayı ve sonra da kaosun ilk işaretleri patlayınca, sadece kendilerini değil oyunun senaryosundaki gibi; insanlığı da, sevdiklerini de kurtarmayı istemiştiler. Ve böylece bütün dünyada Fort’lar; Kale’ler doğmuştu. İttifakın bölgesel sığınak karakolları! Meteora ve kaosa karşı sığınılan sağlam sığınaklar ittifak üyelerinin güç birliği ile inşa edilip gizlenmişti. Çılgıncaydı. Ama tam da Peacemakers’ı yapanlara göreydi! Oyundaki dostluklar gerçek hayata taşmıştı!
Cihan, Cenk’in anlattıklarını dinlerken aslında çok az şaşırmıştı. Yüzü maske ile kapalıydı ama sesi açıkça gülümsüyordu.
“Hangi bölgede oynuyordun Cenk?”
“Orta Doğu.”
“Kod adın neydi?”
Cenk sorulara şaşırmıştı. Ama cevaplıyordu.
“Çingiz.”
“Memnun oldum Çingiz. Ben de Omar Sharr.”
Cenk bir an için sadece öylece şaşıp kaldı. Sonra;
“Dalga geçme benimle!” diye açıkça neşe ve şaşkınlıkla konuştu.
“Bir asker boş zamanlarında askercilik oynarsa şaşmamalı,” dedi gülümseyen sesi ile Cihan. Oyuna bir bakmak için girmiş ama sonra çok eğlenip oynamaya devam etmiş hatta karargahtaki diğer özel kuvvetçileri de oyuna sokmuştu. Kingdom İttifakı’nda, Fortress’e karşı oynamıştılar. Omar da Krallık’ın en tehlikeli oyuncusuydu.
“Seni yakalamak için kaç kez operasyon yaptık. Çöl Ateşi senaryosunun ikinci haftasında geniş çaplı bir operasyon yapmıştık. Çok iyi ayarlamıştık her şeyi. Nasıl haber aldın?”
Cihan gülüyordu. Baskına gelen düşman takımlarını bina blokları ile beraber havaya uçurmuştu.
“Karargahınızdaki ana santralde bir cihazımız vardı. Silah kaçakçılarına çok para verdik ama taramada yakalanmayan en yeni teknolojiyi aldık. Organik verici. Karargahınız patlatılana kadar her konuşmanızı dinliyorduk.”
Cenk de kahkahalarla gülüyordu. “Rezillik! Oyunun tasarımcılarından biri de bizimleydi biliyor musun. Bunlarda onu alacak para olamaz. Boşuna detektöre o kadar para gömmeyelim. Belli ki bi yaralıyı konuşturdular demişti.”
Onlar böyle muhabbet ile vakit geçirirken seferler birbirini izledi ve akşama kadar on bin kişi karşı kıyıya sorun çıkmadan güvenle taşındı. Cenk iki sığınakta on bin kişi daha olduğunu ve bu yakadaki tahmini bir milyon kişiden beş yüz bininin ayaklanmalar esnasında şehirlerden daha sakin ve emniyetli olan küçük kır ve dağ yerleşimlerinin gizliliğine kaçtıklarını anlatmıştı. Ordu İstihbaratı da bunu destekliyordu. Galiba halk meteordan çok kendi içinden çıkan bu zalimlerden korkmuştu. Gerçekten de Meteor’un son hızlanma haberini çoğu kişi duymamıştı, önlem alamamıştı bile. Dünya o denli kaosa batmıştı!
Gün kararıp güneş batarken;
“Kerim’in yerini biliyor musunuz?” diye sordu Cihan.
“Gazilerimiz; bize gerçek eğitimi verenler, biz buraya gelirken o yana gittiler. Bu gece geç saatlerde, onlar uyurken Kerim’i almayı planlıyorlar. Bu gurupların çözülmesini hızlandıracak diye düşünüyoruz. Ellerinde çok fazla esir var ve köle gibi kullanıp eziyet ediyorlar. O insanları ona daha fazla bırakamayız.”
Cihan bu operasyon meselesini duyunca rahatsız olmuştu. Savaş gazisi bile olsalar bu türden bir operasyon sivil işi değildi.
“Onlara ulaşmalıyız. AVİ kullanıyorlar mı?”
“Evet ama gurup içinde bile iletişimleri olmayacaktı. Son bir haftadır AVİ’leri dinleyebildiklerini fark ettik. Karışık modda bile mesajlarımızı çözüyorlar.”
“Sanırım ellerinde bir Karakulak var. Yeni bir cihaz. Tam bir baş belası. Alman buluşu. Ayaklanma esnasında ordu depolarından yağmalanmış olmalı. Nasıl haberleşecektiniz.”
“İşi bitirip dönecektiler. Kendi aralarında da bir işaret dilleri var. Dürbünleri olduğu sürece kuş dili onlara kilometrelerce mesafede bile yeter.”
Cihan’ın aklında bir şimşek çaktı.
“Onlar mı kuş dili diyor buna. El işareti diline?”
“Dili diğerlerine öğreten Önder. Ondan duyduk. O sanırım yüksek rütbeli bir operasyoncu. Ya da eskiden öyleymiş. Saç sakal çok hırpani bir hali vardır. Pek fazla konuşmaz ve hakkında Savaş’a katıldığından başka pek bir şey bilmeyiz. Ama bize çok yardımı oldu. Diğer gaziler ve hepimiz ona çok saygı duyarız. Lider bile önemli şeylerde ona danışmadan harekete geçmez. Neden böyle ilgilendin? Bir şey mi var?”
Cihan bir an sessiz kaldı. “Olabilir. Kuş dili lafı bir şeyler hatırlattı ama hepsi o. Kesin bir şey yok. Savaş’ta özel kuvvetlere bağlı operasyon birlikleri çok işler başardı. Çoğumuz ortak operasyon ve eğitimlerden tanışırız. Kara Kuşlar’ı hatırladım bir an. Onlar Kuş dili derdi bu el lisanına. Bir operasyondan geriye hiçbiri dönemedi. İlgisi olmayabilir. Sadece hatırladım.”
Küresel Güvenlik Teşkilatı’nın çokuluslu vurucu askeri gücü takımlar halinde örgütlüydü ve dünyaya yayılmış durumdaydı. Yerleşik olan bu timlerin belirli operasyon bölgeleri vardı. Ama en seçkin birkaç timin çok yüksek hareket kabiliyeti ve sınırsız yetkileri vardı. Renk Takımı kod adı ile bilinen tim de onlardan biriydi.
Yarbay Siyah, meteorların yağmaya başladığı 16 Mart’tan bu yana sürekli çarpışıyordu. O ve takımı dünyanın herhangi bir noktasına bir buçuk saat içinde ulaşma kabiliyetine sahip yeni nesil bir uçucuyu; bir savaş mekiğini kullanıyordular. Önceleri ayaklanmaların zor durumda bıraktığı üslere yardım için çabalıyor ve meteor sonrasındaki savaş için bu üslerin sağlam kalmasını sağlıyordular. Sonra çabaları meteor yağmurları nedeniyle çok yavaşlamıştı. Üstelik hasar da almıştılar.
Yarbay Siyah çok keyifsizdi. Aydaki Amerikan üssü Küresel Güvenlik Teşkilatı; KGT’nin de ana karargahına ev sahipliği yapıyordu. Ve bu üs ile doğrudan bağlantıları yirmi iki gündür yoktu. Ayın arka yüzündeki üs ile çarpma öncesi ve sonrası protokoller görüşülürken hep dünyadan yana sorunlar üzerinde durulmuştu. Ay üssü ay yüzeyinin çok derinlerindeydi ve çok sağlamdı. Üstelik ayın arka yüzünde olması ona çok koruma sağlayacaktı. Ama şimdi ayda sorun vardı. Haberleşme şamandırası bu gün daha yeni atılmıştı ve kötü haberler vardı. Ay saldırı altındaydı.
Çoğunlukla saldırı yok edilmişti. Ağır hasar ve kayıplara rağmen, planlanan bir operasyon ile kısa sürede düşmanı yenecektiler. Bununla beraber dünyaya destek olmak için hazırlanmış ay üssü; Nuh, bunu bir süre ertelemek zorundaydı. Düşman yüz milyon çok seçkin dünyalının dondurulduğu Soğuk Uyku Komplesi’nin depolarının önündeydi ve sert bir savaş veriliyordu. Savaş kazanıldığında ise tamiratı gereken çok fazla şey vardı. Araç ve silah kaybı çok fazlaydı. Sadece tohumlanmış bir meteor ve onu güden bir Çoban bekliyorken devasa meteorun kanyonlarında gizlenmiş bir Kovan kolonisi ve uzay savaşçıları ile karşılaşmıştılar. Bu uzaylı dostlar olan Grekulları bile şaşırtmıştı.
Normalde Kovan, meteorları sadece tohumlayıp bırakırdı. Belli bir hedefi vurmak istediğinde çok eşsiz bir tasarımı olan ve sadece bu işe yarayan Çobanları kullanırdı. Çobanın meteora kısıtlı ama uzun mesafede kusursuz bir hedefleme sağlayan kabiliyeti yakın mesafede de kısmen etkiliydi. Bu etki ile küçük meteorları korunma, gizlenme ve yakına saldırı için kullanıyordu. Ama bütün bunların ötesinde şu anki durum sıradışıydı. Burada meteorun kaynakları ile gelişmiş bir koloni vardı! Grekulların yardımı ile uzay savaşçıları yok edilerek kara saldırısına karşı savunma başarılabilmişti.
Ay üssü Mars kolonisinin de saldırıya uğradığını ve benzer şekilde çok ağır hasar aldığını bildirmişti. Mars ile bağlantı kopuktu ve ve açıkça hayatlarından umut kesilmişti.
Şu anda dünya yüzeyinde bulunan bütün KGT güçlerine ikinci bir emre kadar yüzey komutanlıklarına bağlandıkları bildirilmişti. Eğer karşı bağlantıları olsaydı Siyah bunun yeterli olmadığını ve gördüklerini Nuh’a anlatabilirdi.
Afrika’da üç noktada gizli fırlatma üsleri sadece bu savaş için hazırlanmıştı ve yörüngeye yeniden çok rollü uydular fırlatmak için hazırdılar. Birkaç saat içinde KGT bu süreci başlatıp otomatik fırlatma emrini verecekti. Bununla beraber vurucu güç zafiyeti yüksekti. Siyah şu anda yörüngede idi. On beş bin kilometre yukarıdan dünyayı izliyordu. Gelişmiş casus gözleri taramayı bitirmişti. Sonuç hiç iyi değildi. Bütün tim kokpitteki görev yerlerindeydi. On beşi birden kara kara düşünüyordu. Yayılma çok tehlikeli bir boyuttaydı.
Afrika, Sibirya, Güney Kutbu ve Avustralya ile Güney Amerika’nın iç kesimlerinde gelişmiş koloniler vardı. Bu bölgeler 1 Nisan tarihinde büyük meteor vurulmadan iki hafta önce yağmaya başlayan kaya yağmurunun indiği yerlerdi. Böcek akıllıydı. Son yağmurlar ile dünyayı bombalayıp etrafta sadece karışıklık yaratacak oyalayıcı koloniler kurmuş ve asıl kolonilere karşı bir kalkan oluşturmuştu. Renk Takımı bile önceliği bu küçüklere vermişti çünkü bunların gelişmesi daha süratli kötülüklere yol açacaktı.
“Bu yetmez” dedi Yeşil.
“Ona katılıyorum” diyerek destekledi Mavi.
“Ne öneriyorsunuz?” diye sordu Siyah.
İkisi de sessizdi.
“Patron sensin, onu sen bul” diye konuşarak onlara destek oldu purosunu tüttüren Gümüş.
“Mekikler ve Zırhlı Savaşçılar olmadan şu durumda çok kayıp vereceğiz.” Dedi Turuncu. Kara derili dazlak kafasını tatsızca iki yana sallıyordu.
“Sence ne zaman bize dönebilirler?” diye soran Mor’du.
Siyah ona döndü. İkisinin arasındaki ilişkiyi bütün takım biliyordu. Siyah’ın iyi bir yalancı olduğunu ama Mor’a yalan söyleyemediğini de. Badem gözlü genç kadına baktı Siyah.
“Henry McAndrew’u iyi tanırım. Onun yüzündeki o ifadeyi biliyorum. Gerçekten durum berbat olduğunda karşısındakine moral verebilmek için takınır. Bence ay üssü bunu atlatacak. Ama bize yardım edebilmeleri çok zor.”
Mesaj kaydını tekrar açtı ve bir yerinde dondurup görüntüyü büyüterek netleştirdi. “Şuna bakın.” Görüntü dikkatsizce ana komuta merkezinde ve ana ekrana karşı kaydedilmişti ki bu dikkatsizlik bile işlerin ne derece karışık olduğunu gösteriyordu. Ekranda Siyah’ın işaret ettiği noktada üssün savaş gücü rezervi ve yenileme kabiliyeti ayrıntılı bir biçimde raporlanıyordu. Henry’nin vücudunun gösterdiği kısım küçük ama en önemli kısımdı. Üssün dünyaya indirme yapma kabiliyeti yoktu! Mekiklerini kaybetmişti! Bu üs içindeki fabrika ile belki birkaç ayda kısmen telafi edilebilirdi. Ama daha önemlisi fabrika da hasarlıydı! Silah ve malzeme depolarının büyük kısmı da saldırılarda hedef alınmıştı. Durum berbattı.
“Durum berbat.” dedi Gümüş. Yüzü ekşi ve öfkeliydi.
“Biz oraya ulaşabiliriz. Dünya’da en azından beş mekik var. Kapasitelerimiz yüksek. Ama şu durumda kendi hayat destek üniteleri ve yüz milyon insanın hayatta tutulması daha önemli olabilir. Biz burada bir şeyler yapabiliriz. Amerika, Çin, Avrupa ve Rusya en yoğun hasarı alan bölgeler. Askeri üslerin Çoban tarafından özellikle hedeflendiği belli. Meteor yönlendirme kabiliyeti korkunç etkili bir bombardımana neden oldu. Şu durumda toparlanmak için zaman gerekli. Elimizdekilerin önemini çok büyük ölçüde arttırıyor bu,” dedi Siyah.
“Aklında bir şey var” diye sordu Mavi.
Siyah bir iki tuşa bastı ve ekrandan slaytlar geçmeye başladı.
“Bunlar dünyanın şu anda sağlamlığı raporlanmış ve Kovan ile savaşan ya da savaşabilecek direnç noktaları. Bunlar da savaş, üretim ve teknoloji değerlerinin analizleri. Ve bu da benim aklımdaki şey” dedi ve asıl slaytlara geçti Siyah. Amerikan ordusu ve KGT tarafından kullanılan özel silah ve ekipmanlardan bazılarıydı bunlar. Planlar ve teknoloji sırlarıyla beraber.
“Başka zaman olsa çıldırmışsın derdim!” diye yüksek sesle gülerek purosundan derin bir nefes çekti Gümüş. Dumanı halka yaparak üfledi.
Ekibin doktoru Pembe, Siyah’a sordu, “Onlara mı vereceksin?”
“Fikirlerinizi duymak istiyorum. Uzaydan gelen bir düşman bütün insanlığı tehdit ediyor ve bizim en çok güvendiğimiz silahlarımız, en güvendiğimiz kalemiz ağır yaralandı. O olmadan diğerlerinin en iyi şansı onun güçlerinden bazılarını kullanmayı öğrenmeleri. Ağır üretim değil söz konusu olan; buna alt yapı hazırlanması bile çok zaman alır, üretimi saymıyorum. Alt yapıları var olan ama gelişmeleri zaman alacak şeyleri hemen vereceğiz. Burada adı geçen destek donanımın bazıları birkaç gün içinde pek çok yerde rahatlıkla üretilebilir. Stabilizör serumu ve genomedikal serumları, suni organ nakli desteği bile askerlere büyük güç verecektir. Sente-Muscular zırh ve birinci seviye kalkan teknolojisini söylemiyorum bile.”
“Bu kararı Uzun John’da Albay Woo ile konuşmayacak mısın?” diyerek Antartika ve tropik Güney denizleri arasında dolaşmakta olan koca üs gemiyi işaret etti Mavi. Uzun John bir süper tanker gibi görünen seyyar bir KGT üssüydü ve şu anda oraya bağlıydılar. Aslında bütün yeryüzü KGT’si oraya bağlıydı.
“Elbette konuşacağım ama eminim Albay Woo bunu onaylayacaktır.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Yeşil öfkeyle konuştu.
“Bunun önceden yapılması gerekirdi.” dedi. Ses tonu gayet iyi açıklıyordu ne demek istediğini ve çok haklıydı. Bu düşmanın gelişi biliniyordu ve çok önceden bazı bilgilerin paylaşımı çok büyük bir fayda sağlayabilirdi. Dünyanın bölünmüşlüğü çok kötü bir şeydi.
Siyah sadece başını onayla salladı. İletişim kanalını ayarladı ve Albay Woo ile görüşmesine başladı.
“Ben de Yüzbaşı Cihan,” daha fazlasını söyleyemeden Cenk anlatmaya başlamıştı bile.
“Sonunda haberlerinizi alınca çok sevindik. İnanın yalnız kaldık sanıyorduk. Size ulaşmayı istedik ama geniş çaplı iletişim yoktu ve çevrede hep o çalınan insanlardan dolanıp duruyordu. Kerim’in adamları da bir başka belaydı. Sonra da köpekler ve canavarlar geldi. Son bir haftadır doğu bölgesinde kan gövdeyi götürüyordu” diye, kara bir sesle hızlı hızlı konuşuyordu Cenk.
“Yavaş ol Cenk. Adım adım anlat. Çalınan insanlar; şu turuncu bitki bombalar ile çalınanlar mı?”
“Evet ama bombalar; onlar savaşta kullanılıyor. Asıl bela olanlar şu sinsi pislikler. Uçan balıklar. Onların ne olduğunu anlayana kadar biz de, Kerim de çok kayıp verdik.”
“Uçan balık da neyin .?” dedi ama sonra Rapor’u hatırladı Cihan.
Bu arada Cenk ona kolundaki AVİ aracılığı ile eski bir görüntüyü gösteriyordu. Yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda ve şişman, büyük bir balıktı bu. Şeffaf gibi görünüyordu. Yerden bir metre kadar yukarıda havada süzülüyordu. Antenleri ve uzun bir kamış dili vardı. Ama en önemli bilgi sırtının iki yanından kuyruğuna doğru uzanan tohum keseleriydi. Keseler yumruk büyüklüğündeki el bombası tohumları belki iki yüz metreye kadar fırlatabiliyordu.
“İsabetli bir topçu gibi çalışıyor ve de sinsi. İşini bitirip kayboluyor. İnsandan daha hızlı değil ama uyanık ve zeki. Şimdilik atıcılığından başka bir silahını görmedik. Dayanıklı değil ama yakından vurmayın. Küçük bir patlama ile patlıyor.” diye anlattı Cenk. Cihan bunu aklına not aldı.
“Köpekler ve canavarlar dedin.?” Diye sordu Cihan.
Cenk akıllı birisiydi ve durumu anladı.
“Bildirilerde ve megafondaki metinde sadece çalınan insanlar ve canavarlar var. Ama hayvanları da çalabiliyorlar. Sokak köpeklerini de etkilemiş bu şey. Beş yüz köpeklik bir sürü açık alanda az kalsın sonumuz olacaktı. Bereket tankımız yetişti.”
“Tankınız mı var?” diye şaşırdı Cihan.
Cenk güldü. “Ordunun hurdaya verdiklerinden üç tane. Zengin bir koleksiyoncu dostumuz var. Meteor ortaya çıkınca bize çok yardımları oldu.” diyerek üstünü baştan aşağı işaret etti. “Ama bu uzun bir hikaye. Asıl size Kerim konusunda bilgi vermek istiyorum. Şu aralar başında bela varken bizimle pek uğraşamaz ama o da başka bir bela. Ayaklanma guruplarının çoğunu öyle ya da böyle etrafına toplayan bir psikopat. Tam bir deli ama gücü ve karizması ile korku saçarak herkese sözünü geçiriyor. Çok insan öldürdü. Pek çok esiri var. İşkence ve türlü eziyetler çekiyorlar.” derken sesi kinle keskinleşmişti. “.Meteordan önce ve sonrasında çok çarpıştık. Ama çok fazla yandaş topladı. Gizli olan asıl sığınağımızı da keşfetti. Eğer bu canavarlar ortaya çıkmasaydı bizi de diğerleri gibi mahvedecekti. Bizi her şeye rağmen onlar kurtardı. Kerim kuzeyden gelen bu bela ile aramızda bir duvar gibi. Ama git gide zayıflıyor. Çok kayıp verdi. Kerim hafife alınacak biri değil. Bir zamanlar asker, polis ya da öyle bir şey olduğu belli. Ayaklanma ganimeti malzemeleri, yağmalanan polis ve asker silahlarını kullanmayı iyi kötü öğretti adamlarına. Kendi komuta ettiği yüz kişilik bir gurup ise açıkça seçkin bir gurup.”
“Sizde fena değilsiniz.” dedi Cihan. Emir komuta ağı ve silah tutuşları bile çok şeyi söylüyordu. İyi bir askerin en temel işaretleri silahı tutuşu ve disipliniydi.
“Aramızda savaşta çarpışmış küçük bir gurup var. Bizi onlar eğitti. Ve başka şeyler de var.”
“Ne gibi?” diye sordu Cihan.
Vapurlar ve deniz otobüslerinden ilk parti dolmuş ve karşı kıyıya yola çıkmıştı. Bu yakanın tehlikelerinden kurtulana kadar Gökdelen ve Tepeyurt’un korumalı geniş dış sınırlarında oluşturulan yerleşimlere taşınıyordular.
“Bizim ana sığınağımız Kale 1’dir komutanım. İstanbul’daki sığınağımız ise Kale 15’dir. Biz Fortress ittifakı üyeleriydik.” Derken sesi gülümsüyordu Cenk’in.
Fortress İttifakı meteor haberine kadarki on yıl boyunca bütün dünyada otuz milyon kişinin oynadığı bir bilgisayar oyunundaki en büyük ittifaktı. İnternet üzerinden oynanan oyun başlarda bir tarikat olmakla suçlanmış ama oyunun yaygınlaşması ve her yıl daha çok insanın oynaması ile zengin olan yaratıcıları ise buna sadece gülmüştü. Zaten bir iki yıl sonra tarikat diyenler de bir ittifaka üye olmuş ve Peacemakers; Barışçılar, oynuyordu.
Oyununu yaratan şirketin çılgın sahipleri su gibi para harcayan iki gençti. Bu meteor olayı ve sonra da kaosun ilk işaretleri patlayınca, sadece kendilerini değil oyunun senaryosundaki gibi; insanlığı da, sevdiklerini de kurtarmayı istemiştiler. Ve böylece bütün dünyada Fort’lar; Kale’ler doğmuştu. İttifakın bölgesel sığınak karakolları! Meteora ve kaosa karşı sığınılan sağlam sığınaklar ittifak üyelerinin güç birliği ile inşa edilip gizlenmişti. Çılgıncaydı. Ama tam da Peacemakers’ı yapanlara göreydi! Oyundaki dostluklar gerçek hayata taşmıştı!
Cihan, Cenk’in anlattıklarını dinlerken aslında çok az şaşırmıştı. Yüzü maske ile kapalıydı ama sesi açıkça gülümsüyordu.
“Hangi bölgede oynuyordun Cenk?”
“Orta Doğu.”
“Kod adın neydi?”
Cenk sorulara şaşırmıştı. Ama cevaplıyordu.
“Çingiz.”
“Memnun oldum Çingiz. Ben de Omar Sharr.”
Cenk bir an için sadece öylece şaşıp kaldı. Sonra;
“Dalga geçme benimle!” diye açıkça neşe ve şaşkınlıkla konuştu.
“Bir asker boş zamanlarında askercilik oynarsa şaşmamalı,” dedi gülümseyen sesi ile Cihan. Oyuna bir bakmak için girmiş ama sonra çok eğlenip oynamaya devam etmiş hatta karargahtaki diğer özel kuvvetçileri de oyuna sokmuştu. Kingdom İttifakı’nda, Fortress’e karşı oynamıştılar. Omar da Krallık’ın en tehlikeli oyuncusuydu.
“Seni yakalamak için kaç kez operasyon yaptık. Çöl Ateşi senaryosunun ikinci haftasında geniş çaplı bir operasyon yapmıştık. Çok iyi ayarlamıştık her şeyi. Nasıl haber aldın?”
Cihan gülüyordu. Baskına gelen düşman takımlarını bina blokları ile beraber havaya uçurmuştu.
“Karargahınızdaki ana santralde bir cihazımız vardı. Silah kaçakçılarına çok para verdik ama taramada yakalanmayan en yeni teknolojiyi aldık. Organik verici. Karargahınız patlatılana kadar her konuşmanızı dinliyorduk.”
Cenk de kahkahalarla gülüyordu. “Rezillik! Oyunun tasarımcılarından biri de bizimleydi biliyor musun. Bunlarda onu alacak para olamaz. Boşuna detektöre o kadar para gömmeyelim. Belli ki bi yaralıyı konuşturdular demişti.”
Onlar böyle muhabbet ile vakit geçirirken seferler birbirini izledi ve akşama kadar on bin kişi karşı kıyıya sorun çıkmadan güvenle taşındı. Cenk iki sığınakta on bin kişi daha olduğunu ve bu yakadaki tahmini bir milyon kişiden beş yüz bininin ayaklanmalar esnasında şehirlerden daha sakin ve emniyetli olan küçük kır ve dağ yerleşimlerinin gizliliğine kaçtıklarını anlatmıştı. Ordu İstihbaratı da bunu destekliyordu. Galiba halk meteordan çok kendi içinden çıkan bu zalimlerden korkmuştu. Gerçekten de Meteor’un son hızlanma haberini çoğu kişi duymamıştı, önlem alamamıştı bile. Dünya o denli kaosa batmıştı!
Gün kararıp güneş batarken;
“Kerim’in yerini biliyor musunuz?” diye sordu Cihan.
“Gazilerimiz; bize gerçek eğitimi verenler, biz buraya gelirken o yana gittiler. Bu gece geç saatlerde, onlar uyurken Kerim’i almayı planlıyorlar. Bu gurupların çözülmesini hızlandıracak diye düşünüyoruz. Ellerinde çok fazla esir var ve köle gibi kullanıp eziyet ediyorlar. O insanları ona daha fazla bırakamayız.”
Cihan bu operasyon meselesini duyunca rahatsız olmuştu. Savaş gazisi bile olsalar bu türden bir operasyon sivil işi değildi.
“Onlara ulaşmalıyız. AVİ kullanıyorlar mı?”
“Evet ama gurup içinde bile iletişimleri olmayacaktı. Son bir haftadır AVİ’leri dinleyebildiklerini fark ettik. Karışık modda bile mesajlarımızı çözüyorlar.”
“Sanırım ellerinde bir Karakulak var. Yeni bir cihaz. Tam bir baş belası. Alman buluşu. Ayaklanma esnasında ordu depolarından yağmalanmış olmalı. Nasıl haberleşecektiniz.”
“İşi bitirip dönecektiler. Kendi aralarında da bir işaret dilleri var. Dürbünleri olduğu sürece kuş dili onlara kilometrelerce mesafede bile yeter.”
Cihan’ın aklında bir şimşek çaktı.
“Onlar mı kuş dili diyor buna. El işareti diline?”
“Dili diğerlerine öğreten Önder. Ondan duyduk. O sanırım yüksek rütbeli bir operasyoncu. Ya da eskiden öyleymiş. Saç sakal çok hırpani bir hali vardır. Pek fazla konuşmaz ve hakkında Savaş’a katıldığından başka pek bir şey bilmeyiz. Ama bize çok yardımı oldu. Diğer gaziler ve hepimiz ona çok saygı duyarız. Lider bile önemli şeylerde ona danışmadan harekete geçmez. Neden böyle ilgilendin? Bir şey mi var?”
Cihan bir an sessiz kaldı. “Olabilir. Kuş dili lafı bir şeyler hatırlattı ama hepsi o. Kesin bir şey yok. Savaş’ta özel kuvvetlere bağlı operasyon birlikleri çok işler başardı. Çoğumuz ortak operasyon ve eğitimlerden tanışırız. Kara Kuşlar’ı hatırladım bir an. Onlar Kuş dili derdi bu el lisanına. Bir operasyondan geriye hiçbiri dönemedi. İlgisi olmayabilir. Sadece hatırladım.”
Küresel Güvenlik Teşkilatı’nın çokuluslu vurucu askeri gücü takımlar halinde örgütlüydü ve dünyaya yayılmış durumdaydı. Yerleşik olan bu timlerin belirli operasyon bölgeleri vardı. Ama en seçkin birkaç timin çok yüksek hareket kabiliyeti ve sınırsız yetkileri vardı. Renk Takımı kod adı ile bilinen tim de onlardan biriydi.
Yarbay Siyah, meteorların yağmaya başladığı 16 Mart’tan bu yana sürekli çarpışıyordu. O ve takımı dünyanın herhangi bir noktasına bir buçuk saat içinde ulaşma kabiliyetine sahip yeni nesil bir uçucuyu; bir savaş mekiğini kullanıyordular. Önceleri ayaklanmaların zor durumda bıraktığı üslere yardım için çabalıyor ve meteor sonrasındaki savaş için bu üslerin sağlam kalmasını sağlıyordular. Sonra çabaları meteor yağmurları nedeniyle çok yavaşlamıştı. Üstelik hasar da almıştılar.
Yarbay Siyah çok keyifsizdi. Aydaki Amerikan üssü Küresel Güvenlik Teşkilatı; KGT’nin de ana karargahına ev sahipliği yapıyordu. Ve bu üs ile doğrudan bağlantıları yirmi iki gündür yoktu. Ayın arka yüzündeki üs ile çarpma öncesi ve sonrası protokoller görüşülürken hep dünyadan yana sorunlar üzerinde durulmuştu. Ay üssü ay yüzeyinin çok derinlerindeydi ve çok sağlamdı. Üstelik ayın arka yüzünde olması ona çok koruma sağlayacaktı. Ama şimdi ayda sorun vardı. Haberleşme şamandırası bu gün daha yeni atılmıştı ve kötü haberler vardı. Ay saldırı altındaydı.
Çoğunlukla saldırı yok edilmişti. Ağır hasar ve kayıplara rağmen, planlanan bir operasyon ile kısa sürede düşmanı yenecektiler. Bununla beraber dünyaya destek olmak için hazırlanmış ay üssü; Nuh, bunu bir süre ertelemek zorundaydı. Düşman yüz milyon çok seçkin dünyalının dondurulduğu Soğuk Uyku Komplesi’nin depolarının önündeydi ve sert bir savaş veriliyordu. Savaş kazanıldığında ise tamiratı gereken çok fazla şey vardı. Araç ve silah kaybı çok fazlaydı. Sadece tohumlanmış bir meteor ve onu güden bir Çoban bekliyorken devasa meteorun kanyonlarında gizlenmiş bir Kovan kolonisi ve uzay savaşçıları ile karşılaşmıştılar. Bu uzaylı dostlar olan Grekulları bile şaşırtmıştı.
Normalde Kovan, meteorları sadece tohumlayıp bırakırdı. Belli bir hedefi vurmak istediğinde çok eşsiz bir tasarımı olan ve sadece bu işe yarayan Çobanları kullanırdı. Çobanın meteora kısıtlı ama uzun mesafede kusursuz bir hedefleme sağlayan kabiliyeti yakın mesafede de kısmen etkiliydi. Bu etki ile küçük meteorları korunma, gizlenme ve yakına saldırı için kullanıyordu. Ama bütün bunların ötesinde şu anki durum sıradışıydı. Burada meteorun kaynakları ile gelişmiş bir koloni vardı! Grekulların yardımı ile uzay savaşçıları yok edilerek kara saldırısına karşı savunma başarılabilmişti.
Ay üssü Mars kolonisinin de saldırıya uğradığını ve benzer şekilde çok ağır hasar aldığını bildirmişti. Mars ile bağlantı kopuktu ve ve açıkça hayatlarından umut kesilmişti.
Şu anda dünya yüzeyinde bulunan bütün KGT güçlerine ikinci bir emre kadar yüzey komutanlıklarına bağlandıkları bildirilmişti. Eğer karşı bağlantıları olsaydı Siyah bunun yeterli olmadığını ve gördüklerini Nuh’a anlatabilirdi.
Afrika’da üç noktada gizli fırlatma üsleri sadece bu savaş için hazırlanmıştı ve yörüngeye yeniden çok rollü uydular fırlatmak için hazırdılar. Birkaç saat içinde KGT bu süreci başlatıp otomatik fırlatma emrini verecekti. Bununla beraber vurucu güç zafiyeti yüksekti. Siyah şu anda yörüngede idi. On beş bin kilometre yukarıdan dünyayı izliyordu. Gelişmiş casus gözleri taramayı bitirmişti. Sonuç hiç iyi değildi. Bütün tim kokpitteki görev yerlerindeydi. On beşi birden kara kara düşünüyordu. Yayılma çok tehlikeli bir boyuttaydı.
Afrika, Sibirya, Güney Kutbu ve Avustralya ile Güney Amerika’nın iç kesimlerinde gelişmiş koloniler vardı. Bu bölgeler 1 Nisan tarihinde büyük meteor vurulmadan iki hafta önce yağmaya başlayan kaya yağmurunun indiği yerlerdi. Böcek akıllıydı. Son yağmurlar ile dünyayı bombalayıp etrafta sadece karışıklık yaratacak oyalayıcı koloniler kurmuş ve asıl kolonilere karşı bir kalkan oluşturmuştu. Renk Takımı bile önceliği bu küçüklere vermişti çünkü bunların gelişmesi daha süratli kötülüklere yol açacaktı.
“Bu yetmez” dedi Yeşil.
“Ona katılıyorum” diyerek destekledi Mavi.
“Ne öneriyorsunuz?” diye sordu Siyah.
İkisi de sessizdi.
“Patron sensin, onu sen bul” diye konuşarak onlara destek oldu purosunu tüttüren Gümüş.
“Mekikler ve Zırhlı Savaşçılar olmadan şu durumda çok kayıp vereceğiz.” Dedi Turuncu. Kara derili dazlak kafasını tatsızca iki yana sallıyordu.
“Sence ne zaman bize dönebilirler?” diye soran Mor’du.
Siyah ona döndü. İkisinin arasındaki ilişkiyi bütün takım biliyordu. Siyah’ın iyi bir yalancı olduğunu ama Mor’a yalan söyleyemediğini de. Badem gözlü genç kadına baktı Siyah.
“Henry McAndrew’u iyi tanırım. Onun yüzündeki o ifadeyi biliyorum. Gerçekten durum berbat olduğunda karşısındakine moral verebilmek için takınır. Bence ay üssü bunu atlatacak. Ama bize yardım edebilmeleri çok zor.”
Mesaj kaydını tekrar açtı ve bir yerinde dondurup görüntüyü büyüterek netleştirdi. “Şuna bakın.” Görüntü dikkatsizce ana komuta merkezinde ve ana ekrana karşı kaydedilmişti ki bu dikkatsizlik bile işlerin ne derece karışık olduğunu gösteriyordu. Ekranda Siyah’ın işaret ettiği noktada üssün savaş gücü rezervi ve yenileme kabiliyeti ayrıntılı bir biçimde raporlanıyordu. Henry’nin vücudunun gösterdiği kısım küçük ama en önemli kısımdı. Üssün dünyaya indirme yapma kabiliyeti yoktu! Mekiklerini kaybetmişti! Bu üs içindeki fabrika ile belki birkaç ayda kısmen telafi edilebilirdi. Ama daha önemlisi fabrika da hasarlıydı! Silah ve malzeme depolarının büyük kısmı da saldırılarda hedef alınmıştı. Durum berbattı.
“Durum berbat.” dedi Gümüş. Yüzü ekşi ve öfkeliydi.
“Biz oraya ulaşabiliriz. Dünya’da en azından beş mekik var. Kapasitelerimiz yüksek. Ama şu durumda kendi hayat destek üniteleri ve yüz milyon insanın hayatta tutulması daha önemli olabilir. Biz burada bir şeyler yapabiliriz. Amerika, Çin, Avrupa ve Rusya en yoğun hasarı alan bölgeler. Askeri üslerin Çoban tarafından özellikle hedeflendiği belli. Meteor yönlendirme kabiliyeti korkunç etkili bir bombardımana neden oldu. Şu durumda toparlanmak için zaman gerekli. Elimizdekilerin önemini çok büyük ölçüde arttırıyor bu,” dedi Siyah.
“Aklında bir şey var” diye sordu Mavi.
Siyah bir iki tuşa bastı ve ekrandan slaytlar geçmeye başladı.
“Bunlar dünyanın şu anda sağlamlığı raporlanmış ve Kovan ile savaşan ya da savaşabilecek direnç noktaları. Bunlar da savaş, üretim ve teknoloji değerlerinin analizleri. Ve bu da benim aklımdaki şey” dedi ve asıl slaytlara geçti Siyah. Amerikan ordusu ve KGT tarafından kullanılan özel silah ve ekipmanlardan bazılarıydı bunlar. Planlar ve teknoloji sırlarıyla beraber.
“Başka zaman olsa çıldırmışsın derdim!” diye yüksek sesle gülerek purosundan derin bir nefes çekti Gümüş. Dumanı halka yaparak üfledi.
Ekibin doktoru Pembe, Siyah’a sordu, “Onlara mı vereceksin?”
“Fikirlerinizi duymak istiyorum. Uzaydan gelen bir düşman bütün insanlığı tehdit ediyor ve bizim en çok güvendiğimiz silahlarımız, en güvendiğimiz kalemiz ağır yaralandı. O olmadan diğerlerinin en iyi şansı onun güçlerinden bazılarını kullanmayı öğrenmeleri. Ağır üretim değil söz konusu olan; buna alt yapı hazırlanması bile çok zaman alır, üretimi saymıyorum. Alt yapıları var olan ama gelişmeleri zaman alacak şeyleri hemen vereceğiz. Burada adı geçen destek donanımın bazıları birkaç gün içinde pek çok yerde rahatlıkla üretilebilir. Stabilizör serumu ve genomedikal serumları, suni organ nakli desteği bile askerlere büyük güç verecektir. Sente-Muscular zırh ve birinci seviye kalkan teknolojisini söylemiyorum bile.”
“Bu kararı Uzun John’da Albay Woo ile konuşmayacak mısın?” diyerek Antartika ve tropik Güney denizleri arasında dolaşmakta olan koca üs gemiyi işaret etti Mavi. Uzun John bir süper tanker gibi görünen seyyar bir KGT üssüydü ve şu anda oraya bağlıydılar. Aslında bütün yeryüzü KGT’si oraya bağlıydı.
“Elbette konuşacağım ama eminim Albay Woo bunu onaylayacaktır.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Yeşil öfkeyle konuştu.
“Bunun önceden yapılması gerekirdi.” dedi. Ses tonu gayet iyi açıklıyordu ne demek istediğini ve çok haklıydı. Bu düşmanın gelişi biliniyordu ve çok önceden bazı bilgilerin paylaşımı çok büyük bir fayda sağlayabilirdi. Dünyanın bölünmüşlüğü çok kötü bir şeydi.
Siyah sadece başını onayla salladı. İletişim kanalını ayarladı ve Albay Woo ile görüşmesine başladı.