Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - cemaziyel

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7
31
Tartışma Platformu / Ynt: Hangi Kitap Size Ne Hissettirdi?
« : 03 Mayıs 2013, 16:25:15 »
Candide ya da İyimserlik... yıllar önce, orta okul sıralarındayken okumuştum. İnsanın hayata bakışını gülümseterek değiştiren bir kitaptır. 'Bahçemize bakmamız gerek.' sözü hala bir şey ifade eder benim için :)

32
Kurgu İskelesi / Ynt: Son Nokta
« : 02 Mayıs 2013, 23:29:34 »
Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.

"Yemeğini bitirmeden nereye gidiyorsun?" Annesi belli ki daire kapısını çarpıp çıktığından beri beline kadar sarkmış olduğu camdan onun merdivenleri inmeyi bitirmesini beklemişti.

"Aç değilim. Hem ben yiyeceğimi yedim o sofrada..."

"Seni yaramaz çocuk! Bu sözler sana hiç yakışmıyor. Baban kötü bir şey yapmadı. O bizim iyiliğimizi düşünüyor. Derhal eve geliyorsunuz ve yemeğinizi bitiriyorsunuz Küçük Bey!" bu sözleri söylerken kaşları çatılmış ve sağ elinin işaret parmağı da tehditkar bir biçimde kaldırılmıştı.

Burak önce ağzını açtı fakat hangisine daha çok tepki göstermesi gerektiğini bilemedi. Annesinin sanki az evvel sofrada hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmasına mı; yoksa 17 yaşına gelmiş bir adamı yemeğini yemeden dışarı çıktığı için 'Küçük Bey' tanımlamasıyla azarlamasına mı... O farklı bir şey seçti:

"Anne, Allah aşkına bırak şu dizileri izlemeyi sanki 24 saat içine Amerikan dadısı kaçmış gibi konuşuyorsun. Vallahi kendimi cami avlusuna bırakacağım!" kadının değişen yüz ifadesi cümlenin amacına ulaştığının belirtisiydi. 

"Seni eşşek sıpası! O ne biçim konuşmak anneyle, o! Bunlara güzellik de yaramıyor! Kaç sen daha kaç! Akşam nasılsa dönmeyecek misin! O terliği de akşam gelirken geri getir! Dayınların hediyesiydi!" Terliğin isabet ettiği sol kürek kemiğini acıyla tutarken bir yandan da kendisini vuran mermiyi yerden alıp geniş palto cebinin içine atmıştı. 37 numara terliğin ucu hafiften çıkıntı yaptıysa da çok da belli etmiyordu kendini.

Annesiyle yaşadığı ufak çaplı atışma kendisini biraz neşelendirmişse de koltuğunun altındaki paketin kokusu hafif hafif burnuna gelerek yine kendini hatırlatmıştı. Bu ağır kokunun yüzüne yumruk etkisiyle çarpması az evvelki terliğin acısını unutturmuştu. Bu nasıl bir kokuydu? Durup dururken nereden de yumurtlamıştı babası bunu. Hem de yemeğin tam ortasında... İştah falan da bırakmamıştı. Hala gözünün önünden gitmiyordu iğrenç görüntü.

Bankaya iyice yaklaşmıştı artık. Kapıdaki güvenlik görevlisi onu tanıyordu artık ve o geldiğinde her zaman yaptığı gibi burnunu tutarak bir adım geri çekildi. İçeri girdiğinde yeni başlayan bir tanesi hariç gişe memurlarının da yüzleri asıldı. Müşteriler içerideki kesif kokunun kaynağına kötü kötü bakıyorlardı. Burak, sıra numarasını alarak beklemeye koyuldu. Etrafında hiç kimse durmadığından dolayı kendi kendine konuşmaya başladı.

'Arkadaş! Elin babalarının ne güzel yetenekleri var. Süleyman'ın babası cam bardak yiyor mesela katır kutur, bir faydası yok ama olsun, sonra İlyas'ın babası Hakkı Amca demiri eğip bükebiliyor, hem de dokunmadan... Benim baba napıyor? Altın yumurtluyor! O da senede bir defa. Nerede geleceği de belli olmuyor. Ondan sonra 'Burak bunu götürsün bankaya yatırsın. Mevduat olur.' Tövbe tövbe... Olan güzelim yaprak sarmasına oldu. Yiyemem de ben bi daha onu.'

33
Kurgu İskelesi / Ynt: SSSZ
« : 30 Nisan 2013, 11:32:44 »
Hikaye başarılı. Diyaloglar da keza iyi kurgulanmış ve başarılı. 'şarkı izlemek' tabiri sırıttysa da geçtiği dünya göz önüne alınınca şarkıların farklı boyutta ele alınması saçma değil :)
Sonuç olarak günümüz yazışma dilini düşününce yakın gelecekte okumaya başlayacağımız kitapları sadece diyalog kısımlarında yaşatan keyifli bir öykü olmuş.

34
Tartışma Platformu / Yazmak İçin Uygun Ortam
« : 14 Nisan 2013, 09:40:03 »
Eretrusilden bir programda, yanlış hatırlıyorsam özür diliyorum kendisinden, 'mümkün olan her ortamda yazabilmeli yazar' demişti. Peki gerçekten hangi ortamlarda yazabiliyoruz ya da yazamıyoruz? Ya da bazı mekanlar kendi büyüleriyle belirli bir konuda ilham verebilir mi yazara?

Az evvel bulunduğum ortamda şunu fark ettim. (Evet! Pazar günü sabah 9:30'da!) Burada, şantiyede, çok şahane savaş sahnesi yazılabiliyor. Hızar, matkap, çekiç, kaynak vs. hepsi bir araya geldiğinde içine insanların bağırış çağırışlarını da ekleyin... daha da iyisi hemen herkes erkek! Atmosfer muhteşem! Tolkien'in Osgiliath'ı şantiyede yazdığından eminim şu an.

Bir de sizin görüşlerinizi alalım. :)

35
Kurgu İskelesi / Ynt: Son Nokta
« : 05 Nisan 2013, 12:31:42 »
Aceleyle arabanın kapısını açıp, hiç beklemeden motoru çalıştırdı. Zor bir gündü, yorgunluğunu bir an olsun azaltacağını düşündüğü şarkıyı dinlemek için teybe eski bir kaset koydu. Önünde uzanan ıssız yolda hafifçe çalan müziği dinlerken camı araladı, artık köprüye yaklaşmıştı. Yan koltukta duran küçük kırmızı parıltı ancak o zaman dikkatini çekmişti. Bu az evvel camın kapalı olduğunu unutarak dışarı salladığı sigara izmaritiydi. Daha doğrusu onun sebep olduğu küçük çaplı yangın.

Yangın küçük çaplı olabilirdi fakat Burcu'nun telaşlanması için yeterli bir sebepti. Zaten onun huyu böyleydi. Bir keresinde evine karınca dadanmıştı. Sanki filler basmış gibi tam iki hafta boyunca şikayet edip durmuştu. En sonunda iş arkadaşlarından bir tanesi sadece o sussun diye evine gidip karıncaların yuvasının yanına limon koymuştu. Karıncalardan kurtulmuştu kurtulmasına da o günden sonra evin küflü limon kokması en büyük problemi haline gelmişti. Limonu koyan arkadaşına söylenip duruyordu. Limonu atmak da istemiyordu. Çünkü karıncaların geri gelmesinden korkuyordu.

Küflü limon kokusundansa taze limonu tercih etmesini söyledi bir başka arkadaşı. Bu fikir aklına yatmıştı. Her gün bir başka limon bırakmaya başladı yuvanın yanına. Bir hafta sonra kabaca bir hesap yapıp hergün alınan bir yeni limonun ekonomik olarak kendisini çok yoracağından şikayet etmeye başladı. Bir başka arkadaşı sigaranın daha zararlı olduğundan onu bırakırsa limondan şikayet etmesine gerek kalmayacağından söz edince bu fikri de tuttu. Sigarayı bıraktı.

Sigarayı bırakmak maddi olarak onu rahatlattı mı, kimse fark etmedi. Herkesin fark ettiği şey Burcu'nun artık her şeyden daha fazla şikayet ettiğiydi. Artık tek bir şeye bağlanıp kalmıyordu da. Dakikada altı farklı konuda şikayet ederek kendi rekorlarını alt üst ediyordu. Tabi ki bu istatistikleri arkadaşları tutuyorlardı. Hatta Burcu'nun şikayetleri üzerine bir bahis oyunu çıkmıştı şirkette. herkes bir rakam söyleyip para yatırıyor ve gün sonunda en yakın sayıyı tutturan büyük ödülün sahibi oluyordu.

Başlarda herkes için basit bir eğlenceyken büyük bir çılgınlığa dönüşmüştü bu bahis işi. insanlar maaşlarını ortaya koymaya başlamıştı. Tabi ki çok yüksek sayılar söyleyenler o gün Burcu'nun daha fazla şikayet etmesi için yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Burcu'nun şirketteki hayatı artık kabusa dönmüştü. Şikayet etmekten hiçbir işi yetiştiremiyordu fakat yine de işten kovulmuyordu çünkü genel müdürü de bu bahis olayına feci halde kendini kaptırmış durumdaydı. Şirketteki insanlar için artık o bir insan değildi. Bir yarış atı, bir dövüşçü köpek, her gün televizyonlarda izledikleri yarışmaların canlı hallerinden biriydi sadece.

O gün bu insafsız oyunun bir parçası olduğunu öğrendiği gündü. Ona acımış olan arkadaşlarından birisi, ki aslında acımamıştı sadece bir çılgınlık yapıp hiç şikayet etmeyeceğine oynamıştı, ona bütün her şeyi açıklamıştı. Burcu da bütün gün hiçbir şey söylemeden usulca istifasını verip çıkıp gitmişti. Arkadaşı işinden kovulmuştu ama önemli değildi Zaten kendi işini kurabilecek kadar zengin olmuştu.

İşten çıkınca yaptığı ilk iş bir paket sigara almak olmuştu. Paketten seçtiği ilk kurban yan taraftaki koltuğu tutuşturmakla meşgulken, o da frenle gazın yerini karıştırmış köprünün bariyerlerine doğru hızla yol alıyordu. Bariyerleri aşan tekerlekler zeminden kurtulunca çırpınmayı bıraktı. Sessizce teslim oldu boşluğa. Kendi kendine karıncaları düşünüyordu. Limonun fiyatını... ve sigarayı... "Burcu!" dedi kendine, "senin aslında en büyük problemin başkalarının düşüncelerine çok fazla önem vermen..."

36
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 18 Mart 2013, 14:30:22 »
Reşat Nuri Güntekin- Gulyabani diyorum.

37
Radyo Kulesi / Ynt: Son Gulyabani'nin Yeri
« : 09 Mart 2013, 21:11:06 »

38
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 08 Mart 2013, 14:55:41 »
"İki dakika tuvalete gittim. Neler olmuş..."

39
Acemaşiran Makamı taksim veya semailer oldukça yararlı oluyor. tavsiye ederim...

40
Kurgu İskelesi / Ynt: Gemileri Yakmak
« : 05 Mart 2013, 10:52:07 »
Teşekkür ederim. Bulursam okuyayım o kitabı hoşuma gitti. Senin hikaye de oldukça iyi gidiyor :)

41
Kurgu İskelesi / Ynt: Gemileri Yakmak
« : 27 Şubat 2013, 19:35:36 »
Hikaye içinde hikaye anlatma doğu kültüründe çok sık rastlanan bir unsur. Hele Kelile ve Dimne okuduysanız ağzınız açık kalır nereden nereye bağlanır o öyküler. Aslında hazır Ateşin başına toplamışken 'Akdeniz Akşamları' söyletsem mi diye düşünmedim de değil. Teşekkür ederim. senin gazınla sürüyor bu hikaye :D

42
Ben yeni üyeyim o yüzden ters bir yorum yazıp çok göze batmak istemiyorum ama yukarıda yazılanlara bakılırsa forumun başına gelen en iyi şey mit'in kendisinden ziyade hizmetleri karşılığı para istememesi olabilir. Bunu bi değerlendirin...

not: Kendisini severim...

43
Kurgu İskelesi / Ynt: Gemileri Yakmak
« : 26 Şubat 2013, 00:02:24 »
MASAL

Yaktıkları ateşin şavkı yüzlerine vururken birbirlerini hiç tanımadan ölesiye bağlanan bu yedi kişi çam ormanının kokusunu içlerine çekerek yanlarında taşıdıkları yiyecekleri paylaşıyorlardı. Ormandan daha ziyade kayalık olan bölge, onların saklanmak ve barınmak için daha uygun bir ortam hazırlamalarına yardımcı oluyordu. Fakat yine de tetikte olmalıydılar; zira bu ormanın muhafazasına ihtiyacı olan tek topluluk onlar olmayabilirdiler.

Biraz pastırma, biraz yulaf ekmeği, biraz da medrese mutfağından aşırdıkları helvanın yanı sıra büyücünün çevredeki otlardan yenilebilir durumda olanları getirmesiyle yedi kişiyi doyurabilecek zengin bir sofra kurmayı başarmışlardı. Topluluk genel olarak daha sonrasını düşünerek yemeklerin yolculuğun devamına yetmesi için azar azar yese de bu durum iki kişinin pek de umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Yıllardan beri ramazan haricinde bu kadar açlığa tahammül etmemiş olan hekim etin at eti olduğunu öğrenince ota ve ekmeğe vermişti kendini. Helvaya kimsenin ulaşması mümkün olmuyordu; çünkü hayatında ilk defa şekerle tanışan Viking’in onu hiçbiriyle paylaşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Yalnızca dirilen adam için biraz koparabilmişlerdi.

Rengi hala solgun olsa da onlarla birlikte sofrada olmayı tercih etmişti. Begüm, O’nun için Hekim’in özel olarak etraftan topladığı otlardan yaptığı iğrenç çorbayı içiriyor, arada bir de ağzı tatlansın diye helvadan bir parça veriyordu. Anlaşılan at üstünde gelirlerken olan biten her şeyi anlatmıştı eşi. Çorbadan aldığı her yudumu ağzının içinde çevirirken ekibe yeni katılan iki kişiyi kuşku dolu gözlerle seyrediyordu.

Yiyecekler azaldıkça konuşmalar artıyordu. Başlangıçta uzanamayacakları şeyleri istemekten ibaret olan sesler gittikçe yerini koyu bir muhabbete bırakıyordu.

“Düşünebiliyor musunuz?” dedi Gianni. “Dün akşam yola devam edebileceğimize dair hiç umudumuz yoktu. Kucağımızda bir cesetle bir söylentinin peşinden buraya kadar geldik. Ama bugün –tabi ki benim dualarım ve yakarışlarımın yardımıyla- ölümden dönen arkadaşımız sayesinde bir umudumuz var. Umuda!” Yanında bunu kutlamak için şarap olmamasına söylenerek elindeki su dolu domuz derisi matarayı havaya kaldırdı.

“Küçük kokarca doğru söylüyor.” Onaylama Arap’tan gelmişti. Bu âdeti pek onaylamasa da o da elindeki matarayı kaldırdı.

“Ben bunu bize yaptıranın umutsuzluk olduğunu sanıyorum oysa.” Herkes Âlim derken Hekim’in Cafer demeyi tercih ettiği adam, dikkatleri üzerine çekmişti. Zaten pek az konuştuğundan ondan bir ses çıktığında herkes pür dikkat onu dinliyordu.

Bir açıklama gelmeyince Viking ağzına tepiştirdiği helvaları diliyle kenara sıkıştırıp konuşmayı başardı. “Yani sence umudumuz olmasa daha mı iyiydi?”

Ona bakıp sıcak bir tebessüm gönderdikten sonra devam etti konuşmaya Cafer. “Hayır, hayır. Umut istikrardır. İnsanın yemeden, içmeden bile çok ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Benim demek istediğim bize bu yaptıklarımızı yaptıran umutsuzluktu. Ya da umuda ulaşma çabası…”

“Doğru!” dedi Hekim ağzındaki lokmasını bitirmeden. “Ne demek istediğini anlayabiliyorum dostum. Hatta aklıma eski zamanlardan kalma bir masalı getirdi sözlerin.

“İnsanların Marduk denen bir uydurma İlah’a taptığı zamanlarda, bizim bilmediğimiz bir dili konuşan bir ülke varmış. Bu ülkenin insancıkları zalim bir emirin buyruğu altında eziyet çeker dururlarmış.  Bu zalimin korktuğu tek şey varmış, o da ölümmüş. Yüzlerce savaşçıyı, kahramanı Ab-ı Hayat’ı bulmaları için dünyanın dört tarafına göndermişse de gidenler geri dönememiş. Dönenlerin de başarısızlıklarından dolayı kafaları kesilmiş. Derken bir büyücü çıkagelmiş Emir’in huzuruna. ‘Ölümsüzlük için Ab-ı Hayat’a ihtiyacın yok. Benim yapacağım büyüyle ne ölüm ne de ihtiyarlık bükebilir bileğini.’ demiş.”

“Öyle bir büyü yok. Kimi kandırıyorsun sen?” Büyücü maharetiyle ilgili olan masalı ciddiye alıp araya girmişti.

“Masal bu, masal… Hiç mi dinlemedin çocukluğunda?”

“Çocuk oyunlarıyla mı vakit kaybedeceğiz?”

“Bırakın anlatsın!” belli ki ölümden dönen adamın hoşuna gitmişti masal. Henüz ancak hırıltıyla konuşabiliyordu fakat dün hiç nefes almadığı göz önüne alındığında bu bile büyük bir gelişmeydi. Daha önce hiç insan diriltmemiş olan Hekim de bu gelişimi heyecanla seyrediyordu. Tabi ekibin esas liderinden aldığı cesaretle hikâyesini de yarım bırakmadı:

“Emir bu büyücünün isteklerini derhal yerine getirmiş. Ölümsüzlük büyüsü yapılmış. Fakat büyücü tılsımı yapmadan evvel bir şeyi söylemeyi unutmuş. Büyünün daim kalabilmesi için Emir’in her dolunayda bir masumun kanını içmesi gerekliymiş. Kendisine söylenmeyen bu ayrıntıya öylesine kızmış ki Emir, ilk dolunayda içtiği ilk kan büyücünün oğlunun kanı olmuş.

“Oğlunun cansız bedenini Emir’in ayaklarının altında gören büyücü, bu canavara verdiği güçle ne büyük bir felakete sebep olduğunu anlasa da artık çok geç olmuş. Büyüyü bozmanın yollarını aramış durmuş lakin Emir’in korumaları onu bir daha sarayın yanına dahi yaklaştırmamışlar.

“Bir vakit sonra ihtiyar büyücü eline aldığı yalvacı kıldan ince, palası bilekten kalın bir kılıcı tılsımlayıp şehrin meydanındaki bir kayaya saplamış. Ahaliyi de etrafına toplamış. Demiş ki: ‘Bu belayı sizin başınıza ben açtım. Başlattığım ateş evvela benim ocağımı yaktı. Büyüyü bozmanın bir tek yolu vardır. Bu kılıç bu taştan çıkarıldığı vakit, o zalimin sonu gelecektir.’ O günden sonra hiç kimse yaşlı büyücüyü görmemiş. Fakat söyledikleri dilden dile aktarılmış.

“Memlekette kılıcı yerinden sökmeyi denemeyen bir yiğit kalmamış. Herkes Emir’i öldürebilecek tek silahın bu kılıç olduğuna inanmış. ‘Bu kılıcı yerinden sökebilen cengâver de halkın arkasında yürüyeceği yeni lider olacakmış. Emir’i ancak o öldürebilirmiş.’ Bu cümleler bire bin katılarak nesilden nesile söylene gelmiş. Buluğ çağına eren her gencin kılıcı yerinden sökmeye çalışması o diyarın geleneği olmuş. Lakin her seferinde sonuç hüsranmış. Yüzyıllar geçmiş, masumların kanını içerek hayatta kalan Emir iktidarını sürdürmüş.

“Günün birinde kara cübbesinin içinde birisi belirmiş şehir meydanında. Ahali yabancının kim olduğunu anlamaya çalışırken o usulca kılıcın olduğu yere doğru gitmiş. Bir miktar etrafında dolanmış. Sonra elini kabzeye götürmüş.”

“Eee?” Cenevizli oldukça heyecanlanmıştı. Anlatmaya devam edeceğine yarım bırakıp yemeğine devam eden Berberiye öfkeyle bakıyordu. Ağzında yemek olduğu halde anlatmaya devam etti çaresiz.

“Kılıcı ahalinin hayret dolu bakışları arasında tereyağından kıl çeker gibi saplandığı kayadan çıkarıp havaya kaldırmış. Meydana toplanan kalabalıktan sevinç nidaları yükselmiş. Herkes kahramanın kendisini tanıtmasını bekliyormuş artık. Emirin karşısına dikilip onu öldüreceği ana tanık olmak istiyorlarmış.

“Fakat onların sevincini kursaklarında bırakan bir kahkaha duymuşlar. Kılıcı elinde tutan cengâver cübbenin başlığını sıyırınca içinden tacıyla Emir’in kendisi çıkmış.”

“Hadi oradan!” Begüm de heyecanla dinliyordu onu. Bir kadından beklenmeyecek tepkiyi duyan Hekim bir an duraksadı.

“Ömrümde böyle saçma sapan masal dinlemedim ben!” diye atıldı Cenevizli aynı şekilde.

Zalim Emir’in bu hareketinden keyiflenen Viking gevrek kahkahalarını koyuvermişti bile.

“Ama daha bitirmedim ki” diye susturdu onları Hekim. “Emir kibirine hakim olamamış asırlardır süregelen efsaneyi kendi denemek istemişti. Sonunda kılıcı kendisi çekince de halkın bütün umutlarını söndürmüştü işte.

“Meydanda toplanan halk dehşet içerisinde Emir’i seyrediyordu. Hepsinin aklından geçen düşünce aynıydı. Kahraman falan yoktu. Kehanet yalandı. Yüzlerce yıl hiçbir şey yapmadan yalnızca uydurma bir kahramanın ve onun uydurma kılıcının Emir’i öldüreceğine inanmışlardı. Artık umut yoktu. Bir şeyler yapmazlarsa dedelerinin kanını içen cani, torunlarının da kanlarını içerek hayatta kalmaya devam edecekti.

“Yeni kılıcının üzerine bir baston gibi dayanıp mağrur bir şekilde kullarını seyreden Emir, kafasına gelen bir darbeyle irkildi. Kalabalığın içinden gelen bir taş alnına isabet etmişti. Bu darbe canını yakmamıştı ama onu sinirlendirmeye yetmişti. Kılıcını kaldırıp kendisine taşı atan gence doğru yöneldi. Fakat kalabalıkta bir değişiklik vardı bu kez. Her zamanki gibi kendisi ilerlerken onlar geri kaçmıyordu. Aksine üzerine geliyorlardı.

“Kılıcıyla bir tanesini biçti. Sonra ikincisini. Fakat kılıçla vurarak bitmiyorlardı. Yere düştükten sonra kılıcını kaybetti. O yere düşünce yüzlerce insan üzüme üşüşen karıncalar gibi üzerine atıldı. Yüzyıllardır ektiği vahşetin meyvelerini yiyordu şimdi.  İnsanlar çıplak elleriyle onu parçalıyor o ise hiçbir şey yapamıyordu. En büyük gücü olan ölümsüzlüğü en büyük laneti haline gelmişti. Acı çekiyor fakat ölemiyordu.

“Kalbini yerinden söktüklerinde artık bedeninde hareket edebilecek bir uzvu kalmamıştı. Hala atmakta olan kalbi taşlarla ezerek parçalayan halk özgürlüğün dayanılmaz coşkusuyla saraya hücum etti.” Saraydaki yağmalamayı anlatırken sözü yeniden kesildi Hekim’in.

“Şimdi bu büyücü yalan mı söylemiş? Neden böyle bir şey yapmış?” diye sordu Gianni.

“Hayır! Büyücü kılıç yerinden söküldüğünde Emir’in sonunun geleceğini söylemişti ve dedikleri doğru çıktı. Onun söylediklerini çarpıtan halkın kendisi olmuş.” Diye düzeltti onu Begüm.

“Çok doğru!”

“Onları Emir’in zulmünden kurtarmak için önce umut vermiş. Sonra da ellerinden almış. Çünkü insanın en güçlü olduğu an umudunu kaybettiği andır. Emir’in bir gün bu kılıcı yerinden çıkarmayı deneyeceğini biliyormuş ihtiyar.”

“Hanım efendi masalın bütün özünü çıkardı gördüğünüz gibi. Artık uyuyabilir miyiz?”

Herkes yorgunluğun ve masalın üzerine güzel bir uyku çekmek konusunda hemfikirdi. Nöbetler paylaşıldı ve ateş tazelendi. Çam kokularının ferahlığıyla Antakura kayalıklarının tatlı esintisi birleşince uykuya dalmak hiç de zor olmadı onlar için.

Spoiler: Göster
biraz gecikmeli oldu ama :)

44
Kurgu İskelesi / Ynt: Gemileri Yakmak
« : 22 Şubat 2013, 10:02:34 »
Çok teşekkür ederim :) aslında devamını yazıyorum fakat bu aralar çok yoğun bir dönemdeyim bir türlü bölümü tamamlamayı başaramadım...

45
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 19 Şubat 2013, 00:14:08 »
Bu ay ben de popstar kalabalığı yapıyorum ankette. oy verdim ama okumayacağım :D

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7