Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular -

Sayfa: 1 ... 3 4 [5]
61
Yazarlar / Chuck Palahniuk
« : 28 Nisan 2013, 00:00:28 »

1962 doğumlu Amerikalı yazar. Oregon Üniversitesi gazetecilik bölümü mezunu. Yazarlığından evvel hasta bakıcılık, gazetecilik, otomobil tamirciliği yapmış. Yazarlığa, bir arkadaşının tavsiye ettiği, Tom Spanbauer tarafından yürütülen bir yaratıcı yazarlık kursuna katılmasıyla başlamış.

Ha bir de büyükbabası cinnet geçirip hem karısını hem de kendisini vurmuştur:
Adam eşini vurduktan sonra çocuklarını (Palahniuk'in babası da dahil) da vurmak ister ama bulamaz, hepsi saklanmıştır; başka öldürecek kimse kalmayınca kendini vurur.

Babası da (Dövüş Kulübü’nün filmi çekilirken - 1999) sevgilisinin eski aşığı tarafından öldürülmüştür:
Adam, Palahniuk'in annesinden boşandıktan bir süre sonra bir kadınla çıkmaya başlar: Kadın hapiste olan eski sevgilisinden korunabilmek için iri yarı bir adam olan Palahniuk'in babasını tercih etmiştir. Eski sevgili hapisten çıkar ve ikisini de vurur.

Bu olayların onun ruhsal sağlığını etkilediğini düşünebiliriz ve yazdıklarının aşırılığını buna bağlayabiliriz ama ben böyle düşünmüyorum. Bence, bu yaşananlar gerçek hayatın kurgu olandan daha etkili olduğu fikrini Palahniuk'ın zihnine iyice yerleştirir: Romanlarında her ne kadar olağandışı/üstü durum ve olaylardan bahsetse de okuyucuya, onu ayrıntıya boğarak, yazdığı olay ve durumların bazılarının birebir kendisi tarafından deneyimlendiği hissini verir: "Adam, yaşamasa bilemez yahu!"

Bir de çok komiktir bu adam, güleç yüzlüdür, garip ve alışılmadık olay ve durumların içinde barınan gizil mizahı, ironiyi bulur, kullanır. Kitabından mide döndürücü bir bölüm okurken yüzünüz gülme-iğrenme arasında gidip gelen garip bir halde asılı kalır hep. Belki yazdıklarının cazibesi de bununla ilintilidir. Bir yandan gitmek istersin, okumamak; bir yandan da kalmak, okumak.

Her neyse, Palahniuk bile yazarken bizim onun metinlerinden çıkardıklarımızdan daha az şey düşünür ve amaçlar bence, öyle uzun uzadıya okuyucuya bir şey verme, bir kıvılcım başlatma derdi olmamıştır onun; sevdiği ve zevk aldığı için yazar, o kadar.

Yazarkenki derdini kendisi pek güzel özetlemiş:

"(Hemen hemen) hiç bir şeyi ciddiye almam, özellikle de yazmayı."

Bununla beraber kendisini anan herkes “tüketim toplumu” ifadesini cümle içinde mutlaka kullanır. Böylesi bir mite dönüştü kendisi. Belki de kendisi yarattı. Her kitabında, aşırı belirgin biçimde, yaşadığımız kültüre dair eleştirilerde bulunmasına rağmen okurken bu aşırı didaktik tavırdan rahatsız olmuyoruz. Palahniuk'in müthiş becerisi de burada yatıyor kanımca.

Deli kurgulara, acayip karakterlere, şok sonlara sahip eğlenceli ve sarsıcı romanları var ama asıl önemi yıllardır hissettiğimiz bir boşluğu doldurmasından geliyor. Bizi çevreleyen ve boğan tüm olguları eleştirecek bir adama ihtiyacımız vardı ve bunu kafa açmadan bizi eğlendirerek yapması gerekiyordu. İşte tam o sırada Palahniuk çıktı. Sinemanın müthiş desteğiyle de kendisi için bekleyen yere kuruldu. O yerinden memnun, biz de memnunuz. Bardak, tişört satıyor; eleştirdiği şeyleri kendisi yapıyor diye atıp tutuluyor sağda solda; adam demedi ki yakacağız yıkacağız, her şeyi yeniden kurup yeniden adlandıracağız. Devrimci nidalarla ortaya atılacak olsa roman yazmazdı zaten. İnsan yaşayamadığını yazar, okur. Adam roman yazıyor, iyi de yazıyor. Bize de çaresizliğimizi, kapana kısılmışlığımızı, tüketim manyaklığımızı, berbat hayatlarımızı ve tüm bunların farkında oluşumuzu göstermek için onun kitaplarını okumak, kitaplarından uyarlanan filmleri izlemek, baskılı tişörtlerini giymek, bardaklarında nescafe, coca-cola içmek kalıyor.

Not: Soyismi bir çok şekilde okunabilir ama kendisi, soyisminin babannesi ve dedesinin isimlerinin bir bileşimi olduğunu söylüyor: Paula ve Nick (polanik).

62
Korku & Gerilim Eserleri / Oda - Emma Donoghue
« : 25 Nisan 2013, 00:30:17 »


Oda - Emma Donoghue
Çeviren: Gül Çağalı Güven

Romanı okumayı düşünenler için kati not:
Kesinlikle ve kesinlikle internetteki kitaba dair yorumları çok dikkatli okuyun, arka kapağı ise hiç okumayın, çünkü müthiş bir spoiler barındırıyor yorumların çoğu ve arka kapak. Bu denli aymaz olmalarına şaşırıyorum doğrusu ama bu böyle.

Bugün beş oldum. Dün gece Gardırop'ta uyumaya giderken dört yaşındaydım, ama karanlıkta Yatak'ta uyandığımda beş olmuştum, abrakadabra. Ondan önce üç, daha önce iki, daha da önce bir, daha daha önceyse sıfırdım. "Ben hiç eksi sayılar oldum mu?"


Oda, insanı ilk sayfasından alıp son sayfasına savuran sarsıcı bir roman. 5 yaşına yeni basmış bir çocuk ve annesi, kimliği belirsiz biri tarafından tamamen yalıtılmış bir odada yıllardır hapis tutulmaktadır. Çocuk o odada doğmuş, o yaşa kadar o odada kalmıştır, o çocuk için evren Oda'dan oluşmaktadır. Yaşlı Nick diye seslendikleri o zalim adam, yemeklerini getirir, ihtiyaçlarını giderir ve arada bir gelip Anne'yle birlikte Yatak'ı gıcırdatır. Yaşlı Nick'in geldiği geceler Jack Gardırop'ta uyur ve gıcırtıları sayar. Günler böyle geçip gider. Umutsuz bir bekleyiş, çaresizlik, kapana sıkışmış genç bir kadın ve Güneş'i gerçekten görmemiş bir çocuk. Az çok özetlemeye çalıştığım bu etkileyici öykü, Jack'in o sıradışı zihninden anlatılır.
 
İlk bir kaç sayfa, 5 yaşındaki Jack'in ifadelerine alışana kadar zor geçiyor ama sonra müthiş bir hız ve merakla romanı bitiriyorsunuz. Romanın dili çok güzel ve çevirisi harika: Gül Çağalı Güven çok yetkin bir çeviri yapmış. Yaşı 5 olan bir anlatıcının ifadelerine alışkın olmayan Türk okuyucusu, başlangıçta bu farklı ifadeleri çevirmenin hatasına bağlıyor ama romanın içine girdikçe çevirmenin iyi bir iş çıkardığını anlıyor/anlamalı.

Özellikle odadaki nesnelerin tamamının büyük harfle başlaması çok zekice bir buluş. Odadaki her şey Jack için cins olamayacak kadar nadide çünkü. Kitabın kurgusu kuvvetli, olaylar sarkmıyor, yaşananlar mantıksız durmuyor, sıkmıyor. Yıllarca tek bir odada kilitli yaşamanın tahmin edemediğimiz sonuçlarını yazar müthiş bir hassasiyetle aktarıyor, kitap beni en çok bu noktada vurdu. Dünya Jack'in ağzından o kadar naif ve farklı bir bakışla aktarılıyor ki başka bir romanda etkili durmayan sözcükler, bu kitapta kocaman bir etki yaratıyor:

"Anne de Tank'la oynuyor ama çok uzun sürmüyor. Her şeyden çabuk sıkılıyor, bu yetişkin olmasından gelen bir şey." (s. 48)

"ama ağlamam sözcüklerimi eritiyor, duyamıyorum sözcüklerimi." (s. 145)

"esaret yeni bir icat değil." (s. 216)

"Başımı musluğa çarpıyorum. 'Dikkat et.' neden kişiler ancak acıdıktan sonra söylüyolar bunu?" (s. 258)



63
Kurgu İskelesi / SSSZ
« : 24 Nisan 2013, 13:05:18 »
Küçük kız koşarak babasının yanına geldi. Adam en sevdiği şarkıyı izliyordu, bileklerinde ritim bantları vardı. Kızın tişörtünün önüne süslü incecik bir led levha yerleştirilmişti; içinden alelacele, çarpık harfler aktı:
“bba bk bbnnm bna n vrdi!”

Adam kızın ellerindeki renkli ve düz nesneye baktı ve gömlek cebinin altındaki ledin içinden harfler yavaşça geçti:
“yvş yz kzm okymyrm  >  ndr o elndki?”
“1 ktpmş ama kğttn  >  bbnnm vrdi”

Adam şaşırdı; gerçek bir kitabı en son, gençken gittiği bir “Svştn Önc” müzesinde görmüştü. Kitabın üstündeki etikette dedesinin ismi yazıyordu. Kitabı aldı, şöyle bir baktı ve kızına yazdı:
“svş öncsi ktplrdn  >  nrdys 100 yllk 1 msl ktbı  >  snrm bnm ddm ait”

Kız heyecanla yazdı:
“bu ktba byldm bba  >  kksu ağçlr gibi  >  rsmlri d dha cnlı ama yzlrı okymyrm”

Sayfaları çevirince tahmin ettiği gibi aşina sözcüklerle karşılaştı adam ama yine de rahat okuyamıyordu. Ne olduğunu biliyordu ve yazdı:
“bu ktp eski imlyla yzlmş kzm  >  byk svştn önc szcklr dha uznmş”
“ndn?”

Harfler eskisinden daha kararsız geçti adamın göğsünden:
“syl bklm kç dymz vr?”
“grm, tat, dknma ve kku  >  4 tne”
“afrn kzm  >  eskdn İŞİTME dy 1 dymz dha vrmş”
“nsl yni?”
“blmyrm kzm  >  ama svş o dyyu yk etmdn önc frklı 1 şkld iltşm kryrmşz”
“frklı mı?”

Adam derin ve sessiz bir nefes alıp yazdı:
“İŞİTME dymz yk olnca brbrmz yzmya bşlmşz  >  hr sfrnd dha çk şy yzblmk içn d szcklri kçltmşz”

Küçük kız, dudaklarını büküp omuzlarını silkti ve hevesle yazdı:
“pki sn bu ktbı okyblr msn bbcğm?”
“snrm”
“o zmn bna yzr msn ltfn”
“tbi yzrm kzm”

Kız gözlerini sevinçle babasının gömleğine dikti. Adam sözcüklere tekrar göz gezdirdi ve yavaş yavaş yazmaya başladı:
“1 vrmş 1 ykmş  >  evvl zmn içnd”

Bülent Özgün, Temmuz 2012

Not: Öyküyü okuduktan sonra gizlenen görsele bakınız, benim yazarken hayal ettiğim buna benzer bir şeydi, umarım siz de aynı şeyi görmüşsünüzdür okurken, aksi takdirde iyi anlatamamış sayacağım kendimi.
Spoiler: Göster


64


Felsefenin Öldüğü Gün - Casey Maddox
Çeviren: Algan Sezgintüredi

Bu muhteşem kitap, Üst-Düzey Güvenlikli Pelican Bay Eyalet Hapishanesi mahkûmlarından Casey Maddox tarafından yazılmıştır. Yazar Derrick Jensen, hapishanede verdiği yaratıcı yazarlık dersleri sırasında Casey Maddox'ı farketmiş ve bu kitabı yayınlamıştır.

Okurken üç-beş sayfada bir, arkadaşlarıma kendi cümlelerimmiş gibi söyleyerek hava atmak için bir kenara not etmek istediğim yığınla paragraf sardı beni. Okudum, şaşırdım, etkilendim, en çok da durup düşündüm.

Biraz içerikten bahsedeyim:
Anti-kahraman, süper yıldız, başkarakterimiz, bir sabah maskeli insanlar tarafından uyandırılır, bir kadın(Deirdre) ve üç adam("Yahudi-olmayan Derrick", "Normal John" ve "Pek-Ufak-Değilmiş Joe").
Bu insanlar, ona, senaryosu "İflahın Büyük Kara Kitabı: Batı Uygarlığı Bağımlılığından On İki Adımda Kurtuluş" adlı kitaba göre şekillenen bir şokümanter(filme alınan her şeyin gerçekten yaşandığı film türü) çekeceklerini ve başrolünde kendisininin oynayacağını söylerler.
Ardından yüzüne temsilcisinin ve reklamcısının kanlı yüzlerinin fotoğrafları çarpılır, her itirazında elektrik verilir, sonra banyoda aşırı dozda uyuşturucu verdiklerini söyledikleri karısını pencereden aşağıya atarlar. Kameralar kayıttadır. Film başlar.

Yönetmen Deirdre'ye göre film, Batı Uygarlığı Bağımlılığından Kurtuluş’un şaşırtıcı bir belgesi olacak ve tabi, kariyeri düşüşte olan başkarakterimizi bir süper yıldıza dönüştürecektir.

Satırlar ardı ardına dizildikçe, film kayda alındıkça, etrafımızı saran kapitalist düzen silahları ve Batı uygarlığı tahakkümlerinden ne ölçüde kurtulabileceğimizi, sarsıcı bir şekilde, başkarakter üzerinden, adım adım anlatmaya başlar kitap. Bir yandan şiddet(her türlüsü), seks(her türlüsü) ve kahkaha(her türlüsü) gırla gider tabi.

Geneli itibariyle Dövüş Kulübü'nün işlediği kaos fikrini benimsiyor roman. Tam her şeyi anladım diyorsunuz, kitap olanca acımasızlığıyla "Cık! O kadar kolay değil" diyor: Anti-kahraman, süper yıldız, başkarakter her ne yaşadıysa(sahip olduğu olanca kafa karışıklığıyla) siz de yaşıyorsunuz.

Kitabın sonuna geldiğimde yazar, birincisi kitabın ortasında olmak üzere iki kez suratıma sıkı bir tokat çekmiş oldu: Kitap boyunca üzerinde durduğu Batı Uygarlığı bağımlılığından ve tahakkümünden kurtulamadığımı, yazdığı satırlardan ziyade yazmadıklarıyla gösterdi.

Yazarın alışılmadık üslubu, başta biraz rahatsız etse de sayfalar ilerledikçe, Algan Sezgintüredi’nin muhteşem çevirisi yardımıyla da, sizi kitabın içine sokmada fazlasıyla işe yarıyor: Bir felsefe kitabına yaraşır ağırlıktaki paragrafları bile bir solukta(sonra uzun uzun düşünmek üzere) okuyabiliyorsunuz.

Doğrusal ilerlese bile sizi ziyadesiyle şaşırtan kurgu, üstüne üstlük bir de ileri sararak, başa alarak kafanızı allak bullak ediyor, size kafanızı çalıştırmayı emrediyor. Bölümlere ayrılmış bir filmi izlerken yaramaz bir çocuğun kumandayla sürekli oynamasına benzer bir durum: Filmi kendi çabanızla anlamanız gerekiyor.
Bunca zahmet değiyor tabi:
İyi bir sonla bitiveriyor kitap:
Felsefe ölüyor; eylem başlıyor…

65
Liman Kütüphanesi / Çeviri ve Çevirmenler Üzerine
« : 23 Nisan 2013, 23:36:36 »

Edebiyat dünyasının ve şimdilerde televizyon dünyasının görünmez, bakılmaz kahramanlarından bahsedelim istiyorum. Hak ettikleri saygıyı ve önemi onlara sunalım istiyorum. Görünür olsunlar istiyorum. Adları ön kapakta da olsun, emeklerinin karşılığını hem maddi hem manevi alsınlar istiyorum. Kitapları anarken çevirmeninden mutlaka bahsedilsin istiyorum. Bunca isteğimin çözümü burası değil elbet ama buradan da bir kıvılcım büyüsün istiyorum. Özellikle çevirmenlerden, çeviriden bahsedelim, çok emek vereni, baştan savanı tartışalım konuşalım, istiyorum. Bunun üzerine bahsi açılacak çok mesele var belki ama daha hızlı ve daha az "sıkıcı" olması sebebiyle önce sevdiğimiz çevirmenlerden bahsedelim istiyorum. Daha sonra kendiliğinden değişir belki tartışmanın/konuşmanın seyri. Ne dersiniz?

En sevdiğim çevirmenler ve onları keşfetmemi sağlayan kitaplar:

Aylin Ülçer, Köpekbalığı Metinleri, Steven Hall (İngilizce'den)
Tevfik Turan, Koku, Patrick Süskind (Almanca'dan)
Zeynep Heyzen Ateş, 2666, Roberto Bolaño (İspanyolca'dan)
Funda Uncu, Chuck Palahniuk çevirileri (İngilizce'den)
Nur Yener, Ben, Lucifer, Glen Duncan (İngilizce'den)
Esat Ören, Çağrı, Stephen King (İngilizce'den)
Niran Elçi, Kıyamet Gösterisi, Neil Gaiman ve Terry Pratchett (İngilizce'den)
Sönmez Güven, Kahkahalar Ülkesi, Jonathan Carroll (İngilizce'den)
Algan Sezgintüredi, Felsefenin Öldüğü Gün, Casey Maddox (İngilizce'den)
Belkıs Çorakçı Dişbudak, Trevanian çevirileri (İngilizce'den)

daha çok var ama giriş için yeterli.

66


Kitab-ı Duvduvani - Y. Hakan Erdem

Tarihçi Y. Hakan Erdem'in ilk romanı, bir tesadüf kütüphanede denk gelince alıp okumaya başladığım, okudukça sevdiğim, sevdikçe hayran kaldığım, kitabın bitimindeki Osmanlıca sözlüğü fotokopiyle çoğaltıp ezberlemeye çalıştığım güzide bir eser. İlla bir türe dahil edilecekse Tarihi-Fantastik denilebilir.
Kitabın baş kişisi tarihe meraklı reklamcı Utku Suat Ferid Ceylani'dir; kendisi bir gün tesadüfen bir kitap bulur, kitap Tasviri Kubad Duvduvani Efendi denilen bir zatındır ve inanılmaz bir gücü vardır: Nasıl okunursa tarih o şekilde yeniden şekilleniyordur. Bu fantastik temel üzerinden yazar; paralel evrenler kurarak, zaman doğrusu üzerinde sıçramalar yaparak, anlatıcıyı sürekli değiştirerek, tarih ve dil konusundaki engin bilgilerini güçlü mizah duygusuna katık ederek okura nadide bir okuma tecrübesi sunar. Hakan bey, bu fantastik romanla, öğretici bir üslup takınmadan, tarihi kafasına göre yeniden yazan tarihçilere güçlü bir eleştiride bulunuyor. Türk edebiyatında keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce güzel eserden biri.

67

Bu kısa roman veya uzun öykü, çok eğlenceli ve gerçekçi bir dünya tasavvuru üzerine kurulmuştur.
Anlatayım: Dünya İmparatorluğu, evrenin dört bir tarafını dolaşıp kimi gezegenlerdeki medeniyetleri kendi hakimiyeti alma çabasına girmiştir. Bu uğurda kimi zaman diplomatik kimi zaman saldırgan tutumda bulunmuştur. Ama bu kez bu iki tutumun da işe yaramayacağı garip bir gezegene denk gelirler.

İşte o eğlenceli ve gerçekçi dünya tasavvuru bu gezegende yaşanmaktadır. Gezegenin hiçbir üyesi zorla bir şey yapmamakta, herkes özgürce dolaşmakta, diplomasi ile uğraşmamakta, politikayla alakaları bulunmamakta ve para gibi sanal değerlere bel bağlamamaktadır. Tüm bunları ve gayrısını iyi bilen Dünya İmparatorluğu filosunun aklı karışır, çünkü bu insanların özgürlüklerine gem vurup onlara baş eğdirememektedirler.

Kitabın ortalarına doğru şaşırtıcı ve gezegendeki herkesin tek bir hareketle etkin kılabileceği bir silahtan bahsedilir, bu silah yüzünden bu toplum asla boyunduruk altına sokulamaz.
Dünya İmparatorluğu askerlerinin bu toplumu dize getirmek adına yaptıkları ve yapamadıkları, çok komik sahnelere sebebiyet verir. Roman bu açıdan çok eğlenceli. Eric Frank Russell'ın tarzı bu bakımdan Douglas Adams'a benzetilebilir. Keyifle okunacak harika bir kitap ve her iyi sanat eserinin yaptığı gibi size peşinden sürükleneceğiniz kuvvetli fikirler bırakıyor.

Kitabın açılış bölümünü okumak için: http://www.metiskitap.com/catalog/text/62582

68
Diğer Fantastik Eserler / Pis İş - Christopher Moore
« : 20 Nisan 2013, 23:32:46 »

Pis İş - Christopher Moore
Çeviren: Ayşe Dağıstanlı

Kendi halinde kahramanımız Charlie Asher'ın güllük gülistanlık hayatı birden tepetaklak olur çünkü ona çok pis bir görev verilir. Her ne kadar bu görevi yerine getirmeye pek niyetli değilse de görev çok yukarlardan geldiği için reddedemez. Charlie Asher, bir yandan bu pis işi yaparken bir yandan da küçük kızını büyütmeye çalışır. Onu rahat bırakmayan yaratıklar ve ona yardım eden nane yeşili bir adam vardır. Gotik kız Lily, emekli polis Ray, yaşlı rus ve çinli teyzeler Bayan Korjev ile Bayan Ling ve Charlie'nin küçük tatlı kızı Sophie: Çok garip roman kişileriyle dolu olan kitabın her sayfası çok komik ve şaşırtıcı.

Aşağıdaki alıntı, babası gibi özel bir güçle donatılmış olan Sophie'nin yanlışlıkla yaptığı ölümcül bir olay sonrasında cereyan eder:

"Tatlım, Babacık o şeyi neden bir daha yapmaman gerektiğini söyledi anlıyorsun değil mi?"
"Biz diğer insanlardan farklı olduğumuz için mi?" dedi Sophie.
"Doğru tatlım, çünkü biz diğer insanlardan farklıyız" dedi Charlie dünyanın en akıllı, en güzel küçük kızına.
"Bunun nedenini de biliyorsun, değil mi?"
"Çünkü biz Çinliyiz ve Beyaz Şeytanlara güvenilmez?"
"Hayır biz Çinli olduğumuz için değil."
"Çünkü biz Rusuz ve kalplerimizde çok fazla keder var?"
"Hayır kalplerimizde fazla keder yok."
"Çünkü biz güçlüyüz, ayı gibi?"
"Evet, canım bu yüzden. Biz farklıyız çünkü biz güçlüyüz, ayı gibi."
"Ben biliyordum zaten. Biraz daha çay ister mi Babacık?"
"Evet Sophie, biraz daha çay isterim."


Christopher Moore'u Tom Robbins'e ve Douglas Adams'a benzetiyorum, kendisi fantastik öğelerle mizahi iyi harmanlıyor.

69
Eğlence & Mizah / Tek Cümleyle Kitap Özeti
« : 20 Nisan 2013, 23:03:14 »
Kitapların bir cümleyle özetini sunabiliriz belki. Zihin açıcı ve eğlenceli olur.

Başlıyorum:
(Kitabın ismi gizlenmiştir, tahmininiz doğru mu, tıklayıp bakınız)
Spoiler: Göster
2001: Bir Uzay Efsanesi - Arthur C. Clarke:

Aşırı gelişmiş enerji misali uzaylıların gönlünden geçer: "Şu dünyada da bir dikilitaşımız olsun ne var?"

70
Diğer Fantastik Eserler / Ben, Lucifer - Glen Duncan
« : 14 Nisan 2013, 12:36:51 »


Ben, Lucifer - Glen Duncan
Çeviren: Nur Yener

Tanrı'yla kafa bulan Şeytan'ın insan bedenindeki bir aylık sergüzeştini konu edinen eğlenceli, kışkırtıcı ve bir o kadar da karmaşık kızıl kitap.
Yazar: Glen Duncan.
Hakkında söylenebilecek onlarca güzel şeyin yanı sıra bu kitabın en güzel yanı o kusursuz çevirisi. Böylesine karmaşık ve kültürümüzden uzak öğeler barındıran bir eseri, dilimize sanki Türkçe yazılmış hissi uyandıracak kadar akıcı ve hoş çeviren Nur Yener'in ellerine sağlık, zihni dert görmesin!

Kitaba gelirsek; 222 sahifelik bu güzide kızıl kitabın üzerine kurulduğu temel, pek bildik: Şeytanın bir insan bedeninde yeryüzüne inmesi.

Dikkat! Yazının gizlenen kısmı keyif kaçırıcı bilgi içerir.

Spoiler: Göster
İlkin, Karanlıkların Efendisi’nin sebeb-i ziyaretinden dem vuralım: Tanrı, şeytanla yeni bir anlaşma yapmak ister, buna göre, şeytan intiharın eşiğinde başarısız bir yazmanın(kitapta "yazar" yerine kullanılan bu tatlı sözcükten vazgeçemedim) bedeninde bir ay süreyle insanlar âleminde yaşayacak, bu süre boyunca uslu duracak ve buna karşılık affedilip melekler diyarına geri yollanacaktır.
Tabi ki Lucifer, bu anlaşmayı kabul eder; lakin şartların hiçbirini gerçekleştirmez. Bir sınavdan ziyade bedava bir tatil saydığı bu bir ayı, uyuşturucu(her türlüsü), seks(her türlüsü) ve (her türlü)eğlenceyle geçirir.


Buraya kadar, eğlenceli, hareketli ve ilginç bir romanda olması gereken her şeyin "Ben, Lucifer"de var olduğunu gördük; ama çoksatar birçok yazarın ellerinde, aylarca konuşulacak, müthiş tempolu ve çekici bir kitap haline dönüşebilecek bu konu, Glen Duncan'ın o sınır tanımayan, yerinde duramayan zekâsının hâkimiyetindeki yetenekli ellerinde, eğlenceli olduğu kadar kafa-işletici de bir deneyime dönüşüyor.

Romanın anlatıcısı Lucifer'in ta kendisi. Böyle olunca, çılgın, eğlenceli ve Tanrı'ya dair fazlasıyla cüretkâr bir anlatım tarzı hâkim oluyor kitaba:

"İhtiyar ilk günden itibaren güvensizdi. İlahi Reis’in İlahi Anüs’ünü sıkıntıdan kurtararak evreni, kulakları sağır eden göksel bir uyum içinde O’nun pek-hoş-bir-adam olduğunu haykıran, 301.655.722 yaltakçıyla doldurdu. (haa, sırası gelmişken, bizim sayımız budur. Bizler yaşlanmayız, …"

"Ne kadar çok üstün yanı olursa olsun, O'nun kesinlikle hiç mizah duygusu yoktur. Mükemmellik buna meydan vermez. (Nükteler hayal edilebilir olanla gerçekte olan arasındaki mesafeyi kateder, bu ister istemez gerçekte kendi hayal edebildiği her şey olan bir varlık için mönüye dahil değildir -onun ..."

"Eğer elde ettiği her şey baştan garantiyse, pekala bir müzik kutusu da kurabilirdi."

"Ben gururlu biriyim -şu gururum çok abartıldı- fakat aptal değilim. Eğer tanrı beni yok etmek isteseydi, bunu yapabilirdi. Cia ve Saddam'dır O."

Anlatıcının şeytan olması, beraberinde, anlamakta zorluk çektiğimiz ilahi tartışmaları da getiriyor; bunun yanında kitabın doğrusal ilerlemesini de engelliyor; çünkü Lucifer, insanlık ve evren var olmadan önceki(eski zaman) anılarını ve insanoğlunun varoluşuyla birlikte başlayan (yeni zaman) yaşantısına dair anılarını, karmaşık bir şekilde konudan konuya atlayarak aktarıyor ve böylece yukarıda bahsettiğim, ortalama okuyucuyu oldukça etkileyecek, çoksatar konu da bu karmaşık ve oradan oraya sıçrayan entelektüel ifadelerin içinde etkisini yitiriyor. İyi ki de öyle oluyor, çünkü geriye, içi boş afili bir kitap yerine, sabırlı, nitelikli ve edebiyatperver okuyucu için, dopdolu eğlenceli bir kitap kalıyor.

71


Kahkahalar Ülkesi - Jonathan Carroll
Çeviren: Sönmez Güven


"Tabaklar gümüş takımlardan nefret ediyorlardı, onlar da bardaklardan. Birbirlerine zalimce şarkılar söylüyorlardı. Şangırt. Tıngırt. Donk. İşte böyle bir huysuzluk, hem de günde üç kere."

"Tehlikeli olan sorulardır. Onlara elleşmeyin, bırakın uyusunlar. Sorarsanız, uyandırırsanız, bildiğinizden de fazlası kaldıracaktır başını."

"Sesimin kendinden emin ve güçlü çıkmasını arzu etmiştim, ama sözcükler gırtlağımı sanki gün ışığından ürküyorlarmışcasına sürünerek terk ettiler."

"Her şey çok hoştu. Hayatımın karanlık köşelerine baktım ve hangisinin bana bir numara çekmeye hazırlanmakta olduğunu merak ettim... Yanıt yoktu. Olmasını da beklemiyordum zaten."


Hayran olduğunuz bir kitap, bir yazar varsa, Kahkahalar Ülkesi'ni okuyun mutlaka. Bu hayranlığı çok güzel tanımlayan bir hikaye anlatıyor çünkü. Yazmanın, en güzel yaratım süreci olduğunu düşünüyorsanız, mutlaka okuyun bu kitabı. Çünkü bu kitap, yazma sanatına harika bir saygı duruşu. Aşkın gerçekçi bir sunumunu görmek istiyorsanız mutlaka edinin bu kitabı: Tutku mu, huzur mu? Çok garip, olağan dışı bir kasabada aylar geçirmek isterseniz hiç kaçırmayın bu kitabı. Gülmek istiyorsanız, şaşırmak istiyorsanız kesinlikle geçin bu kitabın başına. İyi çevrilmiş bir kitap okumak istiyorsanız hiç durmayın: Sönmez Güven'in harika çevirisi, Jonathan Carroll'ın müthiş kalemi okunmayı bekliyor.

Bal çalalım dimağınıza:
İngilizce öğretmeni Thomas Abbey, en sevdiği yazar Marshall France'in biyografisini yazmayı aklına koyar. Bu uğurda, yine Marshall France'e duyduğu hayranlık sayesinde tanıştığı ve çok hoşlandığı kuklacı Saxony Gardner ile Marshall France'in doğduğu kasabaya, Missouri eyaletinde bulunan Galen'a gider. Kasabadan, önceki biyografi yazarlarına gösterilen tepkiye benzer bir tepki göreceğini düşünse de tam tersi olur: Marshall France'in kızı Anna France başta olmak üzere, tüm kasaba ona iyi davranır ve biyografiyi yazması için destek çıkar. Kasabada bir ev tutan çift, bir yandan Marshall France'in hayatına dair detaylara ulaşmaya çalışırken diğer yandan kasabada meydana olağan dışı olaylara alışmaya çalışırlar. Tüm garip olayların açıklaması, büyülü bir sonla bize ulaşır, kitabı ağzımız açık kapatırız.


72


Köpekbalığı Metinleri - Steven Hall
Çeviren: Aylin Ülçer


İngiliz yazar Steven Hall'un ilk romanı olan Köpekbalığı Metinleri, müthiş bir bilimkurgu eseri, aslında belirli bir türe sokamayacağımız kadar özgün olan bu eserin başat özelliklerine baktığımızda bilimkurgu ağırlıkta. Konusundan biraz bahsedersem ne demek istediğim açığa çıkacaktır:
Ana kişimiz Eric Sanderson, bir sabah uyanır; kim olduğunu, nerede olduğunu, niye orada olduğunu, başına neler geldiğini, hatta adını bile hatırlamaz. Kendine gelmeye çalışırken bir zarf bulur, zarfı açar:

"Eric,
Her şeyden önce, sakin ol.
Şu anda bunu okuyorsan ben burada değilim demektir. Ahizeyi kaldır ve 1 tuşuna kayıtlı numarayı ara. Telefona çıkan kadına Eric Sanderson olduğunu söyle. Kadın bir doktordur ve adı da Randle’dır. Doktor Randle durumu hemen anlayacak ve seni derhal kabul edecektir. Anahtarları al ve sarı cipi doktor Randle’ın evine sür. Daha bulmadıysan diye söylüyorum, zarfın içinde bir kroki var. Evi buraya fazla uzak değil ve bulması da oldukça kolay.
Doktor Randle bütün sorularını cevaplayacaktır. Yalnız hiç vakit kaybetmeden gitmen gerekir. Başlangıç karesini atlama. Araştırma yapmaya kalkışma. Kasadan 200 £ alma.
Evin anahtarlarını basamakların sonunda, tırabzandaki çivide bulacaksın. Yanına almayı unutma.
Pişmanlık ve aynı zamanda umutla,
ilk Eric Sanderson."

Bu şaşırtıcı mektupla açılan roman büyük bir hızla ilginç ve ürkütücü olaylar dizisine devam eder. Kavramsal balıkların, kendini kopyalamayı başaran bir adamın, şifrelerin, ampüllerin ve aşkın ve daha bir çok şaşırtıcı şeyin çok güzel bir kurguyla işlendiği bu güzel roman, büyük bir okuma keyfi sunuyor.

Kitabın isminde psikiyatrideki o ünlü mürekkep testleriyle ilintili bir sözcük oyunu var:
The Rorschach Tests
The Raw Shark Texts

Steven Hall neden kitabının ismini böyle bir sözcük oyunu üzerine kurduğunu anlatırken kitabın nasıl bir kitap olduğunu da ortaya koyuyor aslında:
İstiyor ki Rorschach mürekkep testine bakanların her biri nasıl farklı, belki de görmek istedikleri şeyler görüyorlarsa kitabını okuyan her okur da onu farklı bir kitap olarak algılasın:
Aşk romanlarını seven bu kitapta bir aşk romanı bulsun; gerilim isteyen gerilim, macera isteyen macera, bulmaca isteyen bulmaca, bilimkurgu isteyen bilimkurgu bulsun. Öyle de oluyor: Kitap, okuyana çok acıklı bir aşk hikayesi, bir adamın bambaşka bir ölüme karşı umutsuz mücadelesini, müthiş bir bilimkurgu öyküsü ve kitabı elinizden bırakmanıza izin vermeyen bir gerilim ve macera harmanı sunuyor. Tüm bu parçaları birbirine öylesine ustaca bağlıyor ki hiçbiri eğreti durmuyor.

Çeviriden de bahsetmek gerek mutlaka:
Aylin Ülçer'in elleri dert görmesin, bir şaheser yaratmış. Bu çeviri üniversitelerin çeviri bölümlerinde okutulmalı, bir kurgu eser Türkçe’ye nasıl çevrilir gösterilmeli böylece. Öyle güzel ki Aylin Ülçer'in Köpekbalığı Metinleri, insan bazen kitabın hayret verici olaylarına değil de çeviride kullanılan biçim ve sözcük seçimlerine hayran kaldığını fark ediyor. Özellikle belirteç çevirilerindeki olağanüstü seçimler insanı mutluluktan uçuruyor, daha evvel hiç bir çeviri eserde görmediğim tercihler bunlar.
Ve yerelleştirmeler: Türk kültürüne ait deyimler, atasözleri, ifadeler çeviride öylesine yerli yerinde kullanılmış ki insan zevkten dört köşe kitabın içine dalıyor. Burada tabi Can Yücel yerelleştirmesinden bahsetmiyorum, neredeyse Türkçe yazılmış gibi çevirmemiş Aylin hanım, okumayı kolaylaştırıcı ama metnin aslına halel getirmeyen kusursuz Türkçe dokunuşlar yapmış. Hele ki kitaptaki çiftin birbirleriyle şakalaştıkları yerler, insanın içini ısıtan bir Türkçe ile çevrilmiş. Muazzam, muhteşem, kusursuz. Ben hayran hayran okudum ve zaman zaman da açıp okuyacağım bu değerli çeviriyi. Abarttığım düşünülebilir ama az çok iyi bir okur olduğunu düşünen bu ademoğlu hayatında böyle tatlı bir çeviriyi ya iki ya üç kez okumuştur.



Sayfa: 1 ... 3 4 [5]