Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar -

Sayfa: 1 ... 33 34 [35]
511
Ütopya/Distopya / Ynt: Fahrenheit 451
« : 20 Nisan 2013, 16:05:05 »
Yine yeniden diline değinmek gerek bu güzide eserin, öyle güzel sözcük seçimleri öyle güzel ifadeler var ki insanı zevklendiriyor. Alıntılar derdimi bir nebze anlatacaktır (koyu kısımlar benim, alıntıların tamamı Zerrin Kayalıoğlu, Korkut Kayalıoğlu, İthaki, 1999 çevirisinden):

"Yüzü ince ve süt gibi beyazdı, her şeye bıkmayan bir merakla dokunmanın güzel açlığı vardı yüzünde." (s. 25)

"Montag kendini onun gözlerinde gördü. Tertemiz iki damla parlak suda, karanlık ve ufacık, ağzının kenar çizgileri kadar belirgin ayrıntılarıyla her şey oradaydı. Kızın gözleri mucizevi iki menekşe rengi kehribar gibi Montag'ı yakalayıp bozulmadan saklıyordu sanki. Yüzü, şimdi onun tarafına dönük şekliyle içi yumuşak, sürekli ışık dolu kırılgan bir süt kristalini andırıyordu." (s. 28)

"Ne kadar nadir diğer insanların yüzleri sizi sizden alıp, kendi duygularınızı, en derin titrek düşüncelerinizi size yansıtırdı?" (s. 33)

" 'Hem de çok aşığım!' Montag yüzüne sözcüklere uygun bir anlam vermeye çalıştı, ama öyle bir yüz yoktu." (s. 48)

" 'Sonunda evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, tüm dünyada (geçen akşamki varsayımın doğruydu), itfaiyecilere eski amaçla gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi, bizim anlaşılabilir ve haklı aşağılık kompleksine kapılma korkumuzun odağı olan iç huzurumuzun sorumluları olmak; resmi sansürcüler, yargıçlar ve cellatlar olmak. İşte, Montag, sen ve ben bunlardan biriyiz.' " (s. 96)

" 'Merhamet, Montag, merhamet. Onlarla çekişip dırdır etme; biraz önceye kadar sen de onlardan biriydin. Sonsuza kadar devam edeceklerine o kadar eminler ki. Fakat edemeyecekler, bunun uzayda güzel bir ateş meydana getiren bir meteor olduğunu, fakat eninde sonunda bir gün çarpacağını bilmiyorlar. Onlar sadece alevi, senin de önceden gördüğün gibi, sadece güzel ateşi görüyorlar.' " (s. 155)

"Kitaplar fırlayarak ateşte yanan kuşlar gibi dans ettiler, kanatları kırmızı ve sarı tüylerle tutuşmuştu. Sonra, büyük, aptal canavarların beyaz düşünceleri ve karlı rüyalarıyla uyumakta oldukları salona geldi. Üç boş duvara da kısa birer yıldırım gönderdi ve boşluk ona doğru tısladı. Boşluk daha boş bir ıslık, mantıksız bir çığlık oluşturmuştu. Hiçliğin üzerinde sanat icra ettiği boşluğu düşünmeye çalıştı, fakat yapamadı. Boşluğun ciğerlerine girmemesi için nefesini tuttu. Odanın bu müthiş yalnızlığına, geri çekilip, -bütün odaya büyük bir parlak sarı ateş çiçeği göndererek son verdi. Her şeyi kaplayan yangına dayanıklı plastik tabaka yarıldı ve ev alevler içinde sarsılmaya başladı." (s. 173,174)

"Daha sonra, Montag karanlıkta yürüdü. Helikopterlerin yaklaşan uzun kışın ilk karları gibi indiklerini görebiliyordu..." (s. 191)

"Granger durup Montag'la geriye baktı. 'Büyükbabam, herkes öldüğü zaman geride bir şey bırakmalı, derdi. Bir çocuk, bir kitap, bir resim, bir ev, yapmış olduğu bir duvar ya da bir çift ayakkabı. Ya da ekili bir bahçe. Ellerinin bir şekilde dokunduğu ve ruhunun öldüğün zaman gidebileceği bir şey, öyle ki insanlar senin diktiğin ağaç ya da çiçeğe baktığı zaman seni orada görebilsinler. Ne yaptığın önemli değil, derdi, yeter ki sen ellerini onun üstünden çektiğin zaman, ona dokunduğun zamanki halini değiştiren bir şey yapmış olasın. Otları sadece biçen bir adamla, gerçek bir bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Otları biçen bir adam orada hiç bulunmamış gibidir, fakat bahçıvan ömür boyu oradadır.' " (s. 227)

512
Aciz Bir Karşılaştırma/Değerlendirme Çabası

Çeviriye emek verenlerin, M. İhsan Tatari'nin ve Ozancan Demirışık’ın ellerine sağlık, çok güzel bir çeviri olmuş. Keyifle okudum. Görselleri hazırlayan Hakan bey de harika bir iş çıkarmış, elleri dert bulmasın. Kağıda basıp kendimce bir cilt de yaptım öyküye, saklayacağım.

Öykünün daha evvel başka bir yayınevi tarafından bir seçkide yayınlandığını fark edip bu seçkinin kitaplığımda mevcut olduğunu görmem keyfimi iki katına çıkardı, çünkü çevirileri karşılaştırmak benim için hep zihin açıcı olmuştur.

Öykü daha evvel Nokta Kitap'ın markası olan 7. Kapı Yayınevi'nden çıkan "2004 Yılının En İyi Fantezi ve Korku Öyküleri" adlı derlemede yayınlanmış; daha sonra yine Nokta Kitap'ın markası olan ve şu sıralar piyasada çok gördüğümüz Kalipso Yayınları'ndan çıkan "Hortlak" adlı kitapta yayınlanmıştır ki bu kitap "2004 Yılının En İyi Fantezi ve Korku Öyküleri" kitabının aynıdır, sadece isim değiştirilmiş ve "Steve Barron" diye uydurma bir yazar ismi konmuştur kapağa.
Kitaplara bakabilirsiniz:
1. http://www.idefix.com/kitap/2004-yilinin-en-iyi-fantezi-ve-korku-oykuleri-stephen-king/tanim.asp?sid=PHJXJ8ME704YYEOO3J9D
2. http://www.idefix.com/kitap/hortlak-steve-barron/tanim.asp?sid=NO7Z0EH7F2E76CLW6D0L

Bu yayıncılık sahtekarlığını bildirdikten sonra "Hortlak" adlı kitapta yer alan ve Aslı Öztürk'ün yaptığı "Zümrüt Üzerine Bir Çalışma" çevirisi ile M. İhsan Tatari'nin "Zümrüt Soruşturma"sını karşılaştırmaya geçeyim (bu karşılaştırma denemesi, meraklı bir okuyucunun zihnine düşenlerden fazlası değildir, okuyucunun cüretini mazur görmenizi diler, çevirmenlerden af dilerim):

Öykünün özgün ismi, A Study in Emerald. A. Conan Doyle’un “A Study in Scarlet” adlı romanına çok benzeyen bu öykünün isminin de Türkçe çevirisine benzetilmesi çok doğal ve yerinde; lakin “Kızıl Soruşturma” ismi “A Study in Scarlet” romanının içinde şöyle geçiyor:
“Onu yakalayacağım, Doktor - onu yakalayacağıma dair sizinle bahse girerim. Tüm bunlar için size teşekkür etmeliyim. Siz olmasaydınız gitmeyip şimdiye dek karşılaştığım en ilginç soruşturmayı kaçıracaktım: Kızıl Soruşturmayı. Biraz sanat jargonu kullanmanın sakıncası yok. Yaşamın renksiz döngüsünden kopup gelen kızıl bir cinayet örneği var önümüzde, bu durumda bizim görevimiz bunu çözmek ve her noktasını gün ışığına çıkarmaktır.”
Yani “study” sözcüğü dolaysız olarak “soruşturma” anlamında kullanılıyor; ama Gaiman’ın “A Study in Emerald” öyküsünde “study” sözcüğü “Bir anlığına bunun cehennemlik bir ressamın işi olduğunu düşündüm, zümrüt yeşili bir çalışma yapmaya karar veren bir ressamın…” cümlesinde, bir ressamın zümrüt rengi üzerine yaptığı bir “çalışma” anlamında kullanılıyor. Böyle bakınca Aslı Öztürk'ün tercihi daha doğruymuş gibi görünüyor. Diğer yandan okuyucuya bir ön bilgi vermesi ve tanışıklık yaratması adına M. İhsan Tatari'nin "Zümrüt Soruşturma" tercihi daha sanatlı.

Öykünün başındaki görselde geçen “Crowned Heads of Europe” ifadesinin Aslı Öztürk'ün yaptığı gibi “Avrupa’nın Taçlı Başları” şeklinde çevrilmesi daha uygun görünüyor. İhsan beyin “Avrupa’nın Kraliyet Aileleri” tercihi okuyucuya açıklama getirmek için yapılmış gibi.

İhsan beyin “and my mouth fell open and my eyes opened very wide.” ifadesinin çevirisindeki yerelleştirmeye bayıldım: “ve ağzım bir karış, gözlerimse faltaşı gibi açıldı.”
Aslı hanım burada “ve benim ağzım açık kalmış, gözlerim fincan tabağı kadar büyümüştü” şeklinde abartılı bir tercihe yönelmiş. Rahatsız edici.

İhsan bey “I had once been a crack-shot.” İfadesini olması gerektiği gibi “Eskiden bir keskin nişancıydım.” Şeklinde çevirirken Aslı hanım tamamıyla yanlış çevirerek “Bir keresinde de vurulmuştum.” demiş ve bu hatasını öykünün ilerleyen sayfalarında devam ettirmiş.

İhsan bey “He did not look like my idea of a police inspector, but then, my friend looked little enough like my idea of a consulting detective-whatever that might be.” ifadesini “Benim kafamdaki polis müfettişi tipiyle alakası yoktu. Ama öte yandan dostumun da bir danışman dedektife benzer bir yanı yoktu – o her ne demekse…” şeklinde çevirmiş ama bana göre buradaki “looked little enough like” ifadesi “benzer bir yanı yoktu” yerine “biraz olsun benziyordu” anlamını veriyor. Aslı hanım “yeterince benziyordu” demiş, tam doğru bir çeviri olmasa da özgün ifadeye daha yakın.
(kahlan amnell'in uyarısıyla yukarıdaki değerlendirmemi yeniden gözden geçirdim ve farkettim ki İhsan beyin tercihi daha yerinde, öykünün bağlamına da daha uygun)

4. Bölümdeki görselde geçen “Cahilleri Denediniz – Şimdi de Mahiri Deneyin!!!” ifadesi çok güzel, özgün halinin kafiyesine uygun: “You’ve Tried The Rest - Now Try The Best!!!”
İhsan beyin tercihine bayıldım. Aslı hanımın tercihi sadık olsa da güzel değil, çok sönük: “Hepsini Denediniz, Şimdi de En İyiyi Deneyin!!!”

İhsan bey “As much as the next man,” ifadesini olması gerektiği gibi, deyimin anlamına uygun biçimde çevirerek “Hemen herkes kadar” derken Aslı hanım “En az karşımdaki adam kadar” diyerek ifadeyi deyim anlamıyla değil kelimesi kelimesine çevirmeye çalışmış. Ufak bir sözlük araştırması bu yanlışa düşmesini engelleyebilirdi.

“following his example, I carried a stout stick.” İfadesini İhsan bey, “onu taklit ederek yanıma kalın bir baston aldım.” şeklinde çevirmiş; lakin öykü kişilerinin tehlikeli bir yere girmeden evvelki tedbirli hallerini anlatan bu ifadedeki “stick” sözcüğü “baston”dan çok “sopa” anlamına geliyor gibi. Bu açıdan Aslı hanımın “onu taklit ederek elime kalın bir tahta parçası geçirdim.” çevirisi daha uygun.

Bir coşku nidası olan “Huzzah!” ifadesini İhsan bey “Hurra!” diye çevirmiş, yabancı bir ifadeyi yine yabancı bir nida ile Türkçe’ye aktarmış, biraz rahatsız edici. Çoğu yerelleştirmede harikalar yaratan İhsan bey burayı es geçmiş sanırım. Aslı hanımın “Yaşa, varol!” tercihi çok yerinde.

İhsan bey, “Oil lamps and candles guttered in front of smeared looking glasses” cümlesini “Yağ lambaları ve mumlar lekeli aynaların önüne oluklar açmıştı.” şeklinde çevirmiş ama “gutter” sözcüğünün “oluk açmak” anlamı yanında “mumun eriyip akması” anlamı da mevcut. Böyle olunca “oluk” karşılığı garip duruyor. Aslı hanımsa sözcüğü ya hiç çevirmemiş ya da bambaşka bir anlamda kullanarak “yağ kandilleri ve mumların soluk ışıklarının yansıdığı lekeli aynalarda” demiş.

“I do not believe I have had the pleasure…?” ifadesinin Aslı hanım çok yanlış çevirerek “Biraz rahat edemeyecek miyim?” demiş, bu ve bunun gibi, öykünün keyfini kaçıracak denli büyük yanlışlar yapıyor Aslı hanım. İhsan bey bu kısmı layıkıyla çevirmiş: “Daha önce tanıştığımızı sanmıyorum…?”

“what might have happened if people had had no Royal Families to look up to-a world of barbarism and darkness-“ ifadesi Aslı hanım tarafından tamamıyla yanlış çevrilmiş: “eğer insanlığın başında bir barbarlık ve karanlıklar dünyasına özlem duyan kraliyet aileleri olmasaydı neler olabileceği”. Lakin İhsan bey cümleye doğru anlamını tamı tamına vermiş:
“Kraliyet Aileleri olmasa neler olabileceğinden bahsedebilirdi – bir barbarlık ve karanlıklar çağı –“
Aslı hanımın yaptığı bu hatalar iyi bir düzeltiyle savuşturulabilecekken yayınevinin baştan savmalığı buna engel oldu sanırım.

“I hope it will not turn out to have been a pipe-dream!” ifadesi, öyküde kelime oyununa bağlı bir şakaya dönüşüyor. Vernet, az evvel pipo içtikleri için “acaba pipo yüzünden hayal mi görüyorum” demeye getiriyor ve İhsan beyin dipnotta belirttiği gibi “pipe-dream”in “boş hayal” anlamını kelime oyununa katıyor. Böyle olunca dipnot, espriyi anlamamız için yardımcı oluyor ve ifade kelimesi kelimesine çevriliyor. Bu tercihi kendi adıma çok doğru buluyorum. Aslı hanımın tercihi ise şöyle: “Umarım tütün kesenize benzemez.”. Aslı hanım “pipe-dream” deyiminin asıl anlamını es geçip öykünün baş kişisinin tütün kesesini evde unuttuğunu söylediği ana gönderme yapıyor. Her ne kadar okurken komik ve yerinde görünse de özgün metne sadakatten uzak.

“That’s the Tall Man found, or I’m a Dutchman.” ifadesi İhsan bey tarafından kusursuz ve çok hoş bir biçimde çevrilmiş: “Eğer Uzun Adam’ı bulmadıysak ben de Arap olayım.” Böylesine hoş tercihler okuyana büyük keyif veriyor. Aslı hanımsa yine sadık ve sönük bir karşılık bulmuş: “uzun boylu adam oydu, ya da ben bir Hollandalıyım.” Kulağı tırmalıyor.

“the procrustean bed” ifadesi iki çevirmen tarafından benzer biçimde çevrilmiş: İhsan bey: “Procrustes’in Yatağı”; Aslı hanım: “Prokrustes Yatağı”. Aslı hanımın çevirisinde ifadenin yanında bir yıldız(*) var ama sayfanın altında veya öykünün sonunda bir açıklama yok. Yine yayınevinin aymazlığıyla karşı karşıyayız. İhsan beyin bu mitolojik hikayeyi dipnot olarak vermesini beklerdim, ya da Ozancan beyin:
Procrustes adlı mitolojik kahramanın kimi kaynaklara göre bir kimi kaynaklara göre iki yatağı varmış. Gelen geçen yolcuları soyduktan sonra uzun boyluları küçük yatağa yatırır, boyları yatakla bir olacak şekilde ayaklarını keser; kısaları da büyük yatağa yatırır, boyları yatakla bir oluncaya kadar ayaklarından çeke çeke uzatırmış.
Bu efsaneye koşut olarak “the procrustean bed” ifadesi İngilizce’de koşulları kendi isteğine göre değiştirmek anlamında kullanılagelmiş. Gaiman ifadeyi küçük harflerle kullanıyor ama yine de böylesi bir caniden bahsediyor olabilir; zira önceki ifadelerinde tıp alanında çalışanların ne denli vahşi olabileceklerinden bahsediyor.

“bit the sixpence before making it vanish” ifadesi Aslı hanım tarafından “paraları cebine indirmeden önce gözleriyle saydı” şeklinde çevrilmiş; “gözleriyle saydı” kısmını anlayamadıysam da “paraları cebine indirmeden önce” kısmı çok hoşuma gitti. İhsan bey bu ifadeyi “altı peni ortadan kaybolmadan önce parayı ısırdı” şeklinde çevirmiş, sadık bir karşılık olmasına rağmen “altı peni ortadan kaybolmadan önce” kısmı çeviri kokuyor bana göre.

“the streets of London have ears” ifadesi İhsan bey tarafından “Londra sokaklarının kulakları olduğunu” şeklinde çevrilmiş, sadık ve sorunsuz bir karşılık. Aslı hanım “yerin kulağı olduğunu” şeklinde çevirmiş, hoş dursa da geniş bir anlamı var; halbuki daha özel bir anlama işaret etmesi gerekirdi.

İhsan bey “And it is not the price we pay for peace and prosperity.” için “Ve bizim barış ve refah için ödediğimiz bedel bu değil.” karşılığını uygun bulurken Aslı hanım “Bu, barışı ve refahı elde etmek için ödediğimiz bir bedel.” karşılığını tercih etmiş. Böylesine basit bir ifadeyi yanlış aktarmasını yayınevinin özensizliğine bağlıyorum.

İhsan bey “Prince Albert wrote a note to my friend congratulating him on his deductions” ifadesindeki “deduction” sözcüğünü “tümdengelim” şeklinde çevirmiş: “Prens Albert dostumu tümdengelimleri için tebrik eden, ... bir not gönderdi.” Öyküye ilham veren Sherlock Holmes’un davaları çözerken kullandığı yönteme işaret etse de “tümdengelim” karşılığı çeviride çiğ duruyor. Aslı hanım “Prens albert arkadaşıma... olayı aydınlatmasından dolayı tebriklerini ileten bir mektup yazdı.” Karşılığını uygun bulmuş. Bu daha olgun bir karşılık olsa da yeterli görünmüyor. Belki “vardığı sonuçlar için” denebilirdi.

Daha onlarca farklı çeviri tercihi olmasına rağmen ben bu kadarını buraya aktarabildim. Umarım yazıyı sonuna kadar okuyan için beyhude bir çaba olmaz. Genel bir görüş belirtmem gerekirse, İhsan beyin bu işten alnının akıyla çıktığını söylemeliyim. Aslı hanımın burada bahsetmediğim onlarca hatasını tespit ettim, bu hatalar kimi zaman öykünün muhtevasını bozuyordu. Öykünün ruhunu yakalamadaki beceri ve hassasiyeti için M. İhsan Tatari’yi ve düzeltideki dikkati için Ozancan Demirışık’ı tebrik ederim, ikisine de çok teşekkür ederim. Bu aciz incelemede onları kıracak bir şey söylediysem şimdiden af dilerim. Ayrıca Aslı Öztürk’ten de af diliyorum ve yayınevinin üstünkörü çalışması yüzünden bu basit hataları yaptığını düşünüyorum.

Çeviri çok emek isteyen, zorlayıcı bir süreç, çoğu zaman da karşılığı yok. Bazen bir kuru teşekkür bile çok görülür çevirmene. Benim burada yaptığımı, ne olur, hata avcılığı olarak görmeyin, sadece kendi zihnimi işletirken fark ettiklerimi paylaştım. Yaklaşık 8000 sözcükten oluşan bir öyküyü Türkçe’ye aktarmanın zor olduğu aşikar. 1000 sözcüğü bile çevirirken neler çektiğimi ben bilirim. Hata bulmak her zaman daha kolay ve keyiflidir; bir ürün ortaya koymaksa çok zahmetlidir, bunun da bilincindeyim. Yanlış anlaşılmadığımı umut ederek bu zor ve zevkli sanata emek veren herkese İhsan beyin nezdinde teşekkür ediyorum.

513
Diğer Fantastik Eserler / Ben, Lucifer - Glen Duncan
« : 14 Nisan 2013, 12:36:51 »


Ben, Lucifer - Glen Duncan
Çeviren: Nur Yener

Tanrı'yla kafa bulan Şeytan'ın insan bedenindeki bir aylık sergüzeştini konu edinen eğlenceli, kışkırtıcı ve bir o kadar da karmaşık kızıl kitap.
Yazar: Glen Duncan.
Hakkında söylenebilecek onlarca güzel şeyin yanı sıra bu kitabın en güzel yanı o kusursuz çevirisi. Böylesine karmaşık ve kültürümüzden uzak öğeler barındıran bir eseri, dilimize sanki Türkçe yazılmış hissi uyandıracak kadar akıcı ve hoş çeviren Nur Yener'in ellerine sağlık, zihni dert görmesin!

Kitaba gelirsek; 222 sahifelik bu güzide kızıl kitabın üzerine kurulduğu temel, pek bildik: Şeytanın bir insan bedeninde yeryüzüne inmesi.

Dikkat! Yazının gizlenen kısmı keyif kaçırıcı bilgi içerir.

Spoiler: Göster
İlkin, Karanlıkların Efendisi’nin sebeb-i ziyaretinden dem vuralım: Tanrı, şeytanla yeni bir anlaşma yapmak ister, buna göre, şeytan intiharın eşiğinde başarısız bir yazmanın(kitapta "yazar" yerine kullanılan bu tatlı sözcükten vazgeçemedim) bedeninde bir ay süreyle insanlar âleminde yaşayacak, bu süre boyunca uslu duracak ve buna karşılık affedilip melekler diyarına geri yollanacaktır.
Tabi ki Lucifer, bu anlaşmayı kabul eder; lakin şartların hiçbirini gerçekleştirmez. Bir sınavdan ziyade bedava bir tatil saydığı bu bir ayı, uyuşturucu(her türlüsü), seks(her türlüsü) ve (her türlü)eğlenceyle geçirir.


Buraya kadar, eğlenceli, hareketli ve ilginç bir romanda olması gereken her şeyin "Ben, Lucifer"de var olduğunu gördük; ama çoksatar birçok yazarın ellerinde, aylarca konuşulacak, müthiş tempolu ve çekici bir kitap haline dönüşebilecek bu konu, Glen Duncan'ın o sınır tanımayan, yerinde duramayan zekâsının hâkimiyetindeki yetenekli ellerinde, eğlenceli olduğu kadar kafa-işletici de bir deneyime dönüşüyor.

Romanın anlatıcısı Lucifer'in ta kendisi. Böyle olunca, çılgın, eğlenceli ve Tanrı'ya dair fazlasıyla cüretkâr bir anlatım tarzı hâkim oluyor kitaba:

"İhtiyar ilk günden itibaren güvensizdi. İlahi Reis’in İlahi Anüs’ünü sıkıntıdan kurtararak evreni, kulakları sağır eden göksel bir uyum içinde O’nun pek-hoş-bir-adam olduğunu haykıran, 301.655.722 yaltakçıyla doldurdu. (haa, sırası gelmişken, bizim sayımız budur. Bizler yaşlanmayız, …"

"Ne kadar çok üstün yanı olursa olsun, O'nun kesinlikle hiç mizah duygusu yoktur. Mükemmellik buna meydan vermez. (Nükteler hayal edilebilir olanla gerçekte olan arasındaki mesafeyi kateder, bu ister istemez gerçekte kendi hayal edebildiği her şey olan bir varlık için mönüye dahil değildir -onun ..."

"Eğer elde ettiği her şey baştan garantiyse, pekala bir müzik kutusu da kurabilirdi."

"Ben gururlu biriyim -şu gururum çok abartıldı- fakat aptal değilim. Eğer tanrı beni yok etmek isteseydi, bunu yapabilirdi. Cia ve Saddam'dır O."

Anlatıcının şeytan olması, beraberinde, anlamakta zorluk çektiğimiz ilahi tartışmaları da getiriyor; bunun yanında kitabın doğrusal ilerlemesini de engelliyor; çünkü Lucifer, insanlık ve evren var olmadan önceki(eski zaman) anılarını ve insanoğlunun varoluşuyla birlikte başlayan (yeni zaman) yaşantısına dair anılarını, karmaşık bir şekilde konudan konuya atlayarak aktarıyor ve böylece yukarıda bahsettiğim, ortalama okuyucuyu oldukça etkileyecek, çoksatar konu da bu karmaşık ve oradan oraya sıçrayan entelektüel ifadelerin içinde etkisini yitiriyor. İyi ki de öyle oluyor, çünkü geriye, içi boş afili bir kitap yerine, sabırlı, nitelikli ve edebiyatperver okuyucu için, dopdolu eğlenceli bir kitap kalıyor.

514


Kahkahalar Ülkesi - Jonathan Carroll
Çeviren: Sönmez Güven


"Tabaklar gümüş takımlardan nefret ediyorlardı, onlar da bardaklardan. Birbirlerine zalimce şarkılar söylüyorlardı. Şangırt. Tıngırt. Donk. İşte böyle bir huysuzluk, hem de günde üç kere."

"Tehlikeli olan sorulardır. Onlara elleşmeyin, bırakın uyusunlar. Sorarsanız, uyandırırsanız, bildiğinizden de fazlası kaldıracaktır başını."

"Sesimin kendinden emin ve güçlü çıkmasını arzu etmiştim, ama sözcükler gırtlağımı sanki gün ışığından ürküyorlarmışcasına sürünerek terk ettiler."

"Her şey çok hoştu. Hayatımın karanlık köşelerine baktım ve hangisinin bana bir numara çekmeye hazırlanmakta olduğunu merak ettim... Yanıt yoktu. Olmasını da beklemiyordum zaten."


Hayran olduğunuz bir kitap, bir yazar varsa, Kahkahalar Ülkesi'ni okuyun mutlaka. Bu hayranlığı çok güzel tanımlayan bir hikaye anlatıyor çünkü. Yazmanın, en güzel yaratım süreci olduğunu düşünüyorsanız, mutlaka okuyun bu kitabı. Çünkü bu kitap, yazma sanatına harika bir saygı duruşu. Aşkın gerçekçi bir sunumunu görmek istiyorsanız mutlaka edinin bu kitabı: Tutku mu, huzur mu? Çok garip, olağan dışı bir kasabada aylar geçirmek isterseniz hiç kaçırmayın bu kitabı. Gülmek istiyorsanız, şaşırmak istiyorsanız kesinlikle geçin bu kitabın başına. İyi çevrilmiş bir kitap okumak istiyorsanız hiç durmayın: Sönmez Güven'in harika çevirisi, Jonathan Carroll'ın müthiş kalemi okunmayı bekliyor.

Bal çalalım dimağınıza:
İngilizce öğretmeni Thomas Abbey, en sevdiği yazar Marshall France'in biyografisini yazmayı aklına koyar. Bu uğurda, yine Marshall France'e duyduğu hayranlık sayesinde tanıştığı ve çok hoşlandığı kuklacı Saxony Gardner ile Marshall France'in doğduğu kasabaya, Missouri eyaletinde bulunan Galen'a gider. Kasabadan, önceki biyografi yazarlarına gösterilen tepkiye benzer bir tepki göreceğini düşünse de tam tersi olur: Marshall France'in kızı Anna France başta olmak üzere, tüm kasaba ona iyi davranır ve biyografiyi yazması için destek çıkar. Kasabada bir ev tutan çift, bir yandan Marshall France'in hayatına dair detaylara ulaşmaya çalışırken diğer yandan kasabada meydana olağan dışı olaylara alışmaya çalışırlar. Tüm garip olayların açıklaması, büyülü bir sonla bize ulaşır, kitabı ağzımız açık kapatırız.


515


Köpekbalığı Metinleri - Steven Hall
Çeviren: Aylin Ülçer


İngiliz yazar Steven Hall'un ilk romanı olan Köpekbalığı Metinleri, müthiş bir bilimkurgu eseri, aslında belirli bir türe sokamayacağımız kadar özgün olan bu eserin başat özelliklerine baktığımızda bilimkurgu ağırlıkta. Konusundan biraz bahsedersem ne demek istediğim açığa çıkacaktır:
Ana kişimiz Eric Sanderson, bir sabah uyanır; kim olduğunu, nerede olduğunu, niye orada olduğunu, başına neler geldiğini, hatta adını bile hatırlamaz. Kendine gelmeye çalışırken bir zarf bulur, zarfı açar:

"Eric,
Her şeyden önce, sakin ol.
Şu anda bunu okuyorsan ben burada değilim demektir. Ahizeyi kaldır ve 1 tuşuna kayıtlı numarayı ara. Telefona çıkan kadına Eric Sanderson olduğunu söyle. Kadın bir doktordur ve adı da Randle’dır. Doktor Randle durumu hemen anlayacak ve seni derhal kabul edecektir. Anahtarları al ve sarı cipi doktor Randle’ın evine sür. Daha bulmadıysan diye söylüyorum, zarfın içinde bir kroki var. Evi buraya fazla uzak değil ve bulması da oldukça kolay.
Doktor Randle bütün sorularını cevaplayacaktır. Yalnız hiç vakit kaybetmeden gitmen gerekir. Başlangıç karesini atlama. Araştırma yapmaya kalkışma. Kasadan 200 £ alma.
Evin anahtarlarını basamakların sonunda, tırabzandaki çivide bulacaksın. Yanına almayı unutma.
Pişmanlık ve aynı zamanda umutla,
ilk Eric Sanderson."

Bu şaşırtıcı mektupla açılan roman büyük bir hızla ilginç ve ürkütücü olaylar dizisine devam eder. Kavramsal balıkların, kendini kopyalamayı başaran bir adamın, şifrelerin, ampüllerin ve aşkın ve daha bir çok şaşırtıcı şeyin çok güzel bir kurguyla işlendiği bu güzel roman, büyük bir okuma keyfi sunuyor.

Kitabın isminde psikiyatrideki o ünlü mürekkep testleriyle ilintili bir sözcük oyunu var:
The Rorschach Tests
The Raw Shark Texts

Steven Hall neden kitabının ismini böyle bir sözcük oyunu üzerine kurduğunu anlatırken kitabın nasıl bir kitap olduğunu da ortaya koyuyor aslında:
İstiyor ki Rorschach mürekkep testine bakanların her biri nasıl farklı, belki de görmek istedikleri şeyler görüyorlarsa kitabını okuyan her okur da onu farklı bir kitap olarak algılasın:
Aşk romanlarını seven bu kitapta bir aşk romanı bulsun; gerilim isteyen gerilim, macera isteyen macera, bulmaca isteyen bulmaca, bilimkurgu isteyen bilimkurgu bulsun. Öyle de oluyor: Kitap, okuyana çok acıklı bir aşk hikayesi, bir adamın bambaşka bir ölüme karşı umutsuz mücadelesini, müthiş bir bilimkurgu öyküsü ve kitabı elinizden bırakmanıza izin vermeyen bir gerilim ve macera harmanı sunuyor. Tüm bu parçaları birbirine öylesine ustaca bağlıyor ki hiçbiri eğreti durmuyor.

Çeviriden de bahsetmek gerek mutlaka:
Aylin Ülçer'in elleri dert görmesin, bir şaheser yaratmış. Bu çeviri üniversitelerin çeviri bölümlerinde okutulmalı, bir kurgu eser Türkçe’ye nasıl çevrilir gösterilmeli böylece. Öyle güzel ki Aylin Ülçer'in Köpekbalığı Metinleri, insan bazen kitabın hayret verici olaylarına değil de çeviride kullanılan biçim ve sözcük seçimlerine hayran kaldığını fark ediyor. Özellikle belirteç çevirilerindeki olağanüstü seçimler insanı mutluluktan uçuruyor, daha evvel hiç bir çeviri eserde görmediğim tercihler bunlar.
Ve yerelleştirmeler: Türk kültürüne ait deyimler, atasözleri, ifadeler çeviride öylesine yerli yerinde kullanılmış ki insan zevkten dört köşe kitabın içine dalıyor. Burada tabi Can Yücel yerelleştirmesinden bahsetmiyorum, neredeyse Türkçe yazılmış gibi çevirmemiş Aylin hanım, okumayı kolaylaştırıcı ama metnin aslına halel getirmeyen kusursuz Türkçe dokunuşlar yapmış. Hele ki kitaptaki çiftin birbirleriyle şakalaştıkları yerler, insanın içini ısıtan bir Türkçe ile çevrilmiş. Muazzam, muhteşem, kusursuz. Ben hayran hayran okudum ve zaman zaman da açıp okuyacağım bu değerli çeviriyi. Abarttığım düşünülebilir ama az çok iyi bir okur olduğunu düşünen bu ademoğlu hayatında böyle tatlı bir çeviriyi ya iki ya üç kez okumuştur.



516
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Ynt: Kaplan! Kaplan!
« : 05 Nisan 2013, 22:08:10 »
"Kaplan! Kaplan!" benim için kelimenin abartılmamış haliyle bir başyapıttır. Ona olan hayranlığım yüzünden yorumlarım duygusal olabilir.

Çok fazla bilimkurgu eseri okumuş biri değilim: Arthur C. Clarke'tan bir kaç kitap, Douglas Adams, Ray Bradbury, Kurt Vonnegut'tan bir eserle bu türle tanıştım ve çok sevdim okumaya da devam edeceğim. Alfred Bester benim bu dar bilimkurgu birikimim içinde ışıldamaktadır, ulaşabildiğim tüm Türkçe eserlerine ulaştım ve "Kaplan! Kaplan!" hala zirvededir.

Işınlanma olgusunu arka plana oturtup acıtıcı bir intikamı anlatan bu kitap, o muhteşem kurgusuna dahil edilen onlarca buluşun yanında ilk kez sinestezi kavramını kullanan kitaptır: O inanılmaz finaline ulaşıldığı zaman görülecektir ki Alfred Bester, duyuları öylesine allak bullak eder, bu duyuları öylesine güzel tariflerle dile getirir ki okuyucu kalakalır olduğu yerde, zevkten seğirir. Kitaba dair onlarca hayret dolu yorum yapılacakken tekrara düşmemek için bu bilgiyi vermek istedim, belki bir kişi daha bu erişilmez eseri okumak ister diye.

Sayfa: 1 ... 33 34 [35]