511
Ütopya/Distopya / Ynt: Fahrenheit 451
« : 20 Nisan 2013, 16:05:05 »
Yine yeniden diline değinmek gerek bu güzide eserin, öyle güzel sözcük seçimleri öyle güzel ifadeler var ki insanı zevklendiriyor. Alıntılar derdimi bir nebze anlatacaktır (koyu kısımlar benim, alıntıların tamamı Zerrin Kayalıoğlu, Korkut Kayalıoğlu, İthaki, 1999 çevirisinden):
"Yüzü ince ve süt gibi beyazdı, her şeye bıkmayan bir merakla dokunmanın güzel açlığı vardı yüzünde." (s. 25)
"Montag kendini onun gözlerinde gördü. Tertemiz iki damla parlak suda, karanlık ve ufacık, ağzının kenar çizgileri kadar belirgin ayrıntılarıyla her şey oradaydı. Kızın gözleri mucizevi iki menekşe rengi kehribar gibi Montag'ı yakalayıp bozulmadan saklıyordu sanki. Yüzü, şimdi onun tarafına dönük şekliyle içi yumuşak, sürekli ışık dolu kırılgan bir süt kristalini andırıyordu." (s. 28)
"Ne kadar nadir diğer insanların yüzleri sizi sizden alıp, kendi duygularınızı, en derin titrek düşüncelerinizi size yansıtırdı?" (s. 33)
" 'Hem de çok aşığım!' Montag yüzüne sözcüklere uygun bir anlam vermeye çalıştı, ama öyle bir yüz yoktu." (s. 48)
" 'Sonunda evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, tüm dünyada (geçen akşamki varsayımın doğruydu), itfaiyecilere eski amaçla gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi, bizim anlaşılabilir ve haklı aşağılık kompleksine kapılma korkumuzun odağı olan iç huzurumuzun sorumluları olmak; resmi sansürcüler, yargıçlar ve cellatlar olmak. İşte, Montag, sen ve ben bunlardan biriyiz.' " (s. 96)
" 'Merhamet, Montag, merhamet. Onlarla çekişip dırdır etme; biraz önceye kadar sen de onlardan biriydin. Sonsuza kadar devam edeceklerine o kadar eminler ki. Fakat edemeyecekler, bunun uzayda güzel bir ateş meydana getiren bir meteor olduğunu, fakat eninde sonunda bir gün çarpacağını bilmiyorlar. Onlar sadece alevi, senin de önceden gördüğün gibi, sadece güzel ateşi görüyorlar.' " (s. 155)
"Kitaplar fırlayarak ateşte yanan kuşlar gibi dans ettiler, kanatları kırmızı ve sarı tüylerle tutuşmuştu. Sonra, büyük, aptal canavarların beyaz düşünceleri ve karlı rüyalarıyla uyumakta oldukları salona geldi. Üç boş duvara da kısa birer yıldırım gönderdi ve boşluk ona doğru tısladı. Boşluk daha boş bir ıslık, mantıksız bir çığlık oluşturmuştu. Hiçliğin üzerinde sanat icra ettiği boşluğu düşünmeye çalıştı, fakat yapamadı. Boşluğun ciğerlerine girmemesi için nefesini tuttu. Odanın bu müthiş yalnızlığına, geri çekilip, -bütün odaya büyük bir parlak sarı ateş çiçeği göndererek son verdi. Her şeyi kaplayan yangına dayanıklı plastik tabaka yarıldı ve ev alevler içinde sarsılmaya başladı." (s. 173,174)
"Daha sonra, Montag karanlıkta yürüdü. Helikopterlerin yaklaşan uzun kışın ilk karları gibi indiklerini görebiliyordu..." (s. 191)
"Granger durup Montag'la geriye baktı. 'Büyükbabam, herkes öldüğü zaman geride bir şey bırakmalı, derdi. Bir çocuk, bir kitap, bir resim, bir ev, yapmış olduğu bir duvar ya da bir çift ayakkabı. Ya da ekili bir bahçe. Ellerinin bir şekilde dokunduğu ve ruhunun öldüğün zaman gidebileceği bir şey, öyle ki insanlar senin diktiğin ağaç ya da çiçeğe baktığı zaman seni orada görebilsinler. Ne yaptığın önemli değil, derdi, yeter ki sen ellerini onun üstünden çektiğin zaman, ona dokunduğun zamanki halini değiştiren bir şey yapmış olasın. Otları sadece biçen bir adamla, gerçek bir bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Otları biçen bir adam orada hiç bulunmamış gibidir, fakat bahçıvan ömür boyu oradadır.' " (s. 227)
"Yüzü ince ve süt gibi beyazdı, her şeye bıkmayan bir merakla dokunmanın güzel açlığı vardı yüzünde." (s. 25)
"Montag kendini onun gözlerinde gördü. Tertemiz iki damla parlak suda, karanlık ve ufacık, ağzının kenar çizgileri kadar belirgin ayrıntılarıyla her şey oradaydı. Kızın gözleri mucizevi iki menekşe rengi kehribar gibi Montag'ı yakalayıp bozulmadan saklıyordu sanki. Yüzü, şimdi onun tarafına dönük şekliyle içi yumuşak, sürekli ışık dolu kırılgan bir süt kristalini andırıyordu." (s. 28)
"Ne kadar nadir diğer insanların yüzleri sizi sizden alıp, kendi duygularınızı, en derin titrek düşüncelerinizi size yansıtırdı?" (s. 33)
" 'Hem de çok aşığım!' Montag yüzüne sözcüklere uygun bir anlam vermeye çalıştı, ama öyle bir yüz yoktu." (s. 48)
" 'Sonunda evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, tüm dünyada (geçen akşamki varsayımın doğruydu), itfaiyecilere eski amaçla gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi, bizim anlaşılabilir ve haklı aşağılık kompleksine kapılma korkumuzun odağı olan iç huzurumuzun sorumluları olmak; resmi sansürcüler, yargıçlar ve cellatlar olmak. İşte, Montag, sen ve ben bunlardan biriyiz.' " (s. 96)
" 'Merhamet, Montag, merhamet. Onlarla çekişip dırdır etme; biraz önceye kadar sen de onlardan biriydin. Sonsuza kadar devam edeceklerine o kadar eminler ki. Fakat edemeyecekler, bunun uzayda güzel bir ateş meydana getiren bir meteor olduğunu, fakat eninde sonunda bir gün çarpacağını bilmiyorlar. Onlar sadece alevi, senin de önceden gördüğün gibi, sadece güzel ateşi görüyorlar.' " (s. 155)
"Kitaplar fırlayarak ateşte yanan kuşlar gibi dans ettiler, kanatları kırmızı ve sarı tüylerle tutuşmuştu. Sonra, büyük, aptal canavarların beyaz düşünceleri ve karlı rüyalarıyla uyumakta oldukları salona geldi. Üç boş duvara da kısa birer yıldırım gönderdi ve boşluk ona doğru tısladı. Boşluk daha boş bir ıslık, mantıksız bir çığlık oluşturmuştu. Hiçliğin üzerinde sanat icra ettiği boşluğu düşünmeye çalıştı, fakat yapamadı. Boşluğun ciğerlerine girmemesi için nefesini tuttu. Odanın bu müthiş yalnızlığına, geri çekilip, -bütün odaya büyük bir parlak sarı ateş çiçeği göndererek son verdi. Her şeyi kaplayan yangına dayanıklı plastik tabaka yarıldı ve ev alevler içinde sarsılmaya başladı." (s. 173,174)
"Daha sonra, Montag karanlıkta yürüdü. Helikopterlerin yaklaşan uzun kışın ilk karları gibi indiklerini görebiliyordu..." (s. 191)
"Granger durup Montag'la geriye baktı. 'Büyükbabam, herkes öldüğü zaman geride bir şey bırakmalı, derdi. Bir çocuk, bir kitap, bir resim, bir ev, yapmış olduğu bir duvar ya da bir çift ayakkabı. Ya da ekili bir bahçe. Ellerinin bir şekilde dokunduğu ve ruhunun öldüğün zaman gidebileceği bir şey, öyle ki insanlar senin diktiğin ağaç ya da çiçeğe baktığı zaman seni orada görebilsinler. Ne yaptığın önemli değil, derdi, yeter ki sen ellerini onun üstünden çektiğin zaman, ona dokunduğun zamanki halini değiştiren bir şey yapmış olasın. Otları sadece biçen bir adamla, gerçek bir bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Otları biçen bir adam orada hiç bulunmamış gibidir, fakat bahçıvan ömür boyu oradadır.' " (s. 227)