Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Kuzen

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8
91
Düşler Limanı / Bir şeyler üzerine
« : 07 Eylül 2012, 03:36:18 »
 bir şeyler üzerine...


 Bazen sabaha karşı üç veya iki gibi balkona çıkıp sigara içerim. Çünkü genelde uyuyamam. Bunun tek sebebi ise korkuyor olmamdır. Karanlıktan korkarım, görememekten. Balkona çıktığımda benim gibi sigara içen "absürd" insanlar görürüm. Camüs' ya göre absürd olanlar. Onlara ille de bakmam gerekmez. Onları anlarım, onlar da beni anlar. Belki de sigara dumanlarıyla yeni bir iletişim bulmuşuzdur. O sigara içtiğim anlar belki de ulaşılmaz ama her sabaha karşıları ulaştığım bir duygudur benim için. Nedir peki o his? Ölüm korkusu nedir ?


 Aynalara da bakamam bazen. Bu sefer de görmekten korkarım. Kötülüğü görmekten. Gözlerimdeki o boş ve anlamsız.. Sadece kötü olan bakışları. Sanki yüzüm yok da sadece gözlerim var gibi. Sıradan kahverengi gözler mi? Hayır kesinlikle değil. Onlar saf kötülüğün bakışlarıdır bakan korkar, kendisi olsa bile. Medusa ile de bu yüzden sevişebilmişimdir zaten. Gözlerin sağladığı denge sayesinde. Onunkiler ona verilen bir cezaydı benimkiler ise tamamen kendimin yarattığı bir.. Şey.

 
 Zamanı katlettiğimizi düşünüyorum hep insanlık olarak. Katlettiğimiz tek şey o varlığı anımsanmayan zaman mı ? Elimizde de değildir ki zaten. Hayatımın en güzel yılları altı yaşıma kadar olanlardı. Hatırladığım tek şey o güzellik ve o rüyalardır. Ne rüya olduğunu genelde anlamam ama güzel ve rüyalı olduğunu bilirim. Nasıl harcadım ki farkında olmadan. Nasıl harcadınız hayatımı ben farkına bile varamadan?


 O gün ağlamıştım aynaya bakarak ilk gibi ki ilkti zaten. Annemle halamlarda yaşıyorduk o zamanlar. Babam polislerden kaçıyordu seksenlerden beri. Yakalanmıştı o gün. Ben küçük odada dedemin bana verdiği çikolataları yiyordum o sırada. Hep çalıştığı marketi kendisinin zannederdim zaten. Annem hızlıca odaya girip sarıldı bana. Sanki o an hep beklediğimi, kendimin varlığını hissedeceğim zamanın geleceğini ve ilk defa gerçekten ağlayacağımı hissetmiştim. Gözlerime baktı, onunkiler yaş doluydu, belli ağlamıştı. Daha söylemeden ağlamaya başladım gözlerine bakarak. Kendimi görmüştüm gözlerin yansımasında. Kötülük  o zaman beni almış ve güzel zamanlarımı ancak rüya ve sadece güzellik olarak bilmemi ama hatırlayamamı sağlamıştı. Gözlerime gelmişti kötülük. Gözlerime gelmişti ilk acı, sadece hüzün ve çaresizlik. Yapabileceğin hiçbir şey olamaması. Ve gözünde herşeyden güçlü olan adamın birkaç piç tarafından yakalanıp işkence edilmesi. Ağladıkça ağladım içimdeki burukluk doruk seviyesine ulaştı ve patladı. Kaldıramıyordum artık nasıl olurdu ki ?


 Sigaramdan ilk nefesimi çektim ve ileride gördüğüm apartmanlara üfledim. Ne kadar berbat bir yerdi burası, gecenin bir yarısı bile sokakta insancıl sesler vardı. O sırada gördüm atleti adamı. Çaprazımızdaki binada oturuyor sigara içiyordu balkonda. Bir an baktım ve anladım. Adamın gözleri kötüydü tıpkı benimkisi gibi. Acı çekmişti. Sigara içmesi tiryakilikten değil sadece bir tutunma yoluydu belki de. Sigaramı yarısında aşağı attım ve karanlık oda da yalnızdım. Sırtım ürperiyor ve sıcak terler akamıyordu içinde kalıyordu derimin. Yanıyordum. Kaçmaya başladım sadece. Sanki beni kovalıyordu. Beni kovalayan yine bendim, benim kötülüğüm. Her zaman aklıma gelen intihar ve bundan çekinişim. Ne zaman yüksek bir yere gelsem yine ben kendimi bacakalrından kaldıracak ve aşağı atacak diye bekliyordum. Ne korkudur bilir misin ölümden önceki anın korkusu. O anda yaşamak ise sadece ölememektir zaman içinde. Ve korkmak ölümden.


 Herkesin başına gelmiştir eminim platonik aşk. Bir kız/erkek görürsünüz bir anda çok hoşunuza gider. İçten içe seversiniz onu. Ama yaklaşamaz açılamazsınız işte. Bir süre sonra onunla karşılaşmak ya da görmek bile istemezsiniz. Çünkü korkarsınız onun vereceği acıdan ya da zevkten. Ölüm de bu benim için. Bir son ya da acı veya zevk. Belki ancak o zaman uyuruz ebediyen. Ebedi altı yaşlar görürüm rüyalarımda ama korkuyorum. Ölüm korkusu benim için budur işte.


 Reddedilmek ilk zamanlarda üzer insanı. Sonra da üzer ama belli etmemeyi öğrenir hatta karşınızdakini üzmeyi öğrenirsiniz zaman içinde. Ama ilkler hatırlanır ve hissedilir öyle değil mi ? Ya da ilk hep ilk gibi yaşamak. Reddedilme korkusundan dolayı insanlara pek yaklaşamayan cinsten biriyimdir. Bu yüzden de hep ulaşılmaz olmuşumdur. Karizmatik ve serseri, şıklıktan uzak dağınık bir tip seçtim kendime. Beni yansıtacak bir tip. Hem hüzünlü hem de sinirli ama pek belli etmeyen. Popüler olamayan yerlere gider ve yazı yazar kitap okur bira içerim. İnsanların yaklaşmaması için elimden geleni yaparım. İsterim yaklaşmalarını ama korkarım işte. Bu özgüvensizlik nereden gelir ?


 Babamı askere yolladıktan sonra annem ile İzmir'e taşındık anneannemin yanına. Ah ne güzeldir İzmir.. Sokakta orada oynamaya başlamıştım. Bisiklet sürer kavga eder top oynardık arkadaşlarımızla. Ama hep eksikliğini hissettiğim "baba" bir buçuk sene sonra gelir ve bu sefer de mutluluğum taşar. Ama anlarım yine bir şeyler olacağını. Hep bir önsezim olmuştur zaten. Akşam sekiz sularında anneannemin balkonunda örtü perde karışımı balkona asılmış şeyle oynarım. Belki sizde de vardır bu, güneşten korunmak için takılır. Ve o olmadığında balkon çıplak gibi hissetmişimdir. O gece annem yine o buruklukla geldi ve dediki " babanla biz ayrılıyoruz." Yine ağladım, çok ağladım. Sanki iğnenin yapılacağını ve kaçamayacağını bilirsin. Çünkü koca koca beş altı adam seni tutar ve küçük çocuk pipine iğneyi yapıp keserler sonra. İşte öyle bir andı benim için bunu duymak. İne girmiş ve ben ağlıyordum çaresizce. Hiçbir zaman suçlamadım kimseyi, olması gerektiği gibi oluyor diye düşündüm, sekiz yaşındaydım. Ama bir şey öğrendim, " REDDETMEK ".



 Bir süre sonra kendimi rolüme iyice kaptırmış ve gerçekten kendimi salak yaşıtlarımdan üstün görmeye başlamıştım. Öyleydim de zaten ama belli etmemem gerektiğini anlayamamıştım henüz. Güzel kızlara asılıyor, sırf gücümü ve "cesaretimi" göstermek için bela arıyordum. Ne kadar korksam da güçlü görünmeliydim çünkü. Ve anladım ki reddedilmek ürkütücü değil sadece geçiciymiş. Ve ne kadar zorba olursam o kadar az reddedilirmişim bu dünyada. O zaman aslında o kadar da adaletli bir yerde yaşamadığımızı öğrendim. Sadece güçlü ve güzelin ayakta durabildiğini.


 Zaman ilerledikçe gözlerimdeki pislik büyüyor ve bana her bakışında ağlamak geliyordu içimden. En son onu oradan çıkardım ve gerektiği yerde görünmesini söyledim ona. Tabii her zaman onun keyfine göre hareket ettik. O gerçekten güçlü, gerçekten seksi ve gerçekten cesurdu. Ben onun küçük zayıf kardeşiydim. Beni fırsat buldukça korur fırsat buldukça sarılır. Aşık olduğumda benimle beraber sevişir. Terkedildiğimde bana teselli olurdu. Anladım ki bir "ARKADAŞIM" var. Beni koruyan ve gerçekten anlayan bir arkadaş.


 Sonraları iyice kendimi kaptırdım bu olaya ve içten içe pisliğe dönüşmeye başladım. O beni içine almış ve yutuyordu. Benden arta kalan tek şey ise duygusallık ve korku.. Ama onun görünüşüyle bu pek mümkün değildi. Özgürlüğün ve hazzın gerçek tatminkarlığını ancak acı çekerek alacağımızı söyledi. Bu yüzden ne dövüşmekten, ne uyuşturucudan, ne alkolden ne de aşktan ne de hüzünden kaçtı. Çünkü bize gelen ilham bunlardandı, hayatın acıları. Belki ciddi değil ama bir kısmıyla acı.


 Kendimi evime kapatmış oturuyorum bir aydır. Bir çeşit dinlenme oluyor bu benim için ve sanki modifiye gibi. Dört aydır çalıştığım restorandan ayağımın şişliği yüzünden ayrılmış ve sevgilimden kazığı yemiş olarak İstanbul'a döndüm. Yazılar yazdım, kitaplar okudum, müzik yaptım ve en güzeli de yattım. Dert olmadan yattım. Şunu farkettim ki ağlayamıyordum artık. Sanki hepsini boşaltmış gibi. Çalışma sürecinde anladım ki kimseye güvenemezdim bizden başka. Ve artık biliyorum. Ben sadece kötü bir pisliğim. Arada sırada sarhoş olup dağıtan bazen yazı yazan bazen kızlarla takılan gereksiz bir pislik.





Ölümden korkuyorum çünkü çok karanlık.
Yaşayamıyorum çünkü herşey çok net.
Araf dedikleri bu zaten arada kalmak.
Biz hayatı yaşamıyoruz.
Biz bize sunulan arafı yaşıyoruz dostlarım.
Ne ölümü tattık ne de yaşamı.
Sadece ölmeyi bekleyen cesetler olarak tırmandık tabutlarımızı tırnaklarımızla.
Sadece var olduğumuzu zannederek doğduk ve bileceğiz bir hiç olarak öleceğiz.

92
Tartışma Platformu / Ynt: Öykümün geçeceği dünya
« : 06 Eylül 2012, 03:17:13 »
 Bence farklı bir yazı yaratmak istiyorsan günümüz türkiyesinde gerek siyasi gere kcoğrafi faktörlere fantastik edebiyatı da ekleyerek hoş şeyler çıkabilir. Mesela Tayyibi vampir bile yapabilirsin ne bileyim ama türkiyede geçmesi hoş olurdu bence hem seni geliştirir hem de daha özgür kılar. Diyeceksin niye özgür kılar. Çünkü bildiğin yaşadığın bir çevre. Sonuçta senin hayalgücün de sana ait bir şey, bunları birleştirirsen çok hoş şeyler çıkarabilirsin.

93
Düşler Limanı / Küçük bir istek
« : 04 Eylül 2012, 23:01:31 »
 

 Günlerden cumartesiydi. Cumartesileri sokaklarda dolaşmayı severdi. Saçları biraz uzun ama dağınıktı. Pasaklı bir görünümü vardı ve yine bir önceki gece içmişti. Çünkü dün cumaydı. Cuma geceleri içilirdi hep, cuma geceleri kutsaldır hep ve yine cuma geceleri güzel insanlar doğar kötüleri ise ölür diye düşündü içinden. Biraz da dışından.  Kafası hoş bir şekilde yürürken İlerden makyajsız, kalçaları ve göğüsleri biraz dolgun, üstünde mavi bir kazak altında ise fırfırlı kısa bir etek olan bir kız gördü. Sarhoşluğun etkisiyle onu Afrodit kendini ise Ares yapmıştı bir anda. Kız gitgide yaklaşıyordu ve diyecek hiçbirşeyi yoktu onun. Elini cebine ya da cebini eline attı. Son bir dal sigarası kalmıştı. Hızlıca yaktı hemen iki seferde. Kız tam yanındaydı. Çok hoş bir koku bırakmıştı etrafta, tanıdık bir koku. Sanki bir insanı daha önce görmüş ve çok sevmişsiniz gibi bir koku. Biraz düşündü adam, yapacak bir şeyi yoktu. Takibe başladı...

 Kız sokak sokak geziyor bazen bir yerlere oturuyordu. Oturdukları yerlerin hiçbirini kıza yakıştıramamıştı adam. Hepsinde yavşak manken tipli ve kendilerini karizmatik zanneden garip saçlı herifler ve kadınlar vardı. Doğuştan orospulardı onlar. Doğuştan şerefsizliği ve yapmacıklığı hissedip de ona göre doğmuşlardı zaten. Onlar doğarken ağlamak yerine dudaklarını büzüp fotoğraflarının çekilmesini beklemişlerdi. Ve yine onlar sadece  sahipti bu saçma semte. Ama o kız öyle değildi. Bunlar üzerine düşünürken sigarası bitmişti adamın. Baş parmağı ile orta parmağının arasına sıkıştırıp ilerde gördüğü bir deliğe atmaya çalıştı. Tutturamadı tabii.. Kız saçma arkadaşlarından ayrılıp tekrar yola koyuldu. Rıhtıma doğru gidiyordu bu sefer. Adam kendi kendine düşündü " ne kadar da görünmez silik birisiymişim ben, kimse umursamıyor." Kız Kadıköy-Karaköy iskelesine gitti ve perona girdi. Haliyle adam da o tarafa yöneldi. Arka cebinden akbilini çıkardı ve bastı." DIT Yetersiz Bakiye". Ne saçma bir işti bu, yaşamak kadar saçmaydı neredeyse. Bir yerlere gitmek ve hatta birini takip etmek için bile para ödüyorduk. Adam elini sol cebine attı. 25, 50 , 10 kuruş gibi komik paraları toparlayıp bir şekilde iki lira çıkardı buradan. Vapur kalkmak üzereydi ve kız Karaköy'e gidiyordu. Hızlı hareketlerle perondan geçti ve vapura koştu.


 Kız yan balkona oturmuştu ve hoşuna gitmişti adamın bu farklılık. Belki herkes fark edemezdi ama o farketmişti işte. Kızın elinde o küçük servetlerin yattığı telefonlardan yoktu. Saate bakmak için dandik telefonunu utanmadan çıkarıp saatine bakıp tekrar cebine koymuştu. Kız yine küçük bir servet değerinde olan markalı çantalar da taşımıyordu bunu da yeni farketmişti aslında. Hatta yeşil bir sırt çantası olduğunu yeni farketmişti. Yavaşça kızın yanına oturdu. Kız dönüp bir an baktı. Gözleri güzeldi kızın. Kahverengi renki ve uzun kirpikli, doğal uzun kirpikler. Adamın başağrısı gitmiş ve yine çakırkeyif olmuştu. Kız önüne döndü. Sanki tanrıların selamı üstlerindeymiş gibi o ikisi dışında kimse yoktu o tarafta. Adam Poseidona baktı bir süre ve şans dilemesini istedi ondan.


 Biraz cesaret ve sarhoşlukla kıza dönüp, " Gözlerin çok hoş, çok gerçek ve güzel bakıyorsun. Kedi gibi aynı."
Kız bir an afallamıştı ne diyeceğini şaşırmıştı. Sadece tek bir kelime söylese herife yeterdi ama söyleyemiyordu işte. " Sağol. Adın neydi?" Adam belli etmeden korkmuştu, adı neydi gerçekten de. Kendine bir isim koymamıştı  ama insanlar genelde ona "umut, umi, ümittin" gibi şeyler derdi. Sanırım umuttu adı. " Umut ben sen?" Kızın hoşuna gitmişti bu sohbet, " Özgür." Ne kadar da güzel bir isimdi Özgür...

 Bir süre sohbet edip istiklale doğru yürümeye başladılar. Sonra düşündü umut bu kız yaşamayı hak edecek ne yapmıştı. Bu garip kentte yaşamayı hak edecek. Ona sorular sorup canını sıkmak istemiyordu. Bu şekilde dolaşmak güzeldi aslında. İstiklal caddesine gelene kadar pek konuşmadılar. Sonra umut, " Bana gerçek bir his ver" dedi. Neydi ki bu , gerçek bir his. Nereden geliyordu bu hayata karşı olan güvensizlik ve yıkılış. Belki de mühendis yıkılıp içinde tinerciler barındıran bir ev yapmak istemişti kim bilir , ama o böyleydi işte. Sadece güvensiz ama güçlü. " ne gibi?" "bilmem ne istersen."
Bu konuşmanın bir yere varmayacağını anlayan umut onu ara sokaklardan birine sokup öpmeye başladı. Bir süre devam eden bu temas bitti. Sonra anladı ki umut insanlar ne güzeldi ne iyiydi ne de hoştu. Onlar sadece ikiyüzlü şeytanlardı. Hatta şeytan değildi onlar. Çünkü şeytan en azından bir sıfatı hak ediyordu. Ama insanlar hak etmiyordu. Cebinden çakısını çıkarıp açtı fark ettirmeden. Seri bir şekilde kızın boynuna dayadı. Gerçek bir korku görmüştü kızın gözlerinde. Öleceğini bildiğin bir anda oluşan bir korku. O an yok mudur zaten sizi ileden çıkaran. Son nefeslerin mide bulandırıcı tadı. umut bıçak tek seferde kesti kızın boynunu. İstediğini almıştı. Gerçek bir histi kızdaki korku. Hem yaşamayı hak edecek bir şey de yapmamıştı. " sadece bir his istemiştim, özür dilerim..."


 Yeşil çantayı alıp kadıköye döndü. Kırmızı küçük bara oturup bira içerken yaşadıklarını yazdı bir yandan da.


94
Şişedeki Mısralar / Ynt: Taş Atan Çocuklar
« : 04 Eylül 2012, 02:27:22 »
 O taşı atma sebebim şudur. Ne müslümanım ne de türk. Ve beni ne kabul ettiler ne de saygı duydular. Ve o hukuku hapislerde işkence zanneden hukuk o eğitim ve yönetim dediği aileleri bölen devletin elindeyken benim elimden taş atmak gelir. doğru ya da yanlış benim seçimim ve tek yolumdur taş atmak.

95

 birkaç söz var sadece
 varlığı belirsiz
 söylenemez
 bir iki söz
 bizler ya da ben
 ölümden korkmuyoruz
 çünkü var olan
 acılarımız
 aşk ile
 çikolatayı karıştırışımız ile
 kendi benliğimizi öldürmüşüz
 insanlar anladıklarında
 aslında basitliği
 aslında güzelliği
 aslında hiçliği
 ve aslında beni
 bencilliğimi müziğimi
 ya da insanlar sarıldığında
 kendileri dışındaki güvenli kollara
 ki hoş kendi kollarımız ne kadar
 güvenli isteksiz gereksiz
 iyi hoş güzel herşey
 mutlu bir hayat
 mutlu bir eş
 baba
 çocuk
 karı
 ve  mutlu bir sen
 gerçekten inanıyor musunuz
 mutluluğa
 anlık olan değil o
 sadece kafanda biten bir istek
 başında istek varmış herşeyin
 peki ölüm arzusunun başında da istek mi var?
 yok sa yaşamın istenilemez hale gelmesi mi
 kalbur zaman içinde
 ben doğdum
 zaman zamanın içinde
 halen varım
 sadece zaman kaldı bir tek o
 bir kuşku
 o da öldü geriye ben kaldım
 hala ölemedim ölemeyeceğim
 sadece gidiyorum
 zamanın içindeki zamana kalburu bulmaya

96
Düşler Limanı / Ynt: Gerekli İnsanların Vedası
« : 04 Eylül 2012, 01:53:18 »
 Önyargı ne pis bir şey gerçekten de (!) Öyle mi ki? Belki de bizi hayatta tutan , belki de bizi bu toplumda tutan bir duygudur önyargı. Elinizde olmaz. Sadece hissedersiniz aynı sıcağa dokunmak gibi. Çünkü bu bizim korku içgüdümüz. Farklı olandan korkma içgüdüsü. Çünkü farklı olan ya yeni bir toplum oluşturur ya toplum onu sindirir ya da uzaklaştırılır. Yani doğamızda farkları yok etmek var peki doğuştan farkında olmadan faşist mi oluyoruz? Zannetmiyorum. Ama yine de önyargılıyız arkadaş, bunu belli etsek de etmesek de ..

97
Düşler Limanı / Ynt: Kısa Kısa Yazılar
« : 04 Eylül 2012, 01:43:31 »
 " Hadi keyfine bak , inan bana , hayatı yaşa" Der bir şarkı. Belki de bok gibi doğru. Ama şöyle bir durum var. Bok boktur, ama bu senin de bir bok olmadığın anlamına gelmiyor ve hayır en büyük acı ölmektir benim için ölmek değil de ölümden bir an öncesi. Öleceğini bilirsin, rahatlayacağını. Ama o bir an senin için işkencedir. Ve ben o anı yaşıyorum hiç bitmeyen BİR an. O anda da gerçekten yaşamaya çalışıyorum diyebiliriz. Ne sağlık ne para ne de her ne boksa. Önemli olan.. bir şey yok. Sadece keyfi(n/m) bilir.

98
Düşler Limanı / Ynt: Ham Maddeler: Tel Zımba
« : 04 Eylül 2012, 01:32:50 »
 Sicimler demek, ilk öğrendiğimde kendimi çok özel hissetmiştim. Meğersem bir bok değilimişim ... İkinci çocuğun tavrı da hoşuma gitti diyebiliriz kiminin telefonu eline yapışık kiminin de cebine gibi geldi bana tam olarak doğra bir benzetme değil ama anladın sanırım. Popçulara gelince s.ktiret, popçu onlar :D . Gece olunca bir iki farklılık seziyorum aslında kişisel olarak. Sigara ve ilham. Bazen de sarhoşluk ve kedi besliyorsan onun bağırıp kendi kendine koşturması. Kolay gelsin ne diyeyim.

99
Şişedeki Mısralar / Ynt: Asılsız Aşk
« : 04 Eylül 2012, 00:05:01 »
kadıköy dallaması


 Önümde bir küllük ve içinde yarısı yanmış bir sigara. Yanımdaki dallama bana bir şeyler anlatıyor. Hiç susmaz zaten, ama ne yapalım tek arkadaşım da o. Mecburen katlandığım bu sığılık abidesinde tek bir şey söylüyorum:

 "Ney yaşıyorsun? "

 Dallama yine bir dallamalık yapıp cevap veriyor:

 " Sen neyin kafasısın dostum? Neden hep bardağın boş tarafını görüyorsun?"
 
 Dallama hep dallamadır zaten. Bu sorudan ve salak felsefeden o kadar bıktım ki sonunda bu soruya cevap vermeye karar kıldım. Bir kere, bir laf ya da söz farketmez herkesin dilinde dolanıyorsa benim için değeri yitirilmiş bir sözdür. Hem nedir şu bardak ve onun boş ile dolu tarafları. Ulan dallama, sen önce şunu yanıtla bana. Denizler derindir, ve boşluk alabildiğine fazladır ki bu yüzden dolu görünür. Su mu istiyorsun bak alabildiğine var orada. Peki oksijen mi aradığın göklerde de ondan çok var. Boşluk mu istiyorsun? Önce boşluğu yaşaman lazım, önce kendini sorgulayıp yerini hiçlmen lazım sayın DALLAMA. Uzay dersiniz belki boşluk diye ama o boşluğun içindeki kümelerin hepsi dolu değil midir zaten... Hiçbiri de gelip sormadı bana bir bardağa ihtiyacım var mı diye? Sordukları ve ilgilendikleri tek şey bardağın dolu olup olmadığıydı. Çünkü o özenti küçük beyinleri kulaktan dolma bilgiler ile bu basit çalıntı felsefeyi akıl edebiliyorlardı sadece. Peki şunu sordunuz mu sayın DALLAMA bardağın içinde ne var? Su mu, hayır susamadım, vodka mı, cebimde var zaten, pirinç, döl , sigara.... Peki nedir bu doluluk ve boşluk? İhtiyacımız var mı bilinmeden yarısı boş/dolu birbardağı bize gösterip ne gördüğümüzü sorarlar salak insanlar. Peki beyler biz uzaydaki tıkır tıkır birbirimize tecavüz eden varlıklar, bizim boşluğumuz nerede? Ya da yeterince dolu muyuz ki bu saçmalığa katlanıyoruz. Sanırım çok uzattım en iyisi artık cevap vermek:

 "Görmüyorum."

 Dallama bir  an şaşırdı. Duyduğu cevap diğerlerine, ya da karşısında duran kendinden de aptal insalarınkine benzemiyordu. Ona sordum:

 " Yarım bardak suyum var ister misin ? "

 " Siktirgit Umut sen bir malsın."

 " Elbette."

 Sonra mekandan çekip gittim. Aslında severdim o dallamayı. Diğerleri kadar olmasa da o da bir dallamaydı ama yine de tekti benim için. Biraz ukala dallama hala saçma sapan bir kanıtlama peşinde insanlara bardağın doluluğundan bahsederken cebimde Bukowski'yi gördü:

 " Kim bu dallama?"

 " Bu dallama bir dallamanın anlayamayacağı kadar dallama olan bir dallama ."

 

A. Umi

100
Gezginler Kamarası / Ynt: Hayaller Çıplak Koşar
« : 31 Ağustos 2012, 02:44:45 »
 Bestelemek mi istiyorsun :D fena değil aslında.

101
Şişedeki Mısralar / Ynt: Vampir
« : 31 Ağustos 2012, 00:14:56 »
Beğendim aslında biraz kurcaladım ama kusura bakma ..

102
Şişedeki Mısralar / Ynt: Asılsız Aşk
« : 30 Ağustos 2012, 02:01:35 »
Siyah saçlı kız ve ben

 Çok vahşiydik hep, öyle kalacağız
 Onu yatağa ruhumla beraber ittim
 Yanına uzandığımda hissettiğim vardı
 Asılsız bir aşktı

 Siyah saçlarını kokladım
 Patatesli yumurta, en sevdiğim kahvaltı
 En sevdiğim kız
 Umutsuzca sevişmeler

 Asılsız bir söz, devam etmeyecek
 Beklenilmeyecek bir adam
 İstenmeyecek bir kadın
 Ve susuzluk

 Ta aşağılardayım, beyaz bacaklarda
 Kokluyorum avını arayan bir kurt gibi
 Yanımda birisi
 Sözcüklerle tarif edemeyeceğim

 Duvarlar hep geliyor
 Kıstırıyor beni
 Sıcak ve çok sıcak
 İnlemeler

 Sarılıyoruz özlemden
 Ağlıyorum bir başıma
 Tutmak istiyorum kendimi
 Ama ağlıyorum


 Kendime rağmen
 Zamanı bitmişlere
 Bile bile aşığım hiçliğine

103
Şişedeki Mısralar / Ynt: Asılsız Aşk
« : 29 Ağustos 2012, 22:38:29 »
 Seni etkileyebildiğime sevindim şiir düşmanı :D -şaka yapıyorum - kısacası teşekkürler.

104
Şişedeki Mısralar / Ynt: Asılsız Aşk
« : 29 Ağustos 2012, 22:29:54 »
insan eti

 Savaş sloganlarıyla bağırıyorlar
 Karşılarında sadece mantık var bilinen
 Şarap ve sigara içiyorlar
 İstemeyerek sevişiyorlar

 Zamanı çökerttiler medeniyetle
 Hala, istemeyerek sevişiyorlar
 Derinlerde yüzüyorlar
 Oysaki sadece kaplumbağalar
 
 Kırmızı dağlar var ilerde, çok uzakta
 Görmedim ama biliyorum
 Olması lazım
 Biliyorum sadece bendeler

 Bağırıyorlar hala ve ölüyor insanlar
 Barış istemiyorlar tıpkı benim gibi
 Sadece yıkım ve savaş
 Doğamız bu yıkım

 Yıkalım tüm sistemi
 Tüm aşkları
 Tüm insanları
 Tüm benleri

105
Şişedeki Mısralar / Şiirimsiler ve Hikayeler
« : 29 Ağustos 2012, 05:27:09 »
yakarış

 İçimi açtım bağırarak
 Sadece bağırdım gözlerine
 Sadece vardık
 Sen ben

 Sarıldım sımsıkı, sana
 Sadece sana
 Zaman içinde zaman mıydık
 Sonsuzda var olan

 Ağladım umutsuzca
 Sadece ben sadece o
 Duyabilir misin peki neden
 Ben var mıydım

 Dudaklarımdan döküldü kanlı
 Korkunç kelimeler
 Gözyaşları vardı tek
 Kanlı sözler devam etti hep

 Notalarda hissettim seni
 Bir de kollarında
 Bırakacak mısın beni
 Yamaçlarda
 

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8