Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Khazidhea

Sayfa: [1] 2
1
Çizgi Roman & Manga / Berserk
« : 27 Aralık 2012, 20:47:13 »


Japonca: ベルセルク - Beruseruku olan Berkserk mangaka Kentaro Miura tarafından çizilen gotik-fantezi manga serisidir. Zaman ve mekan bakımından ortaçağ avrupa'sını andıran Berserk öksüz, paralı asker Guts'ın hayatı ve Şahin Takımı adlı paralı asker grubunun lideri Griffith ile olan ilişkisi etrafında döner.
Ciddi anlamda şiddet içerir.
Alıntıdır.  :fight:

2
Şişedeki Mısralar / Koca Seyit ...
« : 04 Ağustos 2009, 22:09:34 »
Çıktı meydana seyit,
O öfkeli bakışlarını,
Düşmana çevirdi birden.
Sanki güneşi elleriyle,
Kaldırmış topa sürüyor.
Neymiş 215 okka .
O dünyaları kaldırmaya hazır ,
Gerekirse vatanı için.
Hiç acımadı saldırana.
Vurdu Ocean'nın kalbine.
Kustu Türk milletinin öfkesini.
Türk evladıydı O,Atasının mirası.
Atalarının toprağını çiğnetmedi.
Yerlerde yatan dostlarının ,
Kanını yerde bırakmadı KOCA SEYİT.



(Daha önce yazmadığım şu anda yazmış olduğum bir şiir.Acele bir şekilde değil ,sadece içimden geçenleri yazdım... Umarım beğenirsiniz.:) )

3
(Bir forum sitesinden alıntıdır)

“Yüzüklerin Efendisi” bir anti Türk propagandası mı?

İngiliz tarihçi Noel Malcolm'a göre üçlemede yer alan 'Minas Tirit Kuşatması' İstanbul'un fethini anlatıyor. Acımasız yaratıklar 'Uruk-Hai'ler ise Fatih'in 'yörük' askerleri!


Yazın tarihinin en çok okunan eserlerinden "Yüzüklerin Efendisi" üçlemesini yaratan İngiliz yazar John Ronald Reuel Tolkien'in, diğer eserlerini de üzerine inşa edeceği mitolojiyi yaratırken Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya göçü ve İstanbul'un fethinden ilham aldığını öne sürenlere, Tolkien'in acımasız ırklardan "Uruk-hai"leri yaratırken yörüklerden esinlendiğini söyleyenler eklendi.

1973'te 81 yaşında ölen yazar Tolkien, Orta Dünya mitolojisindeki ırk, olay ve yerlerin alegorik anlamlar içermediğini hayattayken birçok kere dile getirmiş olsa da, ork, elf, cüce, ent ve diğerlerine derin açıklamalar yükleyenler her zaman oldu. Bunlardan en yaygını, İngiliz edebiyatı profesörü Tolkien'ın 10 yıla yakın süren çalışmanın ardından 1948'de tamamladığı "Yüzüklerin Efendisi"nde Dünya Savaşları'ndan ilham aldığı şeklindeydi.

Ancak şimdi Tolkien'in orkları yaratırken Türklerden ilham aldığı, Mordor'un Anadolu olduğu, fesat bir kuşatma altındaki Arnor ve Gondor'un Roma ve Bizans, "Orta Dünya"da üçüncü çağda 2002 yılında meydana gelen "Büyük Felaket"in ise 1071'de Malazgirt Savaşı'nın ardından Doğu Anadolu'daki dağlık bölgelerin (Minas İthil) düşmesi ve Selçukluların Anadolu'ya girmesi olarak yorumlanıyor.

Uruk Hai=Yörük

İngiliz tarihçi Noel Malcolm, Roger Crowley'nin "Son Büyük Kuşatma: 1453" isimli kitabına Daily Telegraph gazetesi için yaptığı eleştiride şu ifadeleri de kullanıyor:

"Küçük bir okul çocuğuyken bile, Yüzüklerin Efendisi'ndeki Minas Tirit kuşatmasıyla Konstantinopolis kuşatması arasındaki esrarengiz benzerlik dikkatimden kaçmamıştı. Bir tarafta eski soylularıyla, güzel, surlarla çevrili kent ve savunmaya yardım için gelen bir avuç maceraperest; diğer tarafta despot bir yöneticinin altında kötülük yağdıran sürüler. Doğu'da kocaman Mordor'un Anadolu'ya nasıl benzediğini görebilmek ve durumu fark edebilmek için yalnızca haritaya bakmalısınız."

3. Dünya'daki Kuşatma: Malazgirt

Malcolm, Tolkien mitolojisinin en acımasız yaratıklarından olan "Uruk-Hai"lerin, yörüklerden esinlenerek kurgulandığını da söylüyor. Malcolm'a göre orklar ve gulyabaniler (goblin) arasında bir yerde duran "Uruk-Hai"ler, Osmanlı ordusunda yedek asker olarak ön saflarda görev yapan yörüklere karşılık geliyor. Yörüğün İngilizce yazılışı "yuruk" ile "Uruk" kelimesi arasındaki benzerlik de Malcolm'un bu tezine güç kazandırıyor.

Noel Malcolm, Milliyet'e de şu açıklamayı yaptı: "Genel görüşüm coğrafya üzerine dayanıyor. Orta Dünya kurgusunda; kuzeybatıda hobbitlerin toprağı (güzel, kırsal İngiltere), cüce madencilerin yaşadığı dağlar (Alman geleneklerini ve mitolojisini yansıtıyor), ortalarda bir yerde yarı Saksonların ülkesi yani Rohan, kuşatma altındaki asil kadim kent ise ileride, güneydoğuda ve Karanlık Lord'un toprağı buradan daha doğuda. Başka bir ifadeyle (Yüzüklerin Efendisi) açıkça Avrupa'nın kültürel-mitolojik haritasını yansıtıyor. Sauron (Karanlıklar Efendisi), mükemmel bir despot örneğidir ve Batı Avrupa geleneği, Sultan'ı doğu kaynaklı despotizmin baş örneği olarak tanımlamıştır. Benim de bahsettiğim Yörük - Uruk bağlantısının dışında da bulunabilecek çok bağlantı olabilir."

Tolkien'in de bir Türk düşmanı olabileceği yargısına varmamak gerektiğini vurgulayan Malcolm, "O sadece bütün değişik mitleri ve kültürel anıları kullanarak, bunların yeni bir sentezini yarattı. Doğulu göçebelere karşı duyulan korku, Avrupa kültürünün halk edebiyatının bir parçasıdır. Tolkien de bunu kullandı" dedi.

Gulyabanilerin saldırı tarihi 1453!

"Yüzüklerin Efendisi" serisini Türkçeye kazandıran Tolkien uzmanı Bülent Somay, orklar yaratılırken Türklerden esinlenildiği şeklinde İngiliz Daily Mail gazetesinde geçen yıl çıkan bir haberi "saçmalık" diye tanımlamıştı. Somay, "Mordor, kesinlikle Türkiye olamaz. Bu iddia, sadece Türkiye'nin AB üyelik süreci nedeniyle Avrupa kıtasında baş gösteren Türk korkusunu kışkırtmak amacıyla ortaya atılmış olabilir" demişti. (8.7.2005 - Milliyet)

Ancak Tolkien'in "Noel Baba'dan Mektuplar" isimli eserinde de Gulyabanilerin saldırı tarihi olarak İstanbul'un fethedildiği yılı yani 1453'ü işaret etmesi akıllara Tolkien'in özel bir Türk saplantısı olabileceğini getiriyor. Türkçe'ye de çevrilen kitaptan bu bölümün 16 yaşındaki çevirmen Roksan Çağlar'ın inisiyatifiyle çıkarılması da geçen aylarda gündem yaratmıştı. Bülent Somay bu konuda da "Orklar 250 şeyi birden temsil ediyor olabilir ve bunlardan bir tanesi belki de Türklerdir" açıklamasını yapmıştı. (27.1.2006)

Avustralyalı tarihçi David Bofinger'ın Gondor'u Bizans ile özleştiren alternatif çalışması ise Tolkien'in ortaçağdan sistematik bir şekilde yararlandığını, ortaçağ tarihini, kendi yarattığı mitolojiye uyarladığını öne sürüyor.

Bofinger'ın tezine göre Roma-Bizans tarihindeki bazı gelişmelerin Arnor-Gondor tarihlerindeki karşılıkları şu şekilde:

Kuruluş miti

ROMA-BİZANS: Yok edilen Troya'dan kaçan mülteciler
ANDOR-GONDOR: Numenor'un yıkılmasından sonra kaçan mülteciler

Bölünme

ROMA-BİZANS: MS 300'den sonra Doğu ve Batı
ANDOR-GONDOR: İkinci Çağ'ın sonunda kuzey ve doğu olarak

Eski imparatorluğun çöküşü

ROMA-BİZANS: 5-8'inci yüzyıllar arasında Frank, Vizigot, Ostrogot, Vandal, Anglo Sakson, Arap istilaları
ANDOR-GONDOR: 12-14'üncü yüzyıl arasında Cardolan ve Arthedian'ın Angmar tarafından yıkılması

Doğu'da felaket

ROMA-BİZANS: 1071'de Doğu'da, dağlık bölgelerin, Anadolu kıyılarının Selçuk Türklerininin eline geçmesi

ANDOR-GONDOR: Üçüncü Çağ'da, 2002'de Doğu'daki dağlık bölgelerin (Mordor sınırındaki Gölge Dağları) ve bol nehirli Ithilien'in orkların eline geçmesi.

Daha önce Daily Mail gazetesinde yer alan "Tolkien'in Ork Lokumu" başlıklı bir makalede de şu önermelerde bulunulmuştu:

MORDOR: TÜRKİYE "Tolkien'in Orta Dünya haritasıyla Avrupa haritasını üst üste koyarsanız belli başlı iklim, bitki örtüsü ve zoolojik işaretlerin aynı olduğu görülür. Karanlıklar Prensi Sauron'un diyarı Mordor, hem konum hem de şekil olarak Türkiye'dir."

KARA LİSAN: TÜRKÇE Orkların lisanı "Kara Lisan"ın da Türkçe ile benzerlikleri vardır. Tolkien'in Nurnen Denizi çevresinde yaşayan köle insanlar Ermenilere, Nurnen Denizi de Van Gölü'ne benzetilebilir."

PELARGİR: İSTANBUL "Hobbitlerin yaşadığı Shire, İngiltere'nin ortası olabilir. Gondor ise Akdeniz'e kıyısı olan İtalya ve Yunanistan'da, Rohan Doğu Avrupa ormanlarında bulunabilir. Gondor'un başkenti Minas Tirit Venedik'le, Pelargir ise Konstantinopolis (İstanbul) ile karşılaştırılabilir."

İnternette gezinirken karşılaştığım bu yazı beni çok düşündürdü, önceleri bahsettiği şeyi kabul edemedim çünkü J.R.R.Tolkien'e saygım çok büyük ama insan-helede türk olunca-okuyupta düşünmeden edemiyor doğrumu değilmi diye.
Bu konuda sizin görüşlerinizi de duymak isterim.

-Hatta bir başka iddiaya göre Yüzüklerin Efendisi , Hitler almanyasını anlatıyor.

Saruman Hitler olabilir. Orcların madenci olmaları Almanların sanayi devrimine benzetilebilir. Almanların da bütün dünyaya hakim olma gibi bir fikirleri vardı 2. Dünya savaşında. Zaten Yüzüklerin efendisi belgeselinde de var.
Elimde o belgeselin VCD si var benim aslında hepinizin izlemesini isterim. Bir imkan bulursam bir siteye upload edicem. J.R.R Tolkien in 2.Dünya savaşı siperlerinde kitabı nasıl yazdığını çok iyi düşünmüşler. Hatta ciddi ciddi tarihçiler irdelemiş kitabı. Kim olduğu belirsiz Türk düşmanları değil. Hatta izleyenleriniz bilir. Son filmde Kartallar gelip Gandalf ve arkadaşlarıyla Hobbitleri savaş alanında kurtarır. Bilen bilir Kartal Amerika'nın simgesidir ve 2.Dünya savaşının sonunda Avrupa'yı Alman işgalinden Amerikalılar kurtarmıştır. Nasıl mı ? Kartallar gibi uçaklarıyla... -

Buda aynı forumda bir başka kişinin yorumu bu da gözümden kaçmadı.

4
Çizgi & Anime / Valkyria Chronicles
« : 02 Haziran 2009, 20:24:37 »


Yapımcılar/Sanatçılar:

Yönetmen: Yasutaka YAMAMOTO 
Senaryo: Michiko YOKOTE
Animasyon: Atsuko WATANABE, Ryuta UNDO, Yuki NAKAMURA, Keiko NAKAJI, Yuu YONEZAWA
Müzik: Hitoshi SAKIMOTO
Dizayn: Atsuko WATANABE
Orjinal Eser: Jun YUKAWA, Takayuki SANO, Yutaka KARYU



Tanıtım:

Hikâye 1930'ların Avrupasında, Gallia adlı bir ülkede geçer. Ragnite cevheri adlı çok güçlü bir enerji kaynağının bolca bulunduğu Gallia, bu yüzden Doğu Avrupa İmparatorluğu İttifak birliklerinin saldırısına uğramıştır. Bu birlikler bir yandan da Atlantic Federasyonu ile savaş içindedir. Tüm bunlar içinde bir grup Gallian uyruklu insan ayaklanarak istilaya karşı çıkacaktır...

5
Mitolojiler / Yunan Tanrıları
« : 31 Mayıs 2009, 22:12:26 »
Olimpos
 
Yunan mitolojisinde Tanrıların oturduğu dağ.

Yunanistan'ın en yüksek dağı olan Olimpos dağı, Yunan mitolojisinde tanrıların oturduğu dağdır. Tanrıların kralı Zeus'un meskeni olan Olimpos, Zeus dışında, Yunan mitolojisinin 12 büyük tanrısının evidir. Bu 12 büyük tanrıya, diğer ufak tanrılardan ayırmak için, "Olimpiyan" (Olympian) veya "Olimposlu tanrılar" da denir.

Olimpos'da sürekli olarak yaşayan ve her kaynakta Olimpiyan olarak geçen 10 tanrı vardır bunlar:

Zeus,
Hera,
Poseidon,
Ares,Hermes,
Hephaistos,
Afrodit,
Apollo,
Athena,
Artemis'tir.
Bunların dışında, 12'lik Olimpiyan tanrılarından zaman zaman sayılan, zaman zamansa sayılmayan, ve sürekli olarak Olimpos'da bulunmayan 4 tanrı vardır:
Hades,
Demeter,

Dionysos,
Hestia.
Hestia Olimpos'daki yerini Dionysos'a bırakarak insanlar arasında yaşamaya başlamıştır. Yer altı ve ahiretin tanrısı olan Hades ise, Çoğu zaman Olimpiyan sayılmasına karşın genelde yer altında yaşadığı için sürekli Olimpos'da yaşamaz. Demeter'in kızı olan Persephone da 6 ay yer altı dünyasında kocası Hades ile yaşar, 6 ay ise Olimpos'da diğer tanrılar ve Demeter'le yaşar. Olimpiyan olarak adladırılabilen bu 14 tanrıyı görevleriyle beraber sıralarsak:

Zeus; tanrıların kralı, en büyük tanrı, Olimpos'un ve tanrılar da dahil olmak üzere her şeyin yöneticisi.
Hera ;Zeus'un karısı, evliliğin tanrıçası.
Poseidon; Okyanusların, denizler aleminin tanrısı. Zeus'dan sonra gelen 2 büyük tanrıdan biri (diğeri Hades).
Hades; Yer altının ve ahiretin tanrısı, ölen insanların ruhlarıyla o ilgilenir, Zeus'dan sonraki en büyük 2 tanrıdandır (diğeri Poseidon).
Athena; Zekâ, sanat, eğitim ve savaş tanrıçası.
Ares; Savaş ve kahramanların tanrısı.
Hephaistos; Ateşin ve demirciliğin tanrısı. Tanrıların demircisidir.
Apollo; Müzik, sağlık ve şifa tanrısı.
Artemis; Avcılığın ve hayvanların tanrıçası.
Hermes; Hırsızların ve yolcuların tanrısı.
Afrodit; Aşkın, cinselliğin ve fiziki güzelliğin tanrıçası.
Hestia; Evin, ailenin ve ocağın tanrıçası.
Demeter ; Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçası.
Dionisos; Sarhoşluğun ve şarabın tanrısı.

6
Mitolojiler / Truva Miti
« : 31 Mayıs 2009, 22:10:11 »
Truva Efsanesi
 
Zamanımızdan takriben 3200 yıl önce Çanakkale Boğazı yakınlarında ''Troya'' isimli bir kent varmış. B:u kentin , barışsever , fakat cesur insanları, kralları, Priamos'un idaresi altında uzun yıllar barış içinde çok mutlu bir hayat sürmüşler.

Birgün , kral Priamos'un karısı Hekabe çok kötü bir rüya gördü. Rüyasında, karnından ateşler çıkmakta ve ateşin dumanı, bütün Troya surlarını sarmaktaydı. Hekabe, bu rüyasını önce kocasına ; daha sonra da bir kahine anlattı. Kahinin yaptığı yorum, hiç de iç açıcı değildi. Ona göre, Hekabe, hamileydi ve doğacak olan çocuk , ilerde Troyalıların başına büyük dertler açacaktı. Onun için bebek doğar doğmaz öldürülmeliydi. Bu kehanete inanan Kral Priamos , çocuk doğduktan sonra bir adamını bebeği öldürmek için görevlendirdi. Savunmasız yeni doğmuş bebeği öldürmeyen Troya'lı onu o zaman ki adı ''İDA'' olan ''Kazdağı''na götürüp, bir ormana bıraktı. Nasıl olsa, yabani hayvanlar onu öldürür diye aklından geçirdi. Ama bebeği, yabani hayvanlardan önce bir çoban buldu. Bu çocuk, ilerde gerçekten Troya'lıların başına birçok dertler açacak olan Paris'ti.

O sırada, Tanrıların yaşadığı OLYMPOS dağında , ilginç bir kargaşa cereyan etmekteydi. Kral Peleus ile Deniz Perisi Thetis'in evlenme merasimine kavga ve nifak tanrıçası Eris, huzursuzluk çıkartır gerekçesiyle davet edilmemişti. Bu işe çok gücenen Eris, intikam almaya karar verdi. Üzerinde ''EN GÜZELE'' yazılı , altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakıverdi. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar oldu. Sonunda üç büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama kudret tanrıçası Hera, zeka tanrıçası Palas Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta ısrar ettiler. Her üçü de tanrı Zeus'a giderek onun, hakemlik yapmasını istediler. Baba tanrı Zeus, onların hiç birini gücendirmek istemediği için diplomatça davranıp, bu işlerden pek anlamadığını söyledi. Asıl amacı ise bu belayı Olympos'tan uzaklaştırmaktı. Onların Olympos'un tadını kaçıracaklarını anladığı için, hakemliği bir ölümlünün yapması gerektiğini söyledi.

_''Gidin'' diye gürledi tanrıların babası ''ırmakları bol İda dağına, orada Paris adında Troya'lı bir prens yaşamaktadır. Bu işlerden en iyi anlayan odur.''.

Böyle söyleyip uzaklaştırdı onları Olympos'tan. Onlar da haberci Tanrı Hermes'in rehberliğinde, kaynakları bol olan İda dağının doruklarına geldiler. O sırada Paris, hiçbir şeyden habersiz aşağıda koyunlarını otlatıyordu. Haberci Tanrı Hermes, meseleyi Paris'e anlatıp altın elmayı ona verdi. Hangisini en güzel bulursa elmayı ona verecekti. Ama bu iş, pek o kadar kolay olacağa benzemiyordu. Çünkü her üç Tanrıça da birbirinden güzeldi. Ne yapacağını şaşırmıştı. Onun hayranlığını ve şaşkınlığını gören Tanrıçalar, karar vermesini kolaylaştırmak için Paris'e rüşvetler teklif ettiler.

Hera kendisine kudret vaat etti. Altın elmayı kendisine verdiği takdirde Paris Avrupa ve Asya'nın en güçlü kralı olacaktı.

Athena kendisini dünyanın en zeki kralı yapacağını ve Yunanistan'la yapılacak bir savaşta kendisine zafer vaat etti.

Afrodit ise dünyanın en güzel kadınını Paris'e teklif etti.

Çoban Paris'in. Öyle büyük krallıklarda gözü yoktu. En güzel kadın benim olsun diye düşünüp, altın elmayı Afrodit'e verdi. İşte ne olduysa o zaman oldu. Bu işe çok bozulan Athena ile Hera, Troya'nın yıkımı için planlar kurmaya koyuldular.

Afrodit ise verdiği sözü yerine getirmek için bir plan yaparak Paris'in, Yunanistan'daki Isparta şehrine gitmesini sağladı. Çünkü o sırada Dünya'nın en güzel kadını Isparta Kralı Menelaos'un karısı ''Güzel Helen''di. Menelaos ve Helen, Paris'i çok iyi karşıladılar.

Kral , kendisine dilediği kadar sarayında kalabileceğini söyledi. Ona güvenerek karısı ile Paris'i sarayda yalnız bırakıp, kendisi Girit'e gitti. Menelaos'un Girit'te olmasından yararlanan Paris, Helen'i Troya'ya kaçırdı.

Girit'ten dönen Menelaos, karısını evde bulamayınca yaptığı hatayı anladı ve karısını geri almak için Troya'ya savaş açtı. Bütün Yunan kırallarına da haberciler göndererek Helen'in kurtarılması için onları yardıma çağırdı. Çünkü kendisi evlenirken, diğer bütün krallar, Helen'in başına bir hal gelmesi halinde Menelaos'a yardım edeceklerine söz vermişlerdi. Verdikleri söz gereği, bütün krallar denizi aşıp güçlü Troya kentini yerle bir etmeye çok istekli idiler. Menelaos'un ağabeyi Agamemnon, yaşlı Nestor, Ajax, Patroklos hepsi hazırdılar. Ama Odysseus ile Akhilleus, pek ortalarda görünmüyordu.

Yunanistan'ın en akıllı, en kurnaz kralı olan Odysseus, kocasına sadakati olmayan bir kadın için, evini ve ailesini terk etmek istemedi. Bunun için kendisini ordu kampına çağırmaya gelen haberciye delirmiş gibi davrandı. Bir taraftan tarlayı sürüyor, sonra da toprağa tohum yerine tuz ekiyordu. Ama Başkumandan Agamemnon'un gönderdiği haberci de kurnaz birisiydi. Haberci, Odysseus'un küçük oğlunu yakalayıp sabanın önüne bırakıverdi. Bunu gören Odysseus, sabanı kenara atarak oğlunun hayatını kurtardı. Bu da onun eskisi kadar akıllı olduğunu gösterdi. İsteksiz de olsa, orduya katılmaya mecbur kaldı.

Akhilles ise Troya'ya gittiği takdirde, Troya'nın yağmalanmasını ve yanışını görmeden öleceğini biliyordu. Bunu kendisine bir deniz perisi olan annesi Thetis, söylemişti. Onun için, kadın elbiseleri giyerek, kral Lycomedes'in sarayında. saray kadınları arasında saklanıyordu.

Kumandanlar Akhilles'i bulma görevini kurnaz Odysseus'a verdiler. Odysseus, bir seyyar satıcı kılığına girerek saraya gitti. Sergisinin bir tarafında kadınların seveceği cinsten takılar, diğer tarafında ise şahane silahlar bulunuyordu. Sarayın bütün kızları mücevherlerin etrafında kümelenirken, sadece Akhilles kılıç ve kamalarla ilgileniyordu. Böylece Odysseus onu tanıdı. O da kaderini bile bile Odysseus'la birlikte ordu kampına katıldı.

Sonunda ordu tamamlanmış ve gemiler yola çıkmaya hazırdı. Ama bu kez, günlerden beri esen Kuzey rüzgarı, bir türlü dinmek bilmiyor ve gemilerin Troya'ya yelken açmalarına imkan vermiyordu. Ordu çaresizdi. Sonunda kahinlerden birisi Artemis'in Akhalara çok kızdığını, çünkü Agamemnon'un adamlarından birinin, onun en sevdiği tavşanlarından birini öldürdüğünü söyledi. Bu yüzden rüzgarı estirdiğini ve estirmeye devam edeceğini, ancak Agamemnon'nun kızı Iphiginia'yı kendisine kurban etmesi halinde öfkesinin dindirilebileceğini anlattı.

Bu Agamemnon için dayanılır gibi bir şey değildi. Buna rağmen zafer için buna razı oldu. Bir efsaneye göre, Iphiginia, Artemis'e kurban edildi. Bir başka efsaneye göre de Artemis, bir geyik gönderdi. Iphiginia yerine geyik kurban edildi. Bu olaydan sonra Kuzey rüzgarı durdu ve sayıları bini aşan gemi 100.000'i aşkın Akhalı savaşçıyı Troya önlerine taşıdı. Skamandar ve Simois Irmaklarının döküldüğü Çanakkale Boğazının kumsallarında kamp kurdular. Akhalar çok güçlü ve kalabalıktı. Defalarca kente saldırdılar. Ama Troya, güçlü surlarla çevriliydi. Ayrıca Priamos'un bu hücumları bertaraf edebilecek, kutsal Lion'u koruyabilecek kahraman oğulları vardı. Atları eğiten Hektor bunların en cesuru ve Troya Ordusunun baş kumandanıydı.

Öte yandan Akhaları müşterek düşman kabul eden diğer Anadolu halkları da Troyalıların yanında yer aldılar. Savaş on yıl sürdü. 9 yıl boyunca zafer durmadan yön değiştirdi. Bazen Troyalılar üstün geliyor, bazen de Akhalar Troyalıları surların içine kadar kovalıyorlardı. Uzun süre hiçbir taraf belirgin bir üstünlük elde edemedi. Akhalar civardaki yerleşmeleri talan ediyor, kızları evlerinden alıp çadırlarına kapatıyorlardı. Bu talanlarından birinde Agamemnon Khryse (Hrüse) kentinden Apollon'un rahibi Khryseis'i (Hrüseis) çadırına kapatmıştı.

Kızının "onur payı" olarak Agamemnon'un çadırına kapatılmasına razı olmayan rahip, değerli kurtulmalıklarla Agamemnon'a gelip kızını serbest bırakması için yalvardı. Tekmil Akhalar, rahibe saygı gösterilip kızın babasına verilmesini istediler. Ama bu hiç de Agamemnon'un gönlünce değildi. Kızı serbest bırakmayı reddettiği gibi, rahibe çok kötü davrandı.

Hakarete uğrayan rahip, eve dönüşünde Apollon'a yalvardı. Akhaların üstüne hastalık ve felaket göndermesi için dua etti. Apollon da onun duasını kabul edip, ateşli oklarını Akhaların üzerine gönderdi. Çok sayıda Akhalı asker hastalandı ve öldü. Sonunda Akhilles, bütün kumandanları bir toplantıya çağırarak onlara Apollon'un öfkesini dindirecek bir yol bulunması gerektiğini aksi takdirde eve geri dönmekten başka yapılacak bir şey olmadığını söyledi. Bunun üzerine ünlü kahin Kalkhas; Tanrının neden bu kadar çok öfkeli olduğunu bildiğini, ancak konuşmaktan korktuğunu, Akhilles onun hayatını korumayı garanti etmediği sürece de konuşmayacağını söyledi. Akhilles'in kahinin hayatını koruyacağını garanti etmesi üzerine usta yorumcu konuşmayı kabul etti.

"Tanrı Apollo kızgındır, çünkü saygısızlık etti Agamemnon duacıya, kurtulmalıkları istemedi, salmadı kızını, işte bu yüzden çektirdi bunca acıları okçu tanrı. Eğer Agamemnon hiçbir kurtulmalık almadan kızını babasına geri vermezse daha da çektireceği var." (İlyada 90-96)

Böyle dedi Kalkhas, öfke doldurdu Agamemnon'un yüreğini. Ama fazla bir seçeneği yoktu erlerin kralının. Bilici Kalkhas'a ve onu koruyan Akhilles'e sövüp saydıktan sonra, kızı babasına vermeyi kabul etti.

"Phoibos Apollon istiyorsa Khryseis'i ille de şu gemimle, yoldaşlarımla göndereceğim onu, ama barakandan alacağım kendim gelip senin onur payını, güzel yanaklı Briseis'i. Senden ne güçlü olduğumu o zaman anla gör. Korksun boy ölçüşmekten, ibret alsın, kim benimle eşit görmek isterse kendini." (İlyada l 183-187)

Böyle deyip bir yandan kızı babasına gönderirken, adamlarından iki tanesini de Akhilleus'un çadırına gönderdi. "Güzel yanaklı Briseis'i" alsın diye. Akhilleus habercilere kızı korkutmadan alabileceklerini, onlarla bir sorunu olmadığını söyledi ama, Tanrılar huzurunda bunu Agamemnon'a çok pahalıya ödeteceğine dair yemin etti. Bu olaya Akhilleus'un annesi deniz perisi Thetis de, en az oğlu kadar kızdı. Oğlunu yatıştırıp, savaştan tamamen elini çekmesini söyledi. Öte yandan da Olympos'a giderek Zeus'a yalvardı.

"Zeus baba! Birgün ya sözümle ya işimle ölümsüzler arasında yararlı olduysam sana, şimdi yerine getir şu dileğimi, kısa ömürlü oğluma değer ver; saygısızlık etti Agamemnon, erlerin başbuğu, aldı onur payını, yoksun bıraktı onu sen say, gücü Troyalılar tarafına ko ne olur. Akhalar saysınlar oğlumu, ününü yüce kılsınlar." (İlyada l 503-510)

Şimdi artık savaş Olympos'a da ulaşmıştı. Tanrıların bir kısmı Troyalıları destekliyor, bir kısmı ise Akhalıların yanında yer alıyordu. Afrodit doğal olarak Paris'in yanında yer aldı. Yine doğal olarak Athena ile Hera Akhaların tarafındaydı. Savaş tanrısı Ares her zaman Afrodit'in yanındaydı. Güneş tanrısı Apollon ve kızkardeşi Artemis ise Hektor'un koruyucularıydı. Dolayısıyla Troyalıların yanında yer aldılar. Denizler tanrısı, yeri sarsan Poseidon, denizci halk olan Akhaları destekledi. Zeus Troyalıları daha çok seviyor ama, tarafsız kalmayı tercih ediyordu.

Yukarıda Olympos'ta durum böyle iken aşağıda Akhilleus gemilerin yanına oturmuş köpürüp duruyor, ne toplantılara katılıyor, ne savaşa gidiyor, içi içini yiyordu olduğu yerde.

Akhilleus olmadan Akhalar Troyalılardan daha zayıftı. Buna rağmen Akhalar Troyalıları şehir surlarına kadar kovaladılar. Surların yanında çok kanlı savaşlar oldu. Kral Priamos ve diğer yaşlı Troyalılar da, savaşı bir kuleden seyrediyorlardı. Bir ara savaş durdu.


Her iki taraf da askerlerini geriye çektiler. Paris ile Menelaos karşı karşıya gelmişlerdi. İkisi yalnız savaşacaklardı. Eğer Menelaos kazanırsa Helen'i alıp Isparta'ya geri dönecek, eğer Paris kazanırsa Helen Troya'da kalacaktı. Her iki halde de savaş bitecekti. Teklif Paris'ten gelmişti. Hektor'a hitaben yaptığı konuşmada şöyle dedi:

"Troyalıları tekmil Akhaları oturt yere, koyun ortalarına Ares'in sevdiği Menelaos'la beni, çarpışalım Helen için, bütün malı için. Alsın bütün malı, götürsün kadını evine. Kim üstün gelir, kazanırsa zaferi and içsin dost olsun ötekiler de. Siz Troyalılar oturun bereketli Troya'da. Akhalar da at besleyen Argos'a dönsünler, güzel kadınlı Akha topraklarına." (İlyada lll 70-75)

Paris'in yaptığı bu teklif Hektor tarafından Akhalara iletildi. İki ordu arasında bu konuşmalar olurken, bütün bu savaş ve acıların sebebi olan Helen, Priamos ve diğer yaşlı Troyalıların savaşı izledikleri kuleye geldi. Onun geldiğini görünce şu sözleri söylediler usulca:

"Troyalılarla Akhaların, böyle bir kadın için yıllardır acı çekmeleri hiç de ayıp değil.Yüzüne bakan ölümsüz tanrıçalara benzetir onu. Ama gene de binse gemiye keşke gitse. Gitse de bizi, çocuklarımızı belaya sokmasa." (İlyada lll 154-160)

Böyle konuştu Troya'lı ulular kendi kendine. Daha sonra Priamos, Helen'i yanına çağırıp aşağıdaki Yunanlı kahramanların adlarını tek tek sordu. Bu arada düello başladı. Mızrağı ilk fırlatan Paris oldu. Menelaos, mızrağı kalkanı ile savuşturup kendi mızrağını fırlattı. Mızrak Paris'in gömleğini yırttı ama onu yaralamadı. Daha sonra kılıcını çekip, Paris'i tolgasından vurdu; ama kılıç kırılıp yere düştü. Silahsız olmasına rağmen, Paris'in üzerine atılıp onu miğferinin ibiğinden tuttu. Eğer Aphrodit karışmasaydı onu sürükleyip Yununlıların sıralarına kadar götürecekti ama Aphrodit, miğferin ipini kopartıp onun Troya'ya kaçmasına yardım etti,

Menelaos, elinde Paris'in miğferi olduğu halde öfkeyle Troya sıralarına giderek, Paris'i aramaya başladı. Aslında Troyalılar tarafında ona yardım edecek hiç kimse yoktu. Çünkü mızrağını fırlatmaktan başka hiç dövüşmediği için herkes ondan nefret ediyordu. Her nasılsa kaçmayı başarmıştı. Nasıl kaçtığını, nereye gittiğini hiç kimse bilmiyordu. Bunun üzerine erlerin başbuğu Agamemnon, her iki orduya birden konuşarak Menelaos'u muzaffer ilan etti. Daha önce kararlaştırdığı gibi Troyalıların Helen'i geri vermeleri gerekiyordu. Athena ile Hera işe karışmasalardı Troyalılar da buna razıydılar. Her iki tanrıça da Troya kenti yerle bir edilmedikçe savaşın bitmesini istemiyorlardı. Hera'nın kışkırtmasıyla, Athena seyirtip savaş meydanına geldi. Amacı anlaşmayı bozmak için bir Troyalıyı kandırmaktı. Aptal Pandoros kandırılması en kolay Troyalı idi. Athena, onu kolayca kandırdı. Pandoros Menelaos'a bir ok fırlatıp onu hafif yaraladı. Bu savaşı tekrar başlatmak için yeterliydi. Her iki taraftan sayısız insanlar öldü. Tanrılar ve tanrıçalar da savaş meydanında idi. Onlar da ölümlüler gibi, birbirleriyle savaşıyorlardı.

Büyük şampiyon Akhilles'in savaştan uzak barakasında oturmasına rağmen Akhalar savaşta üstündüler. Ajax ve Diomedes kahramanca savaşıyorlardı. Aphrodit'in oğlu prens Aeneas Diomedes'in elinden az daha ölüyordu. Diomedes, onu yaraladı; ama annesi Aphrodit onu kurtardı. Diomedes Aphroditi de yaraladı. Ona bu cesareti tanrıça Hera vermişti. Aphrodit Hera'yı Zeus'a şikayet etmek için Olympos'a giderken Apollon Aeneas'ı Troya'ya taşıdı. Daha sonra Diomedes, Athena'nın da yardımıyla Ares'in karnından yaraladı. O da Aphrodite gibi soluğu Zeus'un yanında aldı, Athena'yı şikayet için. Zeus baba, Akhilles'e yapılan haksızlığın intikamının alınması ve ona tekrar ün kazandırılmasına dair Thedis'e verdiği sözü de hatırlayarak bütün ölümsüzleri Olympos'a çağırdı ve orada kalmalarını emredip, kendisi aşağıya Troyalılara yardıma gitti.

Zeus'un işe karışmasıyla, her şey birden bine değişiverdi. Troyalılar, Akhalar'ı gemilerine kadar püskürttüler. Hektor, coşmuştu. Troyalıların "Atları terbiye eden" diye ad taktıkları Hektor, hiç bu kadar cesur, hiç bu kadar muhteşem görülmemişti.

Akhalar'ın başı iyiden iyiye derde girmişti. Agamemnon, savaştan vazgeçip Yunanistan'a dönmeye karar vermişti. En yaşlı kumandan Nestor, aşağılanmış bir şekilde geri dönmektense Akhilles'in öfkesini dindirmenin bir yolunun bulunması gerektiğini söyledi.

Agamemnon, aptallık ettiğini itiraf etti. Akhilles'in onur payı Briseisi ve değerli hediyelerini ona geri vereceğini Odysseus'a söyledi. Bunu Akhilles'e anlatması için yalvardı. Akhilles, bunu kabul etmedi. Ertesi gün, Akhalar gene püskürtüldü. Troyalılar, gemileri ateşe verecek kadar yaklaşmışlardı. Bu durumu gören Akhilles'in en iyi arkadaşı Patroklos Akhilles'e yalvararak, ya Akhalar'a yardım etmesini veya en azından o muhteşem zırhını kendisine ödünç vermesini söyledi. Akhilles kendisini aşağılayan insanlar için savaşmayacağını söyledi. Ama Hephaistos ustasının yapmış olduğu o muhteşem zırhı ve adamlarını Patroklos'un emrine vermeyi kabul etti.

Patroklos, Akhilles'in zırhını giyerek ve onun adamlarını da alarak savaşa katıldı. Troyalılar, onu bir müddet Akhilles zannettiler, Gerçekten oda Akhilles gibi muhteşem savaşıyordu. Sonunda Hektor ile karşılaştı. Hektor Patroklo'u kargısıyla öldürüp, zırhını soydu ve kendisi giydi. Sanki Akhilles'in bütün gücü Hektor'a geçmişti.

Patroklos'un cesedi etrafında çok kan döküldü. Sonunda iki Ajax'ın yardımıyla Akhalar cesedi gemiye taşıdılar.

Acı haber Akhilles'e ulaştı. O da en iyi arkadaşının ölümünü Hektor'a hayatı ile ödeteceğini dair yemin etti. Hektor'un ölümünden sonra kendisinin ölümü de kaderine yazılı idi. Bunu bile bile kaderine razı oldu. Annesi Thedis, onu durdurmak için hiçbir çaba göstermedi. Ona Hephaistos'un yaptığı yeni silahlar ve zırh getirdi. Zırhı giyip askerlerinin başına geçti. Kahramanca savaşıyor ve her yerde Hektor'u arıyordu. Hektor ise, Troyalıların başına geçmiş surların yanında kahramanca şehrini korumaya çalışıyordu. Olympos'lu tanrılar yine aşağıya inmiş, Troya ovasında ölümlüler gibi hararetle savaşıyorlardı. Skamander nehri sularını geçmek isteyen Akhilleus'u boğmaya çalıştı. Ama Akhilleus'u durdurmaya imkanı yoktu. Her şey tanrılarca kararlaştırılmıştı. Apollon bile artık Hektor için savaşmanın faydasızlığına inanmıştı. Troyalılar geri püskürtüldü. Şehir kapıları açılıp savaşçılar şehrin içine alındalar. Sadece Hektor dışarıda kaldı. Dimdik duruyordu surların önünde. Babası Priamos, annesi Hekabe surların içine gelip hayatını kurtarması için ona yalvardılar. Ama o bunları dinlemedi. Troyalıların gerilemesi onun suçu idi çünkü Troyalıları, o kumanda ediyordu.

Hektor böyle düşünürken Akhilles hışımla surlara yaklaştı. Yanında ise ölümsüzlerden Athena duruyordu. Hektor ise yanlızdı. Apollon, onu kaderine terk etmişti. Akilleus gidgide yaklaşıyordu. Etrafa pırıltılar saçan tunç zırhı içinde yaklaşan Akilleus'u görünce Hektor'u bir titreme aldı. Kaçmaya başladı. Akhilleus da peşine takıldı. Hektor önde Akhilleus arkada şehir surlarını üç defa döndüler. Sonra Athena, Hektor'un kardeşi Deiphobus kılığına girerek ona Akhilleus'la karşılaşma cesaretini verdi. "Gel birlikte karşı koyalım, püskürtelim onu" dedi. Soylu Troyalıların lideri, parlak tolgalı Hektor da ona inandı. Akhilleus'un karşısına dikilerek şöyle haykırdı:

"Artık kaçmam senden Peleus oğlu deminki gibi. Tanrısal Priamos'un şehrini dolandım üç kere, durup saldırışını beklemeye yüreğim varmadı, ama şimdi buyuruyor sana karşı koymayı ya sen benim elime geçersin, ya geçerim ben senin eline. Haydi Tanrıları tanık tutalım anlaşmalarımıza. Olamaz onlardan iyi tanık, iyi bekçi. Zeus bana zaferi verir de alırsam canını, dile gelmez saygısızlık göstermem sana. Ünlü silahlarını soyar, ölünü geri veririm Akhalara. Sen de Akhilleus yap benim gibi."

Ayağı tez Akhilleus yan yan baktı. Dedi ki:

Hektor, düşmanım, antlaşmadan söz açma bana, böyle şey olamaz insanla arslan arasında. Nasıl uyuşmazsa kurtla kuzunun gönlü, durmadan kin beslerler birbirlerine, bizim de dostluk yapmamız akla sığmaz." (İlyada XXll 250-265)

Böyle söyleyip mızrağını fırlattı, mızrak hedefini şaştı. Athena mızrağı tekrar geri getirdi. Sonra Hektor isabetli bir atış yaparak Akhilleus'un kalkanını tam ortadan vurdu. Mızrak kalkanı delemedi. Hemen arkasını dönüp kardeşini aradı., onun mızrağını almak için. Kardeşini orada göremeyince Athena'nın kendisini kandırdığını anladı. Kaçacak bir yer yoktu. Kılıcını çekip Akhilleus'a saldırdı. Daha ona yaklaşamadan Akhilleus onu mızrağıyla boynundan vurdu. Yere yuvarlanan Hektor son nefesinde, vücudunu ailesine geri vermesi için Akhilleus'a yalvardı. Demir yürekli Akhilleus'un öfkesi pek dineceğe benzemiyordu. Ona yan yan bakarak şöyle dedi:

"Dizlerime sarılma köpek, yalvarma bana anan baban adına. Gönlüm yüreğim kışkırtıyor beni, diyor şunun etini parçala, çiğ çiğ ye, senin bana bu yaptıklarından sonra, kimse uzaklaştıramaz başından köpekleri. Getirseler bana kurtulmalığın on katını, tartsalar şurada daha çok veririz deseler, Dardanos'un oğlu altın kosa teraziye senin ağırlığınca, döşeğine yatırıp ağlayamayacak seni doğuran, köpekler kuşlar yiyecek bütün bedenini." (İlyada XXll 345-355)

Böyle söyleyip zırhı ölüden soydu. Akhalar da teker teker ölünün yanından geçip boyuna posuna güzelliğine hayran kaldılar. Ama bir tekme vurmadan da gitmiyorlardı ölüye. Akhilleus ise, daha kötü şeyler yapmayı planlıyordu. İki ayağını topukla bilek arasından deldi. Kayışlar geçirdi deliklerden. Bağladı arabaya, başı bıraktı yerde sürüklensin diye. Sonra atladı arabaya ünlü silahlarıyla. Kamçıladı atları .

Ölüyü surların önünde defalarca sürükledi, azgın öfkesi dinene kadar. Sonra, aldı, götürdü gemilerin yanına.

Patroklos'un intikamı alınmış ama ölüsü hala yakılmamıştı. Hemen odunlar kesilip büyük bir yığın yapıldı. Yığınların üstüne de Patroklos'un ölüsü yerleştirildi. Kurbanlar kesilip ölünün etrafına dizildi. Birçok Akhalarla birlikte Akhilleus da saçından bir tutam kesip ölünün üzerine attı. Son olarak Akhilleus, 12 Troyalı çocuğu kargısıyla öldürüp yığına kattı. Öldürmeye bir türlü doymuyordu. Sonra yığını ateşe vererek ağlaya ağlaya ağıta başladı.

"Verdiğim bütün sözleri getireceğim şimdi yerine. Ulucanlı Troyalıların oniki soylu oğlunu, yutacak alevler seninle birlikte, Primaos oğlu Hektor'a gelince, ateşe yedirmem onu, yedireceğim köpeklere." (İlyada XXlll 18-184)

Ama köpekler sokulamıyordu Hektor'un cesedine. Aphrodit ölünün başında nöbet tutuyordu.

Hektor'un ölüsüne yapılan bu saygısızlıklar Hera, Athena ve Poseiden hariç bütün ölümsüzleri tiksindirmişti. Özellikle baba tanrı Zeus bu saygısızlığa çok kızmıştı. Zeus, Priamos'u cesaretlendirerek onun Akhilleus'un kampına gitmesini sağladı. Zengin kurtulmalıklarla kampa gelen Priamos, oğlunun cesedini vermesi için Akhilleus'a yalvardı. Akhilleus karşısında yalvaran yaşlı adamı görünce kendi babasını hatırlayıp insafa geldi ve hediyeleri kabul ederek, ölüyü babasına verdi. Ayrıca, ölü yakma merasimi için de 9 gün boyunca Akhaları savaştan uzak tutacağına dair söz verdi.

Troyalılar, 9 gün boyunca, Hektor'un ölüsü etrafında yas tutup, ağıtlar yaktılar. Onuncu gün şafak vakti, ölü odun yığınlarının üzerine konulup yakıldı. Daha sonra, kemikler ve küller altın bir kupaya gömülüp, üzeri kocaman işlenmiş taşlarla örüldü. Mezarın üstü toprakla örtülerek büyük bir tümülüs oluşturuldu.

Hektor'un cenazesi için kararlaştırılan süre dolduktan sonra, savaş tekrar başladı. Etiyopya Prensi Memnon, büyük bir orduyla gelip Troyalılara yardım etti. Bu yeni taze güçle saldıran Troyalılar, Akhaları çok güç durumda bıraktılar. Birçok Akhalı savaşçı öldü. Sonunda Akhilleus, Memnon'u öldürdü. Durum tekrar Troyalıların aleyhine dönmüştü. Akhilleus yine coşmuştu. Ama onun belki de son kükreyişi olacaktı. Bütün Troyalıları önüne katmış surlara doğru kovalıyordu. Surlara yaklaştığı bir sırada, orada, çalıların arasına gizlenmiş duran Paris'in attığı zehirli bir okla topuğundan vurularak öldü.

Topuğu onun en zayıf yeri idi. Annesi deniz perisi Thetis, onu "yaralanmaz" yapmak için topuğundan tutup Styx Irmağının sularına batırmıştı. Ancak topuğun elle tutulan kısmı kutsal suyla ıslanmadığı için zayıf kalmış ve Paris, onu bu en zayıf noktasından vurmuştu.

Ajax, Akhilleus'un ölüsünü savaş meydanından taşıdı. Ölü yakma töreninden sonra külleri Patroklos'un küllerinin konulduğu kaba konularak beraberce gömüldü.

Akhilleus'un ölümünden sonra, onun Hephaistos usta tarafından yapılmış olan muhteşem zırhı kumandanlar arasında yeni bir huzursuzluğa yol açtı. Zırh acaba Akhilleus'un ölüsünü savaş alanı dışına taşıyan Ajax'ın mı olmalıydı?Yoksa Odysseus'a mı verilmeliydi? Kumandanlar arasında yapılan gizli bir oylama sonunda zırha sahip olma hakkı Odysseus'a verildi. Ajax da , kendini aşağılanmış görüp, kılıcının üstüne atlayarak intihar etti.

Bu iki kahramanın kısa zamanda arka arkaya ölmeleri Akhaların cesaretlerini kırdı. Zafer, çok uzak görünüyordu, ama vazgeçmeye de hiç niyetleri yoktu. Akhilleus'un genç oğlu Neoptolemus, Paris'i öldürdü. Ama onun ölümü Troyalılar için pek de büyük bir kayıp değildi. Zaten bütün bu belaları Troyalıların başına hep o açmamış mıydı? Bir keresinde ağabeyi Hektor onu şöyle azarlamıştı:

''Seni alçak, seni parlak oğlan, seni çapkın
seni ırz düşmanı seni.
Hiç doğmaz olaydın keşke,
Ya da kalaydın ölümüne dek evlenmeden.
Çok isterdim bunun böyle olmasını
Hem çok da iyi olurdu hani
Ne baş belası kesilirdin o zaman
Ne de yüz karası olurdun başkalarına
Nasıl kaçırdın ta uzak ülkelerden
Kargı salan erlerin gelini, güzel yüzlü kadını
Baş belası yaptın onu babana, halkımıza, ilimize''

İlyada III.39_50


Paris'in ölümünden sonra da Troyalılar güçlerini korudular. Şehir surları dokunulmamış bir şekilde ayaktaydılar. Savaş genellikle surlardan uzakta ovada cereyan ettiği için ciddi bir tehditle karşılaşmamışlardı. Bu, sonu olmayan savaşa bir son verebilmek için orduyu şehrin içine alıp, Troyalıları bir baskınla yok etmekten başka çare yoktu. Bunu nasıl yapacaklardı?

Akhaların en akıllısı kurnaz Odysseus, bir tahta at yapma fikriyle ortaya çıktı. Büyük ve içi boş bir at olacak ve içine belirli sayıda asker alabilecekti. Odysseus ve diğer bazı seçkin komutanlar atın içine gizlenirken, diğerleri denize açılıp Tenedos (Bozcaada)'nın arkasına, Troyalıların onları göremeyecekleri bir şekilde gizleneceklerdi. Eğer işleri ters giderse, Yunanistan'a geri dönecekler. Tabi bu arada atın içindekiler ölümüne terk edilecekti. Ama her şey Odysseus'un planladığı gibi giderse, Troya'ya geri dönüp, şehrin içine girmek için verilecek işareti bekleyeceklerdi. Planın yürümesi için geride bir Akhalı asker bırakacaklardı. Bu askerin görevi ; tahta atın şehrin içine alınmasını sağlamak için, Troyalıların ikna edilmesiydi. Herşey Odysseus'un planladığı gibi gitti. Bir sabah, Troyalılar büyük bir şaşkınlıkla uyandılar. Her yer çok sakindi. Gürültülü Akha kampı, tamamen boştu ve gemilerde gitmişlerdi. Batı kapısı önünde de daha önce hiç görülmemiş büyüklükte ve biçimde tahtadan bir at duruyordu. Öyle görünüyordu ki, Akhalar bu işten vazgeçmişler, mağlubiyeti kabul edip Yunanistan'a geri dönmüşlerdi. Ancak bu kocaman tahta at da neyin nesiydi? Troyalılar, bu soruları kendi kendilerine sorarken, Akhaların geride bıraktıkları Sinon isimli asker ortaya çıktı. Troyalılar Sinon'u yakalayıp kral Priamos'a götürdüler. İyi bir aktör olan Sinon, ağlıyor, sızlıyor ve Yunanlılardan nefret ettiğini söylüyordu. Bunun sebebini ise şöyle açıklıyordu:

''Akhalar, Troya'ya yelken açmalarını engelleyen kuzey rüzgarını durdurmak için kral Agamemnon'un kızı Iphiginia'yı kurban ettiler. Geriye dönüşleri için ise ben talihsiz kurban olarak seçildim. Tam yola çıkarlarken beni kurban edeceklerdi. Her şey hazırdı. Ama gece olunca karanlıktan yararlanarak bir bataklığa saklandım ve gemilerin uzaklaşmalarını seyrettim.''

Simon'un anlattığı bu hikayeye herkes inandı. Çünkü o rolünü çok iyi oynuyordu. Hikayesinin ikinci ve asıl can alıcı kısmına şöyle devam etti.:

''Tahta at Tanrıça Athena'ya kutsal bir sunak olarak yapılmıştır. Böyle büyük yapılmasının sebebi Troyalıların onu dar şehir kapılarından şehrin içine almalarını engellemek içindir. Akhalırın beklentisi Troyalıların bu atı yakıp yıkmalarıdır. Böylece tanrıça Athena'nın öfkesini Troya üzerine çekmiş olacaklardır. Ama Troyalılar atı şehrin içine alıp onu korurlarsa tanrıçanın lutfu Troyalılara yönelecektir.''.

Akıllıca düzenlenmiş bu hikayeye Troyalı rahip Laokoon ve Hektor'un kız kardeşi Kassandra dışında herkes inandı. Rahip Laokoon, ''hediye veren Yunanlılardan sakının'' diyerek Troyalıları uyardı. Atın hemen yakılmasını söyledi. Hiç kimse ona inanmadı. Laokoon'un Troyalıları ikna etmesinden korkan Poseidon denizden iki tane korkunç yılan göndererek, Laokoon ile iki oğlunun öldürttü.

Bir bilici olan Kassandra da, bunun bir hile olduğunu söylediyse de ona kimse inanmadı. Apollon, Kassandra'ya aşık olmuş bu yüzden ona geleceği görme yeteneği vermişti. Kassandra Apollon'un aşkını kabul etmemiş, o da Kassandra'ya verdiği bu yeteneğin yarısı geri almıştı. Yani Kassandra geleceği görmeye devam edecek ama ona kimse inanmayacaktı.

Troyalalır, hiç tereddüt etmeden, atı şehrin içine sürüklediler. On yıl süren korkunç savaş bitmiş, nihayet özlenen barış gerçekleşmişti. Troyalılar, bunu eğlenceler düzenleyip şölenlerle kutladılar. Gece yarısı herkesin derin uykuda olduğu bir sırada Odysseus ve arkadaşları teker teker nöbetçileri öldürdüler ve kapıları ardına kadar açtılar. Zaten Akha ordusu, şehrin surlarına çok yaklaşmıştı. Açık kapılardan sessizce şehrin içine sızarak her tarafta yangılar çıkarttılar.

Yangınları söndürmek için dışarıya çıkan Troyalılar ne olduğunu anlayamadan kılıçtan geçirildiler. Bu yapılan savaş değil kasaplıktı. Şehrin bazı bölümlerinde Troyalılar küçük gruplar oluşturup düşmana karşı koydular. Tek amaçları ölmeden önce mümkün olduğu kadar çok Akhalı öldürmekti. Bazıları öldürdükleri Akhalıların giysilerini giyip düşmana yaklaşıyorlardı. Bu yolla birçok Akhalı asker öldü. Başlangıçta çok fazla Troyalı uykuda katledildiği için bu savaş adil değildi. Artık sona yaklaşılmıştı. Akhilleus'un oğlu Neoptolemus, yaşlı Priamos'u karısı ve kızlarının gözü önünde öldürdü. Daha sabah olmadan Aeneas hariç, bütün Troyalı liderler öldürülmüştü. Annesi Aphrodit'in de yardımıyla Aeneas, Babası Ankhises ve oğlu Ascanius'u da alıp Troya'dan kaçmayı başardı. Uzun maceralardan sonra İtalya'ya ulaştı.

Orada güçlü bir Etrüsk kralının kızı ile evlenerek yeni bir şehir kurdu. Roma'nın gerçek kurucuları olan Romus ve Romulus kardeşler bu şehirden ve Aeneas'ın soyundan geldikleri için, Aeneas her zaman Roma'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir. Troya'nın baştan başa yakıldığı o korkunç gece, Aphrodit, güzel Helen'e de yardım etti. Paris'in ölümünden sonra töreye göre Paris'in kardeşi Deiphobos'la evlenmiş olan Helen Aphrodit'in de yardımıyla eski kocası Menelaos'a gitti. Menelaos, onu memnuniyetle kabul etti. Ertesi gün, hep beraber Yunanistan'a geri döndüler. Onlar, Yunanistan'a yelken açarken, Asya'nın en mağrur kentinden geriye bıraktıkları şey, sadece için için yanmakta olan bir harabe idi.


7
Mitolojiler / Europa
« : 31 Mayıs 2009, 22:04:45 »
Europa Suriyeli çok güzel bir kızdı. Öyleki parlak teni göz alıcı bakışı ile dillere destan olmuştu. Eğlenceyi ve gezmeyi çok severdi. Sabahtan akşama kadar tüm vaktini kırlarda deniz kıyısında arkadaşları ile birlikte gezerek geçirirdi. Gene böyle bir gün, deniz kenarındaki bahçelerden birinde arkadaşları ile çiçek toplarken Zeus Europa'yı gördü. Onun güzelliği baş tanrının aklını başından almıştı.

Karısı Hera'nın haberi olmadan güzel Suriyeliye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline girdi ve kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında gezinmeye başladı. Kızlar boğadan korkmak bir yana onu çok sevimli bulmuşlardı, ona yaklaşarak sevmeye başladılar. Güzel Europa ona yaklaştığı anda boğa yere yatarak kızın ayaklarına kapandı. Europa boğanın sırtını okşayarak yavaşça üzerine oturdu.Tam arkadaşlarıda ona katılacakken boğa birden ayaklandı ve ve sırtında Europa ile denize doğru koşmaya başladı. Deniz kenarına vardığında azgın dalgaların hepsi sakinleşmiş durulmuştu. Boğa dalgaları yararak, denizde kumlu bir ovada koşuyormuş gibi hızla oradan uzaklaştı.

Bir süre sonra kıyıya vardıklarında Zeus genç kızı bir çınarın gölgesine bıraktı ve boğa şeklinden sıyrılarak tekrar tanrı şekline döndü ve ona kendisini tanıttı. Horalar aceleyle Zeus ve Europa için bir yatak hazırladılar. Bu birleşmenin yapıldığı yere gölge saldığı için o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez. Kirid kralı Minos bu birlikteliğin sonucunda doğmuştur.



8
Mitolojiler / Perseus
« : 31 Mayıs 2009, 22:02:05 »
Perseus, Yunan mitolojisindeki önemli kahramanlardan biridir. Herakles'in ataları arasında yeralan Argoslu bir kahramandır.

Babası Zeus annesi ise Akrisios kızı Danae'dir. Perseus'un büyük babası Akrisios bir kahine gidip bir erkek çocuğunun olup olamayacağını sorar. Kahin ona kızı Danae'nin bir erkek çocuğu olacağını ve bu çocuğun onu öldüreceğini söyler.Korkuya kapılan ve kehanetin gerçekleşmesinden korkan Akrisios, yeraltına bronzdan bir oda yaptırarak kızını oraya hapseder. Zeus bronz odanın tavanıdaki bir yarıktan altın damlası şeklinde içerisi sızar ve genç kızla birlikte olur. Bu birleşmeden Perseus doğar.

Perseus, Athena tarafından Gorgonlardan Medusa'yı öldürmekle görevlendirilir. Athena ve Hermes ona bu zor görevinde yardımcı olan tanrılardır. Perseus, Gorgoların (Stheno, Euryale ve Medusa) yerine gider. Onları uyurken bulur. Bu üç kızkardeş arasında yalnız Medusa ölümlüdür.Bu nedenle Perseus sadece onun başını kesip götürebileceğini anlar. Gorgolar, boyunları ejderha pullarıyla korunan, yaban domuzu gibi dişleri olan dişi canavarlardı. Bronz elleri ve altın kanatları vardı. Üstelik bakışları o kadar güçlüydü ki baktıkları her şeyi taşa çeviriyorlardı. Medusa'nın kesilen kafasından Pegasus (Kanatlı at) , Khrysaor adlı bir dev çıktı. Perseus medusanın başıyla Polydektesi taşlandırmıştır.Daha sonra medusanın başını Athenaya teslim etmiştir.Dönüş yolunda Andromeda'yla karşılaştı ve ona aşık oldu. Bu güzel genç kızın annesi Kassiepeia, Nereus kızlarından daha güzel olduğunu söylediği için Poseidon'u kızdırdı. Deniz tanrısı da bu bölgeye bir deniz canavarı musallat etti. Canavarı öldürmek koşuluyla kurban olarak sunulan genç kızı kurtaran Perseus, daha sonra kızla evlendi ve Tiryns kralı oldu(Yunanistanda antik bir kent)mutlu bir yaşam sürdü.


9
Çizgi & Anime / Xam'd: Lost Memories
« : 26 Mayıs 2009, 20:16:21 »


Yapımcılar/Sanatçılar:

Yönetmen: Masayuki MIYAJI, Kazuya NOMURA, Tsutomu YABUKI, Takahiro IKEZOE, Shigeyuki MIYA, Masaomi ANDO, Daisuke TOKUTSUCHI, Yasuyuki SHINOZAKI 
Senaryo: Masayuki MIYAJI, Hiroshi OHNOGI, Megumi SHIMIZU, Yuuichi NOMURA
Animasyon: Masashi OKUMURA, Ayumi KURASHIMA, Kenji MIZUHATA, Hideaki MANIWA, Katsu ÔSHIRO, Seiichi HASHIMOTO, Tomokatsu NAGASAKU, Ryousuke SEKIGUCHI
Müzik: Michiru OSHIMA
Dizayn: Kimitoshi YAMANE, Ayumi KURASHIMA, Kenji MIZUHATA, Seiichi HASHIMOTO, Hiroko UMEZAKI



Tanıtım:

Sentan Adası sakinleri, ortasında kaldıkları Kuzey ve Güney arasındaki savaştan ayrı olarak yaşamlarını sürdürmekte ancak ada sakinlerinden bazıları arasında hala savaşın yaraları izlerini taşımaktadır.

Adada sevilen bir doktorun oğlu olan Akiyuki'nin, arkadaşları Haru ve Furuichi ile birlikte güvenlik kontrolünden geçerek bindikleri okul otobüsünde yaşanan bir patlama sonrasında hayatında geri dönülemez değişimler yaşanacaktır.

Patlamanın sonucu ortaya çıkan bir ışığın Akiyuki'nin koluna girmesi, kendisini Xam'd denen beyaz bir varlığa dönüşmüş bulması ve gizemli posta aracı Zanbani'den gelerek O'na "Yaşamak isteyip istemediğini" soran Nakiami'nin yardımı ile eski haline dönebilmesi gibi olaylar hızla birbirini takip edecek; bu esnada yeni bir mücadelenin ve arayışın yolculuğu da başlamış olacaktır...


Notlar:


Serinin ilk bölümü 15.07.2008 tarihinde Sony'nin ABD'deki PlayStation Network'ünün yükleme servisinde ön gösterim olarak yayınlanmış, daha sonra ise 24.09.2008 tarihinde Japonya'da seri olarak tekrar ilk bölümden yayına başlamıştır.

İlk yayınlandığı hafta E3'teki PlayStatio Network'den en çok yüklenen video olmuştur.

Bölüm Listesi:

Spoiler: Göster
01. Xam'd at the Dawn of War
02. Blackout on Sentan Island
03. The Way to Freedom
04. Enlightenment
05. Shattered Bonds
06. Live Fire
07. Gaurdians of Stone
08. Showdown at Tsumebara Pass
09. The Astonishing Raigyo
10. Moving On
11. Assault: The Zanbani
12. Flowers Blooming in the Dark
13. Running Barefoot
14. Cerulean Skies
15. Souls at Peace
16. Burning in Our Wake
17. Lambs to the Altar
18. What Can you See From There?
19. Sudden Outbreak: Romance Flowers Bloom
20. Watered With Tears
21. Sanctuary Breached
22. Tojiro and Ryuzo
23. Hiruken Emperor Born
24. Voices From Beyond
25. Nakiami and Sannova
26. The Great Rock and the Girl

10
Çizgi & Anime / Kiba
« : 23 Mayıs 2009, 21:34:19 »


Tür:  Doğaüstü Güçler, Fantastik, Aksiyon, Macera

Yapımcılar/Sanatçılar:

Yönetmen: Hiroshi KOUJINA 
Senaryo: Toshiki INOUE, Michiko YOKOTE, Shinji SATOH
Müzik: Jun MIYAKE
Dizayn: Susumu MATSUSHITA, Takahiro YOSHIMATSU


Tanıtım:

Zedd, Calm şehrinde yaşayan 15 yaşında bir çocuktur. Kendi günlük hayatı tarafından engellenmektedir ve dışarıda bir yerde daha dolu yaşayabileceği bir yer olduğunu hissetmektedir.

Bir gün, esrarengiz bir rüzgarın davetiyle Zedd, "cevabın" orada olabileceğini ararcasına, bir uzay-zaman yarığının içine dalar.

Rüzgarın üzerinde süzülerek, savaşçıların "Shard Caster" olarak bilindiği ve "Shard" olarak bilinen sihirli kristalleri kullanarak birbirleriyle sürekli savaştıkları bir dünyaya varır.

Shardların gücüyle, Shard Caster'lar sihir kullanabilir ve "Spirits" denen canavarları kontrol edebilirler. Bu güçten etkilenen Zedd de bir Shard Caster olmayı amaç edinir. Ancak, vücudunun içinde "Amil Gaul" denen çok güçlü bir Spirit'in bulunduğunun henüz farkında değildir. Bu Spirit dünyanın geleceğine etki edecek gücü barındırmaktadır.

Bölüm Listesi:

01. Wind of Fate
02. New World
03. Those With Power
04. The Wind`s Decision
05. The Country of the Buddhist Precepts
06. Premature Outcome
07. Awakened Thoughts
08. Betrayer`s Whereabouts
09. After the fight is over
10. The Lonely Princess
11. Premonition of Conspiracy
12. The advance towards truth
13. Strength to dash
14. The Temptation of Power
15. A small treasure
16. Tragedy of a Race
17. A Wish Beyond Reach
18. The Prayer That Doesn`t Die Out
19. The Land of Darkness
20. Reunion
21. An unforgettable memory
22. The Maze Of Memories
23. Bonds
24. The Yellow Shard Of Happiness
25 Prologue To The Battle
26. Lonely Memories
27. Soldiers
28. The Proof Of Existence
29. The Friendship That Slipped By
30. Showdown
31. Compensation of Ambition
32. Expectations of a Nation
33. Lost Radiance
34. The War That Happened
35. The Person Who Becomes Sacrifice
36. Revived Wing
37. Capital City Falls
38. The Fight Without End
39. Enlightenment
40. The Aimed Power
41. Captured Thoughts
42. Little Saviour
43. Revealed Truth
44. Unsolved Spell
45. The Confined Girl
46. To the Ground of Decision
47. Perplexed Saviour
48. Advent
49. Mother and Child
50. Eternity
51. To the Place Where the Wind Blows

-Şahsen benim çok hoşuma giden ve halen devam ettiğim bir anime. Tavsiye derim.

11
Düşler Limanı / Gül ve Damla
« : 23 Mayıs 2009, 18:34:04 »
Şimşekler çakmaya başaldı ve yeryüzüne yağmur indi. Oysaki yer yüzünde her yer yağmur alamıyordu çünkü bazı çiçekler ağaçların altında  kuru bir şekilde susuzluklarını gideremeden yitip giderlerdi.Yağmur çok şiddeli bir şekilde yağıyor ve susuz toprağı doyuruyordu.Ama yinede bir ağacın altında pek fazla su görmeyen bir yerde çok güzel bir çiçek bulunuyordu.Bu çiçek su görmediği için boynu büküktü ama yinede çok güzel renkleri vardı ve asaletliydi.
Çiçeğin adı Gül idi ve onu kurtaracak birini bekliyordu. Hatta kendine bir söz bile vermişti : Onu bu durumdan kurtaracak olana kalbini verecekti. Bu sırada yağan yağmurda bir damla yer yüzüne düşmüştü ve bir yaprağın üstünde bir ileri bir geri sallanıyordu.
Bir kaç saat sonra yağmur dindiğinde ise damla hala yaprağın üstünde sallanıyordu ve düşünüyordu acaba buradan nasıl aşağı inebileceğini. Tam o sırada büyük bir yaprağın altında bulunan ve güneş görmeyen bir çiçek gördü. Gözüne o kadar güzel görünmüştü ki çiçek, kalbini ona vermek istiyordu.Yaprakları karanlıkta bile ona ışıl ışıl geliyordu öyle ki güneşe çıksa nasıl görüneceğini düşünmeye bile gerek duymamıştı. Birden çiçeğin çok acı çektiğini gördü ve üzüldü. Hiç bir şey yapamıyordu ona yardım etmek adına. Ona ilk baktığında durumunu anlamıştı oysaki, suya ihtiyacı vardı çiçeğin. Ve ona derman olabilecek tek kişi kendisiydi. ''Bir şekilde ona ulaşmalıyım'' diye düşündü damla '' Ona kalbimi vermeliyim ki yaşayabilsin.'' Sağa baktı. Sola baktı. Aşağı baktı ama bir yol bulamadı aşağı inmek için. O sırada aklına bir fikir geldi ve zıplamaya başladı . Var gücüyle zıplıyordu damla ve sonunda yapraktan kayıverdi toprağın kucağına. İlerledi çiçeğin yanıda ve sokuldu yanına. Sordu: '' Neden bu kadar bitkinsin ?'' Çiçek cevap verdi:'' Bir de soruyormusun ? Görmüyormusun halimi ? Hem sen de kimsin ? Neden bana birden soru soruyorsun? '' Damla iyice aşık olmuştu çiçeğe, artık duygularını ona dökmesi gerekiyordu yoksa buharlaşıp gidecekti o anda. ''Ben yukarıdan bulutların diyarından geliyorum ve seni ilk gördüğümden beri sana aşığım '' dedi damla. Oysaki çiçek kendisine bir söz vermişti:''Üzgünüm benim kalbim sadece beni buradan kurtaracak kişiye aittir '' dedi. Damla ise bunu planlıyordu :'' Merak etme seni kurtaracağım ve kurtardığımda ise kalbini bana verecekmisin ?''
'' Elbette '' dedi çiçek. ''O halde şu yukarıdaki güneşini kapatan yaprağa tırmanıp onu koparmam uygun olur ne dersin ? ''
'' İmkansız bu! Orası çok yüksek buharlaşır gidersin oraya varana kadar'' diye feryat etti çiçek. ''O halde seni topraktan çıkarıp güneş gören bir yere görtürsem nasıl olur ? ''. '' Bu da imkansız eğer topraktan çıkacak olursam bir kaç saniye içinde kurur, ölürüm'' dedi çiçek .
Ve birden damlanın kafasında şimşekler çaktı . Üzülerek ''O halde tek çıkar yol sana kendimi vermem'' dedi. '' Ne demek istiyorsun'' dedi çiçek. '' Sen su olmadan yaşayamazsın oysa ben suyum ''. Çiçek damlanın demek istediğin anlayınca kederlendi ve tüm gücüyle karşı çıktı.
'' Hayır eğer beni kurtarırda ölürsen kalbimi sana verdiğimden sana aşık olurum ama öldüğün içinse yaşayamam sadece kısa bir süre için yaşamış olurum '' dedi. '' Ama senin ölmeni istemiyorum '' dedi damla. '' Peki ya ben istiyormuyum senin ölmeni ? Bana sorsana bir '' diye haykırdı çiçek.
Ama damla kararını çoktan vermişti ve onu kimse durduramazdı. Kendini feda ederek biricik aşkını yaşatacaktı. Ve oracıkta kendini çiçeğin ayaklarının dibine attı ve ona kendini verdi.Bunu gören çiçek ise kederden artık yaşama isteğini bile yitirdi.Çünkü onu damla kurtarmıştı ve kalbini almıştı. Şimdi ise çiçeğin sevdiği damla yoktu artık. Onun için kendini feda etmişti. Çok değil bir kaç hafta dayanabildi bu kedere çiçek.Sonunda oda kendisini ölüme teslim etti ve kalbini verdiği damlaya böylece kavuşmaya gitti.

-Bu da bir başkası...

12
Düşler Limanı / Bir damlanın hayata dair düşünceleri
« : 23 Mayıs 2009, 17:10:08 »
Bir damla düştü yaprağın kıvrılmış ucundan toprağa ve damla düşündü :
'' Hayatım sadece düşüşler içindemi geçecek'' diye.
''Önce bulutlarda hayat buldum ve hayatımın baharında  yeryüzüne düştüm .
Şansıma yüksek yerlerde bir yaprak beni kolları arasına aldı ama, nereye kadar ?
Elbet böyle sonsuza kadar buralarda kalamayacağımı biliyordum .
Ya şimdi olduğu gibi yapraktan düşecektim yada buharlaşıp ortadan yok olacaktım .
Aslına  bakarsanız toprağa düşmeyi daha çok tercih ederdim ve şu an birazda olsa mutluyum hala ortadan kaybolmadığım için.Ama yinede fazla ayakta kalamayacağım, fazla uzun bir hayat yaşayamayacağım .
Bunu bildiğim halde yinede düşmekten neden korkar oldum ?
Belkide artık topraktan daha derini yoktur ha ne dersiniz ?
Artık yok olmaya başladığımın farkındayım, yavaş yavaş buharlaşıyorum gökyüzüne doğru ama mutluyum
çünkü harika bir yolculuk yaşadım.Bulutların içinde başlayan hayatım bir yaprağın kollarından yeryüzünün bereketli topraklarına kadar ilerledi ve harika şeyler gördüm.
Bu güzellikleri tekrar tekrar yaşamayı onları tekrar görmeyi o kadar isterdim ki .
Kim bilir belkide bir gün gelirde bu güzellikleri tekrar görebilirim.
Ama o zamana kadar benden sonra gelecek olanlar bu güzellikleri görecekler .
Ve gördüklerinde ise korkacak, hayret içinde kalacak, ve düşünecekler :'' bunların yaratan ne ?
Yaşatan ve büyüten ne ? Ve belkide yanıtı benim bulduğum gibi bulacaklar ;
Bunları yaratan bir yüce varlık ve büyüten ise kendileri yani bizlerin olduğumuzu .''
Şu kısacık hayatındaki düşüşü içinde bir parça damla düşüşünü zihninin yükselişi ile unutmuştu ve güneşin sıcaklığı altında buharlaşarak başka bir damlanın o uzun yolculuktan geçmesine vesile olacağını bilmeden yok oldu .
 
-Acemice yazılmış küçük felsefi bir yazı umarım beğenirsiniz lütfen (iyi yada kötü fark etmez) yorumlarınızı sakınmadan yazınız.  ;) :)

13
Çizgi & Anime / Heroic Age
« : 19 Mayıs 2009, 19:58:23 »



Tür : Aksiyon, Bilimkurgu, Post-apokaliptik, Süper güç, Şiddet, Uzay yolculuğu
Yıl : 2007
Bölüm : 26

Tanıtım:

Gelişmiş bir ırk olan Altın Kabile'nin (Golden Tribe [Altın Irk diye kullansam daha mantıklı aslında sanırım, neyse]) uzayı araştırmak üzere gitmesinin ardından insan ırkı yokolma tehlikesi ile yüzyüze gelmiştir. Altın Kabile'nin gitmesinin ardından, Gümüş Kabile en güçlü ve etkili ırk haline gelmiştir. Kendilerini Altın Kabile'nin varisleri olarak adlandırmışlardır. Demir Kabile'nin genç prensesi Dhianeila, ailesinin tarihi boyunca sözü edilen, insanlarını kurtaracak gücü elinde tutan mesihi aramaktadır. Aradığı kişi Altın Kabile tarafından evrenden ayrılmalarından evvel yetiştirilmiş bir insandır. Aradığı kişinin bulunduğu Oron isimli yıkılmış gezegene gemisi ile iniş yaptıklarında Bronz Kabile'nin saldırısına uğrarlar. Ancak, saldırıdan hemen önce "Age" isimli genç bir adamla karşılaşırlar.

Age

5. Nodos. Nazik, iyi huylu ve basit bir insandır. Terkedilmiş bir gezegende büyümüştür. Diğer nodoslar gibi müthiş derecede çeviktir ve çok büyük bir güce sahiptir.

Dhianeila Y Laitsa Altoria Ol Yunos

Demir Kabile'nin genç prensesi ve hikayedeki bayan karakter.Kraliyet soyu ile birlikte iletilen bilgiye dayanarak, kurtarıcıyı aramaktadır. Psişik ve telepatik güçlere sahiptir.

Iolaus Oz Mehilm

Yunos Şövalyeleri adıyla anılan Robot pilotlarının genç lideri. Dhianeila'ya çok sadıktır. Dhianeila'nın Age'ye yakınlaşmasını kıskanır ve Age'den hoşlanmaz ama dost olmaları uzun sürmez.

Not: Gerçekten çok hoş bir anime izlenmeye değer .

14
Sinema / Prince of Persia (Film)
« : 11 Mayıs 2009, 21:27:24 »
Şu sıralar internette Prince of Persia'nın filminin çıkacağı yolunda tartışmalar yapılıyor ve sanırım gerçektende çıkacak, bazı sitelerde kamera arkası videoları ve resimleri bile var...
Sizin bu konuda ki görüşlerinizi öğrenmek için bu konuyu açtım .
Ve açıkçası Prince of Persia'nın çok büyük bir hayranıyım o yüzden bilginin doğru olmasını diliyorum.
Hatta filmde Jake Gyllenhaal'ın prensi oynayacağı söyleniyor .
Lütfen bilgisi olan bizi bilgilendirsin... (LÜTFEN !!! Çok merak ediyorum :D)

ve bunlarda bulduğum bazı resimler:
Spoiler: Göster

Spoiler: Göster

15
Çizgi & Anime / Zero no Tsukaima
« : 02 Mayıs 2009, 00:51:50 »
Zero no Tsukaima

( Bazı yerlerde The Familiar of Zero olarak geçiyor...)

Noboru YAMAGUCHI'nin romanından uyarlanmıştır.

Halkeginia adında başka bir dünyada yaşayan, RaValli ailesinin kibirli, şirin ama büyü becerisi pek olmayan kızı Louise'i herkes “Louise the Zero” olarak çağırmaktadır. Çünkü; Louise, büyü yapmada pek başarılı değildir. Başarı oranı "0"dır.

2. sınıfların "Familiar"larını çağıracakları törende, tuhaflıklar yine Louise'i bulur. 17 yaşında, internette gezmeyi seven, sıradan bir lise öğrencisi olan Hiraga Saito, Louise'in yeni "Familiar"ı olur. Hiraga'yı emrine çağıran Louise, birden Hiraga'nın dudaklarına yapışır. Elinde beliren harflerle artık Hiraga, Louse'nin hizmetine girer.


(Tanıtım alıntıdır...)

Bazı resimler:

Bölüm listesi:

Spoiler: Göster
01. Zero Louise
02. The Commoner Familiar
03. The Enticement of Flames!
04. A Maid`s Crisis
05. Tristein`s Princess
06. A Thief`s Identity
07. Louise`s Part-time Job
08. Tabitha`s Secret
09. Louise`s Change of Heart
10. A Princess`s Request
11. Louise`s Marriage
12. Zero Treasure
13. Louise of the Void


( 2.ve 3. sezonlarının sadece isimlerini vereceğim zaten tanıtımı rahatça bulunuyor;
2. sezonu:Zero no Tsukaima: Futatsuki no Kishi
3. sezonu:Zero no Tsukaima: Princess no Rondo  )

Benim açımdan çok hoş bir anime izlenilmesi taraftarıyım ... İyi seyirler :D

Sayfa: [1] 2