Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Nihbrin

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 8
16
Dipsiz Konak / L.A.R.P. Nedir?
« : 01 Şubat 2010, 10:14:15 »

http://www.youtube.com/watch?v=tB8VMNymEPA

Video'yu izlediğinizde Live Action Role Playing yani kısaca LARP konusunda bir fikriniz olacak. Başlığı açma gereği gördüm çünkü son birkaç haftadır katlanarak LARP'ın aslında FRP olduğunu fikrinin, FRP'nin ne olduğunu bilmeyen kimselerce düşünülmeye başlanmış olduğunu gözlemledim. LARP bir deliliktir, gerçekten kolunuzu kesseniz yere akan kanın "NERD" yazması lazım zeminde. FRP genel olarak aklı başında insanların bir şeyler yiyip içerken günlük kıyafetleri ile masa başında karakter kağıtları, haritalar, bazen birkaç figur veya imleç eşliğinde oynadıkları sakin bir işlem. Bu... bu delilik, bir kere kurallara uymuyorlar  :P Lightning Bolt'un Cool Down'ı 16 saniye! Hile yapıyor:


http://www.youtube.com/watch?v=KZ04mfAY2BU

Bu etkinliklerin genel olarak kuzey avrupa ülkelerinde yaygın olduğunu belirtmem gerekiyor. LARP ile ilgili pek çok ciddi ve iğneleyici başka videolara rastlamanız mümkün. Ancak en ünlüsü "Lightningbolt" olanı. Sonuç olarak: LARP =/= FRP izlemesi eğlenceli orası ayrı ^^

17
Kurgu İskelesi / Genkai
« : 28 Ocak 2010, 05:54:08 »

Aydınlık odada soğuk döşeğine uzanmış ölmeyi bekliyordu. Yanı başındaki adam sürekli olarak onun vucuduna batırılmış çeşitli iğnelere bağlanmış incecik tüplerden kanını çekiyordu. İşlem geceler almıştı, öyle ki şuurunu kaybetmeye henüz başlamıştı. Uzun uyuyor, yorgunluğu geçmiyordu. Borulardan akan kanı topraktan pişmiş bir kabın içinde toplanıyordu.

Odada onca cam vardı ama giren ışık sanki hiç yetmiyordu. Ölmek üzere olan birisi için korkmadığı söylenebilirdi ama o bile ne hissettiğini tam olarak bilmiyordu. Daha önce hayatında bir kere bayılmıştı ve neden olduğunu hiç öğrenememişti. Ama bayıldığında tek bir şey anımsıyordu, karanlığın ardının olmadığını. Gözlerini kapatmıştı ve açmıştı, arası boşluktu. Yanındaki şu anda kanını çekmek ile uğraşan adama eskiden “Ölüm neye benziyor?” diye sorduğunda “Hiç bayıldın mı?” demişti ve konunun üzerine gitmekten korkmuştu.

Korkmuyordu, ölmek üzereyken tekrar sormak istedi, “Ölüm neye benziyor?” Soğuk kanlı adam biraz düşündü, “Daha önce bir kargayı uzun uzun izledin mi? Yaptıkları mantıklı olmayabiliyor, izlediysen ne demek istediğimi anlarsın.” Anlamıştı, çevizi havadan atıp kırdığında onu yemek için geri gelmeyebiliyorlardı, veya yavrularından birisini çaldığınızda bir insan gibi kin tutabiliyordu. İkincisi aslında mantıklıydı ama bayılmak üzereydi ve toprak kapta şu anda vucudunda bulunan kanının yerini tamamen alacak kadar kendi kanından toplanmıştı.Yanı başındaki adam ona baktı ve iğneleri son kez kontrol ettikten sonra tek tek çıkartmaya başladı, “Bayılmak gibi, sadece daha derin, belki kargaları bile görebilirsin. Uyandığında, beni tanıyamayabilirsin. Tanrı biliyor ya kendini bile tanıyamayacaksın.”

***

Gözlerini kapattığında hayatın ellerinden çekilip alındığını hissetmişti. Hayatında hissettiği son bedensel duygu bu olmuştu. Prosedür aslında oldukça basitti, insanlar sınırlar ile doğarlar ve bunları kaldırmak pek çok ufka yeni objektif açılar getirir. Hadrhune ve dostu Xhyn’in isimsiz kitabı bulmaları bunu onlara açık etmişti. Aslında kitabı bulmaları veya onu okumaları değildi anlamalarını sağlayan, sanki kitabın kendisiydi. Arkadaşlarına kitabı gösterdiklerinde bir kısmı sayfaların boş olduğunu, diğerleri ise anlamsız karalmalar gördüklerini söylemişlerdi. Hadrhune’un siyam kedisi kitabın açık sayfalarından birisini görünce tekrar ortalıkta görünmemişti, haftalardır kayıp ilanları vermişlerdi ama hiç ses çıkmamıştı. Kitaba bir ad vermekten çekinmişlerdi başta, çünkü ikisi de okült oluşumların doğruluğu konusunda şüpheci yaklaşsalar da “Her zaman gerçek bir şeyin olması ihtimali vardır, yoksa söylentisi oluşamazdı” gibi bir mantık yürütmüşlerdi.

Bu mantığı birkaç basit denemenin ardından kesinleştirdiler. Kitabın her iki sayfası ikişer yöntem izah ediyordu ama sayfalara yöntemler ayrı ayrı yazılmışlardı. Şöyle ki her sayfa ortadan enlemesine ikiye kesin ve koyu renk bir mürekkep izi ile ikiye ayrılmışlardı. Soldan sağa okunurken üstte kalan yarımlar birleştiğinde bir teknik, sağdan sola okunduğunda üstte kalan kısım ayrı bir teknik izahı yapıyordu. En büyük deneylerinden günler önce – ki deneyin kendisinin yapılabilirliğini bu şekilde kefşetmişlerdi – Aslında bu iki tekniğin birleştirilerek ayrı bir gücü ortaya çıkardığını anlamışlardı.

Büyük deneyi önce Xhyn’in faresi üzerinde denediler, bu yıllar önceydi ve ikisi de halen üniversiteye gidiyorlardı. Tüm kanını üç gün boyunca yavaşça kılcal tüplerden boşalttılar ve bu sırada emilen kanın pıhtılaşmaması için oksijensiz bir kapta tuttular. Emilen kanın iliklerce tekrar üretilmesine olana verecek kadar yavaş çekilmesine özen gösterdiler ve üçüncü günün son on iki saniyesinde fareyi kafasını keserek öldürdüler. Farenin ölümünün ardından çürümediğini gözlemlediler ve ikisi de çok şaşırdı. Tüylerini döküyor, yeni tüyler çıkartıyordu, kafasını yerine diktiklerinde dikişlerin hemen kaynaması korkutucuydu. Kalbi atmıyordu ama kan dolaşımı devam ediyor gibiydi. Fare Donny yirmi dördüncü saatte güneş doğarken gözlerini tekrar açtı ama haraket edemedi. Deneyin devamını gerçekleştirmeleri gerekiyordu; ondan aldıkları kanı geri vermeye başladılar.

Hadrhune ile Xhyn’in dikkatlerini çelen kitabın yegane özelliği gerçekten imkansız olgulara ışık tutması değildi, bunu yaparken ne büyü sözleri nede mucizevi ışık oyunlarının gerçekleşeceğini vaat etme durumu söz konusuydu. Sanki başka bir evrenden aristokrat birileri kitabı Hadrhune’un önüne okul kütüphanesinde o gün o saniyede görmesi için bırakı vermiştiler. Ne Hadrhune’un kütüphaneye gittiği günler olağandı nede kitabı bulduğu yer, ‘cinsel problemler ve çözümler’ kitabının yanında bulmuştu onu. Yan tarafında “Ya hayaldir ya gerçek, arası yoktur.” yazıyordu, ciltin önü boştu. Saatler sonra Xhyn’in yurt penceresine ağaçtan tırmanırken elinde küçük ama kalın bir kitapla girmiş heyecanını dile getiriyordu bile.

Xhyn başta inanamadı elbette, çünkü Hadrhune’a göre kütüphaneci kitabın üzerindeki kelimeleri okuyamamış ve onu kandırmaya çalışmasını dekana şikayet etmeden önce defolup gitmesini söylemişti. Sözler açık ve sadeydiler. İkisi de defalarca kez huşu ile okudular, fotokopi makinesi ile sayfaları çoğaltmayı denediler ancak kelimeler kopyalanamıyordu. Bu, kitabın gerçek bir okult değeri taşıdğına dair ilk kanıtları oldu, kelimeleri ikisi tarafından okunup başka bir kağıda kalem ile geçirilemiyordu da. Anladıklarını kendi dillerinde yazmayı denediklerinde – kitabın başka bir dilde olduğunu ama kendilerinin bir şekilde anladıklarına hüküm getirdiklerinde – sadece doğru görünmemişti. Bir din kitabının dilini değiştirmek gibiydi. Cümleler anlamlarını yitiriyorlardı.

Sonuç olarak Xhyn’in kalbi atmayan, soluk almayan ve artık hiç ses çıkarmayan bir siyah kobay faresi vardı. Başta bembeyazdı ve gözleri kızıldı. Gözleri yemyeşil olmuşlardı. Kitabın önermelerinden bunun ‘denek isteksiz ise işlem sonunda isteksizliğini zıtlığı ile vurgular ve solmaz’ şeklindeki başta anlaşılmayan ama sonradan anladıkları betimleyeme yordular. Kitaptaki hiçbir işlemin başlığı yoktu, önermeler ile doluydu. Örneğin kendi dillerine çevirebildikleri kadarıyla en basiti:

Hidrojendioksit yanmaz, yakmak için içeriğinin değişmesi icap eder, gereken yapılmazsa da yanmayacağını ispatla,

Hidrojendioksit yanar, yanmaması için içeriğinin değişmesi icap eder, ısı veren tepkime için saflığını bozma ve yak,

Yakıcı, Hidrojendioksiti yakamaz, yakması için içeriğinin değişmesi icap eder, sınırlar maddenin sıfatının değişmesi ile kaldırılabilir.
Sınırların kalkması için Hidrojendioksit yakılmalı, yakıcı yakmamalı ve içerik korunmalıdır.

Burada bitiyordu, tamamen anlamsızdı, mantıksızdı ve çok basit görünüyordu. Oysa betimleme sayfalar önce geçen bir başka önermeler dizesi ile bağlantılıydı. Sınırların kalkmasından bahsediyordu ve sonuçlarında neler yapılabileceğinden bahsediyordu. Sınırları kaldırmadan yapılabilen şeyleri denediler. Örneğin gözler kapalıyken diğer duyulara giden kanı arttıran bir işlem, işlem için dört gram magnezyum ve sekiz gram civa bir santimetre küplük kapta dört gün boyunca seksen derecede tutulacak ve işlem sonrası altından içi boş bir bilezik içine akıtılacaktı. Bilezik takılıyken ve gözler kapalıyken diğer duyu organlarında dikkate değer bir artış olması gerekiyordu. İşlemi yeterli bütçeleri olmadığı için küçük çapta tuttular ve yine fareyi kullandılar. İlk iş gözlerini kör etmekti, sonra bileziği hazırladılar ve fareye morfin verip – daha sonra bunun ne kadar gereksiz olduğunu anlayacaklardı – ders kitaplarından yaptıkları labirentten çıkmasını beklediler. Hiçbir duvara çarpmadan farenin çıkışa varması onların kitap ile ilgili üçüncü kanıtları oldu.

Her ne kadar farenin sınırlarını çoktan kaldırdıklarını bilmeseler de onun üzerinde deneyler yapıyorlardı. Farenin gözleri deneyleri kendi üzerilernde yapmalarına sebep olacak biçimde iyileşti. %100 rejenarasyon Hem Xhyn’i hem de Hadrhune’u büyülemişti. Bilezğin aslında bu işe yaradığını anlamaları için denek gruplar oluşturdlar ve işlemi tekrarladılar. Kör birisi zaten daha fazla duyar ve daha fazla hissederdi. İşin sırrı bu değildi, körü görür kılmaktı. Deneyleri kitabı okumamış kişilere dolaylı yoldan yaptırdıklarında sonuçların katliam olduğunu gördüler. Kitap realistik değildi, sadece onu okuyanlara gücünü sunuyordu. Her yapılan işlemde kendi sırrından farkettirmeden sonuca katıyor gibiydi. Seneler sonra ikisi de orta yaşlı birer adam olduklarında ve kaybedecek bir şeyleri kalmadığını düşündüklerinde deneyi kendi üstlerinde uygulayacaklardı.

***

Ve işte ayılıyordu. İlk düşüncesi melekler oldu. Öyle bir mutluluk ile dolup taşmıştı ki sadece cennetteyse bunu hissedebileceğini düşündü. Ardından kitaptaki betimleme geldi aklına, “… isteksiz ise işlem sonunda isteksizliğini zıtlığı ile vurgular.” O istekliydi. Her insan bedeni doğumdan ölüme kadar acı çeker. Yaşamın her anında enfeksyonlar, virüsler, alerjiler ve hatta bedenin kendisi yüzünden, verilen sessiz savaşta insanlar acı çekerler. Bir melek gökten gerçekten düşseydi ve bir insan gibi soluk almaya başlasaydı ilk hissedeceği şey ciğerlerinin oksijen tarafından yanışı olacaktı. Hücreleri onları yok eden ama aynı zamanda kendilerine hayat veren molekülleri birbirlerine taşırlarken damarlarına sürtünecek, kasları ısınacak ve canını yakacaktı. Kalbi atarken göğüs kafesinde ani basınç oluşturacak beyni ona hucum eden sayısız işlem ile allak bullak olacaktı. Ayağa kalkmaya çalıştığında ayak bilekleri kendi ağıtlığı yüzünden dert yanacak, kalçaları ise dengesini sağlamaya çalışırken ağlayacaktı. İkinci nefesinde acıları azalacak, üçüncüsünde ise yokmuş gibi hissedecekti.

Ama acılar oradaydılar, hep orada olmuşlardı. Hastalandığınızda kan değerleriniz, hormonlarınız delirdiğinde beyin göz ardı edemeyeceği acıları size göstermeye başlayacaktır. Yaşlandığınızda ve vucudunuz iflasın eşiğine geldiğinde, belki, ama sadece belki o meleğin hissedeceğinin yarısını hissedebilirsiniz ama sizinki daha uzun sürecektir. Hadrhune ise şu anda göğe yükseldiğini düşünüyordu, hiç ağırlık yoktu. Ciğerleri onu yakmıyor, aklı bulanmıyordu. Her insanın doğuştan kazandığı ağrılar, yok olmuşlardı. O kadar yoğun ola gelmişlerdi ki eski benliğinden geriye kalan tek şey onların anısı olmuştu.

Karşısında bir karaltı belirdi ve yatar pozisyondaki kendisine doğru konuştu. Sözleri anlaşılır değillerdi. Onun kim olduğunu bilmiyordu ama bilmesi gerektiğini düşündü. Konuşmayı denedi ancak boğazı bunu reddetti. Ses enerjisini iletişim için kullanmak sınırlı varlıklar içindir diye düşündü istemsizce. Bu fikir onu şaşırttığı kadar mantıksız gelmedi. Karşısındakinin aklına girmeye çalıştı, ona seslenmeyi ve konuşmayı denedi. Karşısındaki aniden çekildi ve odanın bir köşesine doğru gitti. Hadrhune yavaşça doğruldu ve tanımsız adama doğru baktı.

Adam aklında yırtık, parçalı ve aksak denilebilecek bir fikir oluşturdu, “Beni anımsıyor musun? Xhyn’i?” Hadrhune düşündü, gerçekten düşündü. Komodin’in üstündeki kitaba gözü takıldığında düşünceleri dağıldı. “Sınırlar, onu aşmak isteyenler içindir” Tekrar adama ve yerdeki boş çömleğe baktığında burada neyin gerçekleştirildiğini anladı, ne boş çömlek basit bir gözenekli kaptı nede yerdeki ince tüpler sıradan bir işlem için kullanılmışlardı. Ne düşüneceğini bilemedi, Xhyn denen bu kişi ile hiç bir bağı yoktu artık. Eskiden nasıl bir ilişkileri olduğu önemsizdi ancak ona özgürleşmekte yardımcı olduğu için borçlu sayılırdı. ‘Borç sadece borçlu olan bundan haberdarsa varlığını ortaya koyar mı?’ diye düşündü. Seçim şansı ona aitti, pişmanlık veya gurur hissetmeyeceği şeylerdi ancak iyilik ve kötülük halen oralarda bir yerlerdeydiler. Xhyn’e elini uzattı. Çözümü bulmuştu. Çözüm orta bir yerdeydi, ne hayal ne gerçek.

Xhyn yavaşça ona elini uzatan, eskiden Hadrhune olan şeye baktı. Onu tanıyamıyordu, çok değişikti, bir insana benziyordu ama onun bir insan olmadığını tek bakışta bilebiliyordu. Artık maddeden oluşmayan, kara maddeden oluşan bir yaratık. Yavaşça solduğunu o anda bile hissedebiliyordu, sonuçta zıtlık taşımıyordu ve onu en son tarttığında gözlerini açmadan önce sadece yirmi bir gram ağırlığında çıkmıştı. İlk uyandığında Hadrhune'un sesi Xhyn’in aklında şok dalgası gibi yankılanmıştı, “Neredeyim?” demişti. Mutlu ve şen bir sesti bu. Sadece o sesin imgesi onun mutluluktan ağlamasına sebep olmuştu, o anda ağlıyordu. Yaratık ona elini uzatırken ağlıyordu, aklında “Ölüm nedir?” diye yankılandığında ağlıyordu. Xhyn hayata gözlerini tamamen kapatırken, son bir damla daha yuvarlandı ve belkide dünyanın en mutlu insanı olarak öldü.

Hadrhune’un aksine bir daha gözlerini açmamacasına.

18
Çizgi Roman & Manga / Twilight manga
« : 22 Ocak 2010, 03:29:00 »

Yen Press sanırım kendisine çok güvenmiş olacak ki 350.000 kopyası ile ilk baskı Twillight mangaları yolda. Kore kökenli bir mangaka Young Kim tarafından çizilen ve Mayer'in kendi seçtiği diyaloglar ve betimlemelerden oluşan manga ilk kitap için iki ayrı bölüm olarak yayınlanacak. Her bölümün satış fiyatının $19.99 olması kararlaştırılmış ki bu fiyat bir rekor. Sıkı manga takipçileri durumdan üzgün ancak gerçekçi bakmak gerekli. Yen Press bundan kazandığı her centi yeni Yotsbua, Kurhijitsu gibi mangaların Japonya dışı yayını için harcayacaksa buna değer. Maximum Ride gibi tamamen amerikaya özel mangalar bu sıra inanılmaz tutuluyor ancak japonların pek umurlarında değiller. Aslında bunun bir manga sayılabileceğine dair bile şüphelerim var...

19
Televizyon / House M.D.
« : 22 Ocak 2010, 01:34:58 »

House M.D. ve bilinen adı ile House bir amerikan tıp drama dizi serisidir. Pilot bölümü 16 Kasım 2004'te Fox'da yayınlanmış olup David Shore ve Paul Attanasio tarafından yaratılmıştır. Şu ana kadar 121 bölümü bulunmaktadır. Dizinin ana karakteri Dr. Gregory House (Hugh Laurie) alışılmadık, başınabuyruk ve bir dehadır. House ilk başta üç kişiden oluşan teşhis koyma ekibinin başıdır ve New Jersey Princeton-Plainsboro Üniversite Hastenesinde (PPTH) görevlidir. Esasında dünyada genel anlamda teşhis koyma bölümü adı verilen bir olgu yoktur, ancak karakter Sherlock Holmes benzeri rasyonellik ve bulmaca düşkünlüğünün getirisi ile  PPTH'de barınabilmektedir. (Ayrıca hem House hemde Holmes'ün pek çok benzerliği bulunmaktadır; bağımlılık, müzisyenlik, dahilik ve genel anlamda arkadaş canlısı olmamak gibi)

House çoğu zaman baş hekimi yani patronu Dr Lise Cuddy (Lisa Edelstein) ile çatışma halindedir. Bunun sebebi çoğu zaman House'un teşhis koyarken tıbbi yollardan ziyade hastanın mizacı, tepkileri, giydikleri, söyledikleri ile karar vermesidir. Örnek vermek gerekirse işe yeni birisi alması gerektiğinde bayan tamamı ile kusursuzken sadece sivri uçlu topuklu ayakkabıyı kendine günvensiz kadınların giydiğini savunarak işe almamasıdır. Yada kliniğe gelmiş bir hastanın kazağındaki lekenin kocasının onu aldattığına vardırması gibi açık sözlü davranışlarıdır. Neredeyse sürekli olarak bu yargılarının doğru çıkması ve bunu mümkün olan en ukala uslup ile belirtmesi onu House yapan temel özelliklerden birisidir.


Dizi genel olarak "Yürü ve konuş" tekniği üzerine kurulu çekimlerden oluşuyor. Sürekli değişen bir tempo ve hızlı replikler ile desteklenen bu teknik günümüzde televizyonları işgal eden pek çok dedektif, adli tıp ve polisiye dizilerinden sonra House M.D. ile tıp dizilerine de uygulanmaya başlandı.

House'un tek gerçek arkadaşı Dr. James Wilson'dur (Robert Sean Leonard). Wilson onkoloji bölüm başkanıdır ve genel anlamda House'un davranış olarak zıttıdır. Size öleceğinizi söylediğinde bile ona teşekkür edebilirsiniz, Wilson işte o kadar iyi niyetli bir adamdır.

İlk üç sezon boyunca House'un takımı üç kişiden oluşur. Dr. Robert Chase (Jesse Spencer), Dr. Allison Cameron (Jennifer Morrison) ve Dr. Eric Foreman (Omar Epps). Üçüncü sezon sonunda takım dağılır, Foreman ile beraber House üç yeni üye işe alır: Dr. Remy "Thirteen" Hadley (Olivia Wilde), Dr. Chris Taub (Peter Jacobson) ve Dr. Lawrance Kutner (Kal Penn). 5. sezonun sonlarına doğru Chase ve Cameron farklı rollerde belirmeye başlarlar ve görünüşe göre Acil'de çalışmaktadırlar. Altıncı yani günümüzde her pazartesi akşamı yeni bölümü çıkan sezonda Chase Cameron'un yerini almış durumdadır.

Dördüncü sezonundan beri House A.B.D.'de en fazla izlenen on şov arasında yer almakta ve bunca zamandır yeri değişmeden kalabilen tek dizi. 66 ülkede yayınlanmakta ve 2008 yılında dünyada en çok izlenen program statüsüne ulaşmış durumda. Çeşitli ödülleri bulunmakta; 1 People's Choise Ödülü, 1 Peabody Ödülü, 2 Golden Globe Ödülleri ve 3 Primetime Emmy Ödülüne sahip. Program bu kadar başarılı olunca yan ürünler de haliyle değer kazanıyor ve çeşitli hediyelik eşya yada sountrackler'de hit oluyorlar.


House çoğu insanın "ben neden seviyorum bu adamı?" sorusu ile baş başa kalmasına sebep olan bir karakter. Ukala, kirli sakalı ve önlüksüz haliyle bana yaklaşan bir doktordan ne kadar iyi bir bakım bekleyebilirim dedirten ve sağ bacağı kas ölümü yüzünden baston yardımı olmaksızın tutmayan tuhaf bir doktor. Büyük olasılıkla cevabı: "İnsanlar diğer insanlara neden iyi davranır? Çünkü size onlara iyi davranmazsanız onların da size kötü davranacağını düşünürsünüz. House bunu umursamadan kendisi ile barışık yaşıyor" olabilir ancak halen emin değilim. Altıncı sezon ile onun kendisi ile barışma sürecine tam kapsamlı girdiğini söylemek mümkün. Ancak halen çekilmez bir insan.

20
Çizgi & Anime / Kimi ni Todoke (Reaching You)
« : 06 Ocak 2010, 23:37:08 »

Adı: Kimi ni Todoke (from me to you - reaching you - benden sana)
Yönetmen: Hiro KABURAKI, Koichiro SOHTOME, Norihiro NAGANUMA, Yuichiro YANO
Senaryo: Tomoko KONPARU, Mamiko IKEDA
Animasyon: Koichi SUENAGA, Yuka SHIBATA, Sakiko YOSHIDA, Hitomi SATO
Müzik: Hiroshi UEKI, Kazunari SENGOKU
Dizayn: Yuka SHIBATA, Hitomi SATO
Orjinal Eser: Karuho SHIINA
Yayın aralığı: 06.11.2009 - devam ediyor... (light novelları 2007 Ağustos'u ile 2009 Temmuz'u arasında yayınlandı ve 5 bölüm oldular)
Bölüm sayısı: 24
Tür: Romantik, Okul, Komedi, (Shoujo bu, sert, maço, aksyona susamış insan modundaysanız zerre keyif almazsınız)

Kuronuma Sawako okul arkadaşlarınca Sadako olarak çağırılmaktadır çünki The Ring'deki Sadako adlı korkutucu karaktere benzemektedir. Uzun saçları, solgun yüzü ve konuşma şekli herkes tarafından yanlış anlaşılır, bir kişi dışında. Kazehaya adlı popüler ve pozitif bir oğlan diğer kimsenin yapmadığını yapmış ve ona güler yüz ile yaklaşmıştır. Sawako ona sırf bu yüzden büyük saygı beslemektedir ve idolü olarak görmektedir. Aynı onun gibi insanlar ile iyi anlaşabilmek istemesi, kendisi ile başkaları arasındaki duvarları kaldırma özlemi önünde yep yeni bir dünya açar.

Kazehaya'ya ne kadar teşekkür etse azdır. Çünkü yalnız ancak iyilik dolu kalbi artık kendisini anlatabilmeye başladığı yeni insanlar ve arkadaşları ile dolmaya başlamıştır. Bu arkadaşlara örnek vermek gerekirse hayat felsefesi "Güzellik" olan Ayane yano ve hayat felsefesi "%80 doyana kadar ye!" olan Chizuru Yoshida olacaktır. Peki Sawako'nun felsefesi ne mi? "Her gün bir iyilik!"

Çok zaman geçmeden tatlı ve eğlenceli bir aşk filizlenir ve bizde oturup izleriz. Gelelim stiline. Tek kelime ile kalite fışkırıyor. Komedi geçişleri kusursuz. Mangası ilk yayınlandığında her yeni çıkan bölümü liste başı oldu ve kolay kolayda inmedi. Zaten "en iyi shoujo manga" ödülüü aldı 32 manga ödülleri dahilinde.


Sawako'yu Mamiko Noto seslendiriyor ki bu tadına tat katıyor (en popüler örneği Clannad'ın Kotomi İchinose'si ile Elfen Lied'in Yuko'su olacaktır)

Peki Kimi ni Todoke'yi diğer benzeri tada sahip animeler ile karşılaştırmak gerekirse ne denmeli? Toradora'yı ele aldığımızda KiminiTodoke'nin daha orijinal bir senaryosu olduğunu belirtebilirim. Harem durumu yok en azından. Genellikle olaylara Sawako'nun gözünden baktığımız için "Moe Moe Kyun" tatlılık yedirme olayları da yok. Her şeyi asosyal bir kızın gözünden aşkın zamanla gelişimi ve atlatılan badireler olarak tanımlamak mümkün. Lovely Complex ile karşılaştırmam gerekirse Kansai aksanının eksikliği bile yeterli derim (Complex komikti kabul ediyorum, romantik bir yanı da vardı ama jönü gerçekten embesildi ve sinirim inanılmaz gerilmişti ara sıra) Todoke rahatlatıcı havasını sabitlemiş durumda.

Umarım bu 2009'un en iyi (hatta Japanator sitesine göre "Tamamlanmamasına rağmen" Honey and Clover'dan sonra, son 10 yılın en iyi) romantik animesini sizde en az benim kadar beğenirsiniz.

21
Televizyon / FlashForward
« : 05 Aralık 2009, 03:15:29 »

FlashForward bir amerikan, bilim kurgu ve dram, dizi serisidir. İlk gösterimi ABC kanalında 24 Ekim 2009'da yapılmış olup, 10. bölümü ile 3 Kasım 2009 günü 6 aylık (dizinin senaryosu için olmazsa olmaz) bir aralığa girmiştir. Mayıs 2010'da geri dönerek 14 hafta daha devam edecek olan dizi 1996 yılında canadalı bilim kurgu yazarı Robert J. Sawyer tarafından yazılmış romandan uyarlarlanmış 2. dizi yapımıdır. Mayıs ayına kadar olacak aralık hikayedeki kişilerin ilk bölümde yaşadıkları "gelecek" deneyimini 6 ay sonra yaşamaları ile bağdaştırılabileceği gibi yapımcıların 2010 kış olimpiyatları ile kapışmak istememeleri de öne sürülen fikirler arasında.

Dizi hakkında ön fikir:

Tüm dünya insanlarının küresel olarak yaşanan bir "görü" deneyimi yaşamaları ile başlar dizi. Öyle bir görüdür ki 7 milyara aşkın birey 2010 mayıs ayından 2 dakika 17 saniyelik bir sahneyi aynen yaşıyormuşçasına hissetmişlerdir. Bir rüyadan farklı olarak gerçekten duyumsadıklarının farkına varmış ve onun "gelecek" olduğunu bilir halde uyanmışlardır. Ancak sorun şudur ki bu 2 dakika 17 saniye Federal Amerika'nın tüm en işlek iş saatleri ve trafiğin yaşandığı öğle saatlerinde yaşanmıştır. Bu süreçte Flashforward'ı yaşayan her insan bayılmış ve tüm bilincini kaybetmiştir. Dünya çapında sadece iki dakika için 20 milyon insan hayatını uçak kazalarında, yangınlarda, araba kazalarında, küvetinde veya denizde boğularak yada en basitinden başını yere vurarak hayatını kaybetmiştir.

Hikaye Özel FBI ajanları Mark Benford ve ortağı Demetri Noh etrafında dönmektedir. Mark ile Demetri terörist şüphelilerini bir otoban kovalamacası sırasında takip ederken FlashForward yaşamışlardır. Uyandıklarında cehenneme dönmüş bir dünya onları ve Los Angeles FBI müdürlüğünü beklemektedir.

Mark kendi ön görüsünde gördüklerinden yola çıkarak bu inanılmaz fenomen konusunda araştırma yapmaya başlar. Los Angeles bürosunun başına buyruk araştırması yakın zamanda kimi çevreleri rahatsız edecektir.

Ana Karakterler ve Genel Kurgu:

Mark Benford tam bir yankie'dir. Aksanı ve tavırları ile amerikan rüyasının mükemmel bir örneği ancak sorumluluk sahibi eski bir alkoliktir. Ön görüsünde içki içtiğini gördüğü için oldukça rahatsızdır çünki karısı onu bir daha alkol içerken görürse tamamen bırakacağını söylemiştir. Her ne kadar mutlu bir evlilik yaşasa bile karısının ön görüsü rahatsızlığına tuz biber ekmiştir. Karısı yani Dr. Olivia Benford bundan 6 ay sonra başka bir adam ile kendi evlerinde mutlu bir yaşam sürdüğünü görmüştür.


Özel ajan Demetri Noh ise bir FlashForward görmemiştir. Karanlık iki dakikalık görüsü onu düşüncelere sürüklemiştir. Kısa süre sonra bu durumun "6 ay içinde ölmüş olacağına" yorulabileceğini farkeder. Dünya çapında karanlık görü yaşamış insanlar toplu intiharlar yapmaya başladıklarında Demetri gelecek korksu konusunda savaşmaya karar verir. "Gelecek değiştirilebilir mi?" sorusu bu kısımlarda baş gösterir ve zamanla ilk 10 bölümün temelini oluşturur.

Dr. Bryce Varley, yani Olivia'nın hastanedeki doktor arkadaşı ve iş ortağı ise ilk bölümde karşımıza bir altı patları çenesine dayarken çıkar. 9. bölüme kadar neden denize bakan o iskelede intihar etmek üzereyken bayılarak hayatına yeni bir anlam kazandırabildiğini biz izleyiciler öğrenemeyiz. (bence hikayenin en romantik kısmı bu)

FBI bürosunda Mark ile Demetri'nin iş ortakları ve şefleri ise diğer rol yüzdesi yüksek karakterler. Her birinin bir görüsü ve yaşama karşı farklılaşmış bakışları var. ilk 10 bölüm boyunca özel ajan Mark'ın bu olayın sebebi olduğu düşünülen adama yani D. Gibbons adlı karaktere adım adım yaklaşmasını ve konu ile ilgili gizemleri ortaya çıkarmasını izliyoruz.

Los Angeles FBI şubesinin dünya çapındaki Flashforward deneyimlerini bir çeşit Facebook gibi toplayan ve birbirlerini görülerinde görmüş insanların buluşarak konu hakkında konuşabilmesine olana sağlayan "Mosaic" adlı siteyi yapmaları hikayenin ilk bölümlerinde ortaya çıkan bir durum. Ancak bu yaptıkları site zamanla tüm senaryonun bir öteki temelini oluşturmaya başlar.


Kişisel Yorum:

Karşınızda tüm gizemleri ve kurgusu ile efsanevi Lost'u anımsatan ancak tamamen kendisine özgü bir dizi duruyor. Brannon Braga ve David S. Goyer tarafından ortaya çıkartılan bu dizinin her bölümü 42'şer dakikadan oluşuyor. Her bölümünde ilmek ilmek gelişen inanılmaz iyi bir bilim kurgu. Karakterlerin derinliği ve bolluğu insanı ister istemez sürüklüyor. Sadece 24 bölüm olacak olması oldukça üzücü ancak diğer akla ilk gelen eserlerin aksine (!) mantık hatalarını mümkün olan minimum seviyede tutmak için bu gibi bir senaryoya sahip dizi için olmazsa olmaz bir unsur. Senaryo esaslı bilim teoremlerine ve deneylerine dayanıyor. Kuantum fiziği ve rastgelelik insanların aklına gelmese bile aslında FlashForward'ın asıl baş rol oyuncusudur. Umarım benim beğendiğim kadar beğenirsiniz. (tanıtımda spoiler vermemeye ciddi önem gösterdim ve bu yüzden biraz saman tadı taşıyor olabilir, affola)

Official sitesi: http://abc.go.com/primetime/flashforward.index

22
Sinema / 9 (2009)
« : 13 Kasım 2009, 16:04:50 »

2009 yapımı fantastik, bilim kurgu, dram ve aksyon içerikli animasyon filmi "9" Shane Acker tarafından yönetilerek yazılmış; Tim Burton ve Timur Bekmambetov prodüktörlüğünde yapılmıştır. Ses aktörleri sıra ile Elijah Wood, John C. Reilly, Jeniifer Connelly, Crispin Glover, Martin Landau ve Christopher Plummer. 2005 yapımı ve aynı adı taşıyan Acker's Academy Ödülleri'ne en iyi kısa film olarak aday gösterilmiş film üzerine kurulmuştur.


Film 9 adlı bez bebeğin bir bilim adamı tarafından dikilir ve işlenirken dış sesçe bilmin insanlığı hırsı yüzünden nasıl yok ettiğini anlatırken başlar. Bebek uyandığında konuşamaz haldedir, yanı başında duran ne olduğu belirsiz tılsımı cebe atar ve artık ölü olan bilim adamının evinden ayrılır. Kısa zaman içinde harabeye dönmüş ve savaşın küllerini taşıyan dünyada yalnız olmadığını keşfeder. Aynı kendisine benzeyen "2" adındaki bir başka bez bebek ile karşılaşır, ne var ki kediyi andıran vahşi bir makine çıkı verdiğinde 2'yi alır ve gider. 9'un hayatını zor kurtarmıştır ve tılsım da kedi'nin eline geçmiştir. 5 onu bulduğunda 9 bayılmıştır ve birkaç dikişi atmıştır...


Filmde 9 bez bebek ve insanlığın sonunun gelmiş olduğu, makinelerin çok zaman önce kazandığı savaşın ardından uykuya yattığı harabe halinde bir dünyayı izliyoruz. 1'den 9'a her bebeğin bir kişiliği var. İnsana ait farklı duyguları dominant şekilde yaşıyorlar. Ancak 9 diğerlerine göre bir bütün, hepsinden bir parça taşıyor gibi. Dokuz bebeği de yapan bilim adamı onlardan önce insanlığın sonunu getirmiş olan "brain" adındaki makine üreten makineyi imal etmiş ve onu kara büyü ile çalıştırmıştır. Bebekler Brain'i yok etmek ve onun eline geçmiş olan tılsımı alarak arkadaşlarını kurtarmak için mücadele ederler, belkide bu pişman olan bilim adamının bulduğu son çaredir. Dokuz ayda bitirilmiş bu film 79 dakika ve 11 Aralıkta Türkiye'deki sinemalarda gösterime girecek.


Filmi Almanya'da izlemiş bir arkadaşımın yorumu şu: "Film bittikten sonra hayatımda ilk kez şahit olduğum bi'şi gerçekleşti, sinemanın hemen hepsi mekan aydınlandıktan sonra oturmaya devam etti ve filmi yapan ekibi, casting'i, izledi. Sanki bir saygı gibi... Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim"


Bana göre film inanılmaz başarılı bir animasyon. Her sahnesi izlerken hayran bırakıyor. Ratatouille benim en sevdiğim animasyondu... bunu izleyene dek  ;)
Not: 9, hint kültüründe mükemmeliği sembolize eder. 3 ile 4'ü aşırı miktarda sevdiğimi belirtmeden edemeyeceğim.



23
Çizgi & Anime / To Aru Anime no İNDEX
« : 02 Kasım 2009, 23:16:20 »
A~
A Wind Named Amnesia
Armored Trooper Votoms
Afro Samurai: Resurrection
Air Gear
Amagami SS
The Animatrix
Another
Akira
Ao No Exorcist

B~
Bakugan Battle Brawlers
Basilisk
Berserk
Black Lagoon
Blassreiter
Bleach
Blue Submarine no6
Blood+
Break Blade [*]+Akuma_Blade çevirisi[/*]
Boogiepop Phantom

C~
Captain Tsubasa
Candy Candy(şeker kız candy)
Chobits
Clannad
Claymore
Code Geass
Cowboy Bebop

D~
Dance in the Vampire Bund
Darker Than Black
Deadman Wonderland
Death Note
Devil May Cry
D.N.Angel
Durarara!!

E~
Elfen Lied
Eureka Seven
Ergo Proxy

F~
Fate/Stay Night
Final Fantasy
5 Centimeters Per Second
Flanders No Inu
Full Metal Alchemist
FLCL
Full Metal Panic!

G~
Gantz
Gake no uo no ponyo
Garden Of Sinners
Ghost İn The Shell
Gintama
Grave of the Fireflies
Guilty Crown

H~
Hades Project Zeorymer
Hayao Miyazaki (genel bakış)
Highlander: Search For The Vangeance
Higurashi No Naku Koro Ni
Higurashi No Naku Koro Ni Kai
Hellsing
Heroic Age

I-İ~
Interstella5555
İchiban ushiro no dai mao

K~
Kamikaze Kaitou Jeanne(Hırsız Jin)
Kiba
Kimagure Orange Road
Kimi ni todoke
Kurogane no Linebarrels
Kuroshitsuji

L~
Last Exile
Lovely Complex

M~
Macross Frontier
Mai Otome
Memories
The Melancholy of Haruhi Suzumiya
Miyamoto Musashi: Souken ni Haseru Yume
Mobile Suit Gundam SEED + GUNDAM (genel bakış ve serilerin özetleri)
Monster Rancherfarm
Mushishi
Mahou Kishi Rayearth

N~
Naruto
Neon Genesis Evangelion

O~
One Piece
Ouran High School Host Club

P~
Pokemon
Perfect Blue
Puella Magi Madoka Magica
Psycho Pass

R~
Rideback
Rurouni Kenshin (samurai-x)

S~
Sailor Moon
Samurai 7
Samurai Champloo
Sayanora Zetsubou Sensei
Serial Experiments Lain
Shaman King
Shikabenehime
Shingeki no Kyojin
Slam Dunk
Soul Eater
Spice and Wolf
Sword of the Stranger
Steins;Gate
Sword Art Online

T~
Tengen Toppa Gurren Lagann
Tentai Senshi Sunred
The Girl Who Leapt Through Time
Trigun
Togainu no chi
Toradora!

U~
Uchuu Senshi Baldios
Uchuu Senkan Yamato

V~
Valkyria Chornicles
Vampire Knight
Vandread

W~
Welcome to N.H.K.

X~
Xam'd: Lost Memories

Y~
Yu-Gi-Oh

Z~
Zero No Tsukaima





İndeks "To Aru Majutsu no İndex" adlı animeye gönderme yapmak için bu adı almıştır. Fikir tamamen Bonthey'nin sinema bölümü için tanıtımı olan filmleri indekslemesinden yola çıkılarak; forumumuzdaki animeler için eyleme tarafımca dönüştürülmüştür. Amaç forumda aranan animenin varlığından emin olmak, yoksa yapmaya teşvik etmek için yapacak kişilerin sırtını sıvazlamak ve bir yandan da can sıkıntısını gidermektir. Tüm isimler aktif link taşımaktadır. (eksik görürseniz pm atınız ve hayır avatar bir anime değldir)... Dozo.

24
Filmler / The Hobbit (1977 - animasyon)
« : 22 Ekim 2009, 20:02:37 »

Yönetmenler: Jules Bass, Arthur Rankin Jr.
Yazarlar: J.R.R. Tolkien, Romeo Muller
Müzik: Maury Laws
Dil: İngilizce
Çıkış Tarihi: 27 Kasım 1977
Tür: Animasyon, Fantazi, Macera
Süre: 78 dakika
Ödüller: Romeo Muller uyarlamasının kalitesi sayesinde Peabody Award aldı, öte yandan Hugo Award of Best Presentation'u Star Wars'a kaybetti.


Herkes öyle yada böyle Tolkien'in dünyası konusunda bir şeyler okumuş veya izlemiştir. Bunlar arasında biri var ki aslında diğer hepsinden bir şekilde ayrı ve özel. Hobbit adlı kitabın neredeyse birebir uyarlaması olması bir yana Tolkien'in eserlerinden var olan ilk uyarlamadır bu animasyon filmi. Pek çok kişinin adını en azından duyduğuna inandığım Studio Ghibli'nin eski takımı TopCraft studiosu tarafından oluşan animasyon ekibinin bu etkili uyarlamada yer aldığını belirtmeden edemeyeceğim.

Müzikler kitaptan olduğu gibi sözlerine sadık kalınarak bestelenmiş ve "The Ballad of the Hobbit" Glenn Yarbrough tarafından seslendirilmiştir.

Hikaye özetle Bilbo, Gandalf ve bir grup cücenin Yalnız Dağ'daki Smaug adlı ejderhadan onun alı koyduğu hazine ve krallığı geri almak için yaptıkları yolculuğu anlatmakta.


Filmin orijinal kitapdan pek çok küçük farkı var ancak genel iskelete dokunulmadan aynen geçirildiğini söyleyebilirim. Gözüme çarpan farklar şunlar: (okumamışsanız spoiler içeriyor)

Spoiler: Göster
1-Tüm cüceler filmde birden beliriyor. Gandalf'ın Bilbo'ya ilk ziyaretinden sonra gruplar halinde geliyorlardı normalde.
2-Grup pony cinsi atlarını filmde baştan sona kadar kullanıyorlar, ancak kitapta ponyler Bag End'den Rivendell'e kadar kullanılıyor
3-Bilbo üç troll tarafından filmde et çalarken yakalanıyor, konuşan cüzdan olarak açık edilmiyor.
4-Cüceler filmde troller onları kovalarken korku ile kaçışarak hep beraber yakalanıyorlar, oysa kitapta kamplarına geri dönerlerken tuzağa uğruyorlardı ve Thorin karşı koyuyordu.
5-Gandalf filmde güneşi erkenden doğurabiliyor ve Trolleri bu şekilde alt ediyor.
6-Troll mağarası kilitli bir kapıya sahip değil
7-Elrond'un sakalı var, ayrıca kafasında yıldızları andıran bir taç takmakta
8-Goblinler grubu alı koyduğunda Gandalf uyumuyor, sadece ortalıkta yok o kadar.
9-Cüceler tünelde goblinler ile dövüşmüyor, kaçıyorlar
10-Bilbo ile Gollum arasında 10 bilmece geçmiyor, sadece 4ü görülebiliyor.


11-Gandalf Bilbo'nun Gollum'dan tam olarak nasıl kaçtığını biliyor.
12-Bombur'un sihirli uykusu atlanılmış
13-Orman elflerinin şenliği atlanılmış
14-Orman elfleri mavi tenli ve sevecen değiller :)
15-Balin Bilbo ile gizli tünele girmiyor
16-Bilbo ile birlikte tünele bir kuş giriyor ve bilbo kuşa Smaug'un zayıf noktasını Laketown'dakilere anlatması için görevlendiriyor


17-Arkenstone tamamen atlanılmış
18-Kuzgun Roäc atlanılmış. Cüceler Smaug'un katledildiğini farklı bir yoldan öğreniyorlar
19-Bard filmde daha farklı işlenmiş. Bencillik bir yana iyi bir adam olduğu bile söylenebilir.
20-Thorin kitapta Bilbo Arkenstone'u elf kralına verdiği için ona sinirlenmişti. Oysa filmde bu atlanıldığı için Bilbo'ya savaşta gönülsüz olduğu için sinirleniyor.
21-Dain'in gelişini Thorin bilmiyor ve ordu insanlar ve elflere karşı hazırlandığında bu onlar için bir süpriz oluyor. Filmde bu yüzden ölümüne 14 cüce binlerce kişilik orduya karşı durmak gibi bir delilik peşindeydi
22-Gandalf ordular tam birbirine girmek üzereyken savaş alanının ortasında beliriyor.
23-Kitapta sadece Thorin, Kili ve Fili ölürken filmde tüm cüceler ölüyor.
24-Yıllar sonra gelen Balin ve Gandalf ziyareti atlanılmış.
25-Yüzük şöminenin üstünde camdan bir sergide duruyor Bilbo'nun evinde, oysa kitapta bir sır olarak saklıyordu.
... ve nice diğer ayrıntı.


Filmi güzel bir ekip seslendiriyor. Kısaca şöyle birkaç isim söylemek gerekirse:

Orson Bean; Bilbo Baggins
Richard Boone Smaug
Hans Conried: Thorin
John Huston: Gri Galdalf
Cyril Ritchard: Elrond...


Film ile ilgili kendi görüşüm 1977 yılı için inanılmaz güzel olduğu yönünde. Şu günlerde çıkan rezil pek çok çizgi film animasyonundan kat kat daha iyi bir düzen ve kaliteye sahip. Müzikler mükemmel. Hikayeyi bir buçuk saate sığdırmak için sıkıştırmışlar ancak gerçekten rahatsız etmiyor bu farklar. Buna rağmen iki şey beni rahatsız etti: İlk olarak orman elflerinin sevimsizliği, ikinci olarakta cücelerin korkak işlenmesi. Cüceler filmde resmen ayak bağı Bilbo'ya.


25
Kurgu İskelesi / SVD: RPA .50
« : 22 Ekim 2009, 03:33:27 »
12.7x99mm 50 kalibrelik RPA; mızrağına vücudunun bir parçasıymışçasına hakim feodal savaşçıların rijitliği ile eş değer bütünlük. Luok'un yıllar önce eline ilk Dragunov SVD'sini aldığında bile doğuştan bir vergi olarak gördüğü titremez eller. Bir nişancı olmak için gözler yetmez, parmakların stres sebebiyle ani gerilmesinden çıkan kazalar henüz başlamamış kariyerlere rahatlıkla son verebilirdi. Aynı bir samurayın kılıcını ruhu olarak görmesi gibi, tüfek de onun ruhuydu. Kınsız ve kansız. Tüfek onun mızrağı ve eliydi.

Hedefi beklerken her zamanki sıradan ritüelini uyguluyordu. Gözlerini yumar, sol elini dürbünün çıkış kapağında tutar ve onca yüzü tek tek anımsardı. Öldürdüğü tüm yüzleri, kıvrımlarına kadar ezbere bilir ve ondan istenildiğinde kolayca resmedebilirdi. Eli titremese, gözlerinde 0.001 bile görme kusuru olmasa ve bugüne kadar hiç bir hedefini ıskalamamış olmasına rağmen kendisini asla iyi bir keskin nişancı olarak görmezdi. Çenesinin altında uzanan kompozit çeliğin mekanik soğukluğu içini ısıtmasına rağmen tüfeği hiç sevmemişti. Diğerleri gibi hedefini beklerken uyarıcı içeren sakızlardan çiğnemez yada sinyal gelene kadar pür dikkat çevresini izlemezdi. Öldüreceği kişiyi son ana kadar görmek istemiyordu; çünki hayatı boyunca onun peşini bırakmayacaktı.

Ayak bileğindeki alıcı hafifçe titrediğinde kapağı açtı ve merceği özgür bıraktı, güneş ışınlarının kör açıda kaldığına tekrar emin oldu ve tetik parmağını ona sürmeden önce ilk kez kurbanını görmek için uzandı; Elflerin mağrur ve genç kralı vagondan indiğinde yüzünü ekşitti, zamanlama fazla mükemmeldi. Direnişe birileri istihbarat sızdırıyor olmak zorundaydı. Birilerinin kuklaları olmaya başladıkları anlamına gelirdi bu. Dokuz yüz metreden biraz uzaktaydı, bu silah beş bin metrede %5 yanılsama yapabiliyordu, "Birileri gerçekten ölecek" şeklinde düşünmüyordu. Diğerleri olsa böyle düşünürdü ama o "Gerçekten mermi ona ulaşacak mı?" diye düşünüyordu. Onun bu işte direnişin bir numarası olmasının sebebi büyüyü görmesiydi. Saklı kalan hiç bir gizem onun sırları yerle bir eden retinasını yanıltamıyordu. Vagonu çeken kanatlı sürüngenin gözleri ona sunulan öğle yemeğindeydi, pis ejderha kralını koruyamayacak kadar meşguldü. Yalakalar ve yardakçılar kralın ayaklarına sarılırlarken kibarca kurtulmaya çalışan adamın yüzü ifadesizdi. İşte nişancıda da kuşku uyandıran buydu, normalde diplomasi gülümsetir.

Parmağını tetiğe götürdü ve son ana kadar beklemeye karar verdi, onu öldürmek için hayatını feda edebilirdi ancak hayatını boş bir kovan ve başında ona gülümseyen bir kral için vermek aptallık olurdu. Eski SVD'si olsa yanında şimdi, ceviz koltukluğunun rahatlığı ve kargacık burgacık dizaynın müthiş kusursuzluğunu tatmak isterdi tekrardan. Bu atışı onsuz yapmak zor olacaktı. RPA'nın üzerinde on iki bakirenin kutsanmış kanının bulunması onu hemen tüm kalkanlara karşı yenilmez kılmasına rağmen o asimetrik tüfeğin yerini tutmuyordu. Tüm bu kusursuz çelik hatları tahtanın sıcaklığını sadece imite edebiliyordu. İşte sarayın kapısına çıkan elli merdiveni çıkıyordu şimdi kral. 50 adım sonra ecelinden bir duvar uzakta olacaktı ve kurtulacaktı. 50 adım sonra insanlık tüm haklarını elflere vereceği bir boyun eğme bildirgesini imzalayacaktı. İçerideki o iğrenç adamlar ülkeyi teslim etmek üzere sarayın içerisinde bekliyorlardı, her zaman oradaydılar zaten; hiç bir zaman camlardan bile bakmadıklarına emindi nişancı. Parmağı ilk engeli aştı, tetik iki aşamalıydı. İlk aşama nişan almakta kolaylık sağlar ve magazini ısıtırdı. Halen görünürde gerçek bir terslik yoktu, sanki şu anda ikinci aşamayı gerçekleştirse ve ateş etse 1.25 saniye sonra hedef yeri öpecekti. Luok bunun olmayacağını biliyordu.

Her şey on dokuzuncu merdivende oldu.
Luok'un saat bir yönünde kalan birisi ateş etmişti. Kralı indirmek için orada altı kişiydiler. Beşi düşünmüştü, sonuncusu ise artık bekleyecek bir şey olmadığına karar vermiş olmalı ki şansını denemişti. Luok dışında diğer altısı o süreçte merminin kralın başına girdiğine ve öteki yanından kan ile beyin parçaları eşliğinde çıktığına yemin edebilirdi. Nişancının gördüğü bu değildi, o kalkanları ile kuzgun kanatlı ve kartal başlı huriler gördü. Gördüğü şey için kimileri ona deli diyebilirdi. Gerçek demir kalkanları ile kralın çevresinde son ana kadar kendilerini saklamış yedi kadın vardı. Aslında insan mıydılar ve kuş maskeleri mi takmışlardı emin değildi o anda. Ancak havalandıklarında ve o kanatların süs olmadıklarını gördüğünde fikrini değiştirdi. Kral temiz bir hedefti artık, tetiği çekti.

***

Kral Hendeahr düşmanın en derin istihbaratına girilene kadar antlaşmayı ertelemişti. Senelerce elflerin tüm en iyi savaşçılarını ve büyücülerini sadece tek birer kurşun ile indiren efsanevi insanı yakalamak istiyordu. Kimileri ne derse desin mesafe korumak korkaklık değildi. En azından büyünün dünyaya yayıldığı bu zamanda tüfekler ve tabancalar külüstür gibi kalıyorlardı. Bu adamın diğerlerinden bir farkı vardı. Tüm nişancıları listelerde bulabilmişti ancak isimsiz bir efendiden emir alan son bir altıncı vardı ve aradığı oydu. Hendahr insanlar için bile çok genç bir kraldı. Babasının ölümü savaşın başlamasına sebep olmuştu. Aslında bu suikastin nasıl olduğunu şu anda dahi kimse tam olarak bilmiyordu. İnsanların elflerden haberi yoktu, yani tam olarak yoktu. Peki kim öğrenebilmişti ve kral Ahndur'u öldürmüştü? Hem de aptal bir tüfek ile!? Kesinlikle 6. adam olmalıydı. Aslında Hendeahr'ın bilmediği şey insanları istemsiz şekilde birleştirmiş olmasıydı, savaşacak karşıt bir ırk varken en ezeli rakiplerin bile didişmediği bir halk olduğunu bilmiyordu onların. Ahndur'un ona anlatacak zamanı pek olmamıştı. Tüm teşrifatçılar, yardımcılar, fikir-zadeler ona bunu yapmaması konusunda öğüt vermesine rağmen hepsini tüm dünya insanları boyunduruk altına alınıp tek tek sorgulanana kadar aydınlarını toprağın derinlerinde zifirden kara ormanlara kapattırmıştı. Öfkesi birleşmiş ırklara galip geldi. Genç olabilirdi ancak zekiydi de, büyünün üstünlüğünü tek bir burun kanatmadan göstermeyi planlıyordu ancak baş büyücüler periyodik şekilde bu isimsiz adamca öldürülürken korkuları büyüdü; ta ki aynı korkunun insanlarda daha büyük bir alev halini aldığını fark edene kadar. İnsanların orduları sefil çil yavruları gibi savaş alanlarında daha fazla dağılmayacaktı, yada onların düşündüklerini söyledikleri şey buydu. İnsanlar savaşırlarsa fevkalade bir şanslarının olduğunu elflerde insanlar da biliyorlardı.

İşte şimdi bu tuzağı kurmuştu ve korkak politikacılar da aşına tuz ekmişti. Aile yadigarları olan gardiyanları çağırmış ve durumun icabına bakmaları için koltuğuna kurulmuş sahneyi izliyordu. On dokuzuncu merdivenden peş peşe sekiz el ateş edildini duydu, gardiyanların zaten listelerde olan beş nişancıyı ışıktan mızrakları ile tek seferde hakladıklarını görmüş ve bu esnada başarısız bir el ateşin ardından tamamen zıt yönden gelen diğer yedi el ateşi duymuştu. Evet toplam sekiz eldi ve tek biri bile gardiyanların tüm saray meydanına yerleştirdiği kalkanı delememişti. İsterik kahkahalara boğulan genç elf kralının gözüne bir optik yansıma takıldı, "gardiyanlar onu neden yanlarına almıyorlar? Öldürün onu!" şeklinde bağırdığında 9. ve son el ateş gök gürültüsü gibi yankılandı. Tüm arbede insan eşlikçileri suspus yere sermiş korku ile titremelerine sebep olurken kralın gözünün önünden yere yavaşça önce bir saf beyaz tüy düştü. Sonra diğerleri ve nihayetinde 7 sessiz, kuş kafalı beden. Sağ gözlerinden vurulmuşlardı. Bu oydu! Peki son el? Yavaşça göğsüne indirdi gözlerini çünki halen görebiliyordu, vurulmamış olmalıydı. Kalbinin olduğu hizadan kızıl şerbet dökülüyordu. Hiç olmadığı kadar şevkle akan kan mermer merdivenlere yayılıyor, eşlikçiler korku ile titriyordu. Kral o gün gerçekten ilk kez bir diplomat gibi gülümsedi dünyası kararırken o merceğe doğru, "kalp ha?" dedi.

Son düşüncesi buydu.

26
Çizgi & Anime / En Güçlü 10 Anime karakteri
« : 15 Ekim 2009, 01:04:06 »
http://ranking.goo.ne.jp/ranking/026/strongest_character/ : ilgili anket 10.000 anime/manga hayranı tarafından doldurulmuş ve yüzlerce karakterin arasından belli bir top10 oluşmuş ( Haruhi 16. olmuş sadece  :'( ) Büyük kısmını küçüklüğünüzün çizgifilmlerinden (!) biliyorsunuz... Arele en sempatiği sanırım Luffy'yi saymazsak. Kenshiro her zaman için en cool anime karakteri olarak kalacak benim için  :hug

İşte liste:
   
    1. Goku (Dragonball)
Spoiler: Göster

    2. Doraemon (Doraemon)
Spoiler: Göster

    3. Arale Norimaki (Dr. Slump)
Spoiler: Göster

    4. Kenshiro (Hokuto no Ken - Fist of the North Star)
Spoiler: Göster

    5. Kankichi Ryoutsu (Kochikame)
Spoiler: Göster

    6. Atom (Tetsuwan Atom)
Spoiler: Göster

    7. Gohan (Dragonball)
Spoiler: Göster

    8. Duke Togo (Golgo 13)
Spoiler: Göster

    9. Monkey D. Luffy (One Piece)
Spoiler: Göster

    10. Suguru Kinniku (Kinniku Man)
Spoiler: Göster

Kendimce bir liste yapmaya çalışmıştım başta. Ancak sonra farkettim ki bu liste doğru yahu... itiraz etmek gerçekten çok güç. Bunların 8'i Doomsday'i bile devirir (*Doomsday sadece zaman makinesi ile ısıl dengenin sağlandığı ve entropinin sonsuz olduğu evrenin sonuna yollanarak durdurulabilmiş bir DC universe karakteridir) ;D İşte başlığın amacı: Sizce bu listede başka kimler olmalıydı, sıralamada haksızlık görüyor musunuz? (örneğin bana göre Haruhi Suzumiya 1. olmalı ^^)

Çizgi & Anime'nin 100. başlığı hayırlı uğurlu olsun

27
Düşler Limanı / Nesneler
« : 13 Ekim 2009, 23:59:33 »
Kızım 8 yaşında ve ciddi bir rahatsızlığı var. O cisimlerin konuştuğunu iddia ediyor. Onu anlayabiliyorum. Annesi öldüğünde ve onun babası ile evlendiğimde bir farklılık olduğunu anlamıştım. İlk başta basit şeylerdi. Bir kızın bebekleri ile oynaması gibi. Ama oynadığı şeyler daha sonra ev eşyaları olmaya başlayınca, onu komşuların gözünden kaçırmaya başlamak zorunda kaldım. Bana ekmek bıçağının susadığını söylediğinde sevecen karşılamışıtım ama ardından bıçağın et istediğini etin tadını almak istediğini söylediğinde tek yapabildiğim onu odasına, sivri şeylerin ve tehlikeli unsurların olmadığı tek yere, kapatmak olduğunu düşündüm. Onu kontrol ediyordum. Kocam ile eğitimini evde vermeyi kararlaştırdık ve başlarda iyiydi. O kalemler ile sapkın düşüncelerini bana anlatmaya başladığında bir doktora gitmemiz gerektiğini ve hatta çok geç olabileceğini düşündük. Ama işin en feci kısmı doktor oldu.

Doktor onunla baş başa otuz dakikalık konuşmasını bitirdiğinde ve bizim olduğumuz yan odaya geldiğinde soluğumuzu tutmuş bekliyorduk. “Kızınız çok iyi durumda ve ruh sağlığı yerinde. Ancak bazı vakalarda durumunu saklamayı başaran çocuklar olabiliyor. İleriyi düşünmek gerekirse bir süre burada bizimle kalması onun yararına olacaktır” cevabını beklemiyordum ama kocamın gönlüne su serpilmiş gibiydi. Onun hasta olduğuna emindim! Nasıl göremezler. Birkaç kan testinin ardından sanki hiç bir şey olmamış gibi eve döndük ve nispeten iyi görünüyordu. Artık daha az konuşuyordu etrafındaki nesneler ile yine de b ir değişim olarak bizimle konuşuyordu.  Bunda bile bir sorun olduğunu anladık bir hafta geçmeden, konuştuğu biz değil bizim bedenlerimizdi! Kabukların içine kapatılmış ruhlardan geldiğine inanıyordu, bizimle konuşurken bir şekilde hüzünlüydü. Aradaki farkı anlamak başta mümkün değildi. Onu olduğu gibi kabul etmeye karar verdik. Ancak işin sonu sadece pişmanlık oldu.

Onu hava alması için dışarı çıkardığımızda alışveriş merkezindeydik. Reyonları gezerken bir peruk dükkanına takıldık çünki kızım peruk takan manken kafaları ile ciddi bir sohpete girişmişti. Kocam ile alışmıştık ama çevremizdeki insanlar buna alışmazdı, onu uzaklaştırmaya çalıştığımızda bana “ama o bir başına. Kimse onun peruğunu almıyor. Eğer biri alırsa (şık giysiler ile donatılmış vucudu tam bir mankeni gösterdi) onun gibi olabilecekmiş. LÜTFEN ALALIM LÜTFEEEEN” ve ne olduğunu anlamadım. İşte burada dört duvar arasında bunları yazıyorum. Aradan neler geçti en ufak fikrim yok, umarım bir yetkili bu yazdıklarımı okur ve canım kızımı bir kez daha görebilirim.

05-07-2001 tarihli yerel gazetenin ilgili makalesi

… İ. E. ile yapılan konuşmalardan çıkarılan sonuçlara ve çocuğun üvey annesi tarafından olay yerinde kumaş makası ile öldürülen babanın yakınları ile yapılan reportajlardan ulaşılabileceği üzere anne cinnet geçirmiş ve oğlunun “bir kız olduğunu saçlarının çok uzun olduğunu ve reyonda gördüğü peruğun ona yakışacağını; ısrar ile neden peruk takmak istemediğini” belirtmiştir. İ.E. nin kıza benzetilerek hazırlanmış saçları cinayet silahı makas ile cinayet işlendikden sonra tanıklarca görüldüğü üzere zorla kesildiği de belirtilmelidir, mütamadiyen çocuğun üzerinde kurbanın kanı bulunmuştur. Çocuk sağlığı bakım ekipleri tarafından hastaneye kaldırılan İ. E. nin okul öğretmeni genç adamın birkaç aydır okula gelmediğini ve evi aradığını ancak annesinin kızına yeterince iyi baktığını iddia eden ve tehtitkar sözleri ile devam eden konuşmalarından korktuğunu ve şikayet edemediğini belirtti. Soruşturma devam ederken İ.E.’ nin annesi akıl ve ruh sağlığının yerinde olmadığı kanıtlanacak duruşmaya kadar hapishaneye kaldırıldı.

28
Çizgi & Anime / Gantz
« : 11 Ekim 2009, 23:26:54 »

Bölüm sayısı: 26
Yayım Tarihi: 12/4/2004 ile 18/11/2004 arası
Firma/Stüdyo: Gonzo
Tür: Gerilim, Seinen, ecchi, vahşet, macera, aksyon, psikolojik, sci-fi ve nicesi (!)
Yönetmen: Ichiro ITANO
Senaryo: Seishi TOGAWA, Masashi SOGO
Müzik: Natsuki TOGAWA
Dizayn: Naoyuki ONDA
Orjinal Eser: Hiroya OKU (mangaka)

Bölüm Listesi:

Spoiler: Göster
1 A new morning has dawned
2 They are not human
3 Kei-chan is Amazing
4 Now then, time to present the scores
5 Then that means, at that time...
6 Yeeeeeah!
7 Aimed for it
8 This is bad...
9 Kill it there!
10 Yuuzou-kun?
11 I can`t shoot him
12 Please stay here, Katou-kun
13 Go die, please
14 Goodbye
15 Go fast!
16 I`ll do it!
17 Just have to defeat these guys, right?
18 Welcome Back
19 What the Hell is That?
20 Shoot Me!
21 Brother?
22 Don`t Say that Again!
23 Kurono Alien!
24 There`s no Maze I can`t get out of!
25 We`ll Go Back Alive
26 Live!


Kei Korono kendi başına yaşayan 16 yaşında bir öğrencidir. Hayata bakışı genel olarak bardağı yarı boş gören cinsten olması bir yana pek iyi bir ruh halinde olduğu söylenemez. Açıkçası diğer insanları sefir, acınası ve çekilmez bulmaktadır. Kendisi dışında kimseye önem vermeyen sıradan bir insandır.

Bir gün metro istasyonunda beklerken raylara gözü önünde sarhoş kimsesiz biri düşer. İstasyon kalabalıktır ve herkes bir ötekinin onu kurtarması için söylenir ama kimse bir şey yapmaz. Adam rayda başına geleceklerden habersiz debelenirken Korono'nun yanında Kato Masaku adlı eski bir çocukluk arkadaşı durur. Kato onu tanımamıştır çünki kimsesiz ve ölmek üzere olan adam ile ilgili içi içini yemektedir. Tam Korono Kato'nun da kendisi ve diğerleri gibi umursamaz ve korkak biri olduğuna karar vermişken genç öğrenci raylara kimsesizi kurtarmak için atlar ve bu sırada Korono'yu sonunda farkederek yardımına çağırır. İnsanların yargılayan bakışları altında Korono söylenerek ve küfrederek yardıma gider. Adamı kurtarırlar kurtarmasına ama raylarda kalırlar ve artık çok geçtir, metro treni gelmiş ve onları parçalara ayırmıştır.


Gantz işte bu aşamada devreye girer. Tokyo'nun dört bir yanında ölen insanlar öldükleri anda Tokyo Kule'sini gören bir apartman dairesinde siyah metalik bir küre ile kendilerini kapalı bulurlar. Aralarında Korono ve Kato'da vardır. Kimse ne olduğunu tam anlamaz ama her türden kötü ve iyi insanın aynı odaya kapatılması kısa süre sonra pek hoş olmayan sonuçlarını doğurmaya başlar.


Olay basitçe şudur: Gantz artık onların hayatlarına sahiptir ve onlar ile belli günlerde birkaç saat için oynamaktadır. Bu oyuncular ölebilir yada öldürebilir. Her zaman birden fazla hedef vardır. Hedef hiç bir zaman Gantz adlı küre tarafından tam olarak izah edilmez ve her zaman daha büyük bir düşman baş gösterir. Gantz alaycıdır ve rehin aldığı bu insanlara silahlar ile ekipman verir, tek yapmaları gereken belli zaman aralığında en sefil halde bile olsa hayatta kalmış ve düşmanı yok etmiş olmaktır. Kolunuz mu koptu? Gantz sizi göreviniz bittikten sonra geri getirdiğinde tekrar bir bütün olacaksınız! Kısa süre sonra kahramanlarımız belli şeylerin idrakına varırlar. Aslında ilk öldüklerinde gerçekten ölmüşlerdir ve Gantz onların birer kopyalarını yapmıştır. Birer organik kopyadan ibaret olduklarını ve aralarından birinin aslında ölmediğini ve gerçeğinin evinde başarısız intihar girişiminin arından yaşadığını öğrendiğinde Korono'nun evinde kalmaya başlar. Gantz vurdum duymazdır.


Önemli olan tek şey... eve geri dönebilmektir. Öldürdükleri düşmanlardan puan toplarlar. 100puan'a ulaşan özgür kalacaktır, yada en azından Gantz'ın söylediği budur. Her görevden sonra sadece birkaçı hayatta kalır, Gantz her zaman yerine yenilerini bulur.


Bu anime yoğun miktarda cinsellik ve vahşet içerir ve 18 yaşından küçüklerin psikolojik eğilimlerinde tuaf sonuçlar doğurabilir ki sakıncalıdır. Kişisel yorumum ise: Tüm 26 bölüm boyunca insanların aslında ne kadar kötü varlıklar oldukları vurgulanır. Ana karakterimiz bile sapık ve içten pazarlıklı rezil bir insandır. Ara sıra karakterlerin inanılmaz gerizekalı olmaları sinir bozucu hal alabilir (elinde silah ve karşında seni öldürmek üzere olan bir "şey" var ne yaparsınız? Onlar bilmiyor işte!) Ancak bir şekilde hikayeyi çok gerçekçi kılan bir unsur haline geliyor bu insanların "kalın kafalılığı". Birincil gerginlik bundan oluşuyor. Kendinizi hikayede birkaç karaktere bağlı hissederken bulabilirsiniz ve bundan sakının... Ölebiliyorlar ^^. Hayatımda 26 bölümde bu kadar çok karakterin öldüğü başka bir şey izlemedim. Mümkünse sansürsüz bir versionunu bulun çünki diğer türlü kanı bile karıncalandırdıkları sahnelere denk gelebilirsiniz. Pek çok sahnesi gerçekten aksyon dolu ve sizi ekrana kilitliyor, ne olacağını her bölümde merak ederken buluyorsunuz kendinizi. Sürükleyici ve bir şekilde eğlenceli (mideniz kaldırabilirse) Her kesime uygun değil ama izleyebilenler kesinlikle keyif alacaktır. Sevdiğim animeler arasına girdi bitirdikten sonra... Mangasını okuyacağım en kısa zamanda çünki mangası henüz sonlanmadı (anime tam olarak sonlanmıyor zaten ama bitmediği de söylenemez, bir tuaf sonu.) Okuduğunuz için teşekkürler.

Not: orijinal screenshotlar koyamadığım bir anime tanıtımı oldu bu çünki doğası gereği uygun sahne bulamıyorum  :ohmy
Not2: sonuna kafayı takmayın, Claymore gibi düşünerek mangasından devam edin... genel fikir mangasının kıyasla çok daha iyi olduğu yönünde.

29
Düşler Limanı / Tanrım, her şeyi hayal edebilir miyim?
« : 30 Eylül 2009, 00:51:54 »
Ah, nice baş ağrılarım oldu ama bu hepsini yere serer. Zorlanmaz bile, samanları gövdeden alan orak gibi usulca. Hasta ruhlu bir baş ağrısı bu, sadist biraz sanki ama yaptığı işte bir profesyonel. Kimse onun eline su dökemez. Tabi bu sırada şu ses olmasa. Sanki ince yapılı bir yumruk sac bir levhaya vuruyordu. Seri ve kararlı, yine de güçten yoksun. Yeterince rahatsız edici değilmiş gibi baş ağrım bile mümkün olsaydı beni bırakıp ona giderdi. Sahi beni kim bırakmıştı? Sanırım neler olduğunu anlamak için önce göz kapaklarımı hafifçe aralamam gerek.

Hmm, bir ağaç ve hafifçe içe doğru burulmuş bir kaporta. Kendimi yoklamam gerek, tek parça gibiyim. Sesin kaynağına doğru kafamı döndürdüğümde "lütfen o olmasın" gibisinden bir iç ses yakardı sanki, tam emin değilim. Tüh, sadece annemmiş.

"Karşı komşunun bahçesinde ne yaptığını sanıyorsun Erinç?" Dedi sakince. Patlama öncesi volkan gibi değil ama kuşa fırlamadan önce gerinen kedilere benzediği iddia edilebilir. Ah o iç ses, baş ağrısı ve artık uzun manikürlü tırnakların tıkırtısına dönüşen o araba tavanında gezinen yumruklar. Hepsi içimde bir yerlerde spiraller yaptı sanki. Ugh! Kusmak hiç hoş bir his değil, ama özgürleştiriyor biraz. Şimdi daha iyiyim. Ağrım beni tebrik ederken doğruca annemin yüzüne bakıyoruz. Çoğul oldum şimdi, oysa ağrımdan başka dostum yok! Olamaz halen biraz sarhoşum.

Allah belanı versin gibisinden bir beyan kulaklarımda çınladığında onun en güzel sabah terliklerinde her zaman izi kalacak ve çeşitli alkollerden oluşan şık bir desen oluşturduğumu anladım. Görmeme gerek yoktu. Emektar Corolla'nın kaplaması yırtılmış koltuğunda arkama yaslandığımda ne baş ağrısı nede uzaktan bana bağıran sesler artık yoktu. Ah, sanırım her yeri yoklamamış olmalıyım, bacağımda hafif bir sıcaklık var. Sarhoşken kustuktan sonra kan kaybından şuur kaybı, hmmm paha biçilemez.

Gözler, açılın bakalım neredeyiz. Uyanmayı beklemiyordum esasında. Beyaz tavan? Beyaz çarşaflar? Öne eğilen hemşirenin beyaz südyeni? Neden eğildi ki, ben bu kadar şanslı değilim. Sanırım öldükten sonra herkesi hastanedeymiş gibi bir süre kekliyor olmalılar. Bence şahane bir şaka. Sanki ölmemiş gibi, sonra köşeden beriden zebaniler çıkıp "sizi şöyle alalım beyfendi" gibisinden götürüyor olmalılar. Gerçekten bunu bekledim, yemin ederim bunu bekledim.

Hemşire gözlerimi açtığımı farkettiğinde hiç bir tepki vermedi. Ah soğuk, tatlı, yaşam dolu dünyam. Ancak dünyada hemşireler sizin ölümden döndüğünüzü gördüğünde surat asar. Gittiğinde etrafıma bakınacak zaman buldum (açıkçası sudyenden sonra aklım malum bölgede takılmama sebep olmuştu). Sanırım yatağın yanındaki annemin kafası? Ahhh ne şirin yanımda uyumuş. Sanırım ona özür borçluyum... Sahi ne için? Ayakkabıları ile ilgili bir şeydi ama ne? Aman neyse zaten doktor da geldi, "Annenizin uyanmasına gerek yok" dedi usulca, "konuya direk gireceğim, kan kaybından geldiniz ancak orada olmaması gereken bir şeye rastladık. Genel bir E.M.A.R.dan sonra tüm vucudunuza yayıldığını söyleyebilirim. Nasıl bu kadar zaman yaşamınızı etkilemedi açıkçası çok şaşkınız. Kafadan tırnağa dezmoitfibron dolu vucudunuz. Tümör" dediğinde sanırım daha kötüsünü bekliyordum. Ne bileyim ömür boyu boynumdan aşağısı falan tutmaz ise daha pis olurdu. Şimdi ölmek zorundayım (geliyorum zebanili hastanem). Ben bunları düşünürken tabi o konuşmaya devam ediyordu, şuradan yakaladım; "...süre önemli, bu kadar hayatta kaldıysanız belki bir tür uyum sağlamış olabilirsiniz. Beyninizin yarısı bir tümörken beni sağlıklı şekilde dinlemeniz bir mucize" Sen birde onu baş ağrıma anlat. Geçmiyor, üstelik eskisinden de ağır konuşuyor. Hayır sevgili baş ağrım dün gece ondan ayrıldığımdan beri tek bir şey anımsamıyorum, bana anlatmaya kalkma çünki beni sinir ediyorsun. Doktorun sesi masal gibiydi, açılan gözler o denli kan kaybından sonra öylece duramaz tabi, uyumak şart.

Gözlerimi karanlığa açtığımda tanrı bilir gecenin saat kaçıydı. Sahi tanrıyı ne zamandır düşünmüyordum. Sevgili tanrı son iki gündür başıma gelenleri nasıl değerlendiriyorsun? Kim olsa aynısını yapardı demekle olmuyor tabi ama affetmeni beklerim sanırım. Yani her gün insanın karşısına şeytanın kızlarından biri çıkmıyor. Ben nereden bileyim onun sadece oğullarının olmadığını. Lanetliler kitabında öyle yazmışlar (onu okuduğum için biraz handicapım var biliyorum) ama yani suç bende mi güzeller güzeli bir kız bana yanaştığında onu geri çeviremem. Sanırım hatam onu olduğu gibi kabul etmemek oldu. İblis miblis seviyorsan arkasında duracaksın, ayrılmakla olmaz ki. Karmam bozuldu ve babamın arabasını komşunun ağacına çarptım. Karma bonusum var sanardım oysan ben hep. Okulda yardımcı falan olurum millete hani... hatırlatlatmak ile olmuyor biliyorum ama çaresizim. O kız beni lanetlemiş olmalı, düne kadar hiç bir şeyim yoktu şimdi hastanede ayağımda koca bir alçı ve vucudumda 72 tümör ile ölmeyi bekliyorum. Şahane.

Peki son bir şey söyleceğim; Tanrım, her şeyi hayal edebilir miyim? Yani yaşanacak çok şey var ama benim elimde sadece hayaller kaldı. Kalkıp gidemem bu yataktan...

Ve oğlanın baş ağrısı onu cevapladı, "Evet ama acele et..."

30
Kurgu İskelesi / Kuekuatsheu
« : 25 Eylül 2009, 16:59:26 »
Kapılara kilit takılmayan ve suçluların olmadığı bir dünyada geçer bu hikaye. Esasında o dünyanın ayı ve o ayın aşığı ile ilgilidir. Belkide ona aşık olan başka birinin sözleridir. Aya bakarken parlak beyaz bir küre değil altın sarı bir çehre gören her kimse artık. Yüzüne bakarken puslu hülyalara dalan diğer aşıklardan farklı olarak ayı gerçekten tanıyan birinin. Kapısını belki sevgilisi bir gece olsun toprağa basmak ve onu görmek için gelir diye açık bırakan birinin. Kapıların kilitlenmediği bir diyarda bile açık kapılar farklı algılanır elbet. Gizleyecek bir sırrının olmaması değil belki beklediği birisi olduğu ve elem içinde kaldığının belirtisidir. İşte o dünya böylesine farklıyken mutsuz insanlar her yerde olduğu gibi bu dünyada da ikamet etmektedir. Ölüm, sevgisizlik, yanlızlık ve diğer kötü duyguların gelişmediğini söylemek saflık olur. İnsanlar her yerde insandır.

Hikaye ay ile isimsiz sevgilisinin göklerde dans eden bir çift olduğunu söyler bize. Asla durmadan döner durularmış dostları olan mavi ruhun çevresinde. Dünya, Gaia, onları hiç kıskanmamış, çünki sevilen ve onu seven insanları varmış. Güçlü, hayaller ile dolu, kurnaz ve ölümlüymüşler. Ay ve sevgilisi onun çevresinde dans ederlerken insanlar onları izlermiş. Geceleri şenliklerde altın ve oniks ayın dansını taklit eder ve eğlenirlermiş. Kara olan her şey korku uyandırırken basit insan aklında oniks ay kudret ve saf güzelliğe ait her yalın duyguyu en soğuk yüreklerde bile alevlendirebilirmiş. Ne kadar zaman bu döngü devam etti bilen var mıdır ve anlatır mı muğlaktır.

Sanırım her şey bir şahinin toprağın nefesini taşıyan ormanlarda süzülürken bir düş görmesi ile son bulmaya başladı. Gördüğünü düş sanmışsa bile bilge insanlara anlattığında şefleri şüphe ile yaklaştılar. Ormanlarda bir kötülük kol geziyordu. Öyle ki kimsenin daha önce görmediği, hayal etmediği ve edemeyeceği kadar habisti. Niyetini anlamaları adına üç cesur savaşçı ileri çıktı. Üçü de birbirinden güçlü ve çevikti. İlkinin gözleri onlara haberi getiren şahinden bile iyi görürdü, ikincisi bir dağ pumasından daha hızlı koşabilirdi ve üçüncüsü ise dili ile bir tilkiyi yılana aşık edebilirdi. Şahin onları uyardı, ömründe ikinci ve son kez konuşuyordu; "Asla gözlerine bakmayın" Tüm insanlar şaşırmıştı ama öğüdü kabul ettiler. Binlerce yıldır ölüm nedir bilmemiş, hiç yorulmamış ve doğa ile bütün halde yaşamış olan halkın üç elçisi ormanların en derin ve karanlığına girerken korku nedir onu da bilmiyorlardı. Belki öğreneceklerdi ve belki ay ve aşığı onları korku ile izliyorlardı, çünki onlar yıldızlardan dünyaya inenin ne olduğunu görmüşlerdi; gördükleri şey, şahin ne derse desin, güneşten bile güzeldi.

Adam toprağa ayak basmadan ve dünya güneşin etrafında dönmeye başlamadan önce söylenmiş masalları kayaların en derinlerinde yatan kızgın alevlerden alıp havaya taşıyan ağaçların fısıltıları arasında bir güz vakti şahin için habis, aylar için güzel olan şeyi ilk gören şahin gözlü insan oldu. Gördüğü karşısında dili dolandı ve oracıkta öldü. Arkasından gelen puma ayaklı ve yılan dilli ne yapacaklarını bilemediler. Ömürlerinde daha önce kimsenin öldüğüne şahit olmamışlardı. Sandılar ki şahin göz uykuda ve yürümeye devam ettiler. Elbet günler geceler yol alan birisi yorulabilirdi, gülüp geçtiler. Onu ikinci gören puma ayak oldu, öylesine gözünü aldı ki ne yaptığının farkında bile değildi. Ona dokunmak, onu daha yakından görmek için koştu durdu ve ayaklarının basmayı bıraktığını farketmedi bile. Uçurum dikkate değer değildi, bir vadinin derin kayalarında hayatı son buldu. Yılan dilli gözlerini yumdu çünki durumu kavramıştı. Pumanın koştuğu yöne doğru dikkatle yürümeye başladı. Gözlerini kapattığında duymaya başladığı söylenebilir. Daha önce hiç böyle bir şarkı duymamıştı. Ne billur sesli kanaryaların nede yaz vakti kurbağalarının böyle bir ritmi yoktu. Arada uçurum olduğunu biliyordu ve seslendi

- Bu güzel sesin sahibi kimdir acaba?
Kısa bir sessizlik oldu. Sanki ağaçlar masallarını anlatmaya son vermiş, gök ise kuşlarını ani bir karar ile susturmuştu.
- Bir ismim varsa bile bana söylenmedi yabancı, asıl bunu bana bakmadan soran kişi kimdir?
Yılan dilli düşünmeden cevap verdi.
- Ben bir orman perisiyim ve eğer gözlerimi güneşte açarsam bir ağaca dönüşeceğim, eminim buna kırılmazsınız?
Sesin sahibi kıkırdadı. Kimse kıkırdamazdı. İnsanlar kıkırdamazdı, onlar ya derinden güler yada sırıtırdı. Yılan dilli gözlerini açmamak için elinden geleni yaptı. Kendisine hakim olmaya gerçekten uğraştı ama ne çare; ses fazla güzeldi. Gözlerini açtığında altın saçları omuzlarından dökülen ve daha önce gördüğü başka hiç bir insana benzemeyen birini gördü. Gözlerinde irfan, yüzünde sevgi vardı. Ne beli nede elleri nede ayakları diğerleri gibiydi, ne diyeceğini bilemedi. Onun da dili dolanacak gibiydi ama o şahin gözlüden dersini almıştı ve kendine hakim oldu. Bir adım atar gibi oldu ama puma ayak boşuna ölmemişti, durmasını bildi. Uçurumun bir yanından tuaf insana bakarken şahinin öğüdüne rağmen kendisini onun gözlerine kilitlenmiş buldu. Kıkırdayan ağzından anlamadığı kelimeler döküldü. Kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki burnundan ve gözlerinden birer damla kan geldi. Güzel insanın yüzünde bir korku belirdi, sanki yanlış bir şey yaptığının bilincine varmış evcil köpekler gibiydi. Yılan dillinin bilincini yitirmeden önce son düşüncesi bu oldu.

Gözlerini açtığında yüzünü yalayan siyah bir köpek gördü. Daha dikkatli baktığında bunun bir köpek olmadığını anladı, kulakları fazla dik, gözleri fazla keskin ve bir köpek olamayacak kadar büyüktü. Köpeğin berisinde yine o güzel insan vardı ama sanki bu sefer bir şey eksikti. Köpek geri çekildi ve son bir kez yılan dilliye bakarak uzaklaştı. Güzel insan ağlıyordu, sanki artık önceden olduğu kadar güzel değildi. "Bir ağaca dönüşüyorsun sandım, eğer o gelmeseydi... gelmeseydi ölecektin."

Hikayenin bundan sonrası farklılık gösterir. Kimileri o güzel insanın ilk kadın olduğunu ve ölümlülerin onun gelişinden sonra doğmaya başladığını anlatırlar. Önceden yaşayan insanlar ölemedikleri için değil, ölmeleri gerekmediği için ölmüyordu. Ancak artık topraktan ziyade bir sevgilileri vardı. Her sevgi fedakarlık gerektirir ve aslında kimse bilmez bunun bir lanet olduğunu. Yılan dilliyi yalayanın ilk kurt olduğunu yada ayın sevgilisi olduğunu da bilmezler. Her dolunayda sevgilisinin yüzünü bütünü ile görebildiği için uluyan aşığın acısını hiç biri anlamaz. Gökten insanı ve onun aşkını yaşatmak için indiğini bilmek gerek. Ömrünüz boyunca kimseye aşık olmazsanız ölümsüz kalacağınızı da bilmeniz gerek. Kilitleri olan ve ayı altın yerine gümüş renkte gören bizlerin bunu bilmesi gerek...

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 8