Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Dúrgonath

Sayfa: 1 2 3 [4]
46
Kurgu İskelesi / Akıbet.
« : 18 Mart 2009, 18:49:05 »
Bu öykümü bu sene başında yine bir ödevlendirme üzerine yazmıştım. Ana çatışma iki kardeş arasındaydı, ben de üzerine biraz fantazi, fallout ve 2012 söylentileri serpiştireyim dedim. Biraz uzun gelebilir ama umarım beğenirsiniz. Yarısından biraz sonrası zorlama oldu gibi, ilham kaçması nedeniyle.

Yorumlar sizin.



AKIBET

2012, 21 Aralık, 20:12
   Ufukta bir ışık parladı. Bu günün son gün olduğunu biliyordu, fakat böyle olacağını hiç beklememişti.

2012, 21 Ekim
   Cenk günün gazetesini okuyordu. Bir başlık dikkatini çekti : “SON YAKIN MI?” “Bilemeyiz, ama olabilir” diye düşündü. Einstein’ın bir teorisi vardı; “Eğer balarıları ortadan kaybolmaya başlarlarsa, Dünya’nın sadece 4 yıl ömrü kalır.” Ve, 4 yıl önce, kaybolmaya başladılar. Hiç bir iz veya ceset bırakmadan. Ayrıca o zamanlar çok yaygın olan bir söylenti vardı: “Maya Takvimi miladi 2012 yılının Aralık ayının 21’inde sona eriyor, bu Dünya’nın göreceği son gün olabilir.” Cenk “Belki de başka taş koyacak yer kalmamıştır” diye düşündü ve güldü. Aslında o başlığın bunlarla pek alakası yoktu. Başlık; Ütopya ve Bohemya arasında giderek kesinleşen bir savaşın başlamasıyla ilgiliydi. Her iki Dev-Ülke de silah ve asker sayısını son 2 yıldır gözle görülür biçimde arttırmıştı.  “Ne gülüyosun lan?” Cenk bu soruyla gülmeyi kesti. Soru ağabeyi Can’dan geliyordu. Neredeyse ortak bir yanları yoktu; Cenk sessiz ve düşünceli biriydi. Can ise buna karşın gürültücü serserinin biriydi. Cenk “Yok bir şey, öylesine.” diye cevap verdi. “Seni anlamak zor.” dedi Can. Zaten Cenk’i hiçbir zaman anlamamıştı.

2012, 16 Kasım
   Can her sabahki rutin devriyesine çıkmıştı. Tüfeğini omzuna astı ve hareket tarayıcısını çalıştırıp tüfeğine monte etti. Yaklaşan kum fırtınası ve son atılan bombanın bıraktığı küller ve tahta parçaları dışında henüz hareket eden bir şey yoktu. Şehrinin bir ay önceki halini düşündü; havası temiz kalan son şehirlerden biriydi ve sınırlı sayıdaki yeşil alanların bir kısmı da buradaydı. Belki de bombaların çoğuna bu yüzden hedef olmuştu. “İnsanın kıskançlığı... Ne kadar yıkıcı olabiliyoruz.” Can bunları düşündükten sonra devriye süresinin dolduğunu fark etti ve tarayıcısını kapatıp “KASA” adı verilen şehir sığınaklarına doğru yola çıktı.

2012, 17 Kasım
    Kötü yemek, kötü hava, kötü giysiler, uykusuzluk, paranoya. Kasalarda kalan insanların genel manzarası. Cenk ve Cem kahvaltı adı verilen bayat yulaf ezmesi ve acı çayı büzüşmüş midelerine indirirken, Kasa tele-ekranından son gelişmeleri izliyorlardı. Ütopya ve Bohemya arasındaki savaş, Bohemya başkenti Fransa’ya atılan son atom bombasından sonra biraz durulmuştu. Ayrıca, Kızıl Yıldız’ın Dünya’ya yakınlaşması durmuştu; artık gökyüzünde ay büyüklüğünde kıpkırmızı bir küre asılı duruyordu. Hava durumunda ise, Anadolu’ya hızla yaklaşan bir Proton fırtınası görünüyordu. Bu şu demekti; en az 3 gün boyunca Kasa kapıları kilitlenecek, tele-ekranlar sürekli açık tutulacak ve yapay hava jeneratörleri çalıştırılacak. Cenk de, Can da dışarı çıkanların başına ne geleceğini çok iyi biliyordu. Negatif yüklü insan vücuduna yapışan trilyonlarca, hatta katrilyonlarca pozitif parçacık, vücutta buldukları tüm gözeneklerden içeri dolar, ve o et ve kemik yığını saniyeler içinde kömür ve küle dönüşür. Cenk “Harika” dedi, “birlikte geçirilecek zaman.” Can “Mükemmel. Çok sağ ol Ütopya, fırtınaların bizi bir arada tutuyor!” diyerek katıldığını belirtti.

2012, 21 Kasım
   Devriye sırası gelen Cenk, tüfeğine yaslandı ve gökyüzüne baktı. Gaz maskesinin ardında geniş bir kum ve kül çölü uzanıyordu. Gökyüzünde ise kum fırtınası ve toz yüzünden zor seçilen iki parıltı. Yaşlı, güzel Güneş ve bir ay önce ortaya çıkıp birkaç gün önce yaklaşmasını durduran Kızıl Yıldız. Aslında o bir gezegendi; 10. Gezegen, veya X Gezegeni. Bilim adamlarıysa ona Sümer Şeytanı Marduk’un adını vermişlerdi. Binlerce yıl önceki Efsanevi Nuh Tufanı’nın sorumlusu olarak da bu gezegenin çekim gücü gösterilmişti. Heyhat, şu anda Dünya’da tufan oluşturacak kadar su yoktu. Birden Cenk omzunda bir el hisseti. Tüfeğini kumdan çıkarıp arkasındaki kişiye veya şeye doğrultması bir an sürdü. “Hey, hey! Ağır ol! Benim, Can.” Tehlike yoktu. Cenk, hiç açmadığı hareket tarayıcısını ağabeyine verdi. 20 dakikadır –bu bir insanın radyasyondan etkilenmeden devriyeye çıkabileceği en fazla süreydi- sadece Kızıl Yıldız’a bakıp Dünya’nın akıbetini düşünüyordu, ve Can’ın eli onu kendine getirmişti. Biraz uyumak için Kasa’ya geri döndü.
   Cenk Kasa’ya girerken, Can da tarayıcıyı çalıştırdı. Tam o anda, gökyüzünden hızla yaklaşan bir şeyin sinyalini aldı. “Bu bir bomba!” diye düşündü ve henüz kapanmamış Kasa kapısına doğru koşmaya başladı. Kapıyı 15 saniye içinde kilitlemesi gerekiyordu, yoksa Kasa’dan içeri radyasyon sızabilirdi. Çünkü şu anda Cenk Nötron Kalkanı’ndan-radyasyonu durduran bir enerji alanı- geçiyordu. Fakat Can yanılmıştı. O bir bomba değildi. Can’ın ayakları bir anda yerden kesildi. Gözlerini kapadı, açtığında sert ve soğuk bir zemine çarptı ve bayıldı.

2012, 1 Aralık
   Can kaybolalı 11 gün olmuştu. Kum fırtınası 5 gün, radyasyon serpintisi 3 gün önce sona ermişti. Cenk, Can’ı aramak için 10 dakika önce aldığı Kasa Terk İzni’ni elinde tutuyordu. Yarım saat sonra silahları, 10 günlük yeraltı suyuyla dolu matarası, 10 günlük yiyeceği, özel elbisesi ve başlığıyla, bir süreliğine sakin görünen dış dünyaya adımını atacaktı. Bu arayış çok tehlikeliydi, fakat Cenk’in serseri kardeşini bulması gerekiyordu. Şimdi uzak bir rüya gibi görünen çocuklukları da hep böyleydi: Cenk her zaman Can’ın arkasını toplardı. Ve bunu şimdi bir daha yapmalıydı.

2012, 7 Aralık
   6 gün… 6 yıl gibi geçen 6 gün. Yiyeceğinin ve suyunun yarısı çoktan tükenmişti. 6 gündür sürekli ilerliyordu. Sadece arada bir, bir kum tepeciğinin gölgesinde kıvrılıp huzursuzca kestiriyordu. Güvenli dönüş noktasını geçip geçmediğinden emin değildi, fakat umudunu kesip geri dönmeyi düşünmeye başlamıştı. Eğer suyunu idareli kullanırsa belki de dönüş için yeterdi. Yiyecek su kadar önemli değildi, ama onu da idare etmesi gerekiyordu. Tam o anda ufukta toplanan kahverengi bulutları gördü. “Kum fırtınası, yaklaşıyor.” Etrafta sığınacak hiçbir yer yoktu; sadece sonsuzluğa uzanan bir tarla gibi sapsarı çöl. Yer yer ufalanmış insan kemikleri, bol moloz ve demir tozu. Bulutlar yaklaşıyordu. Kemik tozları ileriden havalanıp Cenk’e doğru hızla uçuştu. Kum denizi dalgalanmaya başladı. Önce huzursuz ve belli belirsiz küçük kıpırtılarla, daha sonra açıktan açığa sarsılmaya başladı. Cenk de sarsılıyordu. “Deprem mi?” diye düşündü dehşet içinde. O anda kumların ortasında bir çökme oldu. Çöküntü giderek büyüdü ve yuvarlaklaştı. Cenk en nihayetinde, sarsıntıların deprem değil, kumların altındaki dev çaptaki iki kapağın içeriye doğru açılmasından dolayı oluştuğunu ve gördüğü bulutların da duman kavradı. Şu anda tam üzerinde durduğu yer Bohemya’nın Anadolu’daki gizli füze deposuydu ve büyük ihtimalle Ütopya’ya karşı yeni bir saldırı düzenleniyordu. Etrafta başka kapaklar da açıldı. Cenk kendini toparladı ve koşmaya başladı. Kapaklar ayağının altında açılıyor, fakat o tam zamanında yan tarafa atlayıp kendini kurtarıyordu. Biraz koştuktan sonra şans eseri bir tepe buldu ve hemen kendini tepenin diğer tarafına attı. O anda füzeler ateşlendi. Onlarca, hatta yüzlerce iyon füzesi yıkımın yeni adresine doğru yola çıktılar. Füzelerin sesi bombalardan çocuğunu korumaya çalışan bir annenin çığlığına benziyordu.

2012, 13 Aralık
   Cenk KASA kapısını gördükten sonra düşündüğü kadar çok uzaklaşmamış olduğunu, hatta yolun tam yarısından döndüğünü fark etti. Umutlarını kapıda bıraktı, matarasından son yudumunu alıp omzunun üstünden geriye attı ve kapıdan girdi.

2012, 18 Aralık
   “Bohemya füzeleri Ütopya topraklarını vurmaya devam ediyor. Şu ana kadar Meksika, Florida, ve Hawaii şehirleri düşürüldü. Ütopyalıların gruplar halinde göçe başladıkları elimize ulaşan son haberler arasında. Şimdi hava durumu…” Tele-ekranlar son günlerde iç açıcı haberler göstermiyordu. Cenk ve diğer KASA insanlarının elinden de karşı saldırıyı beklemekten ve giderek daha da delirmekten başka bir şey gelmiyordu.

2012, 21 Aralık
   Cenk saat 20:00’de nöbet yerine geçti. Karanlık ve soğuk gecede hiçbir kıpırtı yoktu. Gökyüzünde Ay ve Kızıl Yıldız’ın ışıkları karşılaşıyor, gökyüzünde belli belirsiz bir pembelik oluşturuyordu. Yere çöktü ve çok eskilerden bir şarkı mırıldandı:

“Zihninde halen savaşıyorlar
Tanklarıyla ve bombalarıyla
Bombaları ve silahlarıyla
Zihninde onlar ölüyorlar…”

   Saatine baktı. Sekizi yirmi geçiyordu. Cenk gözlerini yumdu. Bir süre sonra açtı. O anda yüzüne soğuk bir rüzgâr çarptı. Ufukta bir ışık parladı. Bu önceki bombaların patlamalarına hiç benzemiyordu… Patlama kilometrelerce ötede olmuş olmalıydı, çünkü çıkan mantar şeklindeki alev değil sadece ışığı görülüyordu. Fakat o ışık bile geceyi bir anlığına neredeyse gündüze çevirmeye yetti. Yer sarsıldı; şok dalgaları çok hızlı ilerliyordu. Saniyeler geçmeden alev duvarının yaklaştığını gördü. Bu önceki bombaların patlamalarına hiç ama hiç benzemiyordu. Dünya’nın ve kendi ömrünün son anları yaklaşırken o bu günün son gün olduğunu içten içe biliyordu, fakat böyle olacağını hiç beklememişti. O, sonu daha insan dışı nedenlere bağlamıştı hep hayallerinde… Fakat insanoğlunun kendi sonunu getirebileceği düşüncesi aklının bir köşesinde bile tutunamamıştı. Alev duvarı Cenk’e değdi, Protonlar vücuduna doluştu ve Cenk’in külleri alevlerle savruldu.

   Sonrası hiçlik.

Yukarılarda bir yerde, aynı zamanda
    3. Deney de başarısız sonuçlanmıştı. Yarattıkları insan ırkı tarafından “Tanrı” olarak adlandırılan yaratıklar Marduk adlı uzay istasyonlarında deneyin sonucunu kayda geçirdiler. Yarattıkları 3. Irk da kendini yok etmişti. Şu anda Tanrıların bilim adamları önceden kaçırdıkları 2 insandaki iyileştirme çalışmalarını bitiriyordu. Tahmin edebileceğiniz gibi, bunlardan erkek olanı Cenk’in ağabeyi Can’dı ve yanında da bir dişi vardı. 4. Irkın ilk temsilcileri onlardı. Şimdi Merkür ve Venüs gibi ölü bir gezegen olan Dünya’dan alınmışlardı, ve Mars soyu onlardan türeyecekti. Tanrılar bu ırkın da anlamsızca nedenlerden dolayı birbirlerini yok etmemeleri için kendi tanrılarına yalvardılar.

"Amen."


47
Düşler Limanı / Melankolik.
« : 26 Aralık 2008, 17:09:23 »
  Yukarı bak! Gökyüzü kararıyor yine. Bulutlar yine kafa kafaya veriyor. Dönmeye başladılar işte. Ağıt yakıyorlar, duyabiiyor musun?

  Karalar bağladılar. Dansları da giderek vahşileşiyor. Sanki her şey o an için, o ana bağlı. İzle onları. Hıçkırmaya mı başladılar? Bu gümbürdemeler nefes alış verişleri mi yoksa?

  Ve oluyor. Ürkek, küçücük bir damla. Hayatla ilk kez karşı karşıya geliyor. Onun için hayat sadece iki saniye. Bir bulutun gözpınarından doğup, yavaşça aşağı süzülmek. Sonra giderek hızlanarak, hızlanarak cehennem gibi bir uçurumdan inmek. Ve ölmek. Sert bir zemine çarpıp bin bir parça olmak. Ya da toprağa sızmak, ölürken başkalarına can olmak, can katmak.

  O damlanın arkadaşları da ürkekliklerini attılar üzerlerinden. Ölen damlanın ardından birer birer bıraktılar kendilerini aşağıya. Çığlık bile atmadılar. Kimsenin duyamayacağı, sadece birbirlerinin anladığı hüzünlü bir şarkı söylediler. Sen anlamıyorsun, anlamadın ve anlayamayacaksın.

  Hissedebiliyor musun yüzüne vuruşlarını? Yoksa o kadar hissiz misin? Masum bir çocuk gibi onları ağzında topluyor musun hala? Ya da bırakıyor musun yok olsunlar?

  Ve bak. Sokaktaki tek lambanın kelebek kanadı gibi titrek ışığının altında duran kim? sen misin? ben miyim? Yoksa biz miyiz? Ağlıyoruz. Bulutlarla beraber biz de ağlıyoruz. Sonra yukarı bakıyoruz. Lambanın sönmeye yüz tutmuş ışığının da ötesine. Bizimle ağlayan, yanlarına yetişebilsek bize ağlanacak bir omuz verecek bulutlara bakıyoruz. Ağladığımızı göremiyor insanlar. Gözyaşlarımız karışıyor bulutlarınkilerle.

  Yağmur duruyor. Ve yağmurdan sonra çıkan toprak kokusunun ölüm koktuğunu yalnız biz biliyoruz. Biz ve bulutlar.

Çizgisiz Sayfalar Kitabesi, Bölüm 3.13

48
Düşler Limanı / ~özlemek~
« : 25 Aralık 2008, 17:59:08 »
Oturup bunları yazmaya karar verdiğim köşeye güneş vursa da, benim içim üşüyor. Çünkü yanımda değilsin.

İki yıl önceki yazın son günlerinde tanıdım seni. Yerini gri bulutlara bırakmaya hazırlanan güneş saçlarını altın gibi parlatırdı. Sen farketmeden, gittiğin her yerde takip ederdim seni. Koridorlar kalabalıkken bile sadece seni görürdüm.

Bir yıl içim içimi yiyerek; kimseye, ve sana da bunları söyleyemeden, uzaktan, sana dokunamadan, sadece sesini dinleyip hayaller kurdum. Bir hikaye yazdım belki hayallerimde, belki bir opera besteledim. Ama sonu hep mutsuzdu bu hayallerin. Bu aşk imkansızdı, doğaya aykırıydı, bütün sözde değerlere karşıydı, bütün kuralları yıkıyordu. Yılmadım.

Sana farkettirmedim. Ve sonunda senden uzaklaştım. Eskisinden de uzaktan izlemeye başladım seni. Artık sesini duyamıyorum. Seni her sabah göremiyorum.

Özlemimi yoksaydım, yaramadı. Hatta sadece senden bir parça olduğu için başka birine neredeyse aşık oldum. Ama erken döndüm o yoldan. Sen vardın, sen varsın ve sen olmalıydın...

Sana ilk dokunduğum zamanı hatırlıyor musun?

Hatırlamazsan hiç şaşırmam. O anın sana bir şey hissettirdiğini de sanmıyorum.

Ama benim için çok anlamlıydı. Çünkü o bir vedaydı. Sana en yakın olabileceğim an oydu, daha fazlası olamazdı. Birkaç saniye sürdü hepi topu. Fakat o anı aradan geçen neredeyse 1,5 yıla rağmen unutamadım. Halen yanağımda senin yanağının sıcaklığıyla yaşıyorum. Bazen o sıcaklık kayboluyor, kendimi zorlayıp zihnimde sesini canlandırınca geliyor gerisin geri.

Ne kadar inkâr etsem de özledim. Hiç konuşamadığım birini özledim. Kar yağdığında, geçen kış ilk kez duyduğum kahkahanı özledim. Seni son kez görmeyi, sana son kez dokunmayı özledim.

Seni sevmeyi özledim...

49
Kurgu İskelesi / The City
« : 17 Aralık 2008, 17:48:23 »
~the city~

A city thay lies beneath the waters,
It is a derelict from the creators.

It is like no other city you see
With pointy towers reaching up to sea.

The stairs of temple, going deeper and deeper
Until you reach the heart of evil keeper.

There sits the priest, waiting and dreaming;
When stars order right, will happen the awakening.

Truth that the waves cannot hide;
Your world will end after the tide.

                                                                              Cthulhu Mitosuna ithafen. Bahsedilen şehir R'lyeh tir.

Sayfa: 1 2 3 [4]