Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - andreyfyodorovich

Sayfa: [1] 2 3 ... 6
1
Kurgu İskelesi / Göl
« : 27 Haziran 2016, 21:59:44 »
Kahverengi göle doğru hızla düşerken, renginin verenin çamur olmadığını anladı.

Çığlık atmak için ağzını açsa da, sülükler diş etlerine çoktan yapışmıştı.

2
Kurgu İskelesi / Ynt: Penceremdeki Adam
« : 03 Nisan 2016, 21:57:00 »
İletimin sonuna, "Rica ediyorum, sözlerimi olumsuz veya ters bir şekilde algılamayın, yazışma üslubum böyledir benim," diye ekleyecektim aslında. Sonra tekrar bi' okuyunca, gerek olmadığına karar verdim. Meğer varmış :)

Böyle düşünmenize sebep olduysam özür dilerim öncelikle. Bu forumda sık sık yazışıp konuştuğum, eski ve değerli üyelerden bazıları bilir, yapıcı ve olumsuz eleştiri benim için daha değerlidir.

Ayrı bir konu olarak da eminim benimle hemfikir olursunuz ki, eğer ki konudan bağımsız bir söz söylenecek olursa bu elbette ilgili bir bölümde, belki farklı bir başlık olarak belirtilebilir. Yani aslında tamamen bizden bağımsız olamayacaktır, bağımsız olduğunu iddia edecek olursanız da sizle hemfikir olmayacağımdır.

Ancak eğer zaten bağımsız olması amaçlanmıyorsa, bağımsız olduğu da belirtilmemelidir efenim. Genel mantık der ki, metinle ilgili eleştiri kısmına metinle ilgili olmayan genelleme elbette yazmakta özgürsünüz, ancak bunun genelleme mi yoksa eleştiri mi olduğu muhakemesinin insanlarca doğru olarak yapılmasını beklemek biraz iyimser gelebilir göze. Mantığımda bir hata varsa lütfen belirtiniz.

Son olarak, alınıp kırılma gibi bir durum yoktur, öyle düşünmeyin. Gelecekteki yazışmalarımızda da, -olursa elbette- genel üslup olarak böyle olduğumu göreceksinizdir. Sevgiler.

3
Kurgu İskelesi / Ynt: Penceremdeki Adam
« : 03 Nisan 2016, 20:40:13 »
Aklınıza gelen şeyi daha önce binlerce kişi düşündü, çoğu biçimlendirdi, bir kısmı yazdı, bazıları okunması için gözlere ulaştırdı.

Doğrudur, haklısınız. Zaten bunu göze alarak ve bunun farkında olarak üretiyoruz çoğumuz.

Aklınıza gelenin okunabilecek özgünlükte olması için üzerine binler koymanız gerekir. Bunun için de önceden yapılanlardan haberiniz olması ve okumanız gereken ciddi bir külliyat var.

Bu konuda da haklısınız, konu ve fikir aynıysa bile üslup çok farklı etkiler yaratabiliyor. Yapılanların tamamından haberdar olmak ise biraz imkans-

Yeryüzünde basılan ve yazılan tüm öykülerden elbetteki haberimiz olamaz, fakat tüm öykücülerin beslendiği kaynaklar bellidir.

Hah, ben de bunu diyecektim. Fakat bir önceki dediğinizi de aklımda tutayım derken bir çakışma var sanki. Hem, tüm öykücülerin beslendikleri kaynaklar belliyse, dünyada benzeyen veya birbirini çok andıran hikayeler hiç olmamalı, prensip olarak. Ayrıca belirli kaynaklardan beslenmek tamam, mantıklıdır. Ancak öykücü olabilmek için çok okumak bir kenara, bazı kaynakları mutlaka takip etmelisiniz diye bir şeyi kabullenmekte zorlanırım, dürüst olmak gerekirse. Salt bilgi haricinde, keyif alınan şeyleri yapmakla yükümlüdür insan. Zevk ve tercih gözetmeksizin yapılırsa, bahar temizliğinden farkı kalmayacaktır.

Ortalamanın üzerinde okuyan bir insan olduğumu düşünmeyi severim Engin Bey. Elbette her şeyi okuyamayız, ancak en azından daha önce yapılmışını bilip, buna rağmen benzer bir metin üretmemiş olmanın iç huzuru ve gururuna sahibimdir. Açık sözlülüğünüz için teşekkür ederim.

İyi günler!

4
Kurgu İskelesi / Penceremdeki Adam
« : 31 Mart 2016, 17:07:20 »
Tekrar tekrar yaşayacağım bunu. Gelmek üzere. O an, yani.

Yine uyanacağım ve penceremden bakacağım, ve yine göreceğim onu; yatağının kenarına oturmuş, yüzünü avuçlarıyla kapatmış, o adamı.

Onu her gün görüyorum. Odamdaki uzun, perdesiz pencereden ne zaman baksam orada. Belki biraz kafası karışık gibi, veya bir şeyden dolayı mutsuz gibi olurdu. Belki sadece bir rüyayı hatırlamaya çalışıyor olurdu, belki de unutmaya.

Ama sonra bir de karısını görürdüm, halı kaplamalı yerde yatan. Umursanmayan. Adamın sırfı kadına dönük olurdu, sanki orada değilmiş gibi yaparsa, kaybolacakmışçasına. Adeta çoktan varlığını unutmuş gibi. Yine de orada olurdu, yatardı yerde kadın hareketsizce. Ağzı sessiz ve sonsuz bir çığlıkta sabitlenmiş olurdu, tıpkı ölümün sonsuz olduğu gibi. Bakan ama görmeyen gözleri sonuna kadar açık, ince kızıl dalgalarla koca koca ‘x’ şeklindeki, sırtındakilerden çok da farklı olmayan desenlerin kapladığı duvarı seyrediyor olurdu.

Kadın ölüyor, ve onu öldüren herif de oracıktadır, ama bu beni hiç rahatsız etmiyor. Polisi bile aramıyorum. Aramıyorum çünkü şaşırmıyorum, şaşırmıyorum çünkü bunu daha önce çok yaşadım.

Neredeyse sıkıcı bile.

Ha gayret, az kaldı. Biliyorum çünkü uykumun arasından göz kapaklarımı delen güneş ışığını hissedebiliyorum.
İnsanlar çeşit çeşit rüya görür. Kimisi yalnızca kabus görür, kimisi hiçbir şey görmez. Ben mi? Ben bunu görüyorum işte.

Neredeyse her gün gözlerimi açtığımda penceremden dışarı bakarım. Ve şüphesiz, herif yine orada, hemen arkasında da cansız karısı. Kafamın içinde sonsuz tekrara düşmüş bir şarkı, penceremde her sabah aynı görüntü.

Polise de aynen böyle anlattım, ve onlara da söylediğim gibi, bugün uyandığımı anı hatırlamıyorum. Ve nihayetinde de bu, şu anda yaşananların hiçbirinin gerçek olmadığını gösterir.

Artık her an uyanabilirim. Her bir göz kırpmamda aslında beynim benim uyuyup uyandığımın sinyalini veriyor olabilir. Bekliyorum.

Ve an geliyor. Kalktığımda, beyaz floresan ışık yüzüme vuruyor. Çelik parmaklıkların aralarından içeriyi süzen çirkin bakışları görüyorum, üniformalı gardiyanlar tehditler ve emirler yağdırıyor. Kalkıyorum ve lavaboda yüzümü yıkıyorum. Lavabonun hemen üstündeki, evimdekine çok benzeyen ama çok daha küçük olan pencereye bakıyorum.

Yine aynı adamı görüyorum, ancak bu defa karısı yok. Konuşmasını, açıklamasını bekliyorum, o ise sadece beni seyrediyor; yüzünde belki biraz kafası karışmış, veya bir şeyden dolayı üzülmüş gibi bir ifadeyle.

Belki sadece bir rüyayı hatırlamaya çalışıyormuş gibi, belki de unutmaya.

5
Düşler Limanı / Kaliforniya'da Ölmeliydim
« : 24 Şubat 2016, 18:22:22 »
O vakit kesinlikle Kaliforniya'da ölmeliydim. San Francisco hatta, ama saçıma çiçek takmamıştım ve oralarda adettendir. Radyoda bir şarkıda dinlemiştim.

Sonra, eski bir araba sürüyor olurdum. Klimasız, direksiyonla aynı renkteki kan kırmızısı deri koltukları çıplak sırtıma yapışarak, bir elimde biramla radyo dinliyor olurdum. Radyoyu son sesine kadar açıp küçük oyunumu oynardım.

Bir sonraki şarkıyı tahmin etme oyunu. O gün bir defa bile yanılmıyor olurdum. Sidikli sıcak biraların ve banal pop şarkılarının pervasız tanrısı, o günlüğüne, ben olurdum.

Yılanlı ve kaktüslü çöl arazisinin ortasında tahtadan evime girip küvetimi doldururdum sonra adamım. Pilli radyomu yanıma alıp, iki tane aspirin çakıp sıcak suda gözeneklerimi açardım ben. Suyu iyice sıcak akıtıp, dayanabileceğim en son sıcaklığa getirirdim, ve sonra biraz daha ısıtırdım. Kıyafetler falan hep kalabilirdi, önemi yoktu. Radyoda şarkıları takır takır biliyor olurdum çünkü, çakıyor musun?

Ben, sırılsıklam cehennemimde godoşların tanrısı, parmakla silah yapıp adam öldüren çocuklar gibi...

Gözeneklerim iyice açılıp, aspirin kanımı iyice incelttiğinde, pıhtılaşmasını istemem elbet, sağ bileği dikine kesiverirdim hemen. Lisede o malum kızın yaptığı gibi değil, hepinizin bir tanıdığı vardır öyle, salam keser gibi bilek kesmeye çalışan. Elin başlangıçından dirseğe kadar iki-üç çizgi...

Bok gibi acırdı elbet, can ya bu, ama sorun değil, en fazla ne kadar acıyacaksa o kadar acırdı, ve sonra belki biraz daha.

Kendim kendimi vazgeçiremeden telefonumu küvetin içine atıverirdim sonra. Sonra, sonra, sol bileğimi de hemen işaretlerdim ve deri iki yöne doğru açıldıkça geriye kalan yapılacak tek şeyi yapardım; suyun berraktan bulanığa, bulanıktan pembeye geçişini izlerdim, pembeden de kızıla ve oradan belki siyaha...

O andan itibaren, radyoda benim kalp atışlarım çalıyor olurdu işte adamım. Ve sıradaki şarkıyı ben biliyor olurdum işte.

Cennete gitmeyeceğimi biliyor olurdum zaten. Eski radyo pili bitip çıtırtılar içinde sussa bile ben, Kaliforniya'da porselen bir mezarda sırılsıklam, kendime ait kırmızı Styx nehrimde ondan sonra çalacak her şarkıyı biliyor olurdum, anlatabiliyor muyum kendimi?

Derler ki, ölmeden hemen önceki saniye, güneş doğmadan önceki zifiri karanlık gibiymiş, en çok hayatta olduğun an, ölmeden hemen önceki anmış.

Ve böylece ben, Kaliforniya'da, belki San Francisco'da, ölümüne hayatta olurum adamım, ve sonra belki biraz daha.

6
Düşler Limanı / Ynt: Konuşma
« : 25 Eylül 2015, 17:06:06 »
Yedi yıla yakındır ailesinden uzakta yaşayan biri olarak, bunu okurken içten içe öldüm biraz galiba. Elinize sağlık.

7
Kurgu İskelesi / Ynt: Bize Dayanmaz
« : 24 Eylül 2015, 20:30:27 »
Bu hikayeyi özellikle sevmemin sebebi, ana akım hikaye anlatıcılarının bize zamanda yolculuğu daima böyle ulvi, fedakar bir şey olarak göstermelerinin tam tersine gitmiş olmanız. Akbil basar gibi 30 yıl öncesine gidebilmek çok güzel bir düşünce. Ulvilik yok, kahramanlık yok...

Parkta kola çekirdek yapan bir insanın cebinde bir avuç çekirdekle geriye gidip çitleye çitleye geçmişini izlemesi görüntüsü oluştu bunu okurken. Başlıktan ve üsluptan dolayı sanırım, ve tabii ki bariz bir şekilde kapanış cümlenizden.

Zaman yolculuğunun mümkün olamayacağı gerçeğini bir kenara koyuyorum, ve zaman yolculuğunu gerçekçi anlatmışsınız diye cesur bir yorum yapıyorum. Elinize sağlık!

8
Kurgu İskelesi / Ynt: Betül (Uyarı: Cinsel Şiddet İçerir)
« : 24 Eylül 2015, 18:34:18 »
Yine başarılı bir çalışma olmuş, tebrikler. Okuyana hissettirmek istediğiniz duyguları, net bir şekilde verebiliyorsunuz. Rahatsızlık veren, irite eden bir hikaye. Tabii ki bu iyi anlamda. Sonuçta amaçlanan bu. Ama bunu yaparken direk bir kabalık ve düzlük yok. Kaba bir hikaye seçilip yontulmadan, o sertlikle sunulmamış. (Yani kan efekti basılmış, estetik kaygı taşımayan, sadece irite etmeyi amaçlayan hikayelerden bahsediyorum.) Ya da bu kaygıları abartıp (ve zorlayıp), asıl vermek istenen duygudan uzaklaşmıyorsunuz. Bu ikisini iyi dengelemişsiniz. Bunu başarmak kolay değil, tekrar tebrikler.

Okuduğunuz ve yorum yaptığınız için çok teşekkür ederim. Yeni bir üslup denemeye çalıştım, doğrusu bu konuda pek tecrübeli olduğumu söyleyemem. Ancak sizin bu güzel sözleriniz devam edip gelişmeyi istememi sağladı. Gözlerinize sağlık.

Rıhtıma pek sık girmesem de ara sıra öykülerinizi okuyorum. Sanırım sizden okuduğum ilk birkaç öyküden sonra "kısa film tadında" öyküler yazdığınızı söylemiştim. Betül de diğer öyküleriniz gibi, kısa filmi çekilse keyifle izlenesi bir öykü olmuş.

Bu hikayenizi de uyarıyı gördükten sonra hevesle açıp okumaya başladım, sevdim de. Ellerinize sağlık. Ancak üslubunuzda -tamamen kişisel tercihler sebebiyle- beğenmediğim sadece bir nokta var, o da arada birkaç yerde kullandığınız "anlatabiliyor muyum" gibi, direkt okuyucuyla sohbet havasında yazdığınız kısımlar. Bir deneme havasında değil de üçüncü bir gözlemciymiş ve bunu an an anlatıyormuş gibi yazsanız bence daha hoş olabilirdi üslup açısından.

Ben böyle, rahatsız edici öykülerde daha sert, daha acımasız yazılması gerektiğini düşünenlerdenim. Benim de cinsel şiddet içerikli bir öyküm rıhtımda hala durmakta, o zaman bazı kelimeleri daha açık yazmaya çekinmiş olsam da o öyküyü tekrar yazacak olsam daha sert yazardım diye düşünürüm hep. Size de tavsiye ederim. Sert yazmak, öykünün edebi yönünü cılızlaştırmaz, aksine betimlemedeki ustalığınızı görmenize yardımcı olabilir.

Tekrar elinize sağlık.

Merhabalar. Evet, eskisi kadar sık girmiyorsunuz. Eskiden sizinle konuştuğumuzu hatırlıyorum zaten. Daha sık buralarda olmalısınız.

Üslupla ilgili fikirlerinizi zihnimin kenarına not alıyorum, bir dahakine o notu dikkate alarak hareket edeceğim. Ben de pek emin değildim oradan çünkü.

Üslubun sertliği konusundaki görüşünüz konusundaysa ben sanırım biraz farklı düşünüyorum. Kelimelerin kendileri elbette çok etkilidirler ancak ben okurun kafasında canlandırmasını, ve bunu yapabildiği gerçeğinden utanmasını istiyorum. Yani o sertliği kendisi oluşturacak bir bakıma. Şu an kendimi iyi ifade edebiliyor muyum emin değilim, ancak en iyi bu şekilde anlatabilirim sanırım örnek olmadan :D

Teşekkür ederim, görüşmek üzere.

9
Kurgu İskelesi / Ynt: Betül (Uyarı: Cinsel Şiddet İçerir)
« : 21 Eylül 2015, 21:22:13 »
Betimlemeler çok iyi, insan psikolojisinden iyi anlıyorsunuz ama sert geldi bana uyarıya rağmen sert... Elinize sağlık

Normalde kullanmayı tercih edeceğimden çok daha fazla betimleme kullandım. Beğenmenize çok sevindim. İnsan psikolojisi konusunda ise övgüyü kendi adıma alamıyorum ne yazık ki. Çok sayıda araştırma ve fikir okuyup, bana uygun gelenleri kendi sözlerimle anlattım, tabii kendi yorum ve görüşlerimle birlikte. Gözlerinize sağlık.

Okurken keyif aldım, farklı bir tattı.

Betül'ün babası çıktıktan sonra otel odasına gittiği yeri pek anlayamadım. Bir havayı bozmamak için kasten mi oraya değinmediniz? Otelde yaşıyor olabilirler mi?

İnterneti iyi bir şekilde yansıtmışsınız, birkaç noktayı beğendim kesinlikle.

Okuyup yorum yazmanız beni çok sevindirdi, beğenmeniz de aynı şekilde. Teşekkür ederim.

O kısmı şöyle amaçladım, evden çıkmadan önce buluşmayı planladığı adama haber verip, otel odasına doğru yola çıkıyor. Ancak yolu anlatmanın hikayeye bir katkısı olacağını düşünmediğimden araya bir geçiş paragrafı koyup, hikayeyi otel odasında devam ettirmek istedim. Yani otel odasında yaşamıyorlar. Aslında hikayeyi tekrar okurken o konuya benim de biraz kafam takılmıştı, geçiş biraz bulanık mı oldu diye. Tavsiyeniz varsa almayı çok isterim.

Yorum yazdığınız ve okuduğunuz için tekrar teşekkürler, görüşmek üzere.

10
Kurgu İskelesi / Ynt: İdrak Eşiği
« : 21 Eylül 2015, 19:09:42 »
İşlerin yolunda gittiğini düşündüğümde hep korkmuşumdur. Bunun bir adı da vardı ama şimdi anımsamıyorum. İşte bu kısa hikaye öyle bir yazı olmuş. Tanımlamalar, betimlemeler iyi, anormal bir sonuç bekledim yazı boyunca buna rağmen ürpermedim desem yalan olur. Sert bir hikaye, kalemine sağlık.

Murphy kanunu diyeceğim ama o biraz farklıydı. 'Anticipated Anxiety' diye bir şey vardı, belki o olabilir. Bilemedim ben de :) Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yorum yazan parmaklarınız dert görmesin. İşin ilginç yanı, benim için, sonunun çok da anormal olmaması aslında. Dalgınlık bu, oluyor sonuçta. Çocuğunu arabasında unutup çocukları pişmiş bir vaziyette bulan insanlar o kadar çok var ki, geçen araştırırken denk geldim. Korkunç, ama çok yaygın.

Okuduğunuz ve yorumladığınız için tekrar çok teşekkür ederim.

Yazdıklarınızı beğeniyorum. Kısa yazmayı ve etki bırakmayı çok istemişimdir her zaman. Lakin öykülerinizden belirli bir sayıda okuduktan sonra artık sonunu tahmin etmeye ve  alâmet-i fârikanız "şok edici son"dan etkilenmemeye başlıyorum. Sonunu bildiğim bir kurgudan hoşlanmamı sağlayan öğe ise atmosfer, öykü kişisi ve dildir. En çok da dil. Tabi tüm bunların beni etkileme eşiği öykünün uzunluğuna kısmen bağlıdır.

Özetle, kısa yazmaya devam edecekseniz (ki okur için büyük nimet) daha iyi sonlar bekliyorum. Daha iyi bir son bulamadıysanız (ki bu da çok doğaldır) uzun bir öykü yazıp yukarıda belirttiklerimi kullanarak etki yaratmaya çalışmanızı temenni ederim.



Bülent Bey merhabalar. Gece gündüz kafamı kurcalayan bir noktaya değindiniz, kanayan bir yaradır bu benim için. Hemingway'in birkaç kelimelik kısa hikayesi vardı, bilirsiniz, "Satılık, bebek ayakkabıları, kullanılmamış," şeklinde. Bunu hatırlayıp hatırlayıp kendimi gaza getiriyorum sıklıkla.

Ancak dediğiniz gibi bir yerden sonra beklenmeyen son olayı çok garip bir hal alıyor. "Beklenmeyen son olmasını bekleyecekler, o yüzden beklenmeyen sonu bekletip başka bir beklenmeyen son yapayım, ama ya onu da beklerlerse?" diye uzayıp giden sonsuz bir düşünce trenine binip gidiyor insan. Hele bir de Omen, Fight Club gibi kült filmlerden sonra, okur ilk cümleden sonu anlayabiliyor.

Şahsen yazım şekli olarak hep minimalist olmak istedim. Az kelime, çok anlam şeklinde. Okuru elinden tutup bir dünyaya götürmek yerine, dünyanın kapısını açık okuru içeriye ittirip, kapıyı ardından kapatmayı tercih etmişimdir hep. Ama işte dediğiniz gibi bir yerden sonra sıkıntıya dönüşüyor. Dediğiniz gibi daha değişik şeyler üretmeye çalışacağım bu yüzden. (Zaten dediğinizi düşünüyordum ben anlamında söylemiyorum, yanlış anlaşılma olmasın :) ) Hatta daha az önce yeni bir üslup denediğim bir hikaye ekledim foruma. Bakalım o nasıl olacak.

Öte yandan, genel olarak söylediğiniz doğruyken, bu hikayenin sonunun öngörülebilir olduğunu hiç düşünmemiştim. Neyin ele verdiğini sormamda sakınca var mıdır acaba?

Zamanınız ve emeğiniz için çok teşekkür ederim. Sizden yorum almak günümü her zaman güzelleştiren bir şeydir.

11
Kurgu İskelesi / Betül (Uyarı: Cinsel Şiddet İçerir)
« : 21 Eylül 2015, 17:22:20 »
Betül, kısmen çiğ kızarmış yumurtasını ağzında sağdan sola çeviriyor ve pişmemiş, vıcık vıcık şeffaf kısımları kan, irin, canlı bir şey, veya –tanrı korusun- başka bir şey olarak hayal etmemeye çalışıyor. Ilık, klor kokulu çayını yudumlayarak uzun, sümüksü yumurta beyazını boğazından aşağıya itiyor ve gülümsüyor. “Şahane olmuş baba,” diye yalan söylüyor.

Betül’ün yaşı on altı, ama her yerde göreceğiniz o Justin-Bieber-aşığı, büyüyünce-doktor-olmak-istiyorum, ailemden-nefret-ediyorum-ve-bu-yüzden-bekâretimi-kırk-beş-yaşındaki-bir-kamyoncuyla-birlikte-olarak-kaybettim on altısı değil. Çatalını, ketçapla mayonez karıştırıldığında elde edilen o pembe sosa batırırken, ki bu babasının berbat yemeklerini nispeten katlanılabilir kılan tek şeydir, yumurta akının çatalına yapışıp incelerek uzayışını izliyor ve bir gecede on yıl nasıl yaşlandığını hatırlıyor. Belki de kaşık kullanması daha iyi olacaktı. Yemeğini çiğniyor ve babasının hazırladığı tatsız, boktan kahvaltısını çiğnerken, annesinin öldüğü geceyi hatırlıyor.

Gözlerine yeterince uzun bir süre bakacak olursanız, hala annesinin kaldırımda yatan, boynu ölümün mor olduğu gibi mor, kalem eteği kalçalarının tam yukarısına kadar, yarısı yenmiş bir çikolatanın sıyrıldığı gibi sıyrılmış halini hatırladığını görürsünüz. O zaman, Betül’ün tesadüfen on altı yaşında görünen otuzlarında bir kadın olduğunu düşünebilirsiniz. O, annesinin bulunduğundaki yüz ifadesini, ne kadar çabalasa da ne tam hatırlayabilen, ne de tamamen unutabilen genç bir kadından başka bir şey değil. İdeal bir dünyada basit bir kızarmış yumurta olması gereken vıcık vıcık protein yığınını yutuyor ve diyor ki, “Teşekkür ederim babacığım.”

Şimdi, kayıtlara geçmesi adına, babasından nefret ettiğini düşünmemek gerekir Betül’ün. Adamın yeterince çabalamadığını, kimse söyleyemez. Sonuçta Betül’ün karnını doyurmuyor, ona kıyafet almıyor değil. Bulaşıkları da yıkıyor, sifon bozulunca tuvaleti de tamir ediyor. Her gün, Betül okuldan döndüğünde, babası oraya buraya fırlattığı ayakkabılarını toplayıp kapının hemen dibine koyuyor ve elektriği ve doğalgazı ve kirayı ve suyu da ödüyor. Kötü bir ebeveyn değil, sadece bir anne değil.

Ve nankörlük gibi de olmasın ama, ergenliğinde olan genç bir kıza babalık yapabilmenin, tek başına ev geçindirmenin yükünden de olsa, babasının Betül’e ayırabileceği neredeyse hiç vakti kalmıyor. Ama Betül bunu anlayabiliyor. Babası gerçekten çok çabalıyor. Sadece, çok yoğun, anlatabiliyor muyum? Yaptığı isle birlikte geliyor, yapacak bir şey yok, ne zaman ona ihtiyaç duyulacağını asla bilemiyorsun. Neredeyse her gün, babası Betül’ü salondaki üç kişilik aile koltuğuna, annesinin ölümüyle ikisinin de çok kolay sığabildikleri o koltuğa oturtur, ve birkaç dakika geçmeyiversin, telefonu o eski şarkıyı, Barış Manço’nun Dönence şarkısını bas bas bağırmaya başlar ve babası özür cümlesini bile bitiremeden evden çıkmış olur.

Betül, Barış Manço’nun onu uzun ve rahatsız edici konuşmalardan kurtardığı günlerde bilgisayarının karşısında oturur, internet sitelerinde gezinirdi. Ama şu Miley-Cyrus’un-kukusu-göründü, kimse-beni-anlamıyor sitelerinde değil de, biraz daha karanlık olanlarda. Hani tesadüfen denk gelinenlerden değil, ulaşmak için özellikle araman gereken, sohbet odalı, kimsenin kimsenin gerçek ismini bilmediği siteler. Girebilmek için ’18 yaşının üstündeyim’ tuşuna basman gereken sitelerden bahsediyorum. Buralar, bir şeylerin asla girmemesi gereken yerlere bir şeylerin girmesinden, asla yenmemesi gereken şeyler yemekten, asla yapılmayacak şeylerin yapılmasından bahseden insanlarla doludur. Tabii ki, Betül’ün öyle şeylerle işi yok. Onun ilgilendiği tek bir oda var.

Bu odada, insanlar buluşma noktalarından bahsederler. Otel odalarından. Tatile giden eşlerden, kar maskelerinden, iplerden, evlere giriş noktalarından ve gizlenmiş anahtarlardan bahsederler. Bir de güvenlik sözcüklerinden bahsederler.

Sarı, yavaşla ve başka bir şeye geç demektir.
Kırmızı, hemen her şeyi durdur.
Yeşil ise, keyif alıyorum ve yaptığın şeye devam et demek.

Bu insanlar, küçük buluşmalarını nihayet ayarladıklarında ve kar maskeli adam belirlenen yerden eve paldır küldür girdiğinde, kadın imdat diye bağırabilir. Adam, onu yatağa bağlarken, durması için ona yalvarabilir. Para vermeyi önerebilir. Karşı koyabilir, ağlayabilir ve polisi arayacağını söyleyebilir ve adamın umurunda bile olmayacaktır. Ama ‘Kırmızı’ dendiği saniye, elektrik çarpmışçasına tüm temas kesilir.

Bu, öyle Pazar akşamı babanla haberlerde izleyeceğin türde bir şey değil.

Betül ise, giriş yapıyor ve bir konuşma penceresi açıyor. Her zaman konuştuğu kullanıcı ismini buluyor ve parmakları, “Hazırım,” yazıyor.

Tecavüz fantezisi ile ilgilenen herhangi bir kişi, bunun tarafsız bir alan olduğunu size açıklayacaktır. Sizin isteğiniz dışında gerçekleşmesi gereken bir şeyin gerçekleşmesini isterseniz, istediğiniz şeyi elde eder misiniz, etmez misiniz? Size soracaklardır ki, işkence görmek isteyen birine işkence ederseniz suç olur mu? Ve bu konuyla ilgili birazcık araştırma yapmış olan herhangi biri, size bu durumun üstünlükle, hâkimiyet kurmakla hiçbir alakası olmadığını söyleyecektir. Bu bir şiddet eylemi değil, aksine, kendini tamamen serbest bırakabilme özgürlüğüne sahip olabilmektir. Bu, saçından tutulup mağaralara götürülmenin, duvarlara yaslanıp zorla öpülmenin ve hoşlanılan kişinin yanında sızmış gibi yapmanın günümüze evrimsel tekabülüdür.

Bu bizim yarattığımız dünya. Bu dünya, bir kadına kapıyı açık tuttuğunuzda kendisinin kendisine yetebilen güçlü bir birey olduğunu söyleyip size dava açacağı, sonra da eve gidip Grinin Elli Tonu’nu okuyup kendini okşayacağı dünyadır.

Huzursuzca kıpırdanırken, çarşaflardan çıtır çıtır sesler yükseliyor. Ucuz otel odasında yatarken, Betül, nevresimlerde kuruyan milyarlarca doğmamış bebeğin havaya saçtığı beyaz tozları içine çekiyor. Seks ve paranın tuzlu bozuk para kokusuyla giderek kafası güzel olurken, annesini bulduğunda kadının yüzündeki ifadeyi hatırlamaya çalışıyor.

Şu anda bile, kapıyı yavaşça aralayıp içeriye sızan maskeli adam odaya girip onu tam çenesinden tokatlarken, ellerini yatağın başındaki direklere bağlarken, düşünebildiği tek şey kaldırımda yatan annesinin, Betül’ü bu noktaya getiren, bir türlü emin olamadığı yüz ifadesi.

Adam, Betül’ün kıyafetlerini yırtarak, parçalayarak çıkarıyor ve onu yüzüstü yatırıyor. Çaprazlama üst üste duran kolları sızlasa da, dirsekleri bileklerine batsa da gıkı çıkmıyor. Maskeli herif, tek eliyle kafasını yastığın iyice derinlerine bastırıyor, ve kumaşın minik deliklerinin arasından nefes almaya çalışırken, kurumuş sperm tozu ve ter ve kayganlaştırıcı ve tükürük genzinin arkasına yapışırken, Betül sonunda hatırlıyor.

Sıyrılmış eteğinin altında bir yerlerden sızan, kızılı korkunç bir şeyle karışmış, kahvaltıdaki ketçapla mayonez karışımının pembe olduğu gibi pembe olan kanı hatırlıyor. Annesinin vücudundaki her kesiği, her yumruk izini görebiliyor.

Oksijensiz kalmış beyni görüş alanında şimşekler çakarken, Betül; dövülmüş, istismar edilmiş, tecavüze uğramış, katledilmiş kadının, kaldırımda öylece, aroması tükenmiş, çiğnenmiş bir sakız gibi yatan annesinin yüzünde kocaman bir gülümseme görüyor.

Yastığa gömülmüş bir halde giderek bilincini yitirirken, Betül adamın çalan telefonunu duyuyor. Adam, devasa ağırlığını çalan şarkıyla aynı hızda üzerine tekrar tekrar bastırırken, Barış Manço’nun Dönence şarkısı odayı dolduruyor.

Simsiyah gecenin koynundayım, yapayalnız…

Yüzünde bir gülümseme açıyor ve yorgun düşmüş ciğerlerinde kalan son nefesiyle, yastığa gömülmüş kızın tek bir kelimeye gücü yetiyor;

“Yeşil.”

Spoiler: Göster
Yeni bir üslup denedim. Rica edersem parça pinçik edip, eleştirel olarak tabiri caizse içinden geçebilir misiniz? Çok teşekkür ederim şimdiden.


12
Kurgu İskelesi / Ynt: İdrak Eşiği
« : 21 Eylül 2015, 17:18:46 »
Akşam akşam iştah açıcı bir hikayeyle merhaba demen sevindirici :)  Ne yalan söyleyim iğrenç ama güzel kurgu :)

İştah açıcı olması için özellikle çabaladım :D Biliyorsundur, güzel ve iğrenç benim için zıt kavramlar olmak zorunda değildirler :P

13
Kurgu İskelesi / İdrak Eşiği
« : 21 Eylül 2015, 00:45:38 »
Her şeyin korkunç, iğrenç bir şekilde kötüye gittiğini tam olarak hangi noktada idrak edersin? İstediğin kadar düşün, öyle veya böyle aynı şekilde olur.

Uzun bir iş gününün sonunda, patronunun bağırırken saçtığı tükürükler beyaz yakanda daha hala nemli nemli parlıyorken, nihayet eve vardığında yapmak istediğin tek şey karına sarılıp çocuğunu öpmektir. Bunun için yaşıyorsun. Eve adım atar atmaz, ortada bir sorun olduğunu, korkunç bir şeyin gerçekleşmiş olduğunu anlamazsın. Hayır efendim, öyle basit değil.

İçeriye girersin. Görünürde her şey yolundadır. Eşinin, dün geceki yıldönümü kutlamanızın ardından ne kadar akşamdan kalma olsa bile mutfak tezgahında harıl harıl havuç doğrayışında her şeyi değer kılacak huzuru görüyorsun. Ki, bu kadın öyle akşamdan kalma ki, terliklerini ters giymiş, dalgın gözlerle kestiği havuçları seyrediyor; ama bir şekilde bu sabah yataktan kalkabilmiş, bebeğinizin altını değiştirmiş. Bununla kalmamış, hiç yapmasına gerek olmamasına rağmen evi fırında yavaş yavaş kızaran tavuk derisinin çıtırdamalarıyla, nar kırmızısı kabuğun altında pişen sulu, yumuşak etin baş döndürücü kokusuyla doldurmuş.

Kötü hiçbir şey olmuş olamaz ki. Bu tür şeyler hep başkalarının başına gelir. Ayakkabılarını çıkarıyorsun, filmlerdeki gibi siyah çantanı koltuğa atıyorsun ve eşinin beline sarılıyorsun. Boynundan öpüyorsun ve o öyle dalmış gitmiş ki, eve geldiğini daha o an fark ediyor. Patates doğruyor şimdi de, şarkı mırıldanıyor. Ayaklarını kahve sehpasına koyup akşam haberlerini izliyorsun.

Yarım saat sonra diyor ki, yemek pişmek üzereymiş, sofraya gelecekmişsin. Fırından yayılan hafif kekikli, domatesli sos kokusundan kendini koparıyorsun ve fazladan fazladan salgılanmaya başlayan ağız sıvılarını kontrol altında tutmaya çalışıyorsun.

Dönüp baktığında, eve adımını attığın an bir şeylerin geri dönüşü olmayacak biçimde ters gittiğini anlamalıydın. Ama anlamıyorsun işte.

Bebeğinin beşiğine yaklaşıp içeride yatan, altına bebek bezi bağlanmış tavuğu gördüğünde anlıyorsun.

Artık çok geç olduğunda.

14
Tartışma Platformu / Ynt: Okuduğunu Anlayamama
« : 20 Eylül 2015, 11:48:19 »
Aslında güzel bir şey yapıyorsun. Ben bazen elime bir kitap alıp aynı sayfayı saatlerce okuyormuşluk yapıp başka şeyler düşünüyorum. Kafamda bir şeyler kuruyorum sonra kitabı okumayı unuttuğumu fark ediyorum :)

Sesli okumayı deneyebilirsin. Ben bir şeyi anlamak istediğimde (ders çalışırken mesela) sesli okurum hep. Birine anlatır gibi yani. Dene, belki işe yarar.

15
Yalnızca üslup ile üslupla kuvvetlendirilmiş fikir arasındaki farkı lütfen ayırt etmeyi öğreniniz. Fikrin aktarıldığı üslupta en ufak bir tepeden bakma çabası gördüğümde gereken şekilde cevap vermeyi toplumsal bir görev olarak görüyorum kendim için.

Bir şeyleri yine fark ettiğiniz üzere yazarak türetmeyi hedefliyordum, ancak tabii ki siz saf düşüncelerinizle dışarıdan katılabilirsiniz. :)

"Sen yap da görelim" sözü genellikle "daha iyisini yap da görelim" anlamında kullanılırken, benim kişinin yazmasındaki, yapmasındaki önemi bunun tam tersi olarak aktarmış olmam da sizin saf düşünce dünyasında biraz fazla kaldığınızdan ötürü yazılı metinlere biraz yabancı kalmış olduğunuzu gösteriyor. Dilerseniz tekrar okuyabilirsiniz yazdıklarımı. Ben asla "yap da görelim" demedim. Ben sadece "yap" dedim. Yazmayan yazar kişisi olmayın dedim. Yazmadan, yazmayı tartışmanız sizi komik duruma düşürür dedim.

Buradan çıkarabileceğim sonuç da ancak yazmak konusundaki anlayış ve yetinizin komedi anlayışınızla aynı olduğunu, çöp olduğunu görebiliyorum.

Sizinle farklı düşünen herkesin kendini küçük düşürüyor olduğunu düşünmek ise çok ilginçmiş, ancak tabii ki saf düşüncelerinizi kelimelere aktarmada çektiğiniz zorluktan dolayı yine yazılarınızda bir anlam belirsizliği olduğundan net bir şey söylemek zor.

Sanırım sizin tekniğiniz belirsizlik içinde yüzen cevabımsı çabalar üretip, sonrasında açıklayamayacağınız imaları reddetmek olsa gerek, veyahut da kendi yazdıklarınızı da pek anlamıyorsunuz ki o durumda ben size yardımcı olmak zorunda değilim. (Belki Shopenhauer olur ama?) Bu gibi durumlarda küstahlık yapmak gibi bir lüksüm olabiliyor, size katılmamak küstahlıksa eğer.

Bir insan ne kadar saçma olursa olsun ister istemez mutlaka haklılığını kanıtlamaya çalışır. Elinde malzemesi (veya alıntıları :) ) kalmadığında da sizin yaptığınız gibi ad hominem'e yönelir. Takdir edersiniz ki bilgi alışverişi için bilginin var olması lazım.

Bilgi paylaşma, orta noktaya varma, bir şeyler türetme amaçlı konuşmaya çalışıp, aldığım cevap bir adet Sofi'nin Dünyası kitabıyla 17 yıllığına bir kafeste tek başına bırakılmış ve bu 17 yılın yalnızca bir haftasında bu kitabı okumaya çabalamış bir babununkiyle eşdeğer olduğunda üslubum değişebiliyor. İlla yapıcı, orta noktaya varıcı bir yorum görmek isterseniz, size ilk yazdığım cevabı okuyabilirsiniz.

Müsaadenizle işe gidiyorum, öpüyorum.

Sayfa: [1] 2 3 ... 6