Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Vega

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 67
31
Eğlence & Mizah / Ynt: Bugün Ben Şunu Öğrendim:
« : 15 Kasım 2013, 22:52:56 »
İki ay kadar et yemedikten sonra kaçamak yapınca kendinizi kirli ve de tiksinç bir şekilde doygun hissettiğinizi öğrendim.

32
Kurgu İskelesi / Kutsanmış... Ya da, Lanetli?
« : 09 Kasım 2013, 23:17:21 »
+18 demem on sekiz yaşından küçük biri olduğum için tuhaf kaçacaktır. Ama küfür var. İleride sanırım erotizm de olacak. Bol bol şiddet de içeriyor. Okumazsanız anlayışla karşılarım ^^ Okuyun.


Giriş

 "İyi o zaman madem beğenmiyorsun siktir git!"
Annenizi ne kadar sevmeseniz de yine de sözleri acıtıyor bazen. Onu hiç umursamadığınızı sanırken göğsünüze öküz gibi oturuyor lafları. Hem kişiliği sinirlerinizi bozuyor, hem sizinle böyle konuşması, hem de sizin üzerinizde böyle bir etkisi olması.
 "İyi." dedim titreyen sesimle. "İyi, gidiyorum. Sen de kal burada." Salondan çıkıp hole geçtim. Ayakkabılarımı giyerken "Yetmiş yaşına gelip altına sıçarken seni huzur evinden başka bir şey paklamayacak" diye bağırdım ona. "Yalnız başına geberip gideceksin."
 Öfkeliyken ağlamaktan nefret ediyorum. Gözlerimi yakan ama bir türlü akmayan yaşlardan da. Göğsümü sarsan, sessiz tutmakta zorlandığım hıçkırıklardan da.
 "Nereye gidiyorsun bu saatte?" diye bağırdı içeriden.
 "Ananın amına" diye cevap verdim. Kapıyı hızla açıp dışarı çıktım. Gözlerim zaten kısıktı o an. Koridordaki ışıkla daha da kısıldı. Parlak beyaz ışık gözlerimi kamaştırıyordu. Haddinden fazla parlaktı gerçi. Bir an midemin bulandığını hissettim. Kendimi ağırlıksız hissediyordum. Başım dönüyordu. Sonra ışık söndü. Kendimi bambaşka bir yerde buldum.



 Açık havada olmamam gerekiyordu. Çıplak, kızıla çalan topraklara ve kilometrelerce ilerideki devasa dağa bakmamam gerekiyordu. Gökyüzünde uçan iki adamı KESİNLİKLE görmemem gerekiyordu.
Sıska adamın mor saçları vardı. Tuhaf, ortaçağa özgü gibi duran kıyafetler giymişti. Etrafında ateşin çevresinde görebileceğiniz, hafif bir titreşim vardı. Uçmasına yardımcı olacak kanatları ya da ne bileyim halısı falan yoktu. Öylece duruyordu gökyüzünde. Öbür adamın aksine. Siyahlı adam sırtından çıkan iblis kanatlarıyla ona doğru ilerliyordu. Kanatları pullu ya da tüylü değildi. Nasıl tarif etsem; gölgeden, karanlıktan yapılmış gibiydi. Pençemsi kara tırnaklarından birini mor adama yöneltti. Ufak bir gri ışık demeti parmak ucundan fırladı. Mor adam kenara çekilerek ışıktan kurtuldu -ki bu ömrümde gördüğüm en saçma şeydi, bir adam nasıl ışıktan kenara çekilerek kurtulabilir ki? BİR ADAM NASIL UÇABİLİR Kİ? Siyahlı adam mora doğru ilerlemeye devam etti. Ama aniden görünmez bir şeye çarpıp beş metre kadar geriye savruldu. Hafif sersemlemiş gibi görünse de kendini toparlayıp yine aynı şekilde adamın üstüne gitti. İki eliyle havayı iterek bir gölge dalgası oluşturdu ve bu sefer ıskalamadı. Mor adam hızla yere çakıldı.

 Kanatlı adam yanına gidip pullu kuyruğuyla boğazını kavradı ve de beş metre kadar havaya kaldırdı. Sonra beni şaşırtarak hiç beklemediğim bir şey yaptı: Uzandı ve moru dudaklarından öptü. Sıska adam çırpınıp kurtulmaya çalıştı ama beceremedi. Ten rengi gittikçe soldu ve kendini cesedimsi bir griye bıraktı. Dudaklarının çevresinde siyah çatlaklar cildinde, yüzünde yayılıyordu. Kanatlı adam kuyruğunu gevşetip boş bedeni bir et torbası gibi yere attı. Yüzünde muzaffer bir ifadeyle gerinirken etrafını mor bir hale sardı. Bir anlığına yarı saydam bir ejderha gördüğüme yemin edebilirdim.

 Sonra beni farketti. Yanıma doğru süzülürken kaskatıydım. Anlamadığım bir dilde bir şey sordu. İtalyanca ve Arapçaya benziyordu. Cevap vermeyince daha tehditkar bir hale bürünüp bana hırladı. Evet, bir adam hırlar mı hiç diye soracaksınız. Peki bir adamın kedilere benzeyen uzun köpek dişleri var mıdır? Hayır kediler olmadı... Bu adam bir kaplan gibi duruyordu.

 "Lütfen" dedim kekeleyerek "Ne dediğini anlamıyorum."

 Genç adamın yüzünden bir şaşkınlığın gölgesi geçti. Pençelerinden birini uzatıp alnıma dokundu. Mor gözleri hafifçe parladı. "İşte. Şimdi beni anlıyor musun?" dedi bir aptalla konuşur gibi ağır ağır.

 "Evet, evet anlayabiliyorum." dedim. Ama sesim, konuştuğum şey kendime yabancı geldi. O dili bilmeden nasıl farklı bir dilde konuşabilirdim ki?

 "Sen kimsin?" diye sordu merakla. "Geldiğini görmedim. Bir Beliren misin?"

 "Onun ne demek olduğunu bilmiyorum ama hayır değilim sanırım." dedim kafam karışık bir şekilde. "Az önce o adamı öldürdün mü sen?"

 "Öf boş ver sen onu." dedi sabırsızlıkla. Uzun parmaklarından biriyle çenemi tutup gözlerimin içine baktı. Hayır, gerçekten içine baktı. Ruhumu uzun uzun araştırır gibiydi. Panik oldum, çünkü bu herif romantik bir şeyler yapınca sonunun iyi bitmediğini anlamıştım. Budala olabilirim ama o kadar da değilim.

 "Tuhaf," diye mırıldandı. "Hiç büyü gücün yok. Buraya kadar yürümüş olmalısın ama sağ kalamazdın ki." Sonra yüzü aydınlandı. "Büyük bir savaşçı mısın? Evet öyle olmasın!" dedi hevesle. Sonra pek de kaslı maslı olmadığımı fark etmiş olsa gerek hevesi sönmüş bir balon gibi yok oldu. "Sen bir savaşçı değilsin. Sen bir büyücü değilsin. Eh nesin ki o zaman?" diye sordu bir bulmacayı çözemeyip hayal kırıklığına uğramış bir çocuğun edasıyla. Sonra homurdanıp kafasını iki yana salladı.
 "Sen bir böceksin. Bir solucan. Bir kurtçuk. Sizin gibi kurtçukları n'aparız biliyor musun?" dedi alayla. Umarım ezmiyorlardır, diye düşündüm.

 Dişleri, pençeleri, kanatları, kuyruğu ve kafasındaki iki siyah keçi boynuzu kayboldu. Geriye benden bir kaç yaş büyük, yakışıklı bir delikanlı kalmıştı. Elinden bir gölge filizlenip bileğime sarıldı. Biçimlenip ince bir zincire dönüştü. "Senin gibiler hizmet etmekten başka şeye yaramaz." Tam konuşacaktım ki uzun parmaklarından birini dudaklarıma koyup beni susturdu.

 "Gel, Kurtçuk," dedi. "Arkadaşlarımla buluşmam gerekiyordu. Geç kaldım."

33
Liman Kütüphanesi / Ynt: Michael sikkofield / Piyon
« : 25 Ekim 2013, 19:35:10 »
Michael Sikkofield'ın sadece bir kaç yazısını okumuştum Lady Gaga'yla ilgili. Ama ilham verici bir haber. Hiç değilse "Bu roman ve kitap arasındaki ayrımı bile bilmeyen paranoyak boş beleş adamlar bile kitap çıkarıyorsa ben de bi' Tolstoy 2.0 olurum la" diyorsun.

34
Gezginler Kamarası / Ynt: Gri Gökkuşakları
« : 23 Ekim 2013, 22:50:33 »
Neden günah kadar kara derler ki? Neden günah kadar çirkin derler? Günah göze güzel görünür, bu yüzden ona günah deriz. Günahlar rengarenktir, günahlar insanları mutlu eder. Günahlar siyah olamaz, hayır, bu asla kabul edemeyeceğim bir şey. Eğer bedelleri bu kadar ağır olacaksa, en azından cehennemin karşılığını almalıyız.

Gecenin-bir-yarısı-kalkıp-yazılan-bir-hikayede-kullanılmak-için-bekleyen-paragraflar

35
Televizyon / Ynt: American Horror Story
« : 23 Ekim 2013, 22:32:06 »
-Azıcık spoilerlı gibi yazı. Ama çok da spoilerlı değil. Ama spoilerlı.-

Tüm zamanların en underrated dizisi herhalde. Arkadaşlarım ilk önerdiklerinde "Öğee ben içinde Horror geçen hiç bir şey izleyemem" triplerine girmiştim. Ama dizi yokluğu esnasında "aman n'olacak, korkarsam kaparım zaten" dedim. İlk sezon gerçekten insanı biraz geriyor gibi ama Asylum'da sıkılmadım değil. Şeytan ve uzaylı temasını aynı anda işlemesiyle biraz absürt geldi. Ama Lily Rabe yeter açıkçası ;D

Jessica Lange üç sezondur hep cool, güçlü, "pislik ama aslında tanısan seversin" kadınlarını oynuyor. İyi ki de öyle yapıyor. Constance olsun, Sister Jude olsun, Fiona olsun, her sezonda hayranıyım. Kamera karşısında ondan başka kimse olmasa, o da oturup kırk dakika sigara içse yine izlerim o diziyi.

Taissa iki sezondur salak salak karakterleri oynuyor. Violet'i zaten "go away" yüzünden asla affedemem ama Zoe'dan da tiksindim.

Ve de Evan Peter *-* İlk sezonda ölünesi bir karakteri oynarken daha sonra ikinci sezonda sıkıcılıktan öldürecek bir karakteri oynamıştı.  Bu sezonda da Frankenstein, zombi bozması bir şey oynayacak sanırım. Şu çocuğun potansiyeli nasıl harcanıyor belli değil, alacağın olsun Ryan Murphy.

Üçüncü sezonun ilk bölümünü izledikten sonra "Üf be Ryan allah kahretmesin gidip TSC'yi baştan mı çekiyorsun" dedim ama ikinci bölümde The Secret Circle'ın kendisiyle aşık atamayacağını anlayabiliyorsunuz. Ama hala biraz gerilim sosu eksik gibi. Tüm dizide en korktuğum sahneler jenerikler açıkçası.

36
Genel Kültür / Ynt: İngilizceyi Geliştirme Yolları..?
« : 20 Ekim 2013, 01:11:08 »
Merhaba, konuyu biraz diriltmiş gibi olacağım ama sormam gerek. Yaklaşık bir yıldır Fransızca dersleri alıyorum okulda. Tabii zil çaldığı andan itibaren uyuyakalmayı sayarsanız. Maalesef İngilizce gibi yaygın bir dil değil ve altyazılı dizi/film de zor buluyorum. Fransızcamı geliştirmem için önerileriniz var mıdır?

37
Gezginler Kamarası / Ynt: Gri Gökkuşakları
« : 25 Mayıs 2013, 17:16:46 »
Hayatımın kısımlarını şu forumda yayınlamak kadar saçma bir şey olamaz. Ama nitekim ben saçma bir insanım.

Şu aralar gündemimdeki bir problem kimsenin ne istediğimi takmaması. Annem, babam, arkadaşlarım, kardeşlerim, sokaktan geçen insanlar. Benmerkezci bir insan olduğum doğrudur ama kimseyi benim kurallarımla ve benim hayat anlayışımla yaşamaya zorlamadım, elimden geldiğince kimseyi yargılamadım kimseyi yadırgamadım. Tabii insan köpeğine tecavüz edip sonra sevk için döverek öldüren birini görünce küfretmiyor değil. Eh, o kadar yargılama da olsun bir zahmet.

Gelecekten neler beklediğim sadece beni ilgilendirir. Hayır anne, mühendis veya avukat veya yargıç veya diplomat olmayacağım. Zaten artık tanıyorsun beni sevsen mühendis olamam. Ha diğerlerini olabilir miyim? Zorlasam olur da hayatımda istemediğim hiçbir şey için zorlamadım. Veya az istediğim. Motivasyonum ne kadar kuvvetliyse o kadar fazla çabalarım, ama problem şu ki insanlar motivasyonumu değiştirmek yerine (ki bu da anlamsız, boş, saçma ve kötü niyetli bir uğraş olurdu) daha çok çabalamak için zorlamayı deniyorlar. Yani ne diyebilirim ki, bence orta derece insan psikolojisi ve pedagoji(google'a bakarak yazdım bir an unutmuşum) bilmeden ebeveyn olmamak gerekiyor. Ebeveynlik ehliyeti diye bir şey olsun hatta, insanlar tavşan gibi üremesin. Zaten çoğala çoğala dünyanın içine sıçtık.

İleride düzgün masabaşı bir iş istemiyorsam ne istiyorum? Ehh, siz bile saçma bulabilirsiniz hayallerimi, ki çoğunuz hayatı kitaplardan ve video oyunlarından ibaret geekler olduğunuz için takmam, sahne sanatlarıyla ilgili bir iş istiyorum. Tepemde beyni var mı yok mu belli olmayan bir şefle kağıt dosyalayacağıma, her gün onlarca, belki yüzlerce idiot ve embesille uğraşıp onlara laf anlatacağıma iki yüz sayfalık senaryoyu ezberleyip yüzlerce insanın önünde onu oynamak daha kolay ve mutluluk verici geliyor. Siz mesainizi bitirip şirketten çıkarken kimse alkışlamaz ama sahneye çıktığınızda en ufak bir rolde bile bir sürü insanın saygısını, beğenisini görürsünüz. Evet bir kaç sanatsever entel dantelin ellerini birbirine vurması sonucu çıkan ses beni öylesine tatmin ediyor ki. Tanrım, nasıl bir onaylanma ve sevgi arzum var belli değil.

Ama hayır. Ders çalışmayacağım. Sınıfımı geçecek kadar yüksek not alsam yeter. Barajı geçip yetenek sınavlarına girmeme neden olacak kadar net yapsam yeter. Daha fazlasında gözüm yok. Her konuda en iyi olamam. Ben bile. Ve bunun için uğraşacak da değilim. Eğer hoşlanmıyorsanız kendi işinize bakabilirsiniz.

38
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 06 Nisan 2013, 18:06:33 »
Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street.

Eğer müzikal seviyorsanız kesinlikle izlemeniz gereken bir film. Sevmiyorsanız şu direktifleri izleyebilirsiniz.
-Bundan sonrası spoiler içerir-

Burton-Depp-HBC üçlüsü için bile izlenebilecek bir film. O masalımsı hava, akıp giden olay örgüsü, insanın içine işleyen gerçeklikten uzaklık... Mrs. Lovett karakterine bayıldım özellikle. Tabii bunda Helena Bonham Carter'ın büyük etkisi olmuştur[*]swh[/*] ama aşkı için her şeyi yapacak, değer yargılarını yıkıp geçebilecek kadar büyük bir zaafı ve bir o kadar da güçlü bir karakteri aynı bünyede bulunduran bir karakter. Güzel harmanlanmış zıtlıklar kendini her zaman sevdirir insana.

Sweeney Todd. Açıkçası çok sevdim diyemem klasik bir intikam almak isteyen adam klişesinden çok da farklı bulamadım. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, aslında alakasız insanları öldürmelerinin sebebi sadece böreğe katmak değil. Onlardan da intikam alıyor. Çünkü bir halk otoritesini en iyi destekleyen şey halkın kendisidir. Yargıcın o mevkide bulunmasının ve insanlara zorbalık yapmasının sebebi bizzat o halk. Evet, Sweeney'i pek sevmedim ama bu demek değildir ki Tulpin'in boğaz kesilme sahnelerinde zevkten titremedim. Özellikle ilk başarısız denemede, o usturanın boyna yaklaşması... Ehem, ne kadar şiddet yanlısı biri olduğumu daha fazla belli etmeden geçelim bence :D

Farkettiyseniz tüm o boğaz kesme sahnelerindeki kan hiç gerçekçi değildi. Bunun sebebi bir filmin bir Saw filmi değil müzikal olması. Yani odaklanılması gereken şey kan veya öldürme değil, hikaye. Bunun altının çizilmesi gerekli.

Şarkılar... şarkılar o kadar iyi değildi aslında. Yani sahnelere güzel yedirilmişti ama Grease şarkıları gibi değil mesela, durup dururken dinleyemezsiniz. Yine de çok göze batmıyordu. Have a Little Priest, Epiphany, The Worst Pies in London keyifliydi.

Son sahnedeki Mrs Lovett ölümünde Todd'a az küfretmedim ama. Sonra kendisi de öldürülünce içim soğudu ne yalan söyleyeyim.

-Spoiler bitti-

İzleyin, izletin diyorum.

39
Gezginler Kamarası / Ynt: Gri Gökkuşakları
« : 02 Nisan 2013, 17:32:49 »
Sanırım tüm zamanların en saçma şeyini yapıp en yakın arkadaşımdan ayrıldım.

Yani çok saçma değil mi? Sevgili mi bu sanki nasıl ayrılıyorsun? Bu neyin kafası???

Öyle değil ama, bence bir en yakın arkadaş insanın özel hayatında sevgili kadar yer kaplıyor. Hatta bazen daha bile fazla. Sonuçta sevgililer gidip geliyor, en yakın arkadaş her zaman yanında kalıyor. Sevgiliyi her zaman bulabilirsin. Onu bulamazsan da fakbadi bulursun. Bulursun yani işte romantik bir şeyler yaşayabileceğin birini. Ama tüm sırlarını anlatabileceğin, en ufak bir terslikte kollarının arasına saklanabileceğin, omzuna yaslanıp sessizce durabileceğin birisini çok da bulamazsın. OHA DUR Bİ SANİYE BEN RESMEN SEVGİLİ TARİFİ YAPTIM.

Şu an bunu size yazarken farkettim. Öehh aslında kız niye uzaklaşmış anlayabiliyorum ben buna sümük gibi yapışmışım!!!! Şöyle bir bakıyorum da geç mesaj atınca tripler, can sıkıntısı tripler, istediğimi neden yapmıyorsun tripler... Biz bildiğin içinde cinsellik olmayan aşk yaşamışız ya la.

Ama ne bileyim, böyle aşk maşk yoktu ki. Ben en basitinden şu an okuldan bir bebenin stalkerlığını yapıyorum mesela. O zaman ne oluyor? Sahip olamadığım bir ilişkinin öfkesini ondan mı çıkardım?

Aslında ayrılma olayımız da saçma. Bak şimdi yaklaşık bir hafta önce ben gereksiz, nedensiz, saçma bir yalnızlık hissine kapıldım. [*]TİPİK UMUT[/*] Melisa'yı da aradım aradım aradıııımmm... Yok açmıyor salak. İlk işim feysten online olur olmaz trip atmak oldu. Ama öyle böyle trip değil bildiğin köpek çektim. O da sanki hiç bir şey olmamış gibi "sana yeni bi çevre edinmen gerektiğini ben söylemiştim" dedi. Ayy çak ağzına iki tane şıllığın otursun öyle. Yani hiç umursamıyor beni olay bu aslında.

Bir saniye, ben peki bunu size niye anlatıyorum? Teşhirci olduğum için herhalde. Özel hayat teşhircisi. Peki bu yazıyı buraya kadar okuduysanız siz ne oluyorsunuz?

Edit: Eneem Ogre olmuşum an itibariyle. Yaklaşık 1000 kadar boş mesaj atmışım bu foruma yani.

Edit2: http://www.youtube.com/watch?v=8wCzoJkmMBU şöyle de bir şarkı ekleyeyim dedim yazıya.

40
Gezginler Kamarası / Ynt: Gri Gökkuşakları
« : 02 Nisan 2013, 17:19:35 »
Batar batmaz güneş, aydınlığın nişanesi;
Ayın hükümranlığı başlar, gizemlerin annesi.
Sarar bulutlarla bezeli kara pelerinini gökyüzüne,
Defeder, sürer semalardan maviyi.
 
İyilik dolu sanılan yıldızlar çıkar ortaya,
Kimse bilmez ki onlar şeytanın gözleri.
Gölgenin tohumları birer birer çıkar karanlığa,
Şerlerini yaymaya, zavallı fanilere musallat olmaya.
 
Umutsuzluklar, karabasanlar, talihsizlikler...
Cadıların kazanlarında pişer birer birer.
Mutsuzluktan beslenen iblis tohumu kocakarılar,
Zevkle, hazla ölümlülere işkence eder.
 
Dolanırlar sihirbazlar lanetli ateşlerinin başında
Okurlar irin ve pislik odlu ilahilerini Anne Ay'a
Gümüş ışığından aldıkları güçlerle
Vahşi varlıkları ortak ederler planlarına
 
Belki az önce çığlık atan karga
Belki de haykıran kedi, günah kadar kara
Kim koşmaz ki mavi alevlerin arasına
Güçlü kelimeleri söylemek yeter kararlılıkla
 
Ağza alınmayacak faaliyetlerden sonra
Güneşin ışıklaır birer birer saplanır toprağa
Çember oluşturmuş cadılar, onların emellerine alet olmuş iblisler
Kaçıp saklanırlar küf kokulu yuvalarına.


Eskilerden yazdığım bir şiir. Sanırım çok fazla The Secret Circle ve The Craft yüklemesi yapmıştım vücuduma.

42
Bir Dinozorun Gezileri - Mîna Urgan.

Edebi açıdan mükemmel değilse bile zevkle okunacak bir kitap. Tam olarak gezi rehberi sayılmaz, içinde bazen felsefe buluyorsunuz bazen geçmişle ilgili anekdotlar. Sizi düşünmeye sevk ediyor ama bunu sıkıcı olmadan yapıyor. Henüz Bir Dinozorun Anıları'nı okuma fırsatım olmadı ama bunu bitirir bitirmez onu alacağım bir yerlerden.

En garip kısmı da kitabı okul kütüphanesinde bulmam. Bizim cemaatçi okulda? Yasaklı kitap? Kıyamet yakın olmalı o.O

43
Fandomlar tıpkı dinler gibidir.

Ne yönden olduğunu açıklayacağım ama bilmeyenleriniz için fandom kelimesininin anlamını vereyim: Bir kişiye, kitaba, filme vs gönülden bağlı kişilerin oluşturduğu grup. Fanboylar fangirller toplanıyor bu fandomları oluşturuyor kısaca. Hatta bu fanboyluk saçmalığın dibine vurdurup bir markanın fanı olan gruplar var. Apple fanboylarını duymuşsunuzdur herhalde?

Fandomlar çoğu zaman kendilerine bir isim alırlar. Harry Potter Fandomının adı Potterheads oluyor mesela. Ki hayatımda duyduğum en salakça isim olabilir. Neyse. Britney Spears fanlarına Fatale Army deniyor son albümü Femme Fatale'dan esinlenerek. Rihanna'nınkiler Navy. Glee dizisinin fanlarına Gleek. Gider bu böyle.

Fandomlar tıpkı dinler gibidir. Hiç bir fan, fanı olduğu kişiye/şeye laf ettirmez mesela. Bir Belieber'ın yanında JB'ye laf yaparsanız kahveden adam toplayıp gelebilir, öyle bir potansiyelleri var. Ayrıca çoğu dindar kişiyle benzer özellikleri var fanların. Çoğu zaman düşünmezler, sorgulamazlar, yargılamazlar. Bir potterheadın yanına gidip deyin ki "R.A.B'ın kim olduğu çok bariz değil miydi? Hatta bence J. K. sırf teoriler öyle diye o yönde ilerletti olayları. Bence kurgu orada bayağı bir zayıflıyor." Potterhead erkişisi muhtemelen sözlerinizdeki mantığa falan odaklanmaz. Direk ana bacı küfreder size. Çünkü o onun kutsalıdır, dokunulmazıdır. Tanıdık geldi mi?

Şu kocaaaa fandom aleminde diyebilirim ki tek kaliteli fandom -benim de dahil olduğum- Little Monsterlardır. (Bak bu bile dindar düşüncesine benziyor. Benim dinim doğru öbürküler kaka) Bir kere Monstarlar okulda zorbalığa karşı durur, nefret suçları hakkında bilinçlidir. Homofobiden ve homofobiklerden tiksinir. Yani bizimki kadar derin bir fandom daha yok sanırsam. Tabii asıl olay Lady Gaga'ya tapmak. Ciddi anlamda. Yani Littlemonsters.com sitesine girerseniz abartmadığımı görürsünüz. Monsterlar Lady Gaga'ya tapıyor resmen.



Ama problem şu ki uzun zamandır kendimi uzaklaşmış hissediyorum Little Monsterlardan. Yani evet, hala Gaga'ya bayılıyorum, müziklerini başarılı buluyorum, kısa film tadındaki kliplerini OHAA nidalarıyla falan izliyorum... Ama müziklerini dinleyesim gelmiyor. Bazen bir tanesi denk geliyor müzikçalardan ve zevkle dinliyorum. Ama yok yani listeden bakıp da hiç seçip dinlemek gelmiyor içimden. Bilmiyorum neden, çünkü hala Monster Code'a tüm kalbimle inanıyorum.

Alıntı
Be brave. Dare to create and share your art with the world.

Be kind. Encourage and support your fellow monsters. We don’t want to put anyone down, be it other Little Monsters or other artists.

Be tolerant. Never make anyone feel unwelcome or judged; treat everyone with respect, love and acceptance.

Be original. Please only upload content you've created or have permission to post.

Be a contributor. Post good content and good discussion will follow. Don’t ask for likes. Up-vote great comments, and down-vote those that take away from to the discussion (there is no room for negativity within LittleMonsters.com).

Be safe. Protect your privacy, and respect the privacy of others.

Be respectful. Keep things appropriate for everyone, including all of the young little monsters out there. Please no nudity or explicit content. If you repeatedly post content that offends the community, we may have to limit your access.

… be yourself.


Yani açıkçası düşünüyorum neden Gaga'yı bu kadar çok seviyorum diye. Cinsel yönelimimi keşfederken bana büyük güç vermiş olduğu için belki. Belki de din olayı hayatımdan tamamen çıkmışken bağlanacak bir şey arıyordum? Bilmiyorum. Sadece artık kendimi yeterince güçlü hissederken ve herhangi bir şeye bağlanma ihtiyacı duymazken Monsterlık olayını terk etmek nankörce geliyor gibi. Yani ben ihtiyaç duyduğumda onlar bana kucak açmıştı, şimdi kendimi daha iyi hissediyorken terk edip gitmek? Bu çok... yanlış geliyor.

Hatta şu an yaşadığım duyguları teizmden agnostisizme geçerken hissettiklerime benzetiyorum. Dediğim gibi. Fandom-din benzerliği.

Neyse, kafam karışık.
Hayatınızdan muhtemelen üç-beş dakika çalmanın mutluluğu içinde yazımı şu şarkıyla bitireyim o zaman.
http://www.youtube.com/watch?v=FQ2yXWi0ppw

44
Ben başka bir şey soracağım. Az çok İngilizce konuşabiliyorum ama genel olarak Amerikan aksanı hakim sanırım telaffuzlarıma. Pek İngiliz dizisi izlemediğim için olabilir tabii. İngiliz aksanı yapabilmem için önerileriniz var mı?

45
Gezginler Kamarası / Ynt: Gri Gökkuşakları
« : 20 Ocak 2013, 17:09:08 »
Hayatın anlamı mutlu olmak olmalı.

Şöyle bir düşünelim, bu soruya pek çok insan farklı cevaplar verir. Başarı. Bilgi. Para. Sağlık. Tanrıya hizmet.

Başarı ve para şimdiye kadar duyduğum en yüzeysel yanıtlardan herhalde. Para huzur getirmez sözü ne kadar klişe olsa da, Blair Waldorf (s.a.v.) kraliçemiz çok afili bir yanıt vermiş olsa da[*]Whoever said that money doesn't buy happiness didn't know where to shop.[/*] biraz olsun haklılık payı var. Yanınızda kız/erkek arkadaşınız, dostlarınız, değer verdiğiniz ve size değer veren insanlar olmadan parayla nasıl mutlu olabilirsiniz ki? Evet paranız olursa sevgiliniz ve sahte dostlarınız olur ama onların da sevgi ihtiyacınızı karşılayacaklarını pek sanmam. Ha aralarında çok iyi oyuncular, vardır, eyvallah. Ama istisnalar kaideyi bozmaz.

Sağlık. Sağlık. Sağlık.  Eh sanırım biraz daha iyi bir cevap. Beden sağlığından çok akıl sağlığına odaklanalım biraz. Eğer psikolojiniz bozuk değilse, akıl sağlınız yerindeyse hiç sorun yoktur değil mi? Açıkçası akıl sağlığı kadar salakça bir şey hayatımda duymadım. Bizi ottan çiçekten ayıran şey farklılıklarımız değil mi? Dikkat ettiyseniz hayvanlardan demedim çünkü;
a. İnsanların da gelişmiş hayvanlar olduklarını düşünüyorum.
b. Şimdiye kadar bir milyon tane kedim olmuştur herhalde. Hepsinin karakterleri farklıydı.
Geçen güne kadar iki haftada bir psikolog seanslarına gidiyordum. Majör depresyondan dolayı. Ama bir şeyi fark ettiğimde antidepresanlarımı bir köşeye attım(çöpe atmaya bi' taraflarım yemedi açıkçası, kutusu on tl haberiniz var mı sizin?) son randevuma gitmedim. Ben birine beni normalleştirsin, diğer insanlara benzetsin diye para ve zaman harcayamam. Çok saçma. Neyse, sağlık konusuna cevabım şu olacak kısaca: Domuz gibi olup da etrafta salak salak yalnız başıma dolaşmaktansa AIDSli bir şekilde ölüm döşeğinde, ama erkek arkadaşımla el ele göz göze oturmayı tercih ederim.

Bilgi? Evet dünyanın en sıkıcı insanı olup da ağaç gibi gelip gitmek istiyorsanız hayatınızın anlamını bilgi yapmak çok iyi bir tercih.

Tanrıya hizmet? Off lütfen, şu an kelimelerle anlatamayacağım kadar saçma bulduğum bir öneri. Yüz bin kere göz devirsem anlarsınız herhalde saçmalığını?

Oysa mutlu olmak bambaşka. Eğer yaşamınızdan zevk alıyorsanız altınızda kaç model bir araba olduğu neden önemli olsun ki? Ya da ne kadar bilgili/cahil olduğunuz? Ya da kaç tane madalyanızın, plaketinizin olduğu?

Tabii bu dünya üzerinde milyonlarca hayat var, hepsinde en önemli kavramın mutluluk olmasını bekleyemeyiz. Ama benim hayatımın -ki en önemli hayat bu oluyor- anlamı mutluluk. Ve ona sahip olmak için elimden geleni yapıyorum, yapacağım.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 67