Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Chiyo

Sayfa: 1 [2]
16
Korku & Gerilim Eserleri / Koca - Dean Koontz
« : 16 Haziran 2009, 23:53:32 »

Aşk için neleri göze alırdınız? Uğrunda ölür ya da öldürür müydünüz?
Karın elimizde. 2 milyon dolar karşılığında ona kavuşabilirsin. Bahçıvan Mitchell RAFFERTY, kendisine kötü bir şaka yapıldığını düşünüyordu. Cep telefonu çaldığında bir müşterisinin bahçesine kına çiçeklerini dikmekle meşguldü. Ama şimdi pırıl pırıl bir yaz günü, o sıradan banliyö mahallesinde olduğu yerde kalakalmış, o güne dek hiç yaşamadığı kâbus dolu bir telefon konuşması yapıyordu. Hattın diğer ucundaki her kimse oldukça ciddiydi. Mitch’in karısı elindeydi ve ona sağ salim kavuşabilmesi için istediği bedeli söylüyordu. Mitch’in bu miktarda bir parayı denkleştiremeyeceği arayan kişinin umrunda değildi. Mitch ne yapıp edip o parayı bulmalıydı. Tabii eğer karısını seviyorsa... Gerilimli bir başlangıçtan, heyecanın zirveye tırmandığı bir finale dek “Koca”, sayfaları çevirdikçe ortaya çıkan gelişmeleri, şok edici her detayı, su yüzeyine çıkan gerçeklerle birlikte sizi avucunun içine alacak. Ta ki, sizi hayretler içinde bırakana dek... Ne de olsa okuduğunuz bir Dean Koontz romanı ve hiçbir yerde edinemeyeceğiniz bir deneyim...

Sayfa Sayısı 432

Koontz hayranı olan kuzenimin geçen ağustos ayında bana bir hadiye ettiği bu kitabı sanki bol ekşınlı bir gerilim filmi izlermiş gibi okudum. Bu romanında hastalıklı aile ilişkilerine (ensesti kastetmiyorum) değinen yazar hem okuyucu duygusal anlamda etkilemeyi hem de heyecanı bir arada yürütebilmeyi başarmış. İlk sayfalarında klasik bir adam kaçırma öyküsü olarak gördüğüm bu kitaba otuzuncu sayfasından sonra resmen bağlandım. Özellikle aşkı çok güzel bir biçimde işlemiş yazar. Zaman zaman kendimi Mitch'in yerine koyup aşık olduğum biri için aynı şeyleri yapabilir miyim diye düşündüğüm oldu. Ve anladım ki bu modern bir beyaz atlı prens veya kurtarıcı şövalye gibi olan adamın mücadelesi ancak gerçek aşk için yapılabilecek türden bir şey. Kısacası hem duygusal hem de heyecanlı bir roman...

17

Ideal Devlet
(El-Medinetü'l-Fazila)

... Farabi'ye göre Islam'in çesitli anlasilma biçimleri veya anlasilma seviyeleri mevcut olabilir ve nitekim de mevcuttur. Bu seviyelerden biri, onu üzerinde hiçbir ciddi zihinsel, akilsal islemde bulunmadan gelenekçilerin savunduklari biçimde oldugu gibi harfi harfine almak ve anlamaktir. Bu, sokaktaki insanin, siradan insanin, Platon'un sözleriyle "gözüyle görmedigi, eliyle tutmadigi seyleri anlamakta güçlügü olan "insanin, duyularindan akla, sezgiye yükselmemis ve yükselemeyecek olan insanin anlama biçimi ve seviyesidir (bu inanç seviyesi, Gazali'nin deyimi ile "taklit" seviyesidir.) Ancak bunun üzerinde özel bir gruba, seçkinlere, akil ve sezgi sahibi insanlara, duyumcu-maddeci degil, akilci ruhçu insanlara tahsis edilmis olan özel bir anlasilma biçimi ve seviyesi vardir ki bu filozoflarin, bilginlerin anlama biçimi ve seviyesidir. Iste Farabi'ye göre felsefe, o halde, Islam'in en üstün, en dogru, en mükemmel anlama biçimi ve seviyesidir. (Arka kapağından)


18
Korku & Gerilim Eserleri / Fanatikler - Dean Koontz
« : 16 Haziran 2009, 00:35:13 »


FANATİKLER / Dean Koontz

Olay karanlık ve fırtınalı bir gecede değil, pırıl pırıl güneşli bir günde başladı. Genç kadın olacaklara hazır değildi. Savunmasız durumdaydı. Böyle güzel bir pazar gününün öğleden sonrasında ortaya bir sorun çıkacağını kim beklerdi ki? Gökyüzü bulutsuz ve maviydi. Hava, Güney Kaliforniya için olsa bile, şubat ayının son günleri için şaşırtıcı derecede ılıktı. Tatlı bir rüzgâr esiyor ve kış çiçeklerinin kokusunu taşıyordu. Ve bugün, herkesin sonsuzluğa değin yaşamayı amaçlayacağı günlerden biriydi.
(Kitabın Girişinden)

Kısaca konusu; altı yaşındaki küçük bir çocuk ve annesinin bir grup fanatik hıristiyana karşı verdikleri hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor romanda.

Altı yaşındaki Joey deccal olduğu düşünülerek fanatiklerin gözünde kesinlikle öldürülmesi gereken bir kişi olarak görülmektedir. Oysa deccalın bile ne olduğunu bilmeyen bir çocuk için bu son derece korkunç bir durumdur.  Joey ve güzel annesi Chiristine'ne hayatta kalma mücadelelerindeki en büyük destekçileri ise dedektif Charlie'dir. Kitapta geniş bir şekilde işlenen aşk temasını da Charlie ve Chiristine arasında alevlendirerek veriyor bize yazar. Joey'in gerçekte deccal mı yoksa sadece normal bir küçük çocuk mu olduğu son sayfalara kadar okuyucunun kafasını kurcalayan bir soru olarak kalıyor. Koontz'un birçok kitabında olduğu gibi bu kitabında da kahramanın evcil hayvanı -bir köpek- önemli bir yer tutuyor.
Bu kitabı okurken korkmamak ve Joey'in hayatta kalması için içten içe dua etmemek elde değil. Amerika'nın en popüler gerilim yazarlarından olan Dean Koontz'un bu müthiş eseri insanı kendi içine çekiyor. Bir sonraki sayfaya geçmek için sabırsızlanıyorsunuz.

19
Düşler Limanı / Sıradan bir gün...
« : 15 Haziran 2009, 19:15:45 »
Öylesine içimden geldi işte...

Sıradan Bir Gün

Öss... Uzun zamandır içimi kemiren illet. Ben lise son üçüncü sınıfa giden bir gencim. İsmim... , boşverin XX diyelim. Sıradan bir ailenin, sıradan bir çocuğu olarak dünyaya geldim. Şu sıralar ev okul ve dershane arasında geçen hayatımda kendime bir rota çizmeye çalışıyorum.  Kendime bir yer edinmeye çalıştığım şu zorlu dünyada bir hayalim ne yazık ki yok. Tabi öss de güzel bir puan tutturup üniversiteye kapağı atmanın dışında. Gerçi yaşıtlarım arasında kimin gerçekleşeceğine inandığı hayali var ki? Gerek bu sistem gerekse hayatın zorlu şartları bizi hayal kurmaktan uzaklaştırıyor. Hepimiz aynı kalıba sokulmaya çalışılıyoruz. Birbirinin aynısı insanlar, hayalsiz insanlar olmamız bekleniyor. Evet 17 yaşındaki bir genç kıza göre belki biraz fazla karamsarım. Ama bunda benim olduğum kadar hayat şartlarının da payı var. Bakıyorum saate yedi buçuk olmuş. Gözüm dolap kapağına yeni yapıştırdığım çalışma programına kayıyor. Kimya ve sonra da geometri çalışmak zorundayım. İsteksizce kimya kitabımı çantamdan çıkarıyorum. Konu redoks tepkimeleri. Hadi bir gayret konunun ilk sayfasını açıyor ve elimde tuttuğum kurşun kalemle önemli gördüğüm yerlerin altını ve sınavda benzerlerinin çıkabileceğini düşündüğüm örneklerin altını çiziyorum. Kendimi dış dünyadan soyutlamaya çalıştığım şu vakitte birden bir ses duyuyorum. Ding dong... Kapı zili. Gelen misafir olmalı. Ben açmak için yerimden kalkmadan annem çoktan kapıyı açmış gelen misafire hoş geldiniz diyor.. Konuşma sesleri ve eve giren küçük çocukların o tanıdık gürültüsü geliyor kulağıma. Yine koşuşturuyorlar evin içinde. Odamdan hiç çıkasım gelmese de M... hanımın kızı iyice hödükleşmiş demesinler diye gelenlere hoş geldiniz demek için odamdan çıkıyorum. Güler yüzlü bir ifadeyle gelen komşuyu selamlıyorum. Her zamanki beylik soruları soruyor bana :
''Derslerin nasıl kızım?''
''İdare eder durumda teyzeciğim.''
''E tabi yavrum işiniz zor. Kolay mı şimdi üniversite kazanmak. Zaten bizim Şaziment hanımın kızı da tam üç yıl üst üste sınava girdi. Yine de kazanamadı üniversiteyi.''
O an verdiği örnekten dolayı iyice canım sıkılıyor. Bana ne diyorum Şaziment'in kızından. Eğer amacı moralimi bozmaksa misafir teyzemiz bunu gayet güzel başarıyor şimdi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor sözlerine,
''Kızım seni görmeyeli ne çok büyümüşsün, serpilmişsin. Tu tu tu tu kırk bir kere maaşallah.'' Sonra anneme dönerek ''Talibi de çoktur şimdi. Bak M... hanımcığım tam gelinlik kız olmuş seninki. Yakında mürüvvetini de görürüz artık.'' diyor. Sonra da sanki çok komik bir espiri yapmış gibi şuh bir kahkaha atıyor. Söylediği münasebetsiz laflardan ötürü ağzımdan ters bir cevap çıkmaması için dilime hakim olmaya çalışıyorum. Tam o anda annem cevap veriyor:
''Yok teyzesi. O daha kendi çocuk. Ne evlenmesi. Okuyacak benim kızım.'' Annemin sakince söylediği bu sözler biraz içimi rahatlatsa da yine zıplamış olan sinirimi dışarı vurmakta yetersiz kalıyor. Ters bir söz söylememek için ders çalışmak bahanesiyle izin isteyip odama gidiyorum. Artık ne ders çalışırım ya bu kafayla... Evlenmekmiş. Sana ne be kadın benim derslerimden, öss den. Mürüvvetle ilgili hayallerini kendine sakla diye içimden söylenmeye başlıyorum odamda. O an aklıma o gün yaşadığım bir başka olay daha geliyor.

Dershaneden çıkıp minibüse binmek için durağa yürüyorum. Minibüse adımımı atmamla yaşı otuzu geçmiş birkaç tane pis gözlü adamın bana baktıklarını fark ediyorum. Kızıyorum içimden onlara. Saydırıyorum bir sürü. Ulan hiç mi anneniz, bacınız falan yok sizin? Utanmıyor musunuz neredeyse çocuğunuz yaşındaki bir kıza gözünü ayırmadan bakmaya. Ama yok amcalarımız erkek ya, gelene geçene bakmak en doğal hakları ya gözlerini ayırmadan bakabilirler herkese. Sonra sinirle boş bulduğum bir yere gömülüp çantamdan bir kitap çıkarıyorum. Bunu hatırlatıp odamda  volta atmaya başlıyorum. Nedir şimdi bu halim? Canım sıkkın, moralim bozuk. Şu kısacık ömrümde doğru düzgün bir sorumluluk almamış olmama rağmen o an sanki dünyanın tüm yükü omuzlarımdaymış gibi hissediyorum. Al işte sana toplumsal sorun. Gençlerimiz neden böyleler? Hadi tüm psikologlar, sosyologlar toplansın da çözsün bakalım bu sorunu. Gerçi bir çoğunun da eli armut topluyor ya. Neyse diyorum. Ders çalışmaya şevkim de kalmıyor ve yatağıma girip zihnimi kapatmaya çalışıyorum. Bir günüm daha böylece tamamlanmış oluyor. Neşesiz ve yorgun...

20
Kurgu İskelesi / Tuhaf Bir Hikaye (6. Bölüm)
« : 15 Haziran 2009, 19:06:57 »
Bir gün tüm dünyanın kaderinin ellerinizde olduğunu öğrenseniz ne düşünürdünüz? Bunun komik olmayan bir şaka mı yoksa kötü bir rüya mı olduğu konusunda karasız kalırdınız belki. Ama 16 yaşındaki Sinem’in yaşadığı ne bir rüyaydı ne de bir şaka. O milyonlarca insanın kaderini kurtarması için seçilen az sayıdaki insanlardan biriydi.

 Bu hikayede dostluğa, cesarete, içimizdeki iyilik ile kötülüğün mücadelesine ve Sinem’ın olağan üstü serüvenine şahit olacaksınız...


1. Bölüm: Karanlık

Yağmur şiddetini artırarak yağmaya devem ediyordu. Yanımda şemsiyem ve yağmurluğum bile yoktu. Hatta evden çıkarken botlarımı değil yeni aldığım spor ayakkabılarımı giymiştim.Nerden bilebilirdim ki o sabah pırıl pırıl güneşin yağmur bulutlarının altında kaybolacağını.. Daha az ıslanayım diye koşmaya başladım. Ayakkabılarımın içi suyla dolmuştu ve koşarken şap şap ses çıkarıyordu. Durağa varana kadar sırılsıklam olmuştum. Eve gidip üstümü değiştirmeye vaktim yoktu. Birazdan  otobüsüm gelecekti. Devamsızlığı tavan yapmış bir öğrenci olarak da okula gitmek zorundaydım.

 Durak bomboştu ve otobüs de bir türlü gelmiyordu. Aslında sokakta kimse yoktu. Sanırım insanlar bu sağanak yağmurda dışarı çıkmamanın akıl karı olacağını düşünmüşlerdi. Nitekim haklılardı da. Ama benim bir mecburiyetim vardı. Fakat her sabah benimle birlikte bekleyen ve hiç konuşmadığım diğer öğrenciler neredeydi? Onlar da yoktu nedense...

 Sabırla otobüsümü beklemeye devam ettim. 5 dakika, 10 dakika, 20 dakika... Anlaşılan bugün okula geç kalacaktım. Fakat normal olmayan bir şey vardı sanki. Yoldan değil otobüs herhangi bir otomobil, bisiklet veya yürüyüş yapmaya çıkmış bir insan bile geçmemişdi. Ne bir kedi, ne bir köpek, ne de bir kuş vardı etrafta. Buna bir anlam veremedim. Otobüsü beklemekten vazgeçerek eve doğru yürümeye başladım. Sağanak yağan yağmura aldırmadan yavaş adımlarla yürüyordum. Islanacağım kadar ıslanmıştım zaten. Ama huzursuzdum. İnsanlar nerdeydi? Niye yollar boştu ve ortalıkta derin bir sessizlik vardı? Acaba sokağa çıkma yasağı vardı da ben mi bunu bilmiyordum. Ama eğer öyleyse bile sokakta en azından bir köpeğe veya her hangi bir canlıya rastlamam gerekirdi değil mi? Hiç kimse yoktu. Yağmur damlalarının yere çarparken çıkardığı ses dışında kulağıma hiçbir ses gelmiyordu. Çok tuhaf diye düşündüm. Sanki tüm dünya derin bir uykudaydı ve tek uyanık kalan canlı benmişim gibi. O an yalnızlık duygusu baskın bir şekilde içimde kendini hissettirdi.

 Yavaşça yürüyordum. Düşünmeye başladım. Bu sabah tvde izlediğim haberler beni kötü etkilemişti. Savaşlar, depremler, seller,yolsuzluk yapanlar, hortumcular.. Dünyanın hali berbattı. İnsanlık nereye gidiyordu kim bilir? Üstelik otobüs de gelmemişti. Bir gün daha devamsızlık. Moralim eksilerdeyken aklımdan şu cümle geçti: Keşke dünyanın sonu gelse . Zaten her gün binlerce masum insan ölüyor ve öldürülüyor. Bari bu şekilde birdenbire yok olsa tüm insanlık...   Derken etrafın tuhaf bir şekilde renk değiştirmeye başladığını fark ettim. Bulutların ardından zoraki de olsa kendini belli eden güneş şimdi tamamen ortadan kayboluyordu. Hava anlaşılmadık bir şekilde akşam oluyormuş gibi kararmaya başlamıştı. Saate baktım. Saat sabahın 10 buçuğuydu. Bu saatte havanın hızlı bir şekilde kararması hiç de hayra alamet değildi. Etraf tamamen karardı. Sokaktaki hiçbir elektrik lambası veya aydınlatma görevini üstlenecek bir şey yoktu. Korkuyordum. Koşmaya başladım. Bir an önce eve varmak istiyordum. Fakat o da ne? Yollar görünmez olmuştu. Sanki tüm sokaklar birbirinin içine geçmiş gibiydi. Hızlı bir şekilde koşmama rağmen ilerleyemiyordum. Sanki bir labirentteymişim gibi kaybolduğumu hissettim. Ama bu mümkün olamazdı. Çünkü 5 senedir oturduğumuz muhitin her santimini ezbere biliyordum. Bunun bana aklımın bir oyunu olduğumu düşündüm.Yoksa biraz önce aklımdan geçirdiğim düşüncelerle buna ben mi sebep olmuştum? Hayır, çok saçma. Öyleyse ne?

 Havanın bu kadar karanlık olması önümü görmemi zorlaştırıyordu. Korkum git gide içimde artmaya başlamıştı. Dakikalardır koşmama rağmen bir türlü eve varamamıştım. Doğrusu bırak eve varmayı bir karış bile ilerleyememiştim. Durdum ve derin bir nefes aldım. Kalbim kulaklarımda atıyordu. Hiçbir kimsenin olmadığı kapkaranlık bir sokakta yapayalnızdım. Bunun kötü bir rüya olmasını diledim. Birden yağmur bıçakla kesilmiş gibi durdu ve etraf aydınlandı. Artık senelerdir oturduğum mahallede değil daha önce hiç görmediğim loş bir tünelde olduğumu farkettim. Buraya nasıl gelmiş olabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Bu kesinlikle hoş olmayan bir rüyaydı. Derken tünelin öbür ucundan bana doğru birinin yaklaştığını gördüm. Bu baştan aşağı simsiyah giysiler giymiş uzun boylu bir adamdı. Kendinden emin adımlarla bana doğru yaklaşıyordu. Önümde durdu. Yüzünde sert bir ifadeyle
‘’Rüyalar Evreni’ne hoş geldin Sinem Demirci,’’ dedi. ‘’Burası seçilmiş kişilerin getirildiği 4. boyuttur’’
O an korkmayı akıl edemeyecek kadar afallamıştıım.



21
Müzik Haberleri / Aylin Aslım'dan yeni albüm
« : 15 Haziran 2009, 18:52:49 »
 Canını Seven Kaçsın!

Aylin Aslım, yeni albümünden ilk klibi "Sen Mi" parçasına çekti.

Dört senelik bir aradan sonra 3. stüdyo albümü "Canını Seven Kaçsın" ile dönen Aylin Aslım, albümün hazırlığı için sahneye 10 ay ara verdi.

Albümün prodüktörlüğünü Sarp Özdemiroğlu bir araya gelerek tamamlayan Aslım, albüm içerisinde sekiz yeni bestesine yer verdi.

Çıkış şarkısı çok hoş ve sözler bir numara.

22
Eğlence & Mizah / Burç Yorumları
« : 15 Haziran 2009, 18:46:17 »
KOÇ

Uğurlu günü: Çorum'un düşman işgalinden kurtuluş günü

Uğurlu sayısı: 69

Uğurlu rengi: Pembe

Uğurlu taşı: Böbrek taşı

En sevdiği çiçek: Su çiçeği

En sevdiği yemek: Koç yumurtasından yapılmış omlet

En sevdiği müzik: Türkçe sözlü hafif batı müziği

En olumlu özelliği: Otobüste yaşlı, gazi ve hamilelere yer vermek

En olumsuz özelliği: (Erkekler için) klozet kapağını kaldırmadan çiş
yapmak, (kadınlar için) paçalı don giymek

Anlaştığı burçlar: Dünürü ikizler olan akrepler

Anlaşamadığı burçlar: Ameliyatla koç olmuş oğlaklar

En büyük arzusu: Bir Japon turistle fotoğraf çektirmek (vesikalık)

---------------------------------------------------------------------------------------------


BOĞA

Uğurlu günü: Anneler günü

Uğurlu sayısı: Tavşandan 62

Uğurlu rengi: Yavru ağzı

Uğurlu taşı: Musalla taşı

En sevdiği çiçek: Çiçek Abbas

En sevdiği yemek: Sosyete mantısı

En sevdiği müzik: Asansör müziği

En olumsuz özelliği: (Erkekler için) misafirlere pipisini göstermek,
(kadınlar için) orgazm taklidi yapmak

Anlaştığı burçlar: Yaşlıları karşıdan karşıya geçiren başaklar

Anlaşamadığı burçlar: Reha Muhtar izleyen teraziler

En büyük arzusu: Matador olmak

----------------------------------------------------------------------------------------------


İKİZLER

Uğurlu günü: Dünya 400 metre engelliler günü

Uğurlu sayısı: Pi sayısı

Uğurlu rengi: Gecenin rengi

Uğurlu taşı: Ponza taşı

En sevdiği çiçek: Siyah çelenk

En sevdiği yemek: Dayak yemek

En sevdiği müzik: Jaws'ın kurbanlarına yaklaşırken fonda çalan müzik


En olumlu özelliği: Temiz aile çocuğu olmak

En olumsuz özelliği: Burnundan çıkardıklarını masanın altına silmek

Anlaştığı burçlar: Anne tarafından Japon olan Yengeçler

Anlaşamadığı burçlar: Tek tek basıp bade süzen ikizler

En büyük arzusu: Üçüzler olmak

-------------------------------------------------------------------------------------------


YENGEÇ

Uğurlu günü: Altın günü

Uğurlu sayısı: Bütün asal sayılar

Uğurlu rengi: Gökkuşağının sağdan sekizinci rengi

Uğurlu taşı: Okey taşı

En sevdiği çiçek: Bir demet yasemen

En sevdiği yemek: Anne dolması

En sevdiği müzik: Fantezi

En olumlu özelliği: Karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, sonra
tekrar sağa, en sonunda da garanti olsun diye yukarıya bakmak

En olumsuz özelliği: Fotoğrafta gözleri kırmızı çıkmak

Anlaştığı burçlar: Bulgar göçmeni aslanlar

Anlaşamadığı burçlar: Sosyal demokrat kovalar

En büyük arzusu: Liposakşın yaptırmak

-----------------------------------------------------------------------------------------------


ASLAN

Uğurlu günü: Muayyen günü

Uğurlu sayısı: 1071

Uğurlu rengi: Haki yeşili

Uğurlu taşı: Göbek taşı

En sevdiği çiçek: Seviyor, sevmiyor yapılmış papatya

En sevdiği yemek: Kelle paça damardan tuzlama (ıyyh)

En sevdiği müzik: Trakya Rock (E anadolu rock oluyorsa bu neden olmasın)

En olumlu özelliği: Heybelide her gece mehtaba çıkmak

En olumsuz özelliği: İhaleye fesat karıştırmak

Anlaştığı burçlar: Parmaklarına uhu sürüp koklayan koçlar

Anlaşamadığı burçlar: Düğünde oynamaya kaldıran kovalar

En büyük arzusu: Sarelle musluğuna ağzını dayamak

--------------------------------------------------------------------------------------------


BAŞAK

Uğurlu günü: 82 mezunları pilav günü

Uğurlu sayısı: Avogadro sayısı

Uğurlu rengi: Siklamen

Uğurlu taşı: Ak taş (Hızlı bir şekilde arka arkaya söylemeyin sakın!) En
sevdiği çiçek: Cemil Çiçek

En sevdiği yemek: Günün çorbası

En sevdiği müzik: Türk Halt Müziği

En olumlu özelliği: Karma felsefesine inanmak

En olumsuz özelliği: Sarı ışıkta kornaya basmak

Anlaştığı burçlar: Islıkla Titanik'in müziğini çalabilen yengeçler

Anlaşamadığı burçlar: Saçlarını jöleyle arkaya yatıran boğalar

En büyük arzusu: Rakı şişesinde balık olmak>

----------------------------------------------------------------------------------


TERAZİ

Uğurlu günü: Ahmet Altan imza günü

Uğurlu sayısı: 31

Uğurlu rengi: Sümük yeşili

Uğurlu taşı: Erol Taş

En sevdiği çiçek: Abdullah Gül

En sevdiği yemek: İftar yemeği

En sevdiği müzik: Yemek müziği

En olumlu özelliği: Matrix felsefesine inanmak

En olumsuz özelliği: Marul yerine mağrul demek

Anlaştığı burçlar: Yumurtanın tavuktan çıktığına inanan aslanlar

Anlaşamadığı burçlar: Tavuğun yumurtadan çıktığına inanan aslanlar

En büyük arzusu: Tuvalet kağıdını işaretli yerinden koparmak

----------------------------------------------------------------------------------------------


AKREP

Uğurlu günü: Cumartesileri çiğköfte günü

Uğurlu sayısı: Set sayısı

Uğurlu rengi: Taksi sarısı

Uğurlu taşı: Diş taşı (tartar)

En sevdiği çiçek: Çiçek taksi

En sevdiği yemek: İsa'nın son yemeği

En sevdiği müzik: Dalin reklamları müziği

En olumsuz özelliği: Büyüklerinin yanında bacak bacak üstüne atmak [Yani
valeyle pişti yapmak ]

Anlaştığı burçlar: Britney Spears'ın bakire olduğuna inanan
teraziler

Anlaşamadığı burçlar: Kontörlü telefonuyla çaldırıp kapatan yengeçler

En büyük arzusu: Evinde penguen beslemek

-------------------------------------------------------------------------------------------


YAY

Uğurlu günü: Çarşambaları halk günü

Uğurlu sayısı: 2 buçuktan 3

Uğurlu rengi: Fosforlu herhangi bir renk

Uğurlu taşı: Harry Potter felsefe taşı

En sevdiği çiçek: Karıdelen

En sevdiği yemek: Kadın budu köfte

En sevdiği müzik: Doğan görünümlü şahinlerin geri vites müziği

En olumlu özelliği: Noel Baba'nın varlığına inanmak

En olumsuz özelliği: İki bayram arası nikah kıymak

Anlaştığı burçlar: Panik atak olan oğlaklar

Anlaşamadığı burçlar: Dilini burnuna değdirebilen boğalar

En büyük arzusu: Disneyland'da arsa satın almak

--------------------------------------------------------------------------------------------------


OĞLAK

Uğurlu günü: Öğretmenler günü

Uğurlu sayısı: Açılan sandık sayısı

Uğurlu rengi: Bukalemun rengi

Uğurlu taşı: Dikili taş

En sevdiği çiçek: Çiçek Dilligil

En sevdiği yemek: Patlıcan oturtma

En sevdiği müzik: Sanat müziği (sanat sanat içindir olanından)

En olumlu özelliği: Kurban derilerini Türk Hava Kurumu'na bağışlamak


En olumsuz özelliği: Ayşe Arman okumak

Anlaştığı burçlar: Şemsi paşa pasajında sesi büzüşen koçlar

Anlaşamadığı burçlar: Dönerciye "Abi soğanı az, döneri bol
olsun" diyen akrepler

En büyük arzusu: Bir dönerci ustasıyla evlenmek

----------------------------------------------------------------------------------------------


KOVA

Uğurlu günü: 8 mart dünya kadınlar günü

Uğurlu sayısı: Geçerli oy sayısı

Uğurlu rengi: Aşkın Nur Rengi

Uğurlu taşı: Sabır taşı

En sevdiği çiçek: Lale Mansur

En sevdiği yemek: Ümit ustanın yemekleri

En sevdiği müzik: Telefon bekleme müziği

En olumlu özelliği: Köprüden geçene kadar ayıya dayı demek

En olumsuz özelliği: Tavlada zar tutmak

Anlaştığı burçlar: Kayınçosu yay olan aslanlar

Anlaşamadığı burçlar: Önceki hayatında yengeç olan kovalar

En büyük arzusu: Doğuşun bir klibinde rol almak

-----------------------------------------------------------------------------------------------


BALIK

Uğurlu günü: Kıyamet günü

Uğurlu sayısı: Maç sayısı

Uğurlu rengi: Bok rengi

Uğurlu taşı: Lüle taşı

En sevdiği çiçek: Mahsun Kırmızıgül

En sevdiği yemek: Şefin spesiyali

En sevdiği müzik: Geleneksel eskimo halay müziği

En olumsuz özelliği: Terli terli su içmek

Anlaştığı burçlar: İlkokul öğretmeni boğa olan ikizler

Anlaşamadığı burçlar: Kuzeni yengeç olan akrepler

En büyük arzusu: (Erkekler için) bir kız yurdunda çıplak dolaşmak,
(kadınlar için) ağdaya ihtiyaç duymayacak şekilde tüysüz
olmak

Alıntıdır

23
Genel Kültür / Renklerin Sırrı
« : 15 Haziran 2009, 18:43:25 »
Renklerin hayatımızdaki yerini biliyor musunuz ?
Günlük hayat içinde kimi zaman fark bile edilmeyen küçük detaylar aslında insan psikolojisi üzerinde önemli etkilere sebep oluyor.
Hayatın detaylarından biri olan 'renkler' de kullanıldığı mekanlarda, direkt olarak duygulara hitap ediyor. Mağazalardaki satış elemanlarının giysilerinden, fast-food dükkanlarının logolarına, ameliyathanelerden gece kulüplerine, taksilerden köprü korkuluklarına kadar pek çok detayda kullanılan renklerin hepsinin anlamı var.

Bir internet sitesinde yer alan bilgilere göre, mağazalarda satış elemanı olarak çalışan kişilerin pembe giymesi, alışveriş yapanların kendilerini rahat hissetmelerini sağlıyor. Yıllardır 'beyaz' olmasına alıştığımız hastane ve kliniklerde artık beyazdan vazgeçilmesinin nedeni ise beyazın hastalar üzerinde oluşturduğu hüzün duygusunu yok etmek. Ancak beyaz, hastanelerde kullanıldığında hüzün oluşturmasına karşın, genel olarak insan psikolojisi üzerinde olumlu bir etkiye sahip. Temizliğin simgesi sayılan beyaz, özellikle iş görüşmelerine gidildiğinde 'yavaş ama kalıcı, devamlı bir personel' izlenimi oluşturuyor.

KIRMIZI İŞTAH AÇIYOR

Gıda sektöründe firmaların logolarında kırmızı kullanmalarının nedeni ise bu rengin iştah açması. Kırmızı tansiyonu yükseltip, kan akışını hızlandırıcı etkiye sahip olması nedeniyle sadece gıda sektörünün değil, gençliğe hitap eden firmaların ürünlerinde ve logolarında da tercih ettiği bir renk. Spor arabalarda kırmızı kullanılmasının nedeni ise gençlik ve adrenalini hatırlatması. Kırmızı gece kulüplerinin de en sevdiği renkler arasında. Kırmızı fonlu mekanlarda insanlar zaman kavramını kaybediyor ve uykusuzluk başlıyor. Bu nedenle gece kulübü ve bar gibi eğlence mekanlarında kırmızı fonların bolca kullanılmasının anlamı: "Zamanı unutun! İştahınız açılsın"
Ancak kırmızının olumsuz etkisi de bulunuyor. 'Kan rengi' kırmızının trafik ışıklarında 'dur' sinyali olarak kullanılmasının nedeni ise tehlikeyi ve tahribatı simgelemesi.

AMELİYATHANEDE YEŞİL, KÖPRÜ KORKULUKLARINDA MAVİ

Ameliyathanelerde yeşil ve mavi renklerinin kullanılmasının nedeni ise kişinin heyecan, korku ve paniğinin yok olması. Teskin edici özelliğe sahip olan yeşil ve mavi insanları sakinleştiriyor. Günlük hayatımızda bolca kullandığımız nazar boncuğunun mavi oluşunun nedeni de bu etkisinden kaynaklanıyor. Kan akışını yavaşlattığı belirtilen mavi renk, dünyada pek çok ülkede köprü korkuluklarında kullanılıyor. Nedeni ise sakinleştirici etkisinden yararlanıp, intiharları azaltmak.

Mavi'nin bir başka özelliği ise yeme içgüdüsünü azaltması. Bu nedenle mavi, fast-food zincirlerinin hiç kullanmadığı bir renk. Diyet ürünlerin maviyi kullanmasının nedeni ise yine aynı nedenden kaynaklanıyor.

GAZETECİLERİN RENGİ

Kahverengi teklifsiz, rahat bir renk özelliği ile gazetecilere tavsiye edilecek bir renk olarak tanımlanıyor. Bir gazetecinin kahverengi bir giysi içinde röportaj yapması, karşınızdakinin kendisini resmiyetten uzak, rahat hissetmesini ve açılmasını sağlıyor. Tüm ünlüleri rahatlıkla konuşturmasıyla tanınan, ünlü televizyoncu Larry King'in başarısının sırrı da bu. King, röportaj sırasında üzerinde mutlaka kahverengi taşıyor. Ya bir kravat ya da ceket.

Kahverenginin olumsuz özelliği ise toprak rengi oluşu ve bu rengi taşıyan kişilerin diğer insanlar arasında dikkat çekmemesi. Bu nedenle Avustralya'da 1940'lı yıllardan bu yana kahverengi üç parça takım elbise üretilmiyor.

SARI GEÇİCİLİĞİN İFADESİ

Sarı renk, geçiciliğin ve dikkati çekiciliğin ifadesi olarak, tüm dünyada taksilerin kullandığı bir renk özelliğini taşıyor. Ev ortamında sarı kullanılması ise psikolojiyi olumsuz etkiliyor. Odaları sarı olan bebeklerin daha çok ağladığı, yetişkinlerin ise daha sinirli olduğu da bu rengin olumsuzluklarına örnek olarak gösteriliyor.

Bronz ise genellikle negatif bir etki oluşturmasına karşın, belki biraz da içki rengi ile benzeşmesinden dolayı içki reklamlarında kullanılırken,

Gri, gözün en rahat algıladığı renklerden biri olması ve ciddiyet ile yavaşlığı temsil etmesi nedeniyle diplomatik bir renk olarak tanımlanıyor. Gücü ve tutkuyu temsil eden siyah, aynı zamanda hırsın da ifadesi.

Siyah fonda kullanıldığında karamsarlığı çağrıştırıp, ışığı yok ederken, konsantrasyonu da kolaylaştırıyor.

Kaynak: lahuti.com

24
Bilim & Teknoloji / Uzakta Aramayın, Uzaylılar İçimizde
« : 15 Haziran 2009, 18:41:03 »
Uzaylı diye bildiğimiz bizden farklı tür gözümüzün göremeyeceği kadar küçük olabilir

Arizona Üniversitesi bilim adamları "Burnumuzun dibinde bizim bilmediğimiz bir yaşam olabilir. Bunların yeşil yaratıklar olması gerekmez. Uzaylı diye bildiğimiz bizden farklı tür gözümüzün göremeyeceği kadar küçük olabilir" dedi.

BİLİM adamları evrende "on milyar çarpı trilyonlar" kadar "dünya" bulunduğunu ve bir yerlerde bizim gibi varlıkların olmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Arizona Üniversitesi'nden Kozmolog Paul Davies, "Bırakın Mars'ı vesaireyi, burnumuzun dibinde, hatta burnumuzun içinde bile bizim bilmediğimiz bir yaşam olabilir. İlle de bunların hayal edildiği gibi Mars'taki yeşil yaratıklar olması gerekmez " dedi.

GÖVDELERİMİZİN İÇİNDEKİ HAYAT

Davies, "Gezegenimizi, bilmediğimiz bir yaşam biçimiyle paylaşıyor olabileceğimizi düşünmek tamamen mantıklı. Bildiğimiz gibi olmayan bu hayat, zehirli göllerin içinde ya da denizlerin derinliklerinde ve hatta gövdelerimizin içinde sürüyor olabilir. 'Alien' (uzaylı) diye bildiğimiz bizden farklı tür gözümüzün göremeyeceği kadar küçük olabilir" diye konuştu.

ALIEN ORGANİZMALAR TEORİSİ

Bu canlıların çok farklı biyokimya yapıları, zehirli arsenik miktarı zengin olan göllerin ya da okyanusların dibindeki kaynayan sularda yaşamalarına olanak veriyor olabilir. Chicago'daki Bilimsel Gelişme yıllık konferansında, böbrek taşlarının, bakteriden on kat küçük parçacıklar olarak hayal edebileceğimiz "alien" organizmalar tarafından tetiklenebileceğine dair teoriler bile anlatıldı.


Alıntıdır

25
Genel Kültür / Batıl Deprem Efsaneleri
« : 15 Haziran 2009, 18:32:54 »
Batıl Deprem Efsaneleri

Dünya üzerinde varolan farklı kültürler, depremin oluşumunu da farklı şekillerde açıklamış bulunuyor. İşte, birbirinden ilginç efsaneler.

Hindistan: Dünya, bir kaplumbağanın sırtında duran 4 fil tarafından tutulur. Kaplumbağa da bir kobra yılanının üzerinde dengededir. Bu hayvanlardan herhangi biri hareket ettiğinde dünya sallanır.

Assam: Dünyanın içinde yaşayan bir grup insan, dünyanın üzerinde hala insanların yaşayıp yaşamadığını anlamak için zaman zaman yeri sallar.

Meksika: El Diablo (şeytan), dünyanın içinde dev yarıklar açar. O ve şeytani arkadaşları, dünya üzerine çıkmak ve sorun yaratmak için bu yarıkları kullanır.

Rusya: Dünya, Tuli adında bir tanrının çektiği kızak üzerindedir. Kızağı çeken köpekler pirelidir ve kaşınmak için durduklarında dünya sallanır.

Mozambik: Dünya, yaşayan bir varlıktır ve insanlarınkiyle benzer problemleri vardır; bazen ateşlenerek hastalanır ve titrer.

Yunanistan: Aristo'ya göre, güçlü ve vahşi rüzgarlar tuzağa düşer, yerin altında büyük ve derin mağaralarda tutulur, kaçmak için mücadele ederler. Depremler, işte bu mücadelenin sonucudur.

Yeni Zellanda: Dünya, anne rahminde genç tanrı Ru'yu taşır. Her bebeğin yaptığı gibi Ru da gerinip tekmeleyince, depreme neden olur.

Romanya: Dünya, sadakatin, umudun ve yardımseverliğin kutsal sütunları üzerinde durur. İnsanların hareketleri bu sütunlardan birini zayıflattığı zaman deprem olur.

Orta Amerika: Kare olan dünya, 4 köşesinden 4 tanrı tarafından tutulur. Bu tanrılar, nüfus fazlalığı olduğuna karar verilirse, fazla insandan kurtulmak için dünyayı devirirler.

Batı Afrika: Bir dev dünyayı kafasında taşır. Dev, genellikle oturur ve doğuya bakar; ama bazen bir sarsıntıyla batıya dönüp sonra tekrar doğuya döndüğünde, bu durum deprem olarak hissedilir.

İskandinavya: Tanrı Loki, kardeşi Baldur'u öldürmekten cezalıdır ve yeraltında bir mağarada, bir kayaya bağlıdır. Yüzünün üzerinde bir yılan, Loki'nin kız kardeşinin bir kaseyle yakaladığı zehrini damlatır. Zaman zaman kız kaseyi boşal

Doğu Afrika: Dev bir balığın sırtında bir taş vardır. Bir inek o taşın üzerinde durur ve dünyayı boynuzlarından birinde dengede tutar. Zaman zaman ineğin
boynuzu acımaya başlar ve dünyayı bir boynuzundan öbürüne atar, böylece deprem olur.

Kaynak: Gizli İlimler

26
Kurgu İskelesi / Ölüm Öpücüğü
« : 15 Haziran 2009, 14:53:49 »
Bu aslında benim bu tarzda yazdığım ilk denemem. Yaklaşık bir buçuk iki ay önce yazıldı. Birçek eksik yönü olduğuna eminim. Her neyse iyi okumalar... 


 ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ

Sonsuz karanlığı seyre daldı genç kadın. Titrek yıldızlarla aydınlanmış gökyüzünü taradı bakışları.  Tüm görüntüler çok netti, çevreden gelen tüm sesler, kokular ve renkler de öyle. Karanlığın bir önemi yoktu onun için. O geceyle vardı çünkü. Büyük şatosunun  açık pencerelerinden izlediği gecenin manzarasındaki bir çınar ağacının dalları, esen rüzgarın etkisiyle bir ölünün cansız bedeni gibi savruldu sağa sola. İnsani bir alışkanlıkla ellerini kollarına sardı kadın. Ama gereksizdi bu. O uzun zaman önce üşümeyi unutmuştu, insan olamayı unuttuğu gibi.

Uzaklardan onu çağıran yarasaların seslerini duydu. Kilometrelerce ötedeki otomobillerin, insan seslerinin, ağaç yapraklarının  hışırtısının, yüksek sesle öten baykuş seslerinin arasından fark etti o sesi. Onu çağırıyordu yarasalar. Gittikçe yaklaşıyorlardı şatoya doğru ve onu istiyorlardı. Kadınsa kendini onlara vermek, aralarına katılıp gecenin karanlığında özgür bırakmak istiyordu bedenini. Ay ışığının parlaklığıyla aydınlanan mermer teni arzuladığı dönüşüme hazırdı. Tüm vücudu susuzluğunu gidermek için bu ana yoğunlaşmıştı. İnce ve kusursuz bedeni gerildi Birazdan gerçekleşecek dönüşüm için ellerini göğsünde birleştirdi.. Bir anda şatonun duvarlarında yankılanan bir ses duydu:
''Hayır, buna izin vermeyeceğim.''
Bu derinden gelen ve küçük bir çocuğunkini andıran ses kadının bütün dikkatini bir anda alt üst etti. Yarasalarsa havada akseden bu ses üzerine çılgınca ötüşerek şatodan uzaklara doğru kanat çırpmaya başladılar. Hızla geceye doğru kaçıştılar Kadın öfkeyle yerinde doğruldu ve sesin geldiği geniş hole doğru bağırarak sordu:
''Kimsin sen?''
Cevap gelmedi. Bu sefer daha da bağırarak söyledi.
''Aklın varsa buradan bir an önce defolursun.''
Yine cevap yoktu. Kendisinden başka hiç kimsenin yaşamadığı bu şatoda hangi kendini bilmez dolanıyordu merak etti. Ansızın duvarlardan aynı çocuk sesi yankılandı:
''Beni bulamazsın.''
Usulca geceyi izlediği pencereden uzaklaştı kadın ve sesin geldiği loş koridorda ilerledi. Yarasa 
dostlarını kaçıranın kim olduğunu merak ediyordu. Evine izinsiz giren her kimse bunun bedelini ağır ödeyecekti. Kadın bu sefer daha tehtidkar bir sesle konuştu
''Çık ortaya! ''
Sadece havada  küçük kahkahalar yankılandı. Bu kez derinden gelen çocuk sesi daha da yükseldi.
''Beni bulamazsın. Ha ha ha...'' Kimliği meçhul çocuğun tiz kahkahaları artarak devam etti.
Kadınsa aldığı bu cevap üzerine öfkeyle hırlamaya başladı. Hırıltısı kahkahaları daha da artırdı sadece.
''Ne istiyorsun?'' diye hırladı kadın. Bu kez kahkahalar kesildi. Odanın içinde bir rüzgar esintisi sardı. Kadının etrafında flu bir şekil dönmeye başladı. Ne olduğunu anlayamadan flu şekil duvarların içine girdi ve gözden kayboldu. Kısacık bir andan sonra şekil duvarın içinden çıktı ve kadının bulunduğu loş ışıkla aydınlatılmış odanın orta yerinde belirdi. Kadın gözlerini kısarak  baktı. Önünde beliren şey ise küçük bir kız çocuğunun yarı saydam bedeniydi... Kadının ağzından bıkkınlıkla şu cümleler döküldü:
''Gene mi sen?''

* * *

Kasaba son elli yıldır hayaletlerin uğrak yeri haline gelmişti. Bir çok eve musallat olan, kasaba halkına rahatsızlık ve korku veren bu hayaletlerle mücadele için ise şehrin pek çok yerinde Hayalet Avcılığı büroları kurulmuştu. Bu bürolardan biri olan Nebula hayalet bürosu ise kurulduğu  andan beri en durgun günlerini geçiriyordu. Birkaç haftadır hiç kimse hayalet ihbarında bulamamıştı.  Bu durum büronun en istekli hayalet avcısı olan Josh'ın sinirini bozuyordu. Günlerdir hiçbir hayalet ihbarı almamışlardı ve büroda hiçbir iş yapmadan boş yere zaman öldürüyorlardı. Josh şu anda bir hayaletin izini sürmek için neler vermezdi... Hayalet avlamadan duyacağı heyecanı ve hazzı başka hiçbir işte bulamazdı çünkü. Birden günlerdir çalmayan büro telefonunun sesi büroda yankılandı. Josh heyecanla yerinden doğrulup ahize uzandı ama iş ortağı Kevin ondan hızlı davranmıştı. Josh ahizeyi kulağına dayayıp telefona cevap verdi:
''Nebula Hayalet Avcılığı Bürosu.'' Telefonun öbür ucundaki kişi hızlıca konuşarak Kevin'e durumu anlatıyordu. Bu sırada Kevin ''Hı hı, evet anlıyorum.'' şeklinde kısa cevaplar vererek elindeki küçük not defterine notlar alıyordu. Sonunda konuşma bitti ve ''En kısa sürede bir avcı evinize gelecek.'' diyerek ahizeyi kapattı. Josh heyecanla sordu.
''Olay nedir?''
''Klasik bir vaka. Eve dadanan yaramaz bir hayalet. Basit bir iş, ama uzun zamandır sinek avladığımız için iyi bir fırsat.'' dedi Kevin ve Josh'a bakarak devam etti. ''Sanırım bu hayaleti avlamayı benden daha çok istiyorsun.''
''Tabi ki.'' dedi Josh ve Kevin'ın evin adresini yazdığı kağıdı uzanarak masadan aldı.
''Öyleyse sana iyi şanslar, dostum. Gerçi senin gibi bir avcının şansa ihtiyacı yok ya.''

* * *.

Josh arabasını çabucak karanlık ormanın kenarındaki yola park etti. Arabasının gitmesine imkan vermeyen  sık çalılıklarla kaplı yolu yürüyerek geçmek zorundaydı. Kağıtta yazan adres burasıydı.  Şehrin en uç kesiminde insanlardan uzak bu ıssız yerde nasıl bir insanın yaşayabileceğini merak ediyordu. Muhtemelen inzivaya çekilmeye karar vermiş kaçık bir ihtiyardır diye düşündü  Elinde tuttuğu silahla hayaletin belki de buralarda bir yerlerde olduğunu düşünüyordu. Gördüğü anda silahı ona doğrultacak, bu şekilde hayaleti ait olduğu boyuta geri gönderecekti. Bu silah  kayıp ruhları dördüncü boyuta gönderen bir anahtar gibi çalışıyordu. Havaya doğrultulup çalıştırıldığında manyetik etki yaratarak bir geçit kapısı açıyordu ve hayaleti kendi evrenine gitmeye zorluyordu. Kısacası Josh hayalet avcılığındaki bu başarısının büyük bir kısmını elinde tuttuğu bu alete borçluydu.

Çalıların arasından ilerledikçe karşısında büyük bir karaltı halinde belirmeye başlayan şatoyu gördü. İşte adreste yazan yere gelmişti.  Burada neden daha önce bir hayalet avı için çağrılmadığını merak etti Josh. Gecenin zifiri karanlığında tıpkı korku filmi sahnelerinden fırlamış gibi görünen bu şato tam da hayaletlerin seveceği türden bir yer gibi görünüyordu. Hızlı adımlarla yıllardır bakımsız görünen şato bahçesini geçti ve  kapısına yaklaştı. Yumruk yaptığı elini tam koca demir kilitlerin takılı olduğu kapıya vuracaktı ki, kapı kendiliğinden açılıverdi. Josh nefes kesici güzelliyle kapının önünde duran insan üstü bir yaratıkla karşı karşıyaydı. Bu muhteşem kadının karşısında kısa bir an Josh'ın nutku tutuldu. Kadının gözleriyse baştan aşağıya Josh'ı taradı.  Birden müzik gibi bir ses Josh'ı kendine getirdi.
''Siz Nebula hayalet bürosundan olmalısınız. Buyurun, içeri girin.'' Josh uyuşukluğu üzerinden atmayı becererek şatodan içeriye adımını attı. Genç kadın konuşmasını sürdürdü.
''Ben Elise Nothirgan.  Bu şatonun sahibiyim. Evime hoş geldin.''
''H-hoşbulduk. Bayan Nothirgan.'' diyebildi Josh. Neden kekeliyordu ki şimdi? Karşısındaki sadece cazibeli bir kadındı. Daha önce görmediği türden müthiş güzelliğe sahip bir kadın...En iyisi şu hayaleti bir an önce yakalayıp evden uzaklaşmaktı. Çünkü sadece mumlarla aydınlanmış bu ev ve müthiş güzellikteki ev sahibesi onu hem ürkütüyor hem de kendine çekiyordu . Bugüne dek onlarca korkunç hayaleti yakalamış olan birinin birden bire ürkmeye başlaması komikti. Josh kendini topladı ve bu sefer daha düzgün bir şekilde konuşmaya başladı:
''İsmim Josh Harley.'' Hemen konuya girmenin en iyisi olduğunu düşündü. ''Acaba hayaleti en son nerede gördünüz bayan Nothirgan?''
''Ah, bana sadece Elise de Josh. ''  diyerek karşı konulmaz bir biçimde gülümsedi kadın. Bu gülümseyiş Josh'ın nefesini kesti.
''Pekala bayan Elise hayaleti ne sıklıkta görüyorsunuz?'' Bir şekilde kendini toplamalı ve kadının cazibesini kapılmadan bu işi bitirmeliydi.
''Son zamanlarda sık sık.''
''Sizi korkutmak için neler yapıyor peki?''
''Korkutmak mı? Ben hiçbir şeyden korkmam ki Josh.'' dedi ve bembeyaz teniyle zıtlık oluşturan kuzgun karası saçlarını eliyle geriye atarak, müzik gibi sesiyle uzun bir kahkaha attı. Josh bu kadar komik olanın ne olduğunu anlamaya çalıştı.
''Lütfen bana hayalette ilgili daha çok bilgi verin.'' Kadın ciddileşerek konuştu:
''Sanırım küçük bir kız çocuğunun hayaleti. Şu sıralar bu küçük kulübemi mesken etmiş durumda.''
''Kaç yaşlarında olduğunu tahmin ediyorsunuz?''
''Sanırım sekiz ya da dokuz. Ah lütfen bir an önce def edin onu buradan. Sinek vızıltısı gibi kahkahalarından sıkıldım artık.'' dedi kadın ve kan kırmızısı dudakları üzüntüyle aşağı doğru büküldü.
''Sizden ne istiyor peki?'' Kadın bir an düşündü ve simsiyah gözlerini Josh'ınkilere kenetleyerek
''Yalnızca huzurumu.'' dedi.

Birden bire mumlarla aydınlatılmış loş ışıklı şatonun duvarlarda küçük bir çocuğun sesi yankıladı.
''Beni yakalayamazsınız. Ha ha ha...'' Josh aradığı fırsatı yakalamıştı. Hayalet ortaya çıktığına göre tek iş onu göndermeye kalıyordu.
''İşte bu ses.'' dedi kadın. ''Bu ses sinirimi bozuyor.''
''Telaşlanmayın bayan, işimiz uzun sürmeyecek.'' dedi ve kahkahaların geldiği yönde doğru silahını doğrultarak hızlı adımlarla ilerledi. Karanlık tabloların olduğu duvarların ardından geliyordu ses. Hızlıca kapıyı açtı.
''Beni yakalamaya mı geldin Josh?'' Yarı saydam bir bedene sahip, sevimli bir kız çocuğu söylemişti bunu. Eğer bir hayalet olmasaydı o kocaman gözleriyle ve bebeksi bir ifadeye sahip yüzüyle gayet masum bir çocuk olduğunu düşünebilirdi Josh.  Zaman kaybetmeden silahını ona doğrulttu. Tetiğe basmaya hazırdı.
''A-ow. Bu kadar kolay değil.'' dedi hayalet ve birden bire duvarın içinden geçerek gözden kayboldu. Bu sefer şatodaki diğer odalardan kahkahaları duyuluyordu. ''Beni o aptal silahında yakalayamayacaksın.'' diye yükseliyordu çocuğun sesi. Josh bu sefer odadan koşar adımlarla çıkarak hayaletin sesinin geldiği yöne doğru ilerledi. O hayaleti bir an önce bulmalıydı. İşte hayaletin saydam bedenini koridorun en sonundaki odanın duvarından içeri girerken gördü. Josh odanın kapısını bir tekmede açtı. Küçük hayalet ise onu görür görmez  odanın diğer duvarlarından geçerek kaçtı. Anlaşılan kovalamaca oynamak istiyordu. Josh ne olursa olsun, isterse gün ağırana dek sürsün o hayaleti yakalayacaktı. Koşarak odadan çıktı ve merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya 
başladı. Hayaleti o yönde doğru ilerliyordu.  Hayalet sesi şatonun duvarlarında yankılandı.
''Daha hızlı koşmalısın Josh.'' bu sefer yine gülüyordu. Bu hayalet iyice sinirini bozmaya başlamıştı.

Üst kattaki koridorlardan birinde havada süzülen yarı saydam bir şey gördü. Koridorda daha hızlı koşmaya başladı. Hayalet bir o duvarın bir bu duvarın içinden geçerek Josh'ın kafasını karıştırmaya uğraşıyordu. Koridorda onlarca oda vardı. Hayalet ise en sondaki odanın duvarından içeri girdi ve dışarı çıkmadı. Josh kapıyı bir tekmede açtı. Hayalet karşısında duruyordu.
''Hadi beni yakalasana'' diyerek bu sefer yandaki odanın duvarına girdi.  Josh silahının havada tutarak odanın kapısından çıkıp hayaletin geçtiği odaya girdi. Bu sefer hayalet bir yan odanın duvarına geçti Josh yine onu takip etti ama hayalet çoktan diğer odanın duvarından geçmişti bile.. Josh en sonunda ne yapması gerektiğini anladı. Tüm hızıyla koşarak koridordaki aynı hizada sıralanmış odalardan en sonuncusuna girdi. Havada doğrultuğu silahının tetiğine basarak dördüncü boyut geçidini açtı. Hayalet bu odaya girdiğinde ise çoktan ait olduğu yere göndermiş olacaktı.

Sadece birkaç saniye sonra duvardan hayaletin yarı saydam bedeni geçerek Josh'ın önünde belirdi. Ama hayaletin flu gözleri dehşetle açılmıştı. Kaçmaya çalıştı, ama Josh'ın açtığı diğer boyutun geçidi anafor halinde dönen bir spiral gibi, küçük hayaleti kendine çekiyordu. Hayalet kaçamadı ve hızla açılan geçide doğru sürüklenmeye başladı. Geçitte kaybolmadan evvel çocuk sesiyle şu cümleyi söyledi.
''Hayatının hatasını yaptın Josh!...''  Sonunda hayaletin tüm bedeni tamamen tünelden içeri geçti ve tünel kendiliğinden kayboldu.

Bitmişti. Sonunda hayaleti ait olduğu evrene gönderebilmişti. Derin bir nefes alarak rahatladı. Birden arkasından bir ses duydu.
''İyi işti.'' Dönüp baktığında gelenin ev sahibesi olduğunu gördü. En cazibeli haliyle ona gülümsüyordu. Kadın müziği andıran sesiyle devam etti:
''Bir ödülü hak ettin.''
''Sadece işimi yaptım bayan.''
''Lütfen bana Elise de.''
''Peki Elise, şey burada işim bittiğine göre artık gitsem iyi olacak.''
''Bu kadar çabuk mu?'' Kadının gözleri Josh'a kilitlenmiş bir halde yavaş adımlarla ona doğru yaklaşıyordu Bu kadına karşı koymak imkansızdı. Josh geri adım atamadı. Elise iyice yaklaşarak nefesini Josh'ın hissedebileceği kadar yakınına geldi.
''Hadi, odama gel....'' Josh bu teklife direnemezdi. İç güdüleri onun bu yaptığının yanlış olduğunu söylese de kadının peşinden onu takip etmeye başladı. Heyecanlamıştı ve bu müthiş yaratığın onu odasına çağırdığına inanamıyordu.

Kadın önden yürüyerek ona yol gösteriyor, birkaç adımda bir arakasına dönüp Josh'a gülümsüyordu. Sonunda şatonun en üst katındaki odaya geldiler. Açık pencerelerden içeriye ay ışığı doluyor, esen rüzgar perdeleri uçuşturuyordu. Elise ise odaya dolan ay ışığının aydınlattığı mermer gibi pürüzsüz teniyle nefes kesici görünüyordu. Josh'ın kalbi hızla atmaya başladı. Elise pencereye daha yanaşarak,
''Yanıma gel.'' dedi.
Josh'in hızlanan kalp atışlarını duyabiliyordu. Josh usulca kadının yanına yürüdü ve dudakları istekle kadının yüzüne doğru yaklaştı. Elise ise ondan hızlı davranmıştı. Kan kırmızısı dudaklarını aralayarak açtığı ağzını Josh'in boynuna yapıştırdı ve sivri dişlerini etine geçirdi. Josh daha önce hiç duymadığı bir acıyla sarsıldı. O muhteşem güzellikteki yaratık şu an onun kanını emiyordu. Kaçamadı, vücudundan çekilen kanla tüm gücü tükeniyordu. Kadınsa gittikçe daha çok güçleniyor, uzun zamandır o aptal hayalet yüzünden çıkamadığı insan avının acısını Josh'in tüm kanını emerek gideriyordu. Kan çok lezzetliydi. Birkaç dakikada genç adamın damarlarındaki bütün kanı emdi. Genç adamın kanı çekilmiş cansız bedenini bir köşeye fırlattı. Susuzluğunu gidermenin verdiği hazla uzun ve tiz bir kahkaha attı geceye.  Sesi karanlıkta yankılandı. Ellerini üstünde birleştirdiği göğsünü pencereden dışarı doğru uzattı. Uzaklardan yaklaşan yarasa dostlarının seslerini duyabiliyordu. Yarasalar yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı... Kadın kendini pencereden aşağı doğru bıraktı. Bedeni yarasaya dönüşürken kanını emdiği kurbanına teşekkür etti içinden...


S O N

 


 



   

27
Diğer Fantastik Eserler / Maya / Payal Dhar
« : 15 Haziran 2009, 14:49:40 »

“Kötülükler kara bir çamur gibi bulaşmışsa paçalarına
dikkat et insanoğlu; sonun yakın demektir…”
Maya, olağanüstü güçler taşıdığının farkında değildir. Pek çoğumuz gibi… Her şey, Maya’nın Sonsuzluk Şehri’nden gelen ve sıra dışı bir adam olan Noah ile tanışmasıyla başlar.
"Zamansız" bir yerdir Sonsuzluk Şehri. Gizli bir kum saatinin içinde Zamanın Kumları devamlı akmaktadır. Kumlar’ın tükenişi insanlığın sonunu mu getirecek? Büyük kehanet nedir? Gölge Savaşçıları kimlerdir? Bütün bu soruların cevapları Maya’nın hayatını nasıl değiştirecek?
Çocukluktan genç kızlığa geçtiği bir dönemde Maya’nın yaşadığı olağanüstü bir serüven ve gerçek arkadaşlığın anlamını işleyen fantastik bir roman… İyilik ve kötülüğün içimizdeki gizli savaşı…


Romanın arka kapağındaki yazıdan az çok hikayenin ne olduğu anlaşılsa da biraz daha ayrıntıya girmek istiyorum. Maya on iki yaşında bir kızdır ve Noah adlı gizemli bir adamla tanışmaya başlamasıyla bütün hayatı değişir. Artık Sonsuzluk Şehri denilen bir yerden haberdar olur ve zaman kumlarının koruyucularından biri olduğunu öğrenir. İnsanlığın sonunun gelmemesi için sonsuzluk şehri koruyucularının vermesi gereken büyük bir savaş vardır. Maya burada gerçek bir koruyucu olmak için eğitilirken gerçek dostluğun anlamını öğrenecek ve yeni edindiği arkadaşı Lev ve gizemli yol göstericisi Noah ile olağanüstü bir serüvene çıkacaktır.
 
 İlk sayfalarda zaman zaman kitaptan sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Işığın koruyucusu, aider kehaneti, sonsuzluk şehri… Bunlar da neyin nesi derken birden sıkıcı yaz günlerinde önüme hiç bilmediğim bir dünya açıldığını fark ettim
 
Aslında Maya için fantastik roman görünümlü kişisel gelişim kitabıdır desem abartmış olmam. Çünkü on iki yaşındaki bir çocuğun bir sene içinde olgunluğa ulaşmasını sağlayan doğa üstü olaylar karşısındaki tavrı okuyucuyu kendi iç alemine döndürüyor. Hemen öyle felsefi ya da psikolojik bir kitap olduğunu düşünmeyin. Sadece yazar Payal Dhar anlattığı olaylar karşısında kahramının yaşadıklarını anlatırken okuyucuyu hayerete düşürecek şekilde kendi iç alemine dokunduruyor. Maya bunun için tam bir senesini verdi, ama ben iki günümü. Hiç de fena sayılmaz değil mi?

Ayrıca yazar zaman kavramına da değinmiş romanında. Noah Maya'ya zamanın ne olduğunu sorduğunda ise "Saatlerle ilgili bir şey. Zaman geçer falan. Yani bilirsiniz gece gündüz gibi bir şey..." şeklinde yanıtlıyor. Okurken bir an düşündüm de acaba benim bu soruya verecek cevabım şu on iki yaşındaki ufaklıktan farklı mı olacak diye. Aslında hayır, pek düşünmediğimiz zaman ve ruh kavramları kitapta okuyucuyu sıkmayacak biçimde irdelenmiş.

Bu kitabı okurken sıkılırmısınız, yoksa benim gibi bir sonraki sayfayı çevirmek için sabırsızlanmaya mı başlarsınız bilemem. Ancak fantastik kurgunun içine yerleştirilmiş felsefi düşüncelerle zenginleştirilen bu esere kitaplığınızda yer açmanızı tavsiye ederim. :)

Sayfa: 1 [2]