Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - TheWalkingIdeas

Sayfa: 1 ... 21 22 [23]
331
Vakıf Serisi / Ynt: Çelik Mağaralar - (Caves of Steel)
« : 29 Ocak 2015, 02:09:53 »
Geçen sene okumuştum, blogumdaki yorumu kopyaliyorum doğrudan,

"          Okuduğum ilk Asimov kitabı oldu. Distopya ve sosyal bilimkurgu dediğimiz türleri zevkle okuyan ve hayranlık duyan biri olarak aldım bu eseri. Dedektiflik ve gizem konulu kitaplar ilgimi hiçbir zaman çekmemiştir, bu kitabı da distopya okumak için aldım. Kitabı okurken büyük zevk duydum, serinin devamını da almaya çalışacağım zor bulunuyor olması üzücü.
           Kitabın en hoşuma giden yönlerinden birisi doğrudan bir taraf veya düşünce bildirmeden kurgulanmış olması. Baley'nin arada bir karakter oluşu kitaba derinlik katmış. Aradığım distopyayı bu kitapta buldum diyebilirim büyük şehirlerin dev mağaralara benzetilmesi harika bir bakış açısı. Robotların tamamen mantıkla hareket ettikleri ve duygudan yoksun olduları için, din ve vicdan gibi kavramları anlayamamaları pek bilimsel bir yaklaşım olmuş. Belki de dinin mantıksız bir kavram olduğunu da iğnelemek istemiş olabilir Asimov.
            Kitabı en mükemmel yapan yanı ise tamamen bir türe bağlı kalmamış olması: Toplumu eleştirdiği için bir sosyal bilimkurgu, gelecekte dünyanın değişmiş oluşundan bahsetmiş olması ise kitabı hem bir distopya hem de post apokaliptik bir roman yapıyor. Bilime sıkı sıkı bağlı kalmış olması katı bilimkurgu haline sokarken fark ettiniz mi bilmiyorum kitap aynı zamanda bir cyberpunk, teknolojinin hayata kötü(iyi olduğunu da düşünebilirsiniz) etkisinden bahsediliyor, konu itibariyle de dedektiflik içeriyor. Bunların hepsinin bir arada bulunması ise bence yazarlara bir türe katı bir şekilde bağlı kalmadan yazmaları gerektiğini öğüt veriyor."

332
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Ynt: Solaris
« : 28 Ocak 2015, 01:48:31 »
Herkes tarafından okunması zor bir kitap olarak görülse de okumakta pek güçlük çektiğimi söyleyemeyeceğim. Fakat kabul ediyorum ki birikim gerektiren, kurgusu ve içerdiği tasvirlerin üstünlüğü bakımından oldukça güçlü bir eser.

Eseri klasik bir uzay yolculuğu kitabı gibi okumamak gerek. Lem'in üzerinde durduğu konu bence kesinlikle insan psikolojisi. Derin psikolojik analizler barındıran bir eser. Astronotların birbirleri ile olan iletişimi ve kuşkuculuğu, keşfetmeye çalıştıkları gezegendeki olağan dışı olaylara karşı verilen tepkiler bir bütün olarak değerlendirilmeli. Benim en hayranlık duyduğum tarafı ise kuşkusuz deniz tasviri; bir deniz nasıl bu kadar farklı ve ilginç hayal edilebilir, denize neredeyse bir ruh ve canlılık kazandırılabilir ve üstüne üstlük biri hayal ettiklerini nasıl bu kadar muazzam şekilde sözcüklere dökebilir anlamak gerçekten çok zor.

Ek bir tavsiyem olacak kitabı okursanız ki bence mutlaka okumalısınız, bitirdikten sonra Tarkovski'nin yönetmenliğini yaptığı 72 yapımı filmi izleyin. Çoğu filmde hayal ettiğinizden çok daha vasatı bize sunulmuş olur genelde. Fakat Tarkovski gerçekten muazzam şekilde aktarmış beyaz perdeye, kendisine ayrıca hayran kaldığımı söylemeden edemeyeceğim.

333
Ütopya/Distopya / Gelecekten Anılar - William Morris
« : 27 Ocak 2015, 00:53:39 »

     William Morris’in 1890 yılında yazdığı orijinal ismiyle “News From Nowhere” ütopyası Ayrıntı Yayınları tarafından 2002’de “Gelecekten Anılar” ismiyle basıldı. Kitap isminin tam Türkçe çevirisi “Hiçbir Yerden Haberler” olsa da ben bu adın kitap için daha uygun olduğu kanısındayım. “Hiçbir Yerden Haberler” ismiyle Say ve Kaos Yayınları tarafından yeni baskısı bulunmasına karşın Ayrıntı’nın kitaplardaki özverisine güvenerek, baskısı tükenmiş olmasına karşın zor da olsa kitabı edindim. Diğer baskılardan okuyan arkadaşlar varsa veya olursa konunun altına farklılıkları -ve tabi yorumlarını- eklemeleri, başka okurların da karşılaştırma şansı bulması açısından güzel olur. Ben bu baskı ve çeviriden oldukca memnun kaldım, ufak tefek harf hataları dışında da hata bulamadım.

     William Morris, bilindiği üzere şair, desinatör, ressam, mimar, el sanatları ustası ve yayınevi sahibi, hayatını sanata ve çalışmaktan zevk almaya adamış biridir. Yaşadığı dönemde sanayileşmenin getirdiği toplumsal sorunlar üzerinde durmuştur. Kendisi ilk ingiliz sosyalistlerindendir, döneminde ve ilerisinde birçok insanı etkilemiştir.

     Morris, Gelecekten Anılar’ı birlik üyeleri için yazmış ve Sosyalist Birlik’in Commonweal gazetesinde 1890 ocak-ekim arasında yayınlamıştır. Daha sonra kitap halinde bastığında ufak tefek değişiklikler yapması dışında ilk halini korumuştur.

     Konudan olabildiğince az bahsedip düşünceleri üzerinden gitmeye çalışacağım, okuma zevkinin hiç azalmaması için. Ana karakterimiz William Guest, bir gece evine döner, uyur ve kalktığında kendisini aynı yerde farklı bir zamanda bulur. En başta bunun farkına varmaz, evden dışarı çıkar ve etrafı inceler, uykunun verdiği mahmurlukla. Sonrası ise kısacası Morris’in hayal ettiği sosyalist toplumu anlatması, devamından bahsedersem okuma keyfini kaçırırım eminim.

     Morris hikayeyi doğup büyüdüğü, yaşadığı coğrafyada anlatır. Hikayenin çoğunda da yaşadığı yerlerden bahseder hatta kendi yaşadığı evlerin isimlerini kullanır. Morris’in hayatını ufak bile olsa bir okursanız kitabın neredeyse kurgulanmış bir otobiyografi olduğunu düşünürsünüz. Sanayileşmenin insanları kapitalist düzene daha da bağlayacağından korkar ki çokta haksız sayılmaz. Morris tam bir “ortaçağcı”dır. Eskiyi sever ve doğaya olan bakışı, düşkünlüğü hayranlık uyandırıcıdır. Makineleşmenin -ilerleme,modernleşme,gelişme- insanlığı -bozuk- düzene bağlayacağını öngörür. Onun için hayatın özü “İnsanın yaptığı işten zevk alması”dır.

     Morris, hayattaki her problemin mülkiyet edinme yüzünden çıktığını düşünüyor. Mülkiyet olmazsa paraya ihtiyaç kalmaz. Para olmaz ise sınıf ayrımı olmaz. Morris’in şu sözü asla aklımdan çıkmayacak, “Ülkenin adaletsizliğinden dolayı insanları ülkeye düşman eden zengin bir sınıf olmayınca nasıl suçlu sınıflarımız olabilir ki?” Demek istediği efendi-işçi ilişkisi yok olursa adaletli bir toplumun kurulması için temel adım atılmış olur.

     Morris’in doğaya bakışı, eğitim sistemine olan eleştirisi, cins ayrımcılığına olan karşı çıkışı, eşitlikçiliği ve kanunlara karşı anarşist ruhu benim için hayranlık verici. Ben, insanların yaptıkları her şeyin ancak ve ancak içten geldiği zaman anlamı olacağının düşüyorum; baskı ve zorunluluk dahilinde yapılan her şeyin anlamsızlaştığı görüşündeyim. Morris de bu görüşüme paralel düşünüyor. Şunu da belirtmek gerek ki boş bir fikir atmıyor ortaya, yarattığı karakter -bence kendisi-  “gerçek” diye tabir ettiğimiz dünyadan biri ve hayal ettiği dünyada yaşayanlara karşıt görüşte eleştirir pozisyonda duruyor. Karşı çıktığı her şeyin ise mantıklı bir açıklaması ve olması gereken şekli hikayede var. Böyle olmamalı diyip bırakmak yerine olmamasını istediği şeylerin yanında nasıl olması gerektiğini de anlatmış.

     Ütopyadan ziyade fazlasıyla distopya okuyan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, kitapta bazı çelişilen yerlerin olmasına rağmen, karakterlerin zayıf kalmasına rağmen son zamanlarda okuduğum en harika kitap. Okuma zevki, merak ettirme duygusu ve macera okuyormuş hissi vermesi kitabı daha da güzel kılıyor.

     Farklı veya aynı görüşte olun, bence bu kitap okunmaya değer.

334
Tartışma Platformu / Ynt: Yazamıyorsak Ne Yapsak?
« : 24 Ocak 2015, 12:59:51 »
Kitap yazmak yada başka bir deyişle duygularımızı aktarmak bir kurguya oturtmak veya kurguyu kenara bırakıp deneme yazmayı denemek, planlı olarak oturup üniversite sınavına hazırlanırmış gibi yapılacak bir şey olmamalı veyahut satış kaygısı yaşayan yazarlar gibi yapmak. Bence bunu kendinize dert etmek yerine hayatınızı dolu dolu yaşamayı deneyin, farklı yerler görün, farklı müzikler dinleyin, yeni insanlarla tanışın, hiç bilmediğiniz kitaplar okuyun, farklı yiyecekler yiyin veyahut için; içinizdeki cümleler istemeseniz de açığa çıkacaktır.

335
Konusu bakımından beni heyecanlandırdı. Tam okumak isteyeceğim türden bir kitap. Hemen listeme ekliyor, paylaşım için teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim, bu bölüm en az ilgilenen ve yenilenen bölümlerden biri vakit buldukça bu bölümü doldurmaya çalışacağım -bundan sonra- . Umarım okuduğunuzda beğenirsiniz

336


     Arthur Koestler’in 1940’ta yazdığı roman Doğu Distopyası diye nitelendirdiğimiz SSCB, Polonya, Macaristan ve Çekoslavakya’nın içinde bulunduğu coğrafi bölgede Stalin’in totaliterliği korkusu üzerine yazılmıştır. Kendi türdeşlerine verebileceğimiz en önemli eserler: Zamyatin’in Biz’i, Andrei Platonov’un Çukur’u Vassily Grossman’ın Yaşam ve Yazgı’sı olabilir.

     Koestler’in bu eseri Stalinizm’e bakış açısından Orwell’in görüşleriyle paralel görülür. Koestler’in bu eseri 30’larda uzun süre hapishanede kalıp işkence görmüş arkadaşından esinlenerek yazdığı söylenir.

     Roman Rubashov’un kapısının şiddetle yumruklanması üzerine gözlerini açarak askerleri karşısında bulmasıyla başlar, tutuklanıp hapishaneye götürülür. Rubashov ülkedeki rejmini değiştirmek isteyen ve Kapitalizmi savunan bir muhalif partinin kurucularından, önde gelen isimlerinden biridir. Muhalif parti sürekli güç kaybeder fakat Rubashov bunu kabul etmek istemez ve kendini kandırırcasına bunu reddeder. Bir gün parti üyelerinden Richard’la buluşurlar. Richard partinin üst yönetiminden gönderilen broşürleri basmak ve dağıtmakla görevlidir. Fakat Richard parti yönetiminin görüşlerini benimsemediği için kendi görüşlerini basar ki ben de çok haksız olduğunu düşünmüyorum. Bunları yaparken de ailesinden ve yaşamından tavizler verir, kaçak gibi yaşar. Rubashov görüşme sonunda imalı bir dille onu ihbar edeceğini söyler. Rubashov bunun gibi nice davranışta bulunur, duygusallıktan uzak biridir ve tek amacı partinin çıkarlarıdır ki bu yüzden insan canlarını bile hiçe sayacak kadar ileri gider.

     Rubashov, hapishanede Ivanov’la karşılaşır.Ivanov tabur komutanıdır, eskiden beraber çalıştığı bir arkadaşıdır kendisi. Bir tanıdığı daha aynı hapishanededir ve daha nicesi ya idam edilmiş ya da yurtdışına kaçmıştır. Dahası spoiler olacaktır. Baskı, çeviri ve okunuş açısından izlenimlerimi aktarayım.

     İletişim Yayınları tarafından basılan eser hala yeni baskısıyla bulunabiliyor, malum ne kadar değerli eser varsa baltalanıyor. Çevirmeni Pınar Kür. Çevirisi gayet akıcı. Bende 2011 baskısı var, akılda kalıcı ciddi bir hata hatırlamıyorum. Aklımda kalan tek baskı hatası içindekiler bölümündeki “üçüncü sorgulama” için sayfa sayısı 103 yazılmış, doğrusu 163 olacak. Yeni baskısındaki kapak daha bir hoşuma gitti.

     Kitap, 3 sorgulama ve “Dilsel Kurmaca” isimli bölümle beraber 4 bölüme ayrılmış. Eseri genel olarak sevdim. Fakat fantastik edebiyat seven insanların aradığı aksiyonları ve heyecanı bulabileceğini sanmıyorum. Çok düz şekilde ilerliyor, pek bir heyecanlandırıcılığı yok açıkcası. Daha çok sistem eleştirisi, içsel sorgulama ön planda. Kitabı nasıl tanımlayabilirim, distopik bir eser fakat Bilimkurgu’nun alt dalı olarak alabileceğimiz bir Distopya değil. Fazlasıyla tarih ve otobiyografi kitabı okur gibi hissediyorsunuz.

     Ben Distopya/Ütopya edebiyatına tutkun biri olarak, eğer bu türü seviyorsanız okumanız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çok sayıda batıcıl distopya varken, “Doğu Distopyası” diye adlandırdığımız kesimde sayılı eser mevcut. Ayrıca eklemek istediğim her bölüm sonuna karakterin düşüncelerinin temelini oluşturan bazı alıntı cümlelere yer verilmiş, kitaba hoşluk katmış.

     “Kimi kez sözcükler gerçekleri gizlemek amacıyla kullanılmalıdır. Ancak bunu öyle bir biçimde yapmalı ki, ya kimse farkına varmasın; ya da, mutlaka birinin dikkatini çekecek olsun.”

     İçinizdeki anarşi ve özgürlük fikri hiç sönmesin.

337
Mina Urgan’ın muhteşem “Sonsöz”ünden sonra daha iyi bir analiz, değerlendirme metni yazılamaz diyerek ayrıca utanarak -bu sonsöze ilave bir şeyler yazmaya kim utanmazki-  yazıma başlıyorum.

Hem Mina Urgan’ın çevirisi çok güzel hem de baskı aynı şekilde, tek harf hatası bile görmedim.

Herkesin tanıtımdan klasik “Mercan Adası” benzeri romanlardan sanıp okumadığı bir kitap, kitabın sonunda da okurların bu klasik eseri dünüşeceğini bilerek aynı kitaptan bahsetmiş Golding.

“Atom Çağı” diye tabir edilen dönemde, bir savaş bölgesinden uzaklaştırılmak için uçakla kaçırılan çocukların, uçağın kaza yapması sonucu bir mercan adasına düşmesiyle başlıyor serüven.

Çocuklar ve özellikle Ralph, adaya ilk çıktıklarında pek bir endişe belirtisi göstermeksizin adeta bir cennet gibi tasvir edilen adayı benimseyip tatil gibi görüyorlar. Belki savaştan uzaklaştıkları için belki eğitim baskısı ve sıkıcılığından kurtuldukları için belki de sorumluluklarından kaçtıkları için ada hoş geliyor. Ralph adaya ayak bastığında ilk tanıştığı kişi Domuzcuk oluyor. Ralph düzgün görünüşlü bir çocukken, Domuzcuk şişe dibi gözlükleriyle ve kilolu bedeniyle diğerleri için “düzgün” sözcüğünün dışında kalıyor. Domuzcuk oldukça zeki bir karakter olmasına karşın fiziksel görünüşü, şivesi ve toplumsal tabakanın alt kısmında gözükmesinden dolayı dışlanıyor.
Golding’in insanların herşeye rağmen fiziksel önyargılara takılı kaldıklarını düşündüğünü sanıyorum.

Domuzcuk ve Ralph şeytanminaremsi diye tanımladıkları bir deniz kabuğu buluyorlar, oldukça yüksek bir ses çıkaran adeta megafon görevi gören bir deniz kabuğu. Bu deniz kabuğu sayesinde adaya dağılmış diğer çocuklar da aynı yerde toplanıyorlar. En son bir Katolik kilisesinin koro grubunu yöneten Jack ve dahilinde korosu askervari bir tavırla toplantı yerine geliyorlar. Bir lider seçimi yapılıyor, kimin borusu öterse o seçilir misali Ralph seçiliyor.

Domuzcuk tüm hikaye boyunca Ralph’in akıl hocası görevinde, Ralph genelde Domuzcuk hakkında kayda değer şeyler düşünmese de hikaye ilerledikçe ona olan güveni ve saygısı artıyor. Adadaki önerilen ve yapılan birçok şey Domuzcuk’un Ralph’e önerisi.

Başka bir ayrıntı ise Domuzcuk birçok konuda akıl verirken hiçbir işe elini sürmemesi, konuşan fakat çalışmayan aydın tiplemesi sergilemesi. Diğerleri yiyecekten başka birşey düşünmez iken Domuzcuk güneş saati gibi kültürel gelişimi düşünen önerilerde bulunur.

Adadaki hemen her karakter iyi ve kötü yönler sergilemekte, Golding zaten insanın benliğindeki iyi-kötü kavramını ortaya koyuyor. Tamamen iyi -saf- olan tek karakter Simon, aynı şekilde işkenceden zevk alan ve tamamen kötü olan tek karakter ise Roger.

Hikayede Jack’in önemli bir yeri var. Zamanla insanlığını yitirip faşist tutumlara bağlanıp kalıyor. Deniz kabuğu ile gelen demokrasiyi yıkıp kendince kabilesini kuruyor ve kendi diktatoryasını inşaa ediyor.

Herkesin okurken kolayca yanılsamaya kapılabileceği gibi her insanın içinde kötülük olduğunu anlatmak istediğini düşünmüyorum Golding’in. Bu daha çok her insanın içinde iyi-kötü mücadelesinin varolduğunu anlatmak gibi.

Çoğu kişi şu bahsettiklerimden bahsetmiştir.Dikkatimi çeken başka bir nokta daha var: Tamamen iyi olarak oluşturulan karakter Simon, bu iyiliği karşısında hiçbir yarar görmediği gibi deli olduğu düşünülüyor.

Spoiler: Göster
Ve hatta sonunda vahşice öldürülüyor.


Bence Golding, iyiliğin karşılığını bulmayacağını düşünüyor ki ben de bu kanıdayım. Adalet kavramını da reddetdiğini düşünüyorum Golding’in anlattıklarıyla. Daha da bahsedersem fazla spoiler olacak gerçi olacağı kadar oldu ama bu kadarı yeterli sanıyorum.

Son olarak eklemek istediğim: Golding’in Orwell’in muhteşem eseri Hayvan Çitliği’nden etkilenmiş olduğunu düşünmem, tabi okuduysa ki bu mümkün eserler arası 9-10 sene kadar zaman farkı var. Olay örgüsü ilerleyişi, imgeler, kurulan düzen ve düzenin yıkılması, karakterler ve daha çok bir konuda Hayvan Çiftliği’ne benzediği kanısındayım.

Ben çok sevdim, okuyun ve okutun.

338


         Gümüş Çekirgeler namıdiğer Mars Yıllıkları, Ray Bradbury’in 1950 yılında yazdığı küçük öyküler topluluğu diye nitelendirebileceğimiz kitabıdır, ismi konusunda çeşitli rivayetler bulunsa da Bradbury’in koyduğu isim Mars Yıllıkları’dır. Fakat İngiliz yayıncı Gümüş Çekirgeler ismini kullanarak basmıştır.


         Türkçe’ye çevirilmiş 2 farklı baskı bulunuyor, biri Baskan Kurgu-Bilim dizisinde bulunan 1984 baskısı Gümüş Çekirgeler ötekisi ise İthaki baskısı olan günümüzde yeni baskısını bulabileceğimiz Mars Yıllıkları. İthaki baskısı 382 sayfa olmakla beraber Baskan Yayınları baskısı 227 sayfadır, Baskan’ın basımının eksik olduğu söylenir ki bu kadar sayfa farkından doğru olduğunu varsayıyorum çünkü henüz İthakı baskısını okumadım. Baskan Yayınları’nın Kurgu-Bilim dizisine hayran olduğum için çekinmeden Gümüş Çekirgeler’i aldım. Çevirisinden memnun kaldığımı söyleyebilirim, gayet düzgün anlaşılabilir bir Türkçe ile çevrilmiş; belki ufak tefek harf hataları var ama çok az sayıda. Diğer baskısını okuduktan sonra farkılıkları da bu metnin altına ekleyeceğim. Spoiler vermeden düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım.


         Öyküler günlük vari bir şekilde yazılmış. Ocak 1999-Ekim 2026 arası tarihlendirilmiş 26 adet -umarım doğru saymışımdır- öyküden oluşuyor. İtiraf edeyim okurken Fahrenheit 451’i okurken aldığım zevkten fazlasını aldım. Tabi hangisi daha iyidir hala büyük bir tartışma konusu.


         Dünyada uzay teknolojileri gelişmeye başlamıştır, insanlar uzaya gitmeye merak salmıştır. Bir yandan bir dünya savaşı çıkıp dünyanın yok olacağı, büyük bir nükleer savaşa sürükleneceği gündemdedir, insanlar Mars gezegenini bir kaçış olarak görürler. Kimisi savaştan kaçmak ister, kimisi hayatını tümden değiştirmek ve dünyadaki düzenden -düzensizlikten, bozuk düzenden- kaçmak kurtulmak için Mars’ı seçer. Öykülerin geneli birbirine bağlı bazıları ise birbirinin devamı gibi veyahut farklı öyküdeki bir karakterden başka bir öyküde bahsediliyor.


         Aya giden ekipler var, sırasıyla gönderiliyorlar, hepsi farklı farklı sorunlarla karşılaşıyor. Karşılaşılan sorunlara karşı verilen tepkiler ve olay örgüsü, kurgulanışı muazzam. İnsan psikolojisi, yalnızlık, düzene karşı çıkış, ırkçılık ve bağlılık-birliktelik konuları üzerinde durulmuş. Ne kadar bir bilimkurgu eseri de olsa bir distopya da olsa Bradbury, kendine özgü tarzıyla “insan” kavramı üzerinde durmuş. Seferlerle başlayan kitap daha sonra Mars’a yerleşmiş insanlar üzerinden devam ediyor. Bir çok öyküde ince mizah anlayışıyla gülümsettiği gibi düşündürüp kendimizi de sorgulamamızı sağlıyor Bradbury. Irkçılık üzerinde durulan öyküsü hem gülümsetti hem de tiksindirdi beni. Bir de yalnızlık duygusu içinde geçen bir öyküsü var, kadın-erkek ilişkileri üzerine durulmuş olduğunu düşündüğüm bu öykü de bolca gülümsetti beni. En çok hoşuma giden öyküsü ise “Usher II” isimli olan oldu, öyküdeki ince mizah ve hayalgücüne alaycı, kısıtlayıcı hatta yasaklayıcı tavırla yaklaşan insanlara yöneltilen bir eleştiri gördüm, biraz da mevcut düzen ve sisteme.


         Özetle, her bilimkurgu severin kitabı okumasını gerektiğini düşünüyorum. Okurken hem eğlenecek, hem sorgulayacak hem de özeleştiride bulunacaksınız. Vicdanınızı da sorgulayacaksınız.Spoiler vermeden anlatabileceklerim bu kadar.


         Bol hayalgücü ve vicdan diliyorum.

339
Oyunlar / Command & Conquer: Red Alert 2
« : 03 Ocak 2015, 11:41:27 »

          
             Westwood Studios tarafından hazırlanan oyun EA Games yayıncılığında piyasaya 2000 yılında sürüldü.Gerçek zamanlı bir strateji oyunu olan Red Alert serisinin devamı niteliğindedir. Oyun 1970’lerin başında Sovyet kuvvetleri ve Amerika arasında geçer. Çıktığı döneme göre gelişmiş multiplayer özellikleri bulunan oyun için 2001 yılında bir genişletme versiyonu olan Yuri’s Revenge çıkarılmıştır.

               Senaryosundan bahsedip spoiler vermeyeceğim. Bu teknik bilgileri kenara bırakırsak, yıl 2000 yeni yeni bilgisayar kullanmaya başlamışım. Pcde oynadığım ilk oyun RA2’dir ki aynı zamanda pcde en çok oynadığım oyun niteliğine de sahip. Hafızamda, “Conscript Reporting” , “Construction Complete” , “Engineering” ve “Cover Me” replikleri yer etmiştir. İlkokulda “gel kantır atak” diyenlere karşı -csyi de pek severim- bizim gibi RA2 “kapışan” elit insanlar vardı. Ayrıca çok fazla ek mod çıkartılmış bir oyundur ki bunlardan bazılarına yazının devamında yer vereceğim. Sistem gereksinimleri günümüz oyunlarının gereksinimleri ve bu oyunun başarısıyla kıyaslanınca komik gelecektir.



   


               Silah teknolojileri abartılı olmasa da oyundaki zamanın biraz ilerisindedir. Çok güzel haritalara da sahip oyuna harita ve mod eklemek ise inanılmaz kolaydır.Senaryodaki geçiş videoları olsun, senaryo olsun veyahut oyunculuklar, öyle güzel hazırlanmış ki hep aklımda kalmıştır. Özellikle oyun yüklenirken veyahut bazı geçiş yerlerinde çıkan silah ve araçları -ve Tesla'yı- tanıtan görseller hep bilime olan merakımı arttırmıştır. Kesinlikle atlanmaması gereken bir nokta ise oyunun müzikleri çok çok muhteşemdi, linklerini paylaşacağım. Efekt sesleri olsun intro müzikleri olsun gerçekten örnek alınası bir oyun.

                2000-2011 arası yoğun şekilde oyun oynamış, onlarca oyup satın almış ve bitirmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki oynadığım en zevkli ve en güzel oyundu. Birkaç senedir oyunlardan uzak kaldım fakat yeni bir bilgisayar edindiğimde kuracağım ilk oyun olacak kesinlikle.Hala oynamaya çağırılsam, oynamış insanlar bulabilsem koşarak gideceğime eminim.


Oyundaki Oynanabilir Ülkeler:


Sistem Gereksinimleri:
Microsoft Windows 95/98/2000/NT/XP,
266 MHz Pentium II İşlemci,
64 MB RAM, (3-8 arası çoklu oyun için 450 MHz işlemci ve 128 MB RAM ihtiyaç duyar)
4x CD-ROM,
2 MB Ekran Kartı,
DirectSound-compatible Ses Kartı


Oyunun Introsu
http://www.youtube.com/watch?v=fnd0qg4I_MM


OYUN MÜZİKLERİ
En Bilindik Oyun Müziği : Hell March 2

http://www.youtube.com/watch?v=9WqwFhX6Cqg

1 Saat 32dk Oyun Soundtrackleri Videosu

http://www.youtube.com/watch?v=fqlb0p11RcE


OYUNUN EN BİLİNDİK EK MODLARI (Resmi Olmayanlar)
-Overkill Mod
-Deezire Mod
-Apocalypse Mod

Oynanış Videosu

http://www.youtube.com/watch?v=HxBhEJEMwB8

340
Ütopya/Distopya / Ynt: 1984 - George Orwell
« : 03 Ocak 2015, 10:56:23 »
1984 benim düşünce yapımı değiştiren, biçimlendiren ve distopya edebiyatına merakımı uyandıran kitaptır.En etkilendiğim ve en sevdiğim roman, çok uzun zaman değişeceğini sanmıyorum.
O'Brien karakteri henüz tanıdığım yaratılmış en korkunç ve en zeki karakter olsa gerek. Kelimelerin yok edilip dilin küçültülmesi ile insanların düşünce özgürlüğünü kısıtlamak ise ne muhteşem zeka gerektiren bir olaydır. Özetle kitaptan böyle bahsedebilirim çünkü devam edersem ayrı bir konu açıp paylaşılacak kadar uzun bir yazı olacak.

Sayfa: 1 ... 21 22 [23]