Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Skald Harald

Sayfa: 1 [2]
16
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 11 Kasım 2015, 13:19:06 »
One Flew From the Cocoo's Nest. Klasiktir, izlenmelidir. 9,5/10

17
Orta Dünya Günlükleri / Ynt: Dagor Dagorath
« : 11 Kasım 2015, 09:02:08 »
Çevirin güzel bence. Ama benim bu kurgusal kıyamette tek ilgilendiğim nokta Melkor'un Turin Turambar tarafından öldürülmesi oldu. En çok duygu burada var. Geri kalanına baktığımda klasik Tolkien'i görüyorum. Savaş tek yol gibi yine. Bence burada Yüzüklerin Efendisi eleştirilmeli. Her zaman savaş tek yol mudur? Kıyamette bile?

18
Açıkçası hiçbir şey, şöyle bir sahafları gezip aradığınız kitapları bulmaya benzemez. Büyük bir zevktir. Bir arkadaşınızı yanınıza alıp oraları karıştırıp, aramadığınız bir şeyi bile ucuza bulmak imkanınız vardır. Thorgal serisinin bir kitabını öyle buldum mesela. Belki evinize uzak olabilir ama Beyazıt'taki veya Bakırköy tren yolu üstündeki sahaflara gitmek en güzelidir.
Ha bir de bizim orada kendi çapında bir kitabevi olan ilginç bir amca var. İkinci el kitap alıp satar. Sun Tzu'nun Savaş Sanatı  eserini bulup almışlığım vardır. İş böyle olunca hem esnaf kazanıyor hem de siz çoğunlukla ucuza kitap alabiliyorsunuz. Bana kalırsa bu,    süslü kitap mağazalarından kitap bakıp almaya yeğdir. İnternetten de tabii. İnsan alışveriş yapa yapa onları mutlu ediyor. Her taraf kazançlı.

19
Olmaz mı. Okuduğum kitaba olabildiğince hak veririm ve bitirmeye çalışırım. Adetim olmasa da bazen bırakırım ama mutlaka geri dönerim. Mesela Charles Dickens'ın Büyük Umutları'nı yarısında bırakıp, bir hafta sonra bitirmiştim. Ve bana çok da şey kattı. O yüzden   bitirmeye odaklanmak en iyisi.

20
İnsan mutlu oluyor. Sonra kitabı okuyorsunuz. "Ben napıyorum lan hayatta?" diyorsunuz. Bana bu duyguyu verdiği için Elric'e teşekkürler. :)

21
Kurgu İskelesi / Grænlendinga Saga
« : 10 Kasım 2015, 11:05:28 »

Spoiler: Göster
Tanıtım:
"Ósnjallr maðr
hyggsk munu ey lifa
ef hann við víg varask;
en elli gefr
honum engi frið,
þótt honum geirar gefi."

"Aptal adam
sonsuza dek yaşayacağını sanar
kaçarak savaştan;
Ancak yaşlılık vermediğinde huzuru,
Mızraklardır onu bağışlayacak olan."

(Hávamál - 16. öğüt)

M.S. 985. Dünyada Viking Çağı yaşanmakta. Genç Tyrker'in kaderinin, kölelikten savaşçılığa, oradan da babalığa nasıl dönüştüğüne tanıklık edin. Bir yandan keşfetme arzusu bir yandan da aşkına kavuşma isteği ile yanan Tyrker, tarihin nasıl yazıldığına tanıklık edecektir.

"Kara dalgaları aşıp, karların arasından fiyortlara, oradan da Midgard'ın sınırlarına varacağız. Var mısın Tyrker?"

"Varım."
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                          

                          

 
-SAGA-

 Ben Türker. Benim içlerinde yaşadığım insanlar bana Tyrker veya Tyrkir derler. Siz bunu okuduğunuz anlarda ben ve yaşantım çoktan tamamlanmış, geriye kemiklerim kalmış olacak.

Efsaneler, Büyük Kağan Attila ve Hunların atalarımız olduğunu söyler. Avrupa'nın ortasında bir köyde doğdum. Çiftçi bir ailenin beşinci oğlu olan ben Türker, zayıf bir oğlandım. Hayatımın değişmesi bir baskın ile oldu.

Kuzey tanrılarının oğulları geldiler. Vikingler geldiler köyümüze. Yakmışlardı her yeri, bırakmamışlardı en ufak bir insan evladını canlı.

Elinde baltasıyla bir Viking savaşçısının yaklaştığını hatırlarım. Beline inen örgülü saçları, zincir zırhıyla yaklaşmıştı bana.

Ve o Viking beni bileğimden yakaladı ve kaptığı gibi götürdü uzaklara.

Baktım ki geriye, hiçbir şey kalmamış iki taştan başka.
Yanıyordu topraklar, can çekişiyordu insanlar.
Gidiyordum bir ben uzaklara, ağlaya ağlaya.



İşte dostlar, ben Türker'in hayatı böyle başladı, bir Viking'in beni kaçırmasıyla. Irgatlıktan başka yoktu bir bildiğim. Onun gibi pek çok Viking'in olduğu bir gemiye bindirdiler beni. Ejder biçimliydi pruvası, "Drakkar!" diye bağırıp kürekler çeke çeke aştılar denizleri, aylarca yollar katettiler.

Fırtınalar aşıldı, dalgalar yenildi.
Kürekler çekildi, yelkenler gerildi.
Kılıçlar bilendi, kalkanlar temizlendi.
Şarkılar söylendi, içkiler içildi.



Sonunda görüldü kuzey toprakları.

Görünce karayı, kara dalgalar arasından, bağırdılar sevindiler. Beni kapan savaşçı da beni bileğimden tutup indirdi iskeleye. Bir liman vardı önümde.

Bir liman ki, boy boy gemiler.
İnsanlar ki, uzun ve sarışın.
Evler var ki, oyma tahtadan.
Bir koku var ki,

Denizin tuzu ve çam reçinesi birbirine karışmış.


Beyazdı gök, yeşildi etraf.




O yerlerin arasından, insanla dolu bir pazara getirildim ben. Bileğimi tutan Viking savaşçısının eline bir kese altın verildi. O da beni karşımda duran şişman bir Viking'e verdi.

Bana baktı, evirdi çevirdi.
Kaba saba sözler söyledi.
Anlamayınca dövdü beni.
Atlarına saman taşıttırdı bana.




Bir köle olduğumu on iki yaşımda anlayabildim. Bana sürekli "Thrall!" diye bağırıyorlardı. Bu onların dilinde ilk öğrendiğim kelimeydi. Thrall bendim, köle demekti.

Aradan uzunca zaman geçti. On beş yaşıma geldiğimde artık yetişkindim. Beni diğer kölelerle çalıştırıyordu. Onların dilinden hâlâ çok az anlıyordum. Pazarda biri bizi satın alsın diye çıplak gezdiriliyorduk, sadece edep yerlerimiz örtülüydü.

Sonra bir kız getirdi başka bir Viking savaşçısı. Gözleri gökler kadar mavi, saçları alev gibi kırmızı.

Köle yaptılar onu da,

Mal taşıttırdılar,
Yemek pişirttiler.
Ve bir gün geceleyin,

Onun kızlığını almaya karar verdiler.




Nereden geldiğini bilmediğim ve tanımadığım, uzaktan görerek sevdiğim bu kızcağıza el kaldırdı sahibim. Şişman köle başı, gözümün önünde genç kızı ısırdı ve kıyafetlerini soydu. Açık kapıları arasından bir bendim buna şahit olan.

Bürüdü gözümü kan.
Aldım bir hançeri elime.
Daldım odaya ümitsizce.




Ben girdiğimde kızın ağlaştığını, adamın da zavallının üstünde azgın köpek gibi inip kalktığını gördüm. Zevkinden, iniltisinden beni fark edemeyen sahibimi arkadan bıçakladım, kanını elime bulaştırdım.

Genç kızı kurtardım ama bedeli ağır oldu.

Bunu duyan muhafızlar koştu geldi. Beni tutup meydana çıkardılar, bana bakar oldu herkes.

Ve karşımıza bir adam çıktı.
Thorvald'dı adı.
Bir Vikinglere bir de bana baktı.
Onu görünce çekildi muhafızlar iki yana.
Çenemi kaldırıp baktı bana.


Gözümün içine konuştu, benim dilimle:

"Adın ne senin?"

"Türker." dedim.

"Neden seni tutmuşlar böyle?"

"Ben sahibimi öldürdüm."

"Niye öldürdün?"

"Kölesi olan kızı tecavüze kalkıştı."

"Ya öyle mi?"

"Öyle efendim."

"Peki ben bir kıza tecavüz etsem, beni de öldürür müsün?"

"Evet." dedim kaybedecek bir şeyim kalmadığından emin olarak.

Sarı saçlı, iri yarı adam sırıttı ve son kez konuştu:

"Artık benimsin Tyrker."



Dostlar! Zanettim ki beni ölüm bekler. Meğer beni alan adam Thorvald Asvaldsson imiş, soylu bir Viking'miş. Oğlunun adı da Erik'miş, genç ve yağız bir Viking delikanlısı.

Uğruna öldürdüğüm kızı da yanına aldı soylu Thorvald, artık onların kölesiydi.

Thorvald benim dilimden konuşurdu. Beni pek severdi. Benim onurlu bir thrall olduğumu söyler dururdu.

Bir gün oğlu Erik'e gösterdi beni. O da kız gibi kızıl saçlıydı. Ama gördüğüm en güçlü adamdı.

Bilmezdim Erik kimdi.
Bilmezdim o kız kimdi.
Ama şimdi biliyorum,
O ikisi benim kaderimdi.




Ve o gün bizim dostluğumuzun başladığı gündü. Thorvald oğlu Erik, bana Vikingleri tanıttı, geleneklerini anlattı bana. Meğer benim sandığım gibi barbar ve tecavüzcü değillermiş. Ancak yağmacı olduklarını kabul etti. Benim iyi dostum oldu, bana köle gibi davranmadılar, aileden biri gibi gördüler.

Ama bir günün ardında,
Gecenin karanlığında,
O kızı gördüm.
Yıkanıyordu ay ışığının altında.
Dayanamadım alımına.




Gittim yanına. Gördü beni. Korkup havluya sarındı. İlk ben de ürktüm. Yaklaşmaktan korktum. Sonra birkaç adım attım. Anladım ki o da beni seviyor. Çünkü gözleri gülüyordu.

Korkakça öptüm,
Ürkekçe sarıldım,
Nazikçe dokundum,
Aşkla seviştim.




Adını bile bilmediğim kız koynuma girdi ve sarıldı. Ve bana dönüp konuştu:

"Yseult."

Anlamadım. Sonra parmağıyla kendini işaret etti. Diri göğüsleri vücuduma değiyordu:

"Yseult."

Adı buydu. Ben de kendimi işaret ettim:

"Türker."

"Tyr...Kir?"

Güldüm. Evet anlamında salladım başımı, bilmiyordum daha karşımdaki güzel kızın İskoçya'dan gelen bir Pikt prensesi olduğunu. Bilmiyordum daha kardeşim olan Erik'in bir gün bana oğlunu emanet edecek ünlü savaşçı Kızıl Erik olacağını.

Keşfedecektik.
Yelken açacaktık.
Savaşacaktık.
Bulacaktık.




Ben Türker. Hunlar'ın atası olduğu milletten, Macarlar'danım. Bu da benim ve korkusuz Vikingler'in sagasıdır.

İşte böyle başladı Grönland Sagası ya da Viking deyişiyle "Grænlendinga Saga", benim ölümüme kadar da sürecek.



 GRÆNLENDİNGA SAGA'NIN GİRİŞİ          
               BURADA BİTERKEN,

        TYRKER'İN MACERASI DA
             BURADA BAŞLIYOR.


22
Mitolojiler / Ynt: Voluspa Çevirisi
« : 10 Kasım 2015, 10:49:22 »
Çok güzel olmuş gerçekten. Değerin bilinmeli senin :) Ben de Hávámal'ın çevirisini yapmayı düşünüyordum. Beni gaza getirdiğini söylemeliyim.

23
Yazarlar / Ynt: Cengiz Aymatov
« : 10 Kasım 2015, 10:15:40 »
Türk dünyasının en başarılı roman yazarlarından. Dişi Kurdun Rüyası, Gün Olur Asra Bedel... Yüzüklerin Efendisi'ni okuyup da bunları okumayan varsa hemen okusun.

24
Yazarlar / Ynt: Michael Moorcock
« : 10 Kasım 2015, 10:12:18 »
Elric candır. Kızıl gözlü albinomuzun etkilediği pek çok karakter var. Rivialı Geralt gibi mesela. Ama tüm serinin beni en  çok etkileyen kısmı Cymoril'i...
Neyse söylemeyeyim spoiler yedirmeyelim :). Buradan Yüzüklerin Efendisi'ne tepki olarak doğan Michael Moorcock'a teşekkürler.

Sayfa: 1 [2]