Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - BlackOut

Sayfa: 1 2 [3] 4 5
31
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 02 Nisan 2016, 12:48:56 »
Blind Guardian - Curse of Feanor
I... I will always remember their cries
Like a shadow which covers the light
I... I will always remember their cries
Like a shadow they'll cover my life

32
1984'ün şu baskısının kapağı çok güzel. (Maalesef Türkçe bir baskı değil.)

Spoiler: Göster


Gün ışığında yukarıda okunduğu gibi rahatça okunmuyor, daha da güzellik katıyor:

Spoiler: Göster

33
Kurgu İskelesi / Ynt: Korkunç Bir Tesadüf
« : 25 Mart 2016, 21:03:25 »
Alıntı
O bebek için tek sorun yeni doğmasına rağmen konuşabilecek fiziksel donanıma nasıl sahip olabildi (zihinsel varlığını zaten deneyiyle aktardı huxley onda sorun yok)

Ben de aynısını söylemeye çalışmıştım, zihinselliğini aktardıktan sonra, yeni doğmuş bebeklerde beyin ancak hayatta kalacak fonksiyonlarını geliştiriyorsa konuşmak için hızlı da olsa bir süre gerecektir. En başta söylediğim cümle yanlış anlaşılmaya elverişli duruyor.
Alıntı
...konuşma yeteneğinin bilinçle değil, beynin gelişme süreciyle oluştuğunu düşünüyorum.
Cümle şöyle olmalıydı "... konuşma yeteneğinin ilk olarak bilince değil, beynin gelişme sürecine bağlı olduğunu düşünüyorum."
Demek istediğim bunu yalnızca bilinçle açıklayamazsınızdı. İleride yazarım diye düşünüp unutmuşum sanırım. Sinir sistemi gelişimi olmalı. Bunları özellikle okuyucuya söylemek üstüne basmak değil bilginizi anlatmaktır bence. İnsanlar da öğrenmekten keyif alacaktır söylerseniz.

34
Kurgu İskelesi / Ynt: Korkunç Bir Tesadüf
« : 24 Mart 2016, 23:49:21 »
Öncelikle elinize sağlık. Ardından, maviadige'nin yorumlarıyla ortaya çıkan hikayeleri son mesajlara geldiği için okuyorum. Bir teşekkür de ona borçluyum.

Hikayenize gelecek olursam, girişinizi beğendim, cümleler ve olay akışı güzeldi. Felsefeden bahsetmeniz de hoşuma gitti. Aklıma takılanlar: Doğduğundan kısa süre sonra konuşan bebek olayını bilinçten bahsederek devam ettirmişsiniz ancak konuşma yeteneğinin bilinçle değil, beynin gelişme süreciyle oluştuğunu düşünüyorum. Yani demek istediğim, doğan bebekte bilinçten dolayı (Ki bu da karmaşık bir konu burada ruh ve mistik olabilecek konuları kabul edip devam ediyorum.) bir farkındalık olsa bile, yeni doğduğu için beyninin konuşma yetisini oluşturan kısımları(fonksiyonları) nasıl gelişmiş olabilir, kendime açıklayamadım. Bunu hikayenin bilimsel yönüne gölge düşürdüğü için belirtiyorum. Bu detaydan sonra, daha önce de söylenmiş olan öneriyi yenilemeliyim: Hikayeniz bir çırpıda okunabilmesiyle güzel olsa da, biraz daha tanıtım ve tasvir iyi olacaktır görüşündeyim. Bu kadarcık kelimeyle iyi iş çıkarmışsınız.

35
Tartışma Platformu / Ynt: Yazmadan Önce Yapılan Plan
« : 18 Mart 2016, 10:36:43 »
Merhaba, öncelikle şunu belirtmeliyim yazacaklarım yalnızca kişisel deneyim ettiğim şeyler, dolayısıyla sizin için geçerli olmayabilir.

Birincisi, sizin yaşadığınızı ben de yaşamıştım. Bir kitabı okuduktan sonra ben de yapmalıyım, bu harika bir iş deme durumu. Buz ve Ateşin Şarkısı üzerinden küçük bir şey söyleyeyim, karakterleri, kurguyu, yazarın anlatım başarısını, her şeyi bir kenara bıraksak bile, George R.R. Martin günümüzdeki tarihçiler kadar, belki  daha çok tarih biliyordur. Yani bu imrendiğiniz eserin yazarını başarılı yapan kitabın ortamı veya karakterlerinden çok bilgisini iyi kullanmasıdır. Kitabın güzel yönü bu tarih bilgisinden yararlanarak kurguyu gerçeklikle birleştirmesi. Ejderhalar ve entrikayı birbirine baskın gelmeyecek şekilde anlatması, Ak gezenler ve tanrıları kılıca üstün gelmeyecek şekilde oluşturduğu dünyaya yayması ve benim görmediğim, dikkat etmediğim bir dolu unsur yazarın elinden size ulaşıyor. Birçok yerde Taht Oyunları'nın tarihle birebir benzerlik gösterdiği noktaları görmüştüm. Diyorsunuz ki bana neden bunları anlatıyorsun bunu mu sordum ben? Haklısın sorun bu değildi ancak konudan bahsediş tarzından bir önsezide bulunarak bunları anlatmak istedim. Çünkü yazdığın sorunun bende oluşturduğu etki şu oldu, kollarını sıvayıp bu "kitap" yazma işine girmemişsin gibi? Haksız olabilirim, eğer denediysen yapmayı, zaten görmüşsündür ki kitap; karakterler, mekanlar ve olaylardan ibaret değildir. Dolayısıyla çok zor başarılı bir eseri ortaya koymak.

Bu kadar önsezi ile belki boş konuştuktan sonra sorunu cevaplayayım: Kitabın bana sunduğu yolculuğa bağlı, eğer ben karakterleri arkadaş edinmiş, bir dolu badire atlatmış, onlarla gülmüş, üzülmüşsem, sonu benim için pek de önemli değil. Bunu tatmin etmek(olmak) olarak adlandırıyorum ben. Kitap sona ulaşırken zaten ufak tefek şeylerde tatmin bulursun, güzel bir yolculuğa çıktığım dostlarımdan fazlasını beklemem. Size vaat edilen vardır genelde, sonda o şeyin gerçekleşmesi yeterli. Pek de çarpıcı olmasına gerek duymuyorum.  Örneğin, Harry ve Voldemort'un son kitapta güzel bir düello yapmasını umuyorum. Rand ve Karanlık Varlık karşılaşacak biliyorum, bu tip şeyler olduktan ve ben onları heyecanla okuduktan sonra gerisi önemli değil.
Not: Buz ve Ateşin Şarkısı'nda nasıl bir vaat olur bilemedim. Şunu söylerim belki, sevdiğin karakter (hala ölmediyse  :D) tahta geçer, barış getirir. Çok sıradan oldu, zaten böyle bir son olmasını beklemiyorum. Yazar da sonun "bittersweet" (Hem acı hem tatlı) olacağını söylemişti yanlış hatırlamıyorsam.

Başarılar dilerim, burada anlattıklarımla amacım, yapamazsın, kolay değil demek değildi. Biraz bilgi vermek istedim umarım istediğin şekilde güzel bir eser çıkartırsın ortaya.

Dipnot: Bir eserin fazlasıyla etkisindeyken aynı konuda yazmanızı önermem zira etkileri sizin eserinizde de bulunursa insanlar bunun farkına varabilir.

36
Feministlerin bu tür olaylarda verdiği tepkiler çok yanlış. Eşitlik mi istiyorlar yoksa erkek mi olmak istiyorlar anlamıyorum.

Hiç alakam olmayarak konuşuyorum, bu olayı gerçekleştirenleri feminist olarak adlandırmak gerçekten kadın haklarını savunan, bunun için çabalayan insanlara hakaret sayılır. Feminazi olarak geçen güzel bir terim var. Bunu yapan grubu da hiç tanımam ama bence feminizm adını kötüye kullanıyorlar.

"Feminazi is a term used pejoratively in popular culture to describe either feminists who are perceived as extreme or radical, women who are perceived to seek superiority over men, rather than equality, or in some cases, to describe all feminists."

"Feminazi, radikal ve eşitlikten daha çok erkekler üzerinde üstünlük arayan feministleri tanımlamak için kullanılan bir terim."
Türkçe Vikipedide yazan çeviri bu kısmı eklememiş, ben buraya yazayım dedim. Genelde aşağılamak amaçlı kullanılıyormuş. Onları aşağılamak, tanımayarak, bana düşmese de onlara feminist denmemesini önermek bana düşebilir.

37
Yani şimdi Kvothe - kıvote - gibi değil de - kıvotha - ya da - kıvota - şeklinde mi okunuyor? İlginçmiş, bence çok kaba bir okuma şekli.

Benim söylemek istediğim çevirmenin bile sona gelen eki "Kıvote" şeklinde okuyarak eklemiş olduğuydu. "Kvothe'yi tanır mısın?" gibi bir cümle aslında "Kvothe'u tanır mısın?" olmalıydı. Verdiğim örnek yanlış yönlerdirdi sanırım.(Kvothe'a yazmıştım bundan mı kaynaklandı bilmiyorum?).

TheSpell güzelce söylemiş okunuşunu.

38
Şurada, kitapta kafama takılan bir konuyu araştırırken, kafama takılan o konuda teoriler buldum. İlginizi çekecektir. (Tabii çoktan okumuş,tartışmış olabilirsiniz bunu, bilemiyorum.)

Kitabı okumamış olanların bakmamasını öneriyorum  :D
Spoiler: Göster
 Yedi kelimenin sırrını tartışıyorlar burada, benim de dikkatimi çekmişti. Çeviri örnekleri de paylaşılmış güzelce konuşulmuş. Bizim çevirmenlerin ne kadar dikkat ettiğini bilmiyorum bu konuya, kitaplar elimde yok maalesef bakıp kontrol edemiyorum, merak edip kontrol edebilirsiniz.
https://www.reddit.com/r/KingkillerChronicle/comments/2isrxb/spoilers_denna_and_seven_words/


Spoiler: Göster
Şurada da daha önce karakterin isminin nasıl telaffuz edildiğine dair emin olmadığımı söylemiştim, yazarın ağzından buyrun: https://youtu.be/cqePrC0wUMI?t=18s
Yirmi beşinci saniyede söylüyor. (Benim okuduğum çeviride hep "Kvothe'ye, Kvothe'nin" gibi yazılmıştı, ilginç bir şekilde beni deli etmişti. "Kvothe'a olacak lanet olası." diye isyan ettiğim bile oldu  :D.)


39
Spoiler: Göster


Merhabalar, ilk olarak Dünya klasiği olan bir eseri tanıtmak zor bir iş. Bu yüzden yanlış bir şey fark ederseniz lütfen belirtin.

Öncelikle şu bilgiyle başlamak isterim:
''Suç ve Ceza'' 1866'da tefrika halinde yayınlandı. Bu sayede borçlarından kurtulabilir, maddi yönden bolluğa kavuşabilirdi, fakat bunun yerine daha da kötü duruma düştü. Kitabı çeşitli tepkilerle karşılaştı. Çağının çok ilerisinde yazan yazar bir türlü tam olarak anlaşılamıyordu.
O dönemde ne gibi tepkiler çekmiş olabileceğini tahmin edemesem de, kitabın zamanının ötesinde olduğu konusuna katılıyorum.
Her yerde bulabileceğiniz kısa özetler, açıklamalar var. Ben daha samimi olmasını istediğim şekilde anlatacağım.

Hepinizin kitapla ilgili duymuşluğu, okumuşluğu vardır. Başlayıp bırakanlar, yarısında dikkati başka yönlere dağılıp unutanlar ve son olarak okuyup bitirenler hepinizi selamlıyorum. Kitabın ilk sayfasından itibaren karakterin benle paralel yönleri olduğunu düşünerek okudum. Bu yüzden biraz taraflı anlatabilirim.

En başta takdir ettiğim şu ki yazar Raskolnikov'un kafasının içini size sunuyor. Gerçekten karakterin kafasının içinden neler geçtiğini en güzel biçimde anlatıyor. Cümlelerin bazen kesilip, konudan konuya fırlaması, aklı dağınık ve hafif puslu bu  insanı size sevdiriyor. Belki de sevdirmez, siz bilirsiniz. Yazar sizi hafiften Rus sokaklarına ve şehrine alıştırdıktan sonra hiç beklemeden asıl olaya giriveriyor. Sizi pek sıkmadan yapıyor bunu. Kitapta tek zorlandığım konu, karakterlerin ismi zaten Rusça iken bir de orjinal isimlerinin yanında seslenme isimleri olması. Mesela Raskolnikov aslında Rodion Romanovich Raskolnikov'dur. Bunu üç beş karakterde tekrarlayınca okuma zorluğu yaşanabiliyor. Tekrar hikayeye dönersem, kitabın isminden anlaşılacağı gibi "suçlu" karakterimiz, büyük bir vicdan sahibi, duygusal biridir. Diyeceksiniz ki "Öyle suçlu mu olur?" yazar bunun cevabını güzelce veriyor: "Biliyor musun Sonya, alçak tavanlar, daracık odalar insanın aklını ve ruhunu öylesine boğar ki...".
Sonya demişken, hikayesinin büyük kısmını dinlediğiniz karakterdir kendisi. Bir meyhanede Raskolnikov dinler hikayeyi. Ah Sonya'cık kuş kadar ürkek, yufka yürekli aynı zamanda bir fahişe. Hayat insanı nelere sürüklüyor dediğim karakter. Sağlam bir empati yeteneğiniz varsa ve yaşadığınız bir dram olduysa bu kitabın kurgu olsa bile gerçek dramı güzelce aktardığını anlayacaksınız. Neyse... Dramlar iç karartıcı, sıkıcı ve derindir.

Buradan sonra biraz detay konuşacağım. Kitapla ilgili yukarıda yazılanlar okumanıza yardımcı olacak kadar tanıtmıştır umarım.

Karakterin (Raskolnikov) bazen "deli" kavramını karşılayacak şekilde tasvir edildiğini görüyoruz. Kendi kendine mırıldanma huyu var. Benim bu konudaki görüşüm şu: Yazar karakterin iç dünyasını tam anlamıyla anlatmak için bu yola başvurmuş. Ne de olsa kimsenin umurunda olmaz bir "suçlunun" biraz da deli olması.

Raskolnikov'un bir at ile ilgili gördüğü rüyanın geçtiği bölümü dikkatle okumanızı öneriyorum. Orada diğer insanların masum ve saf bir tanesini nasıl dehşete düşürdüğünü göreceksiniz. Bence kitapta tartışılan "bazılarının" suç işlemesinin haklı olduğu görüşünün temeli bu rüyadır. Raskolnikov döneminde zekidir diğer insanları iyi anlar ve anlam veremez ne kadar kötü olduklarına.
Pek anlatamadım, kitabın başı ve sonundan bahsediyorum. Yazarın yardımıyla anlatayım. "Neden böyle aptalım? Madem başkaları aptal ve ben onların aptal olduklarını kesin suretle biliyorum, neden onlardan daha akıllı olmak istemiyorum?" diye soruyor Raskolnikov kendine. Kısacası kendinin diğerleriyle aynı olmadığını biliyor ve aynı zamanda pek farklı olmadığını da biliyor, aklından kötü şeyler geçiyor çünkü."Suç işleme haklılığı" denen şeyi bu ikilem arasında buluyor kendinde.


Diğer karakterler hakkında şunu düşünüyorum ki bu satranç tahtası Raskolnikov'undur ve diğerleri onun hikayesinde ilerleyen piyonlardır. Kötü anlamda söylemiyorum, bir fikri daha iyi anlatmak için kullanıyor yazar bunu. Şöyle açıklayayım. "Katerina İvanova, sarhoş kalabalığı yararak kendine yol açtı, gözyaşları içinde ne olursa olsun, hemen şu anda bir yerlerde adaleti bulmak kararıyla sokağa fırladı." Hepimizin adaletin vücut bulup ayağa dikilmesini istediğimiz anlar olmuştur. Bu insanların yaşadığı şeyler Raskolnikov'un kanlı canlı adalet olma isteğini tetiklediğini söyleyebiliriz. (Bu olay zaman çizgisinde ileride yaşansa da benzeri dramlara daha önce de şahit olunduğu kanısındayım.)

Yazar işlediği konu dolayısıyla bir suçu meşrulaştırma olmasın diye bazı şeyleri limitine kadar itemiyor. Haklı da, doğrusu bu olmuş.
Tekrar Raskolnikov'a döneyim işlediği suçu neden işlediğini ve kitabın döneminin ötesinde olduğu gerçeğini şu paragraf kanıtlıyor: "Ezberlemiş gibi konuşuyordu. 'Bu arada annem kaygılardan, acılardan çöküp gidecek ve ben onun için hiçbir şey yapamayacaktım... Kız kardeşimin başına daha da kötü şeyler gelebilirdi. Her şeyden el etek çekmek, annemi unutup, kız kardeşimin uğrayacağı aşağılanmalara saygıyla katlanmak için sebep ne? Evet, ne için bütün bunlar? Onları toprağa verip yeni dertler edinmek, evlenip çoluk çocuk sahibi olarak bu kez de onları beş parasız, bir lokma ekmeğe muhtaç bırakmak için mi? ..."
Sıradaki ile de birleşince... "Sekiz yıl sonra ancak otuz iki yaşında olacağı, önünde koskoca bir hayatı bulunduğu, önemli miydi? Hem ne diye yaşayacaktı? Erişmek istediği şey ne olacak, neye doğru koşacaktı? Yalnızca var olmak için yaşamak! Ama yalnızca var olmak ona her zaman az gelmiş, o hep daha fazlasını istemişti. Kendisini başkaları için söz konusu olmayacak birtakım haklara sahip bir insan gibi görmesinin nedeni de belki yalnızca isteklerindeki bu güçlülüktü."

Raskolnikov'a vicdanlı ve duygulu demiştim, işte bunları anladığım paragraflar.
Spoiler: Göster
"Sonya hemen onun ellerini tutup, başını omzuna yasladı. Bu dostça yakınlık Raskolnikov'u müthiş şaşırttı. Sonya'da, kendisine karşı en ufak bir nefret, tiksinti yoktu. Bir insanın kendini küçük görmekte ulaşabileceği en son noktaydı bu."


Spoiler: Göster
"Şehir dışındaki anayola kadar çıktığı olmuş, hatta bir seferinde koruluğa kadar varmıştı, ama gittiği yerler ıssızlaştıkça,o da birinin rahatsız edici varlığını daha güçlü hissediyordu. Bu duygu canını sıkıyor ve hemen şehre gidip kalabalığa karışıyordu, bir meyhaneye yada birahaneye gidiyor, kalabalık yerlerde dolaşıyordu. Buralarda kendini daha rahat, hatta yalnız hissediyordu."


Daha altını çizdiğim ve paylaşmak istediğim çok yer var ancak bir anlamı yok. Burada Raskolnikov'u da desteklemiyorum, ne koşulda olursa olsun ne kadar umutsuz, karamsar ve çileden çıkmış olursanız olun kendinize hakim olmalısınız.  Ha, şu bir gerçek ki o hayatı yaşasak belki sonuçlar aynı olacak, kim bilebilir? Son olarak yazarın da otoritelerden dem vurduğu şu cümleyle bitireyim "Kendileri milyonlarca insanın canına okuyorlar, üstelik bunu erdem sayıyorlar. Hepsi alçak ve sahtekar onların Sonya."

Umarım kötü tanıtarak bu konuyu heba etmemişimdir, beğenirseniz ne ala. Çıkarımlarda bulunduğum yerlerde ne saçmalıyor bu diye düşünüyorsanız çekinmeyin, yazın. Yanlış anladıysam bunu düzeltmek beni sevindirir.

40
Tartışma Platformu / Ynt: Özgeçmiş Yazmak
« : 08 Mart 2016, 18:24:50 »
Ayrıca arka kapakta başka yazarların o eser hakkındaki beğeni dolu sözlerine yer verilmesi de pek estetik gelmiyor bana.
Ben o arka kapak övgülerinden nefret ediyorum. Öyle sözler söylüyorlar ki beni bunalıma sokuyor. Birincisi beklentiyi bazen o kadar yükseltiyor ki kitaba başlayınca ben mi göremiyorum bunun güzelliğini diye kendinizi sorgulatıyor. İkincisi kişisel bir problem, yine yazara öyle güzel methiyeler düzüyorlar ki kendi kendime "Hiç bu kadar iyi olamayacağım." dememe neden oluyor.
Hayran olduğu yazarlar konusuna hiç sizin gözünüzle bakmamıştım. Yeni bir bakış açısı.

Dipnot: Beğendiğimiz özgeçmişleri paylaşıp, hangi noktaların iyi olduğunu belirtebiliriz. Örneklerle pekiştirmeyi hep daha verimli bulmuşumdur.
Ben başlayayım: Albert Camus - Tersi ve Yüzü'nün arka kapağındaki kendi paragrafı.
"Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisini bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer. Hayır aldanıyor. Çünkü insan, yirmi iki yaşında yazı yazmasını pek bilmez. Ama Parain'in söylemek istediğini anlıyorum. Bu acemice sayfalarda sonradan yazdıklarımdakinden daha çok gerçek aşk bulunduğunu söylemek istiyor. Haksız da değil. Bu sayfaların yazıldığı zamandan beri yaşlandım, çok şeyler görüp geçirdim...". Devam ediyor ama benim değineceğim nokta burayı kapsıyor.
Altı çizili cümleyi birkaç sene önce okumama rağmen hala kafamda yankılanır. Bana da umut verir. Yazarın ne kadar alçak gönüllü davrandığını belirtmeye gerek bile yok. Alçak gönüllü insanları hep sevmişimdir.
Bu bir özgeçmiş örneği olmasa da okurun ilk bakacağı arka kapaktaki yazıdır. Konudan sapmış gibi olmuş ama neyse. Daha güzel örnekler bulunabilir.

41
Kurgu İskelesi / Ynt: Küçük Fedakârlıklar
« : 04 Mart 2016, 10:50:13 »
Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Beni motive ettiğini söylemeliyim, kendimi henüz kanıtlayamadığım için öz güvenim pamuk ipliğine bağlı gibi, yazmak konusunda. Olumlu veya olumsuz bir şeyler duymak iyi geliyor, olumlu oluşunuz beni ikinci kez sevindirdi. Uzun paragraf konusunda tamamen haklısınız, çözmeye çalışıyorum bu problemi :). Her ne kadar yazı içeriğini Türkçe yazıp düşünsem de karakterlerin bazı cümlelerini ve başlıkları İngilizce yazdığımı söyleyeyim.(Daha doğrusu bir anda gelen İngilizce fikirler oluyor.) Bu yüzdendir ki "A Small Story of Sacrifices" çeviride kaybolup sönükleşti diye düşünüyorum, benim de hoşuma gitmemesine rağmen ilk halini tutmak istedim. Tekrar teşekkürler, beni mutlu ettiniz  ;D

42
Sinema / 88. Oscar Ödülleri ve Bir Türk Yönetmen
« : 27 Şubat 2016, 20:50:59 »
Bu gün ödev yapma işini ağırdan alırken karşılaştığım bir haber. Belki birilerinin haberi olmuştur fakat buraya konusunun açılmadığını görünce bilmeyenler öğrensin dedim. Evet yarın 8 p.m EST'de (Türkiye için gece 3 oluyor sanırım. Canlı izleyemeyeceğim :( ) yapılacak 88. Oscar Ödülleri adayları arasında bir Türk yönetmen var. Gamze Deniz Ergüven. Biraz hakkında araştırınca Fransa'da büyüdüğünü ve çok iyi bir okuldan mezun olduğunu okudum. Oscar adayı filmi ise "Mustang". Konu yazmak ve eleştiri yapabilmek konusunda pek iyi değilim o yüzden onları sizin araştırmanıza bırakıyorum. Aday olduğu dalı belirtmekte fayda var: Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü'ne aday. Kötü haber şu ki film Türkiye adına değil Fransa adına yarışıyor. Şurada yönetmenle yapılmış kısa bir röportaj ve filmin trailerını bulabilirsiniz.

Dipnot: Her ne kadar yorum yapamadığımı söylesem de çenemi tutamadım yine bir şeyler söyleyeceğim :D. Filmin Türkiye'nin kuzeyinde çekildiğini ve oraları anlattığını okudum. Henüz izleme fırsatım olmadı. Karadeniz'deki  insanları iyi yansıtamadığını (kişilik bakımından) ve tipleme olarak oyuncuların Türk olmadığını düşünenler bile olduğunu okudum. Her neyse yerden yere vuranlar elbette olacaktır ama şu an hala okuyorum cahilce konuşmak istemem. Benim anlatmak istediğimi şu yorum anlatmış zaten :
Spoiler: Göster
"Yep, you basically get it right. The reason the West loves this movie is because it feeds into all their stereotypes about Muslims, Muslim men, and Turkey. On its own merits, it's a very inaccurate portrayal of life, and it doesn't even make sense in terms of the story itself. Girls who are being abused by family don't hang out in their house half naked, nor are they so carefree with their own sexual relations"

Her ne kadar Dünya'ya açılmak anlamında iyi olduğunu düşünsem de bu yorumda olan bir şekilde olmasını istemem.
Yorumu çevirmeye çalışayım, naçizane:
Spoiler: Göster
"Evet, gerçekten anlamışsın. Batının bu filme ilgi gösterme nedeni, bu filmin onların, Türkler, Müslümanlar ve Müslüman erkekler hakkında düşündükleri her şeyi doğrulamasıdır. Kendi esasları içinde hayatı yanlış yansıtan bir film, hatta hikayesi kendi içinde bile çelişebiliyor. Ailesi tarafından istismar edilen kız çocukları evde yarı çıplak dolaşmaz veya cinsel ilişkileri ile bu kadar barışık(kaygısız) olmazlar."

43
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 27 Şubat 2016, 14:16:48 »
"Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Evine dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı hep beni."

Albert Camus - Tersi ve Yüzü

44
Kurgu İskelesi / Ynt: Fantastik Resimler Üzerine Öyküler
« : 24 Şubat 2016, 19:28:13 »
Rakibinizi selamlamak konuşulmamış bir kuraldır. Ateşin Taşıyıcıları tam olarak bunu yapıyordu. Ben ise kimin kazandığını herkese duyurmak üzere gelmiş bir haberciydim. Tepede bir kayanın üzerine tünemiş, ayaklarımı boşluğa sallıyordum. Görseniz uçurumun kenarında değil de çiçek bahçesine bakan bir balkondayım sanırdınız. Aşağıdaki vadi diken gibi kayalarla doluydu. Ateşin Taşıyıcıları kayaların arkasında ve arasında düzensiz bir şekilde dağılıyorlardı. Uzun, kısa, sarı, beyaz ve siyah saçlı adamlar bordo pelerinler ve siyah pançolar giymişlerdi. Selamlama ise… Ah bunu nasıl anlatmalıyım bilmiyorum. Sanatsaldı. Ellerinden ve ayaklarından ateş sütunları çıkaran savaşçılar dans ediyordu. Bazen bir ateş diğerine dolanıyor ve birbirlerine sarılıyorlardı. Altı üstü on adam vardı ama Dikenli Vadi’yi aydınlatmaya yetiyordu. Adamların akrobasi yeteneği küçümsenmeyecek kadar iyiydi. Elleri üzerine yürürken veya taklalar atarken bile ateş üflüyorlardı. Ah, evet hepsi küçük birer ejderhaydı.


Adamlar bir halka oluşturdu ve hepsi aynı anda elinden bir ateş sütununu yere bıraktı, alevden bir Çin Ejderhası yılankavi vücuduyla göğe doğru yükseldi. İşte meydan okumuşlardı. Ateşten ejder yok olurken sessizlik ve karanlık vadiyi kapladı. Ellerimi çocuksu bir heyecanla çırpmak geliyordu içimden ama kocaman adamdım o yüzden kendime hâkim oldum. GÜM. Uzaktaki bir davul sesi gibiydi. GÜM. GÜM. GÜM. Hızlı üç adım atmıştı, geçen sefer yedi gümlemeden sonra ulaşmıştı vadiye. Ah o mükemmel yaratığı kimler öldürmeye kalkmıştı… Yalnızca isimleri bile roman olur. İninin devasa kapısına gözlerimi diktim. Ayaklarımı sallamayı kesmiş, dikkat kesilmiştim. GÜM. Ve işte oradaydı. Bütün haşmetiyle iki kanadı ve arkadaki iki ayağı üzerine dikiliyordu. Kapkaraydı ve on adam boyundaydı. Kafası kertenkeleninki kadar yassıydı fakat fazla büyük bir kertenkeleydi ve dikenliydi. Gözlerinin irisi kırmızı ve sarıdan parlak birer halkaydı. Kafasını bir köpek gibi salladı ve yüzyılların verdiği deneyimle vadisindeki on işgalciye baktı. İyi bir Ejder İzleyici’si onun adeta güldüğünü bilirdi, babam gibi ben de Ejder İzleyici’ydim. Aptal kardeşim ise aşağıdaydı ve bir kere bile kafasını yukarı kaldırmamıştı. Ateşin Taşıyıcıları kayaların arkasına koşturdu, biri hariç. Akılsız liderleri, benim küçük kardeşim. Sivri uçlu kayanın arkasına geçmek yerine üstüne tırmanmış ejderhaya dikleniyordu. Ejderha yerdeki kanatlarını kaldırdı ve bir at gibi arka ayakları üzerine şaha kalkarken devasa iki perdeyi çırpmaya başladı. Hantal olacağını sanırsınız, güldürmeyin beni. O kadar hızlı çırpıyordu ki onları hava şaklıyordu. Sesi bile sizi altınıza kahverengi pantolon giydiğinize dua ettirirdi. Kardeşimin ayaklarını izliyordum. Elinin tersiyle yüzünü koruyordu ama önemli olan ayaklarıydı. Kayanın üzerinde biraz kaydığını fark ettiğimde ufacık bir yardımın zararı olmaz diyerek havadaki akımlara ufacık dokundum ve ejderha dengesini kaybederek kanatları üzerine çöktü. İlk önce minik kardeşim mi yoksa ejderha mı kafasını kaldırdı bilmiyorum. Bildiğim ise birinin yalnızca okumayı bilen birinin anlayacağı dilden gülümsediği diğerinin ise bana hırpani bir çocuğun öfkeli gözleriyle baktığıydı.


İlk hamlenin sonuçsuz kaldığı oyunda ikinci perde başlıyordu. Adamlar arkasında durdukları kayalara tırmandılar ve beklediler. Bu işin sıkıcı kısmıydı. İki elimi arkama koyarak yaslandım ve ayaklarımı sallamaya başladım. Ejderha on adamın yaptığından çok daha kalın, büyük ve düzensiz bir şekilde üfledi ateşini. Kardeşim ve adamları başıboş alevleri onlara atılan pası tutar gibi yakalayıp kendi eksenlerinde döndüler. Hepsinin pançosu etek gibi savrulmuştu, yine gülmemek için kendime hâkim olmam gerekti. Bir ateş sütunu kavgası döndü aşağıda ve bir iki gümleme duyuldu. Hafif bir uyku haline geçmek üzereyken gözlerime inanamadığım bir an boyunca kalbim hızla çarptı. Kardeşimin adamları yanmış, parçalanmıştı ve ejderha karalar içindeki bir adama sonu gelmek bilmeyen ateşler üflüyordu. Ekseni etrafında ellerini çevirerek dönen adamı ateşten bir girdap sarmıştı. Güzel bir göbek dansı esprisi yapardım ama vakti değil. Kıyafetleri küçük ve düzenli parçalar halinde kül olup yere düşüyordu. Ah bu kadar ateş onu bile yakardı, zavallı küçük kardeşimi. Neler olup bittiğini anlamıştım ve siz bilmiyorsunuz belki ama çoktan uçurumdan bırakıvermiştim kendimi. Aklımı kaçırmadım korkmayın, bu Dünya’nın rüzgârları beni sever. Elimde de bir kanatlı* olunca süzülüveriyorum istediğim yere.


Kardeşim veya yanındaki zekâsızlardan biri ejderhanın ayağına çıplak eliyle dokunmuş onu çileden çıkarmıştı. Dokundukları yer bembeyaz kor gibi yanıyor ve tütüyordu. Ejderhanın boynuna indim ve kendi bıraktığım beş parmaklı yara izlerine baktım. Gördükçe utanmak için onları tam olarak iyileştirmemiştim. Ejderha benim inişimle ateşini tutmuş, kardeşimin canını bağışlamıştı. Tüm kıyafetleri yanan adam anadan doğma bir halde donup kalmışken kocaman kanatlar yer küçücük olana kadar beni göğe yükseltti. Böyle efsunlu bir yaratığa kim kıyabilirdi?

*: "Kanatlı" Hezârfen Ahmed Çelebi'nin kuş kanadına benzer aracının aynıdır :D.

45
Tartışma Platformu / Özgeçmiş Yazmak
« : 23 Şubat 2016, 14:15:59 »
Merhaba, öncelikle umarım doğru yere başlık açıyorum. Tartışma konusu olarak gördüğüm şey ise şu: Etkileyici bir özgeçmiş nasıl olmalıdır? Bu internette arayıp bulacağımız birinin iş başvurusu olarak kullanacağı özgeçmiş değil de bir yazarın (amatör veya yayınlanmış bir yazarın) özgeçmişi. Sorum şu, siz bir kitabı elinize aldığınızda ilk sayfalarda veya kitabın arkasında olan yazarla ilgili bölümde neler gördüğünüzde etkileniyorsunuz? (Örneğin ben Robert Jordan'ın Mark Twain ve Jules Verne hayranı olduğunu okuduğumda ani bir sempati başlamıştı yazara karşı.). Neleri merak ediyorsunuz? Yani bu kısa tutulması gerektiğine inandığım kısacık yazıda yazar kendi ile ilgili neleri söylemeli? Neleri söylememeli? Deneyimli ellerin de bulunduğu Kayıp Rıhtım bu konuda ne düşünüyor?

Sayfa: 1 2 [3] 4 5