Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - SMK47

Sayfa: [1]
1
Müzik / Ynt: Kitaplarla İlişkili Şarkılar
« : 24 Aralık 2017, 20:47:25 »
H.P Lovecraft'ın "Dunwich Dehşeti" hikayesi ile ilgili bir parça;

Electric Wizard - Dunwich
https://www.youtube.com/watch?v=0xA_Qfj8ErY

2
Genel Kültür / Ynt: Atatürk Hakkında Bilmediklerimiz
« : 17 Kasım 2017, 21:57:14 »
Aslında tam olarak Atatürk ile ilgili sayılmaz fakat "Atatürk" ismini almış tek kişi Mustafa Kemal Atatürk değildir.

Aleister Crowley, modern büyücülüğün babası sayılan kişi, oğluna hem kendi adını hem de Atatürk'ün soyadını vermiştir.

Aleister Attaturk Crowley (1937 - 2002) ise babasının aksine tamamiyle düz bir hayat sürdü. Hayatı boyunca birkaç kez isim değiştirerek "Randall Gair Crowley" ve sonra "Aleister MacAlphine Crowley" isimini aldı. Babası Aleister Crowley'in neden oğluna Attaturk adını verdiği ise tamamen bir sır. Kendisinin majisyen ve okültist olduğunu düşünürsek Atatürk'e reformlarından dolayı hayran olmuş olabilir. Ayrıca zamanında yazdığı bir şiirde şöyle bir not var:

"to the memory of
mustapha kemal pasha ataturk:
for my old friend and pupil
major-general john charles
frederick fuller
and my son aleister ataturk. "

Tabi şiirin tamamı sadece Türk websitelerinde dolandığı için gerçekliğinden şüphe edilebilir.

3
Genel Kültür / Ynt: İlginç Silahlar
« : 17 Kasım 2017, 21:38:11 »
Şöyle devasa bir pompalı tüfek kullanılmış zamanında:


Spoiler: Göster


Spoiler: Göster


"Punt Gun adı verilen bu tüfek, tek atışta olabildiğince çok kuş öldürmek için tasarlanmış. Niye Punt silahı adı verildiğinin hikayesi ise şöyle: Silah çok büyük olduğu için, punt adı verilen altı düz geniş sandalların üstüne takılarak ateş ediliyor. Bu yüzden de ismi punt guns (punt silahı) olarak kalıyor. Kayıtlara göre 19.yüzyıl ve 20.yüzyıl başlarında kullanılan tüfek, tek atışta 90 kuş öldürebiliyor.

Namlusu 51 mm kadar olan silah, her atışta suda adeta büyük bir bomba etkisi yaratıyor. Kullanım sebebi ise başta da belirttiğim üzere çok sayıdaki kuşları tek seferde avlamak. Avcılar, sandallara monte edilen silah vasıtası ile suda sessizce ilerleyip avlarını kolaylıkla öldürebiliyorlardı. Ee tabii ki böyle büyük bir silahın geri tepmesi de en az onun kadar büyük ve etkili olmalı! Avcılar, silahı ateşledikten sonra gölün bir tarafından diğer tarafına savruluyorlardı. Hiç şaşırmayacağımız üzere, bu silahın kullanılması, kuşların ekosistemdeki yerlerini oldukça kötü etkilemiş ve doğal olarak 19.yüzyılın ortalarında kullanımı ABD'de yasaklanmış. Fakat İngiltere'de kullanılmaya bir süre daha devam edilmiş."

Yazı Onedio.com'dan alınmıştır.

4
Metal müziğin en iyi yanı (kimilerine göre ise en kötü) birçok türe ayrılmış olmasıdır. Metal müzik serttir. Rock müzik ile arasındaki çizgiyi çeken şey budur. Lakin metal müzik her zaman kulak yırtıcı şekilde, isyan edici şekilde yapılmıyor. Bu müzik türünde hemen hemen her duyguyu içeren parçalar bulmak mümkün. Sadece duygular değil bazen filmler ve diziler de metal müziğe konu olabiliyor. Ben şahsen "thrash" , "power" , "death" tarzlarını dinlemiyorum -ki bunlar da metalin en gürültülü tarzları zaten- fakat her metal türünden kapabileceğiniz bir şeyler var. Örneğin power metal türü ile mitoloji ve tarih, death metal türü ile biyoloji (:D) öğrenebiliyorsunuz. Müzik gruplarının yaptığı tarz ise çeşit çeşit. Aynı türde çalan iki grubun müziği farklı gelebiliyor. Bu tını ve konu ayrılığı metal müziği daha tatlı yapıyor bence.

Tabi zevk meselesini bir kenara bırakırsak işin bir de emek kısmı var. Rock ve metal müziği, pop ve rap türlerinden daha fazla emek istiyor. Bu iki türde, bir parçanın yapılış şeklini kavramak zor değil. Genelde arkadan verilen hareketli bir müzik eşliğinde sözler söyleniyor. Rock/metalde ise düzgün bir parça ortaya çıkarmak için biraz ustalık gerekiyor zira enstrümanları kendiniz kullanıyorsunuz. Tabi amacım bahsettiğim müzik türlerini yermek değil. Her müzik türünde olduğu gibi metalde de kötü parçalar var. Metal müziği dinlemeyenler (ya da direk olarak düşmanlık besleyenler) genelde bu parçaları örnek göstererek "yav metal şöyle yav metal böyle" diyerek yermeye çalışıyorlar. Gülünç.

5
Mitolojiler / Lucifer
« : 12 Kasım 2017, 12:38:42 »
Lucifer, Roma Mitolojisinde sabah yıldızı olarak nitelendirilen yarı-tanrıdır. Güneş doğduğu sıralarda gökyüzünde görülen gezegen yani Venüs ile bağdaştırılmış olup, o olmasa bile onunla ilgili bir melek olarak tasvir edilir.
Lucifer adı ise Latincede Luc (ışık) Ferre (verici) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur. Venüs, güneşin doğuşundan önce görülebildiği için "Light Bearer" (ışık verici/taşıyıcı) olarak adlandırılır.

Yunan Mitolojisinde Lucifer

Phosphorus (ya da Eosphoros) ise Yunan Mitolojisinde aynı görevi yapan tanrıdır. Fark olarak Phosphorus'un, Hesperus adında bir ikizi vardır. Yunanlar bu iki varlığı aynı kabul etse de Phosphorus sabah yıldızı, Hesperus ise akşam yıldızı olarak görüldüğü için iki ayrı varlık olarak söylenmeye devam edilmiştir.

İncilde Lucifer

İşte Lucifer'ın trajik değişimi burada başlıyor. Her ne kadar Lucifer'ın şeytan ile bir ilişkisi olmasa da İbraniceden Latinceye çevirilen İncilde şeytanı anlatan bir ayette Lucifer kelimesi kullanılıyor.

Papa I.Damasus'un emriyle "Vulgata" adında İncilin Latinceye çevirisini yapan Aziz Jerome, şu ayette Lucifer kelimesini kullanmış:

İngilizce:

“How you are fallen from heaven, O Day Star, son of Dawn! How you are cut down to the ground, you who laid the nations low! (Isaiah 14:12, ESV)

Latince:

12 Quomodo cecidisti de cælo, Lucifer, qui mane oriebaris ? corruisti in terram, qui vulnerabas gentes ? (Isaiah 14:12)"

Aziz Jerome, Lucifer adını sadece şeytan için değil ayrıca Venüs, sabah yıldızı ve sabah yerine de kullanıyor. İşte aslında ne kötülükle ne de karanlıkla ilgisi olan Lucifer burada aniden şeytana dönüşüyor.

ŞEYTANA DÖNÜŞEN BİR TANRI DAHA: BAAL

Ba'al ise Kartacalıların tapındığı tanrılardan biriydi. Şimşek, yağmur, bereket gibi şeylerle bağdaştırılan bir güç tanrısıydı. Görünüş olarak Ba'al, Yunan Mitolojisindeki Satirler gibi Öküz-İnsan karışımı bir varlıktı. Boynuzları vardı, elinde yıldırım tutardı (Zeus gibi). Ba'al adı ise kısaca "Lord" anlamına geliyordu.

Ba'al sadece Kartacalılara ait bir tanrı değildi. Neredeyse bütün Akdeniz kıyılarında tapanı vardı yani en geniş olarak yayılan pagan tanrılarından biriydi. Doğal olarak bu Hristiyanlığa ve Museviliğe karşı heybetle duran en büyük düşmanlardandı. Yahudiler, Ortadoğu'yu sarmaşık gibi saran Ba'al'i yerme amaçlı Ba'al Zebub (Lord of the lies, sineklerin efendisi) demeye başladılar.

Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla Musevilikte olduğu gibi Hristiyanlıkta da Ba'al nefret kazandı. Tıpkı bazı diğer pagan tanrıları gibi Ba'al de Hristiyan Demonolojisinde "Cehennemin 7 Prensi" arasında iblisten sonraki en kuvvetli şeytan olarak ikinciliğe "Beelzebub" olarak yerleşti.

Lucifer'ın tasviri:

Spoiler: Göster


Kaynaklar:



6
Düşler Limanı / Şeytani Çiçek
« : 02 Kasım 2017, 20:35:51 »
Ah, Malfiyör!
Pıt pıt atan kalbimin tek sahibi!
Bedenimi kontrol eden aklımın ve ruhumun en Bastâni Sultânı!
Ansızın girdin yine aklıma, getirdin o mayhoş ilkbahar hatıralarını aklıma.
Sensiz geçen bu günlerimde nasıl rahatsızım biliyor musun? Rahatsız... fakat mutlu. Tuhaf! Hiç insan sevdalısından ayrı kalınca mutlu hisseder mi? Öyle bir sevda yaşattın ki bana, o zamanki hislerim ile şimdikiler karıştı gitti âdeta. Ama kim aşık olmaz ki sana? Hırçın bir canavar ama sesiyle, yüzüyle pek tatlı bir ilahe. O ilahe ki onunla yüzyüze, başbaşa beş dakika için değer bütün dünyayı kana bulamaya, cihada. Sadece bu beraberlik hayalim için kaç kara büyü kitabı kurcaladım bilemezsin. Bu çöl topraklardan kaçıp yanına gelmeyi ne kadar çok istiyorum bilemezsin. Tek bilmen gereken şey ne kadar zaman geçerse geçsin, ne kadar kadın görürsem göreyim hiçbirinin senin tahtını deviremeyeceği. Öyle bir girdin ki kalbime, asla unutamayacağım seni ve elbisendeki o küçük ama göze çarpan akrep çizimli kalp deseni.

Ah, Malfiyör!
Cadıların cadısı, iblislerin anası!
Ne tür bir büyü bıraktın üzerimde bilemiyorum ama seni bir türlü aklımdan çıkaramıyorum. Bazen keşke senin hakkında kurduğum milyonlarca hayalin birini gerçekleştirebilseydim diyorum. Öyle hayaller ki beni bile ürkütüyorlar. Kim bilir ne zamandır içimde sessizce duran iğrenç şeytanların aslında aklımı yönettiğini gösteriyorlar. Dur, sana bu şeytanların oluşturdukları sahte görüntülerden bir kaçını sunayım sevgili Malfiyör.

İlk olarak her gün takıntılı şekilde, mutlaka üçüncü gözümle zevkle izlediğim o görüntüden başlayayım;

Sen, şehirde her zaman olduğu gibi cadı kimliğini gizleyerek dolaşıyorsun Malfiyör. Tanıdığın insanlarla, ayin arkadaşlarınla, kim bilir kaç defa gece düşlerinde seni gören o muhafızlarla konuşuyorsun. Bu halinle çok masumsun Malfiyör, sanki sihirli bir şekilde değişmişsin gibi. Ah, hele o tatlı mı tatlı yüzün! O sanki bir melodi gibi çıkan gülüşün! Düşündükçe, hayal ettikçe karnımda isim veremediğim hoş bir his oluşuyor. Ben ise seni arkandan takip ediyorum. Gittiğin her yere gidiyorum, gördüğün her yeri görüyorum. Sonra aniden şehir içindeki herkes yok oluyor ve sadece biz ikimiz kalıyoruz. Sadece sen ve ben. Sen, herkesin toz olup gittiğini farketmeden yoluna devam ediyorsun, nereye gittiğini bilmeden. Ardından ben sessizce yaklaşıyorum sana arkandan. Bir süre sen önde ben arkada, bu taş yollarda, sayamadığım kadar çok binanın arasında yürüyoruz. Ben sonunda cesaretimi toplayıp ilk hamlemi yapıyorum. Nazaret köyü savunmasında kullandığım keskin Templiyer kılıcımı kınından yavaşça ses etmeden çıkarıyorum seninle birlikte yürürken.
Biraz daha cesaretlenince ani bir hareket yapıp ağzını elimle kapatıyorum sanki bu bomboş şehirde birileri senin imdadını duyup gelecekmiş gibi. Ardından sol elimde tuttuğum kılıcımı yavaşça kaldırıyorum yukarıya doğru. Sen ağzını tıkayan bu deri eldivenden kurtulmaya çalışırken savunmasız bıraktığın boynuna değiyor kılıcım. Büyük bir soğukkanlılık ama bir o kadar nezaketle kesip büyük bir yarık açıyor boynunun solunda. Ben ise ömrünün kalan son saniyelerinde seni sevgiyle kucaklayıp yapışıyorum dudaklarına. Kısa süre içinde burnunun yüzüme üflediği hava kesiliveriyor. Ölümün verdiği ağırlık ile kas katı oluyor bedenin. Yavaşça, narince yere doğru çöküyoruz ikimiz. Yere ulaştığımızda bedenini bırakıyorum bu buz gibi soğuk taşların üzerine. Hüzünlü ama memnun gözlerle bakıyorum cesedine. Ayağa kalkıyorum sonra. Öylece kalakalıyorum başında. Ak pelerinimden ak giysime, kara pantalonuma kadar kanınla ıslandığımı görüyorum. Sanki tam göğsümde duran o kızıl haç eriyip akmış gibi.

İnan bana Malfiyör, her ne kadar az önce yazdığım hayalim beni musmutlu etse de her düşündüğümde karnımda oluşan o isimsiz hissin yoğunlaşıp gözlerimden birkaç damla yaş akıtacak kadar beni hislendiren bir hayalim var sırada.
Gerçekleşmesini en çok istediğim hayalim budur Malfiyör;

Sen, diğer cadı arkadaşların ile kaldığınız o uzun boylu ağaçlarla çevrili küçük köyde benimlesin. Hayır, hayır. Burada kötü amaçla bulunmuyorum. Burada bulunmamın sebebi sensin. Seninle aynı yerde, aynı evde yaşıyoruz fakat aramızda büyük bir fark var sevgili Malfiyör. Sen, tıpkı diğerleri gibi hür ve özgürsün. Ben ise senin bir kölen. Senin yapabilecek kuvvette olduğun ama işleri zorla yaptırdığın bir köle. Bir gün ben evin temizliği ile uğraşırken sinirli, küplere binmiş halde geliyorsun eve. Senin için özenle yaptığım o tahta iskeletli, pamuklu, deri koltuğuna yerleşiyorsun. Korkumdan dolayı sana hiçbir şey soramıyorum. Birkaç dakika sonra o ateş fışkıran kahverengi gözlerinin sinsi sinsi bana baktığını farkediyorum. İşte o zaman içime attığım soruma yanıt alıyorum. Hemen elimdeki çalı süpürgesini bırakıp oturduğun koltuğun arkasına dayalı o ince ama sert ağaç dallarından birini alıp önünde eğiliyorum ve dalı iki elimle tutup sana sunuyorum. Pozisyonumu alıyorum ve başlıyorsun. Elindeki dal ile bütün kuvvetinle bana vuruyorsun. Bir... iki... üç... her vuruşun bir öncekinden daha sert oluyor ve her geçen dakika daha çok öfkeleniyorsun... ta ki dal kırılana kadar. Dalın yarısı kırılıp bir kenara uçunca tam bir öfke patlaması yaşıyorsun. Aniden yerinden fırlayıp üzerime geliyorsun ve vurmaya ellerinle devam ediyorsun. Ben mi? Ben ise hiçbir karşılık vermiyorum. Çünkü seni seviyorum Malfiyör. Her halinle seviyorum seni. Bütün öfkeni kusup nefes nefese kalınca dinlenmek için koltuğuna geri dönüyorsun. Hızlı, seri nefes alış-verişin birkaç dakika içinde yavaşlıyor ve normale dönüyor. Bende yerde, kanlar içinde öylece seni izliyorum. Sinirini tamamen atmış olduğundan emin olunca kalkıp yanına geliyorum. Yanına çöküp bir buse konduruyorum yanağına. Görüyorum ki yüzüme vurduğun an kanamaya başlayan burnumdan aşağıya, dudağıma akmış o kan birikintisinin izi çıkıyor yanağında. Ama biliyorum ki bu kan zararsızdır. Zira senin için atan kalbimin senin için ürettiği kandır bu. Ve kalbim bir buse ile veriyor hediyesini. Sende kafanı bana doğru devirip bitkin ve şaşkın bir halde bakıyorsun. Bende acı çeken bedenimin aşık gözleriyle karşılık veriyorum. Dakikalarca bakışıyoruz hiçbir kelime etmeden. Çünkü gerek duymuyoruz ses çıkarmaya gözlerimiz aracılığıyla ruhlarımız konuşurken. Sonra içinden gelen yoğun bir duyguyla gözlerin yaşarıyor. Daha evvel sayısız kez yapmış olmana rağmen neden sana vurdum sanki der gibi ağlıyorsun yoğun bir pişmanlık ile. Acıyorsun bana, halime, ama halen seni sevmeme. Sen kendi alevini söndürmüş iken benimkini yakmış oluyorsun. Sen sönen alevinin acı külleriyle uğraşırken benim sende gördüğüm tek şey kendi alevimi söndürecek dişi bir beden oluyor.

Gece oluyor. Ay dede tepemizde mutlulukla ışığını yayıyor. Tam uyumak için yere uzanmış iken sen odandan çıkıp bana sesleniyorsun. Benden o özel gecelerde giydiğin kolları sarı çizgili, uzun, siyah elbiseni getirmemi istiyorsun. Hemen apar topar yerden kalkıp özenle muhafaza ettiğim o elbiseyi getiriyorum ve giydiriyorum sana. Elbisenin kemerine hançerini takıyorsun ve o tuhaf bardağı cebine atıp elbisenin başlığı ile artık beyazlamaya başlamış uzun kahverengi saçlarını örtüyorsun. Bana hemen şimdi gidip uyumamı ve sabaha kadar uyanmamamı söylüyorsun. Bende aynen dediğini yapıyorum. Sen kör karanlıkta çıkıp giderken tahta zemin üzerine bir kedi gibi kıvrılıp yatıyorum.

İnan bana Malfiyör, eğer tam olarak böyle olmasa bile, bana vuramasan bile aynı etkiyi yapacak sözler sarfetmeni isterdim. Senin sevgine, merhametine değil hakaretine, nefretine ihtiyaç duyuyorum inanılmaz bir şekilde.

Biliyorum Malfiyör. Her iki hayaliminde sana uygun olmadığını biliyorum. O hırçın davranışlarının dış dünyaya karşı olduğunu, aslen içinde bir melek bulunduğunu biliyorum. Sen ne senin için aptala dönmüş bir ahmak tarafından öldürülmeyi ne de aynı ahmağı bir hizmetkar ve köle olarak kullanmayı isteyebilirsin. Her ne kadar bana benim sana olduğum kadar, hatta hiç sevdalı olmadığının farkında olsamda. Bu yüzden belki bu mektubumuda daha evvel yazdıklarım gibi buruşturup atacağım.

Ama bu demek olmuyor ki bir daha yazmayacağım. Ben kendimi durdurmaya çalışsam bile içimden gelen ani bir cesaret ile dürtülenerek yazmaya başlıyorum. Fransa'nın Marsilya şehrinde konaklarken seni ilk gördüğüm o gün geliyor aklıma. Ardından bir cadı olduğunu öğrendiğim zaman hissettiğim o korku. Bilemiyorum Malfiyör. Belki senin cadılığını öğrendiğim ve sana taparcasına aşık olduğumu bildiğin için iyi davrandın bana. Kimseye söylememi engelleyip canını kurtarmak için. Belki tıpkı delikanlı gençler gibi geceleyin birlikte şehirden kaçıp gittiğimiz, sadece yıldızların aydınlattığı, ölüm kadar kara o arazide sadece benden kurtulmak istiyordun; kimse görmeden öldürmek. Ama bilemediğim bir sebepten dolayı yapamıyordun. Kim bilir? Belki o zamanlar sende bana gönlünü kaptırmıştın. Belki sevmesen bile bana karşı tuhaf bir merhamet besledin içinde. Ama ne yazık ki uzun süremedi bu ilişkimiz. Mensubu olduğum birlik kutsal topraklara ulaşmak üzere harekete geçmişti Marsilya limanından. O zaman sana bu haberi gayet üzgün şekilde vermiştim. Sende birkaç gün içerisinde Almanya'ya gideceğini, her durumda ayrılmak zorunda kaldığımızı söylediğinde birazcık olsa rahatlamıştı içim.

Korkuyorum ki biraz daha uzatırsam kağıdımda yazacak yer kalmayacak sevgili Malfiyör. O yüzden üzgünüm ki sana olan sevdamın sadece bu kadarını akıtabiliyorum mektubuma. Ama Malfiyör, şuna gayet eminim ki seninle tekrar karşılaşacağız. Eğer bu yakıcı çölden kurtulup seni bir şekilde bulursam işte o zaman kork benden. Zira içimdeki bu sevgiyle seni boğana kadar sımsıkı saracağım. Fevkalade normal günlerinden katıldığın sabbat gecelerine kadar yanından ayrılmayacağım. Ama Malfiyör, bu toz pembe hayallerimin önünde heybetle duran bir gerçeklik var ki o da geleceğimiz. İkimizinde geleceği karanlık. Sen, muhtemelen en küçük bir dikkatsizliğinde kendini şehir meydanında çarmıha gerilmiş, halk ibretle izlerken ayaklarından yukarıya doğru büyüyen vahşi bir alev tarafından yutulurken bulacaksın. Ben ise yıllardır hiçbir başarı kaydedememiş bu haçlı ordusunda, meydan muharebesinde bir Selçuklu süvarisinin altında ezilip öleceğim.

Dediğim gibi Malfiyör. Bir gün mutlaka seninle buluşacağız. Ama bu dünyada, ama öteki tarafta. İnancından dolayı seni asla hor görmediğimi unutma. Eğer sen cehennemin dibinde, Mendez Keçisi ile karşılıklı oturup cayır cayır yanan kafirleri izlesen, bende cennetin rüya gibi bahçesinde dolaşsam bile Tanrının kurallarını çiğneyip gelirim yanına. Cennetten kovulsam bile ben yanmaya hazırım senin yanında. Çünkü sen görmeye, koklamaya doyamadığım bir çiçeksin, Malfiyör. Tapındığın o keçi kadar şeytani bir çiçek!

Kudüs'ten sevgilerimle,
Seni asla unutmayacak Roger


7
Düşler Limanı / Ynt: Manken
« : 01 Kasım 2017, 22:40:04 »
Okuduğumdan beri bu hikayenin içimde uyandırdığı duyguya bir isim vermeye çalışıyorum. Korku desem değil, acıma desem değil. Psikolojimi bozdu ya hu. Eğer amaçlanan bu ise gayet başarılı oldu.  :D

8
Çizgi / Ynt: Bazı çizimlerim
« : 06 Ekim 2017, 20:25:49 »
Bazılarına bir anlam veremesem de özellikle kedili olanlar şahane olmuş.

9
Tartışma Platformu / Ynt: Kapaklar sizi ne kadar etkiler?
« : 02 Ekim 2017, 21:07:14 »
Çok renkli kapaklar hep itici gelmiştir bana. Daha sade ve göz yormayan, hatta soluk renkli, fotoğraftan ziyade çizim kullanılan kapaklar çok hoşuma gidiyor.

Spoiler: Göster

10
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 26 Eylül 2017, 12:13:54 »
The Witchfinder General (Korku/Tarih)
1968 yapımı bu filmde 17.yy'da yaşamış "Cadı bulucu" Matthew Hopkins ele alınmış. İngiltere'de Cumhuriyetçi-Kralcı iç savaşının yaşandığı sırada ortaya çıkan Hopkins (Vincent Price oynamış Hopkins abimizi) ve yardımcısı çoğunluğu kadın birkaç kişiye işkenceler yaparak, döverek, söverek cadı olduğunu itiraf ettirmeye çalışıyor.

Cumhuriyetçi safında çatışan bir asker daha sonra Hopkins tarafından öldürülecek kayınpederinden kızını istiyor. Evleniyorlar, askerimiz birliğine geri dönüyor. Bu sırada köy sakinleri ayrıca papaz olan kayınpederi cadı ilan ederek Hopkins'e haber uçuyorlar, geliyor, adama işkenceler, dayak vesaire derken kıza da tecavüz ediyorlar. Bundan sonra olaylar başlıyor, yeni evlendiği karısına tecavüz edenleri bulmak için askerimiz birliğinden kaçıp Hopkins'in peşine düşüyor.

Korku filmi olmasına rağmen bana pek korkunç gelmedi. İşkence ve boğarak, yakarak öldürme sahneleri var fakat etki etmiyor insana. Korku olarak değil de tarih olarak izlenebilir.



11
Oyunlar / Ynt: En sevdiğiniz Flash Oyunlar
« : 25 Eylül 2017, 22:22:31 »
Strateji türünden birkaç tane yazayım buraya:

Warlords Serisi
Fantastik bir kıtada, seçtiğiniz ırk ile (her ırkın ayrı avantajları var) bütün kıtaya hakim olmaya çalışıyorsunuz. Irkların sahip olduğu bölgelere saldırdığınızda -ki her tur bir yere saldırmanız gerekiyor, kazansanız da kaybetseniz de savaşacaksınız- ekranın solunda askerlerinizi gönderebileceğiniz çizgi sıralar var. Bir sıradan giden asker başka sıraya geçemiyor veya müdahale edemiyor. Serinin hikaye tadında yapılmış oyununda ise üç ayrı ırktan bir karakter ile maceraya girişiyorsunuz.

Swordfall: Kingdoms
Yukarıda bahsettiğim ile neredeyse aynı fakat fantastik ırklar ve harita yerine gerçek milletler ve dünya var. Ayrıca üç boyutlu grafikler ve araştırmalar var.

Kingdom Rush serisi
Tower defence türünde bir strateji oyunu serisi. Oyun çok basit. Haritada belirli yerlere kule dikerek, ki bunlar kışla, okçu kulesi, topçu kulesi ve büyücü kulesi olarak sadece dört adet fakat ileride çok daha farklı şekillere gelişebiliyorlar. Amacınız ise haritanın bir veya birkaç noktasından gelen düşmanları bu kuleler yardımıyla öldürmek.

Infectonator serisi
Point-and-click oyunlardan. Amacınız bölümde insanların çok olduğu yere tıklayarak virüs yaymak ve zombileşen insanların diğer insanları yemesi, böylece insanlığı yok etmek. Ölen insanlar ve patlayan araçlar para düşürüyorlar. Bu paralarla virüsünüzü, zombilerinizi ve birkaç şeyi daha geliştirebiliyorsunuz.

12
Ahmet Ümit'in "Patasana" sı. Daha önceden başka bir romanını okumuştum yazarın. Tarih ile polisiye karışımı roman yazarı kendisi. Ama ne bileyim, iyi bir romanından başlamışım herhalde ki bu kitabı biraz zayıf geldi bana. Kullanılan anlatım şekli hevesimi kırdı diyebilirim. Gerçi hediye olarak geldi ama bakalım kitap kitaptır, okunmalı.   ;D

13
Tartışma Platformu / Ynt: Wattpad
« : 12 Eylül 2017, 11:13:10 »
2015 yılında merak edip üye olmuştum siteye. Birkaç gün boyunca elle tutulur güzel bir hikaye arayıp durmuştum ama pek şansım olmadı. Arada güzel hikayeler çıkıyordu fakat o kadar "kanser" hikayelerin arasından arayıp bulmak cidden sıkıcı olduğu için bırakmıştım. Şimdi yazdığım hikayeleri paylaşmak için geri döndüm siteye ama ne okuyan var ne de yorum atan. Saçma sapağan romantik bir hikaye, bol küfürlü bir komedi hikayesi veya "texting" adında sadece yazışma dolu bir kitap oluşturmazsanız ilgi görmüyorsunuz.

14
Kurgu İskelesi / Ynt: Kimsesiz Düşler Ormanı
« : 06 Eylül 2017, 21:16:43 »
Ellerine sağlık. Gerçekten müthiş olmuş :)

Sayfa: [1]