Kayıt Ol

Sürgünler ve Söylentiler

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Sürgünler ve Söylentiler
« : 28 Nisan 2011, 21:25:51 »
Sürgünler ve Söylentiler: Saléa'nın Kuru Yaprakları



Orada, Saléa'da, tek hükümdar hazandır. Sonbaharın dinmek bilmediği topraklarda ve halkında hüküm süren mevsimlerin bir yansımasıdır. Tıpkı sonbahar gibi hüzünlü ve onun gibi kaotiktir. Ne zaman güneş açıp, ne zaman soğukları peşine takacağı belli olmayan bu mevsim ancak bu halka bu kadar yakışabilir. Çünkü Saléa'nın elfleri bilindik elf doğasının sınırlarını aşalı yüzyıllar olmuştur. Onlar sürgünün acısını, geçen onca zamana rağmen, ilk günkü gibi yaşayan bir halk. Ancak onlar, aynı zamanda intikamlarına körü körüne bağlı da bir halk. Onlar için kan, intikam için gerekli bir araç. Sonbaharın savrulan kuru yapraklı gibi, can düşmanlarını gördüklerinde silahlar da aynı serbestlik ve hüzünle ellerde savrulurlar. Etrafa sıçrayan kan, dramatik bir tablo çizer ancak yüzlerdeki nefret hazan mevsimi değil, düpedüz kara kıştır.

Elinde bir balta ile bir ağacı kesmekte olan Salin'in bilinçaltı da aynı nefreti kusuyordu beyninin her bir kıvrımına. Baltasını öfkeyle savururken gözleri ağaçta değil, dağlardaydı. Saléa halkına has hüzünlü yüz hatları öfke ile çarpılmıştı. Çünkü biliyordu ki o dağların arkasında adlarını zikretmek bile istemediği Narnadra toprakları vardı. Onlara bu kadar yakın olmak hem onu tiksindiriyor hem de ezeli düşmanlığı kana susamışlık ile inliyordu. Her şey onların suçuydu. Onlar yüzünden Eladrin'den sürülmüşlerdi. Onlar kötü olan her şeyin beden bulmuş haliydi. Saléa'nın yanlış anlaşılmasına neden olan, cehennem iblisleriydi onlar. Halkını bahşedilmiş topraklardan sürdüren lanetli birer yaratıktı her biri.

Narnadra halkı ölüme ve gölgelere hükmetmeden önce ve Saléa halkı gerçekten kurallara bağlı bir halk iken de nefret hep oradaydı. Kalplere çöreklenmiş ve her gün, her saat hatta beklide her saniyede köklerini daha derinlere uzatmıştı. Neydi bu nefretin nedeni? Neydi onları yüzyıllarca aynı birbirlerinin ölüsünün peşine düşüren şey? Aslında buna dair kesin bilgiler olmamakla beraber en yaygın hikaye ve, ne kadar ironik ki, iki halk tarafından da kabul edilen tek efsane ise şöyledir:
Bir zamanlar, Eladrin'in bereketli toprakların meşhur elf beylerinden biri, elflerin pek de adeti olmadığı üzere, karısı ölür ölmez yeni bir eş edinmiştir. İlk evliliğinden olan oğlu tüm varlığı ile bu evliliğe engel olmaya çalıştıysa da başarısız olmuştu. Sonuçta, babası onursuz bir pislik gibi birkaç günlük sahte yastan sonra kendine yeni bir kadın edinmişti. Büyük oğul yeni geline hiç merhamet etmedi. Yeni gelin ise büyük oğlu hiç sevmedi. Onun bu düşmanca tavırları yüzünden kocasına karanlık gecelerde onu uzaklaştırmasını fısıldadı. Kendi odalarına çekildiklerinde kocasının zihnine girip tek tek, ilmek ilmek kocasının aklında bu fikri işledi. Eğer o giderse ona yeni bir varis vereceğini söyledi.  En sonunda oğluna karşı kinlenen elf beyi ise, oğlunu evinden ve tebaasından kovdu. İntikam yemini ile evi terk eden büyük oğul, yıllar sonra babasının ölümü üzerine eve geri döndüğünde karşısında başka bir oğul buldu.  Ancak bu durum her ikisinin de hiç hoşuna gitmemişti. Çünkü evin yeni beyi olmak için ikisinin de karşısında kendi kanlarından bir rakip duruyordu. Derler ki, bu hikayenin sonucu kesin olarak bilinmese de Narnadra ve Saléa'nın kökleri bu üvey kardeşliğe dayanır. Kimin büyük, kiminse küçük kardeş olduğu da bir kesinlik taşımaz. Ama genelde, tıpkı ağacı kesmekle uğraşan Salin'in de düşündüğü üzere, hem Narnadra hem de Saléa halkları kendilerini evden sürülen büyük kardeş addeder ve bu sürgünün daha sonraları Eladrin'den de kovuluşlarına neden olan uzun süreli bir plan olarak benimserler. Kulağa ne kadar imkansız ve delice gelse de burada bahsi geçenler Narnadra ve Saléa gibi iki uç millettir. Onlar için söz konusu karşı taraf olunca, suçlama ve karalamalarda akıl devre dışı kalır. Asıl olan intikamdır.

Henüz vaad edilmiş topraklardan, Eladrin'den, kovulmadan önce de durum pek farklı değildi. Ne aydınlığın ve bereketin karanlık yüzü Narnadra, ne de ışığın bilgeliği ve doğruluğu altında parıldayan ama aslında ışığın kör ediciliği ile körleşmiş Saléa'nın ne derece ileri gideceklerini kimse kestirememişti. Belki kral, Saléa ve Narnadra'nın duracağı sınırı çizen ve karşı gelemedikleri tek mercii, onların neler çevirdiğini biliyordu. Ancak öyleyse bile, bilmezlikten geldi. Eladrin elflerinin asilleri, krallarının – sonsuz itaatin beden bulmuş hali- altında mecliste toplandıklarında güç, ailelerin temsilcileri üzerinde yoğunlaşırdı. Her milletin temsilcileri, kendi milletinin gücüne ve dolayısıyla da artı bir kişisel güce kavuşurdu. Ancak, düşmana nefret tarihine işlemiş Narnadra ve Saléa için mecliste olmak, karşı tarafa yapılacak her türlü sözlü/kişisel saldırı için en uygun ve en yüce yoldu. Öyle ki, babalarının elinden temsilciği almak için ayaklarını kaydıran oğullar görülmemiş şey değildi. Ancak bunlar, bu iki kan davalı milletin sürülüşü ile ortaya çıkan kirli çamaşırlardan sadece biriydi.

İşte o anlardan birinde, içindeki nefreti kusmak ve kanında gezinen düşmanlığı ortaya koyarak, milletinin üstünlüğünü kanıtlamak isteyen bir Saléa asilinin oğlu, uyumakta olan babasına doğru yürüyordu. Elf ayakları, avcısına yakalanmak istemeyen ürkek bir hayvanın adımları gibi, ileriye doğru atılıyordu. Kapıyı hafifçe açtığında geniş, yastıklarla dolu, rahat yatağında çoktan uykuya dalmış yaşlı babasını gördü. Ona baktı. Yaşlı bir adamın, artık Narnadra karşısında duramayacak çürümüş bedenine, buruşmuş ellerine ve çökmüş yanaklarına tiksinerek baktı. Yatakta serbestçe duran yastıklardan birini alıp, babasının yüzüne hoyratça bastırırken sıktığı dişlerinin arasından,

 “Giderek zayıflıyorsun baba! Bizi onların önünde daha fazla küçük düşürmene izin veremem!” sözleri döküldü.
 
Her bastırışta iyice şişen kol kasları ve boynunda giderek irileşen damarlar ile babasına hiç merhamet etmedi. Aslında her şey ışık içindi. Onlar, o canlılar arasındaki en aşağılık millet, ortadan kalksın diye kendi babasını feda ediyordu.  Egosu güç ile yanıp tutuşurken, vicdanını bu sözler ile yatıştırıyor, bir an sonra yavrusunu terk edecek olan bir annenin yalancı tesellilerini söylüyordu.

Kapıdan çıkarken, bir an durup babasının cesedine şu sözleri fısıldadı:

“Ben, adımızı en tepeye yazdıracağım!” ve arkasına bile bakmadan odadan çıktı, gitti. Ertesi sabah, meclisteki toplantıda, yaslı bir oğul olarak babasından devraldığı koltuğa oturdu.

O gece bunlar olurken, Narnadra asillerinin evinin birinde başka bir oğul, Saléalı'nınkine göre daha genç olan babasından daha iyi olduğun iddia ediyordu. Halkının doğuştan gelen büyü gücünü özgürce kullanmasına izin verdirecek yegâne kurtarıcıydı o. Belki bir Mesih, belki de Saléalıların kökünü kazıyacak bir yıkım…
Babası, elindeki kupayı düşürüp, yerde ağzından köpükler çıkararak debelenirken onu sessizce izledi. Hazırladığı zehir tüm etkinliği ile işe yarıyordu. Yeteneksiz babasının yapabileceği şey değildi bu. Ama o herif de az değildi. Ölmeden önceki o son çırpınışlarında derinlerden gelen bir büyü sözü duydu oğul. Yavaş yavaş zihnine nüfus eden sözlerin gücü ile deliliğe doğru çekildiğini fark ederek, son bir çaba ile karanlık büyünün derinliklerine uzandı ve lanetli sözleri acıyla haykırıp babasının ruhunu, bedeninden çekti aldı. Bedenden zorla alınan ruh, odanın içinde serbestçe ve dehşet içinde gezinirken, cansız beden öylece salonun orta yerinde yatıyordu. Ve o da ertesi gün, yaslı bir oğul olarak meclisteki koltuğuna kurulmuştu.

Bu iki düşmanın tek ortak yönü, koltuğa oturdukları gün, itaat eden ve acılı bir oğul olarak babalarının ölümünden karşı tarafı suçlu tutmaktı. Her biri, babalarını katilinin ezeli düşmanları olduğuna işaret ediyor ve yüce kralın adaletine sığınıyorlardı. Ancak iftiralar hiçbir zaman bu kadarıyla da kalmadı. Narnadra ve Saléa halkı, Eladrin'in her şeyden bihaber halkı arasında türlü söylentiler yayıyordu. Yoksa o Saléa elfleri, elf görünümüne bürünmüş birer minator muydu? Narnadra halkının evinde tutsak çocuklar mı vardı? Saléalılar aslında krala ihanet edecek bir grup suikastçı mıydı? Peki ya Narnadralılar, gerçek birer iblis ise?

Söylentiler günden güne büyüdü ve uzadı. Herkes bir söylentiye yeni uzantılar ekliyor, böylece halkın kafası iyice karışıyordu. Saléa ve Narnadralılar'ın Eladrin halkına hiç saygısı yoktu. Amaç, onları kendi taraflarına çekmekti. İki grup arasında bir o yana bir bu yana çekiştirilen halkı, kralın sonsuz iradesi kurtardı. Tek sözü ile iki düşman millet söylentileri yayamaz oldu. Eladrin halkına hiç saygıları olmasa da kralın sözü, kanundu. Kralın sınırı çizdiği noktada, hiçbiri ayağını uzatıp çizgiyi geçmeyi düşünemezdi bile.

Kayıp Evren Elfleri- İç Savaş bölümünde detaylı bir biçimde anlatıldığı üzere, Hedium insanlarının gelişi ve ardından Narnadra ile Saléa arasında patlak veren kavga ile yıkımın gelişi, aynı zamanda bu iki milletin de sürgününe neden oldu. Bu sürgünden dolayı büyük nefret duyan iki düşman halk da, Eladrin halkını yıllar boyu zeka seviyesi düşüklükle ve acizlikle suçladı. Ancak ne zaman ki konu krala geldi, o zaman hepsi sustu. Onları kovan kişi kral olsa bile, sürgünlerinden uzun yıllar sonra dahi ağızlarını onun aleyhine açamadılar.

Salin, baltasını savurmaya devam ederken ansızın bir ses duydu. Keskin elf kulakları onu uyardı ve baltasını yavaşça yere indirerek dikkat kesildi. Bu ayak seslerini tanıyordu. Kalbi heyecanla çarpıyor ve elleri kan kokusunu alan leş kargaları gibi titriyordu. Aceleci ama temkinli, her adımından uğursuzluk akan, geçtiği yerde ölümün soğuk nefesini bırakan, lanetli büyülerin –kahrolasıca büyülerin- hükümdarları oradaydı. Onun topraklarında, onun evinde -adını söylerken bile histerik bir biçimde titremesine yol açan- bir Narnadra elfi vardı. Onu korkutup kaçırmak istemiyordu, aksine, ona gelmesini ve metalin et ile buluşmasını yaşamak istiyordu. Halkını bir Narnadra ajanından kurtarmanın onuru ve bir iblisi dünyadan silmenin bilinci ile evine dönmek istiyordu.
Aşağı doğru sarkan baltasını büyük bir dikkatle yere koydu. Bu ağır alet onu yavaşlatabilirdi. Ardından yerde duran yayını aldı ve ok sadağından bir ok çekti. Çok yavaş adımlarla onun topraklarını aşağılık ayaklarıyla kirleten casusu takip etmeye başladı. Sesten anladığı üzere tek kişiydi. Böylesi daha iyiydi. Teke tek bir dövüş olacağa benziyordu. Takip etmeye devam etti. Sanki aldığı her nefesi zihninde duyuyordu ve bu onu çileden çıkartıyordu. Narnadra elfi her kimse, keşif yapmaya geldiği belliydi. Ancak neden bu kadar dikkatsiz ve yalnız olduğuna bir anlam veremiyordu Salin. Birden, bunun bir tuzak olabileceği ve karşısındakinin çekici bir yem olabileceğini aklına geldi. Bu düşünce ile iliklerine kadar titredi. Sorun ne ölmekti ne de Narnadralılar’ın o meşhur, öldükten sonra bile yıllarca süren işkencelerine maruz kalmaktı. Sorun, başlı başına bir düşmanın elinde ölmekti sadece.

Bunları düşünürken, adım atmak için uzattığı ayağını geri çekti ve bir ağacın arkasına gizlenerek izlemeye devam etti. Sonbaharın hükümdarlığı altında önünde uzanan ormanın, yerde sürünen kuru yapraklarının her adımda çıtırdaması can sıkıcıydı. Bu nedenle sık sık etrafına bakıyor ve her an arkadan saldırıya uğrama endişesi ile tetikte bekliyordu. Ancak aceleci Narnadralıya bakılırsa o bunu bile duymuyordu. Hazan mevsiminin değişken havası altında, ağaçların gölgeleri arasından sessizce ilerleyen Salin, en sonunda düşmanının neden yalnız ve bu kadar pervasızca hareket ettiğini anladı: elf yaralıydı. Bunu görünce daha çok heyecanlanan Salin, hemen okunu çoktan sürmüş olduğu yayını gerdi ve önünde koşar adım ilerleyen düşmanına nişan aldı. Ama o anda, o kanı bozuk her nasıl olduysa onu fark etti ve o yayı bıraktığında, oku onu sıyırdı geçti. Narnadralının ona doğru dönmesi ile yarasının da durumu ortaya çıktı. Karnına bastırdığı eli kan kırmızıydı ve yırtılmış giysiden az miktarda kan sızıyordu. Anlaşılan, elf buraya gelmeden önce başka bir Saléalı grup tarafından çoktan avlanmıştı. Salin, muzaffer bir gülümseme ile güldü. Hüzünlü yüz hatlarına ansızın güneş doğmuştu. Bugün, bir kahraman olacaktı. Narnadra elfi, kendini oktan kurtarmıştı ama hem can acısı hem de başka bir rakibe yakalanmanın öfkesi ile aklına gelen her küfür savuruyor ve Saléalı'ya yapacağı işkenceleri tek tek sayıyordu. Öfkeden irileşmiş gözleri ve gergin yüz hatları ile tam bir şeytan gibiydi. Bir lanet büyüsü okurken sinirle titriyordu. Damalarında gezinen düşmanlık tüm benliği ile vücudunun her bir yanına yansıyordu. Ancak Salin boş durmadı. Düşmanı, büyü denilen o iğrenç ve lanetli şeyi okurken belindeki kısa kılıcı çektiği gibi üzerine atıldı. Narnadra elfi, yarasının acısı ile teklediği büyüsünü bitiremeden, üzerine çullanan Salin ile yere kapaklandı.

Saatler sonra, iki ezeli düşmanın durumu oldukça dramatik ve akıllara durgunluk veren bir hal almıştı. Çoktan ölmüş Narnadralı, Salin'in altında delik deşik olmuş bedeni ile uzanıyordu. Ağzı açık, dudaklarında kanlı kabarcıklar ve bir sağa bir sola savrulan kafa ile yaşadığı dehşeti yüz hatlarında yaşatmaya devam ediyordu. İrileşmiş gözleri ve açık ağzı, sanki yardım ister gibi bir ifade vermişti ona. Salin ise kendinde değildi. Kısa kılıcı sapına kadar kanla kaplıydı, ancak kan kuruyalı çok olmuştu. Rakibi öldükten sonra bile onu deşmeye devam etmişti, ama sonra bundan vazgeçip çıplak elleri onu yumruklamaya başlamıştı. Her yumruk ile sağa ve ardından sola savrulan cansız bedenin kafası, Salin'i tatmin etmiyordu. Ağlıyordu. Elleri, saatlerdir attığı yumrukların sızısı ile inim inim inlerken o acıyı bile fark etmiyordu. Aşınan derisini ve tarak kemikleri arasından sızan kanı bile görmüyordu. Ama ağlıyordu. Hırsla vurduğu her yumruğun arkasından hıçkırıklar yükseliyordu. Sonuçta her şey Narnadra’nın suçuydu. Onlar yüzünden Eladrin'in bereketli topraklarından kovulmuşlardı. Haksız yere Saléa cezayı çekmişti ve tüm Narnadralılar o pis büyüleri ve iblis ruhları ile günlerini gün ediyordu. Salin, zihninde bu düşünceler ile eli gibi giderek soyulan yüze vurmaya devam etti. Yorgunluktan bayılana kadar, halkının acısını gözyaşlarına katıp cesede haddini bildirdi. Yorgunluk onu esir aldığında ve tatlı uyku onu sıcak koynuna çekerken bile aklında tek şey vardı: her şey onların suçuydu.