Kayıt Ol

Anstabil Angina

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Anstabil Angina
« : 03 Mayıs 2011, 00:04:46 »

  Pembe dudaklar üzerlerinden geçen yumuşak maddenin rengi olan vişne kırmızısına boyandığında hacimleri de büyüdü. Aynanın üzerindeki gösterişli beyaz makyaj lambasının ışığı yeni sürülmüş rujun üzerinden yansıdı. Kadın elindeki ruju dikkatlice kapatıp masanın üzerine koydu ve kuzgun karası saçlarını eli ile hafifçe dokunarak düzeltti. Aynada kendi görüntüsüne bakarken başını hafifçe sağa sola çeviriyor, bazen aynaya yaklaşıp bazen uzaklaşıyordu. Mükemmel görünmesi için eksik olanın ne olduğuna karar verinceye dek masanın üzerinde bulunan makyaj malzemelerine bir bir baktı. Sonunda daha dolgun kirpiklerin işini göreceğine kanaat getirerek elini siyah kaplı bir rimele uzatmıştı ki arkasından duyduğu sesle irkildi.

  ''Yüzünle biraz daha oynarsan eski haline asla döndüremeyeceksin.''

  Kadın, aynadan odanın öteki ucundaki kırmızı koltukta oturan takım elbiseli adama pis bir bakış attı. Duymamazlıktan gelerek rimeline uzandığında adamın kafasını iki yana sallayarak ayağa kalktığı çarptı gözüne. Kanepeden kalktı, büyükçe bir içki masasının üzerindeki yarısı dolu bardağı kafasına dikerek bitirdi ve makyaj masasının yanına gelerek kadının çıplak omuzuna koydu elini. Aynadan kendisine aldırış etmeden makyajına devam eden kadını izledi bir süre, sonunda kadının eli ritmik bir şekilde yukarı aşağı hareket etmeyi kesip göz bebekleri ona döndüğünde gülümsedi.

  ''Ne?''

  Adam halâ gülümsemeye devam ederek elini kadının omzundan çekti ve aynaya yaklaşarak gevşemiş olan kravatını sıkıp eliyle dağınık saçlarını düzeltti.

  ''Yarım saat içinde başlıyoruz. O zamana kadar işin bitmiş olsun.''

  Eğilerek halâ rimelini kullanmakta olan kadının yanağından öptü ve odadan çıkmadan önce sandalyenin arkasında asılı duran ceketini alıp sırtına geçirdi. Kadın adamın gidişini aynadan izlerken yüzündeki anlaşılmaz ifadeyi değiştirmedi. Kapı kapanıp odada yalnız kaldığında ise bakışları bir süre kendi üzerinde kilitlendi. Bu kez bakışlarında kuşku vardı.

  Adam uzun altın sarısı renge boyanmış duvarların arasından geçerek geniş bir merdivenden hızlıca indi ve içinde bulunduğu otelin lobisine vardı. Büyük döner kapılardan çıkmadan önce danışmada duran görevliye eliyle selam verdi, görevli ise yerinden kıpırdamadan kafasını salladı karşılık olarak. Otelden çıkıp beyaz renkli Porsche'una binerken danışmada artık sarı saçlı bir kadın vardı.

  Beyaz Porsche, yolları taş döşeli sokaklarda fazla hız yapmadan ilerledi. Buna rağmen çoğunluğu iki katlı olan eski tip binalarla çevrili dar yollardan geçerek büyük beyaz bir klinik binasının önüne gelmesi yalnızca birkaç dakika sürdü. Batmakta olan güneşin kendisini rahatsız etmesini istemeyen adam arabasına binerken takmış olduğu güneş gözlüklerini binaya girerken de çıkarmadı.

  Kliniğin girişi oval bir masa arkasında duran beyaz önlüklü bir görevlinin dışında bekleme sandalyeleri ve üzerlerinde oturan hastalar ile doluydu. İçeri girdiğinde görevli halinden bıkmış bir şekilde önündeki bilgisayarda bir şeyler düzenlemekle meşguldü. Aldırış etmedi, duraksamadan odanın sağ tarafında bulunan merdivenlere yöneldi. İkinci kata vardığında masanın arkasındaki görevli oraya çıkan birini görüp görmediği konusunda kendisiyle çelişiyordu. Adam merdivenlerden çıkabildiği kadar yukarıya çıktı ve sonunda önüne gri kaplı tek bir kapı geldi. Kapıyı iki kez tıklattı ve cevap beklemeden kulpu çevirerek odaya girdi.

  Girdiği oda bir çeşit muaynehaneye benziyordu. Bulunduğu yerin solunda kalan iki geniş pencereden giren güneş ışığı odanın bir duvarına yaslı duran hasta yatağının ve karşı duvarındaki büyük kanepenin üzerine vuruyordu. İçerisi havasızdı, ışık içeride gezinen tozları gözler önüne seriyordu. Kapı duvarın tam ortasında duruyordu, dolayısıyla o da öyle. Odanın öbür kısmında ise büyük ahşap bir masa ve önünde iki koltuk vardı. Masanın üzerindeki gösterişli bir camın eğik yüzeyinde 'Dr. Grindheals' yazıyordu. Fakat masanın arkasında veya odanın içindeki herhangi bir yerde görünen kimse yoktu. Adam rahat bir şekilde pencerelerden birinin yanına gelerek yarı yarıya çekilmiş olan jaluzinin ipini çekti ve camı sonuna kadar açtı. Sıcak, nemli hava odanın içine hemen dolmasa da içerideki ilaç kokusu ve havasız ortam biraz dağılmıştı. Arkasını döndü, ceketini çıkararak kapının yanındaki portmantoya astı ve kanepeye rahat bir şekilde oturarak bacak bacak üstüne attı.

  Kısa bir süre sonra odanın kapısı yeniden açıldı ve içeriye beyaz önlüklü, saçları yer yer dökülmüş, kırışık yüz hatlarına sahip olan şişman bir adam girdi. Elinin tersi ile alnındaki teri silerken portmantodaki ceketi görünce bir an duraksadı, kafasını çevirip kanepede oturmuş kendisine bakan adamı görünce bir anda olduğu yerde sıçradı.

  ''Tanrı aşkına William! İnsan bir haber verir geleceğini!''

  ''Sakin ol doktor. Randevumuz vardı, unuttun mu?''

  ''Randevumuz yarın saat 11de idi. Ayrıca saate bakarsan bugünlük mesaimin bittiğini de göreceksin.''

  William bacağını indirerek oturuşunu düzeltti ve kravatını çözerek gömleğinin düğmelerini açmaya başladı.

  ''Fazla vaktini almaz Grindheals, acelem var.''

  Doktor olduğu yerde dikilmiş tereddüt içinde bakarken, William gömleğinin son düğmesini de çözdü ve göğsünü açtı. Göğsünün sol tarafında bir kitap büyüklüğünde metal bir kaplama göründü. Sanki vücudunun küçük bir kısmı metalmiş gibi, bu plaka vücuduna kusursuz bir şekilde yerleşmişti. Kalbinin bulunduğu yerin hemen üzerinde bulunan bu gri metalin üzeri başta pürüzsüz görünse de üzerinde küçük bir çıkıntı, bir açma kapama uzantısı bulunuyordu. William ifadesiz bakışlarını doktorun üzerine çevirerek bekledi. Şişman adam bir süre olduğu yerde dikildikten sonra kendi kendine küfürler ederek çalışma masasının arkasına geçti ve odanın köşesinde bulunan beyaz dolabın alt kısmını açarken sinirli bir şekilde sordu:

  ''Modeli neydi onun?''

  ''T-59''

  Doktor kısa bir süre dolabını kurcaladıktan sonra elinde küçük bir dikdörtgen kutu ile ayağa kalktı. Kanepede yarı çıplak kendisini bekleyen William'a döndü ve elindeki metalik kutuyu ona doğru fırlattı.

  ''Mesaim doldu. Başka hastaya bakamam. Sana daha fazla yardım edemem.''

  William kutuyu rahatça yakaladı ve ifadesiz bakışlarla doktoru süzdü bir süre. Dudağı hafifçe kıvrıldı, ayağa kalkıp gömleğinin önünü ilikledi yeniden. Kravatını boynuna öylesine geçirip ceketini giydiğinde doktor hala olduğu yerde duruyor, sinirli bir ifadeyle onun çıkışını bekliyordu. William sonunda ceketini üzerine geçirip elinde almak için geldiği şeyle odadan çıktığında, doktor kendisini bağlayan ipler çözülmüş gibi silkinip sesli bir küfür daha savurdu ve kendini yorgun bir şekilde koltuğuna bıraktı. Tombul parmaklarıyla yorgunluktan kapanmak üzere olan göz kapaklarını ovuştururken kapının açılma sesini duyunca birden yerinde doğruldu ve sinirli bir şekilde bağırdı.

  ''Tanrı aşkına mesaim bitti!''

  Fakat içeriye giren kişinin William olduğunu görünce yüzündeki sinir yerini şaşkınlığa, bir saniye sonra ise korkuya bıraktı. William içeriye tam olarak girmedi, yalnızca kapının ardından vücudunun bir kısmı göründü.

  ''Sadece teşekkür etmek istemiştim doktor.''

  Beyaz renkli Porsche kliniğin önünden ayrıldığı sırada binanın üçüncü katından bir çığlık sesi duyuldu.

 
-----

  William otel odasından içeri girdiğinde kadının hala makyaj masasının önünde oturduğunu gördü. Fakat makyajını bitirmiş gibi görünüyordu. Üzerine vücut hatlarını olduğu gibi açığa çıkaran dar, askısız, kıpkırmızı bir elbise giymişti ve aynı renk topuklu ayakkabıları hemen yanında duruyordu. Siyah saçları dalgalanarak sırtına iniyor, aynı renk küpeleriyle müthiş bir uyum sağlıyordu. William bir süre kapının önünde durarak kadını süzdü, o da aynadan kendisine bakıyordu her zamanki ifadesiz yüzüyle.

  ''İşini bitirdin mi?'' diye sordu kadın soğuk bir sesle. Bir yandan da masanın üzerindeki siyah çantasına uzandı. Fakat adamın elindeki metalik kutuyu görünce duraksadı.

  ''Sayılır.'' diye cevaplayarak kırmızı kanepeye oturdu William. Bir kez daha gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında kadın oturduğu yerden kalkarak yanına geldi. William elindeki kutuyu kadına uzattı ve kanepede geriye yaslandı göğsünü açarak.

  ''Kırmızı kabloyu çektikten sonra fazla oyalanmamaya çalış.''

  Kadın dikkatli bir şekilde kutuyu adamın elinden aldı ve ağır hareketlerle ona doğru eğilerek göğsündeki metal kısma dokundu. Vücudunun geri kalanının aksine bu kısım soğuktu. Metaldeki çıkıntıyı hafifçe çekti, gri kapak yukarıya doğru kalktı. Fazla derin olmayan bir kutu gibiydi bu plaka. Göğsünden aşağıya yaklaşık 4-5 santim kadar inen bir kutu şeklindeydi ve içinde çeşitli kablolar ile şu an elinde tuttuğunun benzeri bir kutunun dışında pek bir şey yoktu. Kutuya bağlanan kabloların arasından diğerlerinden daha kalın ve kırmızı olanını seçti, tam elini oraya doğru götürüyordu ki William'ın eli bileğinden tutarak onu engelledi. Bir an vücudu titredi kadının, kafasını kaldırarak adama baktı. William'ın bakışları sertti. Bir süre bu şekilde durdular, sanki birbirlerini bakışlarıyla tartıyor gibi. Kadın yüz ifadesini değiştirmedi, hareket etmedi ve gözlerini kaçırmadan sabırla bekledi. Sessizlik içinde geçen bir kaç saniyenin ardından bileğini kavrayan el gevşedi ve William kafasını çevirerek geriye yaslandı.

  ''Acele et.''

  Kadın kırmızı kabloyu çekmeden önce adamın göremeyeceği kadar belirsiz bir şekilde gülümsedi. Kabloyu dibinden tuttu ve hızlıca yerinden çekti. Adamın kalp atışları bir anda durdu kablonun çekilmesiyle, hafifçe kalkıp inen göğsü sabitlendi. Kadın küçük metal kutuyu çıkardı yerinden, fakat elindekini ötekinin yerine takmadı ve gri kapağı içi boş bir şekilde tekrar kapattı. William hareket edemez bir haldeydi fakat kadın yerinde doğrulup da onun yüzüne son bir kez baktığında gözlerinin şaşkınlık ve korku ile sonuna kadar açılmış olduğunu gördü.

  Kadın, elinde iki metal kutu ile banyoya girdi. Elindekileri küvette mavi üniforması ile iki büklüm olmuş bir şekilde yatan resepsiyon görevlisinin üzerine fırlattı ve içeriye dönerek cansız bir şekilde yatan adamın vücudunu da banyoya sürükledi. Sonunda banyonun kapısını kapattı ve makyaj masasına geri dönerek son kez görünüşünü kontrol etti. Alnından damlayan bir damla teri silerken çantasının yarısını kaplayan tabancasını da kontrol etti ve ayakkabılarını ayağına geçirerek odadan çıktı.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #1 : 03 Mayıs 2011, 00:31:47 »
Bilim kurgu - Macera karışımı bir şey geliyor sanırım. Cevaplanması gereken bir kaç soru var, heyecanla bekliyoruz.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #2 : 03 Mayıs 2011, 14:18:09 »
'Hadi bakalım...' dedim bitince ilk olarak. Kim kötü, kim iyi, neden kutu söküldü, neden doktor vefaat etti bilmiyorum ve bu soruların yakında cevaplanacağının bilincindeyim. Bu yüzden ilgi çekici bir başlangıç olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Edit: Başlığa da değineyim. Unstable Engine biraz ipucu verir gibi...

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #3 : 03 Mayıs 2011, 17:01:16 »
Kesinlikle etkileyici bir başlangıç yapmışsın. Zira şöyle bir göz atayım derken bir baktım ki bölümü bitirmiş, "Nerede bu yeni bölüm!" bakışları atmaya başlamışım.

Yalnız yapacağım tek olumsuz eleştiri, bana göre çok fazla "adam" lafı geçmiş olması oldu bu öyküde. Biraz yordu açıkçası beni. Bunun dışında her şey on numara, tebrikler!

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #4 : 03 Mayıs 2011, 17:20:51 »
İlk giriş paragrafındaki süslü cümlelere bayıldım. İnsan içinden okurken bile kelimeler arasındaki ahenk ve uyumu fark ediyor.
Etkileyici ve farklı.  :)
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #5 : 03 Mayıs 2011, 17:22:12 »
Bilim kurgu - Macera karışımı bir şey geliyor sanırım. Cevaplanması gereken bir kaç soru var, heyecanla bekliyoruz.

Teşekkür ederim, cevaplanması gereken soruların hepsi olmasa da bir çoğu cevaplanacak ve yenileri gelecek diye umuyorum sonraki bölümde. Her zaman olduğu gibi gene farklı bir yol deneyeceğim sanırım. Bu arada bilhassa isim için tekrar teşekkürler, baktıkça daha çok hoşuma gidiyor. :P

'Hadi bakalım...' dedim bitince ilk olarak. Kim kötü, kim iyi, neden kutu söküldü, neden doktor vefaat etti bilmiyorum ve bu soruların yakında cevaplanacağının bilincindeyim. Bu yüzden ilgi çekici bir başlangıç olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Edit: Başlığa da değineyim. Unstable Engine biraz ipucu verir gibi...

Teşekkürler efenim, tam olarak istediğim gibi bir başlangıç yapabildiğimi söyleyemem ama silecek kadar da nefret etmediğime göre idare eder diye düşündüm. Beğenildiyse ne alâ.

İsim konusunda; Laughing Madcap farkında olmadan hikayeye uyabilecek en müthiş ismi söyledi öylesine konuşurken. Bir tıp terimiymiş bu. Anlamı da oldukça hoş ve uygun olduğundan aynen koydum başlığı.

Kesinlikle etkileyici bir başlangıç yapmışsın. Zira şöyle bir göz atayım derken bir baktım ki bölümü bitirmiş, "Nerede bu yeni bölüm!" bakışları atmaya başlamışım.

Yalnız yapacağım tek olumsuz eleştiri, bana göre çok fazla "adam" lafı geçmiş olması oldu bu öyküde. Biraz yordu açıkçası beni. Bunun dışında her şey on numara, tebrikler!

Sizi buralarda görmek ne şeref. :P Teşekkür ederim güzel yorum için. ''adam'' konusunda katılıyorum sana. Beni de rahatsız ediyor, çünkü genel olarak yaptığım bir hata bu. Ne var ki ancak aradan bir kaç gün geçip de tekrar okuduğumda bu hatayı görebiliyorum ve düzeltebiliyorum, bir anlık gaz ile başlanan hikayeler ve yazılarda da doğal olarak kalıyor bu şekilde. Akşama doğru tekrar okuyarak ufak bir düzenlemeye gidebilirim belki, ihtiyaç olduğu doğru. Teşekkürler tekrar. ^^

Edit: Kırpıldı, düzeltildi, zımparalandı ve adamlardan kurtarıldı.

İlk giriş paragrafındaki süslü cümlelere bayıldım. İnsan içinden okurken bile kelimeler arasındaki ahenk ve uyumu fark ediyor.
Etkileyici ve farklı.  :)

Teşekkürler beğeni ve yorumunuz için, devamında da aradığınızı bulursunuz umarım. ^^
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #6 : 11 Mayıs 2011, 16:07:24 »

  Beyaz renkli Porsche büyük, gösterişli bir malikânenin altın renkli dış kapısının önünde yavaşça durunca, kapının hemen arkasındaki nispeten büyük bekçi kulübesinden, mavi takım elbiseli bir görevli hızlı adımlarla aracın yanına geldi. Bundan önceki onlarca araçta yaptığı gibi gülümsedi ve eğilerek nazik bir biçimde karşıladı yeni gelen konuğu.

  ''Hoş geldiniz efendim. Davetiyenizi alabilir miyim lütfen?''

  Cam yavaşça açıldı ve kırmızı elbiseli bir kadın yolcu koltuğuna koymuş olduğu küçük el çantasına uzanarak içinden gösterişli bir zarf çıkardı. Görevlinin yüzüne bakmadan zarfı uzattı camdan dışarıya doğru. Görevli mektubu alıp kısa bir süre inceledi, sonra parmaklarıyla direksiyonun üzerine vurarak bekleyen kadını süzdü gözleriyle. Kadın sabırsız bir şekilde dönüp, güneş gözlüklerinin üzerinden kendisine sinirle bakınca, adam sesini mümkün olduğunca nazik tutmaya özen göstererek konuştu.

  ''Alcobendas Malikânesine hoş geldiniz Bayan Alice. Fakat bu davetiyede Bay Harden�ın da size eşlik edeceği yazıyor. Müsaade ederseniz neden gelemediğini öğrenebilir miyim?''

   Alice, görevlinin bu aşırı nezaketinden hiç etkilenmediği belli eder bir biçimde ifadesiz kaldı ve soğuk bir şekilde cevapladı soruyu.

  ''Kendisini pek iyi hissetmediğini söyledi. Böyle davetlerden pek hoşlandığını sanmıyorum. Bir problem mi var?''

  Görevli anladığını belli eder bir biçimde başını yukarı aşağı hafifçe salladı ve yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi.

  ''Hayır, elbette ki yok. Yalnızca her şeyi sormam emredildi. Umarım hoş vakit geçirirsiniz Bayan Alice.''

  Siyah filtre ile kaplı camlar yeniden kapandı ve görevli içerdeki kulübeye doğru elini salladı. İhtişamlı altın rengi dış kapılar yumuşak bir şekilde iki yana doğru açılmaya başladı bu hareketle. Beyaz renkli Porsche kapıdan içeriye girip taş döşeli yolu yavaş bir biçimde takip etti. Alice, giriş kapısından yeterince uzaklaştığını düşündüğünde bir elini yeniden çantasına attı ve kısa bir müddet karıştırdıktan sonra gümüş renkli küçük tabancasını çıkartarak yolcu koltuğuna koydu. Susturucuyu da çıkardıktan sonra hızını iyice yavaşlattı ve torpido gözüne uzanarak silahını ve susturucusunu buraya bıraktı. Malikâneye silahla girmeye çalışması aptallık olacağı gibi, bunun ona içeride de herhangi bir yararı dokunmayacaktı.

  Bir kilometre kadar uzaktaki tepenin üzerinde yükselen sarayvari ev görüş alanına girdiğinde hızını arttırdı. Alcobendas Malikânesi oldukça büyük bir alanı kaplıyordu, evin dışındaki arazisi bile devasaydı. Malikâne, arazinin ortasındaki küçük bir tepenin üzerine kurulmuş olmasına rağmen giriş kapısından görünmeyecek kadar uzakta kalıyordu. Kapıdan ana binaya kadar uzanan yol ise baştan sona parlak taşlar ile kaplanmıştı. Yolun iki yanına dizilmiş olan gösterişli lambaların ışığı yola vurduğunda etrafa hafif bir parlaklık yayılıyordu. Yolun iki yanı da çiçekler ve dümdüz kesilmiş otlarla kaplıydı. Sağda ve solda bir golf sahası izlenimi uyandıran büyük çimenlikler ve bazı yerlerde yeni budanmış büyük ağaçlar vardı. Araç eve yaklaştıkça çevredeki bahçe de kalabalıklaşıyor, aynı oranda ihtişamı da artıyordu. Sonunda binanın iki büyük sütunla desteklenen gösterişli giriş kapısına vardığında geniş bir kalabalık çarptı Alice'in gözüne. Mavi üniformalı ve sürekli gülümseyen görevliler ordusu ve son moda sosyete kıyafetlerine bürünmüş, samimiyetten yoksun kahkahalar eşliğinde sohbet eden ünlü ve zengin insan topluluğu.

  Alice derin bir nefes aldı ve kapının önündeki yarım daire şeklindeki yola yavaşça girerek evin önünde durdu. Araba durur durmaz kapısı bir görevli tarafından açıldı ve adam yüzünde standart bir gülümseme ile kendisini karşıladı. Çantasını alıp arabadan indiğinde bir başka görevli hemen onun yerini doldurdu ve aracı evin altında bulunan otoparka doğru sürdü. Alice kafasını kaldırıp önünde durduğu devasa yapıya baktı bir süre. Üzerlerinde ince işlemeler ve melek figürleri bulunan iki devasa sütun, iki kat yüksekliğindeki kapı girişinin yanlarında yükseliyordu. Giriş kapısı iki yana doğru davetkâr bir biçimde sonuna kadar açılmıştı ve içeride büyük bir salon görünüyordu. Kapının önündeki yarım daire biçimindeki yolun ortasında altın renkli bir melek figürü dikilmişti ve gözlerinin altından yavaş yavaş su akarak üzerinde yükseldiği küçük havzaya dökülüyordu. Malikâne baştan sona ihtişam ve ironi dolu bir zevk ile tasarlanmıştı.

  Alice giriş kapısından geçtiğinde burnuna o tanıdık koku doldu. Onlarca pahalı parfümün ve makyaj malzemesinin bir araya gelmesiyle oluşan o gösteriş kokusu. Tam tuvalet giyinmiş olan onlarca gösterişli kadın ve erkek giriş salonuna kurulmuş olan iki davet masasının etrafında toplanmıştı. Salonun sonunda gene iki yana açılmış olan bir başka kapı vardı ve içeriden gelen klasik müzik sesi, ortamdaki ses kalabalığına rağmen net bir şekilde duyulabiliyordu.Alice, adımlarını aynı hizada tutarak yürüdü ve hiç kimseyle göz göze gelmemeye özen göstererek kapıdan geçti. Girdiği yer malikânenin ana salonu olmalıydı. Devasa ve tıklım tıklım dolu bir odaydı burası; duvarları şampanya rengi ile boyanmış ve altın rengi işleme ve figürlerle ile süslenmişti. En az üç kat yüksekliğindeki tavanından aşağıya üç devasa avize iniyordu, buna rağmen odanın tamamen aydınlanması için duvarlara onlarca lamba daha takılmıştı. Salonun bir ucunda yukarıya doğru simetrik bir biçimde yükselen iki geniş merdiven vardı. Sağ tarafta giriş salonundakinden daha da büyük olan bir açık büfe bulunuyordu ve sol taraftaki küçük bir platformun üzerinde küçük bir grup klasik müzik çalıyordu. Alice gözleriyle çevreyi tarıyordu, onun aradığı yer bütün bu ihtişamın dışında, küçük bir odaydı sadece.

  ''Yerinde olsam uslu dururdum.''

  Alice arkasından kulağına fısıldanan bu sesle birlikte bir an titredi, sesin sahibini görmek için arkasına döndü hızla. Karşısında kendisine gülümseyen bir adam buldu. 1,80 boylarında, açık kahverengi ve düz olan saçlarını öne doğru dikmiş, gözlerinin grisi ile uyumlu lüks bir takım giymiş olan adam kendisine doğru anlaşılmaz bir ifadeyle gülümsüyordu. Tuttuğu nefesini geri saldı; onu uzun zamandır tanıyordu.

  ''Güzel görünüyorsun. Yalnız fondöteni biraz abartmışsın sanırım, yüzün avizedeki kristaller kadar çok parlıyor.''

 Alice, alaycı bir biçimde konuşan adama karşı soğukkanlılığını kaybetmedi.

  ''Ne istiyorsun Kevin?''

  ''Neden buradasın Alice?''

  ''Beni mi takip ediyorsun?''

  ''Sence böyle bir partiye davetiyem olmadan da girebilirim yani. Hah, böyle düşünmene sevindim.''

  ''Şampanya alır mısınız efendim?''

  Kısa sarı saçlara sahip bir garson kızın elindeki tepsiyi ikisinin arasına sokması ile tartışmaları bölündü. Adam garson kıza doğru geniş bir biçimde gülümsedi ve içinde beyaz bir sıvı olan iki gösterişli kadeh aldı tepsiden.

  ''Elbette, teşekkür ederim.''

  Elindeki bardaklardan bir tanesini Alice'in eline tutuşturdu ve boştaki elini de onun beline atarak hızlı adımlarla odanın köşesindeki bir kapıya doğru ilerledi. Alice yürümeye devam etti fakat belindeki eli sert bir biçimde geri itmeyi de ihmal etmedi. Kısa bir süre sonra kapıdan geçmiş ve ahşap kokan bir çalışma odasına girmişlerdi. İçeri girdiklerinde Kevin cep telefonunu çıkartarak tavanın köşesine doğru tuttu ve bir tuşa bastı, ardından yeniden geri koydu cebine. Elindeki şampanyayı çalışma masasının üzerine bıraktı ve odanın perdelerini çözerek hemen ön tarafa bakan büyük camların önüne çektikten sonra Alice'e döndü.

  ''Kutular nerde Alice?''

  ''Ne kutusu?''

  ''William Sherbotz'u şu anda hayatta tutuyor olması gereken kutular. Kalp Atım Düzenleyicileri.''

  Alice bunun üzerine yutkundu ve sert bir biçimde cevap verdi.

   ''Cesedinin üzerinden alın.''

  Adam etkilenmiş görünmedi. Bir yandan odayı incelerken bir yandan da ses tonunu hiç değiştirmeden konuşuyordu.

  ''Maalesef ne Sherbotz'un ne de kapı görevlisi olması gereken adamın cesetlerinin üzerinde değillerdi. Tekrar soruyorum Alice, kutuları nereye koydun?''

  ''Sence benim için önemli olan lanet kutular mıydı yoksa babamın katillerinden birinin daha ölmesi mi?'' Alice bu kez bağırmıştı. Kevin ise sakinliğinden hiç ödün vermedi. Çalışma masasının üzerine oturdu ve gözlerini ifadesi sertleşmiş olan Alice'e dikti.

  ''Neden buradasın Alice?''

  Alice bir kez daha yutkundu fakat cevap vermedi. Tek yaptığı kendisine sakin fakat bir o kadar da sorgulayan gözlerle bakan adamdan gözlerini kaçırmaktı. Kevin soruyu tekrar sormadı, bir süre sessizce bekledi. Neden sonra masadan indi ve Alice'in yanına geldi.

  ''Grindheals ismini daha önce duymuş muydun?'' Alice bu soru karşısında şaşırdı.

  ''Hayır.''

  ''Kendisi el altından iş yürütmeyi çok seven bir doktordu. San Jose Kliniğinde kendisine ait fakat neden verildiği bilinmeyen bir odada her gün mesaisinin bitimine kadar oturup televizyon izleyen şişman bir doktor. Ve bu doktorun kendine ait bir Ferrarisi, havuzlu bir evi ve bankada 8 milyon eurosu vardı. İlginç değil mi? Böylesine tembel bir adamın bu kadar zengin olması.

  Ne var ki para onun canını kurtarmadı. 5 saat kadar önce klinikteki odasında başından vurularak öldürüldü.  Odasında eksik olan tek şey ise bir hafta önce gelmesini istediği özel bir siparişti. Vivan Kalp Ritim Düzenleyicisi, model iT-60.''

  Alice az önceki kızgın yüz ifadesinden kurtulmuş, ifadesini değiştirmeden karşısındaki adamı dinliyordu. Kevin bir süre duraksayıp kendisini süzdükten sonra konuşmaya devam etti.

  ''Sherbotz'un kullandığı model T-59. Grindheals ile yarın sabah 11de randevusu vardı ve Ritim Düzenleyicisini değiştirdikten sonra İstanbul'a gidecek olan bir uçakta saat 12:30 için bileti vardı. Fakat o bugün değiştirmek istedi ve değiştirdi de, ne varki işler ikisinin de beklediği gibi gitmedi.''

  ''Bunları bana neden anlatıyorsun?''

  Kevin gülümsedi.

  ''Sherbotz'un kalbine takmış olman gereken kutu onu zaten öldürecekti. Fakat belli bir saati vardı. Sen bunu 'kendi kişisel sebeplerinden' ötürü erkene aldığın için şimdi iki kutu da kayıp.''

  ''Peki bu neden umurumda olmalı?''

  Kevin bir kez daha kendinden emin bir şekilde gülümsedi.

  ''Neden buradasın Alice? Kendine zengin arkadaşlar edinmek için mi? Öldürdüğün adamın yerine geçecek birini bulmak için mi? Yoksa yaşlı Alcobendas ile eski günleri mi yâd etmek istedin?''

  Alice'in kaşları çatıldı, tüm sakinliği bir anda yok oldu ve Kevin'a öldürecek gibi bakarak sert bir ses ile cevap verdi.

  ''Sakın yoluma çıkmaya kalkma.''

  ''Her yerde kameraların olduğunu biliyorsun değil mi? Ya da garsonların yalnızca güzel değil aynı zamanda tehlikeli de olduklarını? Senin gibi. Fakat onlar birkaç yıl da eğitim aldılar, senin aksine. Elinde tuttuğun şampanyayı veren kadın dahi seni engelleyebilir.''

  ''Madem zaten bir şey yapamayacağımı düşünüyorsun, neden hâlâ benimle konuşuyorsun?''

  Kevin kafasını iki yana salladı ve güldü.

  ''O kutuları gerçekten bulmam lazım.''

  ''Kutular banyodaki cesetlerin üzerindeydi, başka bir şey bilmiyorum. Şimdi müsaadenle.'' Alice kadehini bıraktığı sehpanın üzerinden alarak odadan hışımla çıktı. Kevin ise derin bir nefes alarak tekrar masanın üzerine oturdu ve şampanyasını içerken cebinden çıkardığı telefonu da kulağına dayadı.

  ''Andy. Otelin içindeki ve çevresindeki tüm kameralara bak, Alice'ten sonra o odaya kimin girdiğini bul. Ayrıca Sergei'ye söyle dikkatli olsun, Alice bu kez gerçekten kararlı görünüyor.''
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #7 : 17 Mayıs 2011, 20:28:11 »
İşler iyice karıştı. Güzel. Bu Alice bir şey arıyor ama ne? Güzel. Kötü biri değil bu Alice. İntikam istiyor galiba. Güzel.
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #8 : 25 Mayıs 2011, 04:30:45 »

  ''Hedef görüş alanımda.''

  Büyükçe bir tepenin üzerindeki yaşlı çınar ağacının hemen altında, büyükçe bir çalı yığını rüzgar olmamasına rağmen kıpırdandı. Uzaktan bakan bir insan orada bir hayvan olduğunu düşünürdü, zira 10 metre kadar yakınında olsanız bile çalı kamuflajının altında yatmış olan iri cüsseli adamı veya 1,5 metre uzunluğundaki devasa tüfeğini fark etmeniz mümkün değildi. Yüzü yeşile boyalı adamın cüssesi normal standartlara göre oldukça iri sayılırdı, buna rağmen üzerindeki kıyafetlerle ve tüfeğiyle toprak ile üzerindeki bitki örtüsüne öyle güzel uyum sağlamıştı ki, adeta tepenin bir parçası haline gelmiş gibi görünüyordu. Ağzındaki sakızı yavaş tempoda çiğnerken bir yandan da tüfeğinin dürbününden 800 metre uzaklıktaki büyük binanın üst katlarından birini gözetliyordu. Artı şeklindeki nişangahının tam ucunda saçları ağarmış, yaşlı fakat dik duruşu ve sert ifadesiyle hala güçlü olduğunu belli eden bir adam vardı. Tüm bu arazinin ve daha bir çok şeyin sahibi olan bir adam. Lonzo Alcobendas.

  Sergei on dakikadır aynı yerde bulunuyor olmanın avantajını kullanarak odanın içindeki her şeyi gözlemiş ve hepsini aklına kazımıştı. Lonzo Alcobendas rahatına düşkün bir mafya babasıydı, çalışma odası da evinin geri kalanı gibi oldukça lükstü. Düşmanlarına sahip olduğu şeyleri göstermeyi severdi. Güçlüydü, belki İspanyadaki en güçlü yer altı şebekelerini yöneten adamdı. Özellikle de geçen yıllarda tüm ortaklarını da düşmanları gibi ortadan kaldırmaya başladığından beri zenginliği daha da artmıştı. Oturduğu deri koltuktan, odasının duvarlarında asılı duran orjinal tablolara kadar sahip olduğu hiçbir şeye paha biçilmezdi. İçmekte olduğu içki bile özel imalattı, Sergei'nin dürbünü bir kaç kez masanın üzerindeki yarısı dolu olan gösterişli şişeye doğru kaymıştı.

  Odada Alcobendas'nı dışında üç kişi daha vardı. Sağ kolu olan sarı saçlı İrlandalı kapının yanında ellerini önünde birleştirmiş bir heykel gibi duruyordu. Neredeyse her önemli iş bu adamdan sorulurdu, Madrid'de ne kadar suç işlenmişse neredeyse hepsinde bu adamın parmağı vardı. Soğuk duruşu ve iri yapısı ile görünüşünden dahi korkulması gerekirdi, elbette eğer ona karşı bir eylemde bulunacaksanız. Yürüdüğü yolda durmak gibi. Onun dışında takım elbiseli iki koruma daha vardı odada, para için sadakat yemini etmiş sıradan adamlar. Tehdit dahi saymıyordu onları, ikisini de etkisiz hale getirmesi çıplak elleriyle 8-15 saniye arası sürerdi. Şu anki konumunda ise maksimum 4 saniye.

  Odanın kapısı İrlandalı tarafından açıldığında Sergei sakızını dişinin arkasına yapıştırarak silahını hazırladı. Odadan içeriye kırmızı elbisesiyle oldukça şık görünen siyah saçlı bir kadın girdi. Gergin görünüyordu kadın, makyajlı yüzünde gergin bir ifade vardı ve hareketleri biraz katıydı. Alcobendas okuduğu kitabı masasının üzerine bırakıp kadının yanına geldi ve kız kaskatı bir şekilde beklerken eğilerek onu yanağından öptü.

  ''Alice odaya girdi.''

  Nişangahını tam olarak Lonzo Alcobendas'ın başında tutarak odayı izlerken kulağına yapışık olan ten rengi görünmez mikrofonundan Kevin'in sesini duydu. ''Alcobendas bugün ölebilir ama Alice'e dikkat etmeye çalış. Ona bir şey olmamalı.'' Bunun üzerine Sergei tüfeğinin yanındaki küçük bir spirali çevirerek daha büyük bir alanı göstermesini sağladı ve gözünü İrlandalıya doğru çevirdi. Odadaki en büyük tehdit oydu, Lonzo Alcobendas silahını çekip de kendi çalışma odasında birini vuracak değildi sonuçta. Alice çalışma masasının önündeki bordo renkli koltuklardan birine oturmuş bir şeyler konuşurken Sergei duyduğu bir motor sesi ile irkilerek doğruldu. Devriyenin 15 dakika sonra gelmesi gerekiyordu, fakat motor sesi giderek yaklaşmaktaydı ve bu sesin geniş araziyi koruyan devriye ciplerine ait olduğunu biliyordu. Elini kulağına götürerek ayağa kalktı ve tabancasını belinden çıkarırken kulaklığındaki küçük çıkıntıya bastı.

  ''5 dakika için yerimden ayrılmak zorundayım, sanırım misafirlerim var.''

----~~----

  Kevin kırmızı halı ile kaplanmış merdivenlerden hızlı bir şekilde yukarıya çıkarak ikinci kattaki uzun koridora döndü. Davetlilerin bulunduğu salondan uzaklaştıkça müzik sesi ve gürültü de azalmıştı. Sessiz fakat hızlı bir şekilde koridorun sonundaki kapıya ilerledi. Kapının tam önüne gelmişti ki yanındaki odalardan birinin kapısı açıldı ve mavi üniformalı görevlilerden bir tanesi bir anda önünde belirdi. Karşısında Kevin'ı görünce bir an şaşıran görevlinin kaşları çatıldı fakat sesini nazik tutmayı başardı.

  ''Afedersiniz efendim ama davetlilerin buraya girmemesi gerekiyor.''

  Kevin görevliye şöyle bir baktı ve bir anda sağ elini adamın karnına indirdi. Görevlinin gözleri de ağzı gibi şaşkınlık içinde açıldı fakat hiç ses çıkaramadı. Bir saniye sonra karnında küçük bir iğne deliği ile baygın bir biçimde yere yığılmıştı bile. Kevin hızlıca cep telefonunu çıkararak koridorun sonunda, tavanın köşesinde bulunan kameraya çevirdi ve daha önce de yaptığı gibi sırayla 1-9-5 tuşlarına basarak görüntüyü yarım dakika öncesine sabitledi. Ardından adamın kollarının altından tutup karşısına çıktığı odaya sürükledi ve kapıyı ardından çekerek yoluna devam etti.

  Koridorun sonunda girdiği kapının ardında bir çeşit evrak odası bulunuyordu. Duvarların neredeyse tamamı dolaplar ile kaplıydı, iki büyük masanın üzerinde üst üste koyulmuş dosyalar vardı. Burası Alcobendas'ın yerel işlerini yönettiği ve iki muhasebecinin çalıştığı bir odaydı. Fakat Kevin biliyordu ki buradaki kayıtlarda daha bir çok şey vardı. Banka hesapları, uyuşturucunun el değiştirdiği yerler, aklanan paraların transferleri, insan kaçakçılığı, gizli evler, silah depoları, polisin içindeki casusların bilgileri ve her türlü suçla ilgili bilgi ve belgelerle doluydu bu oda. Ne var ki Kevin buraya yalnızca bilmediği tek bir bilgi için gelmişti. William Sherbotz'un İstanbul da gideceği yer ve kişinin adı.

  Cebinden bir kibrit kutusundan daha küçük bir cihaz çıkartarak çalışma masasındaki bilgisayarlardan birine taktı. Bilgisayarı açmadı bile, yalnızca taktığı aletin üzerindeki küçük yuvarlak tuşa bastı ve arkasındaki ledin kırmızı renkte parlamasını sağladı. Bilgisayarda var olan ve silinmiş olan tüm bilgileri kopyalaması yalnızca bir kaç dakika sürdü. Usb girişine takılı cihazın ışığı yeşil olduğunda bilgisayardan çıkarıp yeniden cebine koydu ve her şeyi geldiği haliyle bırakarak odadan çıktı.

  Cep telefonunu yeniden çıkarttı ve koridorun sonuna geldiğinde kamerayı eski haline getirdi. Aşağıya, davet salonuna inerken cep telefonunun arkasındaki küçük bir bölmeyi tırnağı ile açarak içindeki küçük, ten rengindeki kulaklığı çıkartıp dikkatlice kulağının içine yerleştirdi. Salona inerken merdivenlerden yukarıya doğru çıkan iki mavi üniformalı adam gördü, arkalarında da Alice yürüyordu. Alice, Kevin'ı görünce herhangi bir tepki vermedi fakat gerginliği yüzünden rahatça okunabilir bir haldeydi. Kevin onlara hiç bakmadı, kenara çekilerek görevlilere gülümsedi ve yoluna devam etti.

  Salona indiğinde orada hiç durmadı, garsonlardan bir tanesinin elindeki tepsiden bir bardak içki kaptı ve bahçeye çıkarak kalabalıktan mümkün olduğunca uzaklaştı.

  ''Alice odaya girdi.''

----~~----

  ''Alice! Harika görünüyorsun.''

  Yaşlı adam onu heyecanlı olması gereken bir tonda karşılamaya çalışmış olsa da Alice bu samimiyetin altındaki her düşünceden haberdardı. Yanağından öpülürken içinden lanetler okudu, şu an onun canını almayı öyle çok istiyordu ki. Gözlerine bakmamaya özen gösterdi ve hiç bir tepki vermedi. Alcobendas umursar gibi görünmedi, Alice'in gerginliği her halinden belli oluyor olsa da o bir şey olmamış gibi koltuğuna geçti ve Alice'e de oturmasını işaret etti.

  ''Harden nerelerde? Seninle birlikte geleceğini sanıyordum.''

  Alice gözlerinin içine bakmakta zorlansa da Lonzo'ya döndü ve sesinin olabildiğince normal çıkması için dua ederek cevap verdi.
  
  ''Kendisini pek iyi hissetmediğini söyledi. Sanırım kalp problemi yüzünden. Özürlerini iletti.'' Sesi normale epey yakın çıkmış olsa da 'kalp sorunu' kısmında biraz çatallaşmış olduğunu düşünerek daha da gerildi. Lonzo'ya bakarken sakin kalmayı başarmak onun için çok zordu, sonuçta babasının katiliyle yüz yüze konuşuyordu. Yaptığı her şeyi biliyordu; tüm planlarını, babasına nasıl ihanet ettiğini, her şeyi nasıl örtbas ettiğini... Ve tüm bunlar normalmiş gibi gözlerinin içine rahatça bakıp yalan söyleyerek onunla alay ediyordu.

  ''Halbuki davet ettiğimde oldukça sevinmişti. Neyse, sağlığın ne zaman bozulacağı belli olmuyor elbette.'' diyerek masasındaki şişeye uzandı ve iki bardağa bir miktar içindeki içkiden koydu yaşlı adam. Alice bu sırada göz ucu ile içerdeki korumalara bakıyordu. İrlandalı'nın gözü içeri girdiğinden beri kendi üzerinde gibi hissediyordu. Bu rahatsız bir histi fakat onu asıl endişelendiren şey üç koruma ile başa çıkamayacak olmasıydı. Aslında bir tanesi ile bile başa çıkabileceğinden şüpheliydi, o Alcobendas ile yalnız kalmayı planlamıştı. Buna bir çözüm bulmalıydı yoksa elindeki şans uçup gidecekti.

  Lonzo bardaklardan bir tanesini Alice'in önüne itti. Gözlerini üzerine dikti ve geriye yaslanarak bir süre sessiz kaldı. Düşünceli görünüyordu.

  ''Babanın da sağlığı ölmeden önce çok iyiydi biliyor musun? Benden çok daha iyi durumdaydı. Ama hayat işte; o mezarda, ben ise buradayım.''

  Alice'in elindeki bardak parmakların arasından kurtularak yere düştü ve halıya döküldü. Kendisine hakim olmakta hiç bu kadar zorlanmamıştı. Yerinden kalkıp bu yaşlı şerefsizin üzerine saldırmak, öldürene kadar ona vurmak istiyordu. Sert bakışları üzerine dikildi istemsizce, kara gözlerinde şimşekler çakıyordu. Alcobendas ise hiç tepki vermeden izledi Alice'i. Sanki buraya neden geldiğini biliyormuş gibi, sanki bu hiç umurunda değilmiş gibi. Alice sıktığı dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu.

  ''En sağlıklı insan bile arkadan bıçaklandığında hiç şansı olmuyor ne yazık ki. Ve öldüğünde yanında götürdüğü tüm sırların yanı sıra geriye bıraktıkları bazıları için çok daha değerli oluyor.''

  ''Arkasında bıraktığı her şeyi koruyacak olan kişi için bu zor bir görev. Çocukları gibi örneğin. Onları evlatları gibi koruyup kollaması gerekiyor. Senin benim manevi kızım haline geldiğin gibi.''

  Alice bu cümleyle birlikte oturduğu yerden ayağa fırladı. İrlandalı bu hareketle birlikte onun üzerine doğru hareketlenmişti ki Lonzo'nun kalkan eli onu durdurdu. Alice'in ise gözü dönmüştü, hiç bir şey umurunda değildi artık.

  ''Hangi cüretle bana kızım diyebiliyorsun seni şerefsiz katil! Onun ortağıydın, en güvendiği kişiydin. Sana canı pahasına güvendi. Seni kaç kez kurtardı geçmişte ha? Kaç kez! Ya sen ne yaptın bunun karşılığında? Onu arkadan vurdun! Seni kardeşinden bile çok seviyordu! Benden bile çok!''

  Alice'in gözünden akan yaşların aksine Lonzo'nun yüz ifadesi tüm bu konuşma süresince değişmedi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra yavaşça ayağa kalktı ve yanına gelerek Alice'in yüzünü tuttu. Alice kurtulmaya çalıştıysa da parmaklarını bastırarak kafasını kaldırıp gözlerine bakmasını sağladı. Konuştuğunda sesinde nefret vardı.

  ''Baban korkağın tekiydi. Bu işte ilerlemek için gerekli cesarete sahip değildi ve elindeki her şeyi kaybedecekti. Onunla birlikte ben de batacaktım ve sen de büyük ihtimalle yaşamak için fahişelik yapacaktın. İstediğin bu muydu yani? İşe yaramaz bir babaya sahip olup aç kalmak mı?''

  Alice gözlerini Lonzo'ya dikmiş bir biçimde öylece durdu bir süre. Sonunda kafasını yere eğdi ve gülümsedi hafifçe. Bileziğindeki küçük taşı kimseye fark ettirmeden çevirdiğinde ucundan küçük bir iğne çıktı. Lonzo'nun gözlerine son bir kez baktı. Yaşlı adam tiksinerek bakıyordu artık kendisine. Güç isteği vardı gözlerinde, nefret vardı, hırs vardı. Nasıl sapık bir psikolojisi olduğunu görüyordu artık onun. Ve bunu gördükçe kendine olan kontrolünü yitiyor, içindeki tüm nefret ve intikam isteği vücudunu ele geçiriyordu. Lonzo'ya bakarken istemsizce dudakları kıvrıldı, gülmeye başladı. Gözünden hala yaşlar akarken kahkahalarla güldü Alice, Alcobendas'ın ve elleri silahlarında bekleyen korumaların önünde delirmişcesine güldü. Ve sonunda kendisini şaşkın ve biraz da acıyarak izleyen yaşlı adamın hiç beklemediği bir anda sağ bileğini Alcobendas'ın boynuna geçirdi. Yaşlı adam ne olduğunu anlayamadan boynuna giren iğnenin ucundaki zehir ile kaskatı kesildi. Lonzo ile burun buruna durdular öylece.

  Korumalar ne olduğunu anlayıp silahlarını çıkarana kadar Lonzo'nun kanı zehir ile dolmuştu bile. İrlandalı en hızlı hareket eden olmuştu, Alice'in üzerine doğru iki hızlı adım attı ve üzerine doğru sıçradı. Ayakları yerden kesildiği anda odanın sol camında bir delik açıldı ve boğazından içeriye uzunca bir kurşun girdi. Adam havada yön değiştirerek sağında doğru devrildi ve büyük cam sehpanın üzerine cansız biçimde yığıldı. Bir saniye sonra camda iki delik daha açıldı ve diğer iki koruma da ne olduğunu anlayamadan yere düştü. Alice ise etrafında olup bitenden haberdar değildi bile. Rimelleri göz yaşıyla birlikte akmış ve nefretle açılmış gözleriyle birlikte yüzünü korkutucu bir şekle bürümüş vaziyette yavaş yavaş ölmekte olan Lonzo Alcobendas ile burun buruna duruyordu. Alcobendas bir kaç saniye öylece kaldıktan sonra bacakları çözüldü ve yere yığıldı. Alice korku ile açılmış gözleri kendisine bakar halde iki büklüm yerde yatan adama tiksinerek son kez baktı. Artık her şey bitmişti.

  Kafasını toparlayıp derin bir nefes aldı ve etrafına baktı. Korumaların hepsi cansız biçimde yatıyordu, fakat onları kimin vurduğu konusunda hiç bir fikri yoktu. Şu an düşünmesi gereken şey de bu değildi zaten. Buradan hemen uzaklaşması gerekiyordu. Yutkunarak cesetlerin arasından geçti ve kapının kolunu tam tutmuştu ki kol aşağı doğru indi ve kapı başka biri tarafından açıldı. Alice geriye doğru sıçradı bir anda, tam çığlık atacaktı ki bir el ağzını kapattı. Bunun Kevin olduğunu görmeseydi büyük ihtimalle kalpten öleceğini düşündü. Adrenalin kanından çekilince az önceki soğukkanlı intikamcı gitmiş, yerine korkak bir kedi gelmişti adeta şimdi.

 Kevin boştaki elini dudaklarına götürerek ''Şşşt'' yaptı ve odaya girerek kapıyı kapattı. Alice yutkunarak kafasını tamam anlamında salladı. Kevin içeride kısa bir süre dolaştı ve cesetlerin üzerlerine, Alcobendasın çalışma masasına ve odanın çeşitli yerlerine baktı hızlıca. Ardından kapının yanında kollarını kavuşturmuş Alcobendasın cesedine bakan Alice'in yanına gelerek kolunu tuttu nazikçe.

  ''İyi misin?''

  Alice kafasını evet anlamında salladı dudaklarını ısırırken. Sonra artık dayanamıyormuş gibi bir anda başını Kevin'ın göğsüne yasladı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kevin bunu bekliyordu, şu manzarada sinir krizi geçirmemek ilk defa bunları yapmış bir kız için hiç de kolay değildi. Bir süre ağladı Alice, Kevin ise sabırla bekledi. Sonunda Kevin ''Artık gitmemiz lazım.'' dediğinde Alice bir kez daha kafasını salladı ve burnunu çekerek gözlerini ve akan rimelini sildi. Odadan dikkatli bir şekilde çıktılar, kimseye görünmemeye çalışarak aşağı indiler ve davetlilerin arasından sakin bir biçimde çıktılar. Sonunda beyaz renkli porsche Alcobendas'a ait arazinin dışına çıktığında Kevin kendini toparlamış gibi görünen Alice'e döndü.

  ''Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?''

  Alice saçları rüzgarla dalgalanırken gözlerini kapatarak kafasını geriye yasladı ve gülümsedi.

  ''Sadece uyumak istiyorum.''

----~~----

  ''Alcobendas malikânesinde verilen özel davet sırasında işlenen cinayetin yankıları halâ sürüyor. Madrid Polis Teşkilatından alınan son bilgiye göre Lonzo Alcobendas'ın yakın korumalarını öldüren kişi, gene aynı malikânede koruma görevi yapan Adriano Hernandez. 29 yaşındaki Hernandez'in malikanenin bir kaç yüz metre uzağındaki bir tepenin üzerinden uzun menzilli tüfek kullanarak Lonzo Alcobendas'ın kişisel korumalarını, Alcobendas'a ait kişisel çalışma odasında vurduğu söyleniyor. Öte yandan Adriano Hernandez'in Alcobendas'ı vurmayı başaramadan devriyedeki ortağı L.M. tarafından vurulduğu, fakat ölmeden önce tabancası ile karşılık verdiği ve ortağının da ölümüne yol açtığı öğrenildi. Polisin Alcobendas'ın ölümü ile ilgili ise herhangi bir detay vermeye yanaşmaması dikkat çekici. Bilindiği gibi Lonzo Alcobendas hakkında bir çok suçlama...''

[*]Sabaha karşı 4:30 da gönderdiğim düşünülürse hatalar olabilir. Mazur görün lütfen.[/*]
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #9 : 25 Mayıs 2011, 11:12:39 »
Ben bu hikayeyi nasıl gözden kaçırmışım? Üstelik sadece hikayeyi kaçırmış olsam iyi, çok da iyi bir macerayı ve bir o kadar güzel bir üslubu da kaçırmışım. Neyse, en azından üç bölümü tek bir seferde okuyabildim. Tek tesellim bu oldu.

Kurgu yine şahane. Tam da Koyu Beyaz'dan beklediğim gibi... Zaten diğer hikayelerini de beğeni ile takip ediyordum. Dilerim bunu da yarım bırakmak zorunda kalmazsın. Çok sevdiğim bir dizinin sezon finaline bile ulaşamadan iptal edilmesi duygusu yaşatıyor bu durum bende. Bana böyle eziyet etmeye hakkın yok! :)

Kalemine sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #10 : 25 Mayıs 2011, 13:42:02 »
İşler iyice karıştı. Güzel. Bu Alice bir şey arıyor ama ne? Güzel. Kötü biri değil bu Alice. İntikam istiyor galiba. Güzel.

Alice'i her ne kadar bir ana karakter olarak düşünmesem de ileride kendisiyle ilgili ilginç planlarım olduğu bir gerçek. Teşekkürler yorum ve beğeniniz için. :)

Ben bu hikayeyi nasıl gözden kaçırmışım? Üstelik sadece hikayeyi kaçırmış olsam iyi, çok da iyi bir macerayı ve bir o kadar güzel bir üslubu da kaçırmışım. Neyse, en azından üç bölümü tek bir seferde okuyabildim. Tek tesellim bu oldu.

Kurgu yine şahane. Tam da Koyu Beyaz'dan beklediğim gibi... Zaten diğer hikayelerini de beğeni ile takip ediyordum. Dilerim bunu da yarım bırakmak zorunda kalmazsın. Çok sevdiğim bir dizinin sezon finaline bile ulaşamadan iptal edilmesi duygusu yaşatıyor bu durum bende. Bana böyle eziyet etmeye hakkın yok! :)

Kalemine sağlık...

Ahah, teşekkür ederim beğenin için. Aslında yazdığım hiç bir hikayenin sonunu düşünmüyorum, sanırım bu yüzden hepsi yarım kalıyor. Hepsinin de sonraki bölümleri aklımda aslında şimdi bakıyorum da, sadece bunda yaptığım gibi sabahın 4ü gibi boş bir vakit bulmak gerekiyor sanırım. Bunun da sonunu düşünmedim  bu arada ama, ehem. :P

Beğendiyseniz ne mutlu. :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #11 : 30 Mayıs 2011, 17:06:34 »
Hikaye ilk bölümden itibaren tek bir sorunun cevabını vermeden ama diğer bütün herşeyi hızlı bir şekilde işleyerek gidiyor. O soru da yakında cevaplanacak sanırım. Anlatım ve ilerleyiş açısından hiç bir kusur göremedim. Hatta keyifle okudum. Kaç gündür okumak istiyor fakat uzun bölüm var yarıda kesilmesin diye erteliyordum. Uzun bölüm diye tabir ettiğim son bölümü okumaya başladım ve ne ara bittiğini anlayamadım bile.

Alice çok gizemli girmişti olaya ama bir hırs uğruna bütün bunları yaptığı anlaşıldı. Bu yüzden hikayedeki en ilgi çekici karakterlik ünvanını Kevin' a bıraktı. Bu biraz da 65. dakikada futbolcu değiştirmek gibi olmuş. Skora nasıl yansıyacağını ise devam bölümlerinde göreceğiz :)

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #12 : 26 Mayıs 2012, 13:17:04 »
Evet, bu güzel yazını ancak okuma ve yorumlama fırsatı bulabildim, affola.

Alıntı
Mavi üniformalı ve sürekli gülümseyen görevliler ordusu ve son moda sosyete kıyafetlerine bürünmüş, samimiyetten yoksun kahkahalar eşliğinde sohbet eden ünlü ve zengin insan topluluğu.

Bu titiz cümle içerisinde 3 defa ‘ve’ kullanılmış, küçücük bir düzeltme ister diye düşünüyorum. Sadece belirtmek istedim; çünkü üslup ve cümle yapıları tasvip ettiğimiz üzere pek itinalı, taktir ettim. Tasvirler de aynı şekilde ayrıntılı olduğu kadar dozajında da.

Alıntı
Alice kafasını kaldırıp önünde durduğu devasa yapıya baktı bir süre. Üzerlerinde ince işlemeler ve melek figürleri bulunan iki devasa sütun, iki kat yüksekliğindeki kapı girişinin yanlarında yükseliyordu. Giriş kapısı iki yana doğru davetkâr bir biçimde sonuna kadar açılmıştı ve içeride büyük bir salon görünüyordu. Kapının önündeki yarım daire biçimindeki yolun ortasında altın renkli bir melek figürü dikilmişti ve gözlerinin altından yavaş yavaş su akarak üzerinde yükseldiği küçük havzaya dökülüyordu. Malikâne baştan sona ihtişam ve ironi dolu bir zevk ile tasarlanmıştı.

Diğerleri gibi pek şahane bir betimleme var burada, sadece çok hoşuma gittiğini belirtmek istedim. Diyaloglar daha fazla olabilir miydi diye düşünüyorum, belki de. Ama sen az ve yerinde kullanmayı tercih etmişsin, olur da hikâyene devam edersen elbet konuşmalar da sıklaşabilir. Son olarak pek kıvrak bir kurgusu var, tadından yenmiyor. Hoş bir kısa hikâye olmuş, illa da devam ettirilmesi gerekiyormuş gibi gelmedi bana. Ha devamını istemez miyiz? Tabi isteriz, orası ayrı.

Kalemine sağlık.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anstabil Angina
« Yanıtla #13 : 30 Mayıs 2012, 23:09:11 »
Biraz geç de olsa çok teşekkür ederim yorumunuz için. Alıntılanan yerdeki hata ne yazık ki hızlı bir şekilde dikkatsizce yazdığım zamanlarda sürekli çıkıyor karşıma, üzerinden bir kez daha geçmezsem bir cümlede aynı bağlaçtan bir kaç tane ya da bir paragrafta aynı kelimeden onlarca olabiliyor, hiç de hoş olmuyor. Düzeltmek için geri dönüp bir kez daha okumak gerekiyor, bunu yapmaya üşendiğim zamanlarda da işte böyle yakalanıyorum. :P Uzun lafın kısası şimdi siz gösterince gene fark ettim, hoş olmamış gerçekten.

Beğeniniz de beni mutlu etti, teşekkürler. :) Devam etmek nasip olacakmış gibi görünmüyor. Zorlamaya da gerek görmüyorum bundan sonra. Gene de çok sonraları gelen bu güzel yorum beni sevindirdi, beğenmeniz mutluluk verici. Teşekkür ederim. ^^
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.