Kayıt Ol

Touhou Günlükleri

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Touhou Günlükleri
« : 07 Mayıs 2011, 01:46:16 »
Açıklama: Sizlere bu başlık altında Touhou adlı oyundan bahsedeceğim. Bunu yaparken alışıla gelmedik bir yöntem kullanacak ve öyküleştireceğim. Yazılan öykülerin kurgusal içerikleri kesinlikle bana ait olmayacaklar. Elbette biçimsel ve anlatımsal özellikleri bana mahsuslar. Oyunun ve müziklerinin yaratıcısı olan ZUN (gerçek adının Junya Ōta olduğu sanılıyor) ben ve geri kalan hayranlarına pek çok kısa hikaye ve mısra yazmış durumda. Oyunların 1996 yılına kadar giden bir geçmişleri var ve bugüne kadar 13 oyun yapıldı (yapılmaya da devam ediyor) Sizlere oyunların dinamiklerinden bahsetmeyecek, sadece hikayesini aktaracağım. Öykülerin içerikleri büyük ölçüde şarkı sözlerinden alındılar ve tarafımca uyarlandılar.

Başlığı Gezginler Kamarasında açmadan önce uzun süre düşündüm. Çizgi/Anime de açabilirdim ama Touhou bir anime değildir (her ne kadar bu başlığın sonunda da paylaşacağım gibi harika fanmade videoları olsa bile) Touhou bir oyun olsa da oyun başlığında da açamam. Eh, bu bir öykü, ama tüm kurgusu bana ait değil ve maksat bir öykü aktarmaktan ziyade, bilmeyenlere Touhou'yu anlatmak. O zaman gözlerim, kurgu iskelesinden kayarak, bu ana başlığa yöneldiler.

İlk öyküler Maribel Han ve Renko Usami adlı, gerçek dünyadan olup da Gensokyou[*]Buna daha sonra döneceğim[/*] ile ilgili araştırmalar yapan iki üniversite öğrencisinin maceralarını aktaracaklar. Daha sonra oyunların ana karakteri ile ilgili öyküleri aktarmaya başlayacağım. Ben de pek çok şeyi bu yazı serisini hazırlamak için daha yeni öğreniyorum ve süreç umduğumdan yavaş gelişiyor. Hatasız biçimde Gensokyou'yu betimleme arzusu güdüyorum. Umarım beğenirsiniz.
------

Bölüm 1:


"Evet, bu olduğuna eminim." dedi Renko ve bir takım resimler ile dolu not defterini Maribel'e gösterdi. Sonbahar ayazında bunca yolu gelip de bir şey bulamamak gayet hayal kırıcı olurdu. Yine de bir çift mezar soyguncusu gibi görünmekten gerçekten kaçınabileceğini sanarak ahmaklık ettiğini anladı.

***

"Marry, hayaletli bölgenin girişini gidip görmeli miyiz dersin?" olmuştu Renko'nun iki gün önce önerdiği fikir. Marry, Renko'nun ona verdiği takma attı çünkü asla Maribel diyemezdi, dili bir türlü dönmüyordu. 'Mühür kulübü' sadece Renko ve Maribel'in üyeleri oldukları çok da özel bir yanı olmayan okült ve nekoramansi tabanlı bir kulüptü. Bir nekromansi kulübüydü ama bildik ölü diriltme ve def etme ayinleri ile hiç bir alakası yoktu. Diğerleri ikilinin beceriksiz iki nekromansi delisi olduğunu düşünürlerdi. Fakat gerçek, çok farklıydı.

"Hayaletli bölgenin girişi de  neredeymiş Renko?" olmuştu o zaman Maribel'in verebildiği tek cevap. Daha önce hayaletlerin diyarına açılan bir geçit ile ilgili hiç bir şey duymamıştı ve Renko durup dururken bundan bahsettiğinde epey şaşırdı. Renko kendisini zapt etmekte güçlük çekerek gülümsedi. Kendisini bıraksa heyecanla şen şakrak gülecek gibiydi. Elinde tuttuğu fotoğrafı yavaşça uzattı ve "Sadece bak." dedi. Maribel de ister istemez onun heyecanını paylaştığını hissetti. Kadim bir tapınağın ön cephesini gösteren bir kareydi. "Bu ölüler diyarı" dedi Renko huşuyla.

"Nasıl oldu da ölüler diyarının bir fotoğrafını elde ettin?" dedi şüpheyle Maribel. "Senin bilmediğin kaynaklarım var Marry" dedi Renko hınzır bir ifadeyle. Maribel'in onun ne gibi kaynakları olduğu konusunda fazla bir fikri yoktu. Renko'nun yeni ölen insanların cesetlerinin fotoğraflarını çekerek, ruhların negatiflerini görmeye çalışan bir arkadaşı olduğunu anımsadı. "Resme tekrar bak. Budist geçidinin de ötesine. Dikkatle bak" dedi Renko.

Parmağı ile resim üzerinde, bir mezar taşının tepesinde kalan, minik, boş gece göğü penceresini gösterirken "Geçidin şu noktasına bak. Sence bu yaşayanların dünyasına benziyor mu?" dedi artık saklayamadığı heyecanıyla. Maribel kesinlikle bu dünyadan gibi görünmeyen ve nasıl bakılırsa bakılsın resmin tuhaf atmosferli olan bölgesine burnu değene kadar dikkatle baktı. Renko'ya "Bu bir Shinto geçici, Budist değil" diyecektiyse de lafını yuttu.

Mühür kulübü hakkındaki gerçek, sınırları bulmak ile ilgili olmasıydı. İkilinin kulübü öteki dünya veya dünyaları, yani yaşayanları çevreleyen görünmez duvarların ötesini, algılamak ve mümkünse haritalamak ile ilgiliydi. Dengelerini kırmak veya onları aşmak yasak olmalıydı, çünkü efsanelerde yaşayanlar için ötekiler, korkunçtular. Nitekim Maribel duvarları ve ötelerinde kalanları görebiliyordu. Hiç bir şey yapmasa, aramasa ve gözlerini yumsa da onları görebiliyordu. Özellikle de gözlerini kapatmışsa, rüyalarında, duvarların da ötesine gidebilirdi. Bu önlenemezdi, hep görecekti.

Maribel Renko'nun sesiyle resme bakarken daldığı anlık düşlerinden uyandı. "Hayaletli bölgeye bir geçit" demişti Renko. Maribel'e gösteriyor olmasının sebebi, resmin çekildiği yeri çoktan öğrenmiş olması mıydı? Ona bunu sordu. "Kolay. Resimde ayı ve yıldızları görebiliyoruz öyle değil mi?" dedi resmi elinde sallayarak. Renko'nun daha önce belirttiği ve birkaç defa şaşmadan ispatladığına göre sadece yıldızların ve ayın konumuna bakarak o andaki zamanı ve dünya üzerindeki konumunu bulabilirdi. Kız yürüyen ve soluk alan bir GPS cihazı gibiydi. Maribel'e her zaman tedirginlik verici gözleri olduğunu söylerdi ama Maribel'e göre asıl tuhaf olanlar Renko'nunkilerdi.

Maribel ölüm çiçeklerinden nefret ederdi. Törenlerde kullanılan zambaklardan ise tiksinirdi. "Girişi işaretleyen taşın etrafı zambaklar ile dolu" dedi istemsizce resme bakarken. Renko duymazlıktan geldi çünkü eğer yanlışlıkla Maribel'in tiksintisini körüklerse hiç gitmemeye karar verebileceğinden korkuyordu. Renko sonraki gün haritalar ve pergeller ile bir başına kalarak gidecekleri yönü seçmekle uğraştı.

Sonunda hayaletli bölgeye açılan bir gedik bulabilecekleri gün gelip çattı. Bölgeye gece gitmek daha uygun görünüyordu çünkü onları yolda döndürüp sorular soracak birileri çıkarsa mezarlıkta ne yaptıklarını anlatmak epey güç olacaktı. İlk başta tüm cesaretleri en üst seviyedeydi, sonra onlar geçidin olduğunu düşündükleri - daha çok Renko'nun düşündüğü - yere yaklaştıkça Maribel cesaretini kaybedeceğini sanırken aksine, daha dingin olduğunu fark etti.

Renko, "Galiba aradığımız taş bu. Fakat etrafımızda hiç bir şey göremiyorum. Gökyüzü normal görünüyor." dedi hafif bir hayal kırıklığıyla. Renko onu çağırdığında Maribel de taşa yavaşça yaklaştı ve işlenmiş yazılara odaklandı. Elleri ile yazılara dokundu ve taşı olabilecek her şekilde inceledi. "Hayır. Bu olduğuna eminim." dedi sonra kendisinden şüphe ettiğine utanarak. Renko bunu söylerken doğrulup göğe baktı ve "02:27:41" dedi yavaşça. Maribel'i tedirgin eden atmosfer ve mezarlık değil, Renko idi. Mezar soyguncusu gibi göründüğünü düşündü. Mezar taşı öyle ağırdı ki yerinden milim oynamıyordu. Maribel tüm gücü ile yüklendi ve aniden Renko "Saat iki buçuk!" dedi olağandan sesli biçimde. Aynı anda da taş dörtte biri kadar döndü. Tüm gece karanlığına ve Sonbahar soğuğuna rağmen dört bir yanları aniden pespembe binlerce sakura yaprağı ile doldu.

***

Sonbahara özgü yapraklar da yitip gittiğinde, o olaydan bir ay sonra, halen yeteneksiz kulüpleri varlığını sürdürüyordu. Göğe bakarak zamanı mırıldanan dostu Renko, Maribel'e onaylamaz biçimde "Buluşmaya iki dakika on dokuz saniye geç kaldın" dedi. İçindeki sayısız resmin her birinin gerçekliği kuşku götürür not defterini çıkardı ve arasından bir resim çekti tekrar, aynı bir ay önce yaptığı gibi. "Söylesene Marry, Hakurei Tapınağının geçidini görmek ister misin?" dedi hınzır gülümsemesiyle.

Video

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Touhou Günlükleri: Bölüm 2
« Yanıtla #1 : 07 Mayıs 2011, 01:49:50 »
Bölüm 2:


Bir ay tavşanı ve bir ay keşif taşıtı. Bu bir yanılsama mı, gerçek mi, hoş bir hayal mi yoksa kötü bir rüya mı? Sabah sisinin anısı ve hayali bir dünyanın isi ile uyanık olmak, gerçeklik bulutundan dışarıya çıkan bir kuş gibi, gündüz rüyasını tatmak ve kadim, mistik evrenleri düşlemek ne tuhaftı.

Işıksız zamanlar geliyor. Gün batımı ve hayalin sisi inmek üzere olmalı. Yine de, öyle bir dünya gördü ki, tüm çocuklar gülümsüyorlardı. Bu bir sanrı mı? Yani havadaki asılı duran kale? Şafağa kadar, kalbi öteki dünyada atacak olmalı.

Yüzlerinde böylesine büyük gülümsemeler ile bu kadar çok çocuğu bir arada en son ne zaman gördüğünü düşündü. Sahi, daha önce böylesini görmüş müydü ki? Çocukların ağzından dökülen gizemli şarkıları dinledi ve onların bir o kadar esrarengiz danslarına eşlik etti. Bugün büyük bir festival kutlanıyor olmalıydı. Bir gün, çocukların yine aynı böyle gülümsedikleri bir ülkede yaşamak istediğini fark ettiğinde en az onlar kadar şendi oldu.

Saklı bir malikânenin gölgesinde uyanmanın rengi ile sarsıldığını anımsadı. Kızıldı. Malikâne gece karanlığında bile nahoş parlamasıyla onu selamladı. Soğuk kalpli taştan inşa edilmiş gerçeklik anıtıydı adeta. Geçmişte kalmış güzeller güzeli bir başkentin son peri masalı gibiydi. Kirli bir kasabada gün ışığıydı.

***

“Biliyor musun ne, dün gece bir rüya gördüm” dedi Maribel kendisi de ne söylediğinden emin olamadan. “Yine bir rüyanı mı anlatacaksın?” dedi arkadaşı ona hafif bir alayla. “Evet, rüya görmüş olmasaydım, anlatmak için seni çağırmazdım.” Dedi üstelercesine Maribel.

İkilinin adları Maribel Han ve Renko Usami’ydi. Terk edilmiş bir kasabada, okült güçleri ve dünyanın sınırlarını arayan minik bir kulübün üyeleriydiler. Nekromansi ile uğraştıkları düşünülse de, uğraştıkları iş diğerlerinin tahmin ettiği gibi değildi. İkili alışıla gelmedik bir kulübün yılmaz araştırmacılarıydılar.

“Hey! Boşuna sinirlenme. Başka birinin rüyasını dinlemek sadece can sıkıcı, hepsi bu.” Dedi alınmış bir karşılıkla. Maribel esasında aldırmıyordu. Bu arada, Maribel’in müthiş bir gücü vardı. Öyle ki aileden gelen bir yetenekti ve kökeni takip edilemeyecek kadar eskilere dayanıyordu. Maribel’in sınırları görmek gibi bir yeteneği vardı. Dünya üzerindeki, tüm sınırları hem de. İkilinin esas amaçları sınırlarda belli sebeplerden ve koşullardan ötürü açılmış gedikleri saptamak ve mümkünse onları kullanmaktı. Kim bilir, belki bir gün öteki dünyalardan birine atlayabilirlerdi.

…Elbette, bu yasaktı. Buna rağmen Maribel son zamanlarda git gide artarak karmakarışık karakteristiklerde sayısız dünyayı görebiliyordu. “Senden bir iyilik isteyebilir miyim? Lütfen rüyalarımı dinle ve bana tavsiyede bulun. Zira aksi takdirde hangi benim gerçek olan olduğundan emin olamayacağım.” Dedi ciddi bir ifadeyle ve anlatmaya başladı.

***

“Çok geniş bir ormanın derinliklerinde, kızıl bir malikâne vardı. Yapının etrafını çevreleyen yemyeşil orman berrak ve aka çalan rengi ile bir nehirce kesiliyordu. Nehir ise bembeyaz bir gölü dolduruyordu. Harikulade bir görüntüydü. Ağır kırmızı tonuna rağmen çok doğal görünüyordu ve ne kadar cesur bir renk seçimi gibi görünürse görünsün, benim epey hoşuma gitti.” Dedi heyecanla.


“Peki ya içerisi?” dedi Renko onun heyecanını paylaşarak. Hep böyle olurdu. Her ne kadar sitem etse de, onun için Maribel’in rüyalarını dinlemek iple çektiği bir şölendi. “Birden bire içeriye dalmak sence de görgüsüzce olmaz mıydı?” dedi Maribel kızararak. “Senin sorunun ne? Neden rüyalarında bu kadar korkaksın?” dedi yapmacık bir öfkeyle Renko.

“…Ah, az daha unutuyordum. Bir hizmetçi beni karşılamak üzere binadan dışarıya çıktı ve ona böylesine harika bir malikânenin sahibi ile tanışmak istediğimi söyledim.” Dedi rüyanın anısına asılmaya çalışarak. Bir çay partisi mi olmuştu? Emin değildi. Devamını unuttuğunu fark ettiğinde gözlerini uzaklardan ayırdı ve Renko’nun beklenti dolu yüzü ile karşılaştı. “Hani sıkıcıydı?” dedi hınzır bir gülümseme ile.

***

“Başka rüyalar da gördüm. Hepsini tüm detayları ile anımsayamıyorum ne yazık ki” dedi en düşünceli çehresiyle. “Birinde sonsuza kadar uzanıyor gibi görünen bir bambu ormanındaydım.” Dedi kafasını hızla olumlu anlamda sallayarak. Ufuk çizgisinin bir ucundan diğerine kadar bambular vardı.”

“Böylesine bir ormanda kaybolmak işten bile değildi. Karanlık bastığında patikadan çıkmış olmalıyım. Bazen tuhaf bir çığlık duyduğum oluyordu, onların etraftaki hayvanlara ait olup olmadıklarından halen emin değilim. Ne yapmalıydım emin değildim, kaybolmuştum. Bambu ormanında açlıktan öleceğimi bile düşündüm sanırım. Belki de sesini duyduğum, ismi benim için belirsiz bir yaratıktı, kim bilir. Daha yapmak istediğim ne çok şey olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum çaresizce. Ağlamış olmalıyım çünkü uyandığımda yastığım ıslaktı.”

“Dediğim gibi, amaçsızca dolaştım. Bir ara bambu dallarını yemeyi bile düşündüm. Tabi ciddi değildim ama yine de rüyanın içindeydim. Sonra birden bire gerçek bambu ağaçlarının nasıl göründüklerini, yani doğal hallerini geçmiş anılarımda asla görmemiş olduğumu hatırladım. Sadece imgelerde, televizyonda inşaat ile ilgili bir belgeselde ve hırdavatçılarda görmüştüm, ağaç olarak değil, ölü bir selüloz parçası olarak. Aklın oyunları muhteşemdir ama şu anda eskiden gerçekten bilmediğim bir şeye vakıf olduğuma eminim. O da bir bambu yaprağının tadı.” Dedi dudaklarını yalayarak. Renko tadın anısının hoş mu yoksa nahoş mu olduğunu ona soracaktı ama devamını daha çok merak etti.

“Göğe, tamamen umuttan yoksun onlarca defa bakmış olmalıyım. Ne çok parlak yıldız vardı, burada Tokyo’nun en tenha ucunda bile açık olan göğün sunduğundan fazlaydılar. Biliyor musun ne? İlk defa senin gözlerini kıskandım. Büyük olasılıkla sen, nerede olduğunu bulabilirdin ve patikayı kaçırmazdın.” Dedi Renko’yu güldürerek.

“İşte o zaman, ilk defa o korkunç kahkahayı işittim!” dedi aniden parlayarak. Ne yazık ki dondu, çünkü devamını hatırlayamıyormuş gibi yüzü kasılı kaldı.

***

“İşte burada, rüyalarımda gördüğüm kızıl malikâneden ve ormandan, hizmetçinin verdiği ve benim koparttığım, birkaç bambu yaprağı ve kurabiye var.” Dedi tedirgince. “Ne? Rüyalarından bahsetmiyor muydun Marry?” dedi kaşlarını kaldırarak şüphe ile Renko Usami adındaki siyah saçlı kız. Maribel, Renko’nun onun gerçek adını çoktan unuttuğuna emindi. “Sana anlattıklarımın hepsinin rüyalarım ile ilgili olacağını söylemiştim. İşte bu yüzden – kurabiyeler ve yaprakları göstererek – ne yapmam gerektiğini söyleyebileceğini düşündüm. Gerçekten tavsiyene ihtiyacım var Renko” dedi. Renko onun aklı karışmış göründüğünü düşündü.

“Hangisinin gerçek ve hayal olduğuna artık pek emin değilim. Rüyalar genellikte, bir youkai (*yaratık-canavar) kovalandığımda son buluyor. Bunların kötü birer rüya olduğunu söyleyeceksen, büyük olasılıkla haklısın. Buna rağmen rüyalarımda bazen, yanımda, uyanıklığa bir şeyler getirebiliyorum. Bu yüzden şu anda seninle ‘rüyamda’ konuşuyor olduğumdan korkuyorum.” Dedi. Kesinlikle durumdan rahatsızdı.

“Sana neyin doğru olduğunu söyleyebilirim Marry. Gerçek yenilebilir bambu yaprakları yoktur. Belki pandalar için lezzetli olabilirler ama masallardaki anlatılan doğal, lezzetli yapraklar yerin altında, derinlerde insan damağından saklanırlar. Kötü bir rüyayı iyiye çevirebilecek olsaydım yapardım, inan bana.” Dedi ciddi bir alayla. Belki yalnızca bu alayın kendisi bile Maribel’in gerçeklikte olduğuna emin olmasına yetmeliydi.

“Hayatım için koştum, rüyamda olmama rağmen. Tam olarak ne açıklayamam ama az önce anlattığım ve devamını unuttuğum kahkahayı hatırlıyor musun? Hah işte o zaman olmalı. Çünkü şu anda kahkahanın git gide arttığını anımsıyorum. Sahibi kesinlikle insan değildi. İçgüdülerime uydum ve yapabildiğim kadar hızlı koştum.” Dedi gerçeklik ve hayal ile ilgili konuşmalarını ikinci plana iterek aniden. Hatırlayabildiğinde, anlatırdı ve Renko da çıt çıkarmazdı. Rüyalarını anlatırken Marry’nin biraz delirdiğini düşünürdü ama zararı yoktu. Renko bunu severdi.

“Bambu ormanı bir ara eğim kazanmış olmalı çünkü dengemi koruyamadığım zamanlar oldu. Ancak büyük oranda düz gittiğimi zannediyorum. Yine de, emin olamıyorum. Çok uzun bir mesafe koşmuş olmalıyım ama buna rağmen tek görebildiğim saatler öncesinde ne gördüysem aynısıydı. Koştuğumda bir yere varacak olup olmamam beni ilgilendirmiyordu bile.” Dedi kendi sözlerini onaylayarak.

“Bence rüyanın tamamen rüya olduğu ile ilgili fikrine tezat oluşturan şey bu. Rüyam sübjektif olmak zorunda. Rüyalar gerçekliğin tam zıttı olmak hükmünde değiller. Rüyalar ve gerçeklik benzeşmeliler. Bu yüzden eğer gerçek hayatta kendini tehlikede hissediyorsan, rüyanda da hissedersin ve koşarsın. Gerçek, bundan ibaret olabilir” dedi kendi de söylediklerini sindirmeye çalışarak. “Her neyse, ben görecelilik psikolojisi üzerinde çalışıyorum Renko. Seninki de neydi? Hmm… İplik Fiziği? Belki ikimiz de bu kadar yeni olmasına rağmen eski kafalı teorilere bel bağladığımız içindir rüyalarımın sübjektivitesi.” Dedi parmağını masa da yuvarlaklar çizecek şekilde döndürürken.

“Eski kafalı olabiliriz ama yeniyi kullanıyoruz evet. Sonuçta, geçmişte kimse gerçek ile hayali ayırt etmeye çalışmadı. Birbirlerine o kadar çok karıştırdılar ki sayısız efsane doğdu.” Dedi Renko onu onaylar bir mizaçta. “Ve bugün ise ben, rüyamdaki ben ve gerçekteki ben olarak tek bir kişiyim.” Dedi Maribel biraz mırıldanır gibi kısık sesle. Yine de Renko’nun duymasına yetti.

“Artık gerçekten hangisinin doğru olduğuna emin değilim. Geceleri bir kelebek olduğuma mı yoksa gündüzleri bir insan olduğuma mı inanmalıyım. Çünkü ikisi de şu anda benim için gerçek gibi duruyorlar.” Dedi ve aniden rüyanın geri kalanını hatırlamış olacak ki tekrar uzaklara, çok derine, anılarına bakarak devam etti.

“Evet, uzun bir mesafe koştum. Yine de yorulmamış olmalıyım, yorgun değildim, kesinlikle değildim.  Neden? Ah, tabi, dedim ya ben bir kelebektim. Uzun mesafeler boyunca uçtum. Sahi, nasıl bir kelebeğe dönüşmüş olabilirim ki?” dedi kendi ağzından çıkanlara da şaşırarak. “Fakat bir şeyi çok net hatırlıyorum. O da günün sonunda geri geldiği ve sonsuz geceyi gömdüğüydü.”

“Artık koşmuyordum. Biraz ileride, ama yine de epey uzakta, bambu ormanının derinliklerinde canlı bir ışık görmüş olmalıyım. Gerçekliğin ötesinde ve tuhaflığın sınırlarında dolaşan bir ışıktı. Rubidyum’un yanma reaksiyonuna benziyordu” dedi Renko’nun daha iyi anlayacağını düşündüğü biçimde ve Renko anlayışla gülümsedi.

“Arkamı kolluyordum ama bir yandan da güneş ışığı dışında var olan ve daha cazip gelen bu ışığın büyüsüne kapılmadan edemiyordum. Merak ettim ve ona yaklaştım, cesaret edebildiğim kadar yaptım bunu. Evet, gerçekten de yaptım.” Dedi Renko’nun onun cesareti ile ilgili daha önce söylediklerine dokundurarak.

“Gördüğüm şeye inanamadım. Bugünlerde 3D bilgisayar çizimleri ile böyle şeylerin imite edilebildiğini biliyorum ama böylesi gerçek görünenlerini yapabileceklerini sanmıyorum. Ömrümde bu kadar büyük bir yaratığı tam karşımda bulduğum olmamıştı. Hayır ışığın kaynağı o değildi tabi ki ama kaynağa çok yakındı. Vahşi köpeklerden daha büyüktü, siyaha çalan postu ile fareye benziyordu ve gözleri kırmızıydı. Belki de bir tavşandı ama gözlerinin kırmızı olduklarına eminim. Dediğim gibi, çok garip bir şekli vardı. En ilginç yanı ise gözlerinde aynı bir insana baktığında göreceğin anlamlılık ve kavrayışı hissedebiliyordun.”

“Kafasının boyutları aynı bir insanınki kadardı, hafızam beni yanıltıyor olabilir ama üzerinde çok durduğumda bir insanın yüzüne sahip olduğunu düşünmeden edemiyorum. İnanmak istemiyorum ama büyük olasılıkla gerçekten bir insanın yüzüydü. İnsan yüzlü büyük fareler hakkında daha önce bir şey duydun mu Renko? Ben duymamıştım.”

“Anladım ki yılmaz takipçim bu fareydi. Ancak sandığımın aksine ilgisinin kaynağı ben değildim. Hiç olmamıştım belki de. O, doğrudan, kızıl ışığa bakıyordu. Sesini halen unutamıyorum, korkunçtu. Ancak korkumu söndüren şey kızıl ateşin, farenin gözlerindeki yansıması oldu. Başından beri ürktüğüm kızıl gözlerin renginin asıl kaynağı bu ışık olmalıydı. Sanki o ışıktan korkuyordu Renko.”

“Ve işte bu, kız ile büyük fare yanımdan gittiklerinde birisinden birinin geride bıraktığı kâğıt parçası.” Dedi cebinden hışırtıyla, kırışıklar ile dolu, bir kâğıt çıkartırken. “Halen gerçekten rüyandan mı bahsediyorsun?” dedi Renko kaygılı bir sesle.


“Kızı görene kadar farenin esas kaçındığının o olduğunu anlayamadım.” Diye devam etti duymazlıktan gelerek. “Kızın etrafında kırmızı ve çok parlak bir hale vardı. Neden diye sorma, bunu yapan kendisiydi. Işığı kendi isteği ile saçıyordu. Belki de doğru tanım ışık saçmak olmamalı. Daha çok derisinin her gözeneğinden kızıl alevler fışkırıyordu ama kendisi ve kıyafetleri yanmıyorlardı demek doğru olacaktır. Bu da yetmezmiş gibi alevler sanacağının aksine yukarıya doğru değil, aynı bir çift kanat gibi, yere paralel yayılıyorlardı.”

“Düşününce insan yüzlü dev fareden daha mekruh bir varlıktı. Fare onun sadece elini kaldırmasıyla korkup kaçtı, inanabiliyor musun?”

***

“Şimdi görüyor musun Renko, bana göre rüya ve gerçeklik aynılar. Sana daha önce yüzlerce defa anlattım, asıl rüya olan, şu anda seninle konuşuyor olmam olmalı.” Dedi çaresiz bir kabullenmişlikle. “Sakin ol Marry. Anlattığın dünyayı son noktasına kadar dinleyeceğime söz veriyorum. Sonunda ne oldu anlat bana, kız aslında neydi? Kıza ne oldu?” diye üsteledi onu melankolisinden bir nebze olsun çekip çıkartarak.

“Bilmiyorum, fare kaçtıktan sonra o da ortadan kaybolmuş olmalı. Hayır, korkak değilim, sadece yok oldu hepsi bu. Yine de saklandım. Bunun korku ile ilgilisi yok, korkunç olmalarına rağmen yok, saklandım çünkü hayatımın tehlikede olduğundan bir an olsun şüphe etmedim ve her zayıf canlının yapacağı gibi sessizce bekledim. Ama biliyor musun ne, şimdi düşününce daha iyi anımsıyorum, gerçekten de eminim, farenin gözlerindeki alacalı kızın yüzünü unutmam mümkün değil. Onlar kesinlikle bir insan olamazlar. Ne fare ne de kız.”

***

Günün sonunda Maribel’in tüm yaptığı rüyaları hakkında konuşmak oldu. Tatmin olmuş muydu bilinmez ama Renko onun kendisine verdiği ıvır zıvırı ilgi ile incelerken Marry’nin gitmeden önce söylediği şeyi aklında evirip çeviriyordu. “Hayal ve gerçek, ikisi de aynı.” Ama bu olamazdı. Renko bundan, gecenin sonunda güneşin doğacağını bildiği veya yıldızlarda yelkovan ile akrebi görebildiği kadar emindi. Güncel göreceli psikoloji biliminin sübjektiflik ile ilgili ön gördüğü kuramların doğru olduklarını kabul etse bile bunlar sadece ‘akla’ uygulanabilir bir yasalar serisinin ispatını kabul etmek demek olurdu.

Açıkça görülmesi icap eden gerçek, Marry’nin sınırların ötesine, bilinci kapalıyken, yolculuk etmesinin muhtemelliğinden ibaretti. Yine muhtemelen – çünkü Renko zaman dışında bir başka konu için kesin konuşmayı sevmezdi – Marry sırf bu yüzden kendisini rüyada sanıyordu. Şu anda, gerçeklikteyken bile rüyanın sınırına çok yakın olmalıydı. “Yoksa” diye düşündü Renko ürpererek, Marry basitçe sınırları görme yeteneğini çok daha fazlasına dönüştürmüş olabilir miydi? Yani onları kullanmayı ve yönetmeyi kavramaya başlamış olabilir miydi? Renko bunun olanaksız olduğunu düşündü. Bütün bu düşünceler halen basit birer kulüp aktivitesi sayılırlardı, değil mi?

“Eğer ki tüm bu durumu göz ardı edersem rüyaları sırasında bir youkai tarafından yutulabilir veya geri dönüş yolunu bulamayabilir. Düşünceleri her yanda, oradan buraya dolaşıp duruyorlar” diye düşündü. Renko, onun eğer gördüklerinin rüya oldukları fikrini arkasında bırakırsa, geri dönemeyeceğini, kalbinin en derinlerinde biliyordu. Büyük olasılıkla rüyalarından birisini gerçeklik olarak kabullendiği anda, orada kapalı kalacaktı. Marry kesinlikle tehlikedeydi fakat Renko, sarışın kızın, bunun farkında olduğunu sanmıyordu.

“Ona iki biçimde yardım edebilirim” oldu son kararını vermeden önce dalgalanan ilk fikri. İlki, rüyalarından geri getirdiği tüm bu ufak tefek şeylerden kurtulmak ve onu, gördüklerinin birer hayal ve illüzyon olduklarına inandırmaya çalışmaktı. Bu şekilde hayal diyarında daha fazla gezintiye çıkmasının önüne geçebilir veya gerçeklikten ayrılması ihtimalini azaltabilirdi.

Diğer, ikinci yol ise ona ısrarla Renko’nun yanındayken aslında onun hayal dünyasında değil ama ait olmadığı bir dünyada olduğuna inandırmaktı. Asıl evinin şu anda rüyalarındaki sandığı yer olması olasılığı söz konusuydu. Ancak Renko’nun yüreği, bu koşulda Marry’nin tekrar geri dönmeyebilecek olması ile burkuldu.

“Hangisi senin için daha iyi Marry? Hangisi benim için iyi Renko? Esasında hiçbir açıklamaya gerek olmamalıydı. Renko ne yapacağını biliyordu.”

***

“Of Renko! Beni çağırdın ve ben yine, her defasında olduğu gibi, geç kaldın.” Dedi Marry somurtarak. “Kafana takma Marry, sadece üç dakika ve on beş saniye geciktim. Unutursun.” Dedi göz kırparak. “Ne demek kafana takma? Sen Renko’sun. Gözlerin… Her neyse. Gerçekten de boş ver. Bugün ne işimiz var?” dedi bıkkın bir merakla. “Belirtmeme gerek var mı? Kulüp aktiviteleri tabi, tüm üyeler buradalar.” Dedi dudak bükerek. “Sadece baş başayız, aynı espriyi kaç defa yapabilirsin ki?” dedi eğlenceli bir sitemkârlıkla. “Yine bir geçit mi buldun Renko?” dedi gülümsemesi devam ederken.

“Tek bir cevap olmak zorunda” diye düşündü Renko. “Marry’nin bahsettiği dünya, çok güzel bir doğaya sahip ve biraz da gizemli.

Kadim ve görkemli bir ormanın derinliklerinde, dağın en gizemli köşesinde, terk edilmiş bir tapınak.

Çocukların harika zaman geçirdikleri bir diyar

Engin yeşillikler ve bembeyaz akan bir nehir ve onun döküldüğü bir göl.

Göl manzarasını süsleyen kızıl malikâne ve ağaçların gölgesinde bir çay molası.

Tüm yön algısını yutan ve yolcuların patikalarından sapmalarına sebep olan sonsuz bir bambu ormanı.

Delicesine, hiç gitmeyen bir dolunay.

Bir insanın yüzüne sahip olan ama insan olmayan bir mahlûk.

Son olarak da mekruh bir anka kız.

“…Hepsini bir başına yaşamana dayanamıyorum!”

“Elbette, başka bir dünyaya açılan bir pencereyi her zaman bulabilirim. Bak, pek çok ipucum var bu defa.” Dedi tatlı kıskançlığından sıyrılarak. “İpuçları mı? Ama bunlar benim rüyalar âleminden getirdiğim incik boncuk sadece.” Dedi Marry şüpheyle.

“Çünkü Marry, senin rüyalarına gideceğiz. Birlikte oraya yolculuk edeceğiz ve çocukların hep gülümsediği bu ülkeyi göreceğiz. Sahi, bu diyardaki çocuklar neden hayatlarından keyif alıyormuş gibi görünmüyorlar hiç düşündün mü Marry?” diye sordu ve Maribel de olumsuz anlamda kafasını salladı.

“Çünkü sevgili Marry, aynı senin gibi araştırmacılar, onlara gerçeklik ile rüyanın aslında ayrılmaz bir bütün olduğunu anlattılar. Beyinlerinde cereyan eden bir kimyasal reaksiyondan başka hiçbir şey olmadığını anlattılar. Rüyalarının güncel hayatlarının birer yansıması olduğuna inandırıldılar. Güvenilir objektiflik ve su götürmez gerçek, dışarıda, sübjektif düşüncede gizli!

“Ne yani, sübjektif düşüncenin gerçeğin anahtarı olduğunu mu söylüyorsun. Ancak bu kendisi ile çelişir, teorin yanlış çünkü besbelli bu rüyanın sübjektif düşünceyi kabul etmediğini söylemiş oluyorsun.”

“Rüya ve gerçeklik farklılar, işte bu yüzden rüyaları gerçekliğe dönüştürebilecek bir uğraşa girebilirsin. Çocuklar da zaten bu yüzden gülümsüyorlar. İkisi birbirlerinden ayrı olmak zorundalar Marry.” Dedi değinmek istediği noktaya dikkat çekebildiğini umut ederek.

“Hadi uyanalım! Tuhaf bir rüyanın değişebilirliği söz konusu, rüyalarındaki dünyayı bu gerçeklik ile değiştir.” Diye bağırdı ona Renko, Marry’yi omuzlarından tutarak.

Maribel duygu selinde boğulurken Renko cebinden iki tren bileti çıkardı. “Eğlenceli olacak Marry, hem de hayal bile edemeyeceğin kadar!”

Kızıl Malikane'nin geçmişi

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Touhou Günlükleri
« Yanıtla #2 : 11 Mayıs 2012, 17:29:59 »
Hikaye güzel ama Touhou ile bağlantısını çözemedim (gerçi henüz hiç hakim değilim Touhou'ya, yeni başladım çünkü)

Ama bu oyunu oynayanlara çok saygım var. Ekşi sözlükte bu konuda bir link vardı. Düşmanın ateşleri. Çok zor ^^ İlk oynadığımda (Embodiment of Scarlet Devil) ilk stage'de canlarımı kaybettim (Hard mode da oynamama rağmen) Ama güzel oyun. Eskiden atari ile oynadığımız oyunlara benziyor. Yalnız sanırım biraz araştırılması gerekiyor, çok hikaye varmış. Bir de animesi varmış tek bölüm. Onları araştırıp oyuna tekrar öyle başlayacağım sanırım. Hikayeyi bilerek oynamak daha zevklidir eminim.