Kayıt Ol

Liveres

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Liveres
« : 13 Mayıs 2011, 02:36:47 »
Liveres
''Gündüzleri en aydınlık olan insanları dağların ardında bıraktığında,
Geceleri en aydınlık olan, daha az aydınlık olana izin verir.
Böylece yeryüzünde kırk günlük bir temizlik daha son kez başlar.''
Arifler, Liveres'in dünyaya inişini böyle ifşa etmişler tozlu parşömen kâğıtlarında.

    Yılın ilk yağmur damlaları ağır ağır bitkileri ve toprağı selamlıyordu. Ağaçlarla dolu yemyeşil bir vadiye bakan uçurumun kenarında yetişen birkaç Limfye'nin arasında, yaşlı adam ve arkasındaki yedi kişi derin bir nefes alarak yağmur damlaları ile yıkanmış toprağın kokusuyla ciğerlerindeki nefesleri tazelediler. Yaşlı adam dayandığı sopayı hafifçe sağındaki tümseğe bıraktı ve bağdaş kurarak oturdu. Arkasındakiler de onu takiben aynı harekette bulundular. O sırada güneybatıdan yaklaşan lodosun ardından ötedeki dağların arkasında, güneş ışığında parlayan gümüş kadar parlak bir yıldızın kaydığını fark etti. Yaşlı adam oraya bakarak; ''Artık zamanı gelmiş olmalı, bir temizlik daha başlıyor lâkin gerçek kötü için halâ imkansız. Şimdi ilk damlalara karşı saygınızı gösterin, onlarda bunu isterler. Bilin ve unutmayın ki hiçbir şey sebepsiz yere olmaz. İyi isterseniz iyi, kötü isterseniz kötü, mühim olan iyiyi isteyip sabır gösterebilmektir. İstedikten sonra bir anda veya körü körüne oturup beklemek takdir edersiniz ki olmaz. Keza güzel olan şeyler kötü olanları aşarak gerçekleşir ve sabır merhameti, merhamet hoşgörüyü, hoşgörü alçak gönüllülüğü şekillendirir. Rüzgâr şiddetini arttırıyor, uyku için onu dinleyin çünkü formunuzu değiştirmenizi hızlandırır ama iyi dinleyin, iyi dinleyin ki; fısıldadığı sırların hikmetine erişebilesiniz. Ardından kuzeye, güneye, doğuya, batıya Faesla topraklarının her köşesine dağılın. Huzur bulun dostlarım.''

    Yaşlı adamın sözlerinden sonra, onunda belirttiği gibi iyice şiddetlenen rüzgârla birlikte hepsi gözlerini kapattılar. Onun bahsettiği temizliğe katılacaklardı ve bunun için derin bir uykuya girmeleri gerekiyordu ve öyle oldu, hepsi birer birer derin uykuya daldıkları sırada göçtüler doğuya, batıya, kuzeye, güneye. Rüzgârla toz formuna dönüp kaboldular. En sona yaşlı adam kaldı ve o da uykunun derinleştiği anda çevresinde oluşan zararsız, küçük çaplı bir hortum ile gökyüzüne yükseldi, bulutların ardına.
E.'ye

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Ynt: Liveres
« Yanıtla #1 : 09 Kasım 2011, 23:47:09 »
****************************
   Genç adam, yüzünü kesen alçak dalları aldırmadan ve hızını düşürmeden, birkaç saat önce gördüğü ışık huzmesinin, düştüğünden emin olduğu bölgeye doğru ilerlemeye devam etti. “Bir çeşit büyü olabilir ama bugüne kadar büyücülerin, bu şekilde apaçık büyü kullandıklarına şahit olmadım. Bir çeşit kara büyü olabilir mi ? Gûr Büyücüleri böyle beyaz ışıklı büyüleri pek aldırmazlar, zaten bu sefer bu topraklarda gezmeleri için akıllarını kaçırmış olmaları lâzım. Gerçi olmayan akıllarını kaçıramazlar. Neyse Areas, koşmaya devam.” Genç adamın koştuğu bölge; Dastroth düzlüklerinin daha güneyinde, Brethon Sıra Dağları’na ulaşmadan önce pek tekinsiz bir orman olan Limreth Ormanı’ydı. Gûr Büyücüleri’nin ve daha kötülerinin bu kadar güneyde, üstelik ak büyü kullanırken görülmeleri gerçekten mümkün değildi şu çağda.

    Areas koşarken düşünmekten vazgeçebilse, en azından ormanın çetin bölümlerinde, istediği yere daha hızlı ulaşabilirdi ama elinde olmayan bir dürtü ile hepsini bir arada yapmaya devam ederken, hafifçe yağmur çilenmeye başladı. Ağaçların kökleri pek çıkmıştı burada. Areas ise çok düşünmeyle birlikte koştuğu için dikkat etmiyordu bastığı yerlere, sonunda ayağı, sinirle toprağın yüzeyine çıkmış gibi görünen, köke takıldı. “Bu yağmurda nereden çıktı şimdi yahu ? Aaahh...” diye gürültüyle yere düştü, henüz çamur olmamış toprağın üzerine. Az bir parça toprağı yüzünden silerken hafif bir ağlama sesi işitti, düştüğü yerin biraz ötesinden. Düşüşüne sinirlenemeden ağlama sesini duyduğu yöne doğru ilerlemeye başladı yavaş yavaş. “O ışık dalgasını benden daha önce bulanlar olmalı.Peki ya ağlama sesi ? Altın veya benzeri bir şeyse eğer, paylaşamamış olabilirler. Altın değilse ? O zaman neyin ağlama sesi olabilir bu ? Keşke Lil’i de yanımda getirseymişim. Ralklarsa oradakiler ki onların ağlayabildiklerini sanmıyorum, bugün dövüşmeye pek hevesli değilim. Kaçışım sıkıntı olmazdı.” Böyle böyle düşünmeye devam ederken biraz daha yavaşladı, hedefine veya hedeflerine uzaktan göz atmak için. Eğer hiç fark edilmezse bulaşmadan geri dönmeyi düşündü hatta ormana zarar verdilerse, zaten ormanın kendisi onları dışarı çıkarmayacaktı. Bu düşüncelerle kendisini avuttu bir süre ve artık iyice yaklaşmıştı. Oldukça yaşlı ve geniş gövdeli bir çınarı siper etti kendisine, başını hafifçe çıkarıp hedefi olduğunu düşündüğü yerde göz gezdirmeye başladı. Çevrede kimse yoktu, biraz daha yaklaşarak iz aradı bu sefer gözleri lâkin nafile. Ne bir ayak izi, ne de sürünme. “Gecemi bunun için mi harcadım ? Duyduğum sesler neyin nesiydi peki ?” Derken derin ve hafif bir ağlama sesi daha işitti, hemen sağında. Döndü, bakmadığı yerlere baktı fakat halâ kimseyi göremiyordu. O sırada masmavi bir miyostun kuşu, yağmuru umursamaz bir tavırla ve tüm zarifliğiyle Areas’ın önündeki kayalığın üzerine nazikçe kondu. Areas’ın aldırış etmediği birkaç dakika boyunca zarif ve kulağı uyuşturan tonlarda şakıdı, ta ki onun dikkatini üzerine çekinceye kadar.

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Ynt: Liveres
« Yanıtla #2 : 10 Kasım 2011, 02:25:15 »
   Miyostun’un kulağında bıraktığı rahatsız edici olmayan bir uyuşukluk hissiyatı ile ona yaklaşan genç adam yağmurun daha da hızlanmasından dolayı artık geri dönmeye karar verdi yoksa dönüş yolu pek rahat olmayacaktı. Daha sonra tekrar aramayı düşündü. Kuşa karşı saygıyla başını eğip geri döndü lâkin kuş tekrardan o zarif sesiyle şakımaya başladı. Kanatlarını hızlıca gerip konduğu kayalıklardan havalanarak Areas’ın kafasının üzerinde dönmeye başladı.

“Yaramaz kuş, pekalâ yağmur hızlandı. Artık senin ve benim evlerimize gitmemiz gerek. Daha fazla ıslanıp hastalanmak istemiyorum. Hem sen bu yağmurda, Limreth’te ne yapıyorsun bakalım ? Hadi, hadi yuvana dön. Burası tehlikeli bir ormandır, yem olmak istemezsin.”

Genç adamın sözlerini aldırış etmeyen miyostun daha yüksek bir sesle ötüşünü arttırdı. Ve tam baş hizasında durdu. Tüyleri gibi tamamen mavi gözleri içinden ışık çıkarmış gibi parlıyordu. İlk başta göz göze gelmekten koktu Areas, onları dikkatsizce kaldırıp, kuşun geniş kanatları, uzun kuyruğuyla birlikte masmavi parlayışının muazzam uyumuna kapıldı. Başı dönmeye başladı, hareket kabiliyeti durdu ve sadece nefes alıp düşünebiliyordu. Karşısında tüm ihtişamıyla duran miyostunun nasıl bu kadar etkili olabileceğini düşündü bir an. Huzur verici sesini iyice yükseltti, hareketleri hızlandı, gözleri ilk sefer olduğundan daha da parladı. Ve sonunda Areas’ın ayakları yerden kesildi. Düşmeden önce kayaya doğru ilerledi ve yaslanabildi.

“Bu kadar yeter, gitmeni istiyorum.”

Hiçbir şey olmadı.

“Bu kadar yeter dedim, git artık!”

Hiçbir şey olmadı. Miyostun öylece devam etti. Artık sesi Areas’ın beyninde kendiliğinden yer edinmişti.
Kuş, adama iyice yaklaşıp küçük gagasını başına vurdu yavaş ve hızlı bir hareketle. Ardından gökyüzüne doğru yükseldi. Durmadan, her seferinde daha hızlı bir şekilde uçtu.

“Amacın neydi senin ? Büyüysen eğer bu nasıl bir büyü ? Kulaklarım. Gitmeliyim, gerçekten hasta olacağım artık, kaçınılmaz.”

Bayılmadan önce şahit olduğu ve söylediği son şeyler bunlardı genç adamın. Tekrar başı döndükten sonra ayağı sendeleyerek ıslak çimenin üzerine uzandı.

*******************************
   Zaman kavramından uzak gibi görünen odada sekiz kişi vardı. En önde oldukça yaşlı bir adam, arkasında yedi kişi. Bu yaşlı adamların sakalları ve saçları iki veya üç kişinin boyuyla yarışabilecek derecede uzundu. Hepsinin gözleri kapalıydı ve avuçları bağdaş kurarak oturdukları ayaklarının diz kapaklarını kavramıştı.

    Odada ise her yeri toz kaplamıştı. Bütün kitaplar ve sağda solda bırakılan resimli yahut yazılı kâğıtların hepsi toz içindeydi. Ayrıca tamamiyle kitaplarla dolu bir odaydı burası. Areas buradaki sekiz kişinin kim olduklarını merak etti. Bilmediği nedenlerden dolayı ne ayağa kalkabiliyor ne de ses çıkarabiliyordu. Az sonra pencereye konan bir kuşu gördü ve bayılmadan önce gördüğüyle aynıydı. Odaya girip en öndeki adamın başına konarak olabildiğince hafif, yine kendisine has özelliğiyle, kulakları uyuşturacak bir şekilde ötmeye başladı. Bu cinsi daha önce görmediği için gezginliğinden utanmaya başladı genç adam. Kuş biraz daha devam ettikten sonra hızla dışarı uçtu. Gördüğü her şey buğuluydu burada. Hepsi hayal gibi. Zaten bu bir rüya olmalıydı ama bayıldığını nasıl hatırlayabiliyordu ? Yine cevapsız sorularla baş başa kaldı.Düşünmeye devam ederken kuvvetli bir rüzgar kâğıtları dağıtarak odayı gezdi.

“Hoşgeldin Areas. Tarafımızca bekleniyordun.”

“Ben, ben...” diye başladı, gelen sesin nereden olduğunu anlamaya çalışarak.

“Evet, senin gözünden bakarsak şayet; sence, sen gelmedin ve buraya nasıl geldiğini bile bilmiyorsun.”

“Doğru, ben gelmedim ve nasıl olduğunu bilmiyorum. Şu an... Şu an burası gerçek mi ?”

“Gerçek olarak neyi kabul ettiğine göre değişir, işte gerçek olan budur.”

“Ben... Aslında ben gerçeğin ne olduğunu sormadım.” Areas bunları kendi isteği dışında söylediğinden emindi. Ağzı ve beyni uyumsuz hareket tamamlıyorlardı.

“Zaten bilmediğin bir şeyi ayırt edemezsin, yaşadığın şeyin ne olduğunu sorman senin için pek makûl değil. Gerçeği ayırt edemiyorsun, dolayısıyla onun ne olduğunu bilmiyorsun, soruyorsun. İnsanlar Areas, bilmedikleri şeyleri sorarlar veya bilmedikleri halde bencil bir şekilde bildiklerini iddia ederler.”

Yaşlı adam cümlesinin ardından ayağa kalkarak sağındaki asasına uzandı. Görkemli bir asaya sahipti, en üstünde asaya geçirilmiş yedi adet, son derece koyu erguvan rengi taşları vardı. Yaşlı adam Areas’a dönerek ona doğru ilerledi ve yanına oturdu, yüzünde bir tebessüm vardı.

“Ya siz kimsiniz ?”

“Çok aceleci ilerliyorsun, en son konuştuklarımızı anlaman için bile uzun yol kat etmen gerekirken... Son yapacağın işi ilk, ilk yapman gerekeni ise son yapıyorsun. Bu tutarsızlık, dikkat et, hayatında yer edinmesin daha fazla. Kim olduğumuzdan önce merak ettiğin daha önemli şeyler var.”