Kayıt Ol

Kehanet ( Son )

Çevrimdışı LegalMc

  • ****
  • 1215
  • Rom: 33
  • Unimpressed was his default state.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kehanet
« Yanıtla #15 : 17 Haziran 2011, 22:32:54 »
Teşekkür ederim. Beğendiysen ne mutlu bana. Mermilerinin sonsuz olması biraz klişe kaçmış olabilir ama en nihayetinde bunlar büyülü tabancalar ve büyü yoluyla şekil değiştirebilen mermiler atıyorlar. Eğer diğer türlü olsaydı Kenn sürekli yanında içleri ahşap, gümüş, peynir (ne?) mermileriyle dolu olan bir sürü şarjör taşımak zorunda kalacaktı. Böyle olmasını istemediğim için sonsuz olmaları yolunu seçtim. Priest adlı filmi izlemedim bu arada (Güzel miydi?) Yorumun için çok çok teşekkürler.

Priest güzel sayılırdı. Ama aklıma takılan, peynir? Fare adamlar falan mı var :D Peynirin zarar verdiği bir yaratık hatırlar gibiyim ama tam olarak anımsayamadım. Merak katsayım arttı.


Ekleme: Şakayı anlamamışım :(
Yaşasın!
Ne kadar da ideolojik yaklaşıyoruz birbirimize.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Kehanet
« Yanıtla #16 : 18 Haziran 2011, 11:59:32 »
Sadece şaka ediyordum :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Kehanet
« Yanıtla #17 : 25 Haziran 2011, 14:04:29 »
Bölüm 4


Stonehenge çemberi M.Ö. 3000 yılında inşa edilmeye başlanmış gizemli bir yapıydı. Nasıl ve kimler tarafından inşa edildiği bugün bile bilinmeyen bir sırdı. Her biri ortalama dört buçuk metre olan ve çember şeklinde dizilmiş bu devasa taşların hangi amaca hizmet ettiğine dair çeşitli söylentiler vardı. Kimileri Druidler ile alakalı olduğunu söylüyor kimileri ise burasının bir şifa merkezi olduğunu iddia ediyordu. Bazı bilim adamlarına göreyse burası çok eskiden beri kullanılan bir mezarlıktı. Hatta bu mucizenin büyücü Merlin'in işi olduğunu söyleyenler bile vardı. Gerçek ne olursa olsun şurası kesindi; burası bir turist cennetiydi.

İki otostop ve birkaç kilometrelik yürüyüşün ardından hedefine varan Kenn şimdi de bu fotoğraf makineli kalabalıkla uğraşmak zorundaydı. "Turistler! Yağmur yağıyor farkında mısınız?" diye homurdandı meydandaki kalabalığı ilk gördüğünde.

Pardösüsüne iyice sarınmıştı, uzun ve ıslak saçlarından şakır şakır su damlıyordu. İstemeye istemeye de olsa kalabalığın arasına karıştı ve güvenlik görevlilerinin dikkatini çekmemeye çalışarak devasa taşların arasında dolaşmaya başladı. Mühürlere dair bir iz, ne yapacağına dair bir işaret arıyordu fakat bir saate yakın bir araştırmanın sonunda ümitlerini yitirdi. Yorulmuştu, ıslaktı ve tek bir şey bile bulamamıştı. En azından artık yağmur yağmıyordu. Etraftaki satıcılardan yiyecek bir şeyler alıp uzaktaki ağaçlardan birinin dibine çöktü. Havanın kararmasını beklemekten başka çaresi yoktu.

Birkaç saat sonra hava iyice karardığında ve turistler ayakaltından çekildiğinde Wulf harekete geçti. Önce güvenlik görevlilerinden birini sonra ötekini sessizce saf dışı bıraktı. Ardından taş sütunların arasına dalıp yeniden etrafı araştırmaya başladı. Bu kez mühürler de ellerindeydi. Aniden kuvvetli bir hapşırık atıverdi. "Büyük kahraman grip mikrobuna yenik düştü. Aman ne güzel!" diye söylendi, burnunu çekerken. "İki mührü bulacak, çemberi tamamlayacak." diye mırıldandı kendi kendine. "İyi de hangi çember? Burada çemberden bol ne var! Hapşuuu!"

Yarım saat kadar daha o taş senin bu taş benim dolaşırken ve sık sık hapşırıp burnunu çekerken birdenbire ayağı yerdeki bir şeye takıldı ve tökezleyerek yere kapaklandı. "Lanet olasıca kökler!" diye bağırdı takıldığı şeye bakarken. "Kökler?" dedi sonra da takıldığı şeye bakarken. "Bu bir kök değil, hareket ediyor! Bu... Bu..."

Bu bir eldi. Çürümüş, etleri yer yer dökülmüş pis bir el... Ve toprağın altından çıkıyordu. El önce sağa sola sallanmaya başladı. Ardından bir el daha çıktı dışarı, sonra kollar sonra da bir vücut. Bir gözü düşmüş, üzerinde ilk çağlardan kalma bir kıyafet, kafasında da eski bir kep olan çürümüş bir beden.
"Zombiler... Harika!" dedi Kenn, bezginlikle burnunu çekerken. "Hoş geldin Mephisto!" diye bağırdı ardından etrafındaki karanlıklara bakarken.




Bir anda zeminin her yerinden zombiler fışkırmaya başlamıştı. Çabucak silahlarını baş hizasına kaldırarak fısıldadı; "Cadavera animata..." Ve üzerine homurdanarak gelen ilk zombiye ateş açtı. Mermilerin isabet ettiği yaratık anında patlayarak parçalarına ayrıldı. Ardından bir diğeri ve diğeri... Fakat sayıları çok fazlaydı. "Anlaşılan buranın bir mezarlık olduğu doğruymuş." dedi her yönden homurdanarak ve ağır aksak adımlarla yaklaşan kalabalık güruha bakarken.

Derken korku dolu, keskin bir haykırış yükseldi gecenin içinde. "Korumalar! Onları tamamen unuttum, lanet olsun!" Hızla çığlığın geldiği yöne doğru koşmaya başladı ama kulağına gelen seslere bakılırsa onlardan biri için artık çok geçti. Parçalanan etin sesi gökyüzünde yankılanıyordu. Gözlerini öfke bürüyen Kenn hışımla zombilerin arasına daldı ve onları kurşun yağmuruna tuttu.  Ardından hızla diğer korumayı bıraktığı köşeye ilerledi. Koşarken ateş etmeyi de ihmal etmiyordu. Neyse ki öteki koruma hâlâ canlıydı ve her şeyden habersiz bir şekilde baygın yatıyordu.

Kenn hemen adamın yanında konuşlandı ve üzerlerine akın akın gelen zombileri avlamaya başladı. Derken arkasında bir hareket sezdi, güvenlik görevlisi kendisine gelmiş olmalıydı. "Tam zamanında! Eğer aklına mukayyet olur ve dediklerimi aynen yaparsan buradan canlı çıkmak için bir şansın olur ahbap!" diye bağırdı Kenn, silahlarının gürültüsü üzerinden. Fakat korumadan hiçbir cevap alamadı. "Beni duydun mu?"
"Seni gayet iyi duyuyorum Wulf!" diye geldi cevap hemen ardından. Derinden gelen, hırıltılı ve yankılı bir sesti bu. Sanki bir mezardan gelirmiş gibi soğuk... Sadece tek bir kişiye ait olabilecek bir ses...
"Mephisto!" diye haykırdı Kenn arkasına dönerken.
Büyücü tüm haşmeti ile karşısındaydı.

İki metre boyundaydı ve tamamen siyahlar içine bürünmüştü. Ayakları yere değmiyor, adeta havada süzülüyordu. Siyah cüppesinin saçaklı etekleri yılan misali sürekli kıvrılıp duruyordu, elinde ise ucuna keçi kafatası takılmış uzun bir asa taşıyordu. Cüppesinin başlığı yüzünün büyük bir kısmını örtse de soluk renkli, kemikli çenesinin bir kısmı ve koyu kırmızı gözlerinin uğursuz parıltısı açıkça görülebiliyordu.

Kenn sol elindeki silaha "Magia!" diye fısıldayıp çabucak büyücünün üzerine ateş açtı. Fakat mermiler daha ona yaklaşamadan havada eriyip yok oldu. Mephisto bir kahkaha atarak asasını şöyle bir savurdu ve Kenn bir anda kendini geriye doğru uçarken buldu sonra da sırtını geniş taşlardan birine sertçe çarparak yere yapıştı. Etraftaki zombiler hemen tepesine çullanmaya kalkıştı. Kenn olabildiğince çabuk bir şekilde toparlanarak sağ elindeki hâlâ zombilere ayarlı olan tabancasıyla rakiplerine ölüm kusmaya başladı. Bir yandan da Mephisto'ya birkaç mermi göndermeyi de ihmal etmedi. Ama mermilerin büyücüye yaklaşma şansı hiç yoktu.

Mephisto birkaç büyülü söz daha fısıldadı ve Kenn olduğu yerde donakaldı. "Kahretsin!" diye bağırdı panikle. Zombiler her yandan yaklaşıyor, o ise ağzı ve gözleri dışında tek bir kasını bile hareket ettiremiyordu. Zombiler homurdanarak bir adım daha yaklaştılar, sonra bir adım daha... Sonra birdenbire durdular. "İstersem seni onlara anında yem edebilirim Wulf." dedi Mephisto, derinden gelen hırıltılı sesi ile. "Ama bu çok kolay olur. Hayır... Beni bunca yıl peşinden koşturduktan sonra bu kadar kolay ölmene izin veremem. Zaferime şahitlik etmeden olmaz."

"Seni alkışlayarak tebrik etmek isterdim ama görüyorsun ki durumum buna pek müsait değil." dedi Kenn alayla.

"Hâlâ benimle dalga geçebilecek kadar küstahsın bakıyorum." Büyücü süzülerek yaklaştı ve tam Kenn'in önünde durdu. "Yerinde olsam pek yaklaşmazdım, grip olmuşum da... Ya da vazgeçtim, yaklaş. Belki zatürreden ölüp her ikimize de bir kıyak geçersin." dedi Kenn tıkalı bir burunla.

"Şu haline bak! Zavallısın!" dedi Mephisto, keyifli kahkahalar atarak. "Sümüklü bir solucan!"

"Teşekkür ederim, eminim tanıştığın her erkeğe aynı şeyleri söylüyorsundur."

"Kapa çeneni!" diye emretti büyücü ve Kenn'in çenesi hızla kapanarak kilitlendi. "Küstahlığının bedelini ödeyeceksin! Yıllardır beni peşinde koşturup durdun! Peki, ne uğruna? Kaçınılmaz olanı önlemek için! Zafer benim Wulf ve bunu kabul etmekten başka seçeneğin de yok. Şimdi önümde diz çök." dedi asasını hafifçe öne eğerek.

Kenn asa ile eş zamanlı olarak zorla eğilmeye başladı ve yavaşça rakibinin önünde diz çöktü.

"Güzel, şimdi de mühürleri görelim."

Kendi isteği dışında çantasını omzundan indirdi ve büyülü kumaşlara sarılı mühürleri açığa çıkardı. Çok garip bir histi bu. Vücudunu görüyor ama onun hareketlerine hükmedemiyordu. Rüyada gibiydi sanki.

"Rüya değil, kâbus Wulf, kâbus." dedi zihnini okuyan Mephisto. "Üstelik daha yeni başlıyor. Evet, düşüncelerini gayet net duyuyorum."

Bunun üzerine Kenn içinden kıs kıs gülerek Mephisto hakkında pek de nazik olmayan şeyler düşünmeye başladı. Büyücü bundan hiç de memnun kalmadı. Asasını hızla savurmasıyla Kenn'in ayakları bir kez daha yerden kesildi ve sertçe bir başka taşa çarparak yere kapaklandı.

"Yerinde olsam şansımı fazla zorlamazdım solucan. Böylece birkaç dakika daha fazla yaşayabilirsin belki." diye tısladı Mephisto. Asasını kullanarak Kenn'in tekrar ayağa kalkmasını sağladı. Ardından elinin bir hareketi ile mühürlerin uçarak kendisine yaklaşmasını sağladı. "Bu da ne? Koruma büyüsü mü yaptın üzerlerine? Ne kadar zavallıca! Hiçbir büyü beni engelleyemez." dedi tek bir emir sözcüğü ile büyülü kumaşları yakarken.

"Sonunda! Nihayet mühürler benim ve sonsuz güç ve bilgeliğin anahtarı bende! Üstelik tek yapmam gereken şey seni takip etmek oldu. Sahi, seni nasıl bu kadar kolay bulduğumu merak ediyor olmalısın." Elini tekrar salladı ve hemen avucunun üzerinde, havada öylece süzülen minik cam parçacıkları çıktı ortaya. Üzerlerinde kan damlaları olan cam parçaları... Kenn'in ayakları istem dışı sızladı.

"Evet" Otelde üzerine bastığın cam kırıkları Wulf. Kan çok özel bir sıvıdır, çok da kıymetli. Kanın izinin sürülebildiğini biliyor muydun? Tıpkı koku gibi? Sanırım hayır. Buna hiç şaşırmadım. İnsanoğlunun kendisine can veren bu sıvıyı bu kadar hafife alması ne büyük bir ironi, öyle değil mi? Her neyse... Artık işimize bakalım."

Mühürleri çemberin ortasındaki en büyük taşlardan birinin yanına getirdi. Biri sağ, diğeri ise sol sütunun karşısına gelecek şekilde süzülerek uçtu. Sonra da sütunlar üzerindeki gizli bölmelere yerleşerek gizli bir geçidi açığa çıkardılar. Büyük taşlardan oluşan yapının tam ortasındaki boşlukta mavi renkli parlak bir boyut kapısı ortaya çıkmıştı.

"Ne yani?" diye düşündü Kenn, kendi kendine. "Hepsi bu muydu?"

"Evet, bu kadar basitti işte." diyerek güldü Mephisto, ardından havada süzülerek kapıdan geçti. Kenn de kontrolsüz bir biçimde onun peşinden gitti.

***

Avalon oldukça garip ve sisli bir yerdi. Kenn etrafına baktığında hâlâ Stonehenge'in taşlarını görebiliyordu ama deforme olmuş bir şekilde. Sanki tüm dünya garip açılarla eğilip bükülmüş gibiydi. Taşların kimisi uzamış kimisi ise kısalmıştı. Her yer açık mavi renkteydi, gökyüzü ise kıpkırmızı. Tam önlerinde sislerin derinliklerine doğru kıvrıla kıvrıla uzanan bir patika görünüyordu. Patikanın her iki yanında ise olağanüstü derecede uzun, imkânsız açılarla eğilip bükülmüş garip görünüşlü ağaçlar yer alıyordu. Mephisto süzülerek bu yolda ilerlemeye devam etti, Kenn ise bir kukla misali onu takip ediyordu.




Yol demir parmaklıklı, çift kanatlı büyük bir kapıyla son buldu. Kapılar havada öylece duruyor, sağ ve sol yanlarında herhangi bir engel olmadığı halde yolu kapatıyorlardı. Onlar yaklaşınca kendiliğinden açılıp arkalarındaki manzarayı gözler önüne serdiler. Burası bir mezarlıktı. Sonsuzluğa doğru uzanan yüzlerce taş lahit önlerinde sessizce beklemekteydi

"İşte Kral Arthur'un mezarı." dedi keyifle sırıtan Mephisto, en önde duran iki lahitten sağdakini işaret ederek. Üzerinde bir taç işlemesi olan görkemli bir mezardı bu.  "Ve şu da Merlin'inki olmalı." diye ekledi onun yanındakini göstererek. Daha az gösterişli, işlemesiz, sade bir mezardı öteki. Üzerideki tek şey baş kısmına kazınmış "Myrddin" kelimesiydi.

"Bu da meşhur Excalibur! Efsanevi kılıç! Sonsuz güç ve bilgeliğin sembolü..." İki mezarın ortasında irice bir kaya, kayanın tam ortasında ise taşa saplı bir kılıç bunuyordu. Kayanın her iki yanında da kartal başlı, aslan gövdeli iki iri heykel vardı. Heykellerin ikisi de sırtlarını kılıca dönmüş, mezarlara bakacak şekilde duruyordu. Mephisto, Kenn'i yeniden önünde eğilmeye zorladı sonra da kehanetin son iki dizesini tekrarladı yüksek sesle.

"Kurban edecek fani hayatının en büyük mücadelesini,
Olacak sonsuz güç ve bilgeliğin tek sahibi."

"Bu en kolay kısmı Wulf, hayatımın en büyük mücadelesini feda etmem gerekiyor. Ve şu 300 yıllık hayatım boyunca senin kadar çetin bir düşmanım olmamıştı hiç. İşte bu yüzden seni buraya getirdim." dedi sırıtarak. Ardından alaycı bir tonla ekledi; "Korkarım ölmen gerekecek!" Sonra da asasının sap kısmını bir mızrak misali Kenn'i göğsüne saplayıverdi.

Kenn gözlerine inanamayan bir ifade ile bir asaya bir de kahkahalarla gülen Mephisto'ya bakakaldı. Büyücü asasını göğsünden sökerek çıkarttığında ise arkasındaki kayanın üzerine yığılıp kaldı.

"Sonsuz kudret ve irfan artık benim!" diye bağırıyordu tam karşısındaki Mephisto. Sonra her yer kararmaya ve her şey yavaşlamaya başladı. Ardından da zaman adeta durdu.

( Devam edecek... )
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Kehanet ( Son )
« Yanıtla #18 : 03 Temmuz 2011, 00:54:34 »
Bölüm 5


Kenn çaresiz bir biçimde uzanmış, ölümün soğuk kollarının kendisini kucaklamasını beklerken derin ve güçlü bir ses çalındı kulaklarına; "Ayağa kalk cesur savaşçı."

"N-Ne?"

"Ayağa kalk ve bana katıl."

"Sen de kimsin?" dedi Kenn, başını yattığı yerden hafifçe kaldırarak. Görüşü tekrar düzelirken beyaz sakallı, mavi cüppeli bir adamın kendisine baktığını gördü hayretle.

"Ben büyücü Merlin, Avalon’un hükümdarı." dedi yaşlı kişi gururla. "Krallığıma hoş geldin Kenn Wulf."

"Adımı nereden biliyorsun?" diye sordu yavaşça ayağa kalkarken. Mızrağın saplandığı yere baktığında tişörtünün hâlâ delik olduğunu gördü. Göğsündeki ölümcül yara ise kaybolmuştu.

"Çünkü sen kaderini önceden görmüş olduğum ve kehanette adını zikrettiğim o savaşçısın Kenn. Tam 1500 yıldır seni bekliyorum."

"Şey... Beklettiğim için üzgünüm." diye mırıldandı Kenn şaşkınlıkla. "Yani o kehaneti yazan sen miydin? Madalyonları yapan?"

"Onu ve daha pek çok şeyi..."

"O halde doğru... Madam haklıydı."

"Elbette... O çok güçlü bir Görücü Wulf, kadını hafife almamalısın. Kendini de öyle... Omuzlarında çok büyük bir yük var savaşçı, insanlığın kaderi senin başarıp başaramamana bağlı çünkü.

"Tipik bir seçilmiş kişi senaryosu yani..." dedi Kenn, sıkıntı ile oflayarak. "Neden hep kirli işlerinizi bize yaptırırsınız ki?"

"Kurallar böyle Wulf, karışmamız yasak. Sadece yol göstermeye iznimiz var."

"Siz de kimsiniz? Ve bu kuralları da kim koyuyor böyle."

"Bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı insan. Vakit daralıyor. İnsanoğluna bu son savaşında yardım edecek güç ve bilgelik artık senin."

"Benim mi?" dedi Wulf, vücuduna bakarken. Bir hayalet gibi saydam görünüyordu. "Beni yanlış anlama ihtiyar ama ben öldüm!"

"İşte tam da bu yüzden tüm bu kudret ve irfan senin olacak. Dizeleri hatırla! Kurban edecek fani hayatının en büyük mücadelesini... Bir insanın hayattaki en büyük mücadelesi yine hayatın ta kendisidir. Yaşamını diğerlerini korumak için feda eden bir savaşçı bu güç ve irfana layıktır demektir."

"Şey... Hayatımı tam olarak feda ettiğim söylenemez ama yine de sağ ol."

"İstisnalar kaideyi bozmaz." dedi bıyık altından gülen Merlin. "Bu gücü Mephisto’ya vereceğimi sanmıyorsun ya?" diye sordu ardından.

Kenn bu yoruma sırıtarak karşılık verdi.

***

Zaman tekrar akmaya başladı. "Sonsuz kudret ve irfan artık benim!" diye bağırdı Mephisto, zalim kahkahalar eşliğinde, ellerini gökyüzüne kaldırarak. Kenn’in kanı Excalibur’un saplı olduğu kayayı kırmızıya boyarken kılıcın her iki yanındaki heykellerin gözleri ve ağızları sarı renkli yoğun bir ışıkla parıldadı. Başları yavaşça Mephisto’ya doğru dönmeye başladığında büyücünün kahkahaları iyice yükseldi. Fakat heykellerin hareketi orada durmadı ve Kenn’in yerde hareketsiz yatan bedenine odaklanıncaya kadar da dönmeye devam ettiler.

"Neler oluyor?" diye bağırdı Mephisto şaşkınlıkla ama heykeller oralı bile olmadı. Tam Kenn’i görecek şekilde durdular ve aynı anda hem ağızlarından hem de gözlerinden altın renkli, yoğun bir ışın huzmesi fışkırıverdi. Işığın teması ile Kenn’in bedeni şiddetle sarsıldı ve bir karış havaya yükselerek orada asılı kaldı. Mephisto olanları hayret ve öfke ile izlerken genç adamın bedeni enerji dalgalarıyla boydan boya yıkanmaya devam etti. Sonra gözleri aniden açıldı. Göz bebekleri sarı bir güç aurası ile parıldıyordu.

"Hayır! Hayır, bu olamaz! İmkânsız!" diye bağırdı büyücü ve asası ile Kenn’e bir yıldırım büyüsü yapmaya kalktı. Fakat büyü adamın etrafındaki güç aurasından sekerek Mephisto’ya geri döndü. Büyücü acı ile haykırarak geriye yuvarlandı.

Bu esnada Kenn ayaklanmış ve Excalibur’a doğru yürümeye başlamıştı bile. Kılıcı kabzasından kavradığı gibi saplı olduğu kayadan çekip çıkardı ve zaferle gökyüzüne doğru kaldırdı. Excalibur’un metalik yüzeyi bir şimşek misali parıldadı kırmızı gökyüzünün altında.

Bir öfke çığlığı atan Mephisto elinden geldiğince hızla ayağa kalktı ve en güçlü büyülerinden birini rakibine gönderdi. Kenn insanüstü bir hız ve çeviklikle sağa sıçrayarak bu büyüden kolaylıkla kurtuldu. Mephisto bir büyü daha gönderdi fakat havada ufak bir parende atan Kenn bu saldırıyı da başarı ile savuşturdu. Ayaklarının üzerine zarifçe indi ve inanılmaz bir süratle koşarak Mephisto’nun üzerine saldırdı.

Büyücü kafasına nişanlanmış kılıç darbesini asasının sapı ile karşılamaya çalıştı. İki büyülü nesne gök gürültüsünü andıran bir sesle çarpıştı ve hem Kenn hem de Mephisto büyük bir şok dalgasının etkisiyle geriye doğru uçarak yere kapaklandı.

"İtici bir tip olduğunu biliyordum Mephisto ama bu kadarını tahmin etmiyordum doğrusu." dedi Kenn, pardösüsünün üzerinde hafif duman huzmeleri tüterken.

Mephisto sadece hırıldamakla yetindi ve asasından destek alarak ayağa kalkmaya çabaladı. Kenn artistik bir hareketle ellerini yere dayayıp bacaklarının devinimi de kullanarak sıçradı. Ardından kılıcını elinde havalı bir şekilde evirip çevirmeye başladı.

"Seni aptal! Beni gerçekten yenebileceğini mi sanıyorsun? Ben Mephisto’yum! Ölümün ve ölüm saçanların efendisi! Ben yenilmem!"

"Haydi deneyelim." dedi Kenn sırıtarak ve tekrar ileri atıldı.



Büyücü öfke ile haykırarak bildiği tüm saldırı büyülerini ardı ardına rakibinin üzerine göndermeye başladı. Fakat Kenn her defasında Mephisto’yu çileden çıkaracak kadar zahmetsiz bir şekilde bunlardan kaçmayı başardı. Çok hızlıydı ve de çok çevik... Her defasında bir adım daha yaklaşıyordu büyücüye. Milim milim ama oldukça emin bir şekilde...

Sonunda hedefine ulaştı ve ölümcül bir kesme hareketi ile büyücüye saldırdı. Mephisto çaresizce yine asasını kaldırdı fakat Kenn’in niyeti başkaydı. Son anda kılıcının yönünü değiştirerek asanın ucundaki keçi kafatasını hedef aldı. Kılıç boynuzlardan birine sertçe çarparak asanın yerini değiştirdi. Kenn çabucak olduğu yerde sıçrayarak büyücünün çenesine bir döner tekme attı. Darbenin sertliği ve uğradığı şaşkınlıkla geriye sendeledi Mephisto. Kenn bir kez daha saldırdı. Büyücü görmeyen gözlerle bir şimşek gönderdi önüne. Kenn çabucak öne doğru bir takla attı. Burnuna gelen yanık saç kokusuna bakılırsa kızarmaktan son anda kurtulmuştu. Ardından rakibini dizlerine iki tekme atarak yeniden sendelemesine sebep oldu.

"Seni aşağılık piç!" diye haykırdı Mephisto.

Asasını iki eliyle kavrayıp başının üzerine kaldırdı ve bir mızrak misali Kenn’in göğsüne saplamaya çalıştı. Wulf yine son anda yana doğru yuvarlanarak bu darbeyi de atlattı. Tam tekrar ayağa kalkarken zihninde çok net bir ses duydu; "Savur beni..."

"Ne?" dedi Kenn şaşkınlıkla, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışarak.

"Savur beni! Şimdi!" dedi ses yeniden. Konuşan, efsanevi kılıç Excalibur’dan başkası değildi.

Kenn biraz da refleksif olarak denileni yaptı ve kılıcını havayı yaracak şekilde savurdu. O anda kılıçtan güçlü bir enerji dalgası yayıldı ve Mephisto’yu tam göğsünden vurdu. Büyücü haykırarak yere kapaklandı.

"Bitir işini!" diye geldi kılıcın telepatik mesajı.

Kenn bu lafı ikiletmedi ve koşarak rakibinin tepesine bindi. Kılıcını kaldırdı ve sertçe rakibinin başına sapladı. Daha doğrusu başının olması gereken yere... Mephisto bir anda havaya karışarak ortadan yok oldu, Excalibur ise zararsız bir biçimde toprağa çarparak sekti. Afallayan Kenn panikle etrafına bakınmaya başladı.

"Mephisto!" diye bağırdı hiddetle. "Buraya gel ve erkek gibi dövüş!" Ama hiçbir cevap alamadı. Ellerini her iki yana açıp gökyüzüne doğru haykırdı yorgun savaşçı; "Mephisto!"

***

Az sonra bir elinde Excalibur olduğu halde Stonehenge’e açılan boyut kapısından çıkıyordu Kenn Wulf. O çıkar çıkmaz kapı ardından kapandı ve mühürler keskin bir çatırtı ile parçalanarak yok oldu.

"Kehanetin sonu..." dedi kendi kendine.

Önce mühürlere sonra da etrafındaki araziye şöyle bir göz attı. Güneş ufuktan yavaş yavaş doğmaya başlamıştı ve etraf yüzlerce orta-çağ zombisinin hareketsiz yatan bedenleri ile doluydu. Onlara hareket etme yeteneğini bahşeden efendileri yakınlarda olmayınca öbür tarafı boylamışlardı anlaşılan. Yine...

"Gazete başlıklarını şimdiden merak ediyorum doğrusu." diye mırıldandı Kenn fakat kendi esprisine bile gülemeyecek kadar morali bozuktu.

"Üzülme kahraman. Elinden geleni yaptın ve iyi bir dövüş çıkardın." dedi kılıç, telepatik olarak.

"Kahraman mı? Hiç sanmıyorum dostum. Islandım, en sevdiğim tişörtümde koca bir delik açıldı ve öldüm." dedi Wulf. Ardından şiddetli bir hapşırık attı. "Tüm bunlar yetmiyormuş gibi üzerine bir de grip oldum!" diye bağırdı sonra da.

"Öfkeni düşmanını bulmak için odakla savaşçı. Yolumuz çok uzun ve yapılacak çok iş var. Göreceksin, onu bulacağız."

"Umarım haklısındır." dedi Wulf.

"İçin rahat olsun, eğer biz onu bulamazsak... O bizi mutlaka bulacaktır."

"Sağ ol, çok rahatladım doğrusu." dedi Kenn alaycı bir tonla. Ardından hızlı adımlar ve tıkalı bir burunla tarihi alanı terk etti.

Gerçek savaş onun için yeni başlıyordu.

- SON -

Spoiler: Göster
Okuyan herkese teşekkürler...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kehanet ( Son )
« Yanıtla #19 : 03 Temmuz 2011, 01:03:01 »
Şimdi kim bilebilirdi hikayenin buralara gelebileceğini? Artemis bir kere daha kendi kaybetti demek istiyorum. Zengin göndermeli, macera dolu ve yine herzamanki İhsan tatari espirileri ile çok lezizidi :).

Ellerine sağlık. Başka hikayerlde görüşmek üzere!

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Kehanet ( Son )
« Yanıtla #20 : 03 Temmuz 2011, 01:09:42 »
Teşekkür ederim. Her işte bir hayır vardır derler, o yüzden düşünmeye değmez. Yorum ve desteğini esirgemediğin için çok teşekkür ederim.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kehanet ( Son )
« Yanıtla #21 : 03 Temmuz 2011, 11:17:40 »
@ Malkavian: Övgü dolu yorumun için teşekkürler. Hikaye senin okuduğun kısımda nerelere gidiyor bir bilsen şaşarsın sanırım :) Ama o kısımlar kağıda dökülmedi henüz. Kim bilir, belki de ilk kez Kurgu İskelesinde görücüye çıkar o kısımlar. Ayrıca bu hikayemdeki fahri editörlüğünden dolayı sana bir kez daha teşekkür ederim. Sayende cümlelerim daha bir düzenli oldu.

Ne sonu ya? Hani o kısımlar kağıda dökülecekti???

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Kehanet ( Son )
« Yanıtla #22 : 03 Temmuz 2011, 11:21:52 »
Aslında niyetim oydu ama tembellik damarlarım ağır bastı :) Belki bir başka zaman ve mekan aralığında...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Kehanet ( Son )
« Yanıtla #23 : 12 Temmuz 2011, 02:21:15 »
Ellerine sağlık, birazdan yatacağım ve yarın okuduktan sonra uzun bir yorum yapmaya çalışaağım.
İnsan, hayalleriyle vardır.