Kayıt Ol

Şato

Çevrimdışı Akrin

  • **
  • 59
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Şato
« : 23 Haziran 2011, 21:55:09 »
ŞATO

Giriş



Ölü adam sonsuz gibi görünen o koridorlarda yürüdü. Güneşten kopup gelen ışıklar, pencerenin kristal camlarında parçalanıyor, bir renk havuzu oluşturarak tenine değiyordu. Yanıyordu ölü adamın güneş gören elleri. Solgun, sararmış, irinle kaplı elleri kör edici ateşlere sokulmuştu sanki. Gözlerine mil çekiliyordu adeta. Kavurucuydu bu renk cümbüşü. Ama insanlar... Onlar için yaşamdı. Hayat veren nadide güzelliklerden biriydi.

Sisle, rutubetle hatta küfle kaplı bu odalarda dolaştı ölü adam. Şatonun her yerini biliyordu. En gizli geçitleri... Lağımlara çıkan, oradan da şatonun uzaklarında karanlık ormanlardaki patikalara açılan gizli kapıları biliyordu ölü adam. Kurbanları acı acı ölmüştü bu yüzden. Nefret ediyordu insanlardan. İğrençtiler. En önemlisi de ondan alınana sahiptiler. Nefes alabiliyorlardı. Konuşabiliyorlardı. Ölüler gibi çığlık atmıyorlardı onlar. Saftılar. El değmemiş...

Çok kişi gelmiyordu ölü adamın şatosuna. Bazen tatilciler kiralıyordu bu şatoyu. Ama son birkaç yıldır gelen giden olmamıştı. Civar kasabalarda bazı dedikodular dolanıyordu. Şatonun lanetli olduğuna dair... Bazıları inanmak istemiyordu. Bazıları ise son birkaç yılda olan nedensiz ölümleri şatonun gizemine bağlıyor, lanetli şatoya giden insanları uyarıyorlardı.

Şatonun ölü adamı ise her zamanki yerindeydi. En gizli geçitlerde dolaşır, en gizli çukurlarda yemeğini arar... Bazen lağımlara açılan geçitlerdeki farelerden yer. Bazen de dolunay zamanı gökyüzüne yükselen yarasalardan yakalardı. Yerdi canlı canlı onları. Kanlarını su niyetine içer, gözlerini tatlı diye yerdi. Ama hiçbiri insan eti gibi olmuyordu elbet. İnsan etinin tatlı kokusu... Ve enfes tadı... Kana susamıştı ölü adam. İnsan etine... Karanlıkta saklanmaya çalışıyordu ama bazen gizli geçitlerden kasabaya inmek aklına gelmiyor değildi. Tehlikeli... Çok tehlikeli diyordu kendi kendine.

Sonra bir yaz şatonun gizemli kapıları açıldı. Üç kişiydiler. Genç... Taş çatlasa otuzlu yaşlarında... Hepsi de macera dolu bir tatil yapmak için gelmişlerdi bu kasabaya.  Hepsinde gençliğin bitmek tükenmez enerjisi vardı. Eğlence arıyorlardı. İyi bir tatil bekliyorlardı. Oysa çok uyarmıştı kasaba halkı onları. Lanetli şatonun bin bir hikâyesini anlatmışlardı onlara ama onlar önemsemediler bu hikâyeleri. Koca karı masalıdır bunlar. Hurafedir dediler. Gençliğin verdiği o ateşle daldılar Şatonun karanlık odalarına.

Misafir oldular şatoya. Ve... Ölü adamda misafirlerini bekliyordu sabırsızlıkla.


-Şöyle Gotik bir şeyler yazayım dedim. Bilmiyorum olacak mı?-
Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?

                                                               
V.Hugo

Çevrimdışı Akrin

  • **
  • 59
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Şato
« Yanıtla #1 : 24 Haziran 2011, 23:37:57 »
1.Bölüm: İlk Gece


Isabelle tatil için yeni aldığı eflatun geceliğini giydikten sonra, şatonun zemin katındaki taş sütunları ve ısıtmayan bir ocağı olan mutfaktan bir fincan kahve aldı. Kahvesini yudumlarken odasına çıkmak için şatonun büyük salonunun sağında ve solunda olan hilal şeklindeki merdivenlerden, odasına yakın olan sol merdiveni seçti ve ağır adımlarla, terliklerinin taş merdivende bıraktığı ve yankılanarak büyüyen şapırtı sesleri eşliğinde yukarı çıktı.

Ağır adımlarını biraz olsun sıklaştırarak uzun, yalnızca tek bir meşale tarafından aydınlatılan koridorda bir yandan yürüyor bir yandan da kahvesinden büyük yudumlar alıyordu. Beş yıl önce alışmıştı bu lanet bağımlılığa. Her gece yatmadan önce bir fincan kahvesini içer, uykusunu biraz olsun ertelemiş olur ve kitabını açarak kocası Andrew'un horultuları eşliğinde okurdu. Aksi durumda yatamazdı Isabelle. İlla kitabını okuyacaktı. Bunu alışkanlık haline getirmiş, okuyamadığı zamanlarda büyük bir boşluk hisseder olmuştu.

Şatonun her koridorunda olduğu gibi bu koridorda da boylu boyunca asılmış, istisna kabul etmeksizin aynı çerçevelere sahip tabloları geçti. Sonra koridorun sağ tarafındaki açık kapıdan içeri göz attı. Kardeşi Luke ışığını henüz söndürmemiş, laptopunda, işi gereği, bazı yazışmalar yapıyordu. Luke, ses çıkarmamaya özen gösteren kardeşini hissetmiş ya da duymuş olacak ki aniden ona döndü ve ufak bir baş hareketiyle Isabelle'i selamladı. Daha sonra laptopunda yanan turuncu ışığa döndü ve Isabelle'in orada olduğunu umursamadan yazışmasına devam etti.

Isabelle kahvesinden son yudumu da aldıktan sonra yatak odasının ahşap kapısını açtı. Geriye doğru açılan kapı büyük bir gıcırtı çıkarmış, yatağa yeni uzanmış olan Andrew'u yerinden sıçratmıştı.

Isabelle pembe kapaklı kitabını da yanına alarak kocasının yanına uzandı. Andrew ani bir hareketle karısını kendine çekti ve kaslı kollarıyla kadını kucakladı. Artık kocasının nefes alıp verişlerini hissedebiliyordu Isabelle. Şehvet kokuyordu Andrew'un dokunuşları. Uzun uzun iç çekişlerinde ise haz duymuşluğun izleri vardı.

Eli yavaşça karısının baldırlarına giderken, kadının boynunu kokladı. Bir süre öylece kaldılar. Daha sonra Andrew yavaşça çekildi karısından. Yatağın ona ait olan sağ tarafına çekti kendini ve sessizce tavana baktı. Tavanın simsiyah taşındaki göze batan çatlağı inceledi. Sonra gözleri karısına kaydı. Karısı istekle ona bakıyordu. Ne çok seviyordu onu. Ona olan arzusu o kadar büyüktü ki... Sürpriz haberi tatile çıkmadan bir gün önce almasına rağmen henüz kocasına söylememişti. Kim bilir ne kadar mutlu olacaktı Andrew.

Isabelle'in elleri Andrew'un kıvırcık, kahverengi saçlarına kaydı. Yavaşça okşadı kocasının buklelerini. Daha sonra ruju çıkmamış dudaklarını kocasının kulaklarını yöneltti. Yavaşça eğildi ve:

-Andrew, dedi. Kocası ise hiç konuşmadı. Sadece karısının altın saçlarına odaklanmış bir şekilde yatıyordu.

Bir kez daha ama bu sefer daha güçlü bir sesle:

-Andrew, dedi. Beni duyuyor musun?

Andrew yavaşça kafasını salladı.

-Andrew iki gün önce doktora gittim, dedi. Andrew merakla karısını izliyor, karısının dudaklarından çıkacak sözcükleri yakalayabilmek için kırmızı dudaklara odaklanmaya çalışıyordu.

-Ben hamileyim Andrew, dedi Isabelle. Sonra kocasının tepkisini ölçmek için doğrulup, gözlerini kocasının suratına dikti. Önce karısının söylediklerini anlamadı Andrew. Daha sonra gözünde bir seğirme başladı. Başı dönüyor, elleri titriyordu.

-Nasıl yani, dedi kendi kendine. Emin olabilmek için karısına baktı. Karısı ise kafa sallamakla yetindi. Daha sonra karısını şefkat ve şehvetle kucakladı. Bin bir tane iltifat sözcüğü fısıldadı karısının kulağına. Ne kadar sevindiğini, olanları anlamadığı, hâlâ inanamadığını haykırdı seslice.

Yatağın iki tarafındaki komidinlerin üstündeki mumları kapattılar ve yavaşça yorganı üstlerine çektiler. Bundan sonrası şehvetli dakikalar... Buraları elbette anlatmayacağım sizlere ancak ondan sonra olacaklar, bebek haberi kadar şaşırtacaktı Andrew'u.

***
Saat gecenin ikisi ya da üçüydü. O şehirde hep olduğu gibi kulakları sağır edici şimşekler göğü deliyor, fırtınanın getirdiği yağmur havadaki yoğun toz bulutlarını dağıtıyordu.

Devasa pencerelere vuran yağmur, içeride yankılanıyor, uyumayı zorlaştırıyordu. Uykusu çok hafif olan Isabelle rahatsızlıkla yataktan kalktı. Sol komodinin mumunu, çekmecelerde bulduğu kibritlerle yaktı.  Bir süre yatakta amaçsızca oturdu. Sonra akşamın şehvetli dakikalarında unuttuğu kitabını eline alıp okumaya başladı. Tabi sözcükler, şimşeklerin sesiyle karışıyor ve kitabın anlaşılması zorlaşıyordu ama Isabelle bu seste uyuyamayacağını bildiğinden, tek bir mumla -azıcık- aydınlanan karanlık odada kitabına konsantre olmaya çalışıyordu.

Sonra garip bir şeyler olmaya başladı. Sarı saçlarının arasında sıcak bir ıslaklık hissetti. Ellerini saçına daldırdığında ise yapış yapış, yoğun bir sıvının eline bulaştığını gördü ama sıvıyı ayırt etmekte oldukça güçlük çekiyordu. Mumun karanlıkta kaybolan cılız ışığı sıvıyı algılamasını zorlaştırıyordu.

Tam elini muma yaklaştıracağı sırada tavandan geldiğini anladı şıp şıp seslerini duydu ve kitabına damlayan o korkunç şeyi gördü. Kitabı muma yakın olduğundan kan damlasını görmesi zor olmamıştı. Midesinde korkunç bir bulanma, göğsünün ortasında ise ağrılı bir sıkışma hissetti. Korkuyla çığlık attı. Korku beynine hükmediyor, sağlıklı düşünemiyordu.

Andrew çığlığı duyar duymaz şaşkınlıkla ayağa kalktı. Hızla ışıkları açtı ve büyük bir ilgiyle karısına baktı. İşte o zaman üzerinde birçok kan lekesi olan karısını gördü ve dudaklarından hırıltılı bir çığlığın çıkmasına karşı koyamadı. Ani bir refleks ile taştan odanın tavanına baktı. Korkuyla bir iki adım geriledi. Tavandaki çatlaktan aşağıya damla damla kan akıyordu.

-Olamaz! Nasıl bir kötülüktür bu böyle? Hemen yukarıya çıkıyorum. Sen burada bekle Isabelle. Hemen gelirim.

Isabelle bu odada yalnız kalmak istemiyordu. Ne kadar kocasıyla yukarı çıkmak istediğini söylese de fazla direnemedi.

Andrew üstünü giyinip karısına uzun bir öpücük verdikten sonra mumlardan birini alıp odadan çıktı. Koridorda Luke ile karşılaşmayı beklemiyordu.

-Isabelle'in çığlıklarını duydum ve neler oluyor diye bakmaya geliyordum, dedi Luke. Andrew kısaca olayı açıkladı. Luke'un yüzü de aynı Andrew'un ki gibi dehşetle gerildi.

-Ben de geliyorum, dedi Luke. Odasından gaz lambasını aldıktan sonra ikisi birlikte koridorun sonuna doğru yürümeye başladılar. Nihayet koridorun sonuna geldiler. Taştan, spiral merdiveni tereddütle, Andrew önde,  çıktılar.

İkinci kat korkutucu derecede karanlıktı. Gaz lambasının ve mumun ışığı bile handiyse yok denecek kadar zayıf kalıyordu. Etrafa bakındılar. Alt kattaki koridorun bir benzeri olan bu koridorda çıt çıkarmadan yürüyorlardı. Nefeslerini tutmuş, olacakları merek ediyorlar, kalpleri hızla çarpıyordu. Neredeyse bayılacaktı Luke. Korkuyordu. Birden aklına lanetli şatonun öyküsü geldi. Yoksa...

-Saçmalama Luke, diye düşündü sonra. Sessizce koridorda ilerlerken, yerde bir ıslaklık hissettiler. Kan diye tahmin ediyordu Andrew.

-Nasıl bir şeytanlığın ortasına düştük biz? Diye düşündü Andrew. Ardından Andrew ve Isabelle'in odalarının üstündeki odaya vardılar. Bu kattaki diğer kapılar kapalı olmasına rağmen devasa taş kapı sonuna kadar açıktı.

Luke ve Andrew korku ve tereddütle odaya girdiler.

DEVAM EDECEK

Lütfen Word dosyasından bir şey kopyaladığınız zaman " , ' , ... gibi noktalama işaretlerini yeniden düzenleyiniz. Aksi takdirde bu durum bahsi geçen işaretlerin soru işareti şeklinde çıkmasına sebep olur. Buraya DİKKAT!

-Editör
Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?

                                                               
V.Hugo

Çevrimdışı edi

  • **
  • 51
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Şato
« Yanıtla #2 : 08 Temmuz 2011, 16:18:11 »
Harika olmuş.
Çok beğendim ben.
Çok hoşuma gitti.
Çok güzel yazmışın.
Ellerine sağlık.
Umarım devam edersin.
Sadece susmak ıstıyorum;
Yalan ınsanları kaale almadan..
Haklıyken haksız gözuksem bıle kendımı savunmadan..
HUZUR bulmak ıstıyorum,gözlerımı kapayıp,kımseyı anmadan...
Sessızlığı dınlemek ıstıyorum,herseyı yasamıs gıbı yaparak...
[/size][/i]

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Şato
« Yanıtla #3 : 12 Temmuz 2011, 01:53:00 »
Vay canına, mükemel. Şahsen çok hoşuma gitti. Neler olacağını merakla bekliyorum.
İnsan, hayalleriyle vardır.