Kayıt Ol

Solmuş Diyarlar

Çevrimdışı Derufin

  • **
  • 78
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Solmuş Diyarlar
« : 06 Ekim 2011, 14:21:43 »
Dolunay yıldızların çökmesiyle birlikte yıldızların mor,eflatun ve beyaz renkleriyle süslediği gökyüzündeki mesaisini devralmıştı.Dolunayın yükselmesiyle birlikte başlayan hafif meltem, Zarif Denizin yüksek ve bir o kadar da derin sularını dalgalandırıyordu.Denizin ve irili ufaklı çakıl taşlarıyla zarif kumun oluşturduğu sahilin ardından, görkemli bir şehri temsil eden yuksek kuleler ve kıyı şeridi boyunca uzanan surlar, dolunayın yaydığı ışık ile parıldayıp gökyüzüne doğru yükseliyordu.Aynı anda denizin ortasından, kulakları çınlatan tiz bir ses ise kıyıya git gide yaklaşıyordu.

''-General Beral, üç bin piyadeniz ile surların dışına, ön kapıya gidin.Okçularınız kulelerde kardeşim Alex tarafından yönetilecek.'' General, Prensin itiraz kabul etmeyen sesinin ardından çevik bir haraketle arkasını dönüp yavaşça geniş merdivenlere doğru yürümeye başladı.Prens o sırada surlarda devriye gezen bir askere bakarak, sadece Generalin ve şu anda gözlerini dikmiş bakmakta olduğu askerin duyabileceği bir şekilde mırıldandı.''-Ön kapı geçilmemeli.''General hiç duraksamadan yürümeye devam etti ve merdivenlere ulaştığında ''Umarım'' diyerek kabaca homurdandı.

Otuzlu yaşlarda gözüken prens, Kraliyet Sarayının arka kapıya bakan tarafında, kapıyı kollayan en yüksek kulede ak zırhlara bürünmüş, eline elf yapımı bir yay almış ve gözlerini dağlardan yükselen dumana ve meşalelerden oluştuğunu düşündüğü ışığa yöneltmişti.Düşünceliydi... Bu saldırının sebebi neydi? Üç gün önce ön kapıda karşılaştığı büyücüyü hatırladı birden.Doğru muydu acaba? O günü hatırlamaya çalışıyordu.
Prens`in ancak omuzlarına yetişebileceği kadar uzun, bir o kadarda yaşlı bir adam Ön Kapının bir kaç askeri içeri almak için açılmasıyla birlikte içeriye dalmıştı.Kahverengi renkli olmasına rağmen yer yer beyaz çizgileri olan, sağlam ve genç yapılı,görünüşe göre yeterince çevik ve hızlı bir ata binmişti.Siyah bir cüppeye bürünmüş, yüzü ancak cüppesinin içinden bir gölge olarak yansıyan bir adamdı.Uzun,kırlaşmış bir sakalı yüzü tarafından gölgeleniyordu.Elinde uzunca, ucunda siyah bir küre bulunduran, kahverengi,bir asa tutuyordu.Sağ omzunun arkasından ise bir yayın ucu zar zor seçilebilirdi.Adam atından yaşına göre hayli çevikçe inmişti ve yine aynı çeviklikle Prens`e doğru yürüyordu.Bir kaç asker mızraklarını önlerinde tutarak adamın önüne atılmaya kalkışsalarda hepsi ani bir irkilmeyle sendeleyip yere kapaklanmışlardı.Adam Prens`e yeterince yaklaştığında sol elini karşısında duran Prens`in omzuna koyarak konuşmaları gerektiğini belirtmişti.Prens ilk başta bunu red etmek istemişti fakat içindeki bir dürtü onu engelliyor gibi gözüküyordu.Saraya geçip sohbet ettiklerinde ise bu adamın tam bir zır deli olduğuna kanaat getirmişti.Büyük bir Tanrının bir Tanrıça kontrolünde harekete geçtiğini söylemişti konuşmaya başladıklarında.Bilinen diğer üç kıtadan ikisinin taptığı Tanrıydı bu... Diğer kıtalar ile bir alışverişleri olmazdı.Yakın zamanda bir çok yeri işgal etmiş olsalarda buraya hiç uğramamışlardı ve savaş çıkarmak için hiç bir nedenleri yoktu.Aslında yabancıların saldırdıkları diğer yerlerden savaşın hiç olmadık bir zamanda,sebepsiz çıktığı haberi gelmişti fakat bunu herkes gibi Prens`te inkar etmişti.Kesinlikle onlarla bir husumetleri olduğu kanaatindeydiler.Adam kısaca Tanrı ve Tanrıçalardan söz ettikten sonra savaşın çıkma sebebine geldi.Güye bunu şu an Prense tam olarak anlatamazmış, zamanı gelince öğrenecekmiş... Tek söyleyebildiği şey Tanrıçanın Planları olmuştu.Ayrıca buna kanıt olarak gökte bir kaç yıl önce belirmiş ve her gece ortaya çıkan yıldızı göstermişti.Büyücüye göre o yıldız Tanrıçanın gözlerinden birisiymiş... Bu zırvalıkların hiç birine inanmamıştı ilk başta.Ama şimdi... Büyücünün dediği çıkmış saldırı bu yana ilerlemişti... İlk düşüncelerinden utanıyordu şimdi.
Allord Krallığı kıtanın en güçlü Batı Krallığı olarak biliniyordu.Sınırları batıdaki Zarif Denizden, Doğu sınırında ki Derinovaya kadar uzanıyordu.Güney Sınırlarını Yeşil Yaprak Ormanı, Kuzey sınırlarını ise cüce sıra dağları şekillendiriyordu.Ülke yıllarca isyanları, ork veya trol istilalarını rahatça bastırmıştı.Bir belki de İki yıl önce ise, kıta dışından gelen gemiler, Kuzeydeki Cüce Krallıklarına indirme yapıp yönetimi kendi ellerine almıştı.Çoğunluğu katledilen Kuzey Cücelerinden kalanlar, Krallığın ortasından yükselen Dumanlı Dağlarda ki Kolonilere katılmışlardı.Aradan 1 ay bile geçmeden yabancı kıtadan gelenler, kendi deyişleriyle Kara İnsanlar Dumanlı Dağları goblinlerle anlaşarak ateşe verdiler.Cüceler dayanıklıydılar ve uzun süre boyunca dayandılar.Şimdi dağların alçak olduğu batı köşesinden yürüyüşe geçen düşman, düşmüş olduklarını gösteriyordu.Doğudan gelecek bir yardım olmadan, şehiri çevreleyen surların veya sarayın yanında ki Kalenin düşmanı ne kadar dışarıda tutacağı ise kafalardaki şüphenin sadece küçük bir yüzüydü.

Prens ülkenin doğusunda, tahtında oturan Kral tarafından beş bin asker ve iki General ile birlikte dört ay önce Batı Şehiri Kand'a öncülük etmesi için yollanmıştı.Savaşın çıkacağından tamamen habersizdi herkes.Prens 3.çocuk olduğundan Veliaht Prensi değildi ve Kand`a Batı Yüksek Valiliği yapabilmesi için gönderilmişti.Batı Yüksek Valiliği,Şehir Klanları`da dahil olmak üzere bir çok şeyi denetlerdi.Ayrıca uygulama yetkiside Klan Başkanlarından bile yüksek seviyedeydi.Lord ve Asiz ünvanları ile bu mevkiye gelmesi onun hem Kraliyet Ailesinden,hemde Asillerden, yani yüzyıllar önce kurulmuş en etkin askeri birlikten olduğunu gösteriyordu.Asizlik Asillerin üç büyük Komutanından biri olma şerefine erişenlere bahşedilen bir rütbeydi.Ve hiç kimse bir asizin böyle bir mevkide olmasını eleştiremezdi zaten... Savaş kapıya çatmışken, Prens`in aralarında olması herkese bir moral kaynağı oluyordu.

Duman ve is git gide artarken okçular surlarda,kalede ve kulelerde menzillenmiş, gelecek olan düşmanı karşılamaya hazırlanmıştı.Yaylar şimdiden hafifçe gerilmiş,ucuna yeni dövülmüş demirlerin oturtulduğu oklar sadaklarından çıkmıştı.Soluk alıp vermek git gide zorlaşırken bazı kulelerden öksürme sesleri yankılanmaya başlamıştı.Bu sese birde çokta uzaktan gelmeyen koşturma sesleri eşlik ettiğinde bütün gözler sisin yoğunlaştığı alana dönmüştü.Bir çok asker koşarak sis perdesini yavaşça aralamıştı.

Düşmanın topraktaki sis bulutunun ardından koşarak fışkırmasından sonra Prens eliyle okçuların hazırlanmasını işaret etti.Kendi yayınada sadağından çıkardığı oku yerleştirdi ve gözlerini düşmanın geldiği yöne dikti.Biraz huzursuzdu.Uzun süredir uyumuyordu.Savaş burada çok uzun,yorucu ve zor geçecekti.Eğer burası düşerse ülkenin Batısını koruyacak başka hiç bir güçlü şehir kalmayacaktı.Ülkenin geleceği belkide burada belirlenecekti yani...
Bu nedensiz savaşın mal olacağı canlar gözünün önüne gelirken komşu Krallık Owea Prensesi tüm bu görüntüleri silip tek başına var olmuştu.Bunun olmaması gerektiğini bilen Prens görüntüyü zihninde yoklaştırdı ve dikkatini tekrardan düşmanın akın akın gelen öncü koluna verdi.

Düşmanın surlardakiler için menzile girmesinden bir kaç saniye geçtiğinde ok atışı emirini verdi ve ok yığınları surlardan düşmanın üzerine yağmur şeklinde indi.Yerlere serilen düşmanın öncü kolu kulelerden gelen oklarla birlikte çığlığa boğuldu.Bazısı tiz bazısı boğuk çığlıklar birbirine karışırken sis perdesi tekrardan aralanmıştı.Önceki birlikten biraz daha yavaş ve biraz daha profosyonelce gelen arabletli askerler ise ölen askerleri açıklamaya yetiyordu.
Ölülerin ardına saklanıp surlara ok akını başlattılar.Bu arkadan geleceklerin ilk habercisi oluyordu.Meydan canlanırken surlardan bir çok beden yere çakılıyordu.Aynı tiz çığlıklar şimdide surlardan yükselir olmuştu.Prens ve yanındakiler durmaksızın ok fırlatıyorlar,arablet kullananları zora sokmayı hedefliyorlardı.Onları isabet ettirmek ne kadar zor olsada bunu başarmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve yere serilen her arabletçiyle morallerini arttırıyorlardı.

Surlardan gelen oklar git gide azalırken surlara gelen oklar pekte azalmıyordu.Her ölen arabletçinin yerine yeni birinin geldiğini bir kaç kişi haricinde fark eden henüz yoktu.Prens düşmanı püskürtmeleri gerektiği bilincine vardığında kapının arkasında bekleyen üç yüz süvariye saldırı emri verdi.Kapının gıcırdayarak açılmasından sonra düşmana atılan atlar ve üstlerinde ki cesur askerler sayesinde surlara gelen oklar artık sadece süvarilerin ulaşamadığı yerlerden geliyordu.Süvariler ellerindeki uzun,tahta mızraklarlı düşmanın kalbine sokmaya çalışıyorlardı.Hızlı ve kolay bir öldürme taktiğiydi bu ve arablet veya ok kullananlara karşı çoğunlukla işe yarıyordu.Prens kana bulanmış çayırları izlerken içindeki hüznü bastırmaya çalışıyordu.Bunca ölüm nedendi ? Bu insanlar ne istiyordu böyle ? Durduk yere başlamıştı savaş.Ne bir diplomasi ne politika... Hiçbiri bu adamlarda yoktu.Tek istedikleri ölüm müydü yoksa ? Kan kokusundan mı hoşlanıyorlardı ?

Prens acayip düşüncelerine dalmışken surlardan gelen bir ok omzuna isabet etti.Başı dönüyordu.Sanki sırtına bir darbe yemişti.Ama sadece omzu vurulmuştu.Anlamsız olaylar peşi sıra gelirken - Bunun devamı Prens`in aniden yere yıkılmasıyla son bulmuştu.Olanlar hakkında ki bir kaç fikire göre Prensin omzuna ağır bir darbe gelmiş ve Prens bununla birlikte daha fazla dayanamamıştı.

Savaş Prens`in mevkisinde pekte kötü gitmemişti.Düşman hızla kapıyı kırmış, fakat okçuların ve Generalin sonradan gelen kuvvetleriyle kolayca püskürtülmüştü.Herkesin yüzü General`in koruduğu ön kapının geçilmesi sebebiyle düşmüş ortalık Ozanların ağıtlarıyla dolup taşmıştı.Bu sürede düşmanda ölülerini toplamış ve aynı zamanda kapı eskisinden biraz kötü şekilde hızlıca tamire edilmişti.Ön Kapıda olanlar ise hala bilinmiyor ve açıklanmakta istenmiyordu...



Prens ayıldığında kendini rahat bir yatakta buldu.Küçük bir odadaydı.Boğuk bir havası vardı.Oda hiç bir yerden hava alamıyordu göründüğü kadarıyla.Kapı demirdendi ve içeriden açılması imkansız hale getirilmişti.Şu an üzerinde bulunduğu yatak ise odanın sağ köşesinde,odadaki güzel tek şey olarak göze batıyordu.İpek örtüsünü üzerinden atarak ayağa kalktı ve ani bir sızıyla, refleks olarak elini ensesine götürdü.Ensesi kabuk tutmuşa benziyordu.Elini çektiğinde elinde pıhtılaşmış kanı görerek şaşkın bir bakış attı.Ayaklarını sürüyerek kapıya yaklaştığında kapının aralık olduğunu fark etti.Ağrısından ağırlaşmış kolunu kapının ucuna götürüp kapıyı açtı.

Kapı gıcırdayarak açıldığında burayı daha önce defalarca kez turladığını hatırlayarak düşüncelerini yokladı.Burası kale olmalıydı.Kuleden onu alıp kaleye mi koymuşlardı acaba ? Düşman kaleyi ele geçirebilmiş miydi ?
Durmaksızın aklına gelen sorular dar koridorun sonundaki kapının inleyerek açılmasının ardından son buldu.Kapının kaya duvara yavaşça çarpmasının ardından uzun boylu bir adam kapıdan koridora adım attı.Yaşı yüzünü kaplamış hüznün ardındaki çizgilerden az çok belli oluyordu.Geleneksel Allord General kıyafetlerini giyip,rütbesinin diğer bir işareti olan kahverengi bereyi kafasına geçirmişti.Yer yer yırtılmış elbisesinin içinde ölüden pekte farklı durmuyordu.Karşısındakini tanıdığında ise Prensin yüzüne bir tebessüm yerleşti ve acısını kısa süre unutarak ona doğru yürümeye başladı.Fakat acı onu unutmamıştı... Omzuna giren ani sancıyla yere yıkıldı ve ellerini soğuk zemine koyup düşmemeye çalıştı.

Generalin hızlı adımlarla gelip kollarından kavradığı gibi Prensi kaldırmasıyla kafası biraz yerine geldi.General burada olduğuna göre... Savaş ne durumdaydı? Batı da neler olmuştu? İşler yeniden gözünde büyüyordu ve her geçen saniye azıcık düzelen kafası daha da bozuluyor ve gölgeye sürükleniyordu.En sonunda kendinde konuşacak gücü bulduğunda yavaşça söze başladı. ''Neden buradasın Beral, ön kapıyı kim koruyor?'' Generel sakinliğini sürdürürken dudaklarını sonunda kıpırdatıp utangaçça Prense cevap verdi.''Ön kapı düştü... Binlerce kişi oraya yığıldı.Kaya fırlatan düzenekleri var sanırım.Surlarımızı yerle bir ettiler.Acayip görünümlü,- Durun bir dakika,dinlenmelisiniz.Bunları daha sonra konuşabiliriz.Lütfen yatağınıza geri dönün.'' Prens Generalin onun iyiliğini istediğini bildiği halde ona hayli kızmıştı.Bu durumda dinlenmekte ne oluyordu?

''Efendim sarayda casuslar var.Dikkatli olmalıyız.Kulede size vuran öyle biri olmalı.Yeni asker olanları inceletiyoruz.Artık buraya bile sızdılar.''Prensin pek bir şey anlamadığını fark eden General yeniden konuşmaya başladı.''Ensenizin omzunuza gelen ok ile mi öyle olduğunu düşündünüz?'' Uzun zamandır ilk kez sırıtan Prens Generale cevap verme girişiminde bulundu fakat General büyük bir cüretkarlık yaparak gözlerini Prensin üzerinde yoğunlaştırdı ve ona emredermiş gibi bir hal takındı.''Bana karşı mı geliyorsun General?'' ''Yo tabi ki hayır efendim..Siz ne isterseniz o olur.Ama şu var ki bu askerler bunu bilmiyorlar.'' Prensin suratındaki neşe dağıldığında, kahkaha atan Generalin ardından Prens eliyle durmasını işaret etti ve yine ayaklarını sürüyerek odasına, ya da şu an düşündüğü kadarıyla zindanına geri döndü.

Bulunduğu yer zindandan farksızdı.Loş bir havası vardı.Kokusu yanmış plastiği andırıyordu.Kapı kapatıldığında burada nefes alması bile zorlaştığından kapı ilk denemeden sonra içeriden yükselen öksürük sesleri ile kapanmama kararı almıştı.Günde dört öğün az az yemek ve bir kaç kez yarasına bakmak için hekim kadın geliyordu.Her gün biraz daha iyileştiğini belirterek çıkmıştı yine bugün aynı soğukkanlılıkla.Prens Kalenin hala düşmemiş olmasına seviniyor fakat diğer yerlerin ne durumda olduğunu merak ediyordu.Ön kapı düştüğüne göre burlara ulaşmaları çok uzun sürmezdi.Bir hafta öyle ya da böyle geçmişti.Fakat daha fazlasını kaldıramazlardı her halde.

Fakat Prensin bilmediği bir şey,ya da bir çok şey vardı ki hepsi önemli meselelerdi.General utancını dindirmek için her gün yüzlerce askeri feda ederek Ön Kapıyı almaya çalışıyordu.Kulelerin çoğu elden gitmişti fakat hala direnenler vardı ve her gün oraya biraz daha destek yaparak oraları kaybetmemeye çalışıyordu.Bu saldırılar neticesinde de ön taraftan içeriye doğru bir saldırı gelmiyordu.General sadece ön tarafta tüm şehirdeki kadar asker olabileceğini tahmin ediyordu fakat saldırmadıklarına göre bunun yanlış olabileceğide düşülebilirdi.Şehrin Arka tarafında ise henüz surlar bile aşılamamıştı.Generalin burada öncülük etmesi ve askerlerin gözüpek olmaları sayesinde oluvermişti bunlar bir çok kişiye göre.Ama hala bir çok sır gün yüzüne çıkmamıştı.Bazıları zamanla öğrenilecek,bazıları unutulmaya mahkum olacaktı... Ama şüphesizki bunların taşıdığı değerler bir çok şeyin kaderini etkileyecekti...

Bu gece hayli uzun geçmişti.Düşman ilk kez büyük çaplı bir gece saldırısı düzenlemişti.Bir çok sur düşman cephesinden gelen dev kaya parçaları tarafından yıkılmış, ortaya düşmanın geçebileceği kadar büyük gedikler çıkmıştı.General bir çok piyadeyi oraya çekip düşmanın içerilere girmesini engellemeye çalışmıştı gece boyunca.Saatler süren saldırının ardından, düşman sebepsiz yere geri çekilmişti.Surlar yapılandırılmaya çalışsa da bir dahaki saldırıya onarılamayacağından, tahta kuleler inşa edilmiş, bölgeyi ok ile koruma kararı alınmıştı.Hiç bitmeyecekmiş gibi geçen bir gecenin ardından güneş, kızıla çalık bir renk ile yükseliyordu...