Kayıt Ol

Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi // Bölüm II

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi // Bölüm II
« : 07 Temmuz 2011, 16:05:51 »
Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi


Dokuz yaşıma kadar normal bir çocukluk geçirdim. Babam ve annem hep çalışıyorlardı. Küçükken onlara hep beni yalnız bıraktıkları için kızıyordum ama gün geçtikçe ve büyüdükçe anladım ki bunu yapmak zorundalardı. Orta halli bir yaşamımız vardı. Gidip de zengin piçlerin giyindiği o afili giyeceklerden alamıyordum belki ama her alışverişe çıktığımda da hüsran yaşamıyordum hani. Orta sınıfın birazcık üstündeydik hep.

Eh bu kadar normal ve ortalama yaşamında dokuz yaşında ne başına geldi ki diyeceksiniz. Hemen anlatıyorum. O zamanlar bu olayın şokunu yıllarca üstümden atamamış olmama rağmen, şimdilerde bu konuda oldukça rahatım. Hatta hatırladıkça bazen gülüyorum bile.

Dokuz yaşıma girmemin üzerinden yaklaşık iki ay geçmişti ve ben yaz okuluna en yakın arkadaşım Jackie ile gidecektim. Çoktan planlarımızı yapmıştık. Küçük bir çadır, iki adet el feneri, dallara geçirilip pişirmek ve afiyetle yemek üzere hazırlanmış şekerlemeler ve sinek öldürücü birkaç kutu sprey. Sineklerden hep nefret etmişimdir. Nedense onlarca insanın arasından sadece bana hücum etme gibi bir eğilimleri var.

Arabayı Jackie’nin annesi kullanıyordu. Bizimkiler, her zaman olduğu gibi yazın da yoğun bir şekilde çalışıyorlardı. Ama ben bu durumdan şikayetçi değildim. Bayan Anderson cana yakın, sevimli ve her zaman yaptığı yemekleri bana ikram eden, kibar bir hanımefendiydi. Tek bir dezavantajı vardı. Tanrım! Dünya üzerinde bu kadar kötü araba kullanan başka biri daha yoktur sanırım. Ne yan aynaları, ne de dikiz aynasını kullanır… Trafik ne kadar hızlı akıyor olursa olsun en sağ şeritten kırk kilometre hızı asla geçmeden gider.

Yaz okuluna giden yol, gidiş gelişti ve yarım saatlik yolculuğun ardından neredeyse Şehrin tüm arabaları Bayan Anderson’un arkasında bir kuyruk oluşturmuş, kornalarını çalıyorlardı. O ise gamsız bir tavırla müziği biraz daha açıp, bütün bu olaylara kulağını tıkıyor ve yoluna kırk kilometre hızla devam ediyordu.

Arkamızdaki tır şöförü yarım saatin sonunda oldukça sinirlenmişti. Arka camdan bakınca adamın suratının giderek kırmızıya, sonra da mora dönüşünü neredeyse görebiliyor gibiydim. Yolun yokuş aşağı kıvrıldığı en tehlikeli kısımlarına gelmiştik ve sonrasını pek de hatırlamıyorum aslında. Hatırladığım şeyleri unutmam için zavallı annem ve babam kazandıkları paranın hatırı sayılır bir kısmını psikologlara harcadılar.

Yine de aklımda kalan kesik kesik sahneler var. Bayan Anderson’un emniyet kemeri takmadığı için çarpışmadan hemen sonra camı kıran cansız bedeninin arabanın dışına doğru uçması... Yolun kenarındaki trabzanların parçalanan büyük kötücül sivri bir kısmının ön koltukta oturan Jackie’ye saplanması ve fışkıran kanların gözüme kaçarak beni acılar içinde bırakması... Ha bir de bütün bunlar olurken içinde bulunduğumuz araba korkunç sesler çıkararak uçurumdan yuvarlanmak ile meşguldü tabi.

Şu an yirmi beş yaşında genç bir kızım ve hala neden o lanet olası arka koltuk kemerini bağladığımı merak ederim…

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
« Yanıtla #1 : 07 Temmuz 2011, 16:11:40 »
Alıntı
Şu an yirmi beş yaşında bir genç kızım ve hala neden o lanet olası arka koltuk kemerini bağladığımı hala merak ederim…

Valla ben de devamını merak ettim. Bundan nasıl bir fantastik yan çıkacak acaba?

Samimi bir anlatımı olan bir başlangıç olmuş (başlangıç değil mi?). Karakterin kendi ağzından dinlemek de onun duygu ve düşünceleriyle birebir iletişim halinde olmamızı sağlıyor. Çok yorum yapamadım, devamı gelsin acilen :P.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
« Yanıtla #2 : 07 Temmuz 2011, 16:33:33 »
Geçmişte yaşamış olup, şimdi gülüp geçtiği olayın bir araba kazası olması ilginç doğrusu. Başlıktan dolayı da işkillenmemek elde değil. Ama ben rahat ve akıcı yazım tarzını beğendim doğrusu. Ben de devamını beklemekteyim. :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
« Yanıtla #3 : 07 Temmuz 2011, 19:42:19 »
Hmmm... Bakalım bunun ardından neler çıkacak. Ana karakterin anlatım tarzını iyi kullanmışsın, samimi ve içten bir şekilde ilerliyor hikaye. Tiplemeler de güzel. Kaza anını kaleme alışın özellikle hoşuma gitti. Fışkıran kan falan... Öhöm! ( Sadist miyim neyim? :) )

Akıcılık biraz sekteye uğramış ama... "Dokuz yaşıma girme" cümlesini üç defa arka arkaya kullanmışsın mesela. Üçüncüsünde "Doğum günümün üzerinden yaklaşık iki ay geçmişti" diyebilirmişsin mesela.

"Ne yan aynaları, ne de dikiz aynasını kullanır… Trafik ne kadar hızlı akıyor olursa olsun en sağ şeritten kırk kilometre hızı asla geçmeden araba kullanır."

Burada da son kelimeleri "en sağ şeritten 40 kilometreyi geçmeden sürer arabasını." ya da "Trafik ne kadar hızlı akıyor olursa olsun her zaman en sağ şeritten gider ve kırk kilometreyi asla aşmaz." olarak yazabilirmişsin. Daha güzel olur gibi gibi... En azından "kullanır" yükleminin peş peşe gelmesini engellersin.

Takipteyim efem...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
« Yanıtla #4 : 07 Temmuz 2011, 23:15:36 »
@Fırtınakıran: Evet başlangıç. Gerçi çok uzun birşey olmasını planlamıyorum. Başladığı gibi ani bitebilir de :)

@Black Helen: Teşekkür ederim. Samimi olduğu doğrudur zira çok hızlı yazdım ve aklımda nasıl canlandıysa empati yaparak halletmeye çalıştım olayı. Gerçi daha iyi yapmalıydım bu olayı ama biraz aceleye geldi.

@mit: Şöyle bir okudum da berbat bir anlatım olmuş hatalar dolu vs. Uzun zamandır kafamda planlıyorum bunu ama bir türlü iş temposundan zaman bulamıyordum. Bir ara ofiste 15-20 dk boşluk oldu o ara yazdım. Hatta kontrol bile edemedim.  Neyse artık ilerleyen bölümlerde toparlarız belki yazmaya daha fazla vaktim olursa...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
« Yanıtla #5 : 08 Temmuz 2011, 09:29:52 »
Berbat olduğunu düşünmüyorum, sadece birkaç ufak sihirli dokunuşa ihtiyacı var o kadar :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Narr

  • **
  • 115
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
« Yanıtla #6 : 08 Temmuz 2011, 10:01:52 »
Düzeltiden sonra bir kaç anlatım ve yazım hatasının giderileceğinden kesinlikle eminim. Bunun dışında bunu 15-20 dakikada yazman gayet harika, üstüne üstlük konusu da inginç. Ellerine sağlık.
Not: Sonrasında neler olacağının açıklığa kavuştuğu -en azından birazcık- "devam"ı haftasonu işe gitmediğinde yazabilirsin. Çünkü öyle bir kesmişsin ki, insan deli gibi merak ediyor. Aslında devamı olmasa bile hoş bir son.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi //Bölüm II
« Yanıtla #7 : 08 Temmuz 2011, 12:01:09 »
Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi
Bölüm II


Uyandığımda hala koluma ve göğsüme bağlı onlarca kablo vardı. Korkunç kazadan sadece ben kurtulabilmiştim. Buna ne kadar kurtulmak denebilirse tabi. Annemin bana anlattığına göre, kazadan sonra tam iki yıl komada kalmışım. Pancar suratlı tır şoförü dahil, bizi takip eden iki aracın içindeki bütün yolcular da öbür tarafı boylamıştı.

Bütün olayları sakince anlattığıma bakmayın o zamanlar gözümden akan damlaların sayısını saymak, fizyoterapistime gidip gelmek ve bir depresyondan çıkıp diğerine girmekten yaşamayı unutmuş gibiydim. Bir yılım da öylece geçiverdi ve ben on iki yaşında hala kendini dokuzunda sanan bir çocuktum. Sınıfımdakiler çoktan beni sollamış üst sınıflara geçmişlerdi. Ben ise okulda dalga geçtiğim ufaklıklarla sıkıcı dersleri dinlemek zorunda kalmıştım.

Okulumuzdaki her çocuk, daha okumayı yazmayı öğrenmeden benim başıma gelen korkunç olayı ezbere biliyordu. Bunun iki yan etkisi vardı. Herkes bana karşı çok kibar ve mesafeliydi. İkincisi ise herkes ama herkes ben koridorda yürürken bana acıyarak bakmaktan kendini alamıyordu ve inanın bu durum yaşanan olayları unutmam için bana hiç yardımcı olmuyordu.

Tek huzur bulduğum yer çimenlerle kaplı dağ yamacının yanındaki söğüt ağacının hemen altıydı. Burası aynı zamanda Jackie’nin gömülü olduğu yerdi. Her hafta aksatmadan onu ziyarete geldim ve gelirken hep yanımda çiçekler getirdim. Jackie benim hiç açılamadığım ve hiç öpemediğim çocukluk aşkımdı. Yine de ne zaman onu düşünsem, onu bana sevdiren özelliklerini, sarı saçlarını ya da çocukça gülümsemesini değil, göğsüne saplanmış metal parçası ve fışkıran kanları hatırlıyorum.

Dediğim gibi dokuz yaşıma kadar tek derdim zengin piçlerdi. Sonrasında ise başa çıkmam gereken birçok şey oldu. Ailem, yaşadığımız yerde yıprandığımı gördüğünde yıllarca çalıştıkları ve yeni yeni bir yerlere gelmeye başladıkları işlerini istemeden de olsa terk ettiler. Okula tekrar başlamamın üzerinden altı ay geçmemişti ki babam işten eve erken geldi ve valizleri toplamaya başladı. Ben de aynısını yaptım ama lanet olası psikologlarımdan biri babama sıkı sıkı tembihlemişti. Giysilerim dahil sahip olduğum hiçbir şeyi almamam gerektiğini. Bunu sonradan öğrendim tabi. Elinde tuttuğu yeni giysileri ve ayakkabıyı bana uzattı telaşla ve geri kalan eşyaları umursamamam gerektiğini, bir taşıma firmasının geri kalanını halledeceğini söyledi. Bu yeri, Jackie’yi, Bayan Anderson’u, söğüt ağacını ve tüm olanları unutmamı istiyorlardı.

Yeni okulum şehir merkezindeydi. Güzel bir bahçesi ve oldukça kalabalık sınıfları vardı. Beni biraz da torpil yaptırarak hiç değilse onuncu sınıfa kaydettirdiler. Böylece yaş farkını o kadar da fazla hissetmeyecektim.

Okulun yarı yıl tatilinden sonraki ilk günüydü ve ben de diğer her çocuk gibi okula büyük bir heyecanla başlamıştım. Artık acıma dolu bakışlar ve hikayemin teneffüs aralarında anlatıldığı o koridorlar yoktu. İlk iki dersim matematikti ve ben neyse ki bu derste oldukça iyiyimdir. Yeni gelmeme rağmen hemen söz alıp tahtaya bile çıktım. Öğretmenin gözüne girmeye çalışıyordum resmen.

Öğle arası olduğunda merak ve biraz da heyecanla okulun yemekhanesine gittim. Bu sıradan bir durum gibi görünebilir ama küçük bir kasabadan gelmiş benim gibi bir kız için büyük bir olaydı. Yemekhane benim için yeni arkadaşlarımı kazanacağım tek sosyal ortam demekti.

Hemen bir tepsi aldım ve sıraya girdim. Yemeklerin kokusu şimdi bile burnuma geliyor. Mis gibi taze fasülye ve yanında da soslu makarna doldurmuştum tabağıma. Yoğurdumu aldım ve içecek reyonuna doğru seyirttim. Orada önlüğüne elini silmekle meşgul yaşlı ve tombul bir bayan vardı. Kafasını bile kaldırmadan bana ‘Afiyet olsun.’ Dedi.

Nezaketen ben de ona dönüp ‘Teşekkür ederim.’ Dedim

Bunu söyler söylemez yaptığı işi bıraktı ve kafasını dikkatle kaldırıp bana baktı. Ne yani bu şehirli çocuklar aşçılarla hiç konuşmuyorlar mıydı?

‘Sen, ufaklık kaç yaşındasın?’

Eh bu karışık bir durumdu. On iki yaşımda onuncu sınıfa gittiğim duyulsun ve tekrar dedikodular başlasın istemiyordum ve ben de yalan söyleçdim

‘On yaşındayım Bayan…Sinderose’ yakasındaki isimliği okumak biraz zamanımı almıştı.

‘Sanırım bu okula yeni geldin değil mi? Okula kaydını kim yaptı?’

Yavaş yavaş neden kimsenin bu kadına selam vermediğini anlıyordum sanırım. Biraz düşük çeneliydi sanki. Yine de kibarlıktan da olsa cevap verdim.

‘Müdüre Sinderose… Durun bir dakika siz onun yakını mısınız?’

Başını olumlu anlamda salladı. ‘O benim  kızım olur evlat. Yemekten sonra onun yanına uğrayıp benden selam söyler misin ona. Günlerimin çok iyi geçtiğini filan anlat. Yaptığım yemekleri hiç itiraf etmese de hep çok sevmiştir. ‘

Anlamsız konuşmalarını dikkatle dinledim ve bu konuşmadan tek bir sonuç çıkartabildim. ‘Neden kendiniz söylemiyorsunuz? Küstünüz mü yoksa?’

‘Eh sayılır evlat. Sen dediğimi yap ve burada oyalanmayı bırak istersen sıradaki arkadaşların sabırsızlanıyor.’ Bana arkamda biriken çocukları gösterdi.

Dönüp baktığımda suratıma şaşkınlıkla bakan, hatta yanındakini dürtüp gülümseyen bir topluluk ile karşılaştım. Bu şehirli çocuklar gerçekten de aşçılarla konuşmuyorlardı sanırım. Omuz silktim ve yemeğimi yemek için iki çocuğun oturduğu masaya gittim. Ben oturur oturmaz çocuklar benden kaçarcasına uzaklaştı. Eh yalnızlığa alışıktım ve sanırım lanetim bu okulda da peşimi bırakmamıştı.

Yemeğimi yedikten sonra anne-kız arasındaki bu ilginç küslüğü bitirmeye kararlıydım ve okulun müdiresinin odasına doğru ilerledim. Kapıyı çaldım tak tak tak…

‘Geel…’ kibar ve aynı zamanda otoriter bir sesi vardı.

İçeriye seri adımlarla girdim ve kapıyı arkamdan kapattım.

‘Şey selam Müdüre Sinderose.’

‘Hoş geldin Elanor bir sorun mu var?’ tek kaşını kaldırarak bana baktı.

‘Hayır şimdilik bir sorunum yok. Annenizle az önce konuşuyordum ve size selam söylememi istedi.’ Cümlemi bitirir bitirmez merakla arkama baktı. Sanki orda birilerini bulmayı umuyormuş gibi.

‘Demek öyle küçüğüm. Peki bu sana selam iletmeni söyleyen bayan nasıl birisiydi tarif edebilir misin biraz?’

Ben de düşünmeden gördüğüm tombul, sevecen, önlüklü kadını tarif etmeye başladım. Tarifimi derinleştirdiğim her cümle ile ilgisi biraz daha artmış, şaşkınlıkla beni dinlemeye koyulmuştu.

‘… ha bir de çok güzel yemekler yaptığını ve sizin onun yemeklerine bayıldığınızı söyledi. Her ne kadar itiraf etmeseniz de… Günlerini çok iyi geçiriyormuş ve mutluymuş.’

Son söylediğim cümle ile neden olduğunu anlamasam da müdüre hanım çok sinirlendi ve titreyen elleri ile çekmecelerden birine uzanıp bir resim çıkardı.

Yüzüme dikkatle baktı ve düşünceli düşünceli benden çok kendisi ile konuşuyormuş gibi devam etti. ‘Yalan söylüyorsun derdim ama detaylı bir tarif yaptığın ortada.  Yemekleri konusundaki şu son yorumunu da başkasından öğrenmen imkansız. Ayrıca diğer çocuklarla bunu planlayacak kadar tanıştığını bile sanmıyorum…’

‘Daha kimseyle tanışamadım anneniz hariç. Doğru dediniz.’ Dedim söylediklerinden tek bir kelime bile anlamadan.

Elinde tuttuğu resmi bana doğru uzattı ve gösterdi. Annesinin resmiydi ya da az önce gördüğüm bayanın kıyafetlerine kadar bire bir kopyasıydı.

‘Sana söyleyen kişi bu muydu?’ dedi tereddütle.

Bunda büyütülecek ne vardı anlamıyorum. ‘Evet buydu. Sanırım küsmüşsünüz ya da ona benzer bir şey. Her neyse, ben sizin ilişkinize burnumu sokmak istemem. Sadece bana söyleneni ilettim ve gidiyorum. Bu arada resimde 1997 yazıyor. Şunu söylemeden geçemeyeceğim. Bayan Sinderose bir gün bile yaşlanmamış. Kendisine oldukça iyi bakıyor gibi.’

Beklediğim en son tepki o sert ve otoriter, her zaman kontrollü olan müdire hanımın karşımda hüngür hüngür ağlamasıydı.

Hıçkırıklarının arasından parça parça seçebildiğim kelimeler ise duymayı en son istediğim şeylerdi.

‘Annem… benim sevgili annem… bu resmi çektirdikten …. İki saat sonra …. Kalp krizi geçirip öldü…’

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Elanor'un Şüphe Uyandıran Hikayesi // Bölüm II
« Yanıtla #8 : 09 Temmuz 2011, 10:08:03 »
Bu işin altından böyle bir şey çıkacağını tahmin etmiştim zaten :) Güzel bir devam bölümü olmuş. Akıcılığı da yeniden rayına oturtmuşsun. Keyifle okudum. Bitireceğin yeri de gayet iyi biliyorsun doğrusu ;) Kalemine sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.