Kayıt Ol

Güzel Atlar Diyarı

Çevrimdışı santathebad

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Güzel Atlar Diyarı
« : 23 Nisan 2015, 23:31:22 »
Merhaba arkadaşlar
Güzel Atlar Diyarı isimli bir kitap yazmaktayım
Kurgunun büyük bölümünü zihnimde ve kağıt üzerinde hazırladım ve yazma aşamasına geçtim
Kitabımı ücretsiz olarak bölüm bölüm internetten paylaşmaya karar verdim
Umarım okursunuz ve bu süreçte bana katkı verirsiniz
Hepinizin yorumları benim için çok önemli
Şimdiden çok teşekkürler

Aşağıdaki linkten ilk kısmı indirebilirsiniz

https://yadi.sk/i/v7ffwfO5gCi7X

----------------------
Okuyamıyanlar için
----------------------

Bir Avuç Üzüm

   Bugünkü onlarca kaçma teşebbüsünden sadece biriydi az önceki. Her deneme ona aynı yanılgıyı getiriyor ve hayat bunu ona yapmaktan sanki zevk alıyordu. Şu iğrenç yerden gitmesi için yeterince sebebi vardı. Son bir kez daha, pençelerini onu şu ufacık  yerde sıkıştıran parmaklıklara geçirdi. Sonra bir kez daha ve bir kez daha. Gözlerinin içinde sanki bir şehir alev alıyor, yüz ifadesindeki kızgınlık ise bu yangından geriye kalan dumanı ve ölümü hatırlatıyordu. Her pençe darbesinin ardından bir yenisi geldi.  Ayakları yorulup, artık bedeni olacakları kabullendiğinde ise bıraktı kendini yere. Düşündü, sadece düşündü. Geçmişten birkaç sahne film şeridi gibi gelip geçti gözlerinden. Dünü ve bugünü onu kaosa sürüklüyordu. Her şey bu kadar çabuk değişemezdi. Düşünmek artık yorucu bir hal almıştı. Sonra birden bire duraksayıp kaldı .Boğazında takılı kaldı kelimeler. Gözleri, hislerini yansıtan aynalara dönüştü, rengi biraz imkansıza çaldı. Şu an hayatta olduğu her saniyeye lanet ediyordu içinden. Gözlerini tavana dikti ve dakikalarca izledi .Ne hoş şeydi olup biteni umursamayıp bakabilmek gökyüzüne, hele ki aşabiliyorsan gözünün önünde duran engelleri. Mağara tavanındaki sarkıtlar, saatlerdir yere düşen sayısız damlalar, patisindeki  tarifsiz acı... Dakikalar geçtikten sonra, mağaranın soğuğu artık derisinden içeriye girmeye çoktan başlamıştı. Derin derin nefes alıyordu, sanki maratonda koşmuş bir sporcu gibi bir hali vardı. Gözlerini birkaç kez kapattı ve açmamak için sayısız kez dua etti.
   ''Ne olur bu kez duy sesimi, ne olur Tanrım. Tek istediğim geri dönmemek, tek istediğim başımıza gelen şu felaketten ölü yada diri kurtulmak. Dengeler değişti ve artık bu yeni dünyada bana yer yok.''
   Böyle önemli kimselerin  bu adar aciz kaldığı pek görünmezdi.
   Duvarlara rastgele yerleştirilmiş meşaleler, bir kısmı  tavandan akan su damlalarının etkisiyle sönmüş de olsa, hala iş görür haldeydi. Biraz ilerisinde bir masa, üstünde de birkaç şişe bira, bardaklar ve kullanılmayacak kadar kötü bir kılıç vardı. Saatlerdir gördüğü hiçbir şey, onu buradan kurtaracak mükemmelliğe sahip değildi. Burnunun etrafında gezinen taze hava, ona mağara girişinin pek de uzakta olmadığını söylüyor fakat elinden de pek bir şey gelmiyordu. Birden bir ses duyuldu içerden. Kaygan zeminde düşmemek için manevra yaparak ilerliyordu ses. Sonra buna bir yenisi ve daha sonra da bir yenisi daha eklendi. Yorgundu ama hala duyularını toplayacak gücü vardı. Konsantre olmaya çalıştı  ve odaklandı. Üç kişilerdi , uzun boylu ve gür saçlı olan önde ilerliyordu, elindeki lambayla  arkadaşlarına yön gösteriyordu. ''Şuradan, şuradan'' diye başlayan cümleler kuruyordu. Lambasından çıkan ışık birkaç metre önünü zor aydınlatır haldeydi. Işık karşısında yavaşça belirmeye başladığında ışığa doğru gözlerini dikti, kuşkuyla beklemeye başladı Panter. Geliyorlardı ve geçen her an onları daha da yaklaştırıyordu. Biraz zaman sonra artık tamamen yüzleri seçilecek kadar yakındaydılar.
   Uzun boylu olan  Panter'i eliyle işaret edip  şunu söyledi: ''Şu aşağılık yaratığı teslim edelim artık.Bugün az kalsın kolumu kaybettirecekti bana.''
    Konuşmasına devam ederken bir yandan da kolundaki pençe izini gösteriyordu. Sağ koluna bir pençe darbesi almıştı. Birkaç gün kılıç kullanamazdı ama şanslı olmalıydı ki iyileşmesi çok uzun sürmez görünüyordu.
   Panter'e dönüp konuşmasına şöyle devam etti: ''Şu aptal yaratık, nerdeyse sağ kolumu benden alacaktı.Sadece birkaç milim lan,sadece bir kaç milim.''
   Diğer ikisi de onaylıyordu anlatılanları başlarını sallayarak. Kısa boylu ve şişman olan adam elindeki zincirleri sallayarak, isterse ona bir hediye verebileceğini  anlatmaya çalışıyordu. Uzun boylu adam kaşlarını kaldırdı ve çok daha güzel bir hediyeden bahsetmeye başladı. Panterin bulunduğu kafesin önüne yaklaştıklarında alaylı bir gülümseme takıldılar önce. Daha sonra da bu gülümsemenin yerini küstahça bir kahkaha aldı. Uzun boylu adam serseri bir yürüyüşle kafese daha da yaklaştı ve ''Onlara neler olduğunu bilmek istiyor musun?'' diye sordu. ''Nasıl öldüklerini, ölümün insanlarına ne kadar yakıştığını duymak istiyor musun?''
   Panter kendini tutamadı sinirden ve art arda saldırılar düzenledi parmaklıklara. Kükremesi odadan dolup taşarken, sivri dişlerinin beyazlığı aydınlatıyordu karanlığı. Birkaç parmak kalınlığındaki kafesi dişleriyle parçalamaya çalışıyor, belki başarabilirim umuduyla patisini kafesten dışarı uzatıp kurtulmaya çalışıyordu. Can havliyle çırpınıyordu kafesin içinde, sanki başı kesilmiş bir horoz gibiydi. Yaptığı her hareket düşmanını eğlendiriyor, keyif veriyordu.
   Şişman adam önüne bir tabure aldı, kahverengi pantolonundan çıkardığı üzümleri yemeye başladı. Yavaş yavaş yerken her bir üzüm tanesini, panterin gözlerinin içine bakıyordu. ''Belki o güzel evinin bahçesine çıkıp, karınla beraber üzüm yediğin günler aklına gelmiştir. Belki de... Bana bunları karın vermiştir.'' dedi imalı imalı bakarken. Bir kahkaha patlattı ardından.
   Panter'in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Çelik gibi sinirleri yerini yastık söküklerinden fışkıran pamuklardan halliceydi. Simsiyah vücudu, yıllarca yağmur yağmayan tarlalara ilk damlanın düştüğü günleri hatırlatırcasına bir hal almıştı. Nefretle kalan son güçlerini daha da çok çırpınmaya ve tutsak kaldığı şu kafesi parçalayıp o şişkonun damarlarından oluk oluk kan içtiğini hayal etmeye adadı. Evet bunu yapmalıydı!
   Uzun boylu adam konuşmasına devam etti: ''Ölüm birden ülkenizin üstüne çöktüğünde, bizde ona boyun eğdik ve eğlencenin bir parçası olmaya karar verdik. Biliyor musun? Eğlence buldum mu, kaçırmam. Seni bekleyen ve bunun karşılığında da bir oda dolusu altını bizlere vermeyi göze alan birileri var. Ben paraya taparım ve eğer para ediyorsan değerlisindir işte. Bizler, bir savaşın en kutsal askerleriyiz. Sorgulamaz, fırsat kollarız ve anın bize kazandıracaklarının peşinden koşarız. Senin gibi birisi bize fazlasıyla kapıyı açacaktır. Bir de bu kapı, yeterince paraya, şana ve şöhrete açılıyorsa...Akşam yemeğimizin onur konuğu olmana şaşırmasan iyi olur.''
   ''Ben yalnız yemeyi severim.'' diye sözünü kesti şişman adam. ''Kimse benden bir ucubeyle yemeğimi paylaşmamı beklemesin. Üstelik işiyor lan, hem de her yere. Hayvanlardan nefret ederim. Keşke seni bir böceğe falan çevirmiş olsalardı. Üstüne basıp keyifle ezerdim. ''
   Konuşurken cebinden çıkardığı üzümleri yemeye de devam ediyordu.
   Uzun boylu  adam elleriyle dur işareti yaptı. ''Siz silikler, yapmaması gerekenleri yapanlar, damgalanan ve güçleri ellerinden alınanlar.  Ne yazık, biz eğlendik, karnımızı tıka basa doyurduk ve sen ziyafete geç kaldın. Tüm geçmişin elinden alınıp giderken sen bir şey yapamadın.'' Kurduğu art arda cümlelerin sonuna bir gülümsem ekledi. ''Ama hiç üzülme lan, daha hiçbir şey bitmedi. Senin için sakladığımız son birkaç şey var.''
   Cümlesini bitirdi ve şovunu bitiren bir tiyatrocu gibi gururla göğsünü havaya dikti. Sol tarafında bulunan mağara duvarına doğru ilerlemeye başladı.
   Panter orda fark edilmeden duran büyük bir örtü olduğunu anladı. Bir şeyleri gizler gibi bir hali vardı.
    Adam örtünün yanına geldiğinde, sağ kolunu havaya kaldırdı ve konuşmaya başladı: ''Şimdi beni dinleyin. Şovumuzun son perdesini açıyoruz, gösteri bitsin ve artık evlerimize dağılalım'' dedi ve demesiyle örtüyü kaldırması bir oldu. Örtünün altında elleri zincirlenmiş yaşlı bir adam duruyordu. Yeterince hırpalandığı vücudundaki morluklardan belliydi. Küçük kahverengi bir çuval kafasına geçirilmiş, çuvalın havayla kavuştuğu noktasındaysa damla damla kanlar mağaranın zeminine kavuşuyordu. Zincirin bir ucundan tutarak çeke çeke getirmeye başladı uzun boylu adam. Yaşlı adamı sertçe sürüklüyor, ''Hadi uyan Yaşlı Bunak, hadi!''  diye söyleniyordu. Panter'in önüne adamı getirdiğinde, ''Sana birini hatırlattı mı?'' dedi adamın saçlarından tutup başını yere çarptırarak. ''Tanıdın mı bu bunağı?'' Yerde yatan adamın sırtı Panter'e dönüktü ve çıplak sıska vücudu ona kimseyi hatırlatmamaktaydı.
   Şişman adam, yerde duran adama bir tekme fırlattı. ''Hep bunu yapmak istemiştim.'' dedi. Daha sonra da yere doğru eğilip yaşlı adamdan ayakkabılarına bulaşan tozu sildi. ''Gördün mü bak,yeni ayakkabıma ne yaptın. Sana bunu ödeteceğim Yaşlı Bunak. Ödeteceğim.'' Daha sonra kendini tutamadı ve tekrar tekrar vurmaya başladı adamın karnına. Gözü hiçbir şey görmüyor, taşıdığı nefreti tekmeleriyle dışa vuruyordu. Sanatını tekmeleriyle icra eden bir dansçı gibiydi. İğrenç olmanın yakıştığı kişilerdendi. Diğerleri, kolundan tutup araya girdiler.
   ''Tamam kardeşim,merak etme, ona güzel bir süpriz hazırladık.'' dedi kel olan adam. ''Biraz sonra birini daha ortadan kaldıracağız ve sonra diğerinden de kurtulacağız. Bunlar bizim son işlerimiz olacak.''
   Şişman olan adam, bu sözlerden sonra diğerlerine döndü ve olur işaretini aldı. Uzun boylu adam, masanın üzerinde duran kör kılıcı eline aldı.
   ''Onu bunla öldürdüğünü hayal et. Ne kadar çok sert bedenine saplarsan sapla ölümü yavaş ve acılı olacak. Ezberlerini bozacaksın, ölümün ona anlatılanlardan ne kadar farklı olduğunu göstereceksin, ona ölümü öğreteceksin. Öğrenmek zaman alır, acı verir, yorar. Sen ona ölümü öğretip tanrıcılık oynarken, bizde biralarımızı almış, kutlamak için seni bekliyor olacağız.'' Masadaki bira şişesini alıp içine biraz bira koyup havaya kaldırdı ve ''Şerefe'' dedi.Sonra da kör kılıcı şişman adama fırlattı.
   Adam, kılıcı yere düşmeden yakaladı ve Yaşlı Bunağı yüzü pantere dönecek şekilde yan yatırdı. Kafasına geçirdiği çuvalı çıkartıp attı. Bunları yaparken homurdanıyor ve sabırsız çocuklar gibi aceleyle davranıyordu. Yaşlı adamın yüzü pantere döndüğünde, panter onu tanıdığını fark etti.
   ''Üstadım'' dedi içinden, başını yere doğru eğdi saygıyla. Gözlerini gözlerine değdiremedi, ne kadar pişmanlık taşıdığını fark etti. Şişman adam, kılıcı bunağın boynuna dayayıp havaya doğru kaldırmaya başladığında, Yaşlı Bunak gözlerini açtı. Önden zincirli olan ellerini gösterdi kaşlarıyla Panter'e. Orta ve işaret parmaklarını birbirine sardı ve bir şeyler fısıldadı içinden. Sesi o kadar kısık ve güçsüzdü ki, söyledikleri tam olarak anlaşılamıyordu. Ölümü bekleyen bir huzurla gülümsedi Panter'e Yaşlı Bunak. ''Hoşça kal!'' dedi.
   Şişman adam, kılıcı sertçe indirdi boynuna. Kılıç boynunu kesmedi ama bıraktığı izlerden ve Yaşlı Bunağın bağırışlarından ne kadar acı verdiği görülebilirdi. ''Bu bir'' dedi kel adam, ilk kılıç darbesinden sonra. Kılıcın her bir kalkıp inişini sayacak gibi görünüyordu. ''Bu iki,bu üç..''
   Panter kendini durduramıyor ve sevdiklerine zarar verecek herkesin yaptığını yapıyor, onu kurtarmak için elinden geleni deniyordu. Başını kafese vuruyor ve ufacık bir aralıktan dişeriyle kafesi ısırmaya çalışıyordu. Öyle güçlüydü ki, kafes sallanıyor, birkaç santim olduğu yerden oynuyor ama hiçbir şekilde tek bir hasar bile almıyordu. Kılıç sesleri, hırıltılarla ve rakamlarla karışıyor, kaostan doğan gürültü baş ağrıtıyordu. ''Dört,beş'' diye rakamlar birbirini takip ederken, ''On beş'' de boynundan kanlar fışkıran yaşlı adam,''yirmi dört'' de ise başı ve gövdesi birbirinden ayrı halde yerde uzanıyordu.    
   ''Gördün mü bak, o da artık üzümlerim gibi.'' dedi şişko adam Panter'e. Aynı iğrenç gülümsemeyi yüzünde takındı. Yaşlı Bunak, başı ve gövdesi birbirinden ayrıldığında milletinin karakteristik bir özelliğini sergilemiş , gerçekten ölmüş ve gökyüzüne ruhunu özgür bırakmıştı.
   ''Baş ve gövde birbirinden ayrılır, akıl ve cesaret tutunamayınca birbirine, sizin gibilere hep aynı şey olur. Uçar gider ruh, başka bir yerlere. Onu taşımayı hak edenlere'' dedi uzun boylu adam.
   Yaşlı Bunağın ölümüyle Panter vücudunda bazı farklılıklar hissetmeye başladı.   Bir şey ona yaklaşıyor, hissediyor ama göremiyordu. Aslanlar tarafından avlanacağını fark eden ceylanlara benzetti kendini. Az önceki cesaretinin yerini korku aldı. Kafesine sinip, sağına ve soluna bakıyor, pençe darbelerini boşluğa sallıyordu. Görünmez bir düşmanla savaşıyor gibiydi.
   Bunu gören uzun boylu adam ''Ne yapıyor lan bu!'' diye söyledi arkadaşlarına.''Üzüntüden kafayı mı üşüttü yoksa?''
   Kafese doğru yaklaştı ve ''Sakin olsana lan!'' diye bağırdı Panter'e. Şişman adamdan kılıcı tekrar göndermesini istedi. Kör kılıcı eline aldığında, kılıcın kısa sürede geçirdiği değişim görülebiliyordu. Daha kanlı, daha kirli ve daha görmüş geçirmiş bir hali vardı. Kılıcı kafesten içeri sokup Panter'e doğru dayadı.
   Patileriyle kılıca vurmaya başladı Panter.
   Adam kılıcı Panter'in gövdesine dayadı ve yerde olan ölü adamı göstererek: ''Sakin ol, yoksa sonun şu bunağınkinden farklı olmaz'' diyerek bağırdı yüzüne.
   Bu arada , Panter'in görünmez düşmanı ansızın vücudundan içeriye girmeyi başardı. Gözleri siyaha döndü birden, vücudu kendini yere bıraktı ve cansız şekilde kala kaldı. Uzun boylu adam ne olduğunu anlayamadığı bir şaşkınlıkla, bir kılıcına bir pantere bakıyordu. Kekeliyor, ne yaptığını anlayamıyordu.
   Şişman adam, ''Ne yaptın lan sen'' diye bağırdı uzun olan adama. Yanına doğru koştu, onu tuttuğu gibi duvara dayadı, yumruk atmaya başladı. ''Ne yaptın lan sen, öldürdün mü onu? Söylesene lan öldürdün mü? Bize neye mal olduğunun farkında mısın? Kellemiz koltukta lan şu anda. Nasıl açıklayacağız biz bu durumu? Canlı getireceğimizi söylemiştik'' diye bağırıyordu.
   Uzun boylu adam,yapmadığını anlatmaya çalışıyor ve hala kekeliyordu.Bu kavgaya arkalarından koşarak gelen kel adamda dahil oldu.Bu üçlü, bağırış çağırışları arasında birbirleriyle yumruk yumruğa kavgaya tutuştular.
   Bu sırada ilginç bir şey oldu ve baygın halde yerde yatan Panter, birden gözlerini açtı. Gözleri hala simsiyahtı ve bakıldığında gözlerinin olup olmadığı bile belli olmuyordu. Birden vücudunda dolaşan şeylerin onu ele geçirdiğini hissetti. Kafasında bin bir türlü şey geziyor, onu kontrol eden güçlere öfkesi de hizmet ediyordu. Ansızın, vücudu büyümeye başladı. Saniyeler içinde olduğundan daha da farklılaştı, dişleri ve tırnakları uzadı, sivrileşti. Ayakları gelişti ve yere bir insan gibi basmaya başladı. Kafesine dar geldiği anda kafesini kırıp parçaladı. Artık bir insanın iki katı bir büyüklükteydi. Parmakları daha belirgindi, nesneleri kavrayabilirdi, bazı dişleri otuz santime kadar ulaşmıştı ve bir insan gibi iki ayağı üzerinde ayakta duruyordu.
   Şişman adam, uzun boylu adamı boynundan duvara dayamış hesap sormaya devam ederken, Pantere olanları gören uzun boylu adam, ''Şuna bakın, yürüyor, ayakta'' gibi kelimeler çıkarttı ağzından.
   Şişman adam neler olduğunu anlamak için sorular soruyor ama her teşebbüsü cevapsız kalıyordu. Uzun boylu adam, gözleriyle panteri gösterdi.Kel adam ve şişman adam aynı anda arkalarını döndürdüler. Şişman adam şaşkınlıdan yakasını adamın ellerinden çekti. İkisinin de ağzı açık kalmıştı. Herkesin birbirinden daha da şaşkın olduğu bir ortamda, olanları ilk kavrayan, Panter, kendisini izleyen üç çift göze doğru başını çevirdi. Dişleri karanlıkta parlıyor, hırıltısı korku saçıyordu. Birden üçüne doğru koşmaya başladı. Kel adam, kimseye fark ettirmeden çoktan mağaranın çıkışına ulaşmıştı bile. Kör kılıç uzun olan adamda, şişman adamda ise sadece bir bıçak vardı. O anda can havliyle oradan uzaklaşmaya çalıştılar. Canlarından başka düşünecek bir şeyleri kalmamıştı. Panterin ilk kurbanı uzun olan adam oldu. Sırtına geçirdiği bir pençe darbesiyle avını yere indirdi Panter. Daha sonra önce kılıç tutan koluna geçirdi dişlerini. Ekmeği ikiye ayırırmış gibi ayırdı gövdesinden kolunu. Sonra da tek bir hamlede yuttu onu. Yerde tek kolu olmayan cansız bedene bakıyor ve acıyordu bu haline. Elleriyle cansız bedeni havaya kaldırdı ve parçalara ayırarak  iştahla yedi. Yerde duran kör kılıcı eline aldı ve diğerlerini aramaya koyuldu.
   Şişman adamı yakaladığında henüz mağaranın çıkışındaydı. Panter onun üzerine atladı ve üstüne çıktı. ''Az önce karımdan mı bahsediyordu?'' diye sordu Panter önce. Şişman adam yalvarıyordu, Panterse duymamazlıktan geliyordu ağzından çıkan sözleri. Önce elleriyle bir sus işareti yaptı, gücünü topladı ve kör kılıcı tek bir hamlede şişman adamın kafasının bir tarafından sokup öbür tarafından çıkardı. Kanlar fışkırdı bir anda üzerine. Her tarafı fena halde batmıştı. Defalarca kılıcı sokup çıkartıyor ve bunu  yaparken sayıyordu. ''Bir, iki, üç, dört, yirmi dört.'' Yirmi dört dostumuz içinde son duraktı. Küçük parçalar halinde ufalanmış haldeydi kafası. Ufalanan sadece kafası değildi tabii ki de, kılıçta birden çok parçaya ayrılmıştı artık. Gövdesini yerden kaldırıp kör kılıcı karnından geçirerek  mağaranın duvarına astı şişman adamı. Kafasından arta kalanlar yerde duruyor,bedeni ise mağaranın girişinde yerçekimine meydan okuyordu. Ceplerini yokladı ve bulduğu üzümleri avuçlarının içerisine aldı, oradan derhal uzaklaştı. Üçüncü adamında sonu diğerlerinden farksız olmadı. Ölüsünü bir daha gören dahi olmadı. Panter'in midesindeydi ve artık bu dünyadan çok uzaklarda bir ruha sahipti.
   Saatler sonra Panter, yakınlarda bulduğu bir nehrin kıyısında, gri bir kaya parçasının üzerinde bağdaş kurarak oturuyor ve suyun akışını izliyordu. Etrafı yemyeşildi, büyük ağaçlar gökteki manzarasını kapatıyordu. Ona engel olan ağaçları kökleriyle birlikte söküp nehre fırlattı. Engelleri aştıktan sonra ise tekrar manzarasını izlemeye devam etti. Bu güzel gecenin altında balıklar ahenkle dans ediyorlardı. Bir güzellik, diğerine kapılar açtı ve beklediği şey olmaya başladı. Vücudundaki şey tekrar harekete geçti. Gözleri tekrar kapandı, elleri gevşedi ve avuçlarındaki üzüm taneleri teker teker yere düştüler. Mavi bir ışık saçıldı etrafında, kollarını yana açtı ve kendini boşluğa sarılırken buldu. Kontrolünü kaybetti ve yere düştü. Nehrin kıyısına kadar yuvarlanmaya devam etti. Vücudu değişti ve bu değişim bazı garip olaylara gebeydi. Bilinci kapalı da olsa, yediği insanları yavaş yavaş kusmaya başladı. Tam olarak sindirilmemiş organlar, kollar, bacaklar, insan kılları...Birkaç saat önce yaptığı tüm bu vahşet ağzından dışarı çıkıyor ve nehre karışıyordu. Güneş ayı, ay güneşi takip etti. Günlerce Panter kusmaya devam etti çaresizce.Ta ki artık ne bir hayvan nede bir yaratık olana dek. Değişim tamamlanıp kendisi olduğunda, gözlerini yavaşça açtı. Gözüne ilk başta sudan başka hiçbir şey çarpmamıştı. Bir de anlam veremediği bir koku sezdi etrafında. Vücudunun yarısı ıslaktı, o kadar yuvarlanmıştı ki suyun içine kadar girmişti vücudunun bir kısmı. Ayakları üzerinde kalkmaya çalıştı, o kadar yorgun hissediyordu ki vücudunu, sanki günlerce tapınaklarının yapımında taş taşımış kölelere benzetmişti kendisini. Ağzındaki tarifsiz ağrı, günlerce kusmanın verdiği istemsiz açlıkla karışıyordu. Dizlerinden güç alıp ayağa kalkmaya çalışırken, nehre sureti düştü. İşte o an yaşadığı mutluluk, onu aldı ve farklı diyarlara götürdü . Öyle bir gülümsedi ki yaşadıklarına inat. Olanlara kendi de şaşırıyor, o şaşkınlıkla bir anda nasıl ayağa kalktığına dahi bir anlam veremiyordu. Dizlerine kadar suya girdi. Kendi etrafında dönüyor, ellerini suda gezdiriyordu. Çırılçıplak bedenini suyun içerisinde görmekten keyif alıyordu. O yaşlı sıska vücudu tekrar geri gelmişti artık. Ortası kel olan saçlarındaki yer yer beyazlıklar, onun yaşını hatırlamasına yardımcı oluyordu. Dönerken etrafında, gözlerini gökyüzüne dikti ve ''Şükürler olsun.'' diye bağırdı, ''Şükürler olsun.''
   Mutluluğunu karın açlığı bastırdığında, gecenin bilinmez bu saatinde, karnını doyurması ve üstüne birkaç parça giyecek bir şeyler bulması gerektiğini anladı. Nehirden çıktı, ve düşmeden önce oturduğu kayaya doğru ilerledi. Kayanın yanına geldiğinde,  üzümlerini bıraktığı gibi buldu. Her biri dağılmıştı bir köşeye. Etrafında gezinen karıncaları ve çürümeye başlamış hallerini saymazsak eğer gayet iyi durumdalardı. Etraftaki palmiye ağaçları gözüne iliştiğinde, aklına da bir fikir ilişti. Küçük bir palmiye ağacının dalını, kalan tüm gücüyle, gövdesinden koparttı. Üzerindeki yaprakları özenle temizledi. Yerdeki üzümlerinin yanına geldi ve hepsini dikkatlice topladı. Yavaş yavaş üzümlerini içerisinden geçirdi özenle seçtiği bir yaprağın, birkaç düğümle birleştirdi uçlarını. Her şey tamam görünüyordu, eklediğinden de güzel olmuştu. Çürümüş üzümlerden kendine güzel bir kolye yapmıştı. Bunu neden yaptığıysa meçhuldü. Aklında mutlaka bir şeyler olmalıydı.
   Buradaki işi artık bittiğinde mağaraya doğru ilerlemeye koyuldu. Mağaranın kapısına geldiğinde, girişe astığı şişko adamın kıyafetleri gözüne ilişti. Özenle üstündekileri çıkardı. Beyaz gömleği kanlar içinde kalmış ama kahverengi pantolonu ise gömleğine göre daha iyi durumda onu bekliyordu. Ölü adamın pantolonunu çıkardığında, gözüne ilişen ilk şey pantolonun yeterince ona bol geleceğiydi. Bunu umursamadı,bundan daha iyisini şuanda bulamazdı. Pantolonu giydiğinde, tahmin ettiğinden de bol geldiğini gördü. İki eliyle pantolonunu tutarken, mağaranın içine girmeye karar verdi. Çıplak ayaklarıyla, kaygan zeminde düşmemek için dans ederken, mağaranın derinlerine, başladığı noktaya geri geldi. Bu mağara, onu uzun süre koruyamazdı,elbet peşine düşecekler,onun için tekrar geri geleceklerdi. ''Derhal uzaklaşmam lazım'' diye düşündü. Duvardaki meşaleler gözüne ilişince, lazım olacağını düşünerek bir tanesini çıkarmaya karar verdi. Meşaleyi gövdesinden tuttu ve kayanın içerisinden çekip kolayca çıkardı. Gözleriyle etrafı kolaçan etti. Gözlerine, onu mağarada tutacak hiçbir kayda değer ayrıntı çarpmayınca artık buradan çıkmak için harekete koyuldu.
   Ağır adımlarla mağaradan çıkarken,pantolonunun ceplerinin kontrol etme ihtiyacı hissetti. Sol elini pantolonunun cebine  soktuğunda, aynı zamanda sağ eliyle hem pantolonunu hem de meşaleyi tutuyordu. Meşalenin alevi kolunu hafifçe yaktığında aceleyle yokladı ceplerini. Önemsiz olacağını düşündüğü bir kağıt parçası çarptı eline. Katlanmış halde bulunan beyaz kağıdı önce inceledi göz ucuyla, daha sonra da hiç zaman kaybetmeden açmaya koyuldu. Bir kısmı böcekler tarafından yenilmiş bir kağıt parçasıydı elindeki, bir haydut'un cebinden önemli ne çıkabilirdi ki. Kağıdı tamamen açtığında üstünde bir beyit'in yazılı olduğunu fark etti. Okudu , okudu, tekrar tekrar okudu kağıtta yazanları. Artık ülkesine, ailesine, arkadaşlarına neler olduğunu anlamıştı. Tutmadı elleri bu acıyla ve düştü beyaz kağıt. Süzüle süzüle çakıldı yere, hem de bir su birikintisinin üstüne. Ağzı sözcüklere mühürlenmiş, kalakalmıştı. Eridi kağıt suyun içinde. Önce yazılar anlaşılmaz hal aldı, sonra kağıt yerini hamur kıvamına bıraktı. Sonra şu sözcükler döküldü ağzından:


''Ne ölü, ne diri
Kalmadı onlardan geri!''

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Güzel Atlar Diyarı
« Yanıtla #1 : 23 Nisan 2015, 23:55:40 »
Merhaba gördüğüm kadarıyla yazma konusunda çok deneyimin yok. Sana verebileceğim tavsiyem benim de düştüğüm bir hatayı yapıp, deneyimin olmadan uzun bir hikaye yazmaya çalışma. Kısa hikayelerle başla. Direkt uzun bir hikayeyle başlamak ilerleyen aşamada seni yorabilir.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı santathebad

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Güzel Atlar Diyarı
« Yanıtla #2 : 24 Nisan 2015, 00:01:38 »
Aslında ben yazma konusunda deneyimliyim ama bugüne kadr hep şiir yazmıştım.Bu tarzdaki ilk denemem bu yüzden de bu türde fazlasıyla acamiyim