Kızıl saçlarda koşuyorum ne güzel. Uzaktan bir sesleniş var sanki tanıdık... Saçlar güzel kokuyor. Ama sadece kokuyorlar. Bir arabadayım, beriye bakıyorum. Ve arkada bir kilise korosu. Ağlamak geliyor içimden ama ağlayamıyorum, ben yokum bu diyarda.
Sabah-7,15- Sınıfa Varış
Birkaç aylık arayla tekrar aynı işkence. Ama ne fark eder sonuçta bir işkenceyi yaşıyoruz. Sözlerimiz vardı hiç söyleyemeyeceğimiz, göremeyeceğimiz. Buruşuk yataktan kalkıp hafiften silkiniyorum. Geride bıraktığım yatak adeta beni çağırıyor biraz daha uyu diye. Bakmamam lazım yoksa uyurum. Üstüme bir hırka geçirip banyoya gidiyorum aklım kimbilir nerede. Kil sabunu ve aknilox dan sonra yüzümü yıkayorum. Sivilcelerimi geçiren bu iki mucize. Herşeyi siktiredip de onları neden önemsiyorum hiçbir fikrim yok. Aynada bana bakıyorlar. Olmak istediklerim ve olamadıklarım, yanlış tepkilerim, ve dayak yiyişlerim, ağlamalarım düşünmekten, ve uzun saçlarım. Evet, saçlarımı kestirmemiştim ve kim bilir kaç tane gerizekalı hoca buna kızacaktı. Daha okula gitmeden bıkmıştım. Kahvaltı faslında nesquik ve zeytin. Uyandığımda herşeyin tadı bir farklı gelir zaten. Evet yemek de bitti. Üstüme üniformamı da giyip gideyim artık. Üzerimdeki giyilmekten yıpranmış tişörte bakıyorum. Çıkarmak çok zor, bir de yeni bir tişört mü giyeyim? Gömleği geçir üzerine gitsin işte. Pantolonu da giydik mi tamam. Hazırız. Odadan çıkmadan önce geçen seneden beri kullanmadığım parfümü görüyorum. İzmire gittiğimde burada bırakmıştım sanırım. Hala içinde mavi sıvısıyla bana bakıyor. Kötü kokmak istemem belki yeni öğrencilerden güzel kızlar vardır düşüncesiyle bir iki fıs fıs sıkıyorum. Ve o koku.
Geçen sene yaşadığım herşey bir anda aklıma geliyor. Sanki ölüyorum ve film şeridi bir sene geçiyor karşıma. er iğrenç gün her anlamsız insan her aşağılanma ve her arzu. Pişmanlıklarım ve övündüklerim. Sonra karşımda ben varım. Bir bakış var, bakışda öfke var ve öfke hiç de sakin değil. Suratıma inen bir yumruk beni bayıltıyor.
Uyandığımda geç kalmışım haliyle okula. Bir anda gerçekliğe dönüp acele etmem aklıma geliyor. Nerden gelir bu acelecilik içgüdüsü. Bu korku. Eskiden mağaralarda yaşarken bir hayvanın bize saldırmadan önce hissettiğimiz korkunun buraya gelmesi herhalde neandertel insanlarını üzüyordur. Konudan sapmadan evden çıkıyorum. Ayakkabıları giymek hayli zor şu ayakkabı giyeceklerini yapan adam harbiden helal olsun. Asansör hep 5. katta ve dünyanın en yavaş asansörü beklerken küfredip salak salak etrafına bakarsın burada olsan. Ve geldi. Ağır kapıyı açarken çantam yere düşüyor ve yine küfürler eşliğinde asansördeyim. Ne bu stres bu şiddet dostum diyorum kendime aynaya bakarken. Bunlardan hangisi benim bana bakan mı yoksa benim baktığım mı? 2 kat aşağı inerken tosba asansörle aklıma bir sürü fikir gelir hep ve hepsi aynalarla ilgilidir. Asansörden felsefi düşüncelerle çıkışım ve bu konularda düşünmem ile kendimi otobüste buluyurum. "Dıt!" bukart'da hiç kuruş kalmamış. Şimdi başkalarından istemeliyim. Başklarına muhtaç olmak beni kahreder ama en çok düştüğüm durumdur bu muhtaçlık. Bir kaç denemeden sonra doğru insanı bulup iki lirayla otobüste varlığımı sürdürüyorum. Boş bulduğum bir cam kenarı ve camdaki adama çarpan kafam. Tak tak acı değil sadece huzur veren ve beni mutlu eden bu ses. Bunun nedenini sonra anlatacağım. Adam bana bakıyor bana benziyor. Yanıma oturmuş ama koltuğu otobüsün dışında. Ve aynı öfke aynı yumruk.
Ufak bir sızma ile otobüsten inerken hala var olmak ve olmamak arasında kalmışken terminaldeyim. Servisi uyuduğum için kaçırmıştım ama hangi servise bineceğimi de zaten bilmiyordum yani kaçırdığım şeyi mutlaka kaçıracaktım bu kaçınılmaz bir aceleydi. " Orhangazi! Yalova!" o tombik adam gene aynı yerde bağırıyordu. Ücret üç buçuk liraydı ama neyseki üstümdeki gömlek kravattan yırtmıştım bir lira kardayım. Nerede ineceğimi iblmiyorum. Bu yolu ne kadar çok gitmiş olsam da nerede ineceğimi bilmiyorum. Herseferinde birbirine benzeyen duraklar ve aynı yol devam ediyor ufak aralarla sanki rüyamın bitişi gibi. Ama kaptana söylemiştim beni orhangazi terminalinde bırak diye. Ve evet o tombik adam beni yerinde bıraktı.
Minibüsden inerken aklımda kızlar var. Bir de geçen seneden kalma sevmediğim ama bağlandığım arkadaşlarım. Hiçbiri benim hakkımdaki saçmalıkları bilmiyor ve umurlarında da değil zaten. Onlar köpeğe benzer ufak bir okşama ve arkadaşlık o okşama ise bursaspor maçlarıdır. Derken minübüse binmişim. Tek başımayım. Ve o anda farkediyorumki ben bu işkenceyi bu mahpushaneyi özlemişim. Bu salak kasabayı da özlemişim. Neden? Bilmiyorum ama özlem var bu işin içinde geleceğin özlemi sanki." okul!" şoförün durak bağırmasıyla somut dünyaya dönüyorum içseslerimden aniden. Hızlıca iniyorum minübüsten. Ve karşımda "okul" var. Ufak bir yokuş, mavi salak kapısına vardık. Kravatımı bağlayarak bahçeye doğru giderken sıra olmuş öğrenciler gardiyan suratlı öğretmenlar ve bakışları bana çevriliyor. Belliki müdür yardımcısının konuşmasını bölmüş oluyorum şu an. "Hadi acele et!" sanki ben başka bir şey yapıyorum. O acelelik ruh halinden kalkamadımki bir türlü. Eski arkadaşları bulup yanlarına gidiyorum. Kızlar ve erkekler sırayla selamlaşmalar ve istiklal marşı. Herbirimiz bambaşka şeyler düşünürken söylenen bir marşın ne kadar anlamı olabilir ki? Gözüm dokuzuncu sınıflara çevriliyor. Güzel kızlar var mı acaba(!) tabii ki yok kimi kandırıyorsun. Sen bahtsız bir gençsin Umutcuğum. Of ne ergenim aklım fikrim hep karşı cinste diyorum bazen ama şu gerçek aklıma geliyor ben erkeğim. Ve işim gücüm yok.
Sırayla isimler okunuyor ve sınıflar belirleniyor. En son sınıfa kalıyorum. 10-F ne saçma bir şube "F". Sınıfta geçen seneden hiç muhabbetim olmayan elemanlar var. Önde bir kız oturuyor. İki perçemli saçı ve arkadan kısa bir örgü. Turuncu saç boyası. Görebildiğim bu kadar ama hoş geliyor gözüme bir iki saniye de olsa.