Kayıt Ol

İki Köle

Çevrimdışı Mu

  • *
  • 26
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
İki Köle
« : 19 Ekim 2011, 00:30:32 »
“ Bonanzalarımı getirin! “ Reisin emri salonda yankılanıyordu. “ Yavrularımı çok özledim. “

Dev salonun girişini neredeyse boydan boya kaplayan dev kapılar gürültüyle açıldı. Akşamın yaklaşmasıyla beraber yakılan meşalelerin ışığı kapıların açılmasıyla salona vurdu. İki yana dizilen muhafızlar sert hareketlerle yolu açarken, tüm bu manzarayla tezat oluşturan kısa boylu, ufak tefek bir adam, elinde kocaman bir saksıyla içeri girdi. Yanında ellerini önünde kavuşturmuş genç bir adam yürüyordu.

“ Ah, işte buradasınız küçük sevgililerim. “ Reis kollarını sanki eski bir dostu karşılıyormuş gibi iki yana açmış, saksıdaki sarı çiçeklere sevgiyle bakıyordu.

“ Bahçıvan! “

“ Buyurun efendimiz, “ ufak tefek adamın yüzü kucağındaki dev saksıdan ötürü gözükmüyordu.

“ Bonanzalarımdan birinin boynu bükülmüş, “

“ Bağışlayın efendimiz. Onlara özenle bakıyorum, sularını asla ihmal etmiyorum. Lakin… “

“ Lakin ne bahçıvan? Çiçeklerimden birine bir şey olursa, bil ki kellen gider. “

Reisin savurduğu tehdit ile yaşlı bahçıvanın beti benzi attı. Elinde tuttuğu saksının arkasından titrek bir sesle konuştu, “ Efendim, bonanzalarınız bu yörenin toprağında yaşayamıyor. “ Elindeki saksıyı göstererek, “ Kuzey Dağları’ndan bitkiniz için biraz toprak getirmemiz
gerek. “

Reis bahçıvanın sözlerini sanki bu bir ölüm kalım meselesiymiş gibi pür dikkat dinlemişti.
“ Bunu neden daha önce söylemedin? “ Bahçıvanın yanındaki genç adamı işaret edip, “ Sana ne diye çırak verdik be adam? Bu genç adamı derhal Kuzey Dağları’na toprak almak için yolla. “

İlk defa reis tarafından fark edilmiş olmanın verdiği heyecanla bahçıvanın yanında duran çırağın eli ayağı birbirine dolaştı. Neyse ki bahçıvan bu konularda tecrübeliydi, genç çırağını kurtarıp onun yerine söze girdi.    

“ Derhal efendim. Hemen yola çıkacak. “

Reis tatmin olmuş gibiydi, rahatça arkasına yaslandı. Salonun karanlık bir köşesinde gözlerden kaybolmuş olan köleye seslendi.

“ Yamaç’a vaktin geldiğini söyle. İkiniz bir an önce görevinizin başına geçin. “

Reisin huzurunda el pençe divan duran köle başıyla hafif bir referans yapıp kapıya doğru yöneldi. Tam kapıdan çıkmak üzereydi ki, reisin gür sesi yeniden duyuldu.

“ Köle, adın Gül’dü değil mi? “

Siyah saçlı zayıf kadın mahçup olmuş gibi başını öne eğip “ Evet, “ dedi. Reisle konuşurken başını öne eğmesini sıkı sıkıya tembihlemişlerdi. “ Özellikle de senin gibi çirkin kadınlar başını eğmeli, “ demişti başyaver. “ Efendimizin göz zevkini bozayım deme. “    

Şimdi de, tıpkı ona söylendiği gibi reisin önünde ellerini kavuşturmuş, usulca emirlerini bekliyordu. Batmakta olan Güneş’in son kızıl ışıkları salonun iki tarafındaki dev pencerelerden pırıl pırıl cilalı ahşap parkelere vuruyor, siyah saçlarının saklayamadığı yamuk burnunu ve lekeli yüzünü meydana çıkarıyordu.

“ Bugün sevgili Köz’üme bir yerine iki sığır verin. Aylardır hiç yaramazlık yapmadı. Bir ödülü hak etti. “

“ Elbette efendim. “ İyice eğilip reisi son defa selamladı. İki büklüm bir şekilde, yavaş adımlarla dışarı açılan dev kapılara yöneldi. Birkaç koridor ve bir düzine muhafızın yanından geçtikten sonra nihayet yalnız kalabilmişti.
 
“ Bir yerine iki sığır verinmiş! Hah! “ Bir yandan kendi kendine söyleniyor, bir yandan da hızlı adımlara müstakbel kocası Yamaç ile kendisine verilen küçük klübeye doğru ilerliyordu. “ Bizim açlıktan ağzımız kokuyor, o lanet ejderha ise göbek büyütüyor. “

Yanından geçmekte olan muhafızı görünce sözlerini yarıda kesti. Kölelerin kendi kendine söylenmesi yasaktı. Başını öne eğip hızla yoluna devam etti. Kadın bir kölenin, bir erkeğe izinsiz bakması bile büyük suçtu.

“ Köle olarak doğmak benim suçum mu? Reisin ejderha evcilleştirme hevesinden de, tüm bu büyü işlerinden de bıktım usandım. Burama geldi artık. Ah ben bir soylu olacaktım ki… “

Son bir köşeyi daha dönüp, saray bahçesinin uzak köşesindeki kırık dökük klübeye ulaştı. Kapı açıktı. Yamaç her zamanki gibi büyü kitaplarını karıştırıyordu. Müstakbel eşi yine saçma büyü deneylerinden birini yapıyor olmalıydı.

“ Yamaç! Hadi gidiyoruz; Köz’ün beslenme vakti geldi. “

“ Tamam canım geldim. Bitti sayılır. “ Kısa boylu kel bir adam olan Yamaç, tıpkı Gül gibi reisin kölelerinden birisiydi. Yıllar önce Gül ile kendisine reisin ejderhası Köz’ü besleyip, kontrol altında tutma görevi verilmiş, o günden beridir aynı işi yapar olmuşlardı.

Bir ejderhayı evcilleştirmek imkansızdı elbette. Köz’ü kontrol altında tutmak için büyü kullanılıyordu. Kraliyet büyücüsü çok meşgul bir adam olduğu için bu işlere yatkın olduklarını gösteren Gül ile Yamaç’a gerekli olan tüm bilgileri öğretmiş, sonra da çekip gitmişti. Reisin şahsi hobileri yüzünden tüm hayatını her gün tekrarlanması gereken bir büyüye harcayacak değildi. Köleler ne güne duruyordu?

Gül ile Yamaç ejderhayı uysallaştırmak için gerekli olan tüm büyü ritüellerini öğrenmiş, şimdiye dek reisin evcil hayvanı Köz’ü başarıyla kontrol altında tutmuşlardı. Her gün Köz’e verdikleri büyülü bir iksir ile onu bir çeşit hipnoz altına sokuyor, zavallı hayvanın zihnini uyuşturuyorlardı. Dev ejderha yıllardır bir tür büyülü uyku altındaydı. Yakalandığı günden beri, her gün özenle uygulanan büyü uygulamaları ile ona ayrılan dev salonda boş gözlerle etrafa bakıyordu.

Ejderhalar çok zeki ve tehlikeli yaratıklardı. İnsanlarla konuşabilirlerdi. Zaman zaman reis evcil hayvanı ile konuşmak istese de, ejherhanın üzerindeki büyüyü bu denli zayıflatmanın riskini almaya bir türlü cesaret edememişti.

“ Yine ne yapıyorsun Yamaç? “

“ Şu kraliyet büyücüsünü hatırladın mı? Hani bize büyüyü öğreten? “

“ Ne olmuş ona? “

“ Eh, “ dedi Yamaç suratında kocaman bir sırıtışla. “ Kitaplarından birisini unutmuş. “

“ Nereden buldun onu? “ dedi Gül, Yamaç’ın elindeki eski, kalın kitabı göstererek.

“  Bugün sarayın kullanılmayan tarafındaki odaları temizlemek için gönderildim. “

“ Dur tahmin edeyim. “ Gül’ün sesinde heyecandan eser yoktu. “ Büyücünün eski odasında kitabı buldun, tıpkı bundan önce sayısız kitabı bulduğun gibi. Sonra da doğruca buraya gelip gizlice okumaya başladın. Şimdi de bir büyü üzerinde çalışıyorsun. “

“ Bu harika bir şey olacak Gül! “

Gül derin bir iç geçirdi. “ Bize öğrettikleri sadece temel büyüydü. Ejderhaları uyutmaya yetecek kadar; hepsi bu. Bunca yıldır bu kaçıncı büyü girişimin Yamaç? Olmuyor, büyüyü anlayamıyoruz.  “ Sesinde hüzün vardı. “ Artık umut etmekten usandım. Bu lanet saraydan bir kaçış yok. “

“ Ama bu kitap farklı. İnanmayacaksın ama anlıyorum! Yazanları anlıyorum! “

Yamaç’ın sesindeki heyecan Gül’ü hepten öfkelendirdi. “ Bırak artık şu deneylerini aptal adam! Bugüne dek bir kez bile başarılı olamadık. Kaç tarif, kaç ritüel geçti elimizde. Şu eski kitap mı bizi özgürlüğümüze götürecek? “ Bir hışımla dışarı çıkıp, kapıyı sertçe arkasından çarptı.

Yamaç karmaşık duygular içerisindeydi. Gül’ü anlıyordu. Bunca sene beraber katlanmışlardı bu köle hayatına. Ama yine de, onun çoktan pes ettiğini görmek ona ağır gelmişti. Gerçekten de kaçış yok muydu bu saraydan?

“ Hayır Gül, “ dedi kendi kendine, ellerini eski kitabın üstüne kapatarak. “ Göreceksin. Bu sefer başaracağız. “

Köz’ü beslemek için Gül’ün arkasından seğirtirken, planını tekrar tekrar gözden geçiriyordu.  

Günler birbirini kovaladı, Güneş ile Ay gökyüzündeki dansına uzun bir süre devam etti. Zaman ilerledikçe zaten içine kapanık olan Gül artık hiç gülümsemez olmuştu. Saraydaki sefil yaşamını kabullenmiş gibiydi. Tek yaptığı her gün Köz’ü besleyip, ejderhanın üzerindeki büyüyü yenilemekten ibaretti. Artık söylenmeyi bile bırakmıştı.

Yamaç ise Gül’ün tam tersine, zaman geçtikçe daha da keyifleniyor gibiydi. Büyücünün odasında bulduğu eski kitabı dikkatlice incelemiş, saraydan kaçmak için nihai planını uygulamaya koymuştu. Gül çoktan umudunu yitirmiş olmasına rağmen o, yeni planının getirdiği şevk ile umut doluydu.  

Her şey kitaptan öğrendiği yeni büyünün işe yarayıp yaramayacağına bağlıydı. Tarifi dikkatlice okumuş, en ince ayrıntısına kadar özenle taramıştı. Defalarca üzerinden geçmişti; bu sefer başarısız olmayacağına emindi. Her şey yolunda giderse, kişiyi istediği yere yollayan bir tür iksir elde edeceklerdi.

“ Bir tutam balsam otu, biraz boynuz tozu, “ Ateşin üzerinde fokurdayan yeşil sıvıyı bir annenin çocuğuna duyduğu şevkatle karıştırıyor, gerekli malzemeleri yavaşça içine boşaltıyordu.

“ Birazcık gıcı, bir avuç fındık tomurcuğu… “

Saat neredeyse gece yarısını vurmuştu. Yamaç harap klübede, ocağın başında büyülü iksiri hazırlamakla uğraşıyordu.

“ Hıh, yeni bir hayal kırıklığı daha. “ Gül uzak bir köşede durmuş soğuk gözlerle Yamaç’ın kaynayan sıvıyı karıştırmasını izliyordu. Her ne kadar ilgisiz gözükmeye çalışsa da, bir gözü ondaydı.

“ Bu sefer olacak Gül. Her şey yolunda. Rengine bir bak. Tıpkı kitapta yazdığı gibi, zümrüt yeşili. “

“ Evet ama daha bitmedi. Değil mi? “

“ Son bir malzeme kaldı. “

“ Neymiş o? “

“ Bilmiyorum. “ Yamaç’ın cevabı klübede soğuk bir rüzgar estirdi. Gül sinirlenmemek için kendini zor tutuyordu. “ Demiştim, yeni bir hayal kırıklığı daha, “ belli belirsiz bir sesle konuştu. Buz gibi bir suratla kapının yolunu tuttu. Dışarı adım atmak üzereydi ki, omzunu sıkan bir el onu durdurdu.

“ Lütfen Gül. Bana yardım et. Ben de senin kadar buradan kurtulmak istiyorum. Birlikte başarabiliriz. Çok yaklaştık. “

Gül kendisine umutla bakan kel adamın minik yüzünü inceledi. Tüm şapşallığı ve sakarlığına  rağmen bu adamı seviyordu. Sonunda Yamaç’ın iri gözleri karşısında dayanamayıp, pes etti.

“ Seni budala, “ şakadan Yamaç’ın kel kafasına bir tane vurdu. “ Asla vazgeçmeyeceksin değil mi? “

“ Seni buradan kurtarana kadar asla. “

Birbirlerine sarılıp öylece durdular. Gül uzun zamandır hissetmediği bir şeyi yeniden hissediyordu. Yaşamı ne kadar sefil ve zorlu olsa da, Yamaç yanında olduğu sürece mutluydu.

“ Söyle bakalım kitap ne diyor? Son malzeme için bir ipucu olmalı. “

Yamaç yer yer yırtılmış, tozlu sayfaları yavaşça çevirip okumaya başladı.

“  Herkese açıktır bu yolculuk.
   Hayvan, ağaç ya da bir çocuk.
   Bir kayık olsun, tahtaları senden.
   Atıver nehrin içine, yolculuk benden.  
   Söyle, bileyim nereye süreceğimi.
   Adresim tam olsun, eksik etme yüreğini.
   Kuzey, güney, doğu, batı hepsini bilirim.
   Göster bakalım, seni nereye götüreyim?  “

Başını kitaptan kaldırıp Gül’e beklentiyle baktı. Gül kaşlarını hafifçe çatmış, sessizliğini koruyordu.

“ Bir tür bulmayacaya benziyor. “ dedi Yamaç. “ Tarifin geri kalanının aksine bu kısım ne gerektiğini açıkça söylemiyor. “

“ Hayır Yamaç tam tersine, “ Gül’ün yüzü bir anda andınlanmıştı. Kitabı Yamaç’ın elinden hızla kapıp yazıyı tekrar okudu. “ Her şey ortada! “

Yamaç boş gözlerle ona bakıyordu.

“ Anlamadın mı Yamaç, bu bir belirme büyüsü! “

“ Evet, “ diye gözlerini kırpıştırdı Yamaç. “ Bunu zaten biliyoruz. Doğru iksiri elde edebilirsek bizi istediğimiz yere götürebilir. “

“ Öyleyse iste! “

Yamaç’ın yüzündeki şaşkın ifadeyi gören Gül gözlerini devirip fokurdayan sıvıya saçından tek bir tel attı.

“ Tahtalar bizden, “ diye kendi kendine tekrar etti Yamaç. Gözleri umutla parladı. “ Gül sen bir dahisin! “

“ Hadi, bana kendinden bir şey ver. “

Yamaç’ın eli istemsiz olarak kel kafasına gitti. Hiç saçı yoktu. “ Ne verebilirim? “

“ Bilmiyorum, bul bir şeyler. “

Kısa bir an düşündükten sonra Gül’ün inanmaz bakışları altında burnundan kocaman bir parça sümük çıkarıp, fokurdayan yeşil sıvıya bıraktı.

“ Bu işe yarayacaktır. “ dedi tatmin olmuş bir ifadeyle.

“ Dua et, buradan kurtulmayı her şeyden çok istiyorum. Yoksa o iğrenç şeyi asla içmezdim. “

“ Az kaldı Gül. Başarmak üzereyiz. Şunun aldığı renge bir bak. İksir neredeyse hazır olmalı. “

“ Neredeyse, “ diye tekrar etti Gül.

“ Adresim tam olsun, “ Yamaç kitabı açmış, tarifin son kısmını okuyordu.
 
“ Şimdi de nereye gitmek istediğimizi söylememiz gerekiyor. “ Gül etrafına şöyle bir bakındıktan sonra yerden bir avuç toprak alıp sıvının içine attı. Bakır kap ufak bir titremeyle sarsıldı. Bir an sonra iksir harika bir yeşil renk almış, klübeyi güzel bir koku kaplamıştı.

Heyecan içinde, titreyen ellerle kaşıklarını daldırıp acı sıvıyı yuttular. Bir an için hiçbir şey olmadı; sonra aniden Gül gürültülü bir puf sesiyle ortadan kaybolup klübenin içinde yeniden belirdi. Hemen arkasından Yamaç yüksek bir puflamayla gözlerden silinip, Gül’ün hemen arkasında yeniden ortaya çıktı.

Başarmışlardı.


* * *


Sonraki üç gün Gül ile Yamaç’ın keyfi hiç olmadığı kadar yerindeydi. Öyle ki, iki kölenin bu mutlu hali saray çalışanlarının bile dikkatini çekmiş, kaşların çatılmasına neden olmuştu.

Nasıl mutlu olmasınlardı ki? Bir belirme iksiri yapmışlardı. Yıllardır giriştikleri çeşitli büyülerin arasında ilk kez bir tanesini tutturmuşlardı. Saraydan kurtulmanın yolunu bulmuşlardı. Artık özgür sayılırlardı. Gerekli olan anahtar klübede, ocağın üzerinde onu kullanmalarını bekliyordu.

Sadece geriye, gidermeleri gereken küçük bir pürüz kalmıştı. Gitmek istedikleri yerin adresini bulmak düşündüklerinden daha büyük bir sorun olmuştu. Bir toprak, bir ağaç dalı, hatta bir böcek… Gitmek istedikleri yerin sahip olduğu her hangi bir şey, tek gereken buydu.

Ne yazık ki ne kullanırlarsa kullansınlar, hep sarayın içinde bir yerlerde beliriyor, bir türlü yüksek duvarların arkasında gözlerini açamıyorlardı.

Sarayın dışındaki topraklardan, uzak diyarlardan gelen bir şeye ihtiyaçları vardı.

“ Reisin bonanzaları, “ demişti Yamaç. “ İhtiyacımız olan o. Bahçıvanın çırağı, bonanzalar için Kuzey Dağları’ndan toprak getirecekti. “

“ Bahçıvandan biraz isteyemez miyiz? “

“ O yaşlı adam bunun için fazlasıyla korkak. “

“ Peki ya çırak? “

“ Bilmiyorum. O genç adamda tekin olmayan bir şeyler var. Gözleri hırs ile yanıp tutuşuyor. Güç ve mevki için yapmayacağı şey yok. “

“ Bir planın vardır elbette, “ dedi Gül. Yamaç’ın sessiz sırıtışı haklı olduğunu gösteriyordu.

“ Eğer o topraktan biraz alabilirsek, “ diye devam etti.

“ Kendimizi Kuzey Dağları’nda buluruz. Özgür insanlar olarak yaşarız. “ diye tamamladı Yamaç. Sesindeki heyecana Gül de kendini bıraktı.

“ Ah Yamaç, öyle mutluyum ki… “

“ Ben de canım, ben de... “ Kolunu Gül’ün omzuna doladı. İkisi de klübede oturmuş yeni hayatlarının hayalini kuruyorlardı.

Bonanzalar reisin gözbebeğiydi. Onlarla dostuymuş gibi konuşur, her gün çiçekleriyle uzun uzun vakit geçirirdi. Muhafızlar çiçeklerin önünde nöbet tutar, bahçıvanın her hareketini rapor ederlerdi. Yoo, bir avuç toprak almak hiç de kolay olmayacaktı. Ancak buraya kadar gelmişlerdi. Geri dönüş yoktu. Sadece son bir adım kalmıştı.

Planlarını son kez gözden geçirdiler.


* * *


Köz’ün beslenme vakti gelmişti. İki köle her zamanki gibi ejderhayı uyuşturmaya yarayan iksiri hazırlamış, dev hayvanın tek lokmada midesine indirdiği koca et parçaları üzerine serpiyorlardı. Muhafızlar kölelerin işini doğru yapıp yapmadığı kontrol ediyor, bakışlarını üzerinlerinden ayırmıyorlardı.

Ancak muhafızların bilmediği bir şey vardı. O sabah Yamaç ile Gül her zamankine çok benzeyen sahte bir iksir yapmıştı. Bu akşam ejderha bilincini geri kazanacaktı. Bugün büyük gündü. Güneş doğduğu vakit, ikisi de yeni güne özgür insanlar olarak başlayacaktı.

Köz planlarının önemli bir parçasını oluşturuyordu. Saraydan kaçmak istiyorlarsa, ejderhaya ihtiyaçları vardı. Kuşkusuz ejderha kendisini bunca sene tutsak edenlere tüm öfkesini kusacaktı. Belki oracıkta ikisi de ölecekti. Ama bu riski almaya değerdi.

Ejderhanın tutulduğu dev salona girdiler. Her zamanki gibi muhafızlar onları yalnız bırakmıştı. Ejderhanın inine girmeye hiç de gönülleri yoktu. Üzeri tepeleme et dolu olan arabayı iterek yavaşça salonun uzak ucunda uyuklayan dev ejderhaya doğru ilerlediler.

Ejderha devasa boyutlardaydı ancak salon ondan da büyüktü. Reisin kişisel hobisi uğruna özel olarak inşa edilmişti. Dört bir yandan yükselen sütunlar dev kubbeyi ayakta tutuyordu. Tavan öylesine yüksekti ki, duvarlara asılan meşalelerin ışığı yetersiz kalıyor, yukarıya ulaşmıyordu. Sıra sıra camların dizilmesiyle oluşan tavan, ejderha için özel olarak yapılmıştı. Renk renk camdan yapılma tavan, gündüzleri gün ışığını tamamen içeri alıyor, akşamları ise Ay’ın mavi ışıkları ile dev salonu huşu verici bir ortama dönüştürüyordu.

Köz’ü yıllardır besleyip, görmelerine rağmen ne zaman salona adım atsalar ikisi de kalp atışlarının hızlanmasına engel olamıyordu. Karşılarında masallardan fırlama muhteşem bir yaratık uzanmış, uyukluyordu. Çatal dili dev dişlerinin arasından sarkmış, iri burun delikleri nefes aldıkça uğultuyla açılıp kapanıyordu. Yeşil pulları, neredeyse on adam boyundaki kanatları, bıçak gibi keskin pençeleri ile Köz, tüm heybetiyle karşılarındaydı.

Ejderha boynundan dev bir tasmayla yere zincirlenmişti. Nasıl olur da bir insan böylesine bir güzelliği kilit altına vurabilirdi? Yine de bu, dev ejderhanın baş edemeyeceği bir sorun değildi ve doğrusunu söylemek gerekirse hiç de güven vermeyen bir önlemdi.

Ejderhanın bilinci birazdan yerine gelecekti.

Bu tam anlamıyla delilikti. Planlarının üzerinden yüzlerce kez geçmelerine rağmen, tekrar düşünmekten kendilerini alamadılar. Kaçmak için ejderhayı kullanmak ha? Belki de bu, hiç de iyi bir fikir değildi.

Devam etmek için tüm iradelerini kullanmak zorunda kaldılar. Artık geri dönüş yoktu. Derin bir nefes alıp üzerine büyülü iksir dökülmemiş olan etleri usulca ejderhanın ağzına yaklaştırdılar.

Köz kokuyu almış olacaktı ki, hemen kıpırdadı. İki köle istemsizce birkaç adım geri çekildi.

Ejderha yarı uyuklar şekilde başını kaldırıp, yavaşça yemeğini yemeye koyuldu. Gözleri kapalıydı, bir önceki büyülü iksirin etkisi halen geçmemişti.

Zaman ilerliyor, ejderha yavaş yavaş etleri midesine indiriyordu.

Köz’ü etkisi altına alan büyü yenilenmediği için ejderhanın uyanması an meselesiydi. Bilinci yavaş yavaş yerine geliyordu.

Köz zihninde bulduğu ilk zayıflıkta, kendini büyülü uykusundan çekip kurtardı.

Gözlerini bir anda öfkeyle açtı. Başını kaldırıp etrafına baktı. Çatal dili ağzına girip çıkıyor, dev pençelerinin üzerinde doğruluyordu. Boynundaki tasmanın zincirleri her hareketinde gürültüyle şıkırdıyordu.

Karşısında tir tir titreyen iki minik sureti seçebildi. Başını eğip iki küçük insacığa yaklaştı.

Yamaç ile Gül, alev alev yanan iki yarık gözün önünde adeta taş kesilmiş, nefes almaya bile korkuyorlardı.

“ Söyleyin bana; neredeyim? “

Ejderhanın içten gelen kalın sesi, ikisini de baştan aşağı titretti. Sesindeki tekin olmayan tını, yaşamlarının verecekleri cevaba bağlı olduğu söyler gibiydi.  

“ Re…reisin ülkesindesiniz yüce ef…efendim… “ Yamaç’ın titrek sesi salonda uğursuzca yankılandı.

Gül ile ikisi dizlerinin üstüne çöküp tüm cesaretlerini toplayarak konuşmaya başladılar. İçlerindeki son umut ışığına tutunarak devam ettiler.

“ Reis sizi yıllar önce yakaladı haşmetli ejderha. Sizi kendi evcil hayvanı olarak gördü. Ülkesinin dört bir yanından çağırdığı büyücüler, her gün size yaptıkları çeşitli büyülerle uyumanızı sağladı. Reis sizi diğer ülkelerden gelen elçilere gösterip kendine ün ve güç sağladı. “

“ Lütfen sözlerimizi bağışlayın efendimiz ama gerçek bu. Sizi bu yaşamdan kurtarmak için kendimizi tehlikeye attık. “

Ejderhanın gözleri kısıldı. Bıçak gibi keskin bir sesle sordu. “ Neden? “

“ Sizin gibi asil bir varlığın bizim için aynı şeyi yapmasını umduğumuz için. “ Gül devam etmesi için Yamaç’a baktı. Yamaç derin bir nefes alıp söze devam etti. “ Reisin çiçeğini almamıza yardım etmenizi umduğumuz için. “

Kısa bir sessizlikten sonra Köz’ün yürekleri titreten sesi duyuldu. “ Reisin ülkesini yakıp yıkacağım. Bana yaptıkları için. “

Yamaç ve Gül sessiz yakarışlarla talih tanrısına dua ediyordu. “ Lakin size borçluyum. Yüz kalp atımı vaktiniz var. “  


* * *


İkisi de nefes nefese bahçıvanın klübesine doğru olabildiğince hızla koşuyordu. Yamaç’ın elinde büyük bir şişe belirme iksiri hazır duruyor, bir yandan Gül’e acele etmesi için bağırırken, bir yandan da tıkır tıkır işleyen planları yüzünden gülümsemesine engel olamıyordu. Arkalarında, zincirlerinden kurtulan Köz’ün cam tavanı yırtarcasına gökyüzüne yükseldiğini duyabiliyor, ejderhanın dev gölgesi sarayın üzerinde uğursuzca dolaşıyordu. Tüm saray halkı dehşete düşmüş bir vaziyette öylece durmuş, havada tur atan kanatlı ölüme bakıyordu.

“ İşte aradığımız fırsat Gül! Bu karmaşada kimse bizi durduramaz. “

İki köle ok gibi bahçeye daldı. “ İşte orada! “

Reis’in kıymetli bonanzaları hemen karşılarındaydı. Öngördükleri gibi karşılarına kimse çıkmamıştı. Tüm muhafızlar ve saray halkı çığlık çığlığa etrafa kaçışmış, ejderhanın öfkesinin ulaşamayacağı bir yer bulma ümidiyle deliler gibi koşturuyorlardı.

İnsanların yakarışları ve çığlıkları kulaklarına kadar geliyordu.

“ Felaket bu! “

“ Lanetlendik! “

Titreyen ellerle saksının içinden bir avuç toprak alıp belirme iksirinin içine kattılar.

Yüreklerinde tarif edemedikleri bir sevinç duyuyorlardı. Sonunda başarmışlardı. Bu hapishaneden kaçmak üzereydiler. Artık özgürdüler.

İkisi de korku ve mutluluğu bir arada yaşıyordu. Yamaç sessiz bir tebessümle iksiri Gül’e uzattı. “ Önce sen. “

Gül şişeden büyük bir yudum aldı. Ardından da Yamaç yeşil sıvıyı yuttu. İkisi de hiç konuşmadan birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu. Sonra yüksek bir puf sesiyle yok oldular.

Gözlerini açtıklarında gördükleri karşısında neredeyse düşüp bayılacaklardı. Gerçeğin korkunç görüntüsü bıçak gibi sırtlarına inerken gözyaşları içinde dizlerinin üstüne çöktüler.

Hala saraydalardı.

Ejderha gökyüzünde daireler çiziyor, iki köleye vaad ettiği yüz kalp atımının dolmasını bekliyordu.

“ Ama nasıl!? “ Yamaç inanmaz gözlerle bir iksire bir bonanzaya baktı. Anlamıyordu. Gül yanında çökmüş, korkunç gerçeği sindirmeye çalışıyordu.

Yamaç’ın görüşü bozulmuş, gözyaşlarıyla bulanmıştı ancak yine de, önünden hızla geçen figürü fark etti. Hayal kırıklığı ve öfkenin verdiği son bir güçle peşinden koşup, adamı tuttuğu gibi yere savurdu.

Bahçıvanın çırağı korku içinde dönmüş, tepesine dikilen kölenin, ejderhayı aratmayacak olan öfkesiyle baş başa kalmıştı.

“ Ustan nerede? “ Çırak tüm bu olan bitenden ötürü afallamıştı. Yamaç suratına okkalı bir yumruk savurdu.

“ Ustan nerede? “

“ Öldü! “

“ Nasıl? “

Çırağın burnundan kan sızıyordu. Ejderha gökyüzünde daha da alçalmış, öfkesini kusacağı anın gelmesini bekliyordu.

“ Onun yerine geçmek istedim! “ Genç adam olanlar karşısında kendini kaybetmek üzereydi. Konuşurken tükürükler saçıyordu. “ Saraydan aldığım toprağı Kuzey Dağları’ndan getirdiğimi söyleyip ona verdim. “

Çırağın yakasına yapışıp konuşması için sertçe tuttu. “ Devam et. “

“ Bonanzaları ölünce reis, bahçıvanın kellesini aldı. Yerine ben geçecektim! “

Duydukları karşısında Yamaç istemsizce bir kahkaha koparıverdi. Kahkahası giderek histerik bir hal aldı. Uzaklarda Gül bir köşeye çökmüş boş gözlerle bakıyordu.

Sonra ejderha onlarca yılın öfkesini tek seferde sarayın üstüne kustu.

Reisin ülkesinden yükselen alevler Kuzey Dağları’ndan bile görülebiliyordu.  
 

SON

Çevrimdışı kimsecik

  • *
  • 26
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: İki Köle
« Yanıtla #1 : 19 Ocak 2012, 21:56:28 »
  Güzel bir hikayeydi. Sonu baya dramatikmiş.
Bir Ben Var Benden İçeri