Kayıt Ol

Dişil Dünya

Çevrimdışı serhan1310

  • **
  • 91
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Dişil Dünya
« : 22 Nisan 2016, 01:37:48 »
   1.BÖLÜM

   Yüksekliği beş metreyi bulan ağaç gövdelerinden yapılma, altı büyük kafese bakarken, bulunduğu uzaklıktan bile Mitra’ nın yüzünde, kendisiyle duyduğu gururu okuyamamak imkânsızdı. Ferimbre vadisinin en büyük Hara’sı olmayı kafasına koyalı yıllar olmuştu ve şimdi sahip oldukları onun taş şehirlere kabul edilmesini bile sağlardı.

   Taş şehirlere dair anlatılanlar kulağa cezbedici gelse de Mitra hayatından memnundu. Bir kabilede ihtiyaç duyulacak en önemli şeylere sahipti. Etrafı dağlarla çevrili korunaklı bir düzlük, Dağların doruklarından beslenerek büyüyen akarsular, zengin bir orman ve kendisine sonuna kadar sadık bir topluluk. Taş şehirlerin kalabalığını kim ne yapsın ki.

   Bir okun havayı yaran ıslığını duydu. Kısa bir an içinde oturağının yanı başındaki haber kütüğüne kırmızı tüylere sahip bir ok saplandı. Kırmızı ok avcıların başarı elde ettiğini, okun üzerindeki dört uzun ve bir kısa çentik ise dört buçuk gün kadar uzaklıkta olduklarını gösteriyordu. Tehlikeli bir durum olsaydı kabileyi alarm durumuna geçirirdi ve düşmanları gelmeden çok önce hazır olurlardı. Mitra kendi geliştirdiği bu yöntem sayesinde sayısız baskını kayıp vermeden atlatmıştı. 
 
   On metre yüksekliğindeki kulesinin merdivenlerinden indi. Merkezde tek başına yükselen kulenin hiçbir korunağı yoktu ve Mitra bulunduğu yerden kabilesini şahin gibi izlerdi. Kırk dört yaşındaydı. Halkına Ferimbor adını takmıştı. Yirmi yıllık kargaşa ve kabileler arası savaşların sonunda Ferimbre vadisindeki her kabile ya yok olup gitmiş ya da Ferimbor’ lara katılmıştı.

   Tabitha annesinin kuleden inişini görünce heyecanla ona doğru koşmaya başladı. Arima oyununda ablasını yenmişti ve bu zaferini bir an önce paylaşmak için sabırsızlanıyordu. Geniş ovada dizili bambu dallarından yapılma çadırların arasından hızla koşuyordu. Yaşıtları arasında en uzun süre koşabilen ve en hızlı olanıydı. Yine de bunlarla yetinmek istemiyordu. Ablası kadar iyi yay ve mızrak kullanabilmek, annesi kadar zeki olmak ve bir gün Ferimbre vadisinin Hara’ sı olmak en büyük hayaliydi. Ne var ki aynı hayalleri paylaşan üç kız kardeşi daha vardı ve Hara olabilmek için üçünden de üstün olduğunu kanıtlaması gerekecekti.

    Gün Tabitha için çok güzel başlamıştı. Gece bir Ferimber (Ferimbrenin çocuğu) olarak uyumuştu ve sabah kadınlığa ilk adımı atmış olarak uyanmıştı. Kendi kanını görünce kısa bir korku yaşamadı değil. Panikle ne yapacağını şaşırmıştı ama bu ona öğretilen andı. On dört yaşında artık bir Ferimbor olmuştu. Hemen kendisinden iki yaş büyük olan ablası Gura’ nın yanına koşup bunu ona haber vermişti. Ablası da kendisini tebrik edip beraber Arima oynamışlardı.

   Mitra merdivenleri indiğinde kendisine doğru koşan küçük kızını hemen fark etti. Yüzünde yılların izlerini silen güzel bir tebessüm belirmişti.

   “Sürekli böyle koşmaya devam edersen bacakların bir antilop bacağından farksız olacak Tabitha.”

   Kız, kısa bir an soluklandı. Omuzunun üstüne düşen kıvırcık saçları terden ıslanmıştı. “Ben arık bir Ferimbor oldum anne.” dedi. Kısa ve öz. Annesi detayları sevmezdi. Onunla konuşurken her zaman sebep ve sonucu kısaca belirtmeleri gerekiyordu.

   Mitra, kızını tepeden tırnağa süzdü. Av kafilesini karşılamak için kabilesini toplaması gerekiyordu lakin kızının heyecanına tepkisiz kalıp onu üzmek te istemiyordu. Kendisine beklentiyle bakan iri badem gözler karşısında gülümsedi.

   “Tebrik ederim kızım. Artık bir Ferimbor olduğuna göre yeteneklerin doğrultusunda yönlendirileceksin.”

   “Kimsenin beni yönlendirmesine ihtiyacım yok.” Dedi çocukça bir kendinden eminlikle.

   “Ahh Tabitha! Bir mızrak ne kadar keskin olursa olsun onu yönlendiren el ne kadar hünerliyse o kadar iş görür.” 

   “Artık beslemek için bir tüysüz maymun seçebilir miyim?” diyen Tabitha’ nın gözleri hevesle altı büyük kafese takıldı. Bir yandan da konuyu değiştirmek istiyordu.
   
   Her kafesin dışında birer gözlem kulesi ve her kulede iki nöbetçi sürekli hazır beklemekteydi.

   “Büyümek için çok acele ediyorsun. Oysa bilmelisin ki büyüdükçe kederlenirsin. Bırak her şey sırası gelince olsun.”

   Sabırsızlıkları bazen sinir bozucu olsa da Mitra kızına bakarken kendi çocukluğunu uzaktan izler gibi hissediyordu. Fildişinden yapılma işlemeli borusunu çıkarıp üfledi. Borunun gür sesi tüm vadide dalga dalga yankılandı.

   Tabitha’ nın suratı asıldı. Annesine anlatmak istediği o kadar şey varken onun kendisiyle işi bitmişti. Borunun çağrısına uyan Ferimbor’ lar hızla toplanmaya başlamışlardı.  Bir kısmı çadırlardan, bir kısmı ovalardan hepsi koşar adım toplanıyordu. Ayak sesleri dışında hiçbir gürültü yoktu. Kusursuz bir düzen ile çalışan karıncalara benziyorlardı. Bakıcılar henüz Ferimbor olmamış çocukları çoktan yerlerine götürmeye başlamışlardı.

   Vakit öğlene yaklaştığında sayıları dört bini bulan büyük bir kalabalık Hara Mitra’nın etrafında toplanıp sessizlik içinde bağdaş kurup oturmuşlardı. Her birinin saçları kazınmıştı. Başları, kaynatılmış kanar ağacının kan kırmızı özü ile mesh edilmişti. Güneş altında kızıl bir nehir gibi dingin fakat ürkütücü bir manzara sergilemekteydiler. Kısa deri etekleri ve karınlarını açıkta bırakan tunikleri dışında kalan tenleri, vücutlarına sürekli sürdükleri amber yağından dolayı parıldamaktaydı.   
   Bakıcılardan biri Tabitha’yı götürmek için yaklaştığında Mitra ufak bir baş hareketiyle kadını geri gönderdi. O sırada kendisine yönelen sorgulayıcı bakışları görmezden gelerek önünde oturan kalabalığın karşısında dimdik duruyordu. Hiçbir Ferimber boruyla çağrılan toplantıda yer alamazdı.

   “Cümle Ferimbor’ lara selam ederim. Dilerim yollarınız uğurlu, günleriniz aydınlık olur. Hepinizin huzurunda kızım Tabitha’ nın artık bir Ferimbor olduğunu duyurmaktan onur duyarım. Bu durum henüz sabah vuku bulduğundan saçlarını kazıtma fırsatı olmasa da şu an aramızda olmasında sakınca görmüyorum. İtiraz eden var mı?”

   Kalabalığı gözleriyle taradı. Sadece birkaç kişiyle göz göze geldi ve onlarda bakışlarını hemen başka yöne çevirdi. Tabitha bu durumdan memnundu. Tek bir itiraz bile bir meydan okuma sayılırdı. Aslında içten içe bir meydan okuma da beklemiyor değildi. Bunu adeta istiyordu. Kendisini herkesin önünde annesine kanıtlama şansı. Böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmezdi.

   Bir kişi ayağa kalktı. Tabitha, bir önceki kutlu ay başlangıcında ferimbor olanların lideri Sura’ yı görür görmez tanıdı. On beş yaşında oldukça kendini beğenmiş ve kibirli biriydi. Kalabalıktan onun davranışını onaylamaz mırıltılar yükselse de kimse bir şey demedi. Ne kadar genç olduğu önemli değildi. Her Ferimbor aynı haklara sahip olurdu.

   “Ben Ferimbre vadisinin Harası Mitra seni görüyorum.” Dedi annesi. Geleneklere her zaman bağlıydı ve kendisini herkes tanıyor olsa da kurallar değiştirilemezdi.

   “Ben Buğu sürüsünün lideri Sura. Tabitha henüz kutlu ayın altında kutsanmadığı için şu an aramızda olmaya hakkı yoktur. Bu yılki diğer Ferimbor adayları gibi kutlu ay törenini beklemelidir. “

   Mitra durumdan hoşnutsuz olmuştu ama gerçek değiştirilemezdi. Doğruyu gördükleri halde düşüncelerini değiştirmeyenler ilelebet cehalete mahkûm olurlardı. O zamanda tüysüz maymunlardan farkları kalmazdı.

   “Doğru söylersin Sura. Lakin doğruyu söyleme şeklin doğru değildi. Bir sürü lideri olmasan sözlerin hiç sorun olmazdı ve kızımı şuan buradan gönderirdim. Lakin bir lider gerektiğinde yapıcı olmalı ve karşısındakilerin duygularına göre davranmayı bilmelidir. Bu durumda senin liderlik vasıflarının yeterliliğine karşı şüphe duydum. Gelecekte bir gün kızım bu günkü olanlardan etkilenip senin sürüne karşı öfke duyarsa ne olacak? Ya da senin süründen biri onu şu an buradan göndersem ve onunla alay etse ne olacak?”

   Mitra’nın delici bakışlarının tüm ağırlığını hisseden Sura özür dileyip kararından vazgeçmeyi düşündü ama o zamanda sürüsü ve kabile önünde zayıf görünecekti. Bir lider konuşmadan önce sözlerini iyice tartmalı ve konuştuğunda asla geri adım atmamalıdır.

   Sonunda “Bilinmesini  isterim ki Tabitha eğer çekilirse sürümden hiç kimse onu küçük görmeyecek ve ben onu kardeşim gibi göreceğim. Son sözüm budur.” Dedi Sura.

   Mitra duyduklarından bir nebze memnun olmuştu. Cevap bekleyen bakışları kızına yöneldi.

   Tabitha herkesin neredeyse soluk almadan kendisini dinlediğinin bilinciyle iyice gerilmişti. Kendisini konuşamayacak kadar ağlamanın eşiğinde hissediyordu. Fakat buna neden olan üzüntüsü değil öfkesiydi. Ateşin üzerinde bırakılmış bir kabın içindeki su kadar kızgındı ve içten içe kaynamaya devam ediyordu.

   “Geri çekiliyorum.” Dedikten sonra derin bir soluk aldı. Kalabalıktan rahatlama dolu bir soluk verme sesi geldi. Annesi de dahil herkes nefesini tutmuştu ve bu cevabı vermesini bekliyor gibiydi.

   “Geri çekiliyorum diyebilirdim.” Diyerek sözlerini düzeltti Tabitha. Artık sesi titremiyordu. “Eğer gururuma böyle bir saldırıda bulunulmasaydı geri çekilirdim. Ama bu günden sonra ben seni bir kardeş olarak asla göremeyeceğim. Her daim bir şekilde karşına çıkacağım ve bu günün hesabını sorabilmek için her fırsatı değerlendireceğim. Son sözüm budur.”

   Mitra bir an hiçbir şey diyemedi. Olay tüm kabilenin önünde gerçekleştiği için geri dönüşü yoktu. İçinde tam bir duygu karmaşası hakimdi. Bir yanı kızına sağlam bir sopa çekmek isterken diğer yanı onunla gurur duyuyordu.

   “Kabile içinde düşmanlığa yer veremeyeceğim. Sura, sen bir sürü lideri olarak böyle bir çıkmaza düştüğün için geri çekilirsen sürünün liderliğini Tabitha alacak ama sen aramızda yaşamaya devam edebileceksin. Geri çekiliyor musun?”

   “Hayır.”

   “Tabitha, eğer geri çekilirsen kutlu ayda kutsanıp bir Ferimbor olacaksın ancak seçmelere katılmayıp Sura’ nın sürüsünde onun sözlerine uyarak yaşayacaksın. Kabul ediyor musun?”

   “Hayır”

   “O halde kararı atalarımızın oyunu Arima verecek. Her kim yenilirse beş yıl süreyle diğerinin hizmetçisi olacak. Verilen herhangi bir işe itiraz edecek olursa Ferimbre’ den sürgün edilecek. Son sözüm budur…”

   Ferimbre vadisine akşam çöktüğünde, Tabitha bir uçtan diğerine dört adımı geçmeyen kendi çadırında bağdaş kurmuş oturmaktaydı. Önündeki Arima tahtasını incelerken, gün doğumunda oynayacağı oyun için bir strateji belirlemeye çalışmaktaydı. Borunun çağrısında kendi yarattığı olay dışında önemli bir şey olmamıştı. Yaban ay zamanında ava çıkan en büyük ablası Kira’ nın başarı ile dönüş haberi uğruna kabiledeki konumunu derinden sarsacak bir olaylar zinciri başlamıştı.

   Her taşı tahtanın bir noktasına koyup olası hamleleri gözünde canlandırıyordu. Önce fili koydu. Oyunun en güçlü taşı. Yanına en güçsüz taş olan tavşanı yerleştirdi. Güçsüz olsa da doğru bir hamleyle zaferi garantileyecek olan sekiz tane tavşanı vardı. Onları tahtadaki dört adet tuzak karesinden olabildiğince uzak tutması gerekiyordu. Tüm tavşanlarını kaybederse yenilmiş sayılırdı. Tek bir tavşanı rakip sahasına ulaştırmayı başarabilirse de kazanmış.  Kazanmanın pek çok yolu vardı ve annesinin dediği gibi zaferin her yönden görüldüğü bir yerde, mağlubiyette her yönden gelebilirdi. Arima sadece zafer için oynanan bir oyun değildi. Bazen yenildiğinde bile yenmiş sayılabilirdin. Her oyun kendi içinde bir hikâye yaratırdı ve karşı taraf bazen zaferi kazansa bile öyle çok ders alırdı ki kendisini yenilmiş sayabilirdi.

   Tabitha çadırın üçgen biçimli girişinden gökyüzüne doğru baktı. Yaban ayının son yeşil pırıltıları da kızıla dönmek üzereydi. Sadece birkaç gün sonra ay tamamen kızıl rengini alacaktı ve Kutlu ay başlamış olacaktı. O gece yıl içinde ferimbor adayı olanlarla birlikte saçları kazınacak ve kanar ağacı ile kutsanacaktı. Ardından yılın ferimbor turnuvası yapılacak ve yeni sürünün lideri belirlenecekti. Ne var ki kendisi için durum çok farklı gelişmekteydi.

   Düşünceler içerisindeyken, çadırın içine usulca süzülen yaban ayın son yeşil pırıltıları, annesinin kapısına dikilmesiyle kesildi. Apar topar ayağa kalktı. “Anne.” Diyebildi sadece. Kendisini suçlu hissediyordu.

   Mitra kızını bir süre sessizce izledi. Onun, kendi kararlarının ağırlığı altında ezilmesi içini burksa da, hissettiği suçluluk olgunlaşması için iyi bir fırsattı. Sonunda daha fazla dayanamayıp gözlerini kızının ayaklarına indirdi.

   Tabitha bir nebze olsun rahatlamıştı. Annesi de olsa o bir Hara’ydı. Karşısında oturmanıza izin vermeden ve hiçbir şey söylemeden öylece duruyorsa bu büyük bir cezaya veya bir meydan okumaya işaretti.  Şimdi ise oturuyor olmak, önceki durumundan daha iyi olsa da annesinin üstünlüğünü kabul etmişti ve  ağzından çıkan her kelime Tabitha için bir emir niteliğinde olacaktı. Karşı çıkması ihanet demekti. Annesi bir şey söylemek yerine usulca yanına oturdu. Tabitha şaşırmıştı. Bir ceza bekliyordu. Düşmanlık içeren sözlerinden ötürü sürgün edilse bu kadar şaşırmazdı.   Annesi kendisini eşiti olarak görmüştü. Şimdi söyleyecekleri sadece öğüt ve ders verici nitelikte olacaktı ama Tabitha bunlara uymak zorunda değildi.

   Mitra kızının tahta üzerinde dizili taşlarını inceledi. Açılış dizilimi oldukça farklıydı. Oyuna ilk başlayan tüm taşlarını kendi safına istediği gibi dizebilirdi. Yine de her zaman eski büyük ustaların açılışıyla başlamak tercih edilirdi. Kızının tüm taşları ise oldukça saçma bir şekilde dizilmiş duruyordu. Aynı tahtada oynanan başka bir oyun geldi aklına. Tüysüz maymunların egemen olduğu asırlar öncesinden kalma bu oyuna Satranç deniyordu. Neredeyse tüm kuralları, o zamanlardan kalma pek çok şey gibi yitip gitmiş bir oyun. Kızının açılışı bu oyundaki açılışa benziyordu. Sadece bir tavşanı geri sıraya koymuştu ve onun yerinde fil vardı. Arka sırada ise ayı, at, köpek ve kedi taşları rasgele dizilmişti.

   Tabitha, annesinin taş dizilimini onaylamaz bakışlarını gözünden kaçırmayarak “En zayıf olanlar bile birlikte güçlü olurlar ama onları hedefe götürecek güçlü bir lidere ihtiyaçları vardır.” Diye açıkladı.

   “Arimanın hikâye olgusunu kavramış görünüyorsun.” Dedi Mitra. Bir süre daha taşları inceleyerek.  “Üstelik bugün ablanı yendiğini duydum. Belki de bazen alışılmış davranışların dışına çıkmakta fayda vardır.”

   Tabitha mutluluktan yerinde duramayacak kadar coşkulu hissetti kendisini. Annesine tahta üzerinden bir ders vermişti. Eğer oynuyor olsalardı daha tek bir hamle yapmadan puan kazanmış sayılırdı. Üstelik bir Hara’ nın rakibinden ders çıkarmasına sık rastlanılmazdı. Doğacak gün için endişeleri bir nebze olsun azalmıştı. “Yarın için korkuyorum.” Dedi.

   “Bu güzel.”

   “Korkmanın nesi güzel? Senin hiçbir şeyden korktuğunu ya da endişelendiğini görmedim.”

   “Verdiğin bir kararın getireceği sonuçlardan endişelenmeli ve korkmalısın. Bu bilgeliktir. Ama korkularının seni ele geçirmesine izin vermek ahmaklıktır. An geldiğinde korkularının karşısında dimdik durup onlarla yüzleşecek cesaretin yoksa ilerleyemezsin. Emin ol kızım aldığım her kararda bende korkuyorum.”

   “Ama bunu hiç belli etmiyorsun.”

   “Sende etmeyeceksin. İstersen bunu ayağa kalkıp söyleyeyim.”

   Karşılıklı gülümsediler.

   “Bilmelisin ki Tabitha bir karar vermek ve düşünmek ayrı, bunu söylemek ayrı şeylerdir. Dilediğin gibi düşün ve kendi içinde dilediğin kadar kararlar ver. Ama kararlarını dile getirmeden önce bil ki boğaz dokuz boğumdur der eskiler. Bir sözü söylemeden önce boğazın her boğumunda bir kez içimizden geçirmeli, bunun nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmeli, uygun olmayan yönlerini düzeltmeli, böylece tekrar tekrar(son boğuma kadar) düşünüp düzeltmeler yapmalı, sonra söylemeliyiz. Tüm bunların sonunda belki de bir sakınca hatırımıza gelir, sözü söylemekten büsbütün vazgeçeriz.”

   “Şimdi yarın için ne yapmalıyım.”

   Mitra kızının sorusuna cevap vermeden ayağa kalktı. “Yatıp uyuyacak, korkularından arınacaksın ve yarın rakibine pek çok ders vereceksin.” Elini uzatıp kızının kıvırcık saçlarını usulca okşadıktan sonra çadırdan ayrıldı. Kızının kıvırcık saçlarını oldukça sevse de bir süre sonra o saçlardan eser kalmayacaktı.

   Annesinin varlığı Tabitha’ yı rahatlatmıştı. “Nasıl ki bir nehrin akış yönünü değiştiremeye çalışmak boşa bir yorgunluksa, olacak olanı oluruna bırakmamakta aynı şekilde boşadır.” Diye annesinin bir sözünü içinden geçirdi. Yere serili hayvan postuna sıkıştırılmış kuş tüyü yatağına yatıp kendisini uykunun zamanı öldüren kollarına bıraktı.
   
    
   
cesaret yoksa zaferde olmaz