Kayıt Ol

Henüz isim bulamadığım denemem...

Çevrimdışı Raistlin2212

  • *
  • 9
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Henüz isim bulamadığım denemem...
« : 09 Mayıs 2012, 15:12:00 »
        Manzara çok güzel gözüküyor olabilirdi. Tepelik yerden bakıldığında güneşin doğumu birkaç saat sonra gözükecekti, gökyüzünün doğu kısmı pembe bulutlar oluşmaya başlamıştı bu nedenden ötürü buraya güneş tepesi deniliyordu. Fakat tepenin hemen altında bir köy alevler ile yanıyordu.
        Ruinthas tepeden yıkım içerisindeki köye bakarken savaşın bitmek üzere olduğunu fark etti ve savaş planlarını hazırladığı parşömenleri rulo haline getirerek topladı ve bir çantaya yerleştirdi. Görünümü itibari diğer elflerden bir farkı yoktu. Sivri kulaklar, düzgün bir surat, uzun güzelce taranmış sarı saçları ve mavi parlak gözleri vardı. Elf yaşına göre otuz yaşlarındaydı, bu bir insana göre ise yüz yıldan fazlaydı. Etrafta oradan oraya koşturan elf askerlerinden onu ayıran en önemli özellik ise altından yapılmış zırhıydı. Zırh elfler için kutsal olan ağaç ve güneş runları ile süslenmişti. Ağaç runları Doğanın tanrısı Weldrin’i, güneş runları Nealian’i ışığın tanrısını simgeliyordu. Bu runların bazılarının parlamasından da anlaşıldığı gibi zırh büyülenmiş ya da kutsanmıştı. Belinde sabitlenmiş şekilde duran kılıcı, kının içinden hafif bir ışık yayıyordu ki buda kılıcın büyü gücüne sahip olduğunu ya da içinde bir ruh barındırdığına işaretti. Elf lordu son olarak yerde bir ağaç kütüğüne yaslanmış olarak duran kalkanı alarak kayışı ile bilirlikte sırtına geçirdi. Birkaç çekme ve döndürme hareketinden sonra kalkan sırtına oturmuştu.
         Son bir kez arkasına dönerek yangın, büyü patlamaları ve çığlık seslerinin geldiği köye baktı. Elf konseyinin ona vermiş olduğu görevler doğrultusunda bir drow(karaelf) köyünü istila etmişlerdi. Konsey en büyük elf yurdu olan Qatrunks da bulunuyordu ve üyelerin çoğu Weldrin’in seçilmiş olan rahibelerinden oluşuyordu. Drow köyü Qatrunks’a yürüyüş mesafesi ile yedi gün uzaklıkta doğu tarafındaydı. Bir gözcü tarafından fark edilmişti. Köy güneş tepesinin hemen altında bulunuyordu, etrafı geniş ağaçlar ile çevriliydi. Burayı fark edebilmek için tepenin zirvesinden bakmak gerekiyordu ki gözcü, görevinden kaytardığı bir zamanda yada rastlantı üzerine buraya çıkmış olabilirdi.  Ruinthas neden böyle basit bir köyü yok etmesi için bir ordunun komutasını kendisine verildiğini anlamıyordu. Kendinden daha düşük rütbede olan öğrencileri bile bu basit drow köyünü ele geçire bilirdi. Fakat kararları sorgulayamazdı. Konseyin kararları Tanrı Weldrin ve Nealian’in kararları demekti.
        Çantasını alması için önünden geçen bir elf askerini çağırdı. Asker önemli bir görev üzerinde olsaydı bile hemen lordun çantasını kaptı ve başka bir emir için Ruinthas’in önünde hazır bir şekilde bekledi. Ruinthas tek bir gelime bile etmeden eli ile gitmesini işaret etti. Savaş kazanılmıştı artık burada bulunması için bir neden olmadığını düşündü ve beyaz atına doğru yürüdü. At efendisinin gelişini hissetmiş olmalıydı ki yerdeki otları yemek için eğilmiş boynunu, sahibine doğru doğrultu.
         Tam atın semerine oturmak üzereydi ki “Usta Ruinthas” diye seslenerek hızlı adımlar ile gelen askeri fark etti. Gelen Ealın’dı, Ruinthas’ın silah eğitimi öğrencilerinden biriydi. Asker ustasının yanına geldiğinde şahin kafası şeklinde miğferini çıkardı. Genç öğrencini her elf gibi, yakışıklı yüz hatları vardı. Saçları kısa kesilmişti ve siyahtı. Vücut yapısı irice değildi ki giymiş olduğu zırh bile onu büyük göstermiyordu ama buna nazaran başarılı ve zeki bir öğrenciydi, kısa zamanda askeri başarılar elde etmiş ve komutan sınıfına yükselmişti.
          Miğferini çıkardıktan sonra ustasının önünde eğilerek selamladı. Koşarak geldiği için soluk soluğa kalmıştı, sessini düzeltmek için önce hafifçe öksürdü. “Usta Ruinthas sizi rahatsız etmek istemezdim fakat ilgilenmeniz gereken bir konu olduğunu düşündüm.” Diye bildi komutan, fakat hala sesini dengeleyememişti.
“Sorun ne? “ Ruinthas planlarında bir yanlışlık yapmış olamazdı. Karşılarında ki köy güçsüz ve sayıca azınlıktaydılar başka bir drow devriyesi gelmiş olabileceğini düşündü.
          Ustasının düşüncelerini kestire bilen Ealın “Köy ele geçirildi lordum. Drowlar sayıca ve donanım olarak bizden çok güçsüzlerdi, bunun yanı sıra onları gafil avladığımız için direnç gösteremediler bile.”Ealın’ın anlattığı gibi köy drowları neye uğradıklarını anlayamadan etraflarındaki elf askerleri ile sarılmış olduklarını fark etmişlerdi. Hemen savunma pozisyonuna geçmeye çalışsalar da başarılı olamamışlardı. Drowların doğası itibari ile teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederlerdi. Amansızca elf askerlerine saldırdılar fakat eğitimli askerler birçoğunu kılıçtan geçirmişti. Küçük drow çocukları köle olmaları için esir alınmıştı. Birkaç grup drow ise ormana doğru kaçmıştı.
         “Fakat aralarından bir drow, komutan Deneryim’i ele geçirdi” diye devam etti Ealın.
         ‘Beceriksiz züppe’ diye aklından geçirdi Ruinthas. Deneryim konsey üyesi rahibe Mirfim Qelter’in tek oğluydu zaten başkada çocuğu yoktu. Çocuk hayata zenginlik ve basitlik ile doğmuştu. Anasının yönetimde bulunan gücü sayesinde istediği her şeyi elde edebilirdi. Çocuğun şımarıklığından dolayı hiçbir eğitim almamıştı. Ne bir sanatsal beceriye nede büyüsel güce sahipti. Gerçi kılıç ve her hangi bir silahlıda kullana bilme yeteneği yoktu fakat Mirfim birkaç bağlantısını kullanarak oğlunun elf askeri olmasını sağlamış, komutan rütbesine kadar çıkarmıştı. Genelde böyle basit köylerin istilasında çocuğu görevlendiriyorlardı ki böylece kendisinin ve yanında ki askerlerin ölümüne neden olmasını engellemiş oluyorlardı. Her hangi sıradan bir elf askeri esir edilmiş olsaydı, esir edilen askerin hayatı düşünülmeden düşmana saldırılırdı. Fakat söz konusu olan kişi konsey üyesi rahibenin oğluydu. Bu nedenden çocuğun hayatı değerliydi.
         “Beni oraya götür.” Diye iç çekti Ruinthas.
          Ealın önden hızlı adımlarla tepeden aşağı inen yol boyunca ustasına istila sırasında olan biten her şeyi anlattı. Usta lord, öğrencisini dinliyor gibi gözükse de aklında Deneryim budalasının nasıl bir durumda olduğunu düşünüyordu. İlk olarak drow ile pazarlık yapmaya çalışacaktı ki bu en mantıklı ve her iki taraf içinde en güvenlisi olacaktı. Drow pazarlığa yanaşmazsa geriye bir tek yöntem kalıyordu o da birilerini öleceğiydi.
          Tepeden aşağı inen patika yokuş aşağı olduğu içi köye gelmeleri çok uzun sürmemişti. Köyün girişinde askerler bulabildikleri bütün değerli malzemeleri bir yerde istifliyorlardı. Ruinthas geçerken gözünün ucu ile ganimete baktı da birkaç deri den fazlası değildi. Daha sonra ele geçirilmiş olan drow çocukları karşılarına çıktı. Önlerinde iki elf askeri köle grubunu çekiyordu. Çoğu on sekiz yaşını geçmemişti. Sayıları üç düzüne kadardı ve çoğu kızlardan oluşuyordu. Erkek çocukların savaşarak ölmüş olabileceklerini düşündü Ruinthas. Kız çocukların büyük bir ihtimal zengin aileler hizmetçi olarak alınacaktı ya da daha büyükçe olanlar birkaç erkeğin zevki için pazarlanacaktı. Çoğu elf bu durumu çok alçakça olarak görse de şehrin içinde bu kızlar için alıcı her zaman bulunurdu.
          Çoğu askerin bir yerde kalabalık oluşturduğunu gördüğü anda Ruinthas köyün merkezine geldiğini anlamıştı. Ealın önden giderek kalabalığı ite kaka açılmalarını emretti. Ruinthas’ı gören birçok asker hemen yol vermişlerdi bile. Kalabalığın içinden geçip en sonunda açığa çıkmışlardı. Elf lordunun hemen birkaç adım ötesinde bir drow erkeği duruyordu.Çoğu drow gibi derisi morumsu bir renkteydi. Gri uzun saçları vardı, ince bir yapısı olmasına karşın iki elinde tuttuğu ince kılıçları çok güçlü bir şekilde kavramıştı. Kılıç tutuşuna bakmaya hiç gerek yoktu aslında çünkü drow’un etrafında yedi-sekiz kadar elf askerinin cansız bedenleri yatıyordu. Bunun yanı sıra drow birde elf komutanı ele geçirmişti.
           Ruinthas drow’un arkasına baktığında yerde Deneryim’i gördü fakat yalnız değildi. Boğazına bir drow kızı hançerini dayamıştı. Kız siyah uzun saçları ve gayet güzel bir vücuda sahipti. Her ne kadar drow’lar,  çarpıtılmış elf ırkları olsalar da sonuç da onlarda elflerdi, güzel ve narin bir yapıya sahiptiler. Karşısındaki her iki drow da aynı yapıda olan yeşil gözlere sahiptiler.
           Boğazından ki hançer nedeni ile Deneryim gözleri fal taşı gibi açılmış etrafa bakıyordu. Ruinthas, Deneryim’in bu komik görüntüsünden mutlu olmuştu, aslında sırf bunun için birkaç dakika boyunca öylece durdu.
           Ruinthas pazarlık için tam bir şeyler söylemek üzere hazırlanıyordu ki drow kızının arkasındaki çadırdan bir askerin gölgesi belirdi. Biraz daha dikkatli bakınca bunun Deneryim’in sadık hizmet karı Hipsar olduğunu gördü. Deneryim’dan biraz daha yetenekli olduğu söylene bilirdi. Ağzı laf yapar, türlü oyunları iyi kurgularda, ki şehir merkezinde birçok dolandırıcı ile bağlantısı da vardı. Fakat kılıç kullanmak konusunda eğitimde ki bir çaylaktan bile kötüydü. Bu çaylakların on iki yaşlarında olduğu düşünülürse Hipsar bırakın bir drow alt etmesini, bir çaylağı bile yenemezdi.
          Bir yolunu bulup sinsice drow kızının arkasına kadar sokulmuştu. Ruinthas olduğu yerde bekleyip olacakları izlemeye karar verdi. Olurda şans eseri Hipsar bir işi becerirse, drowla hiç muhatap olmadan bu sorun çözülmüş olacaktı. Diğer açıdan Hipsar ölürse, pislik bir elfin daha sonu gelmiş olacaktı. ‘Her açıdan olumlu bir sonuç’ diye aklından geçirdi ve gizlice gülümsedi.
          Elf lordu olacakları kafasında kurgularken drow ile göz göze geldiler. Drow’un yeşil gözleri alev ile parlıyordu. O an Ruinthas’in aklına bazı söylentiler gelmişti. Bir drow ne kadar karanlığı ve karmaşayı simgelese de, bazen birkaç drow soyunun diğer drowlardan ayrı hareket ettiğini hatırladı. Söylentiler doğrultusunda bu drowların yeşil gözlere sahip olduğu belirtilirdi. Bu drow soyu diğer drow ırklarına göre sakinliği ve kuzenlerinden uzakta yaşamayı severlerdi. Yer altında ana şehirlerinden dışlanmış karaelfler olarak da biliniyorlardı. Karşısında ki iki drow da yeşil gözlüydü. Etrafta ki ölü drowları da inceledi Ruinthas. Gözleri açık ölenlerinin hepsi yeşil gözlüydü. Söylentiler doğruysa karşılarındaki iki drow ve köyün etrafında ölü olanlar, gölge elfleri olabilirlerdi. Karanlığın emrinden çıkan fakat bağlılıklarını kaybedemeyen drowlar.
           ‘bu sadece kötülüğün uydurduğu bir söylenti’ diye aklındaki düşünceyi dağıttı. Ama hala beyninin bir parçası ihtimalleri düşünüyordu. Bu olasılığın konuşulması elf şehirlerinde yasaklanmış ve yalanlanmıştı. Daha önce hiçbir drow ile konuşma şansı edinmemişti, savaş sırasında birkaç küfürleştiği drow dışında tabi. Drowlar kendi yer altındaki yaşamları ile meşgullerdi. Birkaç maceraperest genç drow dışında çoğu yer altında yaşardı. Ama bu drowların yeryüzünde ne işleri vardı?
           Düşüncelerden sıyrıldığında erkek drowun Hipsar’ı fark ettiğini gördü. Drow o kadar hızlı arkasına dönmüş ve Hipsar’ın karşısında dikilmişti ki etraftaki bütün askerler şaşkına dönmüştü. Çok kısa bir sürede drow erkeği Hipsar’ın kafasını vücudundan ayırmıştı. Yerde yatmakta olan Deneryim bir çığlık kopardı. Ruinthas bir kez daha gülmemek için kendini zor tutuyordu. Aynı olayın Deneryim’in da başına geldiğini hayal etti ve gülümsedi. Biraz daha geç kalırsa, boğazına dayanmış hançer elfin ölümü olacaktı zaten.
           Daha fazla olanlara kayıtsız kalamazdı. Bir adım öne çıkarak drow erkeği ile yüzleşti. “Esirin özgürlüğü karşısında ne istersin?” diye sordu Ruinthas.
           Drow ayaklarının dibine düşün kelleyi biraz ileri tekmeleyerek “Benim ve kız kardeşimin özgürlüğü karşılığı onu serbest bırakırım.”
                                                    XXX
           Ialus az önce kellesini uçurduğu ve ölüme gönderdiği dokuzuncu elfdi. Genç drow ve köyü elf saldırısına hazırlıksız yakalanmışlardı. Kendilerini savunma imkânı bile bulamadan birçok akrabası kılıçtan geçirilmişti. Saldırının ilk başlarında hemen kız kardeşini alarak uyudukları çadırı terk etmişlerdi. Dışarıda ki yıkım ve savaş seslerinden öncelikle gidecekleri yeri kestirememişlerdi, fakat drowların özünde bulunan kaos onları ortama çabuk adapte etmişti. Köyün arkasına doğru koşmaya başlamışlardı. Anoel birkaç kez durup, etraftaki drowlara yardım etmek istemişti ama Ialus kardeşinin hayatının diğer bütün köyden önemli olduğunun bilincindeydi.
           Köyün arkasına doğru kaçmaya çalışırlarken, önleri altı kadar elf askeri ile çevrelenmişti. Grubun arkasında diğer askerlerden farklı bir zırh giyen elf, askerlere bağırarak bir şeyler emrediyor, arada sırada etrafına bakınıp kendini güvencede tutmaya çalışıyordu. Askerler hemen Ialus’a doğru saldırıya geçmişlerdi. Ialus dövüş sırasında kız kardeşinin zarar görmemesi için onu hemen arkalarında bulunan çadıra doğru iteklemişti. Kız hazırlıksız yakalandığı için dengesini kaybedip çadırın içine nerdeyse uçarak girmişti.
Çadırın dışında ise Ialus kılıçları ile kendini savunmaya çalışıyordu. Sayıca üstün olmalarının avantajı ile elf askerleri karşılarındaki drow’a nefes aldırmıyorlardı adeta. Ialus bulduğu her fırsatta bir askerlere ufak kılıç yaraları açıyordu. Bir ara askerlerden birinin savurduğu geniş kılıç darbesi yan tarafında bulunan müttefikinin kolunu kopartıyordu. Darbeden kaçınmak için asker Ialus’un resmen kucağına atlamıştı. Durumu hemen lehine çevirip, kendisine sunulan askerin açık bulunan boyun kısmına sağ elindeki bıçağı sokmuştu.
            Boğazı yarılan elf askeri etrafta kontrolsüzce koşturmaya başlamıştı. Bir eliyle boğazından boşalırcasına akan kanı durdurmaya çalışıyordu, diğer eliyle de kontrolsüzce kılıcını savuruyordu. Elf askerleri,üstlerine doğru gelen askerden kaçınmak için hepsi bir kenara çekilmişti. Durumdan yararlanmak isteyen Ialus hemen en yakınında ki diğerlerine göre biraz daha çelimsiz olan bir askere yöneldi. Asker drow’un yanına geldiğini fark edemeden, zırhının sağ koltuk altındaki zayıf bölgesinden kılıç yarıp girmişti. Koltuk altından giren kılıç aynı hızla omzundan çıkmıştı. Acının etkisi ile elf askeri büyük bir çığlık atmıştı ki bu diğer askerlerinde kendilerine gelmesini sağlamıştı. Geriye kalan dört asker hemen drow’a doğru hamlelerini yapmışlardı.
           Askerler dört bir yandan kılıç ve kalkan darbeleri ile Ialus’u geniş bir ağacın gövdesine kadar sıkıştırmışlardı. Sırtını ağacın gövdesine veren Ialus çok fazla bir süresi olmadığını anlamıştı. ‘Umarım Anoel kaçmak için gerekli zamanı bulmuştur’ diye umut etti. Tek elli bir kılıcın darbesi doğrudan suratına gelirken hemen eğilerek ondan kurtuldu. Asker o kadar güçlü bir şekilde kılıcı savurmuştu ki kılıç ağacın gövdesini yararak orada sıkışıp kalmıştı. Ialus kılıcı oradan kurtarmaya çalışan askere, kendi kılıcının kabzasını elf askerinin alnın ortasına geçirmişti. Darbenin etkisi ile resmen alın içeri göçmüş, askerde direk yere yığılmıştı. Fakat bu saldırısından sonra büyük bir açıklık vermişti. Arkasındaki kalkan kullanan elflerden biri doğrudan Ialus’un kafasına kalkanı geçirmişti. Darbenin etkisi ile drow yere yığılmıştı, bilincini kaybetmek üzereydi. Kendisine doğru yaklaşan elf askerlerini görüyordu fakat artık yapabileceği bir şey olmadığının farkındaydı. Kafasının tepesine gelen elflerden bir tanesi geniş, uzun kılıcını kaldırmıştı. Drow, elfin suratındaki pis sırıtışı ve safer mutluluğunu görmüştü ama daha fazla yapabileceği bir şey yoktu. Kalkan darbesinin etkisi ile kafasından sırtına doğru akan kanın sıcaklığını hissediyordu. Öylece yerde ölümünü beklemeye karar verdi.
             “durun sizi beceriksizler” diye bir ses gelince idamı yapacak olan elf duraksayıp arkasına baktı. Durmalarını emreden kişi Deneryim’di fakat daha ilginç olanı ise boğazına bir hançer dayanmıştı. Askerler komutanlarının boğazına dayanmış olan hançerin kime ait olduğunu görmek için biraz daha yaklaşmaları gerekti fakat hançerin baskısı artınca “uzak durun salaklar!” diye bir kez daha bağırdı Deneryim.
              Ialus bilinci yerine gelmeye başladığında, drow tanrısı Maeloch’a şükranlarını iletti. Gerçi uzun bir süre önce Maeloch’un yolundan ayrılmışlardı fakat çocukluğundan gelen bir alışkanlıktı bu. Elf askerlerin komutanlarına doğru gittiğini gördüğünde uzaktaki liderin boğazına bir hançerin dayanmış olduğunu fark etti. Hançer bir drow hançeriydi. Üzerindeki siyah, runlu yazıların ne anlama geldiğin biliyordu Ialus. Bu hançer kardeşi Anoel’e aitti.
             Drow kızı, erkek kardeşinin onu fırlattığı çadırın içinde kalktığında dışarda kardeşine saldırmış olan altı askeri görmüştü. Ialus’un ne yapmaya çalıştığının farkındaydı, kıza zaman kazandırmaya çalışıyordu. Anoel çadırın arkasındaki boşluktan ormana doğru giden yol gördü, askerler veya herhangi bir yıkımdan etkilenmemişti. Drowların doğası gereği kendilerini düşünmeleri gerekiyordu ki kızın aklına bunu söylüyordu. Tam ormana doğru yönelmişti ki arkasında birinin çığlıklarını duydu. Geri dönüp kardeşinin bir elf askerinin boğazını yardığını gördüğünde, bütün drow duyguları yok olmuştu. Zaten uzun süre önce drow güdülerini kaybetmeye başlamışlardı. Kendisi ve halkı gölge elflerdi. Drowların ve normal Elflerin gölgesinde kalanlar.
Boğazı yarık etrafta koşturan askerin diğer elflerin dikkatini dağıttığını anladığı anda çadırın arkasından dolanıp, geride bekleyen birkaç elf askerini avlamayı düşünüyordu. Kızın silah kullanmakta pek bir yeteneği yoktu fakat olması gerekenden çok sessizce hareket edebiliyordu. Geriye kalan beş elfin de erkek kardeşine doğru saldırıya geçtiğini gördüğünde etrafına bakınmaya başladı. Grubun biraz arkasında, elfler ile ilk karşılattıkların da onlara saldırmasını söyleyen elf orda öylece bekliyor, askerlerinin drowun işini bitirmesi için sabırsızlanıyordu.
              Elfin zırhı diğerlerinden daha şatafatlıydı. Buda onun ya komutan ya da bir lord olduğuna işaretti ki böyle birini ele geçirilmesi ile diğerlerini tehdit edebileceğini düşündü. Gölgelerin ve birkaç çadırın daha etrafından dolandıktan sonra elfin arkasında yerini almıştı. Çizmesinin içinde gizli olan hançeri çekip, arkadan elfin boğazına dayamıştı.
              Ne olduğunu anlayamayan Deneryim, korkarak gözlerini arkaya doğru çevirdi. Elf bu beklenmedik saldırı karşısında o kadar korkmuştu ki elinde tuttuğu kılıcı yere düşürdü. Kekeleyerek “sende kimsin” diye bilmişti.
             “Askerlerine durmalarını söyle.” diye emretti Anoel. Elf kıpraşmaya başladığında hançeri biraz daha boğazına dayadı. Boğazı kesilmese de hançerin keskin yüzeyi Deneryim’in canını yakmaya ve hemen askerlerine durmalarını söylemeye yetmişti.
            Olduğu yerden kalkan Ialus, kız kardeşinin dikkatleri üzerine çektiğini ve diğer elflerin savunmasız olduğunu fark etti. En yakınında ki düşmanın boğazını kesen drow bir diğerine atladı ve ona da aynı ölümü tattırmıştı. Geriye kalan elf ise ne yapacağını bilemeden, bir drow’a birde Deneryim’a bakıyordu.
            “Ne bekliyorsun git yardım çağır!” diye bağırdı Deneryim. Birkaç savaşta bulunmuştu fakat hiç bu kadar ölüme yaklaşmamıştı. Asker, komutanının verdiği emir ile hemen koşturdu. Gözden kaybolmamıştı ki başka bir asker devriyesi ile karşılaştı ve onlara Deneryim’i gösterdi. Bir düzüne asker, esir alınmış olan komutanlarının etrafını sardı. Ealin’da ordaydı ve olanları usta Ruinthas’a haber dar etmek için hemen oradan ayrılmıştı.