Gvendolyn Güneşi
Gradbone Adası üzerine kurulu olan Bone Karakolu'ndan bir hareketlilik söz konusuydu. Karakol uzun silindir bir kale şeklindeydi ve adanın en kayalık bölümüne yerleştirilmişti zamanında. Midkema Boyeus dönen merdivenlerden yukarıya tırmanmaktaydı. Sırtında yayı asılıydı, nefes alıp veriyordu durmadan, zirvede bulunan nöbet kulübesinde onu Paxnora Rizolin bir başka deyişle Karakol Lideri beklemekteydi. Siyah pelerini her basamakta rüzgar yüzünden daha çok havalanıyordu, uzun ve birbirine karışmış saçlarıda aynı vaziyetteydi.
Paxnora Rizolin oturduğu sert tahta döşemeden yapılmış sandalyesinden bir ses duyduğunu varsayarak ayağa kalktı. Sessiz ve temkinli adımlarla kapıya doğru yaklaştı. Rüzgarın uğultusu her saniye kulaklarında çınlamaya devam ediyordu fakat Paxnora buna aldırmıyordu. Eli ister istemez yayına doğru yönelmişti. Rüzgarın da etkisiyle dalgalanmakta olan pelerinini toplayıp kapının girişinde diz çöktü.
Midkema zirveye geldiğinde elini duvara dayadı. Soluk alıp verirken, karakolun en tepesinde bulunduğu için çevreyi gözlemleme fırsatı bulmuştu. Hemen ötede boş bir ada olan Beefsenjen Adası mavi gözlerine ilişmekteydi, sağ tarafta Wis Adası uzanıyordu. Surlarda bulunan meşaleler etrafı aydınlatıyordu. ''Adalar Tanrısı Catelal, adalarımızı koruyor şükür ki diye,'' düşündü. Bu kadar dinlenme yeterliydi, iki merdiven daha çıktı ve Paxnora'nın odasının kapısının önündeydi artık. Pelerinini kılıcının kınına sıkıştırdı ve sol eliyle kapıyı yumrukladı. ''Rizolin,'' diye bağırıyordu kapıyı yumruklamaya devam ederken.
Paxnora'nın az önce kulağına gelen muhtemel sesin sahibi ve şimdi kapıyı yumruklayan kişinin arkadaşı, can dostu Midkema Boyeus olduğunu fark etmesi hiç de zor olmadı. Söylenerek tekrar ayağa kalktı ve elini yanından çekerek kapıyı acmak için elini uzattı. Kapının menteşeleri gıcırdayarak açılırken arkadaşı Midkema karşısında belirdi.
Kapı açılınca arka tarafta yanan onlarca mumun aydınlattığı odayı gayet görünmeye başladı Midkema. Eskisi gibi düzenli ve topluydu. Lakin arkadaşı eskisi kadar güçlü görünmüyordu gözlerine. Kollarını açtı, fakat kınına sıkıştırdığı pelerinin onu zorladığını gördü ve onu oradan kurtardı. Paxnora'ya gülümsedi, kollarını tekrar açtı ve ona sarıldı. "Görmeyeli yaşlanmışsın eski dostum, seni bir tanrı sanabilirdim neredeyse, sekizyüz yaşında falan oldun mu?" Bir kahkaha patlatıverdi ve arkadaşının omzuna vurdu.
"Midkema!" diye haykırdı Paxnora. "Seni görmek ne güzel, bu ne büyük bir sürpriz." Midkema içeriye girdikten sonra Paxnora eskimiş tahta kapıyı tekrar kapattı. Kapının kapanması pek de bir şey değiştirmiyordu aslında, zira tahta aralıklarından rüzgar içeriye girmeyi her seferinde başarıyordu. Odayı aydınlatan mumlar her saniye sönecekmiş hissi uyandırıyordu. Paxnora arkadaşı Midkema'nın yanına oturdu ve ardından içten bir şekilde gülümsedi.
"Rüzgar Tanrısı kızmış dostum baksana şu hale! Yoksa Tanrıça mıydı? Adı neydi ki onların? O kadar çok Tanrı ve Tanrıça var ki hepsini ezberleme mi beklemiyorsun değil mi?" İkiside gülümsedi. Rüzgarın soğuttuğu odayı mumlar ısıtıyordu, onların soğumuş kalplerini ise bu sıcak gülümsemeler. Devam etti Midkema. "Ada Tanrısı Catelal bizim yanımızda, yoksa şimdiye kada ölürdük," dedi. "Bizler renkli gözlü insanlarız. Dışlanmış olanlarız. O yüzden bu lanet adadayız."
Midkema'nın söylediklerini tasvip etmeyen bir tavır takındı Paxnora. "Böyle düşünmemeliyiz sevgili dostum. Bu işi onur mücadelemiz gibi görmeli ve ona göre hareket etmeliyiz." dedi oturduğu yerden tekrar ayağa kalkarken. Ellerini Midkema'nın sağ ve sol omzuna koyduktan sonra tekrar konuşmaya başladı Paxnora. "Bu bizim görevimiz, bu kadar çabuk pes edemeyiz, etmemeliyiz. Beni anlıyor musun dostum? Bizler dışlanmış kişiler değiliz, aksine tanrımız tarafından seçilmiş kişileriz."
"Biz Dunnatla'nın çocuklarıyız, mavi gözlü devin evlatlarıyız," diye katıldı Midkema. "Bizim için gerçek bir Tanrıydı o, bize parçasını verdi. Tüm Gvendolyn'de renkli gözlere sahip olan tek Tanrı o. Diğer Tanrılar hep korkmuşlardı renkli göz denemekte, bir büyücü arkadaşım söylemişti, rahipte olabilir. Tanrılar renkli gözler kullanırlarsa etraflarını aynı gözlerinin renkleri ile görürlermiş," ellerini önünde birleştirdi. "Onu kıskandılar Paxnora, renkli gözlerini kıskandılar. Ondan nefret ettiler."
"Ortada dışlanmış olan birisi varsa o da tanrımız Dunnatla'dır sevgili dostum. Diğer tanrılar tarafından yıllarca hor görüldü bizim tanrımız ve bizler tanrımızın evlatları olarak bunun farkındayız. Bizim yapmamız gereken tanrımıza sahip çıkmak ve bize verilen görevleri onurumuzu da göz önünde bulundurarak yerine getirmek. Bizler renkli gözlü, şanslı ve seçilmiş insanlarız."
Midkema gülerek dur işareti yaptı. "Bu kadar kaptırma kendini, burada düşman değiliz. Sakin olmayı dene," bıyıklarının yokluğu Midkema'yı çıplak hissettiriyordu. "Onu Nefret Tanrısı olarak çağırmalarının sebebi ondan nefret etmeleriydi, kendisi aslında Sualtı Dünyası Tanrısı'ydı, Köpükyıldız Denizi'nde bulunan gediği bu sayede açabildiği söylenmekte" Paxnora'nın sırtına vurdu. "Tanrılar ve Tanrıçalar hakkında bilgin az biliyorum," dedi. "Senin ilgi alanın kılıç, kalkan ve kan."
"Haklısın dostum. Bilgi konusunda senden bir kademe aşağıda olsam da, kılıç konusunda seni ikiye katlarım," dedi Paxnora. Ardından bir kahkaha koyverdi ve bulundukları odanın içinde volta atmaya başladı. "Evet, seni dinliyorum dostum. Şimdiki görevimiz nedir?"
Midkema sıkıntılı bir bakış attı ve konuşmaya başladı. "Biliyorsun, Konwek ve Hettra Adaları benim egemenliğimde..." Derin bir nefes aldı. "Sorun şu ki, son üç gecedir iki adada büyük beyaz bir ışık ile aydınlanıyor, ışık denizin altından gökyüzüne yükseliyor ve sonra bir ses, ışık üzerimize geliyor, ona bir rüzgar eşlik ediyor. Adalar birbirinde uzak fakat bunu sizde yaşamış olmalısınız, bunu Elflerden tut diğer tüm diğer ırklar görmüşlerdir, bir şeylerden şüphelenmeye başladım. Yardıma ihtiyacım var...."
Söylenenleri dikkatle dinleyen Paxnora volta atmayı keserek ellerini belinde kavuşturdu. Gözlerini kısarak Midkema'yı süzdü ve ardından zihninden geçenler ağzından birer birer döküldü. "Evet söylentiler aldı başını yürüyor. Ben henüz bu olaya tanıklık etmiş sayılı kişilerden biri değilim fakat bir çok kişiden aynı şeyleri duyduğumu söyleyebilirim. Benim de gelip sana yardımcı olmamı istersen, seve seve gelirim dostum."
Midkema tahta kapıyı araladı ve adımını uzanan denizi izleyen sura attı. Duvarlar yüksekti, Bone en güvenli ve gelişmiş karakollarından birisi olarak kabul görmekteydi. Ellerini duvara dayadı ve güneşin doğuşunu izlerden konuşmaya başladı. "Daha kesin bir şey yok, lakin adalar kimsenin umurunda değil. Adalar Tanrısının bile umrunda olduğunu sanmıyorum. Karşımızda ne var onu da bilmiyorum. Afet Tanrısı veya Tanrıçasının bir oyunu olabilir. İşlerimizi zorlaştırmak için ellerinden geleni arkasına koymuyor."
"Bak dostum, Bone bölgedeki en gelişmiş sığınaklardan birisidir ve bugüne kadar burada hiçbir şekilde ilginç sayılabilecek bir olay dahi gerçekleşmedi. Burada kalarak bana yardımcı olabilirsin." Paxnora, kapının yanında ayakta duran Midkema'nın yanına gelerek havanın renk değiştirmesini izlemeye koyuldu. Esmekte olan rüzgar bedenini okşamaktaydı.
Midkema eski dostuna alaycı bir gülümseme gönderdi. "Bone hakkında söylediklerin... iyi, hoş fakat," dedi ve adanın ormanlarına doğru baktı, parmağını o yöne uzattı. "Ada çok küçük, ben sadece burada saklanabilirim, haklısın. Lakin benim egemenliğimde olan adalarda yaşam var, iki adada yüzlerce renkli gözlü insan yaşamakta," iç geçirdi. "Buraya sığmamız imkansız. Adalarıma haftada beş yeni renkli gözlü çocuk gelmekte, biliyor musun? Nereden bilebilirsin ki. Her biri adaya sakat olarak ayak basıyor."
"Senin egemenliğindeki adalar hakkında elbette bilmediğim çok şey var Midkema fakat ikimizin de bir çok ortak yanı var, bunu biliyoruz." Odadaki mumlar etrafına titrek ışıklar saçmaya devam ediyordu. Paxnora Rizolin derin bir nefes aldı ve tekrar konuşmaya başladı. "Toparlan Midkema, gidiyoruz. Bu ilginç şeyleri araştırmak bizim görevimiz."
Mavi gözlerinden mutluluk okunuyordu Midkema Boyeus'un. "Dövmen halen duruyor kardeşim," diye sordu Paxnora'ya. Bileğini örten cübbenin ucunu yukarıya çekti ve dövme orada duruyordu. "Dunnatla'nın gözü, benimkisi burada eskisi gibi, seninkisi nerede?" Sersem sersem gülümsedi. "Ah bu arada unutmuşum, adamlarm aşağıda handa, yiyip içip senin hesabına yazıyorlar, yandın kardeşim," bir kahkaha patlatıverdi, tüm Bone bu gülüşü duymuş olmalı ki, handan kaba ve abartılı kahkahalar yükseldi.
"Dövmelerimiz bizim onurumuzdur kardeşim. Onlara zarar gelsin istemeyiz değil mi? Dostluktan daha değerli hiçbir şey yokmuş, bunu bugün bir kez daha anladım sevgili dostum. Seninle konuşmayı özlemişim. Bugünü Bone'de geçirip akşamüstü yola çıkalım Midkema, ha ne dersin?"
''O halde bizde aşağıya inelim; bütün gün şarap ve bira içelim!'' Bunu söylemesine rağmen Midkema o kadar merdiveni nasıl ineceği için korkmuştu, zemin ve zirve arasında toplam sekizyüzonsekiz merdiven vardı. Nefret Tanrısı Dunnatla Gvendolyn'den kaçtığı zaman bu yaştaydı. Midkema kolunu Paxnora'nın omuzlarına koydu ve merdivenleri birer ikişer inmeye başladılar. Güneş tüm yarım küreyi, Gradbone Adasını her zaman ki ihtişamı, merhameti ve cömertliği ile selamlıyordu...
Renkli Gözlü Tanrı
Midkema ve Paxnora'nın dostlukları, Paxnora ve karakolda bulunan adamlarının dostluklarından çok daha eskiye dayanmaktaydı. Merdivenin son basamağına geldiklerinde güneş artık gökyüzünde tüm berraklığıyla görünmeye başlamıştı. Yeni bir gün daha doğmuştu Bone Karakolunda. Paxnora, arkadaşı Midkema'nın gelmesine bir hayli sevinmişti. Sekiz yüz on sekiz basamağı inmek o kadar da kolay bir iş sayılmazdı ama yine de Paxnora buna alışkındı. Aşağıya inene kadar tam üç kez mola vermişler ve kahkahalar atarak sohbet etmeye devam etmişlerdi. İndiklerinde ise karakolu savunmakla görevli askerlerin handa eğlenmekte olduklarını görmüşlerdi. Midkema'nın ve Paxnora’nın adamları hep birlikte şarap ve bira içmekteydiler. Askerlerden çıkan kahkaha havayı yararak gökyüzüne doğru yükseliyordu. Paxnora Rizolin arkadaşı Midkema’nın sırtına bir şaplak vurdu ve, ''haydi gel, biz de katılalım, birazcık eğlenmek bizim de hakkımız öyle değil mi dostum?'' dedi.
Hanın kapısının küçük deliğinden renkli gözlü askerleri izliyordu Midkema. ''Girelim fakat, biliyorsun benim adamların ciddiyetten yoksun askerler, seninle konuşmak için yukarıya çıkarken, bir önlem almak zorunda kaldım ve hanın kapısını dışarıdan iple bağladım. İlk önce şunu kesmemiz gerek,'' dedi ve bir çakı çıkarttı. Çakı kapıdan sızan güneş ışınlarıyla parlıyordu. Midkema keskin çakıyı elinde döndürdü ve ipe değdirdi, ip salındı ve bir yılan gibi aşağıya düştü. ''Şunları korkutmaya ne dersin?'' dedi Paxnora'ya. ''Baksana hepsi şarap fıçısına dönmüşler, şimdi bir saldırı alsaydık sence neler yapabilirdi bizimkiler,'' delikten halen içeriyi süzüyordu.
Paxnora sırıttı. "Ah Midkema, mizah anlayışın hiç değişmemiş gerçekten." Şimdi o da kapı deliğinden renkli gözlü askerleri izlemeye başlamıştı. "Gerçekten bunu yapmak istediğini emin misin? Askerleri kandırmaktan bahsediyorsun, aslında eğlenceli olabilir. Dediğin gibi, şu an bir saldırı almış olsak acaba bizim sarhoş askerlerimiz buna karşı koyabilecekller mi? Her zaman savaşa hazırlıklı olarak eğitim alan askerlerimizi bir şaka anlayışına kurban giderek bizim için bir hayal kırııklığı yaratacaklar mı?" Bir kahkaha koyverdi Paxnora. "Eh, evet başlayalım."
Elini kılıcının kınına attı Midkema, kılıcı olan Parlakyıldız orada duruyordu. Rahatlamışa benziyordu, kılıcına ilk kez bu kadar uzun süre dokunmamıştı. ''Amaç mizah değil,'' dedi. Kapıya daha fazla yaklaştı ve elini delikten uzattı, bir eliylede Paxnora'nın koluna dokundu. ''Bak, orada oturan ve elindeki birayı dünyanın sonu gelmişte, bir daha bira içemeyecekmiş gibi kana kana içen benim oğlum Beuomid,'' Paxnora'ya gülümsedi. ''Onun ve diğerlerinin durumunu merak ediyorum, seninkiler zaten her gün eğitimdeler, bizim sadece bir kampımız var askerler için veya okul ne dersen de oraya. Orada aldıkları eğitim çok yetersiz geliyor bana,'' elini kılıcına attı. ''Hadi bakalım, kim ne kadar yaşlanmış ve kim ne kadar şey öğretmiş adamlarına,'' dedi ve hanın kapısına bir tekme attı.
Paxnora, Midkema'nın söylediklerini anlamış olduğunu ifade ederek başını aşağı yukarı salladı. Kılıcı Yürekdelen'i kınından çıkardı ve miğferini kafasına geçirdi. Üzerlerindeki siyah pelerinler ve yüzlerini örten demir miğferler sayesinde tanınmayacak haldeydiler. Midkema'nın kapıya sertçe vurmasının ardından savaş pozisyonu alan Paxnora, "ve başlıyoruz dostum," diye fısıldadı.
''Aaah,'' diye kükredi Midkema, bunu duyan Paxnora'da aynen öyle bağırdı. Handa uzun uzun uzayan masalar bulunuyordu, adamlar ne olduğunu anlayamadılar. Güneş pencerelerden içeriye sızıyordu. Beuomid aldırmadan birasını yudumluyordu, Midkema oğlunun bu sorumsuz haline karşı dayanamadı ve çakısını çektiği gibi kadehe nişan aldı, kadeh ortadan ikiye ayrıldı ve çocuğun elleri, masasının önü bira olmuştu. Sağ taraftaki masalardan bir hareketlenme doğdu, üç barbar görünümlü adam ayağa kalktı, gözleri mavi ve yeşil karışımı birşeydi. Midkema bu adamları tanımıyordu büyük ihtimal Paxnora'nın adamlarıydı. Sol taraftan bir hareketlenme oluştu bu sefer, işte bunlar Midkema'nın adamlarıydı ve şimdi iyice bir sopalanmaya ihtiyaçları var diye düşündü. Üzerine doğru ilk kılıç sallayan Arkom olmuştu, genç bir çocuktu. Midkema eğildi, saldırıdan kurtuldu ve arkasına düşen adamın sırtına bir darbe savurdu. Arkom yerdeydi. İkinci saldırı Terrk'den gelmişti, fakat bu kez Midkema'nın işi daha kolaydı. Terrk öyle sarhoştu ki kılıçını eline almadan hücuma kalkışmıştı. Lanet olsun, ben bunlara hiç birşey öğretememişim diye söylendi kendi kendine Mid. Adamın kıyafetinin ipini kesti ve Terrk yarı çıplak yere yapıştı. Bir diğeri Abonek'ti, Midkema kadar iri bir adamdı lakin o da içkinin etkisiyle neredeyse bu dünyada değildi, adamın bacağına bir ısırık yedirdi çakısıyla, adam bağırarak hanın dışına kaçtı.
Paxnora Rizolin handa olup bitenleri miğferinin arkasında bulunan yeşil gözleriyle dikkatlice süzmekteydi. Elinde kılıcı saldırmaya hazır bir şekilde bekliyordu. Midkema kendisini doğru hamle yapan adamları bir bir savuşturuyordu. Çakıyla ayağını yaraladığı adam ise handan dışarı biranın da etkiyle bağırarak koşa koşa çıktı. Ve şimdi kendisine değru gelen birkaç adam olduğunu fark etti. Askerler sarhoş oldukları için ikisini de tanımamışlardı. Kılıcıyla kendisine doğru hamle yapan adamın Zincor olduğunu fark etti. Zincor, Paxnora'nın sağ koluydu ve Bone karakolundaki kendisinden sonra en deneyimli ve tecrübeli askerdi. Tek bir hamleyle Zincor'un elindeki kılıç havaya savruldu ve daha kılıç yere düşmeden, Zincor yerdeydi. Gözlerini açmakta dahi zorlanıyordu. "Tamam, tamam! diye kükredi Paxnora. Başındaki miğferi çıkardı ve siyah pelerinini açtı. "Sizi sersemler, çabuk toparlanın! Daha yapacak çok işimiz var, eğlenmeye sonra da vakit ayırabilirsiniz." Miğferin ardındakl yüzün Paxnora'ya ait olduğunu gören askerler birer birer masalardan kalkmaya başlamışlardı şimdi.
Miğferi yeterince boğmuştu Midkema'yı o da çıkardı bunun üzerine. Paxnora'nın ciddiyet kokan sert sözleri üzerine han hareketlenmişti. Midkema oğluyla göz göze geldi, Beuomid gözlerini ondan kaçırıyordu. ''Git ve Abonek'i bul sonrada iki kat yukarıdaki şifacının yanına götür,'' diye bağırdı. Beuomid yavaş yavaş ayağa kalktı, ''Hızlı,'' diye bağırdı Midkema. Çocuk masanın üzerinden atladı ve babasının önüne geldiğinde yine babası gibi mavi gözleriyle ''Tamam,'' dediği belli oluyordu. Bunu söylememişti fakat öyle bir bakış atmıştı. ''Sizlerde kalkın artık, içki içmek yok! Mavi gözlü dev Dunnatla sizi görseydi, nefret ederdi!'' Paxnora'ya döndü, ''İyi işti dostum,'' dedi. ''Şimdi konuşmamız gerek, senin ve benim adamlarım toplu olarak.'' Hanı şöyle bir süzdü. ''Sanırım hepsi burada değiller, bu kadar az olduğunuzu bilmiyordum. Diğerleri neredeler? Ben atlara bakmaları için iki-üç kişi görevlendirmiştim,'' Jospe'ye döndü ve ''Gidip atlarla ilgilenen adamları çağır, çok önemli bir konu konuşmamız gerek.'' Tüm bunları bitirdiğinde Midkema'nın sarı saçları boncuk boncuk ter dolmuştu.
Karanlıktan Gelenler
Midkema'nın sağa sola savurduğu emirleri yerine getirmek için askerler bir hayli hızlı hareket etmeye başlamışlardı şimdi. Paxnora Rizolin ise kendi adamlarına emirler vermeye başlamıştı. Handaki hareketlilik birkaç dakika içinde hat safhaya ulaşmıştı. Tahta masaların üzerindeki bira şişeleri kalkıyor yerini tekrar su fıçıları alıyordu. "Birazdan herkes toplanınca tanık olduğun olayı bir kez daha anlatmanı istiyorum Midkema. Çok ciddi şeyler doğabilir bu olayların altından." dedi Paxnora.
''Anlatmaya gerek yok ki dostum,'' dedi gülümseyerek Midkema. ''Siz bu adada bayağı geriden gelmektesiniz sanırım,'' bir kahkaha patlatıverdi, gülümsemenin üstüne. Bir ıslık çaldı, masalardan birinde önünde kağıtlar olan biri kafasını kaldırdı. ''Moore,'' Adam oturduğu yerden kalktı, hareketlerine ve yürüyüşüne bakılırsa diğer adamlar gibi sarhoş olmamış diye düşündü Mid. Koltuğunun altında beyaz kağıtlar duruyordu. Moore, Midkema'ya baktı. Midkema gözleriyle Paxnora'yı işaret etti ve kağıtları ona uzatmasını söyledi. ''Bak, bunlar çizimler, renklendirme kullanmadık zaten kullanmaya gerek yoktu. Burnumu dahi göremediğim karanlık bir gece ve beyaz bir ışık, evet son üç günün gece olaylarının tüm kayıtları bu çizimlerde.''
Paxnora hayretler içerisinde Midkema'ya baktı. Ardından kağıtları alarak şaşırtıcı gözlerle izlemeye koyuldu. Baktığı çizimi kağıtların en altına koyuyor ve sıradaki çizime göz atıyordu. Kağıtlar değiştikçe Paxnora'nın gözlerindeki ifade de değişiyordu. "Bu-bunlar çok ilginç dostum. Ama nasıl olur, bu ışık huzmelerinin kaynağı ne olabilir? Çok tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız kadim dostum Midkema."
Hanın kapısı vuruldu ve içeriye gölgeler düştü, gelenler Beuomid, Abonek, Jospe ve atlar için görevlendilen adamlar Mysanki, Goff ve Porsen'di. Abonek'in bacağı topallıyordu ama buna alışkın olduğu için pek zorlanmıyordu. Bir kaç kere bacağı bıçaklanmıştı, hatta bir keresinde bir barbar gemisine yapılan baskında üç ok saplanmıştı. Mysanki ona yardım ediyordu, onun koluna girmişti her ikiside yeşil gözlüydü, sakalları hafif turuncuya çalmaktaydı. Midkema, Paxnora'nın yanından ayrıldı ve hanın bahçesine çıktı, aynı zamanda Borne Karakolununda bahçesiydi burası. Kollarını birleştirdi ve sağ eli sol pozusunu, sol eli ise sağ pozusunu tutmaktaydı. Aniden bir rüzgar esti ve esrarengiz bir ıslık çaldı, ıslık bir şarkı gibi fısıldıyordu, bu rüzgarın sesiydi. Bir şeyler ters gidiyordu, karakolun altı kayalıktı ve kayalıklara dalgalar çarpıyordu, bu Gradbone Adası için olağan bir durumdu lakin bu kadar güçlü ve ölüm kokan bir fırtınayı beklemiyordu Mid.
Midkema'nın handan çıkışından bir süre daha içeride kaldı Paxnora. Bir sandalye çekip oturdu. Halen daha elindeki kağıtları incelemekteydi. Bir süre gözlerini kapatıp düşünmeye çalıştı ama handaki yüksek miktardaki ses düşünmesine engel oluyordu. Kıyıya vuran dalgaların sesi de bir hayli fazlaydı. Bir bardak su doldurup içtikten sonra Midkema'nın yanına gitmek için ayağa kalktı. Tam o esnada karşı masada Matrijyen ve Liamson'un oturduğunu gördü. Yanlarından geçerken ikisine de bir görev verdi. "Liamson sen bütün atları kontrolden geçir, Matrijyen sen de cephaneliklere bir göz at bakalım. Bugün içimde kötü bir his var." Ardından hanın bahçesindeki Midkema'nın yanına gitmek için hanın kapısından dışarıya adımını attı.
Uçuruma yaklaştı Midkema, sanki onu bir şeyler suya doğru çekmekteydi. Güneş gitmişti, yerini karanlık, kasvet dolu bulutlar almıştı, onlara göz gezdirdi Mid. Uçurum ve bahçeyi ayıran küçük bir sur vardı o bölgede, gitti ve ellerini duvarların üzerine koydu. İşte o an, her zaman ki gibi oldu, deniz kabardı, mavi olan su beyaza dönüyordu. Şimşekler çaktı, bir şimşek ormanlık alana düşmüştü. Gökyüzü bir anda kırmızı ve sarının çok fazla açık bir tonuna büründü, sonra tekrar karardı. İlk kez böylesi oluyor diye düşündü Mid. Tam karşıya baktığı vakit, oralarda hiç olmayan bir ada belirdi, daha doğrusu adalar topluluğuydu. Üç tane ada vardı, biri Gradbone kadar büyük ve genişti ve tam orada duruyordu, bir sağ tarafında küçük bir ada, bir sol tarafında ikisinin orta büyüklüğünde bir ada yer alıyordu. Arkasına döndü Mid, Paxnora duruyordu hanın eskimiş, rüzgarla sallanan kapısının önünde. O da bu akıl almaz olayı, ağzı açık bir biçimde seyre dalmıştı. Midkema tekrar önüne döndüğünde, adaların kıpırdadığını, suda yüzdüklerini gördü. Bir sis bulutu girdi görüş alanına, sonra sis bulutunun içinden Gvendolyn'de görülmemiş konuşulmamış gemiler doğdu. Üzerlerine doğru gelmekteydiler, Gradbone Adasına doğru...