Kayıt Ol

Milyarların Savaşı

Çevrimdışı HighLord

  • **
  • 244
  • Rom: 5
  • Dragonborn
    • Profili Görüntüle
    • Kotalılar Vakfı
Milyarların Savaşı
« : 14 Ağustos 2012, 16:12:08 »
Arkadaşlar, bu benim foruma yazdığım ilk hikayemdir. Umarım beğenirsiniz. Eleştirilecek çok noktası olduğunu biliyorum. Sizin sayenizde elimden geldiğince hikayemi düzenleyeceğim.

Zaman ayırdığınız için teşekkürler. Keyifli okumalar.. :)



MİLYARLARIN SAVAŞI

BÖLÜM 1

'Ji-Sung ! Ji-Sung ! ' dedi sağ tarafındaki birisi. Bir yandan da bir el Ji-Sung'un sağ omuzunu ileri geri ittriyordu. Ji-Sung sol yanağının üzerine yatmıştı ve salyası da sol yanağının alt kısmına iğrenç bir ıslaklık vermişti. Ayrıca berbat kokuyordu.

Çocuk gözlerini faltaşı gibi açıp bir anda doğruldu ve sağ üst tarafına baktı. Biyoloji öğretmeni.. 'Hasstt...' dedi içinden. 40'lı yaşlarındaki erkek öğretmenin saçları biraz kırlaşmıştı. Yüzü kırışıklık içerisindeydi. Sakalı yok denecek kadar azdı.Gözlükleri kare biçimindeydi. Yüzünde sert bir ifade vardı.

'Tahtaya kalk bakalım. Koyun seyrederken dersten bir şeyler kaptın mı görelim.' dedi öğretmeni ve geriye doğru yürüyüp arka duvara yaslandı. Öğrencilerin yüzünde gülümseme vardı. Ji-Sung yanındaki Kim Woon'a bakıp 'Ne gülüyon be !?' bakışı fırlattı ve ayağa kalkıp tahtaya doğru yürüdü. Aha ! Bugün sözlü günüydü ve adamımız tüm gün Skyrim oynamıştı !

Tahtanın önünde utançtan başını yere doğru çevirdi. ' Kafanı kaldır, Ji-Sung. ' dedi öğretmeni doğal olmayan yumuşak bir sesle. O da mahçup bir şekilde kafasını kaldırdı. İşte şimdi soru geliyordu : ' Midenin salgıladığı hormonlar nelerdir ? ' dedi öğretmeni vahşi bir gülümsemeyle birlikte. Gülümsüyordu çünkü intikam vakti gelmişti.

'Eyvaah. Şimdi b*ka bastık işte !' dedi Ji-Sung içinden. Etrafına bir umut bakındı ama kimseden cevap gelmiyordu. Sadece gülümseme.. ' Tamam notun belli oldu. Anlaşılan koyunları pek iyi sayamamışsın. ' dedi öğretmeni alaycı bir ifade takınarak. Ji-Sung içindeki hüzün ve kırgınlık parçalarıyla birlikte yerine oturdu.

Aslında bu tür duyguları yaşamaya gerek yoktu. 'Sevmiyorum işte biyolojiyi ! Zorlamı arkadaş ? ' dedi kendi kendine.

Neyse şimdi eğlenme zamanıydı. Bazı öğrenciler de aynı duruma düşecekti ne de olsa..

***

Öğleden sonra okul bitti ve bir b*ktan günün bittiğine herkes şükretti. Defterlerini,kitaplarını ve kalemlerini doldurup çantasına doldurdu ve çantasını omuzladı. 'Anneme, babama nasıl söyleyeceğim 5 dersten çaktığımı ya !? '    diye serzenişte bulundu. Ama bunu fazlaca sesli söylemiş olmalıydı ki Kim Woon ona gülümseyip yanına geldi.

' Notlar di mi ? ' dedi Kim Woon. Saçları kahverenydi ve kirpi gibiydi. Zayıf biriydi ve buğday tenliydi ve ayrıca dişlekti. Tipinden haylazlığı okuyabiliyordunuz. ' Aynen. ' dedi Ji-Sung biraz sıkıntıyla. ' Sen düzeltirsin be koçum. Benim gibi değilsin.' dedi Kim Woon neşesini koruyarak. Bir insan hiç neşesini kaybetmez mi ?

' Ya ya tabii..' dedi Ji-Sung. Ve böylece havadan sudan muhabbet ettiler. Ji-Sung muhabbete pek katımadı tabii. Kim Woon yine her zamanki gibi boşboş konuşuyordu. Gürültü girliliği resmen.. Ve sonunda yol ayrımı geldi. Ji-Sung şöyle bir elini sallayıp yoluna devam etti.

5 dakikalık bir yürüyüşün ardından evine vardı..

***

Anahtarı anahtar deliğine sokup açtı. İçeriye girdi ve kapıyı örttü. Evde hiç kimse yoktu. Halbuki bu saatlerde annesi hep evde olurdu. Acaba bir işi mi çıkmıştı ?

'Anne ! Ben geldim !' diye seslendi annesine Ji-Sung. Ama etrafta çıt yoktu. Mutfağa, yatak odasına, salona baktıysada hiç bir şey göremedi. Ama  evin giriş kısmında ayak izleri vardı. Takunyaya benziyordu. Ve o izler merdivenden yukarı doğru gidiyordu. Hemen merdivenleri çıktı. İz kendi odasına gidiyordu. Odaya baktı. Bakmaz olaydı.

Annesinin bedeni bir sürü parçaya ayrılmış şekilde yerdeydi. Odanın içi tamaıyla kan göleti olmuştu. Sinek vızıltılarıyla birlikte etrafa çok kötü bir koku hakimdi. Ceset ! Annesinin ceseti !
Yalpalayarak odaya girdi ve çökünce kusmaya başladı. Ve ağladı. Ellerini annesinin kanlı saçına götürdü ve kokladı. Kan kokusuyla birlikte hala yıkandığı şampuanın kokusu vardı. Ve ayrıca annesinin has kokusu. Sadece Ji-Sung ayırt edebilirdi bunu. Tanrının lütfuydu ona gelen.

Ölümcül bir sessizlik oldu. Bu süre içerisinde doğal olmayan bir şekilde hava kararmaya başlıyordu. Halbuki daha öğlen saatleriydi.   Ayak sesleri duymaya başladı. Birisi merdivenden yukarı çıkıyordu. Ve onu gördü.
Siyahlar içerisinde bir adamdı. Sadece gözü görünüyordu. Soğuk ve ölümcül bir göz..

' İşte, buradasın ! Annenin cesedini mi gördün ? Vah vah ne yazık. Ama zaten şimdi sen de onunla birkikte cehennemi boylayacaksınız.' dedi adam. Ağzı da örtülü olduğundan sesi boğuk geliyordu.

' Neden ? Neden bunları bize yapıyorsun ?' dedi Ji-Sung ağlamaklı bir sesle.

' Çünkü sen ve ailen tehlike oluşturuyor. Bize karşı. Tanrıların lütfu herkese dağıtılıyor. Büyük bir savaş patlak vermek üzere. ' dedi adam. ' Ama sonuçta öleceksin. Daha fazla konuşmanın bir manası yok.'

'Ama.. ' sözünü söylerken adam ayağını betona vurdu. Beton kütlesi anında havaya kalktı. Adam ayağının iç kısmıyla o kütleyi Ji-Sung'a fırlattı.

Sonu gelmişti..

Edit : Yazım hataları

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Milyarların Savaşı
« Yanıtla #1 : 14 Ağustos 2012, 19:23:40 »
Hikaye anlık değişimlere uğramakla birlikte, bölümler hızlı bir şekilde geçiştirilmiş. Tasvirlere biraz daha dikkat etseydin, daha iyi olabilirdi.

Bunun dışında konusu sıradışı olmasa da, güzele benziyor. Sadece imla kurallarına karşı biraz daha özverili olmanı sana tavsiye edebilirim. Eğer word'de yazıyorsan, kelimelerin altında oluşan kırmızı veya yeşil çizgilere dikkat etmekte yarar vardır.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı HighLord

  • **
  • 244
  • Rom: 5
  • Dragonborn
    • Profili Görüntüle
    • Kotalılar Vakfı
Ynt: Milyarların Savaşı
« Yanıtla #2 : 15 Ağustos 2012, 12:55:08 »
Hikaye anlık değişimlere uğramakla birlikte, bölümler hızlı bir şekilde geçiştirilmiş. Tasvirlere biraz daha dikkat etseydin, daha iyi olabilirdi.

Bunun dışında konusu sıradışı olmasa da, güzele benziyor. Sadece imla kurallarına karşı biraz daha özverili olmanı sana tavsiye edebilirim. Eğer word'de yazıyorsan, kelimelerin altında oluşan kırmızı veya yeşil çizgilere dikkat etmekte yarar vardır.

Hikayenin anlık değişimlere uğraması benim sanırım konuyu hızlı geçiştirip bitirme isteğimden kaynaklanıyor. Ama bunun da hikayenin zevkini baltalayacağını anlıyorum şimdi. Bundan sonra zevkini çıkara çıkara ilerleteceğim. Yavaş yavaş..

Tasvir konusu benim en çok sıkıntı çektiğim nokta. Yani ne kadar kafamda oluşturmaya çalışsam da bir türlü o anı anlatabilecek düzgün bir tasvir gelmiyor aklıma. Bu sorunu da nasıl atlatacağımı bilemiyorum doğrusu.

Elimde Word yok. '.rtf' adlı uzantıyı kullanabiliyorum Windows 7'de. Ama onda da bahsettiğin kırmızı veya yeşil çizgi yok maalesef. En kısa sürede Word'ü yüklemeye çalışacağım.

Değerli vaktini ayırdığın için teşekkür ederim Raisor. :)

Çevrimdışı HighLord

  • **
  • 244
  • Rom: 5
  • Dragonborn
    • Profili Görüntüle
    • Kotalılar Vakfı
Ynt: Milyarların Savaşı - Bölüm 2
« Yanıtla #3 : 17 Ağustos 2012, 17:17:05 »

MİLYARLARIN SAVAŞI

BÖLÜM 2

Güneş taş evin taşlarının arasından nokta şeklinde vuruyordu. Sabahın erken saaatleri olmalıydı. Sadece horozların sesi duyuluyordu bu izbe ve sessiz yerde. Ve sesler yankılanıyordu vahşi doğanın ötesine doğru.

Bu sesleri duyan Abdülkader yatağından yavaşça doğruldu. Güneş'in noktacıkları yüzünün ve vücudunun farklı yerlerine vuruyor, siyaha dönük tenini aydınlatıyordu. Ama güneş gözlerini rahatsız etti, yere doğru baktı.

Yatağının yanındaki çarık toz içindeydi. Yıkanmadan yattğından dolayı yatağının üzerini kahverengi bir toz tabakası kaplamıştı. Üstündeki beyaz t-shirt kullanılmaktan dolayı artık yıpranmış, üzerini türlü lekeler kaplamıştı. Toprak,çamur,tezek.. Ne ararsanız..

Bugün canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Üzerindeki yorgunluk buhranını hala atamamıştı. Ama yapmak zorundaydı. Ekmek parasıydı bu. Etrafta sersefil sürteceğine eziyete katlanıp helal para kazanması yeğdi.

Ayağına çarığını giydi ve ayağa kalktı. Bugün güdülmesi gereken bir sürü koyun vardı. Tahta kapısını açıp dışarıya çıktı. Sıcaklık kavurucuydu, adeta bir ejderha nefesini buraya doğru üflüyor gibiydi. Dışarıya çıktığı saniyeler içerisinde Abdülkader'in vücudu ter içinde kaldı.  Daha sabah saatlerinde bu sıcaklık son derece anormaldi. Bugün anlaşılan butün günlerden daha sıcak olacaktı. Cehennem azabı gibi..

Mandıraya gidip kapıyı açtı. Mandıranın üstü açıktı koyunlar istediği gibi kaçabilirdi. Fakat yoğun sıcaktan onlar da bezmiş olmalı ki yerde hala yatıyorlardı.

Abdülkader evine gidip yerdeki kovayı aldı. Yakınlardaki çeşmeden su alacaktı, böylece hayvanlar biraz olsun dirilebileceklerdi. Çeşmeye koşar adımlarla gitti. Su çok az akıyordu. Muhtemelen bir hafta içerisinde köyde su kalmayacaktı. Var olan su ise sımsıcaktı zaten.

Suyun dolmasını beklemek uzun sürecekti bu yüzden çeşmenin kenarına oturup bekledi. Sağ elinin baş parmağıyla toprağa doğru çember çizer gibi bir hareket yaptı. Topraktan çember şeklinde bir yığın çıktı, saat yönünde dönüyordu. Abdülkader sağ elinin parmaklarını önüne doğru çevirdi ve avuç içini geriye doğru ittirdi.

Elini ilk önce geriye sonra hızlıca ileriye doğru ittirdi. Çember şeklindeki yığın hızlıca ileriye doğru uçtu ve bir süre sonra irtifa kaybederek yere düştü.  

Bir kez daha yapmıştı bu ucube hareketi. Kendine söz vermişti oysa ki, bir daha yapamamak üzere yemin etmişti !  Bu özelliğe ona kendisini bir ucube olarak göstermişti. Çünkü artık insandan farklı bir şeydi, bir canavara dönüşmüş olabilirdi. 'Çok saçma.' diye düşündü. Sonuçta hala insan formundaydı.

Musluğun altında dolan suyun şırıltısıyla birlikte hülyalara daldı Abdülkader. Çocukluğunun getirdiği o lanet günlere doğru..

***

Abdülkader köyün içerisindeki pazar kalabalığının gürültüsü altında arkadaşlarıyla birlikte şen şakrak yürüyordu. 8 yaşında bir çocuktu. Kafasında saç yoktu, doğduğundan beri kafasında hiç saç görmediğini söylerdi annesi. Çocuklar birden karşılarında kırmızı renkli bir plastik top gördüler. Uzun zamandır hasretlerdi böyle topa.

Böylece bir plan yaptılar. 5 kişilik gruptan 2 kişi pazarda top satan adamı oyalayacak ve başka yere götürmeye çalışacak, 3 kişi ise topu tezgahın önünden alıp kaçacaklardı.

Plan işledi. Ama bir terslik vardı. O 3 kişi topu alıp kaçarken Abdülkader ve arkadaşı uzak bir yere götürememişlerdi adamı. Adam arkasına bakıp topla birlikte çocukların sevinçli çığlıklarını attığını duydu. Sonra bizimkilere döndü, yüzü sertleşmişti. Arkadaşı korkuyla kaçarken Abdülkader olduğu yerde kalakalmıştı. Yüz ter içerisinde kaldı, gözleri ağlamaklı oldu.

'Muhammed ! Şu tezgaha biraz sahip çık !' dedi biraz uzağındaki adama.

'Tamam abi meraklanma sen.' dedi Muhammed isimli adam.

Böylece adam Abdülkader'i giysisinin arka kısmından tutarak başka bir yere götürdü. Türlü türlü sokaklardan geçtiler. Ve en sonunda köyün dışındaki çeşmeye ulaştılar. Burada hiç kimse yoktu, in cin top oynuyordu.

' Sana savaşta ihtiyacımız var, evlat. Böyle bakma. Gizliden gizliye adam topluyoruz. Gelecekte patlak verecek savaşta kazanan biz olmalıyız ki Dünya'yı hükmedebilelim. Biraz acı verecek. Sabret. Sabrın sonu selamettir. ' dedi adam ona.

Sonra sol eline baktı. Sol eli kuma dönüşüyordu, toz parçacıkları adamın etrafında dönüyordu. Adam sağ eiyle Abdülkader'in sol omzundan tuttu, kaçamasın diye. Böylece sol elini yumruk yapıp çocuğun göbek deliğinden soktu. Çocuk acı çığlıklar atmaya başlayacaktı ki adam onun ağzını sağ eliyle sımsıkı kapadı.

Çocuk bir süre sonra kıpırdanmayı kesti, gözleri kapandı ve başı aşağıya düştü.

Yerde kan bile yoktu.    



Çevrimdışı Ejderfelaketi

  • **
  • 359
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Milyarların Savaşı
« Yanıtla #4 : 28 Ağustos 2012, 15:25:57 »
İlk hikayende yazım hataları vardı ama onlar önemsizdir. Çünkü her yazarın eserleri onlarca kez kontrolden geçirilmese eminim bu hatalar olur. "Doldurup çantasına doldurdu" cümlen anlam olarak galiba tek yanlış cümlendi.

Tasvirle ilgili soruna gelince. Bir anı uzatmalı ve fiilimsileri (özellikle sıfat-fiili) kullanmalısın. Orada öğretmeni tasvir etmek için bir sonraki cümleyi kurman anlatım akışını bozuyordu. Onu yerine "tıraşlı çenesi beyazlaşmaya başlamış saçı ile kırk yaşını yeni doldurmuş öğretmeni Ji-.Sung'a seslendi" desen anlatım akışın bozmazdın.Kitap okurken Türk yazarların nasıl yaptığına dikkat edersen senin için daha faydalı olur. -Hiç bir çevirmen cümlelere, kendi kitabını yazan bir yazardan daha fazla dikkat göstermez.
Kumarı sadece oynatanlar kazanır sadece oynatanlar