Kayıt Ol

Gvendolyn Öyküleri

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Gvendolyn Öyküleri
« : 23 Ağustos 2012, 03:22:41 »
Pax Parlistan Düşüşü Öyküleri

Büyük bir patlama, evrenin bir bölümünü Büyük Diriliş'ten sonra ilk kez böylesine aydınlatan bir patlama. Her şeyin başı olan Kastel Alasis'in, Pax adını verdiği her galaksiyi kontrol eden, oğullarından olan, Alasis'in Nöbetçisi Parlistan kendisinin sorumlu olduğu Yeryüzü Liten'in sonunda tüm bu vahşete dayanamayıp yoketmişti, Paxlar ve Yeryüzü aynı anda doğar ve aynı anda solup giderlerdi. Pax Parlistan için artık zamanın sonu anlamına geliyordu bu. Pax Parlistan'ın bedeninden dışarıya fışkıran beyaz aura, gezegeni Liten'in parçalanışı esnasında çıkan toz bulutu ile birleşmiş komşu galaksilere dağılmıştı. Parlistan'ın ruhu ise oniki milyar sene boyunca koruduğu, gözetlediği, adalet sağladığı Liten'in evrenin aşağısına düşüşünü izliyordu,izliyordu,izliyordu. Beyaz ışık bir anda kayboldu ve Parlistan'ın ruhu uçtu. Zaman kavramı farklıydı, yeryüzündeki zaman ile Paxlar ve Tanrı'nın zamanı farklıydı. Bu Paxlar için çok zordu, işleri çok zorlaşıyordu, sonuçta kendileri ile aynı zaman kavramı yoktu yeryüzündeki canlılar arasında. Lakin, tüm Paxlar sorumluluğu verildiği yeryüzünü, gezegenleri başarıyla gözlemliyor ve işler karışınca bir insan bedeni içinde yeryüzüne uçup adaleti sağlıyor veyahut sorunları çözüyorlardı. Sonunda vardı Kostenlo galaksisine Pax Parlistan'ın ruhu. Kostenlo evrenin ortasıydı, evrenin en büyük en verimli yeryüzüne sahipti. Gezegenin adı ise Kosten idi. Bu kadar gözde olmasının tek sebebi burasının sorumluluğunun her şeyden önce var olmuş olan Tanrı Alasis'ti. Pax Parlistan'ın ruhu geçerken gökten, Kosten gezegenindeki insanlar seyrediyordu o muhteşem Pax Parlistan'ın ışığını. Sonunda.... Işık gökyüzünde bir yere çarptı, sanki geri seker gibi bütün beyaz ışık karanlık evrene yayıldı. Evren tekrar aydınlandı. Pax Parlistan huzur içindeydi. Herşeyin başladığı yerde. Şimdi ruhu vardı.
 
Büyük Diriliş'ten sonra, yaklaşık onüç milyar sene sonra ilk kez bir Pax ölüyordu, gezegeniyle birlikte. Zaman Kuralları vardı evrende ve bunu bizzat Kastel Alasis hazırlamıştı. Paxlar, Alasis'e, Kastel'de derdi. Gvendolyn dilinde Kastel, ''Hayat veren'' anlamına gelmekteydi ve bu dili tüm evren konuşurdu. Gvendolyn evrenin her yerine verilen isimdi, nerede olursan ol, ister Kostenlo galaksisindeki Kosten'de, ister Rachel galaksisindeki Achel'de, ister Pax Parlistan'ın ruhunun geldiği gibi Litennes galaksisindeki Liten'de ol. Orası Gvendolyn'di. Kastel Alasis yaklaşık kırkyedi milyar senedir evrende idi. Binlerce olay yaşamıştı fakat ona yemin etmiş bir Pax'ın ölümü onu şoke etmişti. Pax'lar inanılmaz varlıklardı. Kastel Alasis'in kudretleri kadar güçleri yoktu. Lakin, onun yarısı kadar güçü ve zekaları vardı. Evrenin Alasis'ten sonra doğmuş varlıklardı onlar. Alasis, kendine benzer yarattı onları. Cinsiyetleri yoktu, suratı yoktu, kolları yoktu, sadece bembeyaz bir ışık ve bir galaksiyi kontrol edebilecek kadar zekaları ve güçleri vardı. Onlarda Alasis gibi insan ve başka bir varlık şekline girip iniyordu yeryüzüne. İnsanların onlardan korkmaması için yapılıyordu bu. Zaten sadece insanlar korkardı onlardan, diğerleri hemen anlardı yaratıcının geldiğini fakat... İnsanlar farklıydı. İnsanlar açgözlüydü, insanlar amaçları uğruna Tanrı'sını satardı. Belkide onlara can vermemeliydi. Taş olarak kalmaları daha iyi olabilirdi. Alasis ilk günü hatırladı yine. Pax Palistan ve nicesine can verdiği günü.....
 
Kırkyedi milyar sene önceydi. Evren bomboştu, tam ortasında inanılmaz ve akılalmaz bir ışık yükseliyordu. Tüm evreni aydınlatıyordu bu ışık. O herşeyi görebiliyordu, lakin görülecek pek birşeyde yoktu. O zaman ne gezegenler vardı ne de Pax'lar. Sadece bir tek tanrı vardı. Her şeyin yaratıcısı Kastel. Kastel evrende yapayalnızdı. Evren sadece maddeden ibaretti. Kastel artık bir şeyleri değiştirmenin vaktini geldiğini anladı ve duyguları yaratmaya başladı. Belki de yaratmakta en çok zorlandığı şeylerdi bunlar. El ile tutulmasa, göz ile görülmese bile. Yarattığı duygulardan kendisi de etkileniyordu ve git gide güçlerini kaybediyordu. En sonunda bütün duyguları yarattı. İşi bittiğinde içinde mutluluk hissetmişti. Böyle bir şeyi daha önce hiç yaşamamıştı. Artık Kastel hissedebiliyordu. Kastel yarattıklarından gurur duymuştu. Mutlu olmuştu, sevinmişti. Lakin, birşeyler eksikti. Sanki kendini kontrol edemiyordu. Daha sonra bütün duyguların kendi bedenine işlediğini ve onu sürekli zayıflattığını farketti. Bu duyguları kendinden uzaklaştırmalı ve bir yere gizlemeli miydi? Ama nasıl? Kastel ilk defa kendini çaresiz hissediyordu. Her şeyin yaratıcısı kendini çaresiz hissediyordu. Duygular Kastel'i, Baş Tanrı'yı, Her Şeyden Önce Var Olan'ı bile dize getirmeyi başarmıştı.


Gnilwor Yıldızları Yükselişi Öyküleri

Kastel bu duyguları yok edemeyeceğini biliyordu. Ortadan kaldıramazdı bunları hiç var olmamış gibi. Çünkü onlar maddesel değildi. Hepsi ama hepsi saf enerjiden oluşuyordu. Kastel düşündü. Seneler seneleri kovaladı. Düşünerek tam tamına otuzdört milyar sene geçirdi. Yarattığı duyguların niye onu etkilediğini anlamaya çalıştı. Sonra çözümü yine kendinde buldu. Kastel'in bedeni de maddesel değildi. Onun bedeni ruhtan oluşuyordu ve duygular ruhu etkisi altına alıyordu. Duygular sanki Kastel'i işgal ediyordu. Kastel Alasis duygulardan kurtulmanın yolunu bulmuştu. Ruh yaratacaktı. Duyguları da bu ruhların içine tutsak edecekti. Ancak beceremiyordu. Duygular onu o kadar zayıf bir hale getirmişti ki hiçbir şey yaratamıyordu. Lakin, hiçbir şey yoktan var olamazdı. Var olan da tamamen yok olamazdı. Son bir çaresi kalmıştı. Kastel ruhundan parçalar koparmaya başladı. Kendi ruhunu parçalıyordu. Bu ruh parçalarının her birine ''Pax'' dedi. Duyguların enerjisini Paxlara dağıtıyordu. Lakin, duyguları kontrol etmek zordu, duygular her insana eşit olarak dağılmamıştı. Artık her ruh kendine özel olmuştu. Herbiri harikulade idi. Lakin, hiçbiri öteki ile aynı değildi, fakat bir ötekisi ilede farklı değildi.
 
Kastel Alasis bütün duygulardan kurtulmuştu fakat artık Paxları kendisi değil sahip olduğu duygular yönetiyordu. Bu yüzden Kastel onlardan duyguları geri almak zorunda kaldı. Artık duyguları yoktu. En başa döndü Kastel, fakat Paxları yaratmıştı bu onu sevindirdi. Paxların ruhları evrende dolaşıyordu. Ruhlar Kastel'in önünde dönüp duruyorlardı. Paxlar dans edip şarkı söylüyorlardı sanki. Duygular tekrar Kastel'i etkisi altına almıştı. Kastel Alasis, Paxlar şarkı söyleyip dans eder gibi etrafında dönünce mutlu oldu, sevindi. ''Sonsuzluk ve ötesine'' bir mutluluktu bu. Fakat duygulardan kurtulmalıydı. Aynı işlemi tekrarladı Kastel, güçü kalmamıştı. Nerdeyse yok olabilirdi. Denedi, denedi ve oldu! Ruhu parçalara ayrıldı yine, her yere beyaz ışıklar saçıldı ve milyonlarca ruh tekrar evrende idi. Paxların ruhları daha büyüktü yada öyle görünüyordu. Tekrar denedi Kastel Alasis. İlk önce bütün canlılara bir beden yarattı. Ruhları farklı olduğu için artık her canlının bedeni de farklıydı. Ancak beden hiçbir işe yaramamıştı. Tam tersine canlılar artık maddesel gezegenler demüdahale edebilecekti. Kastel Alasis canlıların bir çoğu ile baş edemeyeceğini anladı. (İnsanlar, Eonlar, Ejderhalar, Nekroslar ve diğer tamahkarlar varlıklar.) Canlılardan kurtulması gerekiyordu. Bunun için galaksileri ve gezegenleri oluşturmaya başladı. Güneşi yok etti. Güneşe gerek yoktu, Kastel Alasis'in ışığı ve sıcaklığı tüm evrene yetebilirdi. Güneş'i gezegenleri yaratmak için kullanmak en akıllı davranıştı. Güneşten kopardığı parçalar ile yıldızları yarattı Kastel Alasis. Evrendeki tek ruhsuz varlıkları. Daha sonra evrendeki her şeyi kopardı, bütün maddeleri parça parça kullanarak gezegenleri oluşturdu. Ancak gezegenlerin düzeni çok karmaşık olmuştu. Kastel bu güçsüz bedeni ile hem gezegenler hem de evrenin geri kalanı ile ilgilenemezdi. Daha sonra gezegenlerdeki maddelerden özel ''Yıldızlar'' oluşturdu. Bu yıldızlar tümününe ''Gnilwor'' adını verdi Kastel Alasis. Gezegenlerin enerjisini bu Gnilwor'a aktaracaktı ve bu Gnilwor Yıldızları sayesinde gezegenler kendi düzeni içinde ömürlerini sürdürebileceklerdi. Açık Mavi Gnilwor'u aldı ve bütün hava olaylarının enerjisini ona aktardı. Koyu Mavi Gnilwor'u aldı gezegenlerde bulunan tüm suyun enerjisini ona yerleştirdi. Açık Yeşil Gnilwor'u aldı gezegenlerdeki tüm hayvanların enerjisini bu Yıldız'a koydu. Koyu Yeşil Gnilwor'u aldı daha sonra, tüm gezegenlerde bulunan ve yaşamı sağlayan bitkilerin enerjisini aktardı bunun içine bu sefer. Sırada Yıldız Beyazı Gnilwor'a gelmişti. Gezegenlerdeki elektriğin enerjisini bu Yıldız'a doldurdu. Şimşekler, yıldırımlar hepsi ama hepsinin enerjisi artık bu Gnilwor'un kontrolündeydi. Toprak Kahverengisi Gnilwor'u aldı bu kez.
 
Bu Gnilwor'a toprağın enerjisini verdi. Güneş Kırmızısı ve tüm bu Gnilwor'ların karışımı olan Ignol geriye Ateş Kırmızı'sı Gnilwor'u aldı. Ona da ateşin enerjisini verdi. Ateş onun sorumluluğunda idi artık. Sonuna gelmişti Kastel Alasis, tüm Gnilwor Yıldızlar'ından bir parça kopardı ve daha büyük bir Gnilwor'un içine aktardı hepsini. Daha sonra ne açık ne de koyu yeşil bir renk aldı. Bu tüm gezegenlerde
bulunan tüm canlıların enerjisini aktardı son kez. Canlılar ve diğer enerjiler onda idi şimdi, diğerlerine birşey olursa o düzeni sağlayacaktı. Ignol'dan Koyu Mavi-Açık Mavi-Koyu Yeşil-Açık Yeşil-Yıldız Beyaz-Toprak Kahverengisi-Güneş Kırmızısı ve son olarak da tam ortadan Açık ve Koyu Yeşil ışıldıyordu. Tüm evren tekrar rengarenk oldu bir süre devam etti sonunda söndü. Kastel Alasis'in ışığı aydınlattı bu sefer. Gnilwor Yıldızlar'ını evrenin farklı noktalarına yerleştirmeliydi. Gnilworları Gvendolyn'in her bir köşesine dağıttı, bir arada olursalar yok edilmeleri daha kolay olurdu. Ve eğer birine bir şey olursa, diğerleri de bundan etkilenir; parçalanıp evrene dağılırlardı. Zamanın sonu gelirdi..


Meuravian Dumanları Öyküleri

Kastel Alasis canlıları gezegenlere gönderdi. Böylece hayat verdiği canlılar bedenleri yaşadığı sürece gezegenlerin içinde tutsak olarak yaşayacaktı. Peki ya zamanları dolup ruhları, bedenlerinden çıktıktan sonra? Kastel ölen canlıların bedenlerini kontrol etmesi ve ruhlarının enerjisini tekrardan gezegendeki yeni bir canlının bedenine hapsetmesi için bir ruh görevlendirmeliydi. Kalan ruhundan, güçlerinin yettiği kadarıyla büyük bir parça ruh çıkardı. Bu ruh bu görevi yapacaktı. Ruha sadece bir duyguyu aktardı. O da sadece ve sadece itaatti. Bu ruh artık sadece Kastel Alasis'e itaat ediyordu. Kastel ondan ölüleri kontrol etmesini istiyordu. Kastel bu ruha ''Meuravian'' adını verdi. Daha sonra gezegenlerin birinden bir parça madde kopardı Kastel, bir Grilwor Yıldızı yarattı gücüyle. Bu diğer Grilworlara göre çok daha küçüktü. Ejderha başı büyüklüğünde olan bu Grilwor, Ölüm Karası rengindeydi. Bu yüzden Kastel bu Grilwor'a Ölüm Karası Grilwor Yıldızı dedi. Ölülerin ruhlarının enerjilerini bu Grilwor'a aktaracaktı. Lakin, Gvendolyn'ın hiç bir yerinde ölü yoktu, bütün bedenler sağ idi. Zamanlarının dolmasını beklemeliydi Kastel, kendi yazdığı Zaman Kuralları bulunmaktaydı. Yarattığı canlıların, ruhlarını alamazdı. Onları öldüremezdi. Güneşi, evrendeki tüm varlıkları yok edebilirdi ama canlılara bir şey yapamazdı. O, Kastel'di. Gvendolyn dilinde ''Hayat verendi.'' Hayat alan değildi; bu hem ona yakışmazdı, hem de Zaman Kuralları bozulur ve zamanda çatlaklar olurdu. Ölüm Karası Grilwor'u Meuravian'a teslim etti ve ona canlıların öldükten sonra enerjisini alabilmesi için güçleri bahşetti. Meuravian'ı, Grilwor Yıldızı ile birlikte Qation galaksisinde bulunan Ainen gezegenine gönderdi. Qation, Kastel Alasis'ten çok fazla uzakta olan bir galaksiydi, Kastel Alasis'in bile ışığı ve ısısı buralara ulaşamıyordu. Gezegen çok soğuk ve çok karanlıktı bu yüzden.
Meuravian, Ölüm Karası Grilwor ile Ainen'e geldi. Grilwor, Ejderha kafası büyüklüğündeydi ve taşınması imkansızdı. Zaten Meuravian için sorun değildi bu, o nereye süzülse Grilwor'da oraya süzülüyor onu takip ediyordu. Meuravian'ın yüzü yoktu, elleri yoktu, kafası yoktu, vücudu yoktu. Siyah cübbe, kara bir dumandan oluşuyordu bu beden. Yemeğe, suya, uykuya hiçbir şeye ihtiyaç duymuyordu. Sadece sorumlulukları için, Kastel için yaşıyordu. Ainen'de bir ruhun enerjisini bekliyordu sadece Grilwor'un içine aktarabileceği.
 
Kastel artık hem duygulardan hem de canlılardan kurtulmuştu. Gezegenleri bir hapishane olarak kullanmıştı. Lakin, bu hapishaneyi de kendi haline bırakamazdı. Onları kontrol etmesi gerekiyordu. Eğer özgür kalırlarsa canlılar her şeyi yapabilirlerdi. Özellikle İnsanlar, Nekroslar, Ejderhalar ve Eon'lar. Onlar açgözlü ve tamahkar varlıklardı. Yarattığı canlılara bile güvenemiyordu Kastel Alasis. Çünkü onlarda yaratma gücü olan tek varlığın birer parçalarıydı.
 
Kastel, Paxları kullanacaktı bu görev için. Herbirine kendi gücünün yarısını, kendi zekasının yarısını, kendi bilgeliğinin yarısını, sahip olduğu herşeyin yarısını bahşetti. Yüzlerce galaksi vardı, yüzlerce de Pax. Her galaksiye bir Pax gönderdi Kastel. Paxlar, onun ilk yarattıklarıydı, çocuklarıydı. Paxların artık kendi sorumlulukları vardı. Kastel artık dinlenmeliydi. Kısa bir süre için...
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #1 : 23 Ağustos 2012, 15:30:57 »
Kutsananların Fısıltıları Öyküleri

Kastel Alasis, bir önlem almalıydı. Qation galaksisinin Ainen gezegenine gönderdiği Meuravian'ı ve Ölüm Karası Grilwor'u güvene almalıydı, onları korumalıydı. Grilwor başka ellere geçerse, hem Qartion için hemde Ainen için tehlike var demekti, belki de diğer galaksiler içinde. Bir çözüm yolu bulmalıydı, düşündü. Gvendolyn'in herbir köşesinde farklı ırklar hayatlarını sürdürmekteydi fakat iki gezegen farklıydı. Kostenlo galaksisinde bulunan Kosten gezegeni bunlardan biriydi. Tam evrenin ortasındaydı. Diğer galaksilerden milyonlarca kat büyüklükteydi. Kosten gezegenide öyleydi, herşey eşit dağıtılmıştı gezegene. Denizler, ormanlar, dağlar ve diğer her şey hep aynı orandaydı. Kastel Alasis'in kendi eviydi bu galaksi ve bu gezegen. Kendi sorumluluğundaydı ve bu yüzden burada pek sorunlar olamazdı. Kastel Alasis bir problem olduğunda farklı bir canlının bedenine bürünüp, yeryüzüne inebilirdi. Çocukları olan Paxlarda da vardı bu özellik. Fakat onlardaki özellik daha kısıtlıydı.
 
 
Diğer galaksi ise  Qation galaksisinde bulunan Ainen'di. Kastel Alasis, Meuravian ve ondan daha büyük bir güç olan bir Pax'ı aynı yere gönderemezdi. Hem aralarında sorunlar olabilirdi. Hemde daha önemlisi, böyle akılalmaz, doğaüstü güçler aynı galaksi içinde bulunamazdı. Bu yüzden Ainen'e ve galaksisi olan Qation'a, hiçbir Paxı görevlendirmedi. Bunun yerine, Ainen'de bulunan, Kastel'in güvenmediği, Meuravian ve Ölüm Karası Grilwor içinde tehtid oluşturan dört ırktan birer beden daha yaratacaktı. Güçleri eskisi kadar sonsuzdu yine Kastel Alasis'in. Ruhundan bir parça kopardı, çok geniş ve büyük bir ruh parçasıydı bu. Ona bir beden yapmalıydı. Ejderha bedeni. Çok zor olmadı Kastel için bu, sonunda devasa bir Ejderha çıkardı ortaya Kastel. Onu diğer ırkdaşların farklı kılacak bir özellik bahşetmeliydi. Lakin, vazgeçti. Kendi ırkındaki özellikleri verdi ona fakat diğer ırkına göre daha fazla zeka, daha fazla cesaret, daha fazla güç verdi bu Ejderha'ya. Ejderhalar kendi aralarında ''Maite'' dilini konuşabilmekteydiler.
 
 
Ejderha'ya bu özelliğide bahşetti. Ejderha deniz mavisi renkteydi. Gözleri altın sarısıydı. Kuyruğu 7 insan uzunluğundaydı. Diğer Ejderhalar yanında, onların onlarca katı gözükürdü. Bu da onun kendini kabul ettirip onlar arasında önder olmasını sağlayabilirdi. Ejderhaya isim vermeye gelmişti sıra;
''Harinqutin'' dedi bu devasa deniz mavisi ejderhaya.  O Ainen gezegeninde ejderhaların atası ve önderi olacaktı. Maite dilinde, Harin; Önder, Qutin isim Ejder anlamına gelmekteydi.
Sonunda; Kastel Alasis ona öğütler verip onu Ainen'e yolladı. Harinqutin uçtu,uçtu,uçtu.
 
 
Her Şeyden Önce Var Olan Kastel, daha hızlı olmalıydı. Her geçen zaman Ainen gezegeni, Meuravian, hepsinden önemlisi Ölüm Karası Gnilwor tehtid altındaydı. Harinqutin'i, Ainen'in güneyine göndermişti lakin bu görevi tek başına tamamlayamazdı. Harinqutin, sadece ve sadece ejderha ırkına liderlik edebilirdi. Ainen'de yaşayan, Gnilwor için tehlike arz etmekte olan diğer ırklar içinde birer lider göndermeliydi. Kastel Alasis, Kosten'in üzerisine yavaş ve sakin bir şekilde süzüldü. Kosten'de yaşayan canlılar, onu ilk önce bir yıldız sandı. Lakin bir Yıldız olamazdı bu. Kastel Alasis'in ruhu, sanki dans ediyordu.
 
 
Gvendolyn'in en büyük ve tam merkezinde bulunan Kosten gezegeni üzerinde. Aniden bir yerde durdu. Beyaz ışığı tüm Gvendolyn'i aydınlatmaktaydı. Tüm Gvendolyn için ısı ve ışık kaynağı olan varlık. Hayat Veren Kastel Alasis'ten başkası değildi. Ruhundan tüm gücü ile iki parça ruh çıkardı. İki ruh aynı anda, Kastel Alasis'in çevresinde dolanmaya başladılar. Bir şeyler mırıldanıyordu her ikisi. Kastel Alasis, onun için en kolay aşamaya gelmişti artık. Bir insan bedeni yarattı. Kumral saçları vardı, deniz mavisi gözler bahşetmişti Kastel ona. Gövdesi iriydi, kolları kaslıydı. Normal insanların boyundan iki kat uzun boya sahipti. Çevresinde dolanan ruhlardan birini yakaladı. Ruh mırıldanıyordu, hiç kesilmedi mırıltısı. İnsan bedeninin içinde fırlattı onu. Beden gözlerini yavaş yavaş açtı, havada uçuyordu. Kastel Alasis, şimdi zor bir aşamaya gelmişti. Nekrosları yaratırken çok zorlanmıştı, en uzun süren çalışmalarından biriydi Nekroslar. Gvendolyn'de bulunan tüm güneşleri kullanmıştı bunun için Kastel Alasis, artık tüm Gvendolyn evrenin tek ısı ve ışık kaynağı oydu. Şanslıydı Kastel, Peslis galaksisinde, normalden fazla güneş bulunuyordu. Her galakside sadece bir tane güneş varken.
 
 
Peslis'in doğu ve batısında iki güneşte o galaksiyi aydınlatıyordu. Birini feda etmeliydi. Güneşi tüm gücünle çekti, çekti, çekti. Güneş, Kastel Alasis'in yanına kadar geldi şimdi. Çok küçüktü, fazla küçüktü. Kosten'in bir kıtası kadar bile yoktu. Lakin bu onun işine daha çok yarayacaktı. Güneşi parçaladı, gerektiği kadar bir parçasını yanına kadar getirdi. Diğer parçalar yavaş yavaş süzülerek Hiçlik'e kadar düştü. Nekros'lar için ateş gerekliydi, onların ruhları bile alev alev yanmaktaydı. Hem bedenleri hem ruhları bir güneşten farksızdı. Bu kadar zorlu olmasına rağmen yarattıklarından en çok onları seviyordu Kastel Alasis, Pax'ları unutursak. Her ne kadar sevse bile onları, güvenilmezdiler. Güneşten kopardığı alev topunun, ateşini ayırdı. Kalan maddeler, diğer parçalar gibi Hiçlik'e doğru yol tuttu. Ateşi, Boşluk'ta süzülen ruhun içinden geçirdi. Ruh alev aldı. Şimdi cayır cayır yanıyordu. Tekrar bir beden yaratmak istedi Kastel Alasis. Beden, yaklaşık üç insan boyundaydı. Saçları yoktu, buna gerekte yoktu. Gözleri yoktu. Ruhu, bedenin içine saldı yavaş yavaş Kastel Alasis. Diğerleri gibi değildi. Güneş gibi yanan bir ruh ile beden hemen uyum sağlayamazdı. Sonunda başardı. Beden yanıyordu, her tarafından alevler çıkıyordu. Nekros'un gözlerinin olduğu yerde ateşin en kırmızı olduğu anı görebiliyordu Kastel Alasis. Bir ad vermeliydi. ''Leseid'' adını uygun gördü ona.
 
 
Leseid, Nekros ırkının konuştuğu ''Kros'' dilinde ''Güneş'' anlamına geliyordu. İnsan'a döndü, ona isim vermeyecekti. Koskoca Gvendolyn evreninde, ismi olmayan tek canlı oydu bundan sonra. Harinqutin'i gönderdiği, Ainen'in güneyinde ejderha ırkı yaşamaktaydı. Kuzey'de Eonlar, Batı'da İnsan ırkı ve son olarak Orman Diyarı'nda yani Doğu'da ise Nekroslar konuşlanmıştı. Meuravian bunların tam ortasındaydı. Zamanı dolan ruhları topluyordu, Ölüm Karası Gnilwor ile.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #2 : 23 Ağustos 2012, 16:37:50 »
Ejder Kanatları Sesleri Öyküleri

Ainen'e indi iki Anganalf'ta. Gönderdiği büyük bir sorumluluk yüklediği, bu temsilcilere ''Anganalf'' dedi Kastel Alasis. Onların görevleri zordu, uğraş gerektiren bir işti. Her biri kendi ırkının başına geçmeli. Meuravian ve Gnilwor'u ırkdaşlarının elinden korumalıydı. Batı'ya doğru yollandı İsimsiz İnsan, tam tersi istikamete, Doğu'da bulunan Orman Diyarı'na doğru yol tuttu Leseid adlı Anganaft.

Kastel Alasis, üç Anganalf'ı da gözlemlemekteydi, durmaksızın. Fakat daha bitmemişti işi. Eonlara gelmişti sıra bu kez ise. Yine boşlukta süzüldü. Ruhunu gevşetti ve ruhunu bir kez daha parçaladı. Bir parça ruh havalandı, Gvendolyn evreninin karanlığı, Kastel Alasis'in beyaz ışığına karışmıştı yine. Bir an bütün Gvendolyn, bu iki rengi karışmasından etkilendi. Griydi tüm evren bu kez. Çok sürmeden, sadece Kosten'i aydınlatan bir ışık kaldı geriye. Eon'a bir beden yaratmaya geldi sıra. Ejderhalar ve Eonlar akraba sayılırdı, çoğu özellikleri birbirine benzemekteydi.
 
Tıpkı diğer akraba olan, İnsan ve Nekros ırkı gibi. Ruh, Kastel'in etrafından mırıldanarak süzülmekteydi. Beden tamamlanmıştı, yaklaşık 4 insan boyunda, derisinin rengi koyu yeşil olan bir canlıydı bu. Ejderhaların derisi ile Eonların derisi birbirine ile aynı özellikleydi. Derilerine hiç bir silah zarar veremezdi. Lakin, iki akraba ırkın derileride ateş ile temas edince eriyip giderdi. Gözleri Gvendolyn evreni gibi kapkaraydı. Başına demirden bir zırh takmıştı sanki. Kafası ve boynu tamamen gri bir demirle kaplanmıştı. Yüzü kertenkeleyi andırıyordu. Elleri iki insan büyüklüğündeydi. Kuyruğu bir ejderha kuyruğunun yarısına eşitti. Eon'a isim verecekti şimdi. Gvendolyn'de ''Demir'' anlamına gelen ''Yenaled'' adını verdi ve onuda diğer Anganalf'lar gibi Ainen'e gönderdi. Bitirmişti artık Kastel Alasis. Yenaled, Kuzey'deydi artık, Batı'da İsimsiz İnsan at koşturuyordu. Güney'de ise Harinqutin diğer Ejderhalar ile birlikte havalanıyordu göklere. Çığlıklarını tüm Ainen dinliyordu-inliyordu adeta. Leseid, Doğu'da, Orman Diyarı'nda bulunan yer altı kolonilerinde yaşamını sürdürmekteydi. Anganalf'lar, Ainen'de görevlerinin başındaydı. Meuravian ve Ölüm Karası Gnilwor'u bundan böyle onlar güvende tutacaktı. Ve tüm Ainen ve Qation galaksisinide öyle.
 
Güney'in en uç kolonisinden havalandı Anganalf Harinqutin. Sakin sakin süzülerek dolaştı Nodnarb klanlarının bulunduğu bölgeyi. Bir grup Nodnard yavrusunu gördü Gming nehri kıyısında. Güney'in bu bölümü Nodnard Ejderhalarına aitti fakat tekbiri elden bırakmamak gerekirdir. Her yetişkin Nodnarb Ejderhası günün ve gecenin belli saatlerinde devriye geziyordu bu yeşil ve mavinin birleştiği bölgede. Gming nehrinin üstünden süzüldü Harinqutin, iki ayağını suya değdirdi. Kendi bedeninin yansımasını gördü Gming nehrinde Harinqutin. Onun iri gölgesini gören balıklarda Gming'in derinliklerine geri kaçtılar hızlıca.
 
Ardd Sıradağları üstünden uçtu bu kez. Görünürde pek birşey yoktu. Kastel Alasis tarafından Ainen'in, Güney kısmına gönderildiğinden beri ne bir olay olmuştu, ne bir haber gelmişti Hayat Veren'den. Ardd'ın en tepe noktasına kadar yükseldi, tüm Güney'i görebiliyordu şimdi. Öylece bakındı bir süre havada asılı kalarak. Geri dönme vakti gelmişti, Ardd'ın etrafında şöyle bir döndü. Tekrar Gming'e doğru yavaşça süzüldü. Fakat arkasında onu takip eden canlıları fark edememişti. Alçaldı, alçaldı.
 
Gming'e tekrar ayaklarını soktu, nehrin üstünde süzüldü bir süre. Sonra yavaş yavaş yükseldi ve yarım daire çizerek döndü. Nitram'ları görmüştü şimdi. Bir sürü halinde geliyorlardı üstüne doğru. Gming'in tam ortasında kanatlarını çırpıyordu Harinqurin. Nitramların ona yaklaşmasını bekliyordu sadece. Nitramlar sürüsünün en önünde diğerlerine göre daha büyük olan bir Nitram gördü. Nitramlar, kartal ailesinin en büyük ve en vahşi canlılarıydı. En öndeki Nitramın kanat boyu iki insan boyundaydı. Önder olan Nitram, Harinqutin'e bir ok gibi geliyordu. Diğerleri onun arkasında uçuyordu. Bir müddet sonra sürünün lideri Nitram, Harinqutin'in tam karşısında durdu. Sürünün diğer üyeleri Harinqutin'i bir çember içine almışlardı. Harinqutin kendi çevresinde döndü. Gming'in mavi suyuna baktı. Kendisiyle beraber ondört gölge sayabildi. Duyabildiği tek şey Dinks Ormanı'ndan gelen kuş sesleri ve Nitramlar ve kendisinin kanat çırpışlarıydı. Önder Nitram kendi çevresinde bir tur attı. Uçmaya başladı uçtu, uçtu.  Harinqutin ve diğer Nitram'lar onu takip etmeye koyuldular.
 
Harinqutin hızlanarak sürünün lideri olan Nitramı yakaladı. Onunla beraber yol tutmaya devam ettiler. Ardd sıradağlarını aştılar teker teker. Dasiba çöllerine geldiklerinde tüm sürü aşağıya doğru yöneldi. Harinqutin'de onları takip etti. Dasiba çölüne indiler sonunda. Tüm Nitramlar tekrar havalandı. Anganalf Harinqutin büyük gözleriyle süzdü onları daha sonra Ardd'ın tepelerinde kayboldular. Bir kükreme sesi işitti bu sefer. Havalansa mıydı? Devriye gezdiği bölgeden çoktan uzaklaşmıştı zaten. Yokluğunu diğer Nodnardlar fark etmese daha iyi olurdu. Nitramları takip ederek büyük bir salaklık yapmıştı zaten. Üç kere daha kükreme sesi işitti büyük kulakları. Arkasına döndü. Bakındı, bakındı. Tekrar döndü. Tam karşısında ona doğru koşan birşey vardı. Koşuyordu, koşuyordu, koşuyordu. Geçtiği her yerden Dasiba Çölünün kırmızı toprağı havalanıyordu. Dört Nodnard Ejderhası boyunca yakına geldiğinde onun bir Sbard Ejderhası olduğunu gördü. Peki ya Güney'in bu kadar uzak kısmında bir Sbard ne arayabilirdi ki? Sbard'lar Ainen'in Batı sınırlarında bulunan Rorrim ve diğer sıradağlarda yaşamaktaydılar. Dasiba çöllerinde yaşamaları imkansızdı. Sbard, Harinqutin'in önünde durdu. Maite dilinde mırıldanmaya başladı. Harinqutin ona doğru bir adım attı. Sbard şimdi ise Gvendolyn dilinde mırıldanmaya başladı. Bu kez anladı,Harinqurin onun ne demek istediğini. Başını yukarıya doğru kaldırdı Anganalf Harinqutin. Bağırdı, çığlık attı; sesi yakılanıyordu tüm Güney'de. Çığlıkları ve bağırışları uzaklara çarpıp geri dönüyordu yine ve dönen ses aynen şöyleydi; Kastel Alasis!


Ekler ;

Nodnarb ; Deniz mavisi deriye sahip, boyları yaklaşık üç insan boyuna eşit olan. Kuyrukları ortalama dört insan uzunluğunda, ejderha cinsleri arasında en korkulan Nobnard cinsidir. Kanat uzunlukları ise üç insan bedeni uzunlağındadır. Kanatlarının altındaki derilerin rengi, tüm bedenine göre daha koyudur. Kuyruklarının en uc kısmında bir mızrağı andıran, iki tarafa doğru açılan bir zehirli iğneye sahiptirler. Derileri ateşten başka hiç birşeyi geçirmez. Zehir'in panzehiri yoktur. Ölümcüldür fakat ölmeden önce, cehennem ateşleri gibi yakar sokulan bedeni. Lakin Nodnarb'ların gözleri en zayıf noktalarıdır. Nodnard cinsi Ejderhalar birlikte avlanırlar ve birbirine pay ederler. Kendilerine dokunulmadığı sürece kimselere birşey yapmazlar.

Sdarb ; Ainen'in Kuzeydoğusu'nda bulunan kaplanların ve diğer kedigillerin atasıdır. Kanatları kırmızıdır. Gözleri mavidir. Boyunlarından aşağıya kırmızı bir şerit iner. Kuyrukları, kolları ve bacaklarının iç kısımları kırmızıdır. Gözlerinin üst kısmında iki kırmızı şerit daha bulunur. Geri kalan her yeri mavidir. Kafasının iki yanında sivri metal kemikler vardır. Her iki tarafında da üç tane bulunmaktadır. Mavi deri üstünde bulunan bu kemikler, Sdabd'ın kafasına alabileceği darbeleri geri püskürtür hatta zehirli kemikler hasmının derisinin içine batarak onu zehirleyebilir. Dört ayağı vardır, dört ayağında da sadece üç parmak bulunur. Bu parmakların pençeleri çok keskindir. Akıllıca kullanılırsa diğer Ejderha derilerini bile parçalayabilir. İki insan uzunluğundadır, kuyruğu sadece yarım insan uzunluğundadır. Kanatları ise, kuyruğundan bile kısadır. Dili yok denecek kadar kısa ve küçüktür. Dişleri vampirleri anımsatmaktadır. Dişleri, metal kemileri gibi zehirlidir. Diğer ırkdaş gibi ağzından kırmızı alevler çıkaramaz bunun yerine mavi ve zehirli alevler çıkartabilir. Ainen'in Batı sınırlarında bulunan Rorrim sıradağlarında yaşarlar. İnsanlar ile komşudurlar. İnsanlara saldırmadıkları gibi dostça da davranmazlar.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #3 : 23 Ağustos 2012, 20:20:20 »
İnsan Dudakları Büyüleri Öyküleri


Derin bir uykudaydı, uyuyordu. Gece karanlık ve sessizdi. Bir şey işitiyordu. Birileri bilmediği bir dilde birşeyler fısıldıyordu kulağına. Anlayamıyordu, çözemiyordu. Dev bir ejderha gördü. Berrak su kadar mavi bir rengi vardı. Hayatında hiç ejderha görmemişti Neiklot. Ejderha üstünde dolaşıyor, kanatlarını çırpıyordu. Gökyüzü beyazdı, sanki evren siyah rengini boşlatıp beyaz bir renkle kalmıştı. Terliyordu, her gecen saniye eskisinden daha çok terliyordu. Bağırmaya çalıştı rüyasında, bağırıyordu, bağırıyordu. Ejderha onu duymuyordu yada o da Neiklot'un dediklerini anlamıyordu. Sonunda çığlık atarak uyandı tek odalı barakasında.
 
Beraber yaşadığı kendisi gibi paralı asker Gustav koştu hemen yanına. Arkadaşının dudakları kurumuştu, parmağına su döküp dudaklarını nemlendirmeye çalıştı. ''Ejderha,'' dedi Neiklot. Gustav duvarda asılı duran Brudo çeliğinde yapılmış olan çift taraflı baltaya ve uzunkılıca çevirdi kafasını. ''Tekrar gelebilirler,'' dedi mırıldayarak Gustav. ''Ama şimdi dinlemelisin, yarın Pixos bölgesinde devriyemiz var. Uyumalısın. Uyumalıyız.''
Gecenin sessizliği tekrar çöktü tüm koloninin üstüne. Herkes derin bir uykudaydı yine.
 
Neiklot, sabahın ilk ışıklarında kalktı. Gustav'ı uyandırmak için başına gitti. Onu dürtükledi. Gustav çok zorlamadan uyandı. ''Günaydın Ejderha Efendisi,'' dedi sırıtarak Neiklot'a. ''Ejderhaların canı cehenneme, bu rüyaları sadece ben mi görüyorum?!'' dedi kısık ve dikkatli bir şekilde. Gereksiz bir soruydu. Barakaya bir sessizlik çöktü dün gece olduğu gibi. Neiklot boğazını temizledi, ''sen ne gördün rüyanda peki arkadaşım? Şu alevden adamları mı?'' Gustav, barakanın kapısını açtı ve Batı'nın en büyük İnsan kolonisine şöyle bir göz gezdirdi. ''Bazı rüyalar, sadece rüyalar.'' dedi sakince dönerken arkasına. Siyah saçlarına günün ışıkları vuruyordu. ''Sende böyle düşünmelisin Neiklot, rüyada gördüğün herşey gerçek olmaz. Kafanı böyle şeylerle boşuna meşgul etme. Ejderhalar onlarca senedir burada fakat senin kaçıracaklarını sanmıyorum,'' dedi aptal bir gülümseme vardı Gustav'ın suratında bu kez. Birbiri ile yaşıttı bu iki arkadaş. Birbirlerinin ikizi gibiydiler. Kendi aralarında böyle derlerdi birbirlerine. Boyları ve diğer özellikleri farklıydı lakin onlar ruh ikizi diyordu bu benzerliğe.
 
Neiklot'ta, Gustav'da Brudo çeliğinde yapılmış zırhlarını kuşandılar. Gustav, meşe ağacından yapılmış barakanın duvarında asılı duran uzunkılıcını aldı ve kınına yerleştirdi. Gustav, elini uzunkılıcının kabzasına götürdü. ''Pixos'un güneybatısı bana verildi, tüm gün orada olacağım. Umarım birileri sorun çıkarmaz. Çünkü çok yorgunum. Onlarla uğraşamam bu gün,'' dedi eli halen kılıcının kabzasındayken. ''Dikkat et kardeşim, Holomew birlikleri ile devriye geziyor her gün Anolep'in farklı bir köşesinde,'' dedi Neiklot'ta duvarda asılı duran çift taraflı baltasını sırtına yerleştirirken. Gustav dışarıya çıktı ve dümdüz toprak yolda ilerlemeye başladı. Neiklot, adımını dışarı attı ve Anolep'in, Ainen'in Batı'sındaki en büyük İnsan kolonilerinden biri olarak kabul edilen şehrin bütün kokuları, burnuna. Bütün bağrışları ise kulaklarına doldu. Anolep'e geldiği ilk gün, Kastel Alasis'in ona bahşettiği bedeni vardı sadece üstünde. Onu, Anolep'in ''Göçmen Kapası'' dedikleri yerde General Holomew'in adamları durdurmuş ve neden bu halde olduğu sormuşlardı. Göçmen olduğunu ve ailesi ile birlikte Anolep'e gelirken onlara yolda vahşi insanların saldırdıkları yalanını uydurmuştu hemen. Adının Neiklot olduğunuda eklemiş. Çünkü İsimsiz İnsan olmaz.
 
Anolep'in ileri gelenleri -ki bunlar kurucu olarakta geçiyor- Neiklot'a , Pixos bölgesinde küçük bir çadır ve üstüne giyecek birşeyler verdiler. Pixos, Anolep'in dışında yer alıyordu. Zenwoll Orman'larının önünde binlerce çadır vardı böyle. Anolep'in yerlisi olmayan insanlar burada yaşıyordu. Anolep'e belki günde 35 göçmen geliyordu. İnsanlar burasının güvenli olduğunu düşünüyordu. Anidargu ve Neiklot'un söylediği yalandaki gibi vahşi insanların saldırıları-akınları bu duruma zemin hazırlıyordu. Pixos, Anolep'in içinde yaşayan insanların, Göçmen Şehri'ni aşağılayıcı bir isimdi. Gvendolyn dilinde Pixos, Pislik kelimesinden geliyordu.
 
Aslına bakılırsa Pixos, gerçekten pisti. Yemek artıkları, insan ve hayvan dışkıları tüm toprak zemini kaplıyordu nerdeyse. Bunların kokusu ise dayanılmazdı. Pixos'ta hırsızlarda kol geziyordu. Yaklaşık altmış gece önce, böyle bir günde bir hırsızı yakalayıp Holomew'in kuvvetlerine teslim etmişti Neiklot. Holomew ona bir iş teklifinde bulunmuştu. Bundan böyle Anolep'in içinde, meşe ağacından yapışmış bir barakada yaşayacaktı ve Holomew'in ve Anolep'in paralı askeri olacaktı. Derin düşüncelerden kurtardı kendini Neiklot. Anolep'in en büyük binalarından biri olan Askeri Kışla'nın önünden geçiyordu şimdi. Meşe ağacından yapılmış bu bina, yine meşe ağacından yapılmış sur ile korunmaktaydı.  Küçük ve dayanıksız burçlarda askerler nöbet tutuyordu. Bazısı ise volta atıyordu. Hepsinin elinde mızrak, sırtlarında yayları hazırdı. İçeriden Brudo çeliğinden yapılmış, zırhların şıngırtıları gelmekteydi. Holomew'in askerlerinden olan üstrütbeli paralı askerleri gördü Kışla'nın bahçesinde.
 
 
Ellerindeki küçük baltaları, korkuluklara atarak başlarını uçurmaya çalışıyordular. Yanlarında ergenlik çağına girmiş, beş erkek ve iki kız vardı. Batı'nın diğer insan kolonilerinde olduğu gibi Anolep'te de eğitim en önemli işti. Küçük çocuklar ilk önce özel bir eğitimi için okullara giderdiler. Bu eğitim sadece üç sene sürerdi. Okulda genelde diğer İnsan kolonilerinin tarihi, diğer ırkların özellikleri-tarihi ve Ejderha cinsleri öğretilmekteydi. Bu üç senelik eğitimi tamamlayanlar Kışla'ya getilir ve beş günlük eğitimden geçirilirdi. Askerliğe uygun olanlar Holomew'in ve bu büyük Anolep İnsan kolonisinin paralı askerlerinde biri haline gelirlerdi. Elenenler ise çifçilik, demircilik gibi diğer alanlara yönelirlerdi. Kışlanın etrafını saran otuzbeş çadırda eğitim alan öğrenciler ve diğer rütbeli askerler yaşamlarını sürdürürlerdi.
 
 
Çadırlar büyük ve rengarenkti. Neiklot onlardan birinde kalmak için çok sevdiği Brudo çeliğinden yapılma çift taraflı baltasını bile verebilirdi. Kışla'nın yanına yeni binalar inşaa ediliyordu, söylentiye göre diğer Batı İnsan kolonilerinde yaşanlar, ''at'' denen canlıyı evcil hale getirmişlerdi ve şimdi o kolonilerden eğitimciler geliyordu Anolep'e. Bir kaç gün sonra ise bir sürü at geleceği söylenmişti. Tüm Anolep meraklı gözlerle onları bekliyordu.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #4 : 23 Ağustos 2012, 20:24:45 »
Ekler;

İnsan Kolonileri ve İnsanların Tarihi

Ainen'in Batısına inen İnsanlar ilk önce hep beraber yaşamaya başladılar. Fakat bu inanılmaz kalabalık bir arada duramıyor, sürekli sorunlar çıkıyordu. ''Honon'' vadisinde kurulan bu ilk koloni daha otuz gecesini doldurmadan parçalandı. Ondört'e bölünen bu büyük İnsan topluluğu Batı'nın herbir köşesine dağıldılar. Onlara öncülük eden lider tarafından kurulan kolonilerin çoğu şuan yaşamlarını sürdürmekte. İnsan Kolonileri birbirleri ile iletişimlerini kesmemekte ve her beraber gelişmektedir.
Ainen'in Batısı'nda sekizi aktif olmak üzere ondört koloni kurulmuştu. Altı koloni zamanla dağıldı ve daha büyük Koloni'lere göçler başladı. Parçalanmalarının en büyük sebepleri ejderhalar, doğal olaylar ve kuraklık.
 
 
1- Donram ;
Linlul tarafından kurulan en eski ve en büyük Kolonidir. Atları ilk evcilleştiren Koloni Linlul'un kurduğu bu Kolonidir. Hükümdarlarına Linlul adı verilir. Linlul'lar her dörtyüz gecede bir görevlerini oğullarına devrederler. Donram, Posre ovası üzerine kurulmuştur. Koloni'nin hemen yanından Vian nehri akar. Toprakları en verimli olan Koloni'dir bu yüzden diğer Koloni'lere göre daha çabuk gelişmiştir.
Donram'ı yöneten Linlul'lar (Sırayla) ;
- Donram'ın kurucusu ve ilk yöneticisi Linlul
- Linlul'un en büyük oğlu Wayis
- Linlul'un ortanca oğlu Nyons
- Linlul'un en küçük oğlu Peho
- Şimdiki Linlul Peho'un büyük oğlu Rosesm
 
2- Formob ;
İnsanların ilk kurduğu Koloni'yi terk eden liderlerden biri olan Komvel'in kurduğu Kolonidir. Onu takip edenlerle birlikte Talpor Denizi kıyısına gelip burada Formob Kolonisini kurmuştur. Komveller beşyüz gecede bir görevlerini oğullarına bırakırlar. Atı evcilleştiren 2. Kolonidir. Bunun yanı sıra balıkçılık alanında en gelişmiş olan Koloni Formob'tır. İlk gemilerini Komvel'in küçük oğlu Mersum zamanında Talpor'un azgın sularına indirmişlerdir.
Formob'u yöneten Komvel'ler (Sırayla) ;
- Formob'un kurucusu ve ilk yönetici Komvel
- Komvel'in en büyük oğlu Vindsom
- Komvel'in en küçük oğlu Mersum
- Şimdiki Komvel Mersum'un tek oğlu Voire
 
3- Runames ;
Miey dağlarının uç noktalarına Ardston tarafından kurulan bu koloni pek fazla nüfusu olmasa bile en gelişmiş beş koloni arasında gelir. Runames, Miey'in uçlarında olduğu için İnsanlar dağları oymuş ve ikinci bir koloni olan Entapu'yu doğurmuştu. Runames İnsanlarının bir çoğu bu Entapu denen kolonide yaşamlarını sürdürürdü. Dağlardan korkan veya gitmek istemeyenler ise Runames'te yaşamlarına devam ederdi. Ardston denen hükümdarlar her altıyüzaltı gecede bir görevlerini oğullarına veyahut torunlarına devrederlerdi.
Runames'i yöneten Ardston'lar (Sırayla) ;
- Runemes'in kurucusu ve ilk yönetici Ardston
- Ardston'un tek oğlu Tenger
- Tenger'in torunu Oduse
- Şimdiki Ardston Odese'nin büyük oğlu Kinfiks
 
4- Rufyat ;
Güler yüzlü, güzel mi güzel bir kadın olan Simanus'un peşinden gitti bir sürü insan. Ona güveniyor ve onu seviyorlardı. Simanus onları Batı'nın en güzel yerine getirdi. Kalmor Ormanlarında kurdular Rufyat adını verdikleri koloniyi. Kalmor'a zarar vermeden yaşadılar buralarda. Bir kadının yöneticiliğine önyargı ile bakmışlardı bir zamanlar ama şimdi onun peşide perfana oluyorlardı. Awgınk nehrinden akan sularla, Kalmor Ormanının kuşları hayat veriyordu Rufyat'a. Simanus adını verdikleri hükümdarları yediyüz gecede bir seçiliyordu. Oylama yapıyordu bu Rufyat halkı diğer Kolonilerden farklı olarak.
Rufyat'ı yöneten Simanus'lar (Sırayla) ;
- Rufyat'ın kurucusu ve ilk yönetici Simanus
- Oylama ile seçilen Rot
- Oylama ile seçilen Otick
- Şimdiki Simanus, Simanus'un en küçük kızı oylama ile başa gelen Elheld
 
5- Anolep ;
Asi ve güçlü Boerm, Büyük Koloni'yi ilk terkedenlerden olmuştu. Yanına en iyi savaşçıları ve hayali olan insanları almıştı. Yürüdüler yürüdüler. Brudo topraklarına geldiler. Sugma ovasına kurdular ilk Koloni'lerini. Phomb dediler bu Koloni'nin adına. Sadece üçyüzyedi gün sonra Anidargu'lar bastı burayı. İnşaa ettikleri herşeyi bırakıp tekrar Brudo'nun güneyine yollandılar. Phomb Kolonisi şuan Nitram'lara yuva olmuş durumda. Bir tepeye geldiler, hepsi birlikte koşmaya başladılar ovaya. Eski terk ettileri evlerinin adını verdiler bu ovaya, Phomb olarak bellediler bu düz ovayı. Sağ tarafta uçsuz bucaksız bir Orman uzanıyordu. Ağaçları kestiler, biçtiler, evler, barakalar, yapılar, kuleler inşaa ettiler. Şimdi ise Anolep, İnsan Koloni'leri arasında en gelişmiş ve en büyük koloniden üçüncüsü. Boerm'in kurduğu bu Koloni büyüdü ve genişledi. Boerm adı verilen hükümdarlar üçyüzyirmidört gecede bir tahtlarını ve Brudo çeliğinden yapılma uzunkılıçlarını oğullarına devrettiler.
Anolep'i yöneten Boerm'ler (Sırayla) ;
- Anolep'in kurucusu ve ilk yöneticisi Boerm
- Boerm'in büyük oğlu Dilcus
- Dilcus'un tek oğlu Delfina
- Şimdiki Boerm Delfina'nın tek oğlu Synicle
 
6- Narayast ;
Diğer Koloni liderlerinin aksine, Büyük Koloni'yi hiç terk etmeyen tek isimdir Natal. Honon vadisinden bir an bile ayrılmadı o ve onun İnsanları. Burada geliştiler, büyüdüler, ürediler. Honon vadisi üzerine kurulmuş olan Büyük Koloni'nin son parçalarıydı bu Naratast sakinleri. Büyük Koloninin sadece biraz ötesindeydi Narayast. Meşe Ağacından yapılma duvarlarla çevrilmişti. Belkide İnsan Kolonileri arasında en mütavazi ve az hırs düşkünü İnsanlar yaşamaktaydı burada. Natal adını verdikleri hükümdarlar her ikiyüzelliyedi gecede bir hükümdarlığı ve koloniyi oğullarına devrederlerdi.
Narayast'ı yöneten Natal'lar (Sırayla) ;
- Narayast'ın kurucusu ve ilk yöneticisi Natal
- Natal'ın tek oğlu Grolio
- Grolio'un en büyük oğlu Wesrus
- Wesrus'un tek oğlu Asssum
- Assum'un en büyük oğlu Lentless
- Şimdiki Natal Lentless'in tek oğlu Salnik
 
7- Akrodvia ;
Anipbas peşine takılan bir grup İnsan grubu, Batı'nın Doğu yönüne doğru yürüdüler. Sonunda Peltaine Denizi'nin yanına kurdular Kolonilerini. Anipbas adını verdikleri liderleri sekizyüksekiz gecede bir değişirdi. Peltaine Denizi bereketliydi. Akrodvia Halkı karnını hep Peltaine'in verdiği nimetlerle doyurdu. Kalabalık değillerdi. Beguil Orman'nın ağaçlarını kestiler ve kendilerine barakadan evler yaptılar. Nerk Kasırgası'nın, Akrodvia'ı vurduğu gecenin onyedigecesi sonra, uyandılar ve herkes donup kaldı. Onlara yeyicek veren Peltaine şimdi onları almıştı. Anakara olan Kodar'dan kopan Akrodvia şimdi Peltaine'in üstünde bir ada parçasıydı. Diğer İnsan Kolonileri o günden sonra Akrodvia'dan bir daha haber alamadılar. Kimse onları görmedi.
Akrodvia'ı yöneten Anipbas'lar (Sırayla) ;
- Akrodvia'nın kurucusu ve ilk yöneticisi Anipbas
- Anipbas'ın oğlu Empirb
* Akrodvia'nın, Anakara olan Kodar'dan kopup Peltaine'in sularına karışmasından sonra onlarla hiçbir temas sağlanamadı bu yüzden tam olarak tüm Anipbas'ların isimleri bilinmemekte.
 
8- Büyük Köprü Kolonileri ;
Honon Ovası'ndaki Büyük Koloniden aynı anda ayrılan ve aynı yönlere giden Margnor-Giwadar kardeşlerin Kolonileri. Luymu Nehrinin birbirini ayırdığı bu iki Koloni. Daha sonraki zamanlarda Büyük Köprü ile birbirine bağlanan kardeş kavimlerdir. Şuan sadece Margnor'un kurduğu Egonbram Kolonisinde yaşam devam etmektedir.
 
8.1- Egonbram ;
Margnor'un kurduğu bu koloni Enokey tepeciğinin üstüne yerleştirilmiştir. Egonbram'ın Meşe Ağacından yapılma kapılarının önünde Beyaz Taşlardan inşaa edilmiş ''Büyük Köprü'' başlar. Egonbram sakinlileri ''Büyük Köprü''ye ''Wodoni'' diye adlandırırlar. Wodoni, ''Nardolek'' Kolonisi ile birlikte inşaa ettikleri yapıdır. ''Luymu'' nehrini üstüne geçen bu köprü uzun günler ve geceler sonunda bitirilmiştir. Egonbram'in hükümdarları ''Luymu'' nehir suyunun en az olduğu zamanlarda değişir. Hükümdarlara her Koloni'de olduğu gibi, Koloni'yi kuran İnsan'ın adı ünvan olarak verilir.
Egonbram'ı yöneten Margnor'lar (Sırayla) ;
- Egonbram'ın kurucusu ve ilk yöneticisi Margnor
- Margnor'un tek oğlu Rodpar
- Rodpar'ın büyük oğlu Algane
- Şimdiki Margnor Algane'nin tek kızı Lufnez
 
8.2- Nardolek ;
Giwadar'un kurduğu ve yöneticiliğini yaptığı ''Retmes'' ovası üzerine kurulmuş bu Koloni'nin ömrü fazla uzun sürmemiştir. Büyük Köprü'nün kendi deyimleriyle ''Derpunbo''nun kuruluşundan ikiyüzsekiz gece sonrası burayı Anidargu'lar basmış, Nardolek sakinlerinin yarısı Egonbram'a kaçmıştır. Bundan sadece ikigece sonrası ''Redor'' kasırgası vurmuştur burayı ve geri kalanlarda Egonbram'da yer kalmadığı için Anolep'e göç etmiştir. Redor kasırgası, Egonbram'a birşey yapmamıştır çünkü binaları güçlü ve dayanıklıdır. Egonbram'da olduğu gibi buradada hükümdarların, hükümdarlık sürelerini Luymu nehrinin suyu belirler. Eski Nardolek, hükümdarlarına Giwadar ünvanı verilirdi.
Nardolek'i yöneten Giwadar'lar (Sırayla) ;
- Nardolek'in kurucusu ve ilk yöneticisi Giwadar
- Giwadar'ın tek evladı olan kızı Endoran
Koloni terk edildikten sonra hükümdarlık devri bitmiştir. Giwadar kardeşinin yanında yani Egonbram'da yaşar. Giwadar'ın kızı Endoran ile halkının büyük bir kısmı ile Anolep'in ''Pixos'' diye adlandırılan şehir dışı kolonisinde yaşamaktadır.
 
9- Nolovo ;
Kastel Alasis'in büyü güçleri bahsedip Ainen'in Batı'sına gönderdiğini bir grup ''Büyücü İnsan'' Xoarb'ın peşine takılarak ''Esnelsi'' Yağmur Orman'larına doğru ilerledi. Xoarb'ın önderliğindeki bu grup önlerine çıkan herşeyi büyü güçleri ile korkutarak veya zarar vererek ilerlemekteydi. Esnelsi'e geldiklerinde ağaçları büyü güçleri ile yıkarak ve yakarak tarumar ettiler. Esnelsi'nin tam ortasında kendilerine yetebilecek kadar küçük bir koloni oluşturdular.  Buraya Nolovo adını verdi önderleri Xoarb. Nolovo Büyücüleri önderleri ile birlikte ovalara iner yoldan geçen kavimlerin üyelerine ölümcül olmamak üzere derin yaralar verirlerdi. Göçmenler onlara daha fazla zarar vermemeleri için tüm mallarını ve paralarını onlara dağıtırlardı. Kastel Alasis, böyle bir güç bahşettiği Büyücü'lerin bunları yarar için değilde zarar için kullandıklarını gördü ve... Onları lanetledi. İlk önce Nolovo'da bir yangın başladı. Fakat sadece Nolova yanıyordu, diğer Esnelsi ağaçlarında hiçbirşey yoktu. Nolovo ve Xoarb'ın halkı lanetlenmişti. Kaçtılar, kaçtılar. Hiç durmadan kaçtılar.  Batı sınırlarından çıktılar. Kuzey'e göç etmişler derler. Onlardan bir daha hiçbir haber alınamamış. Sadece üçyüzyedi gün yaşayan Nolovo Kolonisi yanıp gitmiş. Onun yandığı yerde yeni ağaçlar bitmiş ve Esnelsi Büyülü Orman olarak anılmış tüm Batı'da.
Nolovo'yu yöneten Xoarb'lar (Sırayla) ;
- Nolovo'nun kurucusu ve ilk yöneticisi Büyücü Xoarb
 
10- Envelep ;
 Pengon ve onu takip eden cesur ve yürekli halkı ''Naut'' nehri kıyılarına kurdular Envelep Koloni'sini. Batının en sınır noktasıydı burası. Envelep Ovası üzerine kurulmuştur bu güzel koloni. Batı'yı ve diğer uçsuz bucaksız isimsiz arazilerini birbirinden ayırıyordu bu uzun ve yaşlı Naut nehri. Naut'un karşısında Eon'ların kurduğu birkaç Koloni olduğunu görebiliyordu Pengon. Bu devasa yaratıklar hem onlardan güçlü hemde sayı olarak üç kat fazlaydılar. Eon'ların hükümdarları bir gün Naut'un karşı tarafında belirdiler. Bu devasa yürüyen, hantal varlıklar tam üç taneydi. Herbiri kendi Koloni'sinin yöneticisiydi ve Pengon'a, Naut'un karşısına geçmek istediklerini ve artık oralardan yaşamak istediklerini belirttiler. Sebepleri ise diğer tarafta toprağım verimsi olması ve hayvan kıtlığı çekmeleriymiş. Pengon bu teklifi reddetti. Tüm ordusunu ve Envelep sakinlerini, Naut'un kıyılarına yığdı. Kazdığı boy siperleriyle Ainen tarifihnde çığır açan Pengon, ateş kusan mancılıklarıın siperlere yerleştirtti. Eon güçlerini tam doksanyedi gece boyunca Naut'un öteki tarafında tutmayı başardı. Düşman güçleri bu savunmayı kıramadılar ve geriye çekildiler. Bu muhteşem müdafaa, tüm Ainen tarihinin en güzel hadiselerinden biri olmuştur. Envelep İnsanları ve Pengon için şarkılar yazılmıştır, adları her yerde bilinmektedir. Kışlalardan onların zaferi anlatılmaktadır. Okullarda eğitim gören çocuklara Pengon'un hikayesi anlatılmıştı onlarda büyük kahraman Pengon'u örnek almışlardır. Onlar sayesinde Batı bu denli özgür ve sakindir. Lakin Pengon başta olamak üzere birçoğu aldıkları yaralar sonucunda fazla yaşayamayıp hayatlarını kaybetmişlerdir. O günden sonra Naut Nehri'nin suyu kurumuş ve akmaz olmuş.. Geri kalan Envelep sakinleri Pengon'un tek oğlu Destiyor'un önderliğinde; İsimleri tüm hafızalara kazanan bu kahramanların bedenlerini Envelep'in topraklarına gömmüşler ve Envelep Koloni'sini terk edip, ırak diyarlara koyulmuşlar.
*Hükümdarlarının ünvanı Pengon'dur ve dörtyüz gecede bir değişirler. Bu ünvanla beraber Kahraman Pengon'un uzunkılıcı olan ''Tinelsen''de yeni Pengon'a devredilir.
Envelep'i yöneten Pengon'lar (Sırayla) ;
- Envelep'in kurucusu ve ilk yöneticisi Kahraman Pengon
- Pengon'un tek oğlu ve Envelep'in son yöneticisi Destiyor
 
Destiyor hükümdarlığının onüçüncü gününde savaştan geri kalan halkıyla beraber Envelep'i terk ederek Donram'a göç etti.  O zaman Donram'ın Linlul'u, Linlul'un en küçük oğlu Peho'ydu. Destiyor'a ve halkına kapılarını açtı ve Destiyor'u, Donram'ın General'i ilan etti.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Ejderfelaketi

  • **
  • 359
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #5 : 24 Ağustos 2012, 12:33:27 »
Çok değişik bir başlangıç olmuş. Bir Pax'ın ölümü ile yaratılışa oradan ırklara ejderhalara ve insanlara geçmek. Uzun olduğu için bitmez diye düşünmüştüm ama ikinci öykünden sonra bağladı ve hızla okumaya devam ettim. Sadece başlangıcı pek beğenmedim ama onun bozukluğu bütün olarak eserin güzelliğinin yanında devede kulak kalır.
Kumarı sadece oynatanlar kazanır sadece oynatanlar

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #6 : 24 Ağustos 2012, 16:37:18 »
Planlanan Oyunların Sesleri Öyküleri

Meşe ağacından inşaa edilmekte olan at ahırlarının bulunduğu yerden uzaklaştı Neiklot. Şimdi Anolep'in kalbi olarak adlandırılan, konutların ve çiftliklerin olduğu bölüme doğru ilerliyordu. Tarlalarda çalışan koloni sakinlerini gördü. Yetişkinlerin yanında çocuk çifçilerde vardı. Bunlar paralı asker olarak seçilemeyen çocuklardı. Gustav'a göre şanlı olan bu çocuklardı. Tehlikeli bir meslekleri yoktu ve paralı askerlerden daha çok gelir elde ediyordı. Canla başla tüm koloni için meyve ve sebze ihtiyaçını karşılamak için uğraşmaktaydılar. Tarlaların önünde elde edilen hasatın satışı yapılıyordu. Pazarcılar meydanında ilerlemeye devam etti. Bütün esnaflar, toprağın onlara verdiği hasatı satmak için bağırıp, çağırıyordu.
 
Sırtında taşıdığı Brudo çeliğinden yapılmış baltası onun hızlı hareket etmesini zorlaştırıyordu. Bir süre sonra Göçmen Kapası'ndan dışarı adımını attı. Bir önceki devriyesinden sonra ilk kez Anolep'in dışına çıkıyordu. Gördüğü bu rengarenk çadırlara hayran kaldı ilk önce. Daha sonrada yirmidört gece önce çıktığı devriyeden daha fazla arttığını fark etti bu toprağı bile görünmez hale getiren çadırların. Pixos'un Batısına doğru yöneldi, etrafta insan ve keçi pislikleri vardı. Onlara basmadan yürümek imkansız olduğu için Neiklot söve söve pisliklere basarak yoluna devam etti. Siyah Brudo Zırhını gören küçük çocuklar çadırların arkasına kaçıyorlardı. Boyunun fazla uzun olmasıda çocukların kaçışmalarında başka bir nedendi. Etrafı dolaşıyordu. Erkekler çadırların önlerinde oturmaktaydı genelde. İri yarı dört erkeğin önünden geçerken onların konuşmalarını işitti biran. En yakın ağacın yanına gidip, zırhını ve baltasını çıkarttı. Rahatlamıştı, yanında getirdiği sudan içti. Daha da rahatlamıştı şimdi. Adamların konuşmasını halen işitebiliyordu. Hararetli bir tartışma gibiydi bu. Kel kafalı, sarı bıyıklı konuşmaya başladı bu kez. Diğerleri kulak kabartıp onu dinliyordu tıpkı Neiklot gibi.

''Yüzyedi gündür bu batalıkta yaşıyoruz. Çocukların yarısı hasta, çıkardıkları hasatı sadece Anolep sınırları içinde yaşanlara pay ediyorlar. Geri kalanlarını bize satmak için getiriyorlar. Ezilmiş, çürümüş meyve ve sebzeleri bile on katı fiyatına satıyorlar bize,'' dedi sarı bıyıklı adam. İri ve uzun boyluydu. Öksürürken, elini ağzına götürerek siper etti. Konuşmasına devam etti. ''Artık birşeylerin değişme vakti geldi bence, artık refat içinde yaşamalıyız. Lakin Anolep'in ileri gelenleri ve o kendine general diyen Holomew vahşi domuz olduğu sürece bu imkansız. Onları ortadan kaldırmalıyız. Tamamen. Belki o zaman kapılar bizlere ve ezilen kardeşlerimize açılır,'' dedi. Neiklot, Holomew'i sevmezdi fakat ona yuva ve iş sağlayan diğer önde gelen adamları önemsemekteydi. Bunu Gustav'a anlatmalıydı. Gustav, Holomew'i uyarabilirdi. Kimse ölmemeliydi, hiç kimse ölmemeliydi. Ağacın kenarına bıraktığı teçhizatını toparladı. Brudo Zırhı'nı tekrar giydi. Bu sıcakta yakıyordu bu zırh onu. Ölebilirdi neredeyse. Çift taraflı baltasını sırtına yerleştirdi ve Gustav'ı aramaya koyuldu.



Yol Gösteren İşaretlerin Öyküleri

Neiklot yavaş hareketlerle barakasının kapısını açtı. Kapı meşe ağacından ve ayrıca oldukça eski olduğundan geriye doğru açılırken menteşelerinden bir takım sesler geldi. Başını eğerek kapıdan içeriye adamını attı. Yerdeki tahtalar sanki yerinde zıpladılar, çatırdadılar. Neiklot bunun Brudo çeliğinden yapılmış teçhizatından ve sırtında asılı duran baltasının ağırlığından kaynaklandığını biliyordu. Duvarın kenarına kurulmuş olan yatağına oturdu. Zırhını ve diğer teçhizatını çıkardı. Tekrar ayağa kalktı ve Brudo çeliğinden yapılmış olan-diğer tüm teçhizat gibi- çift taraflı baltasını duvarda balta yerleştirmeye yarayan ve korumalık görevide gören demirlere yerleştirdi. Bu balta ona ellisekiz gece önce General Holomew tarafından verilmişti. Paralı askerliğinin ilk günü sadece uzunkılıçlardan birini kullanmıştı fakat kılıç çok hafifti. Neiklot onunla sanki bir sopayla oynarmışçasına oynuyordu. Dengesini kaybediyordu.
 
 
Kılıçla bir bütün olamıyordu. Kışla'da kaldığı o gece kılıçı ile talim yaparken uzunkılıç ellerinden kurtuldu. Kılıç döne döne mavi bir çadırın tepesine düştü. Ertesi gün Holomew, onu yanına alıp Demirci Losty'e gittile ve ona Brudo çeliğinden çift taraflı bir balta yaptırdılar. Derin düşüncelerden çekti kendini. Şimdi üstünde sadece barada kullandığı giysileri vardı. Mumun alevi sanki bir yıldız ışığı gibi bir artıyordu, bir azalıyordu. Gölgesi barakanın her yerini kaplıyordu Neiklot'un. Gözlerine düşen saçları bir el hareketi ile geriye attı. Barakanın dışarısına çıkarken tekrar başını eğdi. Başını gökyüzüne kaldırdı. Gece sessizdi. Sadece Pixos'tan ve Kışladan gelen bir kaç kalın erkek sesini duyuyordu kulakları. Yüzlerce yıldızın ışığı ona göz kırpıp kayboluyordu. Kaybolmayan iki şey vardı. Uzaklarda parlayan masmavi bir yıldız. Ve tam tepesinde duran Dolunay....  Ayın ne olduğu biliniyordu. Sabahları yoktu, geceleri çıkıyordu. Gündüzleri gökyüzünde kuşlardan veya diğer uçan canlılardan başka birşey göremiyordu. Geceleri ise o masmavi yıldız, ay ve yüzlerce yıldız...
 
 
Barakaya tekrar girdi, yatağının üstünde bir küçük not buldu. İlk gelişinde fark etmemişti onu. Yastığının üstüne konmuş olan notu aldı. Kağıt sertti, üstündeki yazı Anolop'in okullarında öğretilen cinstendi. El yazısıydı fakat çok okunaklıydı. Özenle yazıldığı çok belliydi. Notu alıp daha iyi okumak için mumun olduğu yere yöneldi. Notu mumun ışığına tuttu. Mumun alevleri notun bir kol aşağısında yanarken Neiklot notu okumaya başladı.
 
''Bu gece yarısı gelen misafirle ilgilen. Gece yarısı Dolunay'ın ışığında onu göreceksin. Senin için büyük fırsat, bunu kaçırma! İşaretlere dikkat et. O kişi sensin. İsimsiz olan sensin.''
 
Neiklot bir anda donup kaldı. Kapı açıkken okulda eğitim gören çocuklardan biri mi bıraktı acaba? Onların yazıları ile birebir tutuyor. Okulun kapısında görmüştü bu el yazısını stilini. Düşünüyordu düşünüyordu. Notu incelemeye başladı daha yakından. Notun altında başka bir dilde başka birşeyler daha yazıyordu. Bu dili daha önce hiç görmemişti. Notu çevirdi ve ; notun altında yine aynı dilde ters olan yazıyı gördü gözleri. Başka bir dil değildi, sadece ters yazılmıştı. Büyük büyük yazılmış iki kelime vardı bu gizemli notta.
 
''Anganalf  Neiklot.''
 
Dışarıdan esen rüzgar, barakanın pencerelerini ve kapısını yaladı. Mum söndü ve gitti. Neiklot pencerenin önüne ilerledi ve dolunaya baktı.
 
 ''Bu gece yarısı gelen misafirle ilgilen. Gece yarısı Dolunay'ın ışığında onu göreceksin. Senin için büyük fırsat, bunu kaçırma! İşaretlere dikkat et. O kişi sensin. İsimsiz olan sensin. ''
 
Kafasını bu küçük not kurcalıyordu halen. Dışarıdan esen rüzgar ikinci kez pencereleri ve kapıyı yaladı. Uzaklardaki Ay'ı gözlemliyordu Neiklot. Dolunay vardı bu gece. Kastel Alasis tarafından Ainen'in Batı'sına gönderildiğinden beri hiç Dolunay görmemişti Neiklot. Rüzgar şiddetlendi, sanki barada yerinde sallanıyordu. Kapı ve pencereler çarpıyordu. Gece yarısı olduğunu Dolunay'ın eskisinden daha parlak bir hale geldiğinde anladı Neiklot. ''Misafir.. Misafir.'' diye söylendi durdu. Onu ve bu tüm evreni yaratan Kastel Alasis mi gelecekti yoksa? Yada gerçekten çocuklardan biri ona bir oyun mu oynadı? Yoo, bu olamazdı. Bulduğu notta, Gustav'ın bile bilmediği sırlar yazıyordu.
 
Kastel Alasis'ti bu. Notu yazan ve gönderen oydu, başka kimse olamazdı. Peki ya Misafir kimdi? Kim olabilirdi? Zaman ilerliyordu. Dolunay ışığının aydınlattı barakasında volta atıyordu Neiklot. Gölgesi duvarda asılı duran Brudo çeliğinden yapılmış çift taraflı baltasının üzerisine düşmekteydi. Neiklot'un gölgesi bu kadar büyük olamazdı! Gölge büyüdü, büyüdü. Tüm barakayı evrenin karanlığı ile doldurdu. Dolunay'a baktı gözleriyle, Dolunay'dan, Ainen'e doğru birşey geliyordu. Kanatları olduğunu gördü. Büyük ve devasa kanatları. Daha fazla yaklaşınca bunun bir Ejderha olduğunu anladı Neiklot. Acaba, acaba o muydu? Kastel Alasis, Ejderha bedenine bürünüp onunla konuşmayamı gelmişti? Herşey olabilirdi, fakat zamanı varken duvarda duran baltasına sarıldı Neiklot. Baltasıyla beraber barakanın önüne attı kendisini. Ejderha, Anolep'e yaklaştığında, Pelona'nın Nöbetçi Kuleleri'nin, alevlerinin söndüğünü gördü. Kışladaki askerlerin bağrışlarını ve küfredişlerini işitti kulakları. Tahta Surlardan örülmüş burçların tepesindeki nöbetçiler ''Anidargu!'', ''Anidargu geliyor!'', ''Buraya okçular getirin!'', ''Mancılıkları ateşleyin, çok büyük bu!'' diye bağrınışlarını işitti.
 
Hemen yanında Gustav bitti. Hayranlıkla ''İnanılmaz, muhteşem'', dedi. Ağzı açık kalmıştı Gustav'ın. Neiklot ise sadece soğuk kanlılıkla, Anidargu dedikleri bu devasa Ejderha'nın havada süzülüşünü ve ağzında alev çıkartışını izliyordu. ''Senin rüyan gerçek oldu, baksana Anolep'e Ejderha geldi!'', dedi alay edercesine Gustav. Lakin bu Neiklot'un gördüğü Ejderha değildi, o masmaviydi, bu mor tonlarındaydı ve bu devasa Ejderha bile onun yanında bebek bir Ejderha gibi kalırdı. General Holomew'in, Pelona Kalesi'nin Izetnaf kapısındançıkışını gördü ikiside, dikkatle izlediler. Arkasında bir an bile peşinden ayrılmayan dört paralı askeri koşuyordu. Musdani ve Lennar'ı tanıyordu Neiklot. İki özel komutanlada konuşmuştu zamanında Neiklot. Musdani iri yarı ve boynunun altın bir kesik olan bir adamdı. Lennar ise onun tam tersi yüzünde leke bile yoktu. Zayıftı fakat çok hızlı hareket edebiliyordu. Diğer iki yeminliaskeri aslında herbiri komutan olan bu askerleri, Holomew'den fazla sevmiyordu Neiklot.
 
Pelona Komutanlarından Dolwar,Tiacel, Nodast ve Lugnin'de çıktı aynı kapıdan. General Holomew tüm Koloni sakinlerine bağırarak evlerine kapanmalarını emretti. Pixos'tan çığlık ve ağlama sesleri yükseliyordu. Anidargu, Anolep'in üstnde dolaşıyordu. Pixos sakinleri ''Göçmen Kapası''nı yumrukluyor, onları içeri almaları için yalvarıyorlardı. Aynı gün Nitram'ların saldırısı yüzünden zaten korkmuşlardı, bu Anidargu'da korkularını ikiye katlamıştı. Lakin tek korkan onlar değildi; General Holomew ve tüm askerler titriyordu. Kışladan çıkan askerlerden biri Ejderha ile Savaşan İnsan sancağını taşıyordu. Belkide tüm Koloni ilk kez canlı bir Ejderha görüyordu. Neiklot'un gözü sancağa ilişti. ''İşaretler!'' dedi bağırarak. Gustav ona anlamsız bakmaya başladı ama Neiklot daha fazla dayanamadı ve elindeki baltasıyla koşmaya başladı. General Holomew'in ve Anolep askerlerinin önünden geçerken herkes ona bakıyordu.
 
General Holomew'in bağrışlarına aldırmadı ve Ana Kapı'nın altından geçerek kendisini Phomb ovasının çimlerine bıraktı. Anidargu onu gördü ve ağzından alevler saçarak yere indi. Neiklot kendisini attığı yerden kalktı ve baltasına uzandı. General Holomew ve tüm Anolep-Pixos, Neiklot ve Anidargu'yu izliyordu. Anidargu, Neiklot'a yaklaştı ve alevlerini suratına doğru püskürttü. Uzakta olduğu için ateş sadece Neiklot'un günlük giydiği kıyafetine temas etti ve yanmaya başladı. Neiklot onu yırtarcasına çıkardı ve ''Bu Kastel Alasis olamaz, o yarattıklarına zarar vermez!'' diyerek koşmaya başladı.    Anidargu kuyruğu ile Neiklot'un kafasına vurmaya çalıştı fakat Neiklot eğildi. Koşmaya devam etti koştu koştu ve baltasını Anidargu'nun tam göğsüne salladı.
 
Balta havada daireler çizerek, Anidargu'nun kalbinin olduğu yere saplandı. Ejderha ağzından bir kaç parça alev çıkarttı yukarıya doğru, sonra da geriye sendelenerek düştü. Pixos'tan ve Anolep'te gelen alkış ve tezahurat sesleri Neiklot'un dikkatini çekmiyordu bile. Baltasını, Anidargu'nun kalbinden geri çekti. Kanın rengi tüm Ejderha'nın tüm bedeni gibi mordu. Ellerini iki yana açtı, gözlerini kapadı, başını yukarıya kaldırdı ve gökyüzüne doğru bağırdı.
 
''Misafirle ilgilendim, görevimi tamamladım Kastel Alasis.''
İşte o an gökgürledi, şimşekler çaktı ve yağmur yağmaya başladı. İlk yağmur damlası Neiklot'un alnına damladı ve Neiklot gözlerini açtı. Islanıyordu ama buna aldırmıyordu. ''İşaretler'', dedi tekrar ''işaretler''.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #7 : 24 Ağustos 2012, 20:13:32 »
Kahraman Soyu Öyküleri

Küçük ama sıcak çadırından dışarı adımını attı Ilsa. Yağmur yağmaktaydı, kahverengi saçları yağmurun bereketli suyuyla ıslanıyordu. Daha yeni uyanmıştı uykusundan ve dışarıdan gelen sesleri duymuştu kulakları. Bunun üzerine yağmura aldırmadan fırlamıştı Pixos'un çamurlu zeminine. Birden bir gökgürlemesini duydu ve düşen yıldırımları gördü saçlarıyla aynı renk olan gözleri. Fakat yıldırımlar sürekli aynı yere hiç durmadan düşüyordu. Karanlık Pixos ve Anolep bu yıldırımların beyaz ışıklarıyla ayınlanıyordu gecenin karanlığına inat.
 
Dedesi Pengon, tüm gördüğü bu insanların şuan hayatta olabilmesini sağlayan, bu nefes alan, kalpleri atan insanların güvende olması için kendini ve Envelep'i feda eden kahraman Pengon'un sözlerini işitti kulaklarında. Dedesi onun için bir Ainen'in en cesur ve en bilge adamıydı. Aynı yere, bir bölgeye iki kere yıldırım düşmez, demişti ona. Şimdi o sözler zihninde tekrar canlandı. Kalın ve gür sesli dedesinin sesi başında ve kulaklarında yankılanıyordu. ''İki kere'', düşmez dedi Ilsa kendi kendine. Lakin Yıldırımlar durmadan düşmeye ve bu insanları korkutmaya devam ediyordu. Yağmur tüm şiddettiyle yağmaya devam etmekteydi.
 
Yıldımların düştüğü yere doğru baktığında yerde yatan büyük bir Ejderha gördü. O derin bir uyku çekerken, Pixos ve Anolep halkının büyük bir tehlike attığını anladı. Bir yıldırım daha düştü, gözlerinin gördüğü her yer bembeyaz bir hal aldı ve ışık biraz olsun azaldığında yerde yatanın mor renkte Anidargu türü bir Ejderha olduğunu gördü. Kalabalığın arasından yerde yatan canlıyı izlerken. Ejderhanın önünde diz çökmüş ve kollarını açmış, sabit bir halde duran bir erkek olduğunu görmüştü. Yeri göğü aydınlatan bu yıldırımlardan etkilenmiyor ve öylece duruyordu.
 
 
Sonunda adamın ayağa kalktığını gördü. Ilsa'nın çevresindeki kalabalık onu tekrar alkışladı. Bu sefer anlamıştı, o Ejderha'yı bu adam öldürmüştü. Adam uzun boylu ve iri yarıydı, elinde çift taraflı bir balta tutuyordu ve Anolep'e doğru yürümeye koyulmuştu. Anolep'in Büyük Kapı'sından içeriye girdi ve Anolep'in içinden gelen ''Neiklot!''  ''Neiklot!'' sesleriyle inliyordu şimdi yer gök.
 
Ilsa kendi kendine ''Neiklot...''Neiklot'' diye sayıklandı durdu ve yağan yağmurda daha fazla ıslanmaya niyeti yoktu. Çadırına doğru yola koyuldu. Küçük yuvasına girdi ve yere uzandı. Zemin sertti ama ıslak değildi. Düşen yıldırımlardan çıkan beyaz ışık uyumasından önce gördüğü son şeydi.

 ''Şşşt sakin ol oğlum, şuraya evet, evet oraya doğru yavaş yavaş alçal, Ridak'ın ve Rideus'un koştuğu yere doğru. Hadi Persei, inelim şu garip yere!''
 
Ayelca'nın emrini alan devasa kahverengi tüylü kartal, isimsiz tepelerin üstüne doğru süzülmeye başladı. Rufyat'tan çok fazla uzaktaydılar ve çıktıkları bu keşifte en çok dikkatlerini çeken bu bölge olmuştu. İsimsiz dağların, isimsiz ovaların, isimsiz akarsuların veyahut onların isimlerini bilmedikleri binlerce yer geçmişlerdi. Sonunda en uç noktaya kadar gelmişlerdi. Bu büyülü yaratıklar ve onların kullanıcıları ayrıca sahipleride oluyor. İnanılmaz derece yorgun düşmüşlerdi bu keşiften. Ayelca'nın kontrolünde olan Persei gibi iki tane daha devasa kartal vardı. Ortada Persei, sol tarafında ak Selisu, sağ tarafında ise gece kadar kara kanatlara sahip Mirdez uçuşuyordu. Yerden ise bu üç kartalın önünde koşturan Rufyat Kurtları göze çarpıyordu. Ridak'ın üstünde durduğu kurt sarı renkte bir dişiydi ve adı Lostos'tu, Rideus'un kurdu ise Lostos'a göre daha açık tüylere sahipti ve erkekti. Rideus'un koşturduğu kurdun adı ise Gerseis'ti.
 
Sonunda Persei,Selisu ve Mirdez sahiplerini, Ridak'ın ve Rideus'un yanına indiriverdi. Selisu'nun tepesinden atlayı veren orta yaşlardaki Mec Kufu, Rideus ve Ridak'ın yanına doğru ilerledi. Sonunda tüm askerler, yolculuklarında onlara yardım eden efsunlu yoldaşlarından aşağıya atlamıştı.
Kartallar gölge bir yerde uzanıp verilecek emirleri beklemeye koyuldular. Rufyat Kurtları ise sahiplerinin yanında diz çökmüşlerdi. Kurtlar inanılmaz büyük varlıklardı, özellikle Rufyat Kurtları iki insan büyüklüğünde olabilirlerdi. Fakat bu kurtlar daha o seviyede değildi. Kurtlar uçabilmekte ve suyun insan aklının ölçmeyeceği derinlikte olduğu yerlere bile dalabilmekteydiler.
 
Mec Kufu havanın karardığını belirtti, beş kişilik bu keşif ekibi günlerdir yoldaydı ve Simanus'üs tüm Rufyat Halkına açıkladığı kehanetinde tehlikenin Kuzey'den geleceği ve tüm Batı'yı etkileceğini belirtmişti. Bunun üzerine onbeş kişiden oluşturulan ekip, beşerli gruplara ayrılarak dağılmışlardı. Beşi, Rufyat'ın Kuzey'ine, diğer grup Güney'ine, geriye kalan grup ise Doğu'ya yollamıştı. Sadece Kuzey'e adamlar gönderilmemişti. Çünkü kehanetler yanıltabilirdi, yanlışta olabilirdi fakat Simanus'ün söylediği ve emir verdiğ herşeyi tüm halkı seve seve yapardı.
 
Kararan hava çakan şimşekler ile aydınlandı. Beşli, tepenin arkasına sinip toprak vadiyi izlemekteydi. Topraklar bir garipti, yani Batı topraklarına göre daha kızıldı bunu oraya daha ilk geldiklerinde ve havanın aydınlık olduğu an fark etmişlerdi. Fark ettikleri bir diğer şey işe, kırmızı toprağın üstüne yine aynı renkten inşaa edilmiş bir geçit bulunmaktaydı. Kapı oldukça büyük ve genişti, bu beşli bu kapıdan rahatla geçebilir ve nereye gittiğini bilmedikleri yolda kaybolup giderlerdi.

''Bu da nedir!'' dedi Ayelca gözleri yuvalarından fırlayacakmış ve yol olup gidecekmiş gibi açarken.
Mec Kufu sakin ve soğukkanlı bir ses tonuyla. ''Yuva olabilir, burada yaşayan binlerce yaratık, onların çoğunu keşifte gördük. Bu onlardan birinin gecelerini geçirdiği ini olabilir.''
''Yerin altında bir in ah!'' dedi Ridak dalga geçercesine, genç ve yakışıklı bir adamdı. Üstündeki yeşil kıyafetler onunda daha askerlikte acemi olduğunu göstermekteydi. Rufyat askerleri rütbelerine göre daha değişik kıyafetler giyer ve daha alımlı silahlar kuşanırlardı. Mec Kufu'nun gri kıyafetleri en üst rütbede olan askerlerin giydiklerinden biriydi.
''Dalga geçmenin veya oyun oynamanın zamanı değil Kurt Sürücüsü, karşımızda tüm yaşamım boyunca rüyalarımda bile görmediği bir geçit var,'' dedi sesi yankı yaptı tüm ovada. ''Olamaz, olamaz. Büyük bir hataydı,'' dedi hemen ardından. ''Korkmayın çocuklar, oradan çıkan ne olursa olsun, biz kazanabiliriz. Simanus'ün askerlerini kim yenmiş ki bu zamana kadar o zarar verebilirmiymiş hiç bize!''
Arkalarda duran ve geçiti daha yeni fark eden Parlika'nın ağzından üç heceli tek bir kelime döküldü.
''Fan-tas-tik!''
''Fanpastik nedir diye sordu,'' Ridak gözlerini bayarak.
''Fantastik kalın kafalı, olağanüstü, inanılmaz veyahut ne bileyim muhteşem işte!''
''Şimdi yani, şu geçitten dışarı çıkan şeyde bir fantastik mi?'' diye sordu, yüzü kızarmışla, morarmış arasında bir renkteydi Ridak'ın.
''Hayır bu fantastik olamaz, bu daha çok.... Ben bilmiyorum, daha önce böyle birşey görmedim, geçitte görmedim. Bu gece neler oluyor böyle! Kırmızı topraklar, kırmızı toprakların üstüne kurulmuş aynı renkte kırmızı bir geçit ve geçitten dışarına adımını atan devasa kırmızı bir adam!''
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #8 : 24 Ağustos 2012, 22:43:46 »
Kuralı Aydınlatan Gerçekler Öyküleri

Neiklot, Anolep'e girdiğinde büyük bir tezahüratlar ve alkışlar durmak bilmedi, aksine daha şiddetliydi şimdi. Pixos'tan gelen sesler duyulmuyordu fakat. Halk çok korkmuştu, bir günde iki saldırı çok ağır gelmişti onlara. Halen bazı kapılar yumruklanmakta ve ağlayan insanların hıçkırma sesleri duyulmaktaydı. Anolep sakinleri için hava hoştu tabiki. Dışarıda ki halk gerçekten çok korkmuş ve tükenmişti, bunu Neiklot'ta fark etmişti. ''Keşke onlar için birşeyler yapabilseydim,'' diye geçirdi içinde Anolep'in kahramanı Neiklot.
 
Neiklot'un etrafını kışladaki askerler sarmış, onu tebrik ediyor ve şakalaşıyorlardı. Fakat orada biranda biten General Holomew ve onun paralı askerleri Musdani,Crotban,Lennari Lowbar Neiklot'a kızgın küpler kadar kırmızı suratları ile bakmaktaydılar.
''Seni tebrik ederim asker, böylesine eşi benzeri görülmemiş, cehennemden geldikleri söylenen yaratıkların karşısına çıkmak yürek ister,'' dedi Holomew, fakat halen yüzü kıpkırmızıydı.
''Ben görevimi yaptım. Zor bir iş değildi efendim, sizlerle tekrar karşılaşmak büyük onurdur,'' diye geveledi Neiklot. Halen heyecanlı ve şaşkındı falat Holomew'in sinirli olduğunu görmekteydi.
''Evet, evet. Lakin bu yaptığınla benim katı kurallarımı çiğnedin!'' diye kükredi General. Neiklot'un, ilk günden beri Gustav'a olağanüstü işçilik ile yapıldığını belirttiği kabzası altın kaplama olan kılıçını arkasından askere doğru çevirdi.
''Peki ya bu askerler nedir? Onlar savaşmak için altın alıyorlar. Ah! Evet sende öylesin fakat o Ejderha karşısında yapacağın bir hata tüm bu halkı tehlikeye atacaktı! Bizim emirlerimizi beklemeliydin!'' General Holomew'in sesi giderek gökte çakan şimşeklerin sesleri kadar sert ve yüksek çıkıyordu.
 
Neiklot kendini çaresiz hissediyordu şimdi, sırtına bir elin çarptığını hissetti. Gustav ona bakıp gülümsüyordu. Sırtına vurmaya devam etti Neiklot'un, Gustav. General Holomew, gösterişli kılıcını yerin taş zeminine vurarak Neiklot'un dikkatini çekmeye çalışmaktaydı. Neiklot ona döndüğünde boğazını temizledi.
''Bilirsin, bütün Batı'daki askeri kurallar aynıdır ve bu kurallar ne değiştirilir ne de değiştirilebilinir. Askeri kurallara göre, General'in emirlerini çiğnemek en ağır suçtur. Bu suçun cezası neydi sayın Musdani?''
 
Mustani öne çıktı, General Holomew'in dibine girmişti adeta. Kılıcı, General'in ki kadar gösterişlii olmasa bile bir alımı vardı. Mustani sinsi sinsi sırıttı ve ağzından tek bir kelime çıktı. ''Ölüm.''
Tüm askerler birbirlerine bakındılar, şaşkın şaşkın, ağızları açık bir şekilde duruyorlardı. Neiklot ve Gustav bu kadar şaşırmamıştı. Böyle bir kural var mıydı bilmiyordu ikiside fakat böyle bir kural varsa bile cezası ölüm değildi. General Holomew gaddar yüzünü bir kere daha göstermişti.
 
General Holomew topuklarının üzerisinde tam dur döndü. ''Ölüm.'' kelimesinden sonra çıkan sesler sadece askerlerin demir zırhlarından, kılıçlarından gelmekteydi. General Holomew konuşmaya devam etti.
''Yarın akşamüstü, Ejderha'yı öldürdüğü yerde. Kafasını gövdesinden ayırın şunun. Pixos sakinleride biraz eğlence görsünler, şayet bu gün çok korktular.''
 
Bir kaç dakika sonra kapının girişinde sadece Gustav ve Neiklot kalmıştı. Neiklot, dizlerinin üstüne çökmüştü yine. Gustav onu teselli etmeye çalışıyordu. Fakat nafileydi, karar çoktan verilmişti. Değişmezdi ve değiştirilemezdi.
 
 
Sabahın ilk ışıklarının barakanın pencerelerinden içeriye girip, Gustav ve Neiklot'un yüzünü aydınlatmasıyla kapı yumruklanmaya hatta tekmelenmeye başlamıştı. İki arkadaşta yataklarından fırladılar. Neiklot tüm gece boyunca uyumamıştı ve Kastel Alasis ile konuşmaya çalışmıştı. Lakin onu ne Kastel Alasis ne de başka birisi duymuştu. Sonunda gerçekle yüzleşmesi gerektiğini anlamıştı ve gözlerinden yaşlar akarken kafasını yastığına koymuştu. Dışarıdan Musdani'nin soğukkanlı fakat birazda dalga geçercesine çıkan sesi geliyordu. Musdani'yi tanıdığını düşünüyordu fakat onun hayatığını alacak kişinin Musdani olduğu söylendiğinde çok yanlış tanığının farkına varmıştı Neiklot.
 
Musdani'nin geveleyen ağzının şapurtusu barakanın içine kadar gelmekteydi. Sonunda tekrar seslendi.
''Bu göreceğin son gün uzaklardan gelen Neiklot. İstediğin gibi eğlen, ye, iç! Akşama nasıl olsa bizleri eğlendireceksin.'' Bu sözden sonra dışarıdan gelen ses kesilince, ikiside onun gittiğini kararına vardılar. Neiklot ayağa fırladı ve Gustav'ın yüzüne baktı.
 
''Neden böyle birşey yapıyorlar ki? Bir Ejderha'yı öldürmek daha doğrusu bunca insanın canını kurtarmak suç mu gerçekten? Söylediği gibi kurallar, yasa böyle mi? Anlamıyorum. Evet, belkide bir ceza verilebilir fakat bunun ölüm olması burada adaletin olmadığını göstermekte,'' dedi Neiklot. Ardından küçük barakanın içersinde volta atmaya başladı.
 
Gustav öksürdü, tekrar öksürdü. Neiklot yerden kalkan tozların arkadaşını rahatsız ettiğini fark etti.
''Özür dilerim,ben neyse. Oturmak daha iyi olubilir,'' dedi ve ardından yatağının kenarına oturdu öylece. Hayattan bezmiş gibiydi, yüzü sararmıştır bir gecede.
 
''Yoo, sadece biraz hastayım sanırım. Toz da biraz etkiledi işte. Her neyse bunları boşver Neiklot kardeşim. Sana söylemem gereken birşey var. Kural değil bu. Benim büyük dedem vardı vakti zamanında. Bana hikayeler anlatırdı. Ah! Öyle çocuk hikayeleri değil, tarih bilginiydi. Batı ve Anolep hakkında herşeyi bilmekteydi. Bu bildikleri yüzünden General Holomew'in babası Parpeu onu asmıştı. Büyük dedem, Gustavi'ydi. Benim adımında ondan geldiğini söylemişti hep bana,'' bu kadar uzun konuşması ve ortamdaki toz Gustav'ı yormuştu ve biraz soluklandı.
 
''Bak Neiklot. General Holomew, onun babası General Perpeu her zaman Anolep'in ileri gelenlerinden oldular fakat bence bunlar onlar için yeterli değil. Şuan tüm Anolep Holomew'in elinde, Pixos'ta yaşayan halka eziyetler etmekteydiler, halende ediyorlar biliyorsun.''
 
Neiklot, duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemiyordu. Devam etmesi için başını aşağı yukarı salladı.
 
''Anolep'in sancağını ve kuruluş öyküsünü biliyorsun. Eğitim alırken sana ve bana bunu öğrettiler, diğer askerler gibi. Ejderha ile savaşan bir Anolep askeri. Boerm savaşmıştı Ejderha ile senin savaştığın gibi. Boerm'in ruhunun geri döndüğünü ve onlardan intikam almak istediğini düşünüyorlar. Bu yüzden seni idam edecekler ve bu olayıda böylece kapatmayı düşünüyorlar,'' kısa kısa nefes aldı Gustav, bu küçük baraka onu çok rahatsız ediyordu artık.
 
''Dahası var, General Holomew, Boerm Synicle'ı öldürüp, artık tahtı ele geçirmek istemekte. Zaten Anolep, Pelona ve Pixos onun elinde ama sadece sembolik olarak. Fakat bu sefer tamamen ele geçirmek istiyor. Böyle giderse yeni bir hükümdarımızı olacak, gaddar bir hükümdar. ''
 
Kapı çok sert bir şekilde tekmelendi. Bu konuşmayı toz bulutları ve yere düşen meşe kapı bozmuştu. General Holomew, kılıcı kadar olağanüstü olan zırhıyla eskiden kapı olan yerdeydi şimdi.


Ekler;

Anolep'e Dair

Anolep, Ainen'in Batısın kurulan en büyük İnsan Kolonilerinden biridir. Anolep'in tam ortasında tüm Batı'da bulunan en büyük bina yükselir. Bu yapıya bina demek aslında onu aşağılamaktır çünkü bir kale biçimindedir. Duvarları yaklaşık yirmibeş insan boyundadır. Kalenin iç kımsında birsürü yapı bulunmaktadır. Kale'de Anolep'in ileri gelenlerini yaşamlarını sürdürür. Bu devasa kalenin içinde, tam ortasında başka bir yapı göze çarpar bu ''Boermes'' adını verilen sığınaktır. Sığınağın yukarısında üçgen şeklinde başka bir yapı daha vardır burada ise Anolep'in yöneticisi olan ''Boerm'' denilen hükümdarlar yaşar. Boermes'in yan tarafında yükselen binada onlarca sancak yükselir. Sancağın üstüne Ejderha ve o Ejderha ile savaşan bir Anolep'i resmedilmiştir. Anolep'in bu devasa kalesine ''Pelona'' adını vermiştir yerli halk. Pelona, Anolep'in anagramıdır. Pelona'nın içinde yaşayan ileri gelen Anolep'liler ise buraya ''Salgole'' derler.. General Holomew'in sorumlu olduğu ayrıca evi olarak kullandığı Salgole'nin içinde bulunan Kışla'nın tepesinden Kalenin heryerinde olduğu gibi o beyaz sancak dalgalanır. Lakin Kışla'da dalgalanan sancak sayısı dörttür.


Bu dört sancak, Salgole Kalesini , Anolep'i, Pixos'u ve Anolep Ordusu'nu temsil eder. General Holomew'in Kışlasının önündeki dev sancakta ise diğer sancaklardan farklıdır. Bunda sadece bir İnsan vardır. Bu İnsan ırkını temsil eder, resmedilen İnsan ise kimine göre General Holomew'dir. Kalenin dört bir köşesinde uzanan devasa Nöbetçi Kuleleri vardır. Kulelerde daima ateş yanmak zorundadır. Koloniyi ilgilendiren bir problem olduğunda Nöbetçiler bu her gece yaktıkları ateşi söndürür. Hem Salgole'de yaşayanlar hem de Anolep'te yaşayanlar işlerin ters gittiğini böylelikle anlarlar.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #9 : 25 Ağustos 2012, 04:11:52 »
Çarpışma Alevi Öyküleri

Geçitten dışarıya adımını atan alev adam, durduğu yeri gün ışığı gibi aydınlattı. Daha sonra kalın ve çatlak bir ses ile farklı dilde birşeyler söylendi ve kızıl toprakların tam ortasına geldi. Geceyi kokladı. Elinde zaten var olan alevi savurdu. Tüm kırmızı toprakla kaplı olan bölgenin etrafına daha önceden yerleştirilmiş olan meşaleler gecenin siyah görüntüsünü deldi geçti. Geçitte yine kırmızı alev adamlar belirdi ve dışarıya oluk oluk aktılar. Her biri neredeyse iki insan boyunda olan alev adamlar sarmıştı kırmızı toprakların üzerisini.
 
Ayelca gözlerine inanamıyordu ve Mec Kufu'nun uyarısına rağmen eline bir kağıt almış, kalemiyle bu gördüklerini yazıyordu heyecanla. Arkalarında alevlerden huzursuz olan Rufyat Kurtlarının ve Kartalların korktuklarını belli eden garip hareketlerinin sesleri geliyordu. Lakin onları ne Rufyat Keşif Ekibi ne de, bu alev adamlar duymaktaydı.
 
Geçitten ilk çıkan alev adam şimdi ise diğerlerinin oluşturduğu çemberin tam içinde bulunuyordu. Mec Kufu onun bir kral veya komutan olduğunu düşünmekteydi. Ortada durun alev adam iki elini yana açtı ve ikisinide geçite doğru uzattı. Ellerinden çıkan alevler devasa geçitin iki yanına çarptı ve çarpmanın etkisiyle geçitte bir sallanma oldu. Bu sefer geçitten ilk önce üç insan boylarında birinin çıktığını gördü Ayelca, ardından iki insan bir çocuk boyunda biri çıktı geçitin derinliklerinden. İki alev adamında ellerinde hilal şeklinde tasarlanmış kılıçlar bulunmaktaydı.
 
Onları yukarıya davet eden adam şimdi ise ikisinin farklı köşelere yerleşmesini istemişti. Çatlak ve kalın sesi tekrar duyuldu. Başka dilde birşeyler söylendi yine. Bütün alev adamların saçlarının olmadığı ve saçlarının çıktığı yerde sarı alevlerin olduğunu fark etti sonradan Ridak.
 
Adam yine konuşmaya devam etti fakat bu kez konuşmanın bazı yerlerinde sesi giderek yükseliyordu. Elinde oluşturduğu iki alev topunu tutuyordu şimdi. Birisini sol köşeye fırlattı ve Yeseid! diye bağırdı. Yeseid dediği alev adam yerine çekildi, elinde hilal şeklinde kılıcı vardı. Üç insan boyunda olduğu çok belli oluyordu. Diğer alev topunu daha yavaş bir şekilde sağ köşeye uçurdu ve Nekroj Erescu! dedi çatlak ve kalın sesi. Ve daha sonra iki elini havaya kaldırdı ve tüm alevi gökyüzünü aydınlattı.
''Notbur! Notbur! Notbur!'' diye kükredi, alevler garip bir şekilde, farklı eski bir dilde bir şekil oluşturdular. Fakat bununda Notbur olduğunu anlamıştı Mec Kufu, Ayelca'ya bu alevden yazıyıda not etmesini istedi. Bazen kalem ve kağıt çok işe yaramaktaydı.
 
Nekroj Erescu ve Yeseid diye seslendiği iki alev adam karşı karşıya geldiler. Yeseid olarak adlandırılan adam, Nekroj Erescu denen adam göre daha güçlü gözüküyordu fakat her zaman güçlüler kazanmazdı.
 
Çarpışmayı başlatan işareti yine geçitten ilk çıkan alev adam vermişti. Diğer alev adamlar yanan meşalelerin yanında sıralanmış, bu ikiliyi pür dikkat izlemekteydi.
 
Nekroj Erescu, alev topu haline geldi ve Yeseid'in üzerisine doğru uçmaya başladı. Şimdi Yeseid'e büyük bir alev topu gelmekteydi. Yeseid kılıcını yan bir şekilde tuttu ve önünde duran bir perde gibi çekti. Yeseid'in önünde şimdi metalden bir kalkan oluşmuştu ve Nekroj Erescu, bu kalkana çarparak tekrar alev adam haline geldi. Yeseid karşı saldırısına geçecek iken bir ses duyuldu ve tüm alev adamlar Rufyat'lıların saklandığı tepeye doğru bakmaya başladılar. Nekroj Erescu, alevden bir mızrak biçimine girdi ve tepenin arkasına doğru uçmaya başladı.
 
Daha bir gece öncesi tam bu noktada kafasını bedeninden ayıracak olan ve hatta onları izleyen tüm halkı kurtarmıştı Neiklot. Gözlerini, Anolep'in kapısına doğru çevirmişti. Gustav'ın kapının yanı başında General Holomew'in yanında ayakta dikildiğini gördü. General Holomew,Gustav'in aksine bir sandalyeye oturmuş, Musdani'nin, mahkumun boynuna indireceği çift başlı baltayı izlemekle meşguldu.
 
 
Neiklot göremiyordu ama Musdani, Neiklot'un çok sevdiği çift taraflı Brudo çeliğinden yapılmış baltasını iki eliyle kavramış ve yukarıya kaldırmıştı. Balta ağırdı ve metalı çok soğuktu fakat Musdani için sıradan bir kılıçtan farksızdı. Tam akşamüstü demişti, General Holomew. Son gördüğü tek şeyin benim yüzüm olmasını istiyorum, bu yüzden kafasını Anolep'in Ana Kapısına doğru çevirin ve son gördüğü şey benim yüzüm olsun!
 
Hava kararmaya başladığında, General Holomew eline yayını aldı ve okun uçunu alevlendirdi. Yayı gerdi ve oku bıraktı. Uzaklarda olan Musdani işareti almıştı ve iki eliyle indirdi Neiklot'un kafasına baltayı. Neiklot'un kafası yere düşmüştü şimdi. Oluk oluk kan boşalmaktaydı çimlerin üzerisine. Neiklot yoktu bu dünyada artık. Görevi tamamlayamıştı ve ölüp gitmişti. Musdani kanlı baltayı havaya kaldırıp zafer çığlıkları atmaktaydı o sıra. Gustav, dizlerinin üzerisine çökmüş ve gözlerinde yağmur gibi göz yaşı boşaltmaktaydı. Gustav'ın feryadı tüm ovayı yerinden sarsmıştı, fakat giden gitmişti.



Ekler ;

Nekroslar ve Kolonileri


Ruhları bile ateşten oluşan bu alev saçan canlılar Kros dilini konuşurlar. Kros dilinde uzun ve tanımlayıcı olma eğilimindedir. Ainen'in Doğu'sunda bulunan Orman Diyarı'nda yaşamlarını sürdürürler. Bir ateş topu gibi dolanırlar etrafta, Orman Diyarı'nda, Ateş saçan bir ırkın yaşamayacağını anladıklarında. Yeraltlarında tüneller kazdılar, böyle onüç koloni oluşturdular. Bütün koloniler birbirleri ile bağlantılıydı. İnsanlar ile akraba oldukları söylenir. Ejderhalar ve Eonlar arasındaki akrabalıktan daha  çok benzer özellik taşır iki ırkta. Her koloniyi 'Nekjos' adı verilen tek yönetici yönetir. Bu yönetici her yıl düzenlenen düellolarda belirlenir. Her güçlü olan hem turnuvayı kazarı hemde koloninin yeni yöneticisi olur. Savaşçı bir ırk olmalarına karşın yerin binlerce kat altında yaşadıkları için bu özelliklerini pek göstemezler. Boyları normal bir insanın birbuçuk kat fazlasıydı, fakat en azı buydu. Genellikle ikikat fazla uzunluktaydılar.
 
Doğu'daki Orman Diyarı'nın altında yer alan onüç Nekros kolonisi ;
 
1. Omosg    Şu anki Nekjos ; Vatsug
2. Maesi      Şu anki Nekjos ; Krired
3. Mguod    Şu anki Nekjos ; Sinne
4. Klinq       Şu anki Nekjos ; Renbaks
5. Onatbag   Şuanki Nekjos ; Orodth
6. Klaqhake   Şu anki Nekjos ; Wolarb
7. Valcha       Şu anki Nekjos ; Ollopa
8. Ladgren    Şu anki Nekjos ; Sungam
9. Orhtru       Şu anki Nekjos ; Olotarb
10. Niurtas     Şu anki Nekjos ; Nirewik
11. Namec      Şu anki Nekjos ; Timilka
12. Corbed     Şu anki Nekjos ; Enyhar
13. Notbur     Şu anki Nekjos ; Erescu
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #10 : 25 Ağustos 2012, 15:40:32 »
Bana ağır geldiği için ilk sayfayı geçemedim. Silmarillion'u okurken eksik kalmasın diye okumuştum ve bittiğinde sevinmiştim. Okuyana birşeyler vermeli yazılan diye düşünüyorum. Ya da o satırlarda çekici bir şey bulmalısın ki okumaya devam edebilesin. Yani sonuçta öykü sana hoşlandığın bir şey vermeli ki onu okuyasın. Beni zorlayan satırlarla başladın :) Devam edemediğim için kusura bakma, Conan ve Jules Verne ile okumaya başlayıp çizgi romanlar ve aksiyon ile kavrulmuş bir fantastik delikanlı için biraz yavaş ve renksiz bir girişti. Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi olmasa Silmarillion'u bile ilk sayfada bırakırdım desem anlarsın heralde.

Saygıyla ve Sevgiyle.
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #11 : 25 Ağustos 2012, 18:59:15 »
Geçmişin Yüzü Öyküleri

Nekroj Erescu alev almış bir mızrak biçimindeydi halen. Boyu kadar uzun alevden bir mızrak uçuyordu gecenin karanlığında. Tepenin ardına geldiğinde, diğer Nekroslarda aynı biçime gelmişti, onlarca alevden mızrak vardı kızıl toprakların üstünde şimdi ise. Her biri havalanıp, Nekroj Erescu'nun yanına uçmaya başladılar. Geceyi aydınlatan meşaleler sönmüştü çoktan. Karanlık ve büyülü bölgeyi, Nekrosların alevleri aydınlatmaktaydı. Gökteki yıldızlar kıskanıyordu onları, Nekroslar kibirli ve savaşçı bir ırktı, yerin binlerce kat altında yaşamaktaydılar. Her biri Nekrosların geleneksel, her üç yüz altmış üç gecede bir düzenlenen Nekroj Düello'sunu unutmuştu. Kazanan yeraltı kolonisinin yeni Nekroj'u olurdu bu düellolarda. Nekroj, Nekros'ların konuştuğu, Kros dilinde ''Kral'' anlamını taşımaktaydı.
 
Nekroj Erescu'nun hemen yanına bir alevden mızrak saplandı ve mızrak tekrar gerçek görüntüsüne kavuştu. Bu düello'yu yöneten ve iki savaşcınında ismini bağıran Sebtist'ti.
 
''Burada birilerimi vardı Nekroj Erescu?'' dedi tepenin arkasında bulunan izlere bakarak. Nekroj Erescu konuşmaya gerek duymadan başıyla onayladı. Anganalf Yeseid -tabi diğer ırkdaşları onun bir Kastel Alasis'in görevlendirdiği bir Anganalf olduğunu bilmemekte- diğer Nekroslar gibi girdiği mızrak şeklinden kurtuldu ve gerçek haline dönmüştü. Geceyi kokladı, efsunlu güçleri vardı diğer Nekroslara göre, insan kokusunu alabiliymekteydi, diğer ırkların kokusunu alabildiği gibi.
 
Tam o sırada çevreyi gözlemlerden ilerideki -Nekrosların ilk yuvaları- ormanlardan birşeyler havalandığını gördü Yeseid. Kanatları olan devasa kartallardı bunlar, insan kokusu oradan gelmekteydi.  Alev saçan ellerinden sol olayı yukarıya kaldırdı ve bu benim için fırsat yapmam gereken onları yakalamak alev elinde büyüdü büyüdü. Tam zamanı onları yakalarsam Notbur'un, Nekroj'u ben olacağım alev daha da büyüdü, yukarıya doğru üç kafa boyunca büyümüştü şimdi. Alevi daha da büyümesini istedi, düşündü düşündü, hayal etti. Nekros'lar alev güçlerini böyle kullanmaktaydı, düşünce güçüyle, daha çok düşündü, hayel etti, hepsini birer birer vurup indirdiğini düşündü.
 
Alevini savurdu, diğer Nekros'lar ona doğru çevirmişlerdi alevden kafalarını. Şimdi ise alevden mızrak biçiminde giden ateşi izlemekteydiler, alev gitti ve Ayelca'ın Persei ismini verdiği kartalı vurmuştu. Persei'nin tüm tüyleri yanmaktaydı şimdi fakat direniyordu halen uçmaya çalışıyordu. Yeseid onun üstünde insan göremediğini fark et etti ve yine aynı saldırıyı gerçekleştirdi. Kartal Persei'nin tüyleri daha çok tutuştu ve yere doğru düşmeye başladı.
 
Persei'nin düştüğü yerden tekrar bir kartal havalandı ve bunun üstünde üç insan olduğunu görebiliyordu Yeseid, soluklarını kafasında hissedebiliyordu, kokularını duyabiliyordu. Yeseid bir konuda yanılmıştı oysa ki, şimdi tüm Nekros'lar kartalın uçtuğu yere doğru uçmaya başladılar, kimisi alevden bir mızrak biçimini almıştı, kimisi doğal haliyle uçmaktaydı. Yoo, onlar benim için gönderildi! Sizlerin değil onlar! Bunları bağırarakta söylemek istemişti fakat yanında bir tane bile Nekros kalmamıştı. Havalandı o oda, daha hızlı olmak için bir mızrak biçimine girmişti şimdi. Direkt kartalın kanatlarından sağdakine gidiyordu ki...

Farklı bir koku, farklı bir ırk, bu yoo hayır, bunlar Ejderhalar, Nodnarb'lar.
 
Alev kokan soluklarını ensesinde hissediyordu Yeseid, yönünü değiştirmek istedi fakat döndüğünde binlerce Ejderha etraflarını sarmıştı şimdi. Kartal ve onun taşıdığı insanlar, Ejderha'ların oluşturduğu çemberin dışındaydılar. Onlarda en az Yeseid ve diğer Nekroj'lar kadar şaşkınlardı. Bu yüzlerinden okunuyordu. Sol taraftaki Nodnarb'lar devasa kanatlarını açıp orada bir boşluk oluşturdular ve arkalarından gelen masmavi Nodbarb Ejderha'sını görmüştü Yeseid. Onu tanıyordu, onu çok iyi tanıyordu.
 
Eski bir dost.
Bu, Anganalf Harinqutin.

 
Kendisini kaybetmeden hemen önce duyduğu tek şeyin Musdani'nin baltayı savurmadan bir kaç seniye önceleri çıkardığı ''AHHHHH-'' sesi olduğunu hatırlıyordu.  Ölümü kabullenmişti fakat şuan hayattaydı ve çadırın dört bir köşesini gözlemlemekteydi. Nefes alıyordu, görebiliyordu. Ölmemişti. Lakin nasıl olmuştu bu? Balta ile boynu arasında bir insan kafası mesafe kalmışken nasıl birden burada uyanmıştı? Kıyafetleri aynıydı ve dışarıdan sesler geldiğini duyuyordu. Pixos'un gürültülü sesiydi bu. Uyandığı sert zeminin üstünde çadırı gözlemliyordu halen, küçüktü ama sevimliydi. Neler olup bittiği öğrenmek içinde iki adım ötedeki çadırın girişine hareketlendi. Elini dışarıya uzattı ve... bir şey elini yakaladı. Neiklot'un sol elindeki kemikler kırılıyordu adeta. Hemen geriye çekti elini, elini çekmesiyle beraber içeriye bir kadın girdi. Yoo hayır bu bir kadın değildi, daha gençti. Boyu fazla uzun değildi, çok kısada değildi. Ortalarda birşeydi. Kahverengi gözleri ve aynı renkte saçları vardı. Neiklot bir adım geriledi, kızın mavi bir cüppesi, cüppesinin altından sarkan hançerini ve kılıcını görmüştü.
 
''Ohh, çok sertsin. Neyse, Şey birşey sormam gerekiyor, soruma cevap vereceksin ama söz ver?'' dedi Neiklot, adımlarını geri geri atıyordu. Kız gülümsedi, ''Uyanmışsın, zor bir görevdi. İkimiz içinde, canın yanmadı değil mi? Yaptığım büyü çok can yakar normalde, benim canımı yaktı. Senin daha çok yanmış olmalı.'' Gülümsemesini devam ettirdi.
''Büyü? Ne büyüsü? Neler oluyor? Soruyu boşver, herşeyi baştan anlat bana.''
''Bana emir veremezsin sen!'' bunu söylemesine rağmen yüzünü tatlı bir gülümseme sardı Ilsa'nın.
''Tamam, tamam kızma. Özür dilerim ama benide anlamaya çalışsan, tam başıma kendi baltam iniyordu ki! Puff, gözlerimi burada açtım. Neler yaptın sen cadı?''  son cümlede Ilsa'nın gülümsemesine benzer bir gülümseme kapladı Neiklot'un sert yüz hatlarını.
''Bu büyü, çok güçlüdür. Yani orda yaptığım bir tür ilizyon fakat oyunu değiştirdiğim için canım yandı. Seninde yanmış olması gerekiyor. Senin bedeninin bir kopyası, fakat içinde ruh olmayan bir kopya. Seni yanıma çektim, büyü konusunda güçlüyümdür. Büyükannem sağ olsun,'' yine aynı aptal sırıtış devam etti. ''Güçlü bir bedenin var, özel güçlerin var o yüzden çok zorlandım ama tam zamanında oldu. O gaddar adam senin kopyanın boynunu kesti sadece. Sen karşımdasın işte!''
 
Neiklot'un ağzı açıldı, bir müddet donuk kaldı ve ağzını kapadı. Konuşmaya çalıştı, kendini zorladı zorladı, başardı. ''Yani şimdi tüm koloni benim öldüğümü düşünüyor öyle mi?'' Ilsa hemen cevabı yapıştırdı, suyunu yudumluyordu. ''Evet aynen öyle. Sadece ikimiz biliyoruz bunu, bu bir görev.'' Ağzı su doluykan bir başka tatlı geliyordu Ilsa, Neiklot'a.
''Şimdi,'' dedi Ilsa.
''Kimsenin seni tanımaması için bir önlem almalıyız, saçlarını keseceğiz!'' bunu söylemekten mutluluk duyuyordu, Neiklot'un kalbinin olduğu yerde bir alev tutuşmuştu. İlk defa böyle hissediyordu kendini.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #12 : 25 Ağustos 2012, 20:46:12 »
Değişim Karanlığı Öyküleri

Harinqutin devasa kanatlarını iki yana açarak süzülmeye başladı. Yeseid, Nekroj Erescu, devasa mavi ejderha Harinqutin'in tüm hareketlerini korku ve telaşla izliyorlardı. Diğer Notbur Nekrosları ise etraflarını çevreleyen Nodnarb Ejderhalarını gözlemlemekteydiler anbean. Bir süre sonra, Erescu ve Yeseid'in yanyana durduğu bölgenin karşına konumlandı Harinqutin, kanatlarını yavaş ve asil bir biçimde çırpıyordu. Mavi Ejderha, büyük ağzını açtı ve sarı ve mavi alevler püskürdü. Alevlerin boyutu ve yayılma alanı kısaydı, hiç bir canlıya zarar vermedi Harinqutin. Vermezdi, veremezdi zaten. Erescu ve Yeseid, Harinqutin'in her hareketini izliyorlar ve beyinlerine kazıyorlardı.
 
Anganalf Yeseid, iki elini yana açtı ve yanan ellerinde sarı kıvılcımlar çıkardı. Bu Harinqutin'in yaptığı gösteriye bir misillemeydi. Sarı kıvılcım büyüdü, büyüdü ve kırmızı alevlere dönüşmeye başladı, taa ki o an birşey dikkatini çekti Yeseid'in, huzursun oldu ve alev elinde yok oldu, tekrar bedenine döndü. Notbur Nekros'ları ve Nodnarb Ejderhalarının birbirlerine öfkeyle baktığını gördü, tıpkı Harinqutin'in, ona baktığı gibiydi bu bakışlar. Kimse konuşmuyordu, etrafta sadece Nekrosların bedenlerinden çıkan alevlerin sesleri ve Ejderhaların kanat çırpışları vardı. Furyat Kartalının kanat sesleri, Ejderhaların kanat seslerinin içinde boğuluyordu.
 
Yardımın geldiğini gördü Yeseid, düello için çıktıkları yer altı kolonilerinden diğer Nekrosları fışkırıyordu gecenin karanlığına. Alevleriyle dans ediyorlardı adeta havada. Onlarca Nekros geliyordu yardıma şimdi. Harinqutin, ağzından mavi bir alev püskürdü, mavinin arasında sarılarda göze çarpıyordu. Tüm Nobnarb Ejderhaları, çemberi bozdu ve yavaş kanat çırpışlarıyla lideri Harinqutin'in arkasına sıra oldular. Sol tarafta Ejderhalar, sağ tarafta Nekros'lar vardı şimdi. Gecenin sessizliğini yine Harinqutin bozdu, Kros dilinde konuşmaya başladı.
 
''Kuralları çiğnedin,'' dedi Harinqutin, mavi kanatlarını çırpıyordu halen. ''Verilen görevleri başarıyla tamamlamak için özel güçler bahşedildi bizlere, sana, bana ve diğerlerine. Güçleri kendinden daha zayıf varlıklar üzerinde kullanamazsın, buna hakkın yok!'' Konuşmanın şiddetinden burun deliklerinden mavi küçük dumanlar çıktı Harinqutin'in.
 
''O halde,'' dedi Yeseid. ''Sana da zarar veremem, Nekros'lar bu yerlerin en güçlüleri ve en bilgeleridir.'' Alevden oluşan yüzünde aptalca bir gülümseme belirdi.
 
''Ejderhalar, kadim varlıklar,'' dedi sakince Harinqutin. ''Nodnarb Ejderhaları tüm evrendeki en kadim varlıklardandır, sana zarar veremem. Benim gücüm ve bilgeliğim senin gücün ve bilgeliğinden daha üstün. Sen kararmışsın, Yeseid. Görevlerden ve amaçlardan sapmışsın, Anganalf olamazsın sen. Olmamalısın.'' Kanat sesleri, sahile vuran su seslerine benzemekteydi. ''Bana teslim olup, göklere, onun yanına gideceğiz, şayet teslim olmazsan. Ejderhalar ve Nekroslar arasında amansız, yüz yıllar sürecek bir savaşa sebep olmuş olacaksın!''
 
Yeseid gerilmişti, bu alevlerinin dahada kırmızı olmasından belli olmaktaydı. Diğer Nekroslara bir göz gezdirdi. Hükümdarları Nekroj Erescu, Yeseid'in yanına yaklaştı ve onun kolundan tuttu. Yeseid şaşkınlık ve kızgınlık içinde ona baktı. Nekroj Erescu, Yeseid'in kolunu kaldırdı ve gürledi. Kros dilindeydi bu gürleme.
''Bundan böyle,'' dedi Nekroj Erescu. ''Tüm Notbur Kolonisi'ni ve Nekroj, Hükümdarlık ünvanımı Yeseid'e bırakıyorum!'' Harinqutin'in gözlerinin içine bakıyordu ikiside öfkeyle. ''Liderimiz odur ve o ne yapmak isterse, onu yapmaya mecburuz!''
 
Birden bir ışık kapladı tüm geceyi. Harinqutin dahil olmak üzere tüm Ejderhalar gözlerini kapadılar. Gözleri zayıf noktalarıydı ve bir ışıkla bile kör olabilirlerdi. Her biri yavaş yavaş devasa göz kapaklarını kaldırdılar ve gözlerini açtılar. Gördükleri muazzam birşeydi, tüm Nekroslar kırmızı değil, mavi alevlerle yanıyorlardı şimdi. Harinqutin'in sayesinden görev tamamlanmıştı, bu Harinqutin'in karışmaması gereken bir işti. Yeseid'i teslim almaya gelmişti fakat farkında olmadan ona görevinde yardım etmişti. Nekroslar kırmızı alevlerini atmış, bundan sonra mavi alevlerle aydınlatacaklardı gecenin karanlığını.
 
Neiklot, kafasındaki yaralara rağmen derin uykusundaydı halen yani öyle olmasını umuyordu Ilsa. Şayet çadırdan dışarıya Pixos'a adım atarsa, kafasındaki yarıklar onun çok dikkat çekmesini sağlardı. Ilsa günün ilk ışıklarına arkadaşlık etmiş ve Pixos'un leş kokulu, çamurlu ve hepsinden daha kötüsü gürültülü sokaklarındaki keşfini bitirmiş, küçük çadırına dönüş yolunu tutmuştu. Yorulmuştu Ilsa, Pixos'u dolaşmıştı tamamen, Neiklot hakkında söylenilen sözleri duymak istiyordu. Ona yardım etmişti, dedesinin isteği buydu. Fakat emin olmalıydı, iyi birimiydi, yoksa o uyurken onun boğazını kesebilecek türde bir insanmıydı. Bir kuru ağacın yanından geçerken Komutan Crotban'ı görmüştü, yanındaki bir adamla konuşmaktaydı. Crotban iri yapılı sayılırdı, yanındaki adamın boğazının altında kara bir leke bulunmaktaydı. Crotban'ı yakından olmasada tanıyordu Ilsa, cani General Holomew'in yeminli korumalarından biriydi. Yanındaki adam tanıdık gelmemişti, orta yaşlardaydı, beyaz bir cübbe giymekteydi, ak düşmüş saçları cübbesiyle bir uyum içindeydi lakin boğazının altındaki kara leke bunu azda olsa bozmaktaydı.

Komutan Crotban'ın kalın sesini duyunca kendini daha kuru bir ağacın arkasında buldu. Adamın bedeni kadar seside kalındı, etkileyici olduğuda söylenebilirdi. ''Tonmag,'' dedi komutan beyaz cübbeli adama. ''General Holomew, çok yanlış işler peşinde efendim.'' Beyaz cübbeli, Ilsa'nın adının Tonmag olduğunu anlağı yaşlı adam başını salladı. Ilsa onları gizliden gizliye izlemekteydi. Crotban, Togmag'ın koluna girdi. Şövalye zırhı değildi, kaynatılmış deriden yapışmış üstünde demirden bir zırh bulunmaktaydı. Crotban'ın rahat hareket etmesini sağlıyordu. Tonmag için durum farksızdı, onun bir üstad olduğunu anlamıştı Ilsa, yok olmuş olan Envelep'tede üstadlar vardır. Baş üstad Larpos'u hatırladı, Naut savaşı'nda ölen insanlardan sadece biriydi o da. İkili ilerlemeye başlayınca Ilsa derin düşüncelerinden kurtuldu ve kendini silkeledi. Dikkatli ve sessiz adımlarla ikiliyi takip ediyordu, ne çok hızlı, ne çok yavaş. Tonmag'ın cübbesinin tam arkasında siyah renkli üç parmaklı bir motif bulunmaktaydı. Ilsa bunun kişisel bir işaret olduğunu düşünmüştü. Crotban'ın kolunda siyah bir bez parçası vardı ve o bez parçasının üstünde kırmızı bir kartal olduğu göze çarpıyordu. Batı'da bulunan tüm İnsan ırkı kolenilerinde böyle simgeler vardı, kendi amblemi olan komutanlar,üstadlar,paralı askerler.... Pengon yani büyükbabası öğretmişti bunu ona, herşeyi o öğretmişti.

Beyaz cübbesinden bir kalenin baş üstadı olduğu çok belli olan Tonmag çatallı sesiyle konuşmaya başladı, iki admında kel kafasını görebiliyordu arkadan Ilsa. ''Synicle'ın Anolep'i insanların en büyük kolonilerinden biri sallanmakta,''dedi Tonmag. ''Bu gerçeği şurda çamurun içinde oynayan çocuklar bile bilmektedir, sizin efendiniz General Holomew, Anolep'i ve Boerm ünvanını istemekte Crotban.'' Adam komutana dönmüştü, Ilsa şimdi ikisini tam karşısında birbirlerine bakarken bulmuştu.
Crotban elini saçlarının arasına geçirdi ve kafasını kaşıdı. ''Boerm ünvanı ve Anolep sonsuza denk Boerm'in soyundan gelenler tarafından yönetilecektir Tonmag, Holomew denen aşağılık adamın yeminli askeri olabilirim fakat bu gerçek,'' dedi. ''Her neyse, bu gece kan dökülecek Tonmag, bu gece Pelona Kalesi kan görecek,'' yüzü ciddiydi, şaka yapar gibi bir hali yoktu Crotban'ın. Derin bir nefes aldı ve konuşmasına devam etti, Tonmag şaşkınlık içinde onu dinlemekteydi ve az da olsa çenesinin altında duran gri sakallarını sıvazlıyordu. ''General Holomew, bu gece yarısı Boerm Sarayını basmayı düşünüyor, bizlere bunu açıkladı. Daha doğru güvendiği isimlere, şüphelenmiştim. Musdani, Lennar ve Lowbar bu toplantıya çağrılmıştı bende Donram'a paralı askerler almaya gönderilmiştim. Sadece gözden uzaklaştırılmak isteniyordum, aralarında en deneyimli ve en iyisi olan bendim, fakat beni bir tüccar yerine koymuştu. Yorucu bir yoldu. Bu gereksiz bir ayrıntı. Anolep'e gelip Pelona Kalesi'ne girince, Donram'dan dönerken uğradığım Narayast'tan Uyku Şarabı satın aldım, pahalıya patladı sayılır kalede bunu Lowbar'a ikram ettim. Lowbar genç bir delikanlı çabuk sarhoş oldu ve sorduğum her soruya cevap verdi. ''
Uzun ve yorucu olan konuşma Crotban'ı sıkmıştı, derin bir nefes alıp matarasındaki sudan içti, içmesi için Üstad Tongam'a uzattı. Tongam az önce Crotban'ın anlattıklarını hatırladı ve nazikçe teklifi reddetti.

Crotban suyu içtikten sonra geğirdi, eliyle ağzını kapadı. Konuşmasına devam etti. Şekilli kesilmiş sakallarından su damlacıkları damlıyordu.  ''Paralı askerler daha kaleye ulaşmadı daha doğrusu Anolep'e bile ulaşmadılar. Altınlarını ben verdim bu yüzden benim askerlerim olduklarını sanıyorlar ve güvenilir iki adam bulup onların başlarına koydum,  tabi daha çok altın vererek. Altın her deliği açar üstad.'' Güldü, Tongam'da sırıtmışa benziyordu. ''Çok parlak bir zekanız var efendim,'' dedi Tongam, ''Muhteşem bir komutan olacaksınız ileride, tabiki yanlış yollardan gitmezseniz.''
 
''Sonuç olarak, şuan paralı askerler benim elimde sayılır. Yaklaşık yediyüz kılıçlı, yay kabileyetleride var. Benim ordum, benim askerlerim. Bu gece kaleye gelecekler, onları karşılamalısınız. General Holomew'in elinde tüm Anolep ordusu var, bu paralı askerler onlara karşı savaşamaz ama Synicle'ı kurtarabiliriz. Onu, eşi Lynas'ı , tek oğlu Salesix'i, kızları Loynak ve Ylanas'ı öldürecek, bunu deneyecek hemde bu gece yarısı. Yarın sabaha belkide Batı'ya inen ilk insanlardan olan Boerm'ın soyundan kimseler kalmayacak. Paralı askerlerim geç kalmamalı, kapıyı açmalısınız, yoksa General Holomew yeni Boerm olur. Boerm denen ünvanı kaldırıp Holomew'i getirmez ise.''
 
Ilsa duyduklarına inanamıyordu, yeni bir savaş kapılarındaydı Daha Pengon'daki Naut Savaşı çıkmıyordu rüyalarından, olamaz dedi olamaz, Neiklot ve ben onlara yardım etmeliyiz, onlar iyi insanlar bunu biliyorum beni Ululider Pengon yetiştirdi ben biliyorum. Onlar iyi insanlar ve biz bu gece onlara yardım edeceğiz. Koşuyordu ve gözlerinden yaşlar süzülüyordu..
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #13 : 25 Ağustos 2012, 21:00:22 »
Ekler;

Salgole (Pelona) Kalesi Sakinleri ve Yapıları

Anolep'in tam ortasında yükselen bu ''Taştan Kale''nin sakinleri, Anolep'in ileri gelenleri ve Kale içinde bulunan binalarda çalışan Boerm Synicle'a hizmet eden halk yaşamaktadır.
 

1 - Karanlık Surlar ;
Pelona'yı çevreleyen siyah taşlardan örülmüş, dayanıklı ve yirmibeş insan uzunluğunda olduğu bilinen duvar. Tam beşyüzyedi günde inşaa edilmiştir. Surun yapımcısı ''Göçmen Lutge'' diye adlandırılan taş ustası Lutge'dir.
 
2- Yanan Kuleler (Nöbetçi Kuleler) ;
Yanan Kuleler Pelona'yı çevreleyen ve tehlikeden koruyan Karanlık Surlar'ın üstüne kondurulmuştur. Boyları yaklaşık onbeş insan uzunluğundadır. Karalık Surlar gibi onlarda siyah taşlardan inşaa edilmiştir. Yapımları ikiyüzelli gün sürmüştür. Bunların yapımınları Göçmen Lutge tarafından başlanmıştır fakat Lutge görevindeki süresini doldurunca Yanan Kuleleri kızı ''Taş Ustası Helim'' tamamlamıştır. Bu kulelere Yanan Kule dışında genellikle Anolep halkı tarafından ''Nöbetçi Kuleler'' denmiştir. Hem Salgole hemde Anolep hemde Pixos için en önemli yapıtlardan biridir. Her gece kulelerin içinde yakılan ateş söndürülürse bir sorun var demektir. Kulelerin adı bu yüzden daha çok ''Yanan Kule'' olarak adlandırılır. Fakat herbirinin kendine has isimleri vardır. Bunu çoğu Anolep'li bilmese bile Salgore Kale'sinde yaşayanlar bilmektedir.
- Baskirsk Kulesi
- Zeggurt Kulesi
- Rabki Kulesi
- Portinyas Kulesi
 
3- Karanlık Kapılar ;
Pelona'nın dört bir yanında bulunan büyük ve geniş kapılardır. Kulelerin ve Surun aksine kapılar Meşe Ağacındandır. Yapımı ondört gün sürmüştür her kapınında. Kapılar daha sonrada ''Boya Ustası Lewiks'' tarafından siyah renk ile boyanında bu günkü ''Karanlık Kapılar'' adını almıştırlar. Kapıları yapımını üstlenenler Taş Ustası Helim ile Ormancı Berriks'tir. Karanlık Kapılar'ın uzunlukları onbeş insan boyunda genişlikleri ise on insan uzunluğundadır. Yanan Kuleler'de olduğu gibi bunlarında kendilerine özel isimleri vardır.
 
- Dmonyar Kapısı
- Dharcir  Kapısı
- Izetnaf Kapısı
- Sieve Kapısı
 
4- Kışla ( General Holomew'in Evi) ;
Anolep'in en önemli adamlarından biri olan General Holomew'in ve ailesinin yaşadığı yerdir. Sadece kendilerinin değil aslında, emrinde olan onu koruyan herbiri tecrübeli dört yeminli askerininde yaşadığı yerdir. General Holomew halk tarafından pek sevilmese bile onun Anolep'in en önemli adamı olduğu konusunda herkes hem fikirdir. Kışla siyah taşlardan inşaa edilmiştir ve Pelona'nın diğer binaları ile uyum içerisindedir. İki oğlu, bir kızı ve karısıyla tüm gününü burada geçirir. Arada sırada yeminli askerleriyle birlikte Anolep Şehrine iner ve gerçek Kışla'yı teftiş eder. Evin tepesinden dört sancak dalgalanır. Salgole Kalesini , Anolep'i, Pixos'u ve Anolep Ordusu'nu temsil etmektedir. Kendi değimi ile Kışla'nın önünde dalgalanan sancakta ise kendisi işlenmiştir. Bu bir tür özel bağımsızlık göstergesidir. Evin yedi penceresi vardır ve onyedi odası vardır. Yeminli askerler evin alt tarafındaki onlar için özel hazırlanmış odalarda yaşarlar.
 
- General Holomew
- Karısı Entuah
- En büyük oğlu Nollan
- İkinci oğlu Nellix
- Tek kızı Royma
 
General Holomew'in yeminli askerleri ;
 
- Komutan Musdani
- Komutan Crotban
- Komutan Lennar
- Komutan Lowbar
 
 
5- Koloni Kurucu Boerm'in Heykeli ;
Boermes'ın tam önünde yer alan bu heykel Pelona'daki çoğu şeyin yapıldığı gibi siyah taştan oyulmuştur. Boerm, Anolep Kolonisini kuran büyük savaşçıdır. Anolep'in kurulduğu yerin üstünde Ejderha Kolonisi olduğu ve Boerm'in hepsiyle savaşıp onları kaçırdığı rivayet edilir. Anolep'in tüm hükümdarlarına Boerm adı verilir ve şuana kadar gelen tüm Boerm'ler onun oğulları-torunlarıdır. Heykel kel kafalı, iri kasları olan bir adamı göstermektedir. Elindeki kılıç ile ileri hamle yapar gibi gözükür. Anolep'in sancaklarındaki İnsan, Boerm'den başkası değildir. Savaştağı Ejderha'da o rivayetlere göre işlenmiştir sancağın üzerisine.
 
6- Ahır ;
Daha gelişmiş iki koloni olan Donram'dan ve Formob'tan gelen  atlar ve seyisler tarafından inşaa edilmekte olan binadır. Yapı, Portinyas Kulesi'nin hemen altına kurulmuştur ve Kule'nin gölgesi yapının üstüne düşmektedir. Ahır'ın içinde onsekiz at bakılmakta ve evcilleştirilmektedir. Yaklaşık General Holomew'in evi kadar büyüktür. Seyisler Ahır'da değil, Boerm Synicle'ın onlar için özel tahsis ettiği Anolep'teki geniş evlerde aileleri ile birlikte yaşarlar.
 
- Seyis Deline
- Seyis Royam
- Seyis Dora
 
7- Demirci Atölyesi ;
Pelona Kalesine hizmet eden demircilerin ve demircilerin oğullarının çırak olarak çalıştıklar ve yaşadıkları atölyedir. Ahır ile komşu sayılırlar onunda üstüne Portinyas Kulesi'nden bir parça düşmektedir. Büyüklüğü yine Ahır ve Kışla kadardır. İçinde iki baba, iki anne, iki kız çocuğu ve, dört erkek çocuğu yaşamaktadır. Bu Demirci Atölyesi'ni Demirci Ustası Losty ve Demirci Ustası Dew paylaşmaktadır.
 
Demirci Losty'in ailesi ;
- Demir Ustası Losty
- Karısı Lenear
- Büyük oğlu Ovy
- Ortanca oğlu Omiro
- Küçük oğlu Grontr
- Kızı Erones
 
Demirci Ustası Dew'in ailesi ;
- Demir Ustası Dew
- Karısı Josy
- Kızı Perlost
- Tek oğlu Chibald
 
 
8- Boermes Sığınağı ve Boerm'in Sarayı ;
Pelona'nın tam ortasında ve Boerm Heykelinin tam önünde yer alan bu iki yapı birbiri ile birleştir. Alt tarafya Boermes Sığınağı bulunur. Bu Sığınak, savaş zamanları Anolep'in önde gelenlerinin saklanması için yapılmıştır fakat daha çok genelde Boerm Synicle'ın sarayında çalışan mutfak çalışanlarının kaldığı yerdir. Boerm Sarayı'nın bu yapı üstüne inşaa edilmesinin iki sebebi vardır. Boerm'lerin sarayın balkonlarına çıktıklarında tüm Pelona'yı ve Anolep'i tamamen görebilmelerini sağlamak içindir. İkinci sebep ise Boerm'in sığınağa daha önce götürülmesi gereken kişi olduklarını düşündükleri içindir. Bu iki yapıyıda Koloni'nin Kurucu'su Boerm yaptırmıştır. Boerm'in Sarayı üçgen biçimdedir ve oldukça büyüktür.
 
Boerm Synicle'in ailesi;
 
- Boerm Synicle
- Karısı Lynas
- Tek oğlu Salesix
- Büyük kızı Loynak
- Küçük kızı Ylanas
 
Mutfak Görevlileri ;
 
- Aşçı Başı Carron
- Aşçı Gonar
- Aşçı Reded
- Hizmetçi Renei
- Hizmetçi Saun
- Uşak Carga
 
9- Salgole Şifa Evi ;
Üstadlar tarafından kullanılan Dmonyar Kapısı'nın hemen yanında bulunan iki katlı yapı. Genelde Pelona'da yavaşyan insanlara hizmet ederler fakat acil durumlar olduğunda Dmonyar Kapısı'ndan çıkarak Anolep'e veya Pixos'a yardım götürürler. Binanın hemen yanında ilaçların ve şifa sularının bulunduğu depolar vardır. Üstadlar evlenmezler ve hiçbir zaman bir eşe sahip olmazlar. Onlar için önemli şey işleridir.
 
Üstadlar ;
 
- Baş Üstad Tonmag
- Üstad Manyn
- Üstad Grekte
 
Salgole Komutanları ;
 
- Komutan Dolwar
- Komutan Tiacel
- Komutan Nodast
- Okçu Birliği Komutanı Lugrin
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gvendolyn Öyküleri
« Yanıtla #14 : 25 Ağustos 2012, 23:16:12 »
Güz Ovası Çamuru Öyküleri

Ilsa çamurlu yollarda koşmaktan tamamiyle kahverengi bir görünüme bürünmüştü, belden aşağısı sanki bir çamur deryasıydı. Gözleride deryaydı, halen ağlıyordu. Çok geçmeden çadırın kapısı diye tabir ettiği bölmeyi araladı ve içeriye girdi yavaş adımlarla. Neiklot, çadırın aralık olan yerinden içeriye giren beyaz gün ışınlarının yüzüne çarpması sonucu gözlerini kırptı ve iki elini başının üzerisine koyarak siper etti. Işık kel kafasına vuruyordu ve en az ışık kadar parlıyordu. Kafasındaki iki üç büyük yara izi pek olmasada kendini belli ediyordu. Uykulu sesiyle konuşmaya çalıştı, fakat halen yorgundu. Bedenini kaldıramadan tekrar yığıldı ve kaldı.
 
Ilsa çamurlu kıyafetine aldırmadan Neiklot'un yanına çöktü, kafasındaki yaralara baktı. Ona söylemeliydi aslında genç kız. O gün onu Musdani'nin baltasından kurtardığında yaptığı doğa üstü büyü az da olsa zarar vermişti Neiklot'a. Kafasında büyük büyük yaralar olmuştu, yaptığı büyülerde hep böyle olmaktaydı. Birini ölümden kurtarsa bile, ya büyüden yada kader denen sınırdan dolayı o kişide yaralar oluşabiliyordu. Yaraların oluşması doğaldı, büyü güçlü bir büyüydü ve hayatı değiştiriyordu. Lakin pişman değildi, Ilsa zayıflamaya başlamaştı büyü güçleri açısından, tek kudreti Neiklot'ta buluyor.
 
Elleriyle yaralara elledi, kabuk bağlamıştılar. Ilsa, Neiklot'a bu yaraları saçını keserken olduğuna inandırmıştı. Neiklot inanmıştı, çünkü sıkıntıdan ve güçsüzlükten uyuyakalmıştı o sırada. Yaralara eliyle dokunma ve Neiklot tekrardan gözlerini açtı, ikiside çok yorgundu ama yardım etmeleri gereken insanlar vardı. Ilsa konuşmaya başladı, çamurlanan ve su gibi olan belden aşağısını unutmuşa benziyordu. ''Neiklot,'' dedi Ilsa heyecanla. ''General Holomew, bu gece yarısı katliam yapacak, adamlarından birini Pelona kalesinden bir üstadla konuşurken duydum. Holomew'e ihanet etti, bu bizler ve halk için iyi birşey. Özellikle Boerm Synicle ve ailesi için. Üstad ve Crotban'a yardım etmeliyiz, herşeyi duydum.'' Neiklot, haberi ilk duyduğunda olduğu gibi Ilsa kadar şaşkındı.
 
Gücünün yettiği kadar yattığı sert zeminde doğrulmaya çalıştı. Zorlanmasına rağmen başarmıştı. Ilsa'nın yardımları sayesinde kestiği sakalları yine uzamıştı, siyah ve pis bir sakalları vardı. Pixos'ta yaşayan diğer erkekler gibi. Sakallarını okşadı, sert olduklarını anlayınca büyük ve geniş elini hemen geri çekti. Ellerini birbirine kenetledi ve sonunda çadırdaki sessizlik bozuldu ''Peki ne yapabiliriz?'' diye sordu. ''Kılıçlarımız yok, hatta benim.'' Güçlükle ayağa kalktı, Ilsa halen dizlerinin üstüne çökmüş vaziyetteydi bu şekilde aşağıdan izliyordu onu. ''Benim, Brudo çeliğinden olan baltam bile yok artık,'' soluklandı ve çadırın dışarısına bir göz attı. Ağır ağır yürüyordu ve topallıyordu. Neiklot, her gün idman yapan ve kendini geliştiren biriydi fakat son günlerde, saklanmaya başladıktan sonra hep yatmıştı.Bu yüzden bedeni eskisi kadar iyi durumda değildi, hantal bir Udikne'ye benzemekteydi.
 
Ilsa ayağa kalkı ve çadırın sol tarafına doğru hareketlendi. Neiklot'un sırtı dönüktü. Ilsa toprağı kazdı, kazdı, kazdı. Elleri kan içinde kalmıştı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu, tırnakları toprağı pençeliyordu. Ve bir balta çıkarmıştı sonunda. Baltayı eline aldı ve Neiklot'un önüne doğru düz bir şekilde fırlattı. Neiklot geriye sıçradı, balta toprağın içine girmişti. Baltayı eline almak için eğildi, fakat beli ağrıyordu. Neiklot zorlada olsa baltanın sapını tuttu ve çekti. Sapı beyaz bir renkteydi ve yumuşaktı, bunun bir deri olduğunu anladı fakat hangi canlının derisi olduğunu bilmiyordu. Brudo çeliğinden yapılma olduğu çok belliydi, dışardan gelen gün ışınları kadar parlaktı. Tek bir tarafı vardı ve çok genişti, elini keskin tarafa doğru sürdü ve elinden akan kanı hayranlıkla seyretti. Kan elinden tekrar beyaz derinin üzerisine damladı ve deri renk değiştirmeye başladı, beyaz sap şimdi Neiklot'un kanının rengini almıştı. Muazzam birşeydi, Neiklot hayranlıkla baltayı seyre dalmıştı.
 
Rüzgar sert ve serin esiyordu. Gökte bulutlar kararmıştı, yerde ise tüm ovayı kaplayan çamur hakimdi. ''Yağmur buraya çok önceden uğramış keşke biraz geçikseydi banyo yapma fırsatımız olsa iyi olurdu,'' dedi Tellas, ardından yandan bir sırıtma gönderdi Lakait'e. Tellas'ın saçları omuzlarına kadar uzanmaktaydı, bir kaç gündür yolda geçirdikleri zaman yüzünden banyo yapamamıştı. Saçları yağlanmış ve kirli sakalları çok uzamıştı. Donram'ın en zengin ailelerinden birinin oğluydu fakat o babası Bolvas'ın servetini bir kenara itip kendisini bir şövalye olarak eğitmişti. Şövalye olmak, asker olmak zor bir işti, ölüm olasılığı çok yüksekti. Her an kalbine bir hançer saplanabilirdi. Annesi Sorbos onu bu karardan vazgeçirmeye çalışmıştı fakat pek bir işe yaramamıştı. Sonunda Cesur Donram'lılar loncasına katılmıştı. Üstünde durduğu Sdarb huysuzlanmıştı. Diğerlerinin aksine Tellas ve Lakait Sdarb sürmekteydi, bu onları hem daha hızlı yapıyordu. Hem bir farklılıkları olduğunu gösteriyordu. Crotban'ın ordusunu teslim ettiği kişiler bunlardır. Komutanın onlara verdiği fazla altınlar ile Sdarb almışlardı, Donram'da esir olarak tutulan ve evcilleştirilen çok sayıda Sdarb bulunmaktaydı. Ordunun geri kalanı ise siyah veya beyaz atlarının üstünde ilerlemekteydiler.
 
''Bu günle beraber üç gündür yoldayız,'' dedi bıkkın bir halde olan Lakait. Tellas'ın aksine saçları sarıydı, gözleri yeşildi, zayıf bir adamdı. Burnu sanki bir heykeltraş tarafından yapılmış kadar düz ve hoş bir görünüme sahipti. Kaşları saçlarıyla aynı renkti ve çenesi tertemizdi, sakalı yoktu. Burnunun altında grileşmeye başlamış sarı bir bıyık bitiyordu. Bedenlerinin ve yüzlerinin aksi olduğu gibi geçmişleride farklıydı. Tellas zengin ve tanımış bir ailenin ortanca oğluydu, abilerinin isimleri Tolas, Merygt idi, ikide kendisinden küçük kardeşi vardı. Onların adı ise Texpis ve Lampos'du. Lakait ise fakir bir ailenin çocuğuydu, annesinin yüzünü hatırlamıyordu, babası onu terk etmişti. Fakat bunun öncesine kadar hatırladığı kadarıyla, babası gerçekten fakir bir adamdı. Babasının adı Oyrosbax'tı. Oyrosbax, Lakait'i terk ettiğinde, on yaşlarından bir delikanlıydı. Donram'ın ıssız köşelerinde bulunan küçük evlerden birine sığındı, daha sonra hırsızlığa başladı. Çalan Donram'lılar adında bir hırsız çetesi kurdu ve yiyecek, altın, gümüş ne varsa çaldı. Kendisini geliştirince buna bir son verme kararı verdi. Hırsız Donram'lıları, Cesur Donram'lılar olarak değiştirdi ve paralı asker eğitimine başladı. Sonraları Tellas ile tanıştı ve işlerini büyüttüler. Arkalarında ilerleyen bütün adamları ayrıca onların dostlarıydı. Cesur Donramlılar üyeleri Tellas'a ''Kartal'', Lakait'e ise saçlarının ve kaşlarının yüzünden ''Kanarya'' adını vermişlerdi.
 
Lakait, Sdarb'ın midesine bir topuk savurdu ve Sdarb ani bir hareketle durdu. Çamurlar Lakait'in yüzüne sıçradı. Lakait tiksinerek, eliyle pisliği temizledi. Güz Ovası'nın tam ortasında durmaktaydılar şimdi, arka taraftan çamurdan huysuzlaşan atların kişnemeleri ve adamların sohbet sesleri gelmekteydi. Lakait sert bir hareketle elini yukarıya kaldırdı, elini Anidargu derisinden yapılmış bir eldiven koruyordu. Eldiven kırmızı renkteydi ve beyaz lifler açıkca belli oluyordu. İnce ve tatlı sesiyle bağırdı. ''Salmain!'' Arka taraftan bir atlının sesi duyuldu, atın nalları çamurlu zemini dövüyordu. Bir kaç saniye sonra, Lakait'in yanında ikiyüz kişiden sorumlu olan ve rütbesi ''Danmon'' olan bir adam belirdi. Kıyafetleri beyazdı, çizmeleri siyah renkteydi. Beyaz elbisesinde birkaç çamur belli olmaktaydı. Kafasının ortası keldi , fakat arka tarafa doğru kır saçlar uzanıyordu. Kaşları ak beyazdı, sakalları yoktu, bıyığı şerit biçimindeydi. Elinde meşe ağacından yapılmış, üzerisi Skarb derisiyle kaplanmış, kırmızı ve siyah karışımı bir yay tutuyordu. Siyah atının kalçasına astığı cephane sepeti oklarla doluydu, okların uçları demirden değildi. Sadece sivriltiymiş ve hiç birşey eklenmemişti. Salmain, Batı Diyar'ın bilinen en iyi okçusu ünvanına sahipti, bir kaç kere Donram Linlul'u Rosesm ve Pengon'un oğlu Donram General'i Destiyor onu kendi ordularına okçuların başı olarak olmak için Lakait ve Tellas'ın kapısını çalmışlardı. Lakait, başını çevirip Salmain'e birşeyler fısıldadı, Salmain atını geriye doğru sürdü, ordunun arasına girdi. Çok geçmeden uçu alevli bir ok Kırık Budak Ormanı'nda bulunan bir çam ağacına doğru hareketlendi ve ağacı vurdu. Ağaçtan sesler yükselmeye başladı, aniden aşağıya biri düştü, alev alıyordu.
 
Ormanın diğer ağaçlarının tepelerinden karşılık geldi, Lakait'in gözlerinin önünden geçen bir ok daha çocuk yaşta olan Jekpas'ın gözüne girdi, okun tüyleri mavi renkteydi. Bu hangi koloninin veya hangi paralı asker teşkilatının olduğunu bilmiyordu Lakait.Bir ok daha geldi bu alev alıyordu, Jekpas'ın beyaz ayının yelelerini ısırdı ve alev almaya başladı. At çocuğu sırtından attı ve uzaklaşmaya başladı. Telaş içinde olan çocuk yüz üstü yere devrildi ve ok girmiş olan gözünden ilerledi ve kafasının arkasından çıktı. Lakait çocuğa acıyarak baktı. Çok genç diye düşündü. Oklar yağmur gibi yağıyordu üzerlerine , her biri kendi atından atlamıştı ve onları kalkan olarak kullanıyorlardı. Atlar ağır zırhlıydı, yolculuklarda zorlanıyorlardı fakat bunun gibi pusularda çok işlerine yaramaktaydı.
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993