Kayıt Ol

Menekşe

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Menekşe
« : 22 Eylül 2012, 15:11:15 »
Spoiler: Göster
Ayna temalı aylık öykü seçkisine katılmak için yazmaya başladığım ancak son birkaç aydır olağan yoğunluktan dolayı bitiremeğim öykümü şimdi bitirebilim ve Kurgu İskelesi'ne koymayı uygun gördüm... Herkese iyi okumalar...


Kuş seslerinin, açılan dükkânların kepenklerinin sesleriyle kesildiği günün erken saatleriydi. Güneş bile binaların arasında gökyüzüne tırmanmaya yeni yeni başlamıştı. Sokak boyunca uzanan, karşılıklı dizilmiş binaların altında yer edinmiş iş yerleri de derin bir nefes almak için kapılarını açıyorlardı.

Menekşe ise güne sigarasıyla başlamıştı. Sol göğsünde kartviziti olan, turuncu, uzun kollu polar giysisiyle kapının önünde duruyordu. Uzun günün getirecekleri henüz belli değildi. Yine de sigarası, gün içinde olacaklar yüzünden şimdiden onu teselli ediyordu.

Bir süre önce yağan karın kalıntıları yükselen kaldırımın kenarında yer bulmuştu. Arada kalan, tek aracın sığacağı kadar dar yoldan ise, bir saat aralıklarla bu sokağa uğrayan otobüslerin ilk seferi geçmekteydi. Menekşe, tam karşısında duran otobüs durağının cam duvarında, silik olarak görünen yansımasına gözlerini dikmişti.

Uzun zamandır onunla konuşuyordu yansımaları. Buna alışmıştı artık. Kimseye söylemişti bunu. Delilikti gördükleri, biliyordu. Ama onunla konuşmaktan zevk almaya başlamıştı. Kendisine yol gösteren yansımasını kaybetmek istemiyordu. Onu anlayan tek kişinin de, terapi adı altında gitmesine izin veremezdi.

Yansıması gözlerini ona dikmiş, ellerini, sırtını yaslamış olduğu duvar ile kalçaları arasına koymuş vaziyette duruyordu. Bir süre Menekşe’nin sigara içişini izledi. Ardından konuşmaya başladı.

“Sigarayı içtiğin zamanlarda beni görmezden gelmeni hiç sevmiyorum.” Dedi sitem dolu, sadece Menekşe’nin duyduğu bir sesle. “Ne buluyorsun bu zıkkımdan? Ondan önce de ben vardım. Şimdi bir parça sigara mı teselli ediyor seni?”

Menekşe’nin, yansımasıyla konuşması için dudaklarını oynatmasına gerek yoktu. Ona cevap verdiğini düşündüğünde yansıması onu duyardı. Bu en güvenilir yoldu. Yoksa insanlar onun kendi kendisiyle konuştuğunu düşüneceklerdi. O deli değildi hâlbuki. Sadece onu anlayan, kimsenin bilmediği bir benlikle sohbet ediyordu. Ama kimse anlamazdı bu durumu. Gördüğü hayalleri olabildiğince gizli tutması gerekiyordu.

Sabahın ilk saatleri olmasına rağmen yorgun düşmüş gözleriyle yansımasına baktı.

“Aslında sevdiğim bile söylenemez. İçimi yakmasını, tadını hiç sevmiyorum. Var olan sıkıntılarımı da körüklercesine yanıyor sanki her nefeste. Ama sonrasında her şeyi unutturuyor.”

“Ne zamandır anlatmıyorsun artık. Sadece anlattıkça rahatlarsın, bunu biliyorsun.”

“Senden başka kime anlatayım? Sen bile anlamıyorsun bazen beni.”

Menekşe yarısı bitmiş sigarasını yere fırlatıp mağazadan içeriye girdi. Keskin çamaşır suyu kokusu etrafı sarmıştı. Islanan zemin iyice parlamıştı. Her türden ürün bulmak mümkündü Menekşe’nin çalıştığı mağazada. Hatta çeşitleri o kadar çoktu ki, DVD satmadıkları halde çoğu zaman DVD isteyen müşteriler ile karşılaşırlardı. Ama esnaf politikası açıktı. Asla “biz satmıyoruz” denmezdi. Menekşe de öğrenmişti “yok” dememeyi. “Daha sonra gelecek” adı altındaki yalanlarla gönderirlerdi müşterilerini.

Israrcı müşterilere ise “Bu malzeme iyi olmadığı için hiçbir yerde yok, size şunu verelim” şeklinde pazarlığa tutuşurlardı. Boş atarlardı dolu tutarlardı. Çünkü müşteri, ürünü başka yerde bulsaydı burada ne işi olurdu ki?

Bunca satış yapmanın tek amacı ise, onlara “aferin çok iyi çalışıyorsunuz” diye pohpohlayan mağaza sahibinin övgülerini kazanmak içindi. Ne ikramiye, ne prim alırlardı. Ama işlerini kötü yaparlarsa, işlerinden olabilirlerdi. Bu yüzden övgülerle yetinmeyi öğrenmişlerdi.

Oyuncak, hediyelik eşya ve makyaj malzemelerinin rastgele dizildiği reyondaki yerini almıştı. Birkaç saate kadar müşteriler içeriye doluşmaya başlayacaklardı. Bir türlü beğenmeyen, ne istediğini bilmeyen, çalışanları aşağı gören onlarca insanla uğraşacağı başka bir gün başlamıştı Menekşe için. Her şey bu kadar bile güzel gitmezdi kimi zaman.

Reyonunu düzeltirken, aynalı makyaj kutusundaki yansımasıyla göz göze geldi. Onu bir türlü rahat bırakmayan tanıdık yüz konuşmaya başlamıştı.

“Senin bunak geldi.”

Bir an onun ne demek istediğini anlamak için durdu. Sonra sıkılgan bir tavırla kafasını reyondan dışarıya çıkararak girişe baktı. Altmış yaşlarında, beyaz gür saçlı, güleç yüzlü, ceketinin içine genelde siyah yeleğini giyen ve ceketiyle uyumlu kahverengi, şeritli şapkasını kapalı alanlarda elinde taşıyan Ahmet Bey mağazaya girmişti. Hemen hemen her gün gelir, Menekşe’nin reyonunda zaman geçirirdi. Çok nadir bir şeyler alıp giderdi.

Menekşe, Ahmet beyin niyetini gayet iyi biliyordu. Ahmet Bey mağazanın olmayan öğle yemek saatlerini bilir, mağazanın az ilerisinde bulunan Simit Sarayında hazırlattığı paketle dükkâna girer, müdür görmeden paketi Menekşe’ye verip giderdi çoğu zaman. Bunları yapmasının nedeni de çok belliydi. Aslında Ahmet Bey bu konuda zaten yeterince açık fikirliydi. Ondan hoşlandığını defalarca dile getirmişti. Hayatında hiç evlenmediğini, onu rahat ettirebileceği mal varlığı olduğunu söylese de, Menekşe bu değerlere gönül verecek biri değildi. Her seferinde onu nazikçe geri çevirmişti ama Ahmet Bey fazla ısrarcıydı. Onu kırmamasının tek nedeni ise, naif ve iyi biri imajından kaynaklanıyordu. Aslında bazen onu ciddi anlamda dinleyen tek kişi olması da hoşuna gidiyordu. Onun bir daha gelememek üzere gitmemesini istemesinin bir nedeni de buydu.

Tekrar reyonundaki işleriyle ilgilenmeye başladığında Ahmet Bey de yanında bitmişti.

“Günaydınlar.”

“Günaydın Ahmet Bey. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

Ahmet Bey bir süre Menekşe’nin mavi gözlerinde kayboldu. Ardından boş gözlerle düşüncelere daldı ve konuşmaya başladı.

“Yeğenimin oğlunun doğum günü bugün. Ona hediyelik bir şeyler bakacaktım.”

Menekşe’nin hemen sağındaki makyaj malzemelerinin dizildiği, arkası aynalı reyondaki yansıması dile gelmişti.

“Yine bahaneler uyduruyor bu bunak. Ne zaman şundan kurtulacaksın?”

Onu duymazlıktan gelerek devam etti.

“Kaç yaşında?”

“Eee… Sekiz.”

Ahmet Bey ile birlikte biraz ileride dizilmiş olan koleksiyoncular için yapılmış metal arabaların önüne yürüdü. Ucuz olan kalitesiz modeller, genelde çocuklara oyuncak olması için alınırdı. Önünde duran eski model bir aracın küçültülmüş taklidi olan oyuncağı kutusuyla alarak müşterisine uzattı.

“Böyle arabalarımız var. Kaput ve kapıları açılıyor, tekerlekleri direksiyonla beraber dönüyor. Eminim çok sevecektir.”

Ahmet Bey bir süre aracı inceledikten sonra yüzünü büzüştürdü.

“Yeni model arabalar yok mu?”

Başını onay verircesine salladı. Reyonun kenarında duran tabureyi alarak araçların önüne koydu. Tabureye çıkarak en üstteki model arabayı aldı ve aşağı indi.

“Böyle bir spor modelimiz var. Ama bu biraz pahalı.”

“Güzelmiş. Ne kadar fiyatı?”

“Yüz yirmi lira.”

Ahmet Bey biraz düşündü. Çağırılacağı bile belli olmayan iki ay sonraki doğum günü için yüz yirmi lira harcamaya niyeti yoktu.

“Çocuklara bu kadar pahalı hediye alınmamalı. İki gün sonra sıkılacak atacak kenara. Daha ucuz bir şeyler baksak olmaz mı?” dedi Menekşe’nin gözlerinde kaybolurken. Menekşe, sıkıntılı bir tavırla arabayı aldığı yere koymak için tekrar tabureye çıkıp uzandığında ise devam etti. “Tabi kendi evladım için alırdım. Çocukları severim, onlardan bir şey esirgemezdim. Peki ya siz Menekşe Hanım? Siz çocukları sever misiniz?”

“Kısaca seninle evlensek, çocuklarımdan ve senden hiçbir şey esirgemem diyor. Bunağın ayakta durması için bile gücü yokken bir de çocuk mu düşünüyor? Bu yaşta çocuk sahibi olunca evladı ona baba mı desin ister yoksa dede mi?”

Kulağına fısıldayan hayali seslerin ardından gülmeye başlamıştı. Ahmet Bey ise, onun bu gülümsemesini güzel bir işaret olarak algılayıp yüzünde bir tebessüm tutturmuştu. Çocukları sevdiğini, onlarla ilgili dakikalarca konuşmaya başlayacağını beklediği anda, Menekşe’nin aniden asılan suratı ve çatık kaşlarıyla karşılaştı.

“Eğer bir şey almayacaksanız defolup gidin. Size defalarca söyledim. Benimle uğraşmayın. Eğer burada durmaya devam ederseniz sizi patrona şikâyet edeceğim.”

“İşte benim kızım. Bir tane de patlatsaydın gözüne.”

Ahmet Bey’in yüzü kızarmıştı. Endişesini gizlemeden kafasını hafifçe öne eğerek selam verdi ve hızlı adımlarla mağazadan dışarı çıktı.

Günün nasıl geçeceği şimdiden belli olmuştu. Daha ilk saatlerde yeterince gerilmişti. Ona hayranlık duyan yaşlı adamı kötü azarlamıştı. Ama her gün bunu çekemiyordu. Özellikle bugün.

Diğerleri tarafından sadece reyonlar arasında gezip insanlara yardımcı olan bir çalışanmış gibi görülüyordu. Müşteriler onu bir insandan çok bir nesne olarak nitelendiriyordu. Sanki Menekşe daha önce hiç âşık olmamış, hiç acı çekmemiş, hiç sorunları olmamış gibi. Sanki sadece mağazada hizmet vermek için dünyaya gelmiş bir canlı olarak görülürdü. Ruhu olmayan, ya da ruhunu aynaların ardına hapsetmiş, sadece gülümsemek ve müşterilerine yardımcı olmak için yaratılmış bir yaratık.

Aradan geçen birkaç saatin ardından mağaza iyice dolmuştu. Bütün çalışanlar müşterilere yetişebilmek için koşuşturuyorlardı. Dünya, milyarlarca birbirinden farklı insanı barındırıyordu üzerinde. Ve bu insanların birçoğu da sanki Menekşe’yi bulurcasına sorun çıkarırlardı.

Çalışanlar, müşteri sormadığı sürece uzakta beklerlerdi. Kimi zaman “neden kimse ilgilenmiyor bizimle” diye şikâyette bulunanlar ile karşılaşmışlardı. Ancak onların amacı, her gelene hırsız muamelesi yapar gibi peşlerinde kuyruk olmamak içindi. Birçokları bu durumdan rahatsız oluyordu çünkü. Özgürce gezip istediğine bakmak isteyen, ama en ufak bir sorusunu sorması gerektiğinde hemen yanında bitmesi gereken çalışanlar isterlerdi. İmkansıza âşık olan insanoğlunun en güzel örnekleriydiler.

Menekşe ise bütün reyonlara göz atardı uzaktan. Hem müşterileri rahatsız etmez, hem de arandığında çabuk bulunabilirdi. Ancak her gelen bu kadar düşünceli değildi. Makyaj malzemelerini gezen, otuzlu yaşlarında bir kadın Menekşe’den fazlasıyla rahatsız olmuştu.

Aralarında on metre mesafe olmasına rağmen kadın sık sık kafasını çevirip Menekşe’yi kontrol ediyordu. Onun kendisini gözleriyle takip etmesini kafasına takmıştı. Paranoyak düşüncelerini bir süre sonra diline vurmuştu.

“Ne oldu neden bakıyorsunuz sürekli? Bir şey mi çalmamdan korkuyorsunuz?”

“Al işte bir rahatsız daha. Yanlarında dursan kabahat, durmasan kabahat.”

“Bir ihtiyacınız var mı diye bakıyorum hanımefendi. Eğer sormak istediğiniz bir şey olursa diye bekliyorum, siz yanlış anladınız.”

“İhtiyacım olursa çağırırım zaten. Bu ne böyle sürekli gözlerin üzerimde. Reyondan bir şeyi elime almaya çekinir oldum çaldı diyeceksiniz diye. ”

"Durup dururken neden hırsız muamelesi görmekten korkuyor acaba? En iyisi, tamam hanımefendi ben gidiyorum, siz rahat rahat cebe atın istediklerinizi demeliydin.”

Menekşe, kadının üzerine bir de yansımasının sözleri yüzünden iyice gerilmişti.

“Kapa çeneni!”

“Bana mı dedin?” diye öne atıldı müşteri sert bir ses tonuyla.

“Hayır efendim… Şey…”

“Seni müdürünüze şikâyet edeceğim. Bu ne ya, kovsunlar seni. Böyle çalışan mı olurmuş.” Kadın, etrafına hemen göz gezdirip dikkatini çektiği diğer insanları saydıktan sonra tekrar Menekşe’ye döndü. “Görüyorsunuz değil mi? Pusuya yatmış beni izliyor kaç saattir!”

Dünya sadece müşterilerin etrafında dönerdi. Çalışanların bir hayatı yoktu. Onlar kovulunca da yaşarlardı. Yıllarca iş bulamasalar bile, günlerce aç kalsalar bile yaşarlardı. Onlar kovulduktan sonra mağazalar daha güzelleşirdi. Daha güler yüzlü, daha anlayışlı çalışanlar toplanırdı. Ama asık suratlı, üzerinde binlerce derdi ve sorumluluğu tutanlar ise temizlenmiş olurdu. Bencil, empati yoksunu ve megaloman müşteriler onlardan böylece kurtulurdu.

Menekşe’nin kovulmak gibi bir lüksü yoktu. Kardeşine ve sürekli dırdır eden annesine bakmak için çalışması gerekiyordu. Kadının sert çıkmasını yediremiyordu kendisine. Yine de yutmak zorundaydı duyduklarını. Kadına hak verdiğini gösterircesine mahcup bir tavır takındı ve ardından konuşmaya başladı.

“Özür dilerim hanımefendi. Benim hatam oldu haklısınız.”

Ezileni daha çok ezmek için fırsat kollayan insanlardan biriydi karşısındaki kadın. Gücünü kabul eden birini görmüştü ve bu durumu egosunu daha çok şişirmek için kullanacaktı. “Ben senden güçlüyüm” düşüncesini sonuna kadar savunacaktı. Özür dilenmesi önemsizdi. Ne de olsa herkes özür dileyebilirdi. Ama gücünü ispatlamak ve düşüncelerini dayatmak tek gerçeklikti. Asıl güç bunlardı artık.

“Bana hırsız muamelesi yap, et, sonra gel özür dile. Şunu o küçük beynine sok ufaklık. Benim bu mağazayı alacak kadar param var! Sen burada çalışansın çalışan! Burada bize hizmet etmek için bulunuyorsun.”

Yükselen gürültü birçoklarının dikkatini çekmişti. Mağaza müdürü de kısa sürede reyonun diğer ucunda bitivermişti. Olaya müdahale edip müşteriyi sakinleştirmek için ilerlerken, Menekşe biriktirdiği nefreti kusmaya başlamıştı.

“Sen kimsin! Benden ne farkın var söylesene? Paran var diye mi bunca havan? Yoksa üç kolun mu var? Öldükten sonra sana ayrı mı muamele yapılacak? Beni bu kadar aşağı görmeni sağlayan tek bir geçerli sebep söylesene? Senden korkmam mı gerekiyor? En kötü geberip giderim bu dünyadan, bu bana koymaz bile. Ama sen beni kovdurunca çok mu mutlu olacaksın? Dünya senin sayende daha mı iyi olacak zannediyorsun. Defol git, kime şikâyet ediyorsan et. İşimi yaptığım için kovdur beni. Sonra da bir insanın ekmeğiyle oynadığın için böbürlenerek yaşa, ama bir köpek gibi öl.”

“Bu kadarını ben bile söyleyemezdim.”

Kadının gözleri kocaman açılmış, ne diyeceğini bilemeden kaskatı kesilmişti. Ufak gördüğü insan onu ayakları altında, onlarca insanın önünde ezmişti. Diğer müşteriler Menekşe’ye hak verircesine fısıldanıp başlarını sallıyorlardı. Kadın sadece gözlerini hareket ettirerek etrafını süzdü. Gücünü gösterememişti. Gururuna yediremediği bu olayın üstüne ağız dalaşına girmeyi düşündü ancak Menekşe’nin kararlı ifadesinden korkmuştu. Bunca sözün ardından bir de dayak yemeyi kaldıramazdı. Sessiz adımlarla başını öne eğerek hızla mağazadan dışarı çıktı.

Mağaza tekrar olağan koşuşturmasına dönmüştü ama Menekşenin içindeki heyecan, müdürün yanına gelmesiyle daha da artmıştı. Kim olursa olsun, hiçbir çalışan, müşteriyle böyle konuşmamalıydı. Çalışanlar sadece nesneydi. Reyonların arasında gezinen, yeri gelince başkaları tarafından beğenilen, yeri gelince ise hor kullanılarak kenara atılan birer paçavraydılar.

Müdür dikkatlice Menekşe’ye bakıyordu. Bir süre konuşmadan durdu. Onun içinde ne denli fırtınalar koptuğunu bilmiyordu, ama az çok tahmin edebiliyordu. Ailesinin durumundan dolayı işe alınmıştı. Başlarda en iyi çalışanıydı mağazanın. Ancak her insan gibi zamanla tükenmişti. Güler yüzü, hayatın ağırlığına yenik düşerek asılmıştı. Gözleri yere bakıyordu artık. Beklentilerini daha da aşağılarda araması gerektiğine inanan birinin, mavi gözleriydi onunkiler.

Üzgün, emin olamayan ama bir o kadar kararlı bir ses tonuyla Menekşe’ye seslendi.

“Hemen odama gel.”

Artık sona geldiğini düşünüyordu. Şimdiye kadar yaptığı fevri davranışlar alttan alınmıştı ama daha ne kadar onu alttan alacaklarını bilmiyordu. Kovulmasına az kalmıştı. Bazen gereksiz yere olayları büyüttüğünün farkındaydı. Mağaza personelinin yapmaması gereken şeyler yapmıştı. Hayatın sadece ona acı vermediğini biliyordu. Yinede davranışlarına yansıyan isyankâr tavrına engel olamıyordu.

Başını durgun bir ifadeyle salladı. Pişman değildi. Neler olacağını tahmin etmesine rağmen pişman değildi. Müdürün ürkek adımlarının hemen arkasında, dik, kendine güvenir şekilde ilerliyordu. Uzun zamandır ilk defa göze çarpar şekilde canlı görünüyordu. Sert ifadesini bozmadan, olacaklara göğsünü gereceğinin habercisini verircesine adımlarını sıralıyordu.

Müdürün odasına girdiğinde kapıyı kapattı. Odanın ortasını kaplayan ahşap masanın önündeki, karşılıklı duran siyah sandalyelerden, kapıya arkası dönük olarak konulmuş olana oturdu. Duvarlar huzur vermesi için maviye boyanmıştı ama Menekşe’ye, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında, onu sulara gömmek için can atan bir fırtına hissi uyandırmıştı.

Masanın diğer ucunda, çapraz olarak koyulmuş aile resmi dikkatini çekmişti. Resimdeki en tanıdık yüz, kendi yansıması, onunla konuşmaya başlamıştı.

“Merak etme. Yine sana nutuk çekip yollayacaktır. Seni şimdiye kadar kovmadıysa bir sebebi var. Olduğum yerde senin olmanı istiyor. Eşinin yerinde sen. Sen de biliyorsun bunu.”

Menekşe sadece kafasını iki yana salladı. İlk defa yansımasına katılmıyordu.

Müdür, kafasını ellerinin arasına kıstırmış bir süre bekledi.

“Ahh Menekşe… Seninle ne yapacağız biz?”

Sessizliğin hakim olduğu zaman boyunca ikisi de aynı şeyi düşünüyordu. Çıkmazda kalmış, ne yapacağından emin olmayan iki insanın, aynı odada birbirlerine sadece varlıklarını hissetmeleriyle mesaj yollaması gibi konuşuyorlardı.

“Buraya kadar her şey. Daha fazla sorun çıkmayacak.” Dedi Menekşe kısık bir sesle.

“Anlıyorum seni, zor durumdasınız. Ama patronun gözüne batıyorsun artık. Ben olsam…”

“Zaten bir sorumluluğum olmamıştı hiç. Kader beni buraya sürükledi.”

“Böyle konuşma. İlk zamanlar buranın en iyi çalışanı sendin. Herkese…” müdür sözünü bitiremeden Menekşe, çapraz duran resme bakarak konuşmaya başlamıştı.

“Ve olanları bitirmek de bana düşüyor. Kimseye daha fazla acı çektirmeyeceğime söz veriyorum.”

Müdür onun içinden geçenleri kestiremediği için lafı daha fazla uzatmamaya karar vermişti. İstifa etmesine göz yumamazdı. Bu yüzden, onun söylediklerini, “artık sorun çıkarmayacağım ve düzgünce çalışacağım” şeklinde anlamış gibi cevap verdi.

“Peki. Sana güveniyorum. Bir daha olmayacağına inanıyorum. Bunların hiç yaşanmamış olduğunu var sayıyorum.”

Menekşe yorgun bir gülümsemeyle konuşmaya devam etti.

“Beni hiç tanıyamadın. Senin için söylemesi kolaydı. Sen yerimde asla olmadın. Sadece konuştun.”

“İnan ki seni anlıyorum. Neler yaşadığını biliyorum. İstersen bir haftalık izin verebilirim sana. İşten bir süre uzaklaşmak sana iyi gelecektir.”

“Uzaklaşmak… Evet… İhtiyacım olan bu… Her şeyden uzaklaşmam gerekiyor.”

Menekşe sandalyesinin kenarlarından destek alarak ayağa kalktı. Ağır adımlarla arkasına bakmadan kapıdan çıktı.

Hava yeni kararmıştı. Evine erkenden gitmek için koşuşturan insanlar sokağı doldururdu bu saatlerde. Birçoğu önce amaçsızca dolaşıp zaman geçirirdi mağazalarda. Menekşe’ye göre hayatın anlamı da buydu. Ömrünün çoğunu zaman geçirmek için harcıyordu. Mağazanın önünde, son sigarasını yaktığında düşündükleri bunlardı. Otobüs durağındaki yansımasına doğru, içini yakan dumanı üflerken bile düşüncelerinde vazgeçmiyordu. Hayat boş bir koşuşturmacaydı. Herkes başkaları için yaşıyordu. Anlamsızca hayatta kalma çabası içine girmişti insanlar. Ama o artık biliyordu.

Bir grup serserinin laf atıp geçmesine dahi aldırış etmeden sigarasını bitirdi. Sonra mağazanın en arkasındaki reyonu kendisine doğru çekerek dar koridora girdi. Sağ tarafındaki personel soyunma kabinlerinin tam karşısındaki lavaboya yürüdü. Sinirlerine hâkim olmak için sık sık uğradığı lavabonun önünde ağlamamak için dişlerini sıkar, ellerini beyaz mermerin üzerine koyup gözlerini aynaya dikeri. Ama bu kez kendi kararlılığından korkmaya başlamıştı. Geride bırakacağı onca şeyi düşündü sonra. Emek verdiği her şeyden bu kadar çabuk vazgeçip geçemeyeceğinin sorgulamasını yaptı. Onca koşuşturma, sabır ne içindi? Yüzüne dikkatlice baktığı dakikaların ardından öğrendiklerini hatırladı. Asla hiçbir şey “yok” olmazdı. Daha sonra yerine başkası gelirdi. Hiç olmazsa onu arayanlara, daha güzeli sunulabilirdi. Nede olsa aranılan şey dünyada olsaydı, insanlar onu zaten şimdiye kadar bulurlardı!

İlk kez yansımasıyla yer değiştirmişti Menekşe. Kendi, anlatılamaz bir mutluluğu ve hafifliği yaşarken, yansıması kızgın ve korkmuş bir ifadeyle ona bakıyordu. Konuşmadan birbirlerini süzdüler. Artık söylenecek söz kalmamıştı. Müdürün odasında zaten bu konuyu konuşmuşlardı.

Müdürün bilmediği ise, Menekşe’nin onu hiç duymadığıydı. Aslında orada, kendiyle çatışma içindeydi ve fark etmeden sesli olarak konuşuyordu;


     “Buraya kadar her şey. Daha fazla sorun çıkmayacak.” Dedi Menekşe kısık bir sesle.

     “Ne yapmayı düşünüyorsun? İşini bırakırsan sorumluluklarını kim yerine getirecek peki?”

     “Zaten bir sorumluluğum olmamıştı hiç. Kader beni buraya sürükledi.”

     “Kaderini kendin yazdın. Olanların sorumlusu yine sensin.”

     “Ve olanları bitirmek de bana düşüyor. Kimseye daha fazla acı çektirmeyeceğime söz veriyorum.”

     “İntihar etmeyi düşünüyorsun değil mi? En kolayını seçiyorsun kurtulmanın. Direnmeden.”

     Menekşe yorgun bir gülümsemeyle konuşmaya devam etti.

     “Beni hiç tanıyamadın. Senin için söylemesi kolaydı. Sen yerimde asla olmadın. Sadece konuştun.”

     “Ben zaten senim. Senin söylemek isteyip de söyleyemediklerinim. Benden farklı biri olamazsın asla. Benden ne kadar uzaklaşabileceğini sanıyorsun?”

      “Uzaklaşmak… Evet… İhtiyacım olan bu… Her şeyden uzaklaşmam gerekiyor.”


Menekşe üzerini değiştirmeden beş katlı mağazanın terasına çıktı. Soğuk rüzgâr saçlarını savuruyordu. Hayat ona gerçekleri göstermişti. Güzel şeyler bile, sonradan elinden alınması için ona geliyorlardı. Çünkü elinde hiçbir şey kalmayan insan acı çekemezdi.

Bu döngüye daha fazla katlamayacaktı. Ailesinin kaderi kendilerinindi. Asla Menekşe’ye muhtaç değildiler. Kim bilir, belki onun ölümü, ailesinin kurtuluşu olurdu.

Teras kenarlığının üzerine çıktığında rüzgâr daha da hiddetlenmişti. Yansıması için bu doğanın ona kızma şekliydi. Pes etmemesi için ona bağırıyordu rüzgâr. Ama Menekşe için ondan nefret eden her şeyin karışımıydı. Kulağında uğultulu çığlıklarını duyabiliyordu insanların.

Karanlığı yarıp geçerken etrafı ışıldamaya başlamıştı. Rüzgâr tenini okşayarak onu yavaşça taşıyor gibiydi. Zaman durmuştu sanki. Tüm yaşadıkları gözlerinden akan yaşların içine hapsolmuş anılardan ibaretti. Hepsi teker teker etrafa saçılıyordu.

Maaşının bir kısmıyla kendisine ayakkabı aldığı için annesinden dayak yediği gün… Geride kalmıştı artık…

Ahmet Bey’in onu asla tanımak için uğraşmadığı halde onu sevdiğini söylediği yalanı… Rüzgara karışıp gitmişti…

Bir müşterisi tarafından “küçük beyinli” olarak hakarete uğraması… Unutmuştu bile…

Sevgilisini başka bir kıza sımsıkı sarılıp dudaklarına yapıştığını gördüğü an… Son gözyaşının içinde hapsolup saçılmıştı etrafa...

Sonra büyük bir gürültü koptu. Ardından çığlıklar, koşuşturmalar, kalabalık... Menekşe otobüs durağının camına gözlerini dikmiş yatıyordu boylu boyunca. İlk defa yansımasıyla aynı görünüyordu ifadesi. İkisi de gülümsüyordu. Ve son sözü, yansıması söyledi.

“Hoş geldin.”

Çevrimdışı

  • *
  • 27
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Menekşe
« Yanıtla #1 : 11 Ekim 2012, 13:55:11 »
Bu yaşta çocuk sahibi olunca evladı ona baba mı desin ister yoksa dede mi?”  bu çok hoşuma gitti ;D Sürekli iç sesiyle çatışma halinde olması insanı etkiliyor. Başarılı bir yazı ama eksikleri var daha duygusal betimlemeler üzerinde çalışmalısın diyorum. Başarılarının devamını diliyorum M.K :)
bir fincan fala kimse hayır diyemez.. :)
meraklısın meraklıyız---da.. bilirsin! fazla merak iyi değildir.
bazen meraktan değil de merak edilenden gelir iyi olmayan şeyler, sen sen ol fazla merak edip kurcalama benden sana söylemesi...

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: Menekşe
« Yanıtla #2 : 11 Ekim 2012, 18:23:37 »
Özür dilerim okuma fırsatım olmadı ama şekil biçimi açısından biraz daha düzeltebilirseniz çok daha albenili bir yazı olur.
Hayalince oku. Hayalinle yaz.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Menekşe
« Yanıtla #3 : 11 Ekim 2012, 19:03:19 »
MENEKŞE: evet duyguları yansıtma konusunda biraz sıkıntılarım olabiliyor :) bu konuda senin yazılarından örnek almam gerekiyor aslında. Yine de beğenmene sevindim aşkım...

Scyther: Şekil biçiminden kastınız nedir anlayamadım? Uzun mu geldi yazı? bölümlere mi ayrımamı isterdiniz? Yanlış anlamayın ama okumadığınız bir yazıyı sunum şekli için eleştirmeniz pek hoşuma gitmedi... Yazıyı bilgisayarınıza kopyalayıp punto ayarları yapabilirsiniz, veya gözünüzü rahatsız etmeyecek şekilde düzenleyebilirsiniz :) Yine de yorum yaptığınız için teşekkürler :)

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: Menekşe
« Yanıtla #4 : 13 Ekim 2012, 18:50:01 »
Düşüncemi yanlış yansıttım galiba özür dilerim. Şekil biçiminden kastım paragraflara ayırmak, paragrafa başlarken bıraktığımız boşluklar ve dediğiniz gibi bölümler.

Bunları yaptığınızda yazınız çok daha profesyonel gözükür, güzel gözükür ve insanı okumaya ikna eder.

Şahsen ben anlattığım şekilde ki yazıları okumayı tercih ederim seçim hakkı sunulsa.
Daha yenisiniz (en azından forumda) bu tür şeyleri eleştiri olarak değilde tavsiye olarak görürseniz hem siz yararlanırsınız hem de sizin yazılarınıza yorum yapacak kişiler.
Hayalince oku. Hayalinle yaz.