Kayıt Ol

Gemileri Yakmak

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #15 : 07 Kasım 2012, 15:01:48 »
Bir hikayenin uzaması yazan kişinin de zevk aldığını gösterir ki ben vakit buldukça okuyorum bu seriyi ve hoşuma da gidiyor. İnce ayrıntılar ve cümle süslerinde biraz eksik var ama onları burada söyleyip tüm sırlarımı ortaya çıkarmak niyetinde değilim. :) (Şaka yapıyorum dilerseniz özel mesajla iletirim onları hikayenin gidişini bozmasın)

Aksiyon sahnelerinde mit e katılıyorum ve bunu arttırıyorum. Hikayenizin geçtiği dönem göz önünde bulundurulunca hikaye içindeki karakterlerin konuşmaları fazlaca günümüze yakın. Biraz daha yüklemleri yuvarlayıp birkaç -idi -üdü takısı alan kelimeler ve yüklemlerle konuşmalılar bence.

Onun dışında elinize sağlık. Bitmese de olur :)

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #16 : 07 Kasım 2012, 15:13:44 »
Beğenmenize sevindim. Tabi ki her türlü eleştiriyi duymak isterim. (Buradan herkese sesleniyorum eksik gördüğünüz kısımlar, hatalar ve hatta isteklere açığım.) :)

Hikayenin geçtiği dönem 10. yy sonlarıdır ve o dönemki türkçeye yakın şekilde buraya aktarırsam 'Lessie bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor!' dan öteye gidemeyiz. :D Ben kurguda bu insanlar Arapça konuşuyor da ben sadeleştiriyormuşum gibi anlatmaya çalışıyorum. Zira dönemin hakim dili Arapça ve bu kadar farklı medeniyetten insanın konuşabileceği dil de ancak bu diye düşünüyorum. Ne kadar başarılıyım bilemiyorum tabi...

Okuduğunuz, yorumladığınız ve de atacağınız özel mesaj için şimdiden teşekkür ederim :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Arthur515

  • **
  • 101
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #17 : 07 Kasım 2012, 23:41:55 »
yazı çok uzun olduğundan-iltifat olarak algıla lütfen-yarısına geldiğimde uyuyacağımdan okunacaklar listeme aldım başarılar

Çevrimdışı beerold

  • **
  • 173
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #18 : 08 Kasım 2012, 00:13:33 »
Sevgili Cemaziyel, sonunda bütün bölümleri okuyup bitirdim. Uzun görünmesi kimsenin gözünü korkutmasın, akıcı ve kendisini okutan bir tarzı vardı öykünün. Bir iki yerde konuşmayı kimin yaptığını kaçırdım ama bu yorgunluğumdan da kaynaklanmış olabilir. Oldum olası fantastik öğelerin yer aldığı tarihi hikayeleri sevmişimdir zaten. Devamını bekliyorum.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #19 : 08 Kasım 2012, 09:20:02 »
arthur515- listeye almaya değer gördüğüne sevindim :)

beerold- vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. devamı gelecek.
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #20 : 08 Kasım 2012, 22:31:59 »
Evet, yazılanlara ben de katılıyorum. Kendisini okutturan bir anlatımınız var, ufak tefek aksaklıklar olsa da oldukça güzel. Henüz hepsini bitiremedim. Viking'den sonrası kaldı şimdilik. Gerçekten çok başarılı diyebilirim. Burada okuduğum en iyi, en orijinal hikayelerden birisi. Çok güzel bir konsept üzerine kurulmuş.

Birkaç şey gözüme çarptı, onları dile getireyim dedim: Mesela: "sırtında asılı haç biçimindeki devasa kılıcın sapı omzunun üzerinden görülüyordu." Burada kılıcın sapı yerine kabzası denebilirdi. Bana sırıtmış gibi geldi.

"Ağzında bazı kelimeler mırıldandıktan sonra peçesini aşağı sıyırıp, bu avcundaki(avucundaki) toprağı kapıya doğru üfledi."

Burada "ağzında" kelimesini kullanmanıza gerek yok.

"İşlemin tamam olduğunu bir baş hareketiyle diğerlerine haber verince, kılıçlarını çoktan çekmiş olan iki kişi yere bıraktıkları muhafızları, uyanıp tehlike arz etmemeleri için, bağladılar."
Şimdi burada, işlem kelimesi çok modern kaçmış öyküye. Bilmiyorum belki kelime modern değildir ama bana öyle geldi. Başka bir kelime de aklıma gelmedi şimdi :)

"Kalabalıkta, yüzlerini açmış olanların hayreti sürerken, bir yandan da henüz yüzünü açmamış olan gizemli okçuya kaçamak meraklı bakışlar atılıyordu." Burada galiba bir hata olmuş: Kalabalığın, yüzlerini açmış olanlara karşı hayreti sürerken mi olacaktı?

"Zira bu kez karşılarında 20 yaşlarında bir kız durmaktaydı." Böyle öykülerde elimden geldiğince dikkat ederim ben, sayıları rakamla değil de yazıyla yazmak daha hoş duruyor. Tabii bu tamamen şahsıma ait bir fikirdir.

“Görüyorsunuz ki silah doğrulttuğunuz bu toplulukta kimsenin ne silahı vardır ne de size karşı koymaya niyeti. Muhafızlarımızı katletmediğinize göre niyetiniz can almak değil. Eğer getirdiğiniz dostunuz yaralıysa, buradakilerin hepsi hekimdir. Bırakın onunla ilgilenelim.”

Yaşlı adamın sözleri işe yaramıştı. Topluluk kılıçlarını kınına, oklarını sadağına koydu."


Buradaki olay şu: İki defa topluluk kelimesini kullanmışsınız bir üstte bir altta. Ancak ikisinde de farklı gruba topluluk diyorsunuz, ilk okuduğumda kafam karıştı. Talebeler de mi silahlıydı dedim kendi kendime.

Neyse bunu sabah okumuştum, birkaç şey daha gözüme çarptı. Bu yazdıklarım tamamen kişisel tecrübemden kaynaklanan yorumlarımdır, lütfen alınmayın. Yazınızı çok beğendim, o yüzden bu kadar yazdım zaten, iyi bir düzeltiyle çok daha iyi olacağına inanıyorum.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #21 : 08 Kasım 2012, 22:46:46 »
Beğenmenize sevindim. Alınacak bir şey yok oldukça yerinde tespitlerle hatalarımı görmemi sağladınız. Yakın zamanda eski bölümleri yeniden gözden geçirip aldığım notlarla yeniden düzenleyeceğim. Çok teşekkür ederim gerçekten. :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #22 : 11 Kasım 2012, 11:16:10 »
ANTAKURA YOLU (I)

Kurtuba sınırlarından çıkıp El-Yusanna kasabasının yakınlarına kadar dolu-dizgin at sürdükten sonra iki tarafından ağaçların takip ettiği yola geldiklerinde üzerlerinde dev bir gölgenin varlığını hissettiler. Kurtuba’dan çıkmadan evvel gördükleri görüntü sayesinde bu gölgenin sahibinin kim olduğunun farkındaydılar. Atlarını yavaşlatarak gökten süzülen arkadaşlarının yere inmesine fırsat tanıdılar. İnerken kanatlarını tamamen açarak yavaşlamaya çalışan adam birkaç acemi adımdan sonra tökezleyip düştü. Yerde bir miktar sürüklenmesine rağmen kalktığında adamın yüzündeki huzur herkes tarafından okunabiliyordu. Uçmanın verdiği hissi bilemediklerinden bu huzuru yaptığı planın işe yaradığını görmenin sevincine verdiler. Atlar tamamen durduğunda grubun gevezesi olan Hekim, yeni arkadaşının boştaki ata binmesini bile beklemeden sevinç içerisinde konuşmaya başladı.

“İnanamıyorum! Demek Abbas’ın kanatları işe yaradı! Uçtun ha!” diye şaşkınlığını belirtirken yüzünde tarifi imkansız bir heyecan vardı.

“Elhamdülillah! Rahmetli dostum Abbas her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlarında belirtmiş. Bana sadece uygulamak kaldı.” diye cevaplarken  yüzündeki bütün kaslarını etkilemiş olan tebessüm devam etmekteydi.

“Peki ama daha önce denemiş miydin?”

“Hayır. Fakat insanın arkasından kovalayan mızraklı adamlar olunca uçmayı da çabucak öğrenebiliyormuş.” Bu sözler sakin adımlarla tekrar yola koyulan grupta gülüşmelere neden olmuştu.

“Dostum, sanırım sana bundan sonra ‘Cafer’ diyeceğim.” Hekim’in Cafer-i Tayyar’a yaptığı bu gönderme hoşuna giden adam başıyla onayladıktan sonra sözlerine devam etmesine izin verdi. “Peki ama o kadar muhafızı atlatmayı nasıl başardın?”

Hekim’in sorusuyla yukarıda yaşananları teker teker anlatmaya başladı Cafer. Medresenin üst katında kendilerinin kapıdan atlarla çıkışlarını görene kadar muhafızları, Cabir bin Hayyan’ın ‘cüz teorisiyle’ nasıl kandırıp oyaladığını arkadaşlarının kahkahaları arasında teker teker anlattı. Pencereden tam atlarken Safvan’ın sorusuna cevaben son bir ok atıp kendini boşluğa bıraktığını anlatması herkesi cesaretine hayran bırakmıştı. Cafer, başından geçenleri anlattıktan sonra diğerleri sırayla kendi kaçış maceralarını anlattılar. Büyücü, kapıda bekleyen iki muhafızın büyüyle yarattığı yılanlardan kaçarkenki hallerini, diğer dördünün ise umutsuzca nasıl saldırdıklarını anlattığında Hekim’in gözünden gülmekten yaş gelmişti. O da çenesiyle bezdirdiği adamların kapıda duran Begüm’ü gördüklerinde yaptıkları acemice hareketleri ve Drakkar’ın yataktan kalkıp iki adamın kafasını birbirine nasıl tokuşturduğunu anlattı. En az dikkat çeken hikaye Cenevizli’nin hikayesi olmuştu çünkü yaptığı tek şey cerrahi edevat deposunda bekleyip muhafızların arkasından kapıyı üzerlerine kilitlemekti. El Yusanna kasabası girişine gelene kadar bu neşeli hikayeleri birbirlerine anlatıp gülüştüler. Buraya geldiklerinde Hristiyan arkadaşları onları durdurup bir öneride bulundu.

“Eskiden tanıdığım bazı dostlarım Lucena’da otururlar. Belki de biraz bu kasabada durup dinlenmeliyiz. Atlar bir gün içerisinde bu kadar koşuşturmayı kaldıramayabilirler.” Haklılık payı vardı fakat Büyücü, pek buna yanaşmak istemiyordu.

“El Yusanna’daki dostların tüccarlık yaptığın dönemde mal aldığın veya sattığın yahudilerden başkası olamaz. Ben bu adamlara pek güvenmiyorum. Bence Antakura yoluna sapıp sakin adımlarla devam edelim. Hava tamamen karardığında oradaki ormanlık alanda kalmak çok daha güvenli olacaktır.” Arab’ın sözlerine cevaben İtalyanca bir küfür savurduktan sonra bağırmaya başladı Cenevizli:

“Ormanda kalmak mı? Delirdiniz mi? Benim vahşi hayvanlara yem olmaya hiç niyetim yok!” yeni bir kavgayı ateşlemek üzereydi sözleri.

“Halife’nin adamlarının peşimizi bu kadar çabuk bırakması mümkün değil. Geleceklerdir. Ve onlar geldiklerinde etrafımda tanımadığım insanlar olacağına vahşi hayvanların olmasını tercih ederim.” Drakkar’ın sözleri tartışmaları Begüm’ün bitirmesine alışık olan Hekim’e garip gelmişti. Kız atının önüne aldığı eşiyle meşgul olduğundan tartışmaları bitirme görevi doğal yaşam akışı içerisinde bu dev Viking’e geçmişti. Öyle ya, grupta kimsenin sözüne karşı gelmeye cesaret edemediği iki kişi vardı ne de olsa. Drakkar’ın heybeti ortadaydı. Fakat bu tekinsiz adamların bir kızdan bu kadar çekinmelerine bir türlü anlam veremiyordu doğrusu. Yine de sabırlı davranıyordu. Önünde sonunda bu adamların hepsinin hikayesini öğrenecekti. Kendisine söz vermişlerdi. Bu işi onların kurallarına göre, sırayla yapmalıydı.

Arab’ın önerdiği üzere atlılar ağır adımlarla Antakura yolunu tuttuklarında Hekim, atını bir tartışmadan daha mağlup olarak ayrılmış olmanın siniri yüzünden okunan Hristiyan’ın atına yaklaştırıp yüzüne sevimli olduğunu düşündüğü bir tebessümle bakmaya başladı. Kendisi istekte bulunmadan onun anlatmaya başlamasını umuyordu fakat öyle olmadı.

“Neden bu aptal ifadeyle yüzüme bakıyorsun, pis büyücü?” diye bir anda parladı zaten sinirli olan adam.

“Ben büyücü değilim! Hekimim! Yüzümün ifadesini aptaldan ziyade, ‘Hikayeni büyük bir mutlulukla dinleyeceğimden emin olabilirsin, dostum’ der gibi bakıyor, şeklinde yorumlarsak sanırım birbirimize daha nazik olmuş oluruz.” cevabıyla aynı aptal yüz ifadesini bozmadan bakmaya devam etti.

Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #23 : 11 Kasım 2012, 11:26:09 »
ANTAKURA YOLU (II)

“Senden kurtuluş yok demek... Tamam anlatacağım fakat senden iki tane isteğim var.” Hekim’in devam etmesini isteyen el işaretinden sonra konuşmasını sürdürdü. “Öncelikle yüzüme bu şekilde bakmaya son ver!”

Bu istek çok sevimli olduğuna inanan Berberi’nin yüzünün düşmesine sebep olmuştu. “Böylesi daha iyi... İkinci isteğim ise ben her anlattığım bölümden sonra sana bir soru soracağım. Senden bu sorunun cevabını aldıktan sonra hikayeme devam edeceğim.” Bu makul istekleri Hekim’den onay alınca hikayesini anlatmaya başladı:

“Benim babam Cenova’lı meşhur tüccar Giandomenico S...” bu noktada aklına bir şey gelmiş gibi durakladı.

“Sana adımı veya soyadımı söyleyemem. Fakat artık babamın adını bildiğine göre beni onun adıyla çağırmanda bir sakınca olmaz. Gianni... Her neyse... Babam büyük bir gemi kaptanıydı. Kaptan dediysem şu kokmuş Viking gibi düşünme sakın!” Cenevizli bunu söylediğinde Hekim burnuna gelen kesif kokudan adamın en son ne zaman yıkandığını tahmin etmeye çalışıyordu. Kendi kokusunun farkında olmayan adam hikayesini anlatmayı sürdürdü:

“Çocukluğunda ve gençliğinde gemilerde çalışarak kendisine bir gemi alacak kadar para biriktirmeyi başarmış ve aldığı bu gemiyle ticarete atılmış. Benim güçlükle hatırladığım bu geminin adı ‘Bella Alexia’ idi. Gemiye annemin adını verdiğini her fırsatta, kendisini aldattığından şüphelenen annemi teskin etmek için anlatırdı. Babam bu gemiyi adamlarına emanet edip uzak diyarlara göndermek yerine hep kendisi gemisinin başında olmayı tercih ederdi. Ben onunla birlikte seyahat edecek yaşa geldiğimde, artık ‘Bella Alexia’yı çok eskidiği gerekçesiyle sattığından, onun yerine sonradan aldığı iki farklı gemiyle yolculuk ediyordu. Bella Maria ve Bella Rosita... İlginç bir tesadüf olarak onunla birlikte yaptığım seyahatlerde keşfettiğim, başka liman şehirlerinde yaşayan, iki genç sevgilisinin adlarını taşıyordu bu gemiler. O zamanlar yaşlı anneme bu konudan bahsedip onu üzmemenin en iyisi olduğunu düşündüm ve sessiz kaldım. Tabi bunu söylersem babamın beni yaptığı renkli seyahatlerden mahrum bırakacağının da farkındaydım.

“Babam bir çok yere mal götürürdü. Nikosya, Rodos, Aleksandriya, Tripoli ve nice diğer liman şehirlerini hep onunla birlikte gezmişimdir. Arapçayı ve Yunancayı bu gezilerim sırasında öğrendim. -Akıcı konuşmamdan etkilenmişsindir.- Onların okula gitmek, yıkanmak gibi garip adetlerini de tabi...” Bu cümleden sonra kokunun sebebini idrak eden Berberi, atının dizginini biraz sola doğru çekerek Gianni’yi daha uzaktan dinlemeye devam etti. “Ben okuyup yazmasını bilmem. Sizin gibi kitaplardan öğrenmem hiçbir şeyi. Kutsal kitap dışında hepsi saçma sapan şeylerle doludur zaten. Onu da rahiplerimiz ve papazlarımız pek güzel bir şekilde okuyup bize aktardıklarından, insanlarımız okuma yazma saçmalığını öğrenmek gibi bir vakit kaybını yaşamıyorlar. Tanrı aziz kilisemizi ve muhterem papazlarımızı kutsasın!” Gianni hikayesini soluksuz anlatırken Hekim, adamın hikayesini anlatmak için yanıp tutuştuğunu fark etti. Hatta başlangıçtaki isteklerini kabul etmemiş olsaydı bile anlatacağına emindi. Okumakla ilgili anlattığı şeyleri şaşkınlıktan ağzı bir karış açık dinliyordu. Gerçi hocalarından biri ona Avrupa’daki insanların pek az bir kısmının okula gitme imkanı bulabildiklerini anlatmıştı fakat Gianni’nin anlattıklarına bakılırsa Dojların bile okuma yazması yoktu. Daldığı derin düşüncelerinden yine Cenevizli’nin sesiyle uyandı:

“Sen büyücü olmadığını söylüyorsun.” dedi, Gianni, kafasını çevirmeden sadece göz ucuyla yanında yol almakta olan Hekim’e bakarak. “Fakat bugün yaptığın ölü diriltme ayini bir büyü değilse neydi?”

“Kullandığım ilaçlar ve aletler tamamiyle bilimin ürünüydü. Okunan Kur’an ise Allah’ın yardımı ve isteği olmadan ölünün diriltilebilmesinin mümkün olmadığındandı. ‘Güneş saati'ni beklememe gelecek olursak, bu bir büyüden ziyade hayırlı olan saatin gelmesini beklemekti diyelim.” Son cümleye kadar kendinden emin olsa da ‘güneş saati'ni açıklarken bocalamıştı Hekim. Çünkü bu konuda kendisi de bu noktada yaptığının büyü mü bilim mi olduğuna karar veremiyordu.

“Peki ama nedir bu ‘güneş saati’?” Gianni soruyu atının gittiği yöne doğru bakmaya dikkat ederek sormuştu. Bu konularda belli ki fazla meraklı gözükmek istemiyordu.

“Hayır! Her seferinde bir soru... Sıra sende... Anlatmaya devam et.” Hekim kontrolü ele geçirdiğini hissediyordu artık. Gianni fazla itiraz etmeden zaten anlatmaya can attığı hikayesine kaldığı yerden devam etti.

“Nerede kalmıştım? Hah, evet. Sonra büyüdüm. Büyüdükçe daha çok tecrübe ve dost kazandım. Tabi zaman insana sadece kazandırmıyor. Kaybettirdikleri de var. Benim en büyük kaybım babam oldu. Sicilya Emirliği’ne yaptığımız bir teslimattan dönerken aniden hastalandı. Bu kadar kısa mesafe olmasına rağmen eve yetiştiremeyeceğimizi anladık ve onu hemen yakınımızda bulunan kutsal babamızın şehrine, Roma’ya, götürmeye karar verdik. Zavallı babacığım, ayağını toprağa basmaya fırsat bulamadan kollarımda öldü. Keşke seninle o zaman tanışmış olsaydım Büyücü. Belki onu geri getirebilirdin.” O günleri tekrar yaşayan Gianni, gözyaşlarını elbisesinin koluna silmek için konuşmasına ara verdi. Kendisine inatla ‘Büyücü’ denmesi Hekim’in canını sıkıyorduysa da sesini çıkarmıyordu. “O öldükten sonra işlerinin tamamını ben devraldım. Henüz yirmi yaşıma bile basmamıştım fakat yıllarca onunla birlikte yolculuk etmiştim. Limanlardaki dostlarını tanıyordum ve işin nasıl yürütüleceğini biliyordum. Ve dostum inan bana bunları herhangi bir derste öğrenemezsin.

“Yıllarca çalıştım. Benim tecrübesiz bir çocuk olduğumu düşünen herkesi utandırdım. Babamın gemilerine iki tane daha yenisini ekledim ve dostlarına daha nicelerini... Bizim ihtiyar öldüğünde her limanda bir sevgilisi vardı fakat ben onun izinden gitmek yerine her limanda dostlar edindim. Böylesi daha karlı bir iştir, inan bana. Çünkü hem birinin dostluğunu kazanmak için daha az çaba sarf edersin, hem de senden daha iyi bir dost bulduklarında seni bırakıp gitmezler. Al sana medresede öğrenemeyeceğin bir bilgi daha!” Viking’in bile kendi dilinde okuyup yazabildiği toplulukta cahil olarak anılmak Cenevizli’yi rahatsız ediyordu. Bu yüzden böyle göndermeleri yaparken durumundan memnunmuş gibi gülümseyip göz kırpıyordu.

“Akdeniz’in her limanında onlarca dostum vardır. Yalan değil! Tüccarlar, korsanlar, askerler, Müslümanlar, Yahudiler, Ortodokslar... Çok da yardımsever insanlardır. Şu insan azmanı, bizim gemimize saldırdığı sırada adamlarından bazılarının beni tanıyıp kendisine karşı saldırdığını anlattı mı sana?” Gianni’nin kahkahalarının arasında sorduğu bu beklenmedik soruya şaşırıp kafasını ‘hayır’ anlamında sallayarak cevapladı Hekim.
“Anlatmaz tabi. O anki yüz ifadesini görmeliydin. Bize saldırmaları için gönderdiği adamları, bizim gemiye atladıktan sonra bizim tarafımızda çarpışmaya başladılar. Düşünebiliyor musun?” bir süre kahkaha atmaya devam ettikten sonra ciddileşti. “Ama sonunda o aptal Viking, O’nu öldürüp gemime devam edemeyeceği kadar zarar verdiğinden, kendisiyle birlikte yol almak zorunda kaldık.” Atın dizginlerini avuçlarını parçalarcasına sıkmasına bakılırsa, Gianni, gemisini kaybettiği için hala kızgındı.

“İyi ama ekibin geri kalanıyla nasıl tanıştığını anlatmadın.” En çok merak ettiği kısım es geçilip, maceranın sonuna atlanmasından telaş etmişti Hekim.

“Sahi... Orayı anlatmadım değil mi? Galiba yaşlanıyorum. Fakat önce hikayenin bu kısmını hak etmelisin dostum. ‘Güneş saati’ diyordun?” Cenevizli’nin kemikli yüzündeki sinsi gülümseme kontrolü yeniden karşı tarafa kaptırdığını anlayan Hekim’in canını sıkmıştı. Hikayenin devamını dinlemek için soruya cevap vermekten başka seçeneği yoktu.
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #24 : 11 Kasım 2012, 11:32:46 »
ANTAKURA YOLU (III)

“’Güneş saati’ Güneş’in Dünya üzerinde etkili olduğu saattir.” Hekim bir an için böyle bir açıklamayla sıyrılabileceğini düşündüyse de karşısındakinin kendisine bakmakta olan ifadesiz suratı bu düşüncesinin yersiz olduğunu kendisine gösterdi. Astronomiyle ilgili hiçbir şey bilmeyen bu adama herşeyi en başından anlatması gerektiğinin farkındaydı. “Pekala dostum en başından başlıyoruz.” Dedikten sonra bir süre ceplerinde yuvarlak bir nesne arayıp bulamadıktan sonra, yol arkadaşına yakın olan sağ elini yumruk haline getirip sıkarak ilk derse başladı. “Yanımda yuvarlak bir nesne getirmemişim. Bunun elma gibi yuvarlak olduğunu farz edelim. Şimdi... bu bizim dünyamız.”

“Ben dünyamızın böyle olduğunu sanıyordum.” Gianni’nin, Hekimin yumruğuna bakarken kendi sol elini açıp yere paralel hale getirerek söylediği bu söz, Hekim’in yumruk haline getirdiği elini kendi alnına çarpmasına sebep olmuştu.

“Bu konuda bildiğin her şeyi unut sevgili dostum. Sadece beni dinle.” Alnı acımasına rağmen sakinliğini korumaya çalışıyordu Hekim.

“Fakat herkes Dünya’nın öküzün boynuzunda dönmekte olan bir tepsi gibi olduğunu bilir. Benim böyle saçmalıklara inanacak kadar aptal olduğumu sanmıyorsun herhalde.” Gianni, cahil olduğu için kendisiyle dalga geçildiğini düşünüyordu.

“Bak bana... hatırladın mı? Ben ölüyü dirilten adamım. Şimdi bu konuda benim dediklerimi dinle. Bu bizim dünyamız. Bir elma gibi yuvarlak. Bir ceviz gibi yuvarlak! Anlıyor musun? Güzel... Dünya’nın yuvarlak olması, Güneş, etrafında dönerken gece elbisesini çıkarıp gündüz elbisesini giymesine olanak verir. Tabi öteki yüzünde durum tam tersidir. Yine Dünya’mızın etrafında dönmekte olan yine onun kadar yuvarlak yedi adet yıldız daha bulunur. Bunlar Ay, Utarit, Zühre, Güneş, Merih, Müşteri ve Zuhal’dir. Ya da sizin bildiğiniz şekilde Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn... Bizim Dünya’mız her gün bunlardan birinin etkisine girer. Bu yüzden de bir hafta yedi güne bölünmüştür. Yani her güne farklı yıldız... Buna benzer şekilde gün içerisindeki her saatte de farklı bir yıldızın etkisi altındadır. Güneş’in doğmasından tekrar batmasına kadar olan 12 saatlik süreçte, Dünya, her saat diliminde farklı bir yıldız takımının etkisi altına girer. –Bu 12 Yıldız takımından başka zaman bahsederiz.- Bu gece için de geçerlidir. Günün ve gecenin 12’şer saate bölünmesinin sebebi de budur. Dünya’nın, bu gök cisimlerinin etkisine girmesi, üzerinde bulunan canlı, cansız varlıkları da etkiler. Bu gök cisimlerinin her birinin belirli sıfatları vardır ve –evet!- bu sıfatlar büyü yapmak için kullanılır. Anladın mı?” Hızlı ve sinirli bir şekilde anlatmıştı ve Gianni’nin soru sormayacağını umuyordu.

“Yani senin dediğine göre bizim kullandığımız bütün takvim sistemi büyücüler daha rahat büyü yapabilsinler diye tasarlanmış, öyle mi?” Gianni’nin yüzü soruyu sorarken öyle saf ve şaşkındı ki Hekim kızamadı.

“Öyle de diyebiliriz. Hangi yıldızın ne tür büyülerde kullanıldığını bilmek ister misin?” diye hınzır bir gülümsemeyle sordu Berberi.

“Hayır, hayır! Sakın! Bilmek istemiyorum. Bu kadarı bana yeter de artar bile.” Hikayenin kalanını anlatması gerektiğinin farkındaydı Cenevizli. Kendini naza çekmek niyetinde de değildi  zaten. “Sıra bende... Gelelim bu insanlarla nasıl tanıştığıma... Yıllar evvel babam Aleksandriya’dan yuvarlak, garip görünüşlü, bakırdan bir alet getirmişti. Annem ve ben yıllarca bunun Müslümanların büyü için kullandığı uğursuz aletlerden biri olduğunu söylesek de bir türlü atmaya ikna edemedik. Bir gün bu aletin çok para edeceğini söyleyip duruyordu. Yıllar içinde ben de varlığına alıştım. Daha doğrusu görmezden gelmeye...

“Günün birinde kapımı garip görünüşlü dört kişi çalana kadar da aklıma gelmemişti. Evde olduğum nadir zamanlardan birinde kapımı çalan bu insanlar, bende bir alet olduğunu ve onu almak istediklerini söylediler. Başlarında bulunan Türk’ün elinde bendekine benzer bir başka alet görünce neden bahsettiklerini anlamıştım elbette. Fakat yıllar önce onu babamın sakladığını yerini bilmediğimi söyledim. Bana buna gerek olmadığını ellerindeki aletle onu bulabileceklerini söylediler. Bu yuvarlak aletin içinde kendi kendine dönüp duran bir iğne vardı ve bu benim hiç hoşuma gitmemişti. Evimde büyü yapılmasına izin veremezdim. Bir yandan da babamın söyleyip durduğu, aletin para edeceği günün nihayet geldiğini hissediyordum. Onları daha güvenli olduğunu düşündüğüm silahlı adamların koruduğu limana götürüp bu meseleyi konuşabileceğimizi söyledim. Kabul ettiler.

“Başlarda ketum davransalar da konuştukça neyin peşinde olduklarına dair ipuçları verdiler. Bu, babamın düşündüğünden çok daha fazlasıydı. Kendilerine aleti alabileceklerini fakat benim de kendileriyle birlikte yolculuk yapmama izin vermeleri gerektiğini söyledim. Aksi takdirde aleti parçalayacaktım. Evden çıkmadan evvel hizmetkarıma bu adamların bensiz gelmesi durumunda aleti balyozla parçalaması için talimat vermiştim. Ayrıca kendilerinin işine yarayabileceğimi hayli zengin olduğumu, Akdeniz’in her kıyısında dostlarım olduğunu ve gemilerimin bulunduğunu söyledim. Çaresiz kabul ettiler.

“Eve dönüp aleti onlara getirdim. Bu garip görünüşlü iki alet birbirlerine yaklaştıklarında sanki bakırdan altına dönüşmeye başlamışlardı. Benim getirdiği diğerinden daha büyükçeydi ve ortasında da tam onların elindekinin oturabileceği ebatta bir boşluk vardı. Türk, bunları birleştirmesi için şu uçan herife verdiğinde az evvel sivrisinek gibi hareketli olan aletin iğnesi bir kaya gibi olduğu yerde çakılıp kalmıştı. İki parça küçük çaplı yıldırımlar çıkararak birleşip tamamen altın rengine döndüğünde onu sahibinin ellerine geri verdiler. Bir köpek gibi sahibini tanıyan aletin iğnesi yeniden hareketlendi ve bu kez farklı bir yönü gösteriyordu.

“Onlara bu aletin bizi nereye götüreceğini sorduğumda bana yolculukla ilgili daha detaylı bilgi verdiler. Onlar kazanacaklarımdan bahsettikçe sahip olduğum şeylerin gözümdeki değeri düştü; kaybedeceklerimi anlattıklarında ise bunun görüp görebileceğim son yolculuk olabileceğini fark ettim. Fakat kararlıydım ve bu adamlarla yola çıktım. Gördüğün gibi, şimdi de buradayım.” Gianni hikayesini bitirmişti fakat Hekim’e göre henüz hiçbir şey anlatmış değildi.

“O büyüklükte bir serveti geride bırakıp yola çıkmak senin için hayli zor olmuştur herhalde.” Biraz daha fazla şey anlattırabilmek için konu açmaya çalışıyordu Hekim.

“Hiçbir şeyi geride bırakmadım. Bütün servetimi kutsal kiliseye bağışladım.” derken gururluydu Gianni.

“Ne? Deli misin sen?” Berberi’nin ağzı hayretinden açık kalmıştı.

“Hayır! Müslümanlarla ve büyücülerle yola çıktım, bir çok günaha girdim ve daha bir çok yasak çiğneyeceğim de ortada. Şu anda bile bağışladığım servetimin kefaretimi karşılayabileceği konusunda endişelerim var. Ah! Yüce İsa!” Gianni, büyük bir ciddiyetle istavroz çıkardıktan sonra yanında at süren arkadaşına döndüğünde gözlerinde beliren muzip parıltıyla sözlerine devam etti. “Kaldı ki peşine düştüğüm şeyin yanında benim servetimin lafı bile edilmez. Bu uğurda zorluklarla mücadele ederken, arkamda beni geri dönme düşüncesine itecek bir şey bırakmak istemedim.”

“Sen de gemileri yaktın yani. Gerçekten çok garip.” Hekim şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı neredeyse.

“Hayır! Gemilerimi yakmadım onları da kiliseye bağışladım. Bir tanesi hariç tabi. Yola 'Bella Alessia' ile çıktık. Onu da o şerefsiz Viking yaktı!” Sinirli olmasına rağmen son cümleyi başkalarının duymasından endişe ederek kısık sesle söylemişti Cenevizli.

“Peki ama, seni herşeyini feda edip bu adamlarla yola çıkmaya iten sebep ne? Nereye götürüyor bu alet bizi?” Hekim, yaptığı benzetmenin anlaşılmadığını fark etmişti fakat bunun üzerinde durmadı.

“Süleyman’ın Hazinesi’ni duydun mu sen?” Hekim’in, gözlerini fal taşı gibi açıp ağır ağır kafasını salladığını gördükten sonra sırıtarak devam etti, Gianni. “Aferin! Daha iyisini düşün.” Kendisinin bilip onun bilmediği bir sır vardı ortada ve bu cahil adam, mümkün olan son ana kadar bunun keyfini sürmeyi planlıyordu.

Antakura’ya iyice yaklaştıklarında hava kararmak üzereydi. Artık mola verme vakti gelmişti ve konuşmaya dalan iki atlı diğerlerinin mesafeyi açmış olduğunu fark ettiler. Yeni yaptığı konuşma Hekim’in kafasındaki soru işaretlerini azaltacağına daha da artırmıştı. ‘Bu adamlar neyin peşindeydi?’, ‘Gianni’nin bahsettiği alet neyin nesiydi?’, ‘Hz. Süleyman’ın hazinelerinden daha iyisi ne olabilirdi?’ ve hepsinden önemlisi ‘Akşam yemeğinde ne vardı?’. Saatlerdir bir şey yememiş olan Berberi’nin açlığı merakına galip gelmişti ve hikayenin gerisini bir başkasından öğrenebileceğini düşünerek Gianni’yi pis kokusuyla başbaşa bırakıp diğerlerine doğru hızlanmaya karar verdi. Güzel bir yemeğin ardından ikna etmeyi umduğu Büyücü’nün kafasındaki soruları cevaplandıracağına dair hayaller kurarak onlarla beraber ormanın içine daldı.

Spoiler: Göster
Fazla uzun olduğundan çay molalarınızı da düşünüp üç parçada yayınlamayı uygun gördüm. Umarım beğenirsiniz :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #25 : 13 Kasım 2012, 11:14:14 »
"“Şimdi benim uzmanlık alanımda olduğumuza göre lütfen herkes söylediklerimi itiraz etmeden yapsın. Güneş saatinin sona ermesine çok vaktimiz yok.” Etrafındakilerin kendisine itiraz etmediğine emin olan Hekim, sözlerine devam etti, “Öncelikle siz ikinizi cesedin yakınlarında görmek istemiyorum.”"

Şimdi buradaki karakter konuşmaları da bana modern geliyor. Öykü hala güzel de böyle pürüzler -en azından bana göre- havasını kaçırıyor.

"Şimdi benim irfanıma sığındığınıza göre... lütfedin de dediklerimi itiraz etmeden yapın...

Mesela ceset sözcüğü yerine mevta-naaş denebilir. Ceset sözcüğü hani bu seri katil filmlerinde, dizilerinde çok kullanıldığından bana modern gibi geliyor oysaki eski bir kelime. Ama dilde yabancı bir tat bırakıyor bu hikayeye göre.

Daha bu ilk sayfayı bitiremedim ama şahane gidiyor şimdilik. Devam... devam... devam...
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #26 : 14 Kasım 2012, 10:24:36 »
Daha önce de Malkavian bunu dile getirmişti. Eski kelimeleri kullanarak yazmak şüphesiz hikayeye tarihi bir hava katacaktır. Fakat bahsi geçen dönemdeki Türkçe yeni yeni Arapça-Farsça kelimeler almaya başlamış, dolayısıyla saflığını daha muhafaza eden bir Türkçe. Dönemin dışına çıkıp Osmanlıca yakını bir Türkçe kullanırsam da biraz kandırmaca olacak gibi düşünüyorum. Dolayısıyla bilerek günümüz diliyle yazmaya çalışıyorum. Tabi ki tartışmaya açıktır.

Yapıcı eleştirileriniz için teşekkür ediyorum. Devamı gelecek. :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #27 : 19 Kasım 2012, 12:35:17 »
Yine tüm bölümleri tek bir oturuşta ve büyük keyifle okudum. Üstelik çay molası vermeden!

Aralara serpiştirdiğiniz minik ayrıntılar (gezegenlerin eski Türkçe adları, tarihi kişilere göndermeler vb) yine tadından yenmez kılmış hikayeyi. Cenevizli'nin portersini de bayağı iyi çizmişsiniz ama favorim hala Berberi :)

Tekrar ve tekrar elinize sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #28 : 19 Kasım 2012, 13:20:36 »
Çok teşekkür ederim. Bu gazla birkaç bölüm daha yazarım ben :D 
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı mbdincaslan

  • **
  • 277
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
    • Baatırdın Sözü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #29 : 22 Kasım 2012, 02:01:17 »
bir kısmını okudum, gayet beğendim! Ellerinize sağlık, gayet güzel, hem üslup, hem içerik bakımından. Ufak tefek gözüme takılan şeyler olduysa da, uzun mesai harcayıp yazdığınıza göre, siz kendiniz görecek ve kaleminizi keskinleştireceksinizdir, eminim. Devamını da okuduğumda belki bir kaç -nacizane- tavsiyem olacaktır.
"Onen i-estel edain, ú-chebin estel anim"